30 Ocak 2019 Çarşamba

DR. KAMİL ÇAKIN 'ın HADİS İNKARCILARI


 


Dr. Kamil Çakın,

25 Ağustos 1959 yılında Ankara'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara'da tamamladı. Ankara Üniversitesi. İlahiyat Fakültesi'nden 1985 yılında mezun oldu. Prof. Dr. Mücteba Uğur'un yönetiminde hazırladığı "İlk Hicrı Asırlarda Hadis Etrafındaki Şüpheler ve Hadis İnkarcılığı" isimli çalışmasıyla 1990 yılında doktorasını tamamladı. Ocak 1996 tarihinde Yardımcı Doçent oldu.

·        1996-1997 Ders Yılında Kırgızistan Osh Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir-Hadis Anabilim Dalı'nda öğretim üyesi olarak görev yaptı.

 

 

ÖNSÖZ

 

Hadis ve Sünnet'in Din'deki konumu, bağlayıcılığı, sıhhatinin tes­ bitigibibir çokkonuda yapılan tartışmalar sadece bu gününmeselesi değildir. İslam bilim ve kültür tarihinin çok erken dönemlerinden iti­ baren bu tartışmalar yapılmış, hadise müsbet açıdan yaklaşanlar ka­ daı; menfitavıralanlar da görüş ve delı1lerini geniş fikirhürriyetiiçe­ risinde ortaya koymuştur.

Hadis tarihinde, Hadisçilerle Kelamcılar arasındaki tartışmalar meşhurdur. Hadisçilerile Kelamcılar arasında uzun asırlar devameden bu tartışmanın birboyutunu Hadis ve Sünnet'in değeri oluşturmakta­ dır. Hadfs tarihinde, Kelamcılar dışında da bir takım ferdf yada grup­ sal çıkışlarile Hadfsleri ve Hadfsçileri ciddişekilde eleştirenler olmuş­ tur. Hadislere karşı yöneltilen eleştirileı; zaman zaman Hadis ve Sün­ net'in inkanile sonuçlanmıştır.

Fakat, Hadis tarihi üzerine yapılan çalışmaları; bu önemli konuya ya çok az yer vermekte ya da hiç temas etmemektedir. Buna rağmen, son yıllarda, bütün İslam ülkelerinde olduğu gibi, ülkemizde de Hadıs ve Sünnet karşıtı hareketlerin canlanması, konunun yeniden ele alı­ narak araştınlmasınıgereklikılmıştır. Tabiidir ki, böyle biraraştırma­ ya İslamin mümkün olduğunca erken dönemlerinden başlamak ve o dönemlerdeki benzerharekederi, bu hareketlerin sebeplerini tarafsız veilmf birmetodla tesbit etmek gerekmektedir.

Bu kitap, böyle bir amaca yönelik olarak yapılmış çalışmanın bir ürünüdür. Gerek İslam bilim ve kültür tarihinin üstü örtülü kalmış olan ilkaönemleriniaydınlatma bakımından, gerekse Haaıs ve Sün­ net'in değeri vekonumu üzerindeki güncel tartışmalara yenibir ufuk açması bakımından faydalı olacağı kanaatindeyim.

 

Yrd. Doç. Dr. Kamil ÇAKIN

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ        7

Kur'an Açısından Hz. Muhammed (s.a.v.)     8

A.     Hz: Muhammed'in Örnek Kişiliği.        8

B.      Üstün Ahlaki Sıfatı     9

C.      Hz. Peygamber'in Tebyin Görevi 10

D.     Mücmel Ayetlerin Sünnet Tarafından Açıklanması        12

E.      Müteşabih Ayetlerin Sünnet Tarafından Açıklanması    13

E   Sünnetin Kur'an Dışında Hüküm Getirmesi      15

G.     Sünnetin Vahye Dayanması         16

H.     Hikmet Sünnet İlişkisi         17

1.      Kur'an'ın Sünnete Çağrısı    18

K.     Hz. Peygamber'in Sünnete Çağrısı        20

L.      Sahabenin Sünnete Bağlılığı        21

HADİS İNKARI VE NEDENLERİ      24

HADİS İNKARI         24

İnkarın Tanımı ve Sınırlan ...........................·····    24

İnkarın Hükmü  26

Hadis İnkarının Sınıflandırılması          30

HADİS İNKARININ NEDENLERİ      31

Sahabenin Kötülenmesi       31

Hadis İnkarında 'Ortam' Faktörü  36

A.     Siyasi Ortam      36

B.      Dini ve Kültürel Ortam        41

C.      İtikadı Ortam     46

Kelami/Felsefi Nedenler      49

Teşbih İfade Eden Hadisler 52

Müteşabih Ayetleri Serbestçe Yorumlama    56

İslam Düşmanlığı ....................•.   60

Bilgisizlik ve Şüphe   65

Hadisçilerin Tutumu  70

A.     Rüya Yolu ile Rivayet         70

B.      Muammen'.ın     71

C.      Taassub     72

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

vi

D.     Çelişkili, Zayıf ve Uydurma Hadisler   74

E.      Akla ve Tecrübeye Zıt Hadisler   75

HADİS İNKARCILARI      78

Hadis İnkarının Başlangıcı  78

FERDİ İNKAR GAYRETLERİ   85

A.     Bilgisizlik ve Şüphe Sebebiyle Hadisi İnkar Edenler      85

B.      Kur'an'da Aslı Bulunmayan Hadislerin İnkarı .................•...87

C.      Hadisin Kur'an'a Denk Tutulması Korkusu   88

D.     Hadisi Küçümseme     89

E.      Bazı Sufilerin Hadis İnkarı 91

BAZI MEZHEPLERİN HADİS KARŞISINDAKİ TUTUMU

VE HADİSİ İNKAR ETMELERİ         94

HARİCİLER VE HADİS    94

Harici Kelamı ve Hadis        100

Haricilerin Bazı Fıkhı Görüşleri ve Hadis     101

MUTEZİLE VE HADİS

Mutezilenin Sünnete Taraftar Görünmesi      103

Mutezilenin Hadisleri İnkar Etmesi      104

Mutezile'nin Ahad Hadisleri Reddetmesi      105

Mutezile'nin Peygamberlik Kurumu ve Hz. Peygamber Hakkındaki Genel Düşüncesi         106

Mutezile'nin Sahabe Hakkındaki Görüşleri   109

Mutezile ve Cehmiyye'nin Teşbih İfade Eden Hadisleri İnkarı 110 Mutezile'nin Ru'yetullah Konusundaki Hadisleri Reddetmesi. 112 Efalu'l-İbad Meselesi     113

Halku'l-Kur'an Meselesi ve Mihne Olayları  116

MURCİE VE HADİS 120

Mürcie'nin İman Tanımı ve Hadis         120

Amel-İman Münasebeti       122

ŞİA VE HADİS 126

SONUÇ     132

KAYNAKLAR ....................................................................•.      134

 

 

GİRİŞ

Bu kitabın ana konusu olan hadis inkarı, bugün için sınırları belli olmayan bir kavramdır. Esasen ne geçmişte ne de günümüz­ de bu kavramın içeriği ve sınırları üzerinde ciddiyetle durulma­ mışnr. Kime hadis inkarcısı denileceği veya hadise karşı takınılan ne tür tavırların bu kavramın sınırlarına girdiği bugün dahi açık değildir. Bu bakımdan, hadislerin tümünü reddedenlere hadis in­ karcısı denildiği gibi, bir kısım hadisleri reddeden ve hatta bir hadisi reddedenlere de aynı kavram layık görülmüştür. Tesbit edebildi­ ğimiz kadarıyla, hadis inkarı kavramının kullanılmasında savun­ macılık ve duygusallık ön plana çıkmaktadır. İnsanlar, güvendik­ leri bir alimin rivayet ettiği hadislerin tenkid edilmesine taham­ mül edememekte, kendi dar kalıpları içerisinden çıkamamakta­ dır. Mesela, günümüzde, Buhari (ö.h.256)'de geçen bir hc1disi ka­ bul etmemek, hatta zayıf olduğunu söylemek hadisleri inkar et­ mek anlamını taşımaktadır. Böyle bir zihniyet ile hareket edecek olursak, geçmişte Buhari'yi eleştirmiş olan bir çok büyük hadis alimini hadis inkarcısı kabul etmemiz kaçınılmaz olacaknr1 •

Bütün İsl mi ilimlerde olduğu gibi, hadis ilminin tarihi de tek düze bir tarih değildir. Hadis tarihinde bir çok dönem olmuş, bazı dönemlerde hadisler eleştirilmiş ve hatta hadis alimleri biribirini tenkid etmekten kaçmmamışnr2• Hadis ilminin bugünkü seviyesi­ ni bu dönemlere borçluyuz.

 

1 Buhari (ö.h.256), hicri 6. yüzyıla kadar eleştirilere muhatap olmuştur.Bu döneme kadar bir çok değerli hadisçi Buhari üzerinde durmuş ve ona bir takım eleştiriler yöneltmiştir. Buhari, bugünkü otoritesini 6. yüzyıldan sonra  kazanmaya  başlamış ve esasen bugünkü konumunu çok sonralan elde etmiştir (Bu konuda geniş bilgi  için bkz. Buhari'nin Otoritesini Kazanma Süreci, Çakın, Kamil, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt 10, Sayı 1,2,3, Ankara  1997.

2 Mesela bkz. Sakallı, Talat, Hadis Tartışmaları İbn Hacer-Bedruddin Ayni, Diyanet Vakfı Yayınları, Ank. 1996.

 

Bu durum göz önüne alındığında, öncelikle yapılması gereken hadis inkarı kavramının sınırlarının tesbit edilmesi olacaktır. Bu sı­ nırları güzelce tesbit etmedikçe, özellikle ilk hicri asırların buna­ lımlı atmosferinde, hadis inkarcılarının kimler olduğunu ortaya çı­ kartmak imkansız olacak ve günümüzde yaşanan kavram kargaşası devam edecektir. Hadis inkarının sınırlarının tesbit edilmesi, hadis inkarı kavramının tanımının   yapılmasını da kolaylaşrıracakrır.

Bize göre, hadis inkarının sınırlarını çizebilmek, -hadis ve sün­ netin kaynağı olması itibarıyla- Hz. Peygamber'in İslam' daki ko­ numunu sağlıklı bir şekilde tesbit etmeye bağlıdır. İslam'ın değiş­ mez temel kaynağı Kur'anı Kerim'dir. Hz. Peygamber -dolayısıyla hadis ve sünnet- gücünü bu kaynaktan almaktadır. Öyleyse, Hz. Peygamber'in İslam'daki konumunu tesbit edebilmek için, Kur'an'ın onu nasıl tanıyıp tanıtrığını ve ona nasıl bir önem atfettiğini orta­ ya çıkartmamız gerekmektedir.

 

Kur'anAçısındanHz. Muhammed (s.a.v.)

A.     Hz. Muhammed'in Örnek Kişiliği

Kur'anı Kerim, bize, Hz. Peygamber'in kişiliği, peygamberlik vasıfları, ahlakı ve ona uyulmasının gerekliliği gibi bir çok husus­ larda bilgiler vermekte, örnek alınması gerekli bir insan olduğunu şu  şekilde  dile getirmektedir:

')\llah'a ve ahirete kavuşmayı uman ve Allah'ı çokça zikreden­ leriniz için Resuluilah güzel bir örnektir".3

Müfessirlere göre, bu ayette geçen usve kelimesi örnek insan (=el-kudve), güzel haslet sahibi (el=hasle), güzel bir gidişat (mez­ hebun hasenun), en güzel olana uyma (iktidaun hasenun)4 gibi anlamlara  gelmektedir.

3 33-Ahzab-21  (Hz. Peygamber için kullanılan bu güzel örnek tabiri Hz. İbrahim için  de  kullanılmıştır. Bkz. 60-Mumtehine-4 )

4    Bkz  Zemahşeri,  Mahmud  b.  Ömer  (ö.h.528), el-Keşşaf  an  Hakiiiki Gaviimidi't-Tenz­ il, Beyrut trs., 111. 514,531; Ebu's-Suud, Muhammed  b.  Muhammed  el-İmiidi (ö.h.951), Tefsir, Mısır trs, IV. 207; Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir (ö.h.310), (Tefsir) Ciimiu'l-Beyiin an Te'vili Ayi'l-Kur'iin, Mısır 1374/1954, XXVIII. 62; Razi, Fahruddin b. Ziyauddin Ömer (ö.h. 606), Mefiitihu'l-Gayb  (el-Tefsiru'l-Kebir),  İst.  1307, VIII. 187; Tfısi, Ebu Cafer Muhammed b. el-Hasen b. Ali (ö.h. 460), Tefsiru't­ Tıbyan, Necef 1376/1957, IX. 579; İbnu'l-Cevzi, Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali (ö.h.597),  Ziidu'l-Mesir  fi  İlmi't-Tefsir,  Dımeşk  1384/1964,  VIII. 235.

 

Bu ayette, Hz. Peygamber'in davranışlarının idealliği ve mükem­ melliği vahyi temelini bulmaktadır. İslam kültürü içerisinde sünnet denilen şeyin asıl anlamı budur. Zira, sünnet, bir insanın yaptığı geçici ve gelişigüzel davranışlarından ibaret değildir. Bir davranışın sünnet olabilmesi için, onun, bir kişinin hareketi olmaktan çıkıp başkalarınca da benimsenerek takip olunması, hatta takip olunma zorunluluğunun bulunması gerektirmektedir. Yukarıdaki ayette, Hz. Peygamber'in davranışlarındaki bu ferdi aşkınlık belirlenmekte ve ona uymanın '1\llah'a ve ahiret gününe inanaIJlar için" gerekli oldu­ ğu vurgulanmaktadır. Böylece, ayetin desteğini alan sünnet, sade­ ce Hz. Peygamber'e aid davranışlar olmaktan çıkarılmakta ve ina­ nanlara  örnek  davranışlar  olarak sunulmaktadır.

 

B.      Üstün Ahlaki Sıtatı

Kur'an'ı dikkatle incelediğimizde bu yönlendirmenin en önem­ li sebeplerinden birinin Hz. Peygamber'in sahip olduğu ahlaki meziyetler olduğunu görmekteyiz. Kur'an, onun ahlaki yapısının üstünlüğünü şu şekilde tanımlamaktadır:

"Sen, büyük  bir ahlak üzeresin" 5

Hasanı Basri (ö.h.110), Atıyye (ö.h. 111) ve Taberi (ö.h.310)'­ ye göre bu ayette geçen yüce ahlak (hulukun azim) ifadesi Kur'an ahlakı demektir. Abdullah b. Abbas (ö.h.68), Mücahid (ö.h.104) ve İbnu Zeyd (ö.h. 182) Hz. Peygamber için anılan yüce ahlak sıfatını İslam dini ile eşdeğer görmüştür.6

Bu ayette geçen yüce ahlak kavramı Hz. Peygamber'in hem doğuştan getirdiği hem de sonradan edindiği ahlaki niteliklere işaret etmektedir. Kaynaklara bakıldığında, cahiliyye dönemi Mek­ ke'sinde siyasi, askeri ya da dini bir konuma sahip olmayan Hz. Peygamber'in ahlaki bakımdan son derece seçkin bir mevki elde ettiği görülmektedir. Hz. Peygamber, toplumsal sorumlulukları paylaşan bir fert olarak davranmaya başladığı yaşlardan itibaren kendindeki bu ahlaki meziyetleri sergilemeye başlamıştır. Henüz

 

5   68-Kalern-4

6 İbnu'l-Cevzi, Zad, VIII. 428; Taberi, Tefsir, XXIY. 18-9; Tabresi, Ebu Ali el-Fadl b. El­ Hasen   (ö.h.548),   Mecmau'l-Beyan  fi Tefsiri'l-Kur'an,  Tahran  1373,  X. 333.

 

gençken başladığı ticari yolculukları, ondaki ticari dürüstlüğü ve güvenilirliği ortaya koymuştur. Müstakbel eşi Hatice'nin ticaret kervanını yönetmesi ve büyük bir kar ile dönmesi emanete olan sadakatini göstermiştir. Nitekim,  onun  Hatice'yi  cezbeden  yönü bu dürüst, güvenilir ve emanete sadık meziyetleri olmuştur 7 • Kabe duvarlarının tamiri esnasında Haceru'l-Esved'in  yerine  konması­ na hakemlik yapması, biribirine kılıç çekecek kadar düşman kesi­ len kabilelerin onun hakemliğini tartışmasız kabul etmeleri, onun toplumla kurduğu ilişkilerini ne kadar güçlü ahlaki zeminlere oturt­ tuğunu göstermektedir. İlk vahyin sarsıcı ve şaşırtıcı etkisi altında evine koşan Hz. Peygamber'e eşi Hatice'nin teselli babında söyle­ dikleri ondaki ahlaki meziyetlerin ne denli sağlam olduğunu gös­ termektedir: ' lalı seni asla mahzun etmez. Çünkü sen akrabanı ziyaret edersin, yetime veli olursun. Çıplağı giydirir, zayıfı korur­ sun. Hakkın  gerçekleşmesi  için çalışırsın."8

Bu misallerden hareketle diyebiliriz ki, Hz. Peygamber cahiliyye döneminde davranışları itibarıyla örnek bir şahsiyettir. Ancak, bu davranışların sünnet adını alması, İslami dönemle, yani peygam­ berlikle birlikte başlamaktadır. Çünkü, Hz. Peygamber asıl otorite­ sini peygamberlik vasfı ile kazanmıştır. Hz. Peygamber'in gerek ör­ nek bir insan olarak tanıtılması gerekse yüce bir ahlaka sahip oldu­ ğunun vurgulanması, sünnetin oto,ritesini belirleyen en önemli iki faktör olmuştur. Bu bakımdan, buradaki ahlak olgusunu sınırlan­ dırmak hemen hemen imkansız gibidir. O halde, nasıl ki ibadet ile ilgili konularda Hz. Peygamber'i örnek alıyorsak, ahlaki alanda da onun davranışlarını örnek almamız  kaçınılmaz olmaktadır.

 

C.      Hz. Peygamber'in Tebyın Görevi

İnananların Hz. Peygamber'e duyduğu ihtiyaç sadece ameli yönden onu taklid değildir. Kur'an'ın anlaşılması noktasında  da

·ayetlerin açıklanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu açıklamaları

,kim yapacaktır?  Hz. Peygamber'in  hayatta  olduğu dönemi göz

 

7     Köksal,  Mustafa  Asım,  İslam Tarihi  (Mekke  Dönemi),  İst. 1978, 91 vd.

8    Buhari,  Muhammed  b. İsmail  (ö.h.256), el-Camiu's-Sahih, İst. n-s., I.  3.

 

önüne alacak olursak, gerekli açıklamaların sözlü ya da fiili bir tarzda bizzat Hz. Peygamber tarafından yapılacağı açıktır.  Çün­ kü, kendisine kitap verilen kişinin görevi, sadece o kitabı tebliğ etmekten ibaret olmayıp, aynı zamanda onun anlaşılmasını ve uy­ gulanmasını sağlamaktır. Bu noktada Hz. Peygamber'in biri teb­  liğ, diğeri tebyin olmak üzere iki önemli görevi ortaya çıkmakta­ dır. Tebliğ, onun Allah'tan aldığı mesajı insanlara aynen iletmesi­ dir. Tebyin ise, bu mesajın doğru bir şekilde anlaşılmasını ve he.­ yata  aktarılmasını sağJamaktır.

Burada, Hz. Peygamber'in açıklama=tebyin göreviyle zahiren çelişkili gibi görünen bir anlayışa kısaca temas etmekte yarar var­ dır. Bilindiği gibi Kur'anı Kerim kendisini mübin=apaçık ve tıbya­ nen li-külli şey'=her şeyi açıklayıcı olarak nitelendirmektedir. Kur'­ an açık bir kitap olduğuna göre, Hz. Peygamber'in açıklamalarına ihtiyacı var mıdır? Nihayet, Kur'an her şeyi açıkladığına göre, Hz. Peygamber'in görevi sadece tebliğden ibaret değil midir? Mübin kelimesinin sözlük anlamı açık olmak demektir. Ancak, bu anlam Kur'an'a uygulandığında üç tür açıklık kavramının söz konusu ol­ duğunu görmekteyiz:

1.      Görsel açıklık: "Bunun üzerine Musa, asasını yere atmış, asa apaçık bir yılan oluvermişti"9 ayetinde görüldüğü gibi, apaçık olma, çıplak gözle görmeyi ifade etmektedir. Bu anlamda Kur'an'ın apaçık olması, onun kapalı kapılar ardında değil herkesin gözü önünde vahyedilmesi demektir. Vahyin bir kelimesi dahi insanlar­ dan gizlenmemektedir.

2.      Mantıksal açıklık:"Şeytanın peşinden gitmeyin. O, sizin apa­ çık düşmanınızdır"10 ayetinde Şeytan'ın apaçık olması görsel de­ ğil mantıksal bir açıklıktır. Çünkü biz Şeytan'ı çıplak gözle hiçbir zaman göremeyiz. Fakat, onun saptırmalarını Kur'an'ın ve sünne­ tin yardımları sayesinde tesbit edebilmekteyiz. Yani, bu iş için zi­ hinsel bir çaba gerekmektedir.

3.      GöreceH açıklık: "Gaybın anahtarı Allah katındadır. Onları O'ndan  başkası  bilemez. O, karada ve denizde olan her şeyi  bilir.

 

9 7-A'raf-107.

10 2-Bakara-168.

 

 

O'nun bilgisi dışında bir tek yaprak dahi düşmez. Yerin derinlikle­ rindeki bir tohum, yaş ve kuru her şey apaçık bir kitaptadır" 11 aye­ tinde bahsedilen kitap Kur'an değildir. O halde, bu kitap (Levh-i Mahfuz) kime göre açıktır? İnsanlar açısından açık olan şey, böyle bir kitabın varlığından ibarettir. Demek ki, burada zatına göre deği­ şebilen bir açıklık söz konusudur.

Bu kısa açıklamadan sonra diyebiliriz ki, Kur'anı Kerim, okun­ duğunda anlamı hemen açığa çıkan, anlamları hiçbir tartışmaya gerek göstermeyecek kadar net olarak kavran bilen, herhangi bir zihinsel çaba ya da sünnet veya hadis gibi bir başka kaynağa ihti­ yaç göstermeyen bir kitap değildir. Fakat, bütün bunlarla, Kur'an'ın tamamen kapalı bir kitap olduğunu söylemeye çalışmıyoruz. Kur'an, hangi seviyeden olursa olsun, okuyucusuna mutlaka bir şeyler·ka­ zandırır. Korkutur, sevindirir. İyiye teşvik eder, kötüden uzak­ laştırır. Bununla beraber, onu okuyanlar bilirler ki, bir çok ayetin anlaşılabilmesi için hadis ve sünnet de dahil başka kaynaklara ih­ tiyaç vardır.

Hz. Peygamber'in Kur'an'ı açıklamasını zorunlu kılan faktörle- ri  üç ana  grupta  toplamak mümkündür:

1.      Kur'an'ın  mücmel  ayetlerinin  açıklanması zorunluğu.

2.      Kur'an'ın  müteşabih  ayetlerinin  açıklanması zorunluğu.

3.      Kur'an'ın temas etmediği hususlarda topluma çözüm sun­ ma zorunluluğu.

D.     Mücmel Ayetlerin Sünnet Tarafından Açıklanması:

Mücmel ayetler, genellikle ibadetle ilgili emirlerin kısa ve veciz bir şekilde anlatıldığı ayetlerdir. Bilindiği gibi namaz, oruç, zekat vb. ibadetler Kur'an tarafından açıkça emrolunmuş, ancak bu iba­ detlerin ayrıntılarına dair bilgi verilmemiştir. "Gerçekten de sün­ net Kur'an'ın mücmel ifadelerini ayrıntılarıyla açıklar. Ayetlerle ilgili ortaya çıkabilecek bazı problemleri açıklığa kavuşturur. icazı nedeniyle genel ve mutlak anlatımlarının anlaşılmasını sağlar. Hü­ kümlerinin  uygulanmasını  ve bu hükümleJ:deki  nihai gayeyi bil-

 

11 6-En'am-59.

 

meyi kolaylaştırır. Bu nedenledir ki, Hz. Peygamber'in sünnetine uymak vaciptir".12 Mesela, Kur'an bize namazı kılmamızı 13 , özel­ likle orta namazına dikkat etmemizi14 emretmektedir. Fakat Kur'­ an, nasıl namaz kılacağımızı detaylarıyla açıklamamaktadır. Yani, sadece Kur'an'a başvurmak suretiyle namaz emrini yerine getir­ memiz imkansızdır. İşte bunu Hz. Peygamber'den öğreniyoruz. Bir hadisinde Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:

"..;Cebrail geldi ve bana imam oldu. Onunla birlikte namaz (?abalı namazı) kıldım. Sonra onunla birlikte (öğ!e namazını) kıl­ dım. Sonra (ikindi, akşam ve yatsı namazlarını) onunla birlikte kıldım."15

Bu hadise dikkat edildiğinde, Hz. Peygamber'in namaz emrini aldıktan sonra Cebrail tarafından bir eğitimden geçtiği ve müslü·­ manlarm da namazı Hz. Peygamberden  öğrendiği  anlaşılmakta­ dır. Zaten  başka  türlü olması da  beklenemezdi.

İkinci misalimize geçelim. Allah'ın orta namazı ile kasdettiği beş vakit namazdan hangisidir? Bu ayet indiğinde müslümanlar arasında orta namazı ile sabah, öğle ve akşam namazlarından bi­ rinin kasdedildiğini zannedenler olmuştu. Halbuki, burada kas­ dedilenin ikindi namazı olduğunu müslümanlar Hz. Peygamber­ 'in açıklamasından anlamışlardı16 

E.      Müteşabih Ayetlerin Sünnet Tarafından Açıklanması Müteşabih ayetlerle ilgili durum da bundan  pek farklı  değildir.

Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyurmaktadır:

"Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun bir takım ayetleri muhkem­ dir. Bunlar Kur'an'ın esasıdır. Bir takım ayetleri ise müteşabihtir..."17•

Kur'an'ın bir takım ayetlerinin muhkem olması, ibarelerinin anlam bakımından herhangi bir ihtimal ya da şüphe taşımayacak

 

12 Bkz. Ebu Şehbe, Difa' ani's-Sünne,"Mısır trs. 3-10; Acdic, Muhammed el-Hatib, es- Sünne  kable't-Tedvin,  Kahire 1383/1963, 23-4.

13  2-Bakara-43

14  2-Bakara-238

15  Müslim, Ebu'l-Hüseyn  b. el-Haccac el-Kuşeyri (ö.h.261), es-Sahih, İst trs., ı. 425.

16  Buhari, V. 162.

17  3-Al.i imran-7

 

 

ölçüde sağlam (açık anlamlı) olması demektir 18 • Yani, muhkem ayetler, te'vili rahatlıkla bilinen, mana ve tefsiri kolaylıkla anlaşı­ lan ayetlerdir19 • Bir takım ayetlerin müteşabih olması, manada farklılıkların ve tilavette de şüphe ve benzerliklerin bulunması, ayetlerin birden fazla anlam içermesidir20 •

Sahabe, inen her ayeti, mücmel olsun müteşabih olsun istisna­ sız anlıyor muydu, yoksa, anlamakta güçlük çektiği herhangi bir ayeti Hz. Peygarrı.ber'den sorup öğreniyor muydu? Hadisin müc­ mel ayetleri açıklaması onusunda verdiğimiz bir misali burada hatırlayalım: Sahabe, Kur'an'da "orta namazı" ile kasdedilen na­ mazın hangisi olduğunda ihtilafa düşmüş, ancak, Hz. Peygamber bunun ikindi namazı olduğunu açıklamıştı. Demek oluyor ki, saha­ be inen her ayeti derhal anlayabilmiş degildir. Müteşabih ayetler­ de de durum bundan pek farklı değildir. Mesela, Naziat Suresi'nin başlangıç ayetlerine bir bakalım; bu ayetlerde kasdedilen anla­ mın açık olmaması sebebiyle ilginç tercümeler ortaya çıkmakta­ dır. Bunlardan biri şöyledir:

"Söküp çıkaranlar, yavaşça çekenler, kolayca yüzenler, yarış edenler, derken  bir iş çevirenler  hakkı için..."

Bu tercüme ne kadar ilginç görünürse görünsün, kelimelerin tam karşılıklarını vererek yapılmış bir çeviridir. Söküp çıkaranlar kimlerdir ve nereden neyi çıkartmaktadırlar? Yavaşça çekenler için de aynı soru geçerlidir. Kolayca yüzenler ile kasdedilenler yüzü­ cülük sporuyla ilgilenenler olmadığı gibi, yarış edenler de her hal­ de atletler değildir.

Bugünkü nesillerin bu ayetleri anlamakta güçlük çekmesi gibi saha.biler de aynı güçlük içerisindeydiler. Fakat, onların bir avan­ tajı, anlamadıkları yerleri Hz. Peygamber'den sorup öğreniyorlar­ dı. Nitekim, Kur'an'ın bu gibi ayetlerini açıklayan pek çok hadis mevcuttur.

 

 

18  Zemahşeri, I.  337.

19 Kurtubi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensari (ö.h.671), el-Cami' li Ahk­ ami'l-Kur'an (Tefsir), Mısır trs., rv. 9.

20 Taberi, Tefsir, III. 172; Zemahşeri, I. 338.

 

 

Bu gibi müteşabih ayetlerin anlaşılmasında Hz. Peygamber'in açıklamalarına ihtiyaç duyulduğu bir gerçektir. Nitekim, bazı kela­ mi konularda Ehli Sünnet ile Mutezile'nin düştüğü ihtilafın ardın­ da, birincisinin müteşabih ayetleri te'vil ederken hadisleri delil ola­ rak alması, diğerinin ise hadisleri göz ardı etmesi yatmaktadır. Me­ sela, "o gün, bir takım yüzler vardır ki Rablerine bakıp parlayacak­ tır"21 ayetinde geçen bakmak (nazıra) fiili bakmak ve ummak şek­ linde iki anlama gelebilmektedir. Ehli Sünnet alimleri buradaki na­ zıra fiiline bakmak anlamını v rmişlerdir. Bu durumda tercüme yu­ karıdaki gibi olur. Çünkü, Hz. Peygamber'in bir hadisi, ahirette Al-

lah'ın inananlar tarafından görüleceğini  açıkça  bildirmektedir 22 .

Yukarıdaki ayeti hadisin delaletiyle bu şekilde anlayan Ehli Sünnet alimleri, ahirette Allah'ın görülebileceği fikrine sahip olmuşlardır. Buna karşılık, kelami sisteminde hadislere yer vermeyen Mutezile, yukarıdaki hadise itibar etmediği için ayette geçen nazıra kelimesi­ ne ummak anlamını vermiş, ayeti "o gün, bir takım yüzler vardır ki rablanndan  gelecek  mükafatı  ummaktadırlar" şeklinde anlamış ve

ahirette Allah'ın görülemeyeceği fikrine ulaşmıştır23.

 

E Sünnetin Kur'an Dışında Hüküm Getirmesi

Mücmel ve müteşabih ile ilgili yapılan açıklamalara dikkat edi­ lirse, Hz. Peygamber'in buraya kadar ele alınan rolü genelde Kur'­ an ile bağlantılıydı. Fakat, Kur'an'ın sessiz kaldığı bazı durumlar­ da sünnetin devreye girdiği, daha doğrusu, sünnetin Kur'an dışın­ da bağımsız bir yasama kaynağı fonksiyonu yaptığı görülmekte­ dir. Kur'an'da bulunmayan bir hükmün sünnetten aranması, son­ raki müctehidlerin ortaya attıkları bir metod değildir. Bu metod kaynağını yine sünnetten almaktadır:

Hz. Peygamber, Yemen'e vali olarak tayin ettiği Muaz b. Cebel'e (ö.h.18) orada  ne ile hükmedeceğini sorar. Muaz bu soruya  "Kur'-

 

21 75-Kıyame-22,23.

22     Buhari, Tevhid, VIII. 179; Müslim, 1. 163; İbn Mace, Ebu Abdillah Muhammed   b.

Yezid el-Kazvini (ö.h.275), es-Sünen, İst trs., Mukaddime, 1. 63 vd.

23     Kaadı Abdulcebbar, Ebu'l-Hasen b. Ahmed el-Hemedani  (ö.h.415), Tenzihu'l-Kur'­

an  ani'l-Metain,  Mısır 1329, 20.

 

 

an ile" cevabını verir. Hz. Peygamber'in "eğer orada bulamazsan ne ile hükmedeceksin" diye sorması üzerine ''.A.llah'ın elçisinin sün­ neti ile" cevabını verir. Bu cevap Hz. Peygamber'in çok hoşuna gitmiş ve ona hayır duada bulunmuşt ur24 •

Bu misal göstermektedir ki, bir meselenin çözümü için öncelik­ le Kur'an'a bakılır. Eğer, aranan hüküm Kur'an'da bulunamaz ise bu taktirde sünnete başvurulur.

İslam alimleri sünneti sadece Kur'an'ın mücmelini açıklayan, mutl kını mukayyed kılan veya anım ayetlerini ta sis eden bir kaynak olarak değil, bunun yanı sıra, Kur'an'ın hüküm getirmedi­ ği hususlarda hüküm koyan bağımsız  bir yasama  kaynağı olarak da düşünmüşlerdir. Dolayısı ile sünnet, Kur'an'ın sessiz kaldığı alan­ larda hükümler koyan ve böylece Kur'an'ın hükümlerine ilaveler­ de bulunan bağımsız bir otorite vasfını da  kazanmıştır.  Şüphesiz ki, Hz. Peygamber'in içtihadları, bir insan olarak yaptıkları,  özel ya da geçici uygulamaları gibi bir takım fiillerini bağlayıcılık ala­ nının  dışında tutmalıyız.

 

G.     Sünnetin Vahye Dayanması

Peki, sünnet bu otoritesini nereden almaktadır?

Yukarıda, Kur'an'ın Hz. Peygamber'i örnek bir insan ve yüce ahlak sahibi  olarak  vasıflandırdığını belirtmiştik.

Sünnetin otoritesinin en  önemli  dayanaklarından  biri,  onun en azından bir kısmının vahye dayanmasıdır. Hz. Peygamber'e inen vahyin sadece Kur'an'dan ibaret olduğuna dair zaman zaman or­ taya çıkan fikirlerin bir çok bakımdan temeli yoktur. Öncelikle, Kur'anı Kerim vahyin sadece kendisinden ibaret olduğunu açık ya da örtülü bir şekilde de olsa söylememektedir. Aksine, Hz. Pey­ gamber'in rüya yolu ile de olsa Kur'an dışında bazı vahiyler aldığı açıktır25 •  Bedir Savaşı ile ilgili olarak inen ve savaş öncesinde  Al-

 

24 Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa (ö.h.279), es-Sünen, Kahire 1356/1937, Ahk­ am, 3; Ahmed b. Hanbel (ö.h.241), el-Müsned, Beyrut trs. V. 230,236; Ebu Davud, Süleyman b. el-Eş'as (ö.h.275), es-Sünen, Hums 1388/1969, Akdıyye, 11; Şatıbi, Ebu İshak İbrahim b. Musa (ö.h.790), el-İ'tisam, Beyrut 1986, IV. 7.

25 Mesela, 48-Fetih-27. Ayetinde söz konusu edilen Hz. Peygamber'in rüyası, Kur'an dışında rüya yolu ile vahyin imkanına delalet  etmektedir.

 

 

lah'ın müslümanlara melekleri vasıtasıyla yardım edeceğinin müj­ delenmiş olduğunu bildiren ayetler26 Hz. Peygamber'in Kur'an dı­ şında da bir takım vahiyler aldığını göstermektedir. Bedir'de, Hz. Peygamber'in karargah olarak seçtiği yeri beğenmeyen Hubab b. Münzir'in ''ya resulallah, burası Allah'ın karargah kurmanı emret­ tiği ve bizim açımızdan değiştirmemiz mümkün olmayan bir yer midir? Yoksa, şahsi bir görüş neticesi, bir harb tedbiri olarak mı seçilmiştir?" 27 şeklindeki sözleri göstermektedir ki, sahabeye göre Kur'an d!şında vahiy mümkündür.

Nitekim, Cebrfül'in gelerek Hz. Peygamber'e namazın nasıl kı­ lınacağını öğrettiğini yukarıda görmüştük. Bu, bütün ibadetler için geçerlidir.

 

H.     Hikmet Sünnet İlişkisi

Hz. Peygamber'e verildiği bildirilen hikmetin onun sünneti ol­ duğu bir çok alim tarafından dile getirilmiştir. "Size ayetlerimizi okuyan, arındıran ve size Kitab'ı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğ­ reten bir peygamber gönderdik"28 ayeti hakkında Şafii (ö.h.204) şu açıklamayı yapmaktadır: ''.Allah, Kitab'tan bahsetmektedir. Ki­ tab Kur'an'dır. Yine Allah hikmetten söz etmektedir. Kur'an'ı bilen kimselerden işittim ki, hikmet, Resulullah'ın sünnetidir...Burada sözü edilen hikmet sünnetten başka bir şey olamaz"29 • Beyhaki (ö.h.458) de Şafii (ö.h.204)'in bu görüşlerine katılmakta ve onun ifadelerini aynen nakletmektedir3°. Şafii, başka bir yerde şöyle demektedir: "Bazı alimlere göre, Hz. Peygamber'in sünnetinin tümü onun kalbine ilka olunmuştur ve onun sünneti de hikmettir"31 .­ Gerçekten de bazı ayetlerde hikmetin Allah tarafından indirildiği zikredilmektedi r32•  Buradan hikmete aid iki önemli özellik ortaya

 

26  8-Enfal-9,10.

27  Köksal, age. II. 109.

28  2-Bakara-151.

29  Şafii, Muhammed  b. İdris (ö.h.204),   er-Risale,  Kahire 1358, 78.

30 Beyhaki, Ebu Bekr Ahmed b. el-Hüseyn (ö.h.458), Delailu'n-Nübüvve ve Ma'rifetu Ahvali Sahibi'ş-Şeria, Beyrut 1405/1985, 1.   21.

31 Şafii, age. 93-100.

32  4-Nisa-13; 2-Bakara-231.

 

 

çıkmaktadır: Bu ayetlerde hikmet, Kur'an'dan ayrı olarak geçmek­ tedir. Demek ki, Hz. Peygamber'e verilmiş olan hikmet Kur'andı­ şında bir şeydir. Diğer taraftan, hikmet, Hz. Peygamber'e Allah tarafından  indirilmiş,  yani  vahyolunmuştur.

Taberi (ö.h.310), hikmet kelimesinin  anlamı üzerinde alimle­  rin fikir ayrılığına düştüklerini dile getirmekte ve onların bu keli­ meye yüklediği anlamları saymaktadır. Buna göre hikmet: Sün­  net, dini bilmek, dinde anlayış sahibi olmak ve ancak Resulullah'ın bildirmesiyle bilinebilecek dini bpgiler demektir33 • Aslında bütün bu anlamlar sünnet kelimesiyle karşılanabilir. Yani, bir bakıma sün­ netin  değişik  şekillerdeki ifadeleridirler.

Yukarıda yapılan açıklamalardan, sünnetin dindeki yeri ve öne­ İni ortaya çıkmaktadır. Kur'anı deliller göstermektedir ki, sünne­ tin dinde gerçekten büyük bir otoritesi vardır. Fakat, burada, yan­ lış anlamaların önüne geçebilmek için bazı kısa açıklamalara ihti­ yaç duyulmaktadır:

1.      Sünnetin vahiy kaynaklı olduğunu söylerken, onun tamamı­ nın vahiy olduğunu kasdetmiyoruz. Hz. Peygamber, itikad ve iba­ detlerde tamamen vahye dayanmaktadır. Ahlaki alanda, kendi ka­ zanımları olan yüksek ahlaki nitelikler de yer almaktadır. Bunlara da mutlaka  uymak gereklidir. Muamelat ise tartışmaya açıktır.

2.      Hz. Peygamber örnek bir şahsiyet olmakla beraber, sünneti­ nin tamamı örneklik teşkil etmemektedir. Onun bir insan olarak yaptığı (yemesi, içmesi, oturması gibi) fiilleri, Arap toplumunun geleneksel yaşantısı (giyim, sarık takma gibi), adetleri ve bir de Hz. Peygamber'in kendine has olan bir takım yükümlülükleri biz­ ler için bağlayıcı değildir.

 

I.       Kur'an'ın Sünnete çağrısı

Yukarıda, Kuranı Kerim esas alınmak suretiyle Hz. Peygamber'in İslam'daki konumu üzerinde duruldu. Görülmektedir ki, K:uran, Hz. Peygamber'e çok özel bir önem vermekte ve onu insanlara örnek alınması  gereken  yüksek ahlakı tabiata  sahip bir   peygam-

 

33  Bkz. Taberi, Tefsir, 1. 557.

 

 

ber olarak tanıtmaktadır. Bu yüksek ahlaki yapısının yanı sıra sün­ netin en azından bir kısmının vahiy kaynaklı olması, hikmetin vah­ yedilmiş sünnete işaret etmesi gibi bir takım özellikleri Hz. Pey­ gamber'in söz ve fiillerinin inananlar için bağlayıcı olduğunu açıkça göstermektedir.

İşte bu temel espirinin doğal bir sonucu olarak, gerek Kur'anı Kerim gerekse bizzat Hz. Peygamber sünnete uyulmasının zarure­ tine işaret etmekte ve tüm inananları buna çağırmaktadır. Kur'anı Kerim'in Hz. Peygamber'e itaat dave inin biri gayrı müslimlere di­ ğeri de müslümanlara  olmak  üzere  iki yönünü görmekteyiz.

Necranh Hıristiyanların oluşturduğu bir grup Hz. Peygamber'e gelerek34 , tartışma esnasında, Allah'ı sevdiklerini ve hatta bu sev­ gide son derece samimi olduklarını ifade etmişlerdi35 . Bunun üze­ rine şu ayetler nazil olmuştur:

"De ki, eğer Allah'ı gerçekten seviyorsanız hemen bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafurdur, rahimdir. Onlara, 2\llah'a ve peygamberine itaat etmeleri­ ni' söyle. Eğer yüz çevirirlerse (bilsinler ki) Allah kafirleri sevmez."36•

İbn Teymiyye (ö.h.728) bu ayetle ilgili şu açıklamayı yapmak­ tadır: "Hiçbir kimse Hz. Peygamber'e ve onun getirdiği hakikatle­ re inanmadıkça ve ona iç ve dış alemleriyle uyup bağlanmadıkça Allah'a dost olamaz. Bu itibarla, Allah'a sevgi ve dostluğunu iddia edip de Hz. Muhammed'e tabi olmayan kimse Allah'ın dostların­ dan değildir. Bilakis ona muhalefet edenler Tanrı'nın düşmanı, şey­ tanın  öz arkadaşı  olurlar"37 •

Ayette geçen muhabbet=sevgi ifadesini "nefsin, olgunluğunu anladığı şeye yönelmesi" şeklinde tanımladıktan sonra, Ebu's-Suıld (ö.h.951), "bu nedenle, muhabbet, itaatı arzu etmek şeklinde  tef­ sir edilmiştir ki bu da kişinin ibadetinde Resıll'e uymasını   gerekli

 

 

34 Taberi, Tefsir, IJI. 143.

35 Razi, Tefsir, II. 650.

36 3-Ali İmran-31/32.

37     İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed el-Harrani (ö.h.728), İslam Hidaye­ ti, Çev: Celal Yıldırım, İst. 1969,  21.

 

 

kılmaktadır" demek suretiyle Hz. Peygamber'e uymanın ne kadar önemli olduğunu vurgulama ktadı r38 •

Demek oluyor ki, Kur'an açısından bakıldığında Allah'ı sevdi­ ğini ileri sürmek kişi için yeterli olmamaktadır. Aynı zamanda Hz. Peygamber'e de uymak gerekmektedir. Bir insan öncelikle Hz. Muhammed'in peygamber olduğunu kabul etmeli ki Kur'an'a uya­ bilsin. Bu nedenledir ki Kur'an, müslüman olmayanlara yapnğı çağrısında lah'a ve peygambere uymayı' daima birlikte zikret­ mektedir.

Kur'an'ın lah'a ve peygambere itaat' çağrısı müslüman olma­ yanlara olduğu gibi müslümanlara da yöneltilmiştir:

"Ey iman edenler! Allah'a, peygambere ve sizden olan uh1'1- emre itaat edin. Eğer Allah;a ve ahiret gününe inanıyorsanız, bir şey hakkında çekiştiğinizde, onu Allah'a ve peygambere havale ediniz. İşte bu en hayırlı ve en  güzel   çözümdür"39 •

Tusi (ö.h.460), bu ayette geçen itaat kavramını açıklarken şöy­ le demektedir: "...taat, emre uymak demektir. Allah'a itaat O'nun em r ve yasaklarına uymak, peygambere itaat de aynı şekilde onun emirlerini yerine getirmektir...Peygambere itaat hayannda da öl­ dükten sonra da vacibtir.  Zira, o  öldükten sonra sünnetine    ittiba

gerektir"40. "Peygambere  itaat eden Allah'a itaat etmiş olur.   m

yüz çevirirse (bilsin ki) biz seni onların üzerine bekçi olarak gön­ dermedik"41  ayeti de bu gerçeği vurgulamaktadır.

 

K.     Hz. Peyganıber'in Sünnete Çağrısı

Kur'an'ın yanı sıra Hz. Peygamber de müslümanlan sünnetine uymaya çağırmaktadır. Bu çağrı iman, ibadet ve ahlak da dahil olmak üzere insan hayatının büyük bir bölümünü içine alacak ka­ dar geniş bir çağrıdır. Nitekim, Hz. Peygamber bir hadisinde şöyle buynrmaktadır:

 

 

38     Ebı,ı's-Suud, Tefsir, I. 227.

39 4-Nisa-59.

40 Tusi, Tıbyan, fif. 235-6.

41 4-Nisa-80.

 

 

 

"Hiçbirinizi, benim bir emrim veya yasağım  kendisine  ulaşır da, koltuğuna yaslanıp: 'bilemiyorum, biz sadece Allah'ın kitabın­ da  bulduğumuza  uyarız' derken  bulmayayım"42 •

Bir başka hadiste de şöyle buyurulmaktadır: "Bana itaat eden Allah'a itaat etmiş olur. Bana isyan eden ise Allah'a isyan etmiş demektir..."43 •

Hadis ve sünnetin  bu önemi dolayısı ile söz ve fiillerinin   gele­

cek nesillere aktarılması ve böylece onların da sünnete uymaları

Hz. Peygambeı;'in arzu ettiği b•ir  husus oliı?uştur. Hz.  Peygamber

bunu sağlamak gayesi ile sahabeyi hadis ve sünnetini gelecek ne­ sillere nakletmeye teşvik etmiştir: ''.Allah, benim bir sözümü işitip ezberleyen, işittiği gibi başkalarına ulaştıran kişinin yüzünü ağart­ sın"44. Aynı şekilde, "söylediklerimi iyi belleyin, sözlerimi burada olmayanlara iletin"45 ve "ey insanlar! Size iki kıymetli şey bırakı­ yorum: Allah'ın Kitabı ve benim sünnetim. Onları ifsad etmeyi­ niz..."46 gibi hadisler de  hadis ve sünnetin önemine işaret etmekte  ve  inananları  sünnete  uymaya çağırmaktadır.

 

L.      Sahabenin Sünnete Bağlılığı

Sahabe, Hz. Peygamber'in vefatından sonra Kur'an-ı Kerim ile birlikte  hadis  ve sünnete  uymakta  büyük dikkat göstermiş, gerek

 

 

42 Ebu Davud, Sünen, V. 12; İbn Mace, Sünen, Mukaddime, 16; Neysaburi, Ebu Ab-· dillah el-Hakim (ö.h.405), el-Müstedrek ala's-Sahihayn, Beyrut trs., I. 108-9; Bey­ haki, Delail, 1. 24, VI. 549; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI. 8; Şafii, Risale, 403-4; Bağdadi, Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit el-Hatib (ö.h.463), el-Kifaye fi İlmi'r­ Rivaye, Mısır trs., I. 39-42.

43  Buhari, Cihad, ıv. 8; Müslim, İmare, III. 1466.

44 İbn Hıbban, Sahih, I. 225-6; Ebu Davud, Sünen, il.  438; İbn Mace, Sünen, I.   84;

Darimi, Sünen, I. 75; Tirmizi, Sünen, 11.109; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V. 183; Bağdadi, Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. Sııbit el-Hatib (ö.h.463), Şerefu Ashabi'l-Hadi­ s, Hazırlayan: Mehmet Said Hatiboğlu, AÜİF Yay. Ank. 1972, 17; Kaadı İyaz, b. Musa el-Yahsubi (ö.h.544); el-İlma' iİa Ma'rifeti'r-Rivaye ve Takyidi's-Sema, Kahire 1389/1970., 13; İbn Abdilber, Ebu Ömer Yusuf (ö.h.463), Camiu Beyani'l-İlm, Thk. Abdurrahman Muhammed Osman, Medine 1388/1968, 1. 39; Sehavi, Şem­ suddin Muhammed b. Abdirrahman (ö.h.902), Fethu'l-Muğis, Medine 1388/1967, 217.

45  Müslim, Sahih, I. 47-8; Kaadı İyaz, İlma',  16.

46  Kaadı İyaz, İlma', 9.

 

 

hilafet makamında gerek ferdi hayatta hadis ve sünnete başvur­ mayı  ihmal etmemiştir.

İlk halifelerin hayatlarını incelediğimizde, yönetimle ilgili res­ mi işlerde Kur'an gibi hadise ve sünnete de başvurdukları ve prob­ lemleri bu iki kaynaktan hareketle çözmeye çalıştıkları görülmek­ tedir. Burada, konu ile ilgili meşhur bir misali hatırlamakta fayda vardır. Hz. Ebu Bekir, halifeliği esnasında (h.10-12), vefat etmiş torununun mirasından pay almak için kendisine baş vuran bir ni­ neye, Kur'an'da geçmemesine rağmen, sünnet uyarınca 1/6 pay vermiştir47• Hz. Ali'nin "birbirinizi ziyaret ediniz ve çokça hadis müzakeresinde bulununuz. Eğer böyle yapmazsanız hadis kaybo­ lur gider"48 demesi de aynı hususu vurgulamaktadır. Hz. Ömer'in hac esnasında Haceru'l-Esved'i selamlarken söylediği şu sözler onun sünnete bağlılık derecesini göstermektedir: "Ömer, (Haceru'l-Es­ ved'in yer aldığı) köşede durdu ve şöyle dedi: 'Biliyorum ki sen bir taşsın. Eğer habibimi seni öperken ve selamlarken görmemiş ol­ saydım, seni selamlamaz ve öpmezdim"49 

Buraya kadar ele alınan konulardan edinilen fikir odur ki, Kur'­ anı Kerim, Hz. Peygamber'e büyük bir önem atfetmekte ve onu, üstün ahlaki vasıfları, vahye müstenid olan  davranışları,  hepsin­ den önemlisi insanlara gönderdiği mesajın taşıyıcısı  olarak  tak­ dim etmektedir. Allah, peygamberine uyulmasını emretmiş, saha­ biler de bu emir doğrultusunda yaşamışlardır. İslam inancını ka­ bul eden her insanın bu çizgide hareket etmesi kaçınılmaz olmak­ tadır.

Fakat, İslam'ın ilk asırlarından günümüze kadar, İslam ümmeti içerisinde, Hz. Peygamber'in yukarıda tesbit edilen konumuna baş kaldırmış, hadis ve sünneti bir tarafa bırakmış insanlara da rast­ lanmaktadır. Bunların kim oldukları, hangi sebepler ile hadis ve sünneti  dışlama  gereğini  duydukları,  tarih  içerisinde  ne  gibi bir

 

 

47 Geniş bilgi için bkz. Zehebi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman (ö.h.748), Tezkiretu'I-Huffaz, Daru İhya trs., 1. 2; Neysaburi, Ebu Abdillah el-Hakim (ö.h.405), Ma'rifetu  Ulumi'l-Hadis, Haydarabat 1397/1977,  15.

48  Neysabfıri,  Ma'rife, 60/141.

49 Accac, Sünne, 86.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

23

 

 

rol oynadıkları, hem Hadis Tarihi açısından hem de İslam düşün­ ce tarihinin gelişim çizgisini takip edebilmek bakımından son de­ rece önemli gözükmektedir.

Bu kitapta, yukarıda çerçevesi çizilen esaslar ışığında, hadis ve sünnetin inkarı ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır. Hadis inkarının tanımı ve hükmü gibi önemli görülebilecek hassas konularda, hadisleri dışlayanların geniş İslam toplumu içerisindeki durum­ larının yerine oturtulmasında, bu çerçeveden faydalanılacaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

----------- 24      

 

 

 

 

 

 

 

 

HADİS İNKARI VE NEDENLERİ

 

HADİS İNKAfll

İnkarın Tanımı ve Sınırları

Buraya kadar yapılan incelemeden, Hz. Peygamber'in İslam'da son derec·e önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Özetleyecek olursak, ona verildiği belirtilen hikmetin kaynağı vahiydir. Bu, el­ bette ki hadis ve sünnet şeklinde tezahür etmektedir. Yüce bir ahlak sahibi olan Hz. Peygamber'e gelen vahiy, Kur'an-ı Kerim ile sınırlı değildir. Övgüye layık vasıfları ve Din'deki konumu açısından ona uymak gereklidir. Ona itaat, sağlığında da ölümünden sonra da vaciptir. Fakat, bütün bu özelliklerine rağmen Hz. Peygamber de bir insandır ve insan olmanın bütün gereklerini yerinC: getirmek zorundadır.

Kur'anı Kerim'e dayanılarak çizilen bu çerçeve içerisinde, hadis inkarı kavramının bazı niteliklerini tesbit edebilmek mümkün ol­ maktadır.

a)      Kur'an'ın Hz. Peygamber için belirlediği temel niteliklerden birini reddetmek, onun sünnetini ve sünnetin nakli demek olan hadisleri reddetmek anlamını taşımaktadır. Mesela, Hz. Peygam­ ber'in Kur'an'dan başka vahiy almadığı kabul edilse, ibadetlerdeki sünnetin bağlayıcılığı kalkacaktır. Bu durumda, namazın Hz. Pey­ gamber'in kıldığı gibi kılınmasına gerek kalmayacaktır. Buna göre, mesela öğle namazını dör-t yerine bir veya üç rekat kılmak da müm­ kün olabilir. Halbuki bu, dinin  tahrifidir.

b)      Hz. Peygamber'in Din'deki konumunu kısmen veya tama­ men reddetmek de hadis inkarı kavramının kapsamı alanına gir­ mektedir. Tarihte bunun örnekleri görülmüştür. Hariciler   (İbadiy-

 

 

ye dışında) hadisleri toptan reddederken, Şia ve Mutezile kısmen reddetmiştir. Yani, hadis ve sünneti inkar, ister kısmen ister top­ tan olsun  her ikisi de inkar kavramının  içerisine  girmektedir.

Ancak, burada bir noktanın alnnı çizmekte fayda vardır. Hadisle­ rin metodik incelemeler sonrası tenkid edilmesi inkar olarak ka­ bul edilemez. Her hadis isnad ve metin bakımından araşnrılmaya açıknr. Böyle bir araşnrmanın sonucu hadisin şüphe ile karşılan­ masını gerektirebilir. Aynı zamanda, hadislerin anlaşılması ve yo­ rumlanması da kişinin özel gayretlerine göre değişebilir. Hadisi yorumlayan kişi sahih olmakla birlikte o hadis ile amel edileme­ yeceği fikrine ulaşabilir. Bütün bunlar hadisleri inkar anlamını taşımamaktadır. Bu konuda, İbn Teymiyye (ö.h.728) hadislerin reddedilebilmesi için üç geçerlr neden ilerı sürmektedir: Hz. Pey­ gamber'in o sözü söylediğine kanaat oluşmaması, mevcut hadis ile sözkonusu meselenin kasdedildiğine inanmaması ve hadisin mensuh olması50 •

c)      Yukarıda anılanların dışında, tevilde aşırı gidilmesi suretiy­ le de hadisleri inkar etmek mümkündür. İleride görüleceği gibi, Mürcie ve Mu'tezile gibi bazı gruplar hadisleri aşırı bir şekilde tevil etme yolun,a sapmışlar ve doğrudan reddedemedikleri hadisle­ ri tevil yolu ile reddetmişlerdir. Bu konu üzerinde titizlikle duran Gazali (ö.h.505), varlığı; zati varlık, hissi varlık, hayali varlık, ali varlık ve şibhi varlık şeklinde beş kategoriye ayırarak, hadisleri bu beş varlık sahası dışında tevil etmeyi inkar saymaktadır 51 •

Bu açıklamalardan sonra hadis· inkarı kavramını şu şekilde ta­ nımlayabiliriz:

Kur'an,ın Hız. Peygamber'e verdiği konumu ve ona uy­ manın gerekli olduğu hususu, düşünce veya uygulama­ da, makul ve ilmi hiçbir neden olmaksım.n, kısmen v a toptan  reddetmek  hadisleri  inkar etmektir.

Bu tanım dört kısımdan oluşmaktadır:

 

 

50     İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed el-Ham1ni (ö.h.728), Risaletu Ref­ 'i'l-Melam,  Mecmı'l.atu'r-Resail  ve'l-Mesail  içerisinde,  Mısır  1341-1345, 55.

51     Gazali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed (ö.t.505), Faysalu't-Tefrika beyne1- İslam ve'z-Zanadıka, Mısır 1325/1907,  7 vd.

 

 

1.      "Kur'an'ın Hz. Peygamber'e verdiği konum ve ona uymanın gerekli olduğu husus" , kitabımızın giriş bölümünde ayrıntılarıyla açıkladığımız tesbitlerin zorunlu bir  sonucudur.

2.      "Düşünce ve uygulamada" ifadesi ile, özellikle klasik kelam ekollerinden bazılarının kelam sistemlerinde hadise yer verme­ meleri ya da hadisleri aşırı derece tevil etmeleri kasdedilmektedir. Uygulama kelimesi ile kasdedilen ise ibadet, ahlak ve hukuk siste­ mi açısından  pratiğe dayalı hususlardır.

- "Makul ve ilmi hiçbir neden olmaksızın" deni_lmesinin anla­ mı şudur: Hadis sahih olsa bile, bazen uygulanamayabilir. Bu yüz­ dendir ki, bazı alimler 'her sahih hadis ile amel edilmez' demişler­ dir. İkinci olarak, bir hadisin ilmi metodlar çerçevesinde sahih ol­ madığı tesbit edilirse o hadis ile de amel edilmez. Fakat, burada asıl kasdedile_n, bir insanın bilgi birikimini ve aklını kullanarak hadisleri eleştirme hakkının tanınmasıdır. Bize göre, her insan bu hakka sahiptir ve bu hakkını kullanmaktan dolayı hadis inkarcısı olarak  nitelendirilemez.

4. "Kısmen veya toptan reddetmek" ifadesine gelince; bize göre hadis ve sünnet bir bütündür. Bir kısmı ile amel edip bir kısmı ile amel etmemek doru değildir. Başka bir deyişle, hadislerin bir kıs­ mını reddetmek,  tümünü  reddetmek gibidir.

 

İnkarın Hükmü

Hadisleri inkar etmenin dini hükmü konusunda kesin bir yar­ gıya varmak oldukça zordur. Çünkü, inkar kavramının çağrıştırdı­ ğı anlam 'küfür veya kafir' hükmüne yakındır. İnsanlar hakkında böyle bir hüküm vermek hem Kur'an'i açıdan hem de vicdanen zordur. Bu bukımdan hadisleri inkar etmenin hükmünü verme ko­ nusunda dikkatli davranmak zorundayız. Gazali (ö.h.SOS)'nin bu konuda verdiği ipucu bizim için önemlidir. Ona göre, "şehadet kelimesini söylediği ve şehadetine ters düşmediği, bir özrü olsun veya olmasın Hz. Peygamber'e yalanı caiz görmediği sürece bir mümin tekfir edilemez" 52 .  İbn Teymiyye (ö.h.728) de bu  konuda

 

52   Gazali,  Faysalu't-Tefrika, 12.

 

 

oldukça hoşgörülüdür. Ona göre, bir takım hatalardan dolayı ümmetin tekfiri doğru olmaz. Özellikle de ilmi konularda ve fer'i'

meselelerde  yapılan  hatalar  ne küfür,  ne bid'at,  ne de fısktır"53.

Biz de hadislerin inkarı konusunda alimlerin bu görüşlerine daya­ nacağız. Bu nedenle, 'hadislerin inkarı' derken 'tekfir' veya 'küfür' ile itham gibi bir kastımızın olmadığı  bilinmelidir.

Öncelikle, hadisleri mütevatir ve  ahad  haberler  olmak  üzere iki kategoride ele almamız gerekmektedir. Mütevatir haberler, ya­ lan söyl mek  üzere  bir araya  gelmeleri  asla  mümkün  o mayacak

sayıdaki kalabalık bir raviler topluluğunun, aynı sayıdaki bir ravi­ ler topluluğundan  yaptıkları  nakillerdir54 . Ahad  haberler ise, kı­

saca tanımlamak gerekirse, mütevatir derecesine ulaşamayan ha­ berlerdir55 .

Hadislerin reddedilmesinin hükmü mütevatir ve ahad oluşları­ na göre değişir. Çünkü, mütevatir bilgi kesin ilim ifade etmektedir.

Mesela, İbn Hazın (ö.h.457)'a göre mütevatir haber, havassı selime (beş duyu) ile elde edilen bilgi gibi kesin bir bilgi kaynağıdır56. Baci

(ö.h.476) de Hanefilerin farz ve vacib ayırımlarına itiraz sadedin­ de, peygamberden gelen haberin -bununla kesin haberi kasdediyor olmalı- Kur'an nassı ile aynı derecede olduğunu, çünkü her ikisinin de kaynağını vahyin oluşturduğunu söylemektedir57 • Zaten kelam­ cılar da 'haberi sadık' denilen haber türünü duyu organlan gibi bil­ gi kaynaklarından biri olarak kabul etmektedirle r58•

Bize göre de peygamberden nakledilen mütevatir bir haber, is­ ter lafzi' ister manevi' olsun, kesin bilgi ifade etmektedir.  Lafızlar-

 

 

53     İbn Teymiyye, tvıecmüil.tu'r-Resil.il ve'l-Mesail, Mısır 1341/1345, cüz:3, 14.

54     Mütevatir haber hakkında geniş bilgi için bkz. Uğur Mücteba, Ansiklopedik   Hadis

Terimleri Sözlüğü, TDVYay. Ank 1992, Mütevatir maddesi.

55     Ahad haberler için bkz. Uğur, Mücteba, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Ahad

maddesi; Koçkuzu, Ali Osman, Rivayet İlimlerinde Haber-i Vahitlerin İtikat ve Teşri Yönlerinden Değeri, DİB Yayınları, Ank. 1988.

56     İbn Hazın,  Ebu Muhammed  Ali b. Ahmed  (ö.h.456), el-İhkam fi  Usfıli'l-Ahkam,

Mısır 1345-47, cüz:l, 104.

57 Baci, Süleyman b. Halef el-Baci (ö.h.474), et-Tadil ve't-Tecrih li Men Harrece an­ hu'l-Buhil.ri fi'l-Cami'i's-Sahih, Riyad 1987, 1. 171.

58 Bkz. Işık, Kemal, Maturidi'nin Kelam Sisteminde İman, Allah ve Peygamberlik Anla­ yışı, Ank. 1980, 48 vd.

 

 

daki bir takım farklılıklar eğer anlamı bozmuyor ise haberin mü­ tevatir oluşuna engel teşkil etmez. Bu nedenle mütevatir yolla gelen haberleri kabul etmek durumundayız.

Mütevatir haberi reddetmek ile ahad haberi reddetmek arasın­ da hüküm bakımından fark vardır. "Mesela, Kur'an suçsuzluğuna hükmettiği halde, Hz. Ayşe'nin zina yaptığını ileri süren kimse ka­ firdir. Zira , bu ve benzerleri, peygamberi ya da mütevatiri yalanla­ makla mümkün olabilir. Tevatürü insanın dili ile yalanlaması müm­ kün ise de, kalben onu bilmemes_i mümkün değildir. Evet, eğer in­ san ahad haberler ile sabit bir şeyi inkar etse kafir olmaz"59 • Başka bir misal, İsra ve Mirac olayı ile ilgilidir. Ahmet Saim Kılavuz, bunu misal vererek şöyle demektedir: "İsra olayını inkar küfürdür. Mirac olayını inkar ise küfür değildir. Çünkü, birincisi ayet ile sabittir, ikin­ cisi tevatür derecesine ulaşmamış hadis ile sabittir"60 • Usul alimle­ rinden Serahsi (ö.h.490) de Kitap ve sünnet ile sabit olanı reddede­ nin tekfir edileceği görüşündedir61 • İbn Hazın (ö.h.457) bu konu­ daki görüşlerini şöyle dile getirmektedir: "Bir kimse 'biz sadece Kur'an'da bulduğumuza uyarız' dese, ümmetin icmaına göre, kafir olur. Böyle düşünen bir insan, güneşin batıya yönelmesinden bata­ na kadar ve battıktan sonra62 birer rekat namaz kılsa ona göre ye­ terli olur. Zira, en az bir rekata namaz adı verilebilir. Ona göre, bunu arttırmaya gerek de olmaz. Böyle söyleyen kafirdir, müşriktir, kanı ve malı helaldir"63 •  İbn Hazın (ö.h.457) bir başka yerde İshak

b. Rahuye (ö.h.238)'nin şu görüşlerini nakletmektedir:"Hz.Peygam­ ber'in bir haberi kendisine ulaşan, o haberin sıhhatini kabul ettik­ ten sonra reddeden kimse kafirdir"64•

 

59    Gazali, Faysalu't-Tefrika, 16.

60     Kılavuz, Ahmed Saim, iman-Küfür Sınırı, İst. 1984, 114.

61     Serahsi, Ebu Bekr Muhammed b. Ebu Sehl (ö.h.483), Usı'.'llu's-Serahsi, Beyrut 1393/ 1973., 1. 318.

62  bkz. 17. İsra: 78.

63     İbn Hazın, el-İhkam, cüz:2, 80. İbn Hazın gibi başka alimlerin de 'kanı ve malı helaldir' şeklinde verdiği hükümlere katılmak mümkün değildir. Bu gibi hükümler toplumsal barışı bozan, anarşiye yol açan fetvalardır. Her halde, böyle acımasız fetvalar, fetva sahibinin anlık duygularından neşet etmektedir. Bilimsel bir değeri yoktur.

64     İbn Hazın, el-İhkam, cüz:l,  99.

 

 

Mütevatir haberler ile ilgili durum böyle olmakla beraber, ahad haberler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Çünkü, ahad haberler kesin bilgi ifade etmezler. Ahad haberler ile amel mesele­ si ayrı bir konudur. İbadette, hukukta ya da ahlakta ahad haberler ile amel edilip edilmeyeceğini ve amel şartlarını tartışmak ayrı bir konudur. Bizim, burada kasdettiğimiz haberlerin doğrudan doğ­ ruya reddi meselesidir. Yoksa, bir haberin ahad olması onun sıh­ hatini kaldıran bir faktör değildir. Aksine, bazı haberlerin sıhhati için ahad olmaları şartı bile aranabili_r.

Hadisleri toptan veya kısmen reddetme arasında bir fark yok­ tur. Geçmişte, Şia imamları sadece kendi imamları yolu ile gelen hadisleri kabul etmişler, bunun dışındaki hadisleri ise reddetmiş­ lerdir. Tesbit edebildiğimiz kadarı ile Hariciler de hadisleri toptan reddetmiştir. Fakat, her iki tavır arasında sonuç olarak bir fark yoktur. Çünkü, dinin iki kaynağından biri olan hadis ve sünnetin reddi, ister toptan ister kısmen reddedilmiş olsun, dinin önemli dayanaklarının yıkılması anlamını taşımaktadır.

Hadisleri kısmen de olsa reddetmek, dinin özünün tahrif ol­ ması ve dini yaşantının sekteye uğraması sonucunu doğurmakta­ dır. Burada önemli bir ipucu karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda, hadislerin reddini mütevatir ve ahad oluşları açısından ele almış­ tık. Şimdi, hadislerin reddedilmesi ile ortaya çıkabilecek sonuçlar açısından düşünmek durumundayız. Eğer, bir hadisin reddi dinin temel felsefesinde, temel ibadet ve ahlak sistemin­ de, toplumsal dmende bir boızukluk yaratıyorsa, kısa­ cası dinin özünde ve uygulanmasında çarpıklıklar mey­ dana getiriyorsa, bu tür bir reddediş kabul edilema. Mesela, namazın kılınışına dair Hz. Peygamber'den gelen rivayet­ lerin reddedilmesi, namaz ibadetinin tüm özelliğini yitirmesine yol açmaktadır. Çünkü, namazın nasıl kılınacağını bütün detayla­ rıyla hadis ve sünnet külliyatından öğrenmekteyiz.

Bugün, hadisleri reddetmeyi bir meslek haline getirenler içeri­ sinde dinin tahrif olmasından korktukları için hadis ile sünneti ayrı görenler vardır. Bunlara göre 'hadis peygamberimizin sözü, sünnet ise onun amelidir. Sünnet, uygulana uygulana nesiller ara-

 

 

sında nakledilerek bize kadar ulaşmıştır. Bu bakımdan sünnete güvenebiliriz. Ancak, hadisler sözlü rivayetler halinde  nakledildi­ ği için, hadislere güvenmek mümkün değildir.' Halbuki, biz, nak­ ledilen sünnetler arasında Hz. Peygamber'e aid olmayan bir takım hususları hadis rivayetlerine bakarak tesbit edebiliyoruz. Bu ba­ kımdan, sözkonusu iddia zevahiri kurtarmaktan başka bir gayeye yönelik değildir.

 

Hadis  İnkarının Sınıflandırılması

Buraya kadar yapılan açıklamalardan hareketle, hadislerin inkarını, reddedilen hadisler açısından ve reddedenler açısından olmak üzere iki kısımda ele .alabiliriz. Bu inkar faaliyetlerini şe­ matik olarak şu şekilde belirtmek mümkündür:

 

 

TABLO 1:  HADİS İNKARCILIGI

Ferdi İnkarcılar  Mezheplerin Hadis İnkarı

 

 

1.      Bilgisizlik ve Şüphe

2.      Kur'an'da Aslının Bulunmaması

3.      Hadisin Kur'an'a Denk Tutulması Korkusu

4.      Hadisi Küçümseme

5.      Bazı Sufilerin  Hadis İnkarı

 

ı.  Hariciler

2.      Mutezile

3.      Mürcie

4.      Şia

5.      Rafıziler

 

 

 

 

TABLO 2:  HADİS İNKARI

Kısmen İnkar     Toptan İnkar

 

 

1.      Ferdi İnkarcılar

2.      Mutezile

3.      Şia ve Gulan Rafıza

 

 

1.      Hariciler

2.      Mürcie

3.      Bazı Sufiler

 

 

 

 

Geçmişte ve günümüzde hadis inkarı konusu müstakil ve sis­ temli  bir şekilde  ele alınmamıştır.  Günümüzde  bu  konuya temas

 

 

edenlerden Muhammed Mustafa el-Azami, hadis inkarcılarını "eski ve yeni hadis inkarcıları" şeklinde iki gruba ayırmaktadır65 .  Yine,

çağdaş araştırmacılardan Muhammed Tahir Hekim de, el-Azami gibi, hadis inkarcılarını 'eski ve yeni hadis inkarcıları' şeklinde sı­ nıflandırmaktadır66 .

İmam Şafii (ö.h.204), el-Umm adlı eserinin 'Kitabu Cimai'l-İlm' başlığı altında, hadisleri inkar edenleri "bütün haberleri redde­ denler ve haberi hassayı reddedenler" şeklinde ikiye ayırmakta­ dır67. Bizim, yukaı:ıda yaptığımız ve 'hadislerin toptan ve kısmen inkarı' adını verdiğimiz sınıflandırma, Şafii (ö.h.204)'nin el-Umm­

'daki tasnifine dayanmaktadır68 . Ancak, Şafii (ö.h.204)'nin  bu son

kısımda yer verdiği inkarcılığı, "bütün haberleri reddedenler" baş­ lığı altında topladığına·bakılırsa, onun hadis inkarcılarını 'hadisleri kısmen  ve toptan  reddedenler'  şeklinde  ikiye ayırdığını rahatlıkla

söyleyebiliriz69 .

Biz, kitabımızda tablo:l'i esas alacağız. Çünkü, bu tarz bir sınıf­ landırma daha detaylı olacağından, hadis inkarcılarını ve onların fikirlerini daha ayrıntılı incelememizi  kolaylaştıracaktır.

 

HADiS İNKARININ  NEDENLERİ

Sahabenin  Kötülenmesi

Sahabenin, Kur'an'ın ve hadislerin sonraki nesillere naklinde ve İslam kültürünün oluşmasında önemli bir rolü vardır. Onların Kur'- an ile ilgili rollerinden biri, Kur'an'ın derhal toplanarak bir kitap haline getirilmesi, diğeri, Kur'an'ın doğru bir şekilde anlaşılmasının sağlanması olmuştur. Hz. Peygamber'in vefatından sonra, Ebu Bekr'in

 

65     A'.zami, Muhammed Mustafa el-A'.zami, Dirasil.t fı'l-Hadisi'n-Nebevi ve Tarihi Tedv­ inihi,  Mektebetu'l-İslil.mi, 1400/19801,  21-42.

66     Bkz. Hekim, Muhammed Tahir, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, Çev: Hüseyin  Aslan,

İst. 1985, 29 ve 39.   sayfalar.

67     Şafii, Muhammed  b. İdris (ö.h.204),   el-Umm,  Bulak 1325, vıı: 250 vd.

68     Şafii'nin  muhalifi ile yapuğı tartışmanın  ileriki saflıalarında  'Kur'il.n'da aslı bulunan

haberleri kabul edenler' ve 'Kur'il.n'da aslı bulunsa bile haberleri reddedenler' şek­ linde ikili  bir  tasnif daha  ortaya çıkmaktadır.  Bkz.Şafii, age. 252.

69     Krş. Şener, Abdulkadir, İmam Şafii'ye Göre Haberi Vahid, Uluslararası Birinci İsliim

Araştırmaları Sempozyumu, İzmir 1985, 288.

 

 

 

hilafeti zamanında, Kur'anı Kerim iki kapak arasında  toplanarak bir kitap halini almıştır70 • Bu son derece önemli olayı gerçekleşti­ ren sahabe, ikinci görevi olarak, Kur'an'ın sağlıklı bir şekilde anla­ şılmasında sonraki nesillere yardımcı olmuştur. Çünkü, sahabe, vah­ yin indiği şartlara vakıf olmak, ayetlerin iniş sebeplerini gözlemle­ mek ve Kur'an'ın canlı örneği olan Peygamber'i görmek gibi önemli avantajlara sahipti. Bu bakımdan, sonraki nesiller, Kur'an'ın anla­ şılması hususunda daima sahabeyi ölçü ve örnek almışlardır.

Sahabenin ikinci önemli rolü, Peygamper'in söz ve fiillerinin gelecek nesillere aktarılması olmuştur. Bizimle Hz. Peygamber ara­ sındaki bağın ilk halkasını onlar oluşturmaktadır. Birinci hicri as­ rın sonlarına doğru, iç savaşların ardından, hadiste isnad uygula­ ması başladığında alimler ravilerin güvenilirliğini soruşturma ge­ reğini duymaya başlamışlardı71 • Bundan bir süre  sonra,  ilmu'r­ rical denilen ravilerin durumunu araştıran ilim  oluşmaya  başla­ mış ve çok geçmeden sistemleşmişti72 . Hadis ravilerinin araştırıl­ ması söz konusu olduğunda, sahabe bu araştırmanın dışında tu­ tulmuştur. Tabiun ve sonraki alimler, sahabenin adaletinde fikir birliğine varmışlar, onların cerh ve tadil yönünden araştırılmasını gereksiz görmüşlerdir73 • İbn Hacer (ö.h.852), bu durumu "saha­ bilerin  tamamının   adil  olduğunda   Ehli  Sünnet  ittifak etmiştir.

 

°7   Kur'an'ın Hz. Peygamber zamanında yazılması, Hz. Ebu Bekr'in halifeliği dönemin­ de toplanması ve bu konunun önemi hakkında bkz. Ahmed Cevdet, Hülasatu'l­ Beyan fi Te'lifi'l-Kur'an, İst. 1303, 3; Mukaddemetan= Mukaddemetan fi Ulfımi'l­ Kur'an, Mukaddemetu Kitabi'l-Mebani ve Mukaddemetu İbn Atıyye, Yayınlayan: Arthur Jefferi, Kahire 1954, 18; el-Enbari, Abdurrezzak Ali, Cem'u'l-Kur'ani'l-Ke­ rim, Mevrid Dergisi, Sayı:4, Bağdad 1401/1980, 11; İbn Main, Yahya (ö.h.233), et­ Tarih, Mekke 1399/1979, I. 103; Heykel, Muhammed, es-Sıddık Ebu Bekr, Kahire trs., 282-3;  Gibb, Sir Hamilton A.R., Mohammedanizm, London 1953,  49.

71Hadiste isnad uygulamasının başlangıcı hakkında bkz. Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, Ank. 1981, 176-181.

72     Daha geniş bilgi için,  bu  konulan  ayrıntılı  bir şekilde ele alan şu eserlere  bakılabi­  lir: Yücel, Ahmet, Hadis lstılahlarının Doğuşu ve Gelişimi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İst 1996 ve Aşıkkutlu, Emin, Hadiste  Rical Tenk­ idi,  MÜİF Vakfı Yayınlan, İst.1997.

73     Suyı1ti, Celaluddin Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911), Tedribu'r-Ravi fi Şerhi Takr­ ibi'n-Nevevi, Mısır 1385/1966, il. 214; İbnu's-Salah, Ulumu'l-Hadis,·264; İbn Kesir, Ebu'l-Fida İsmail el-Kureşi (ö.h.744), el-Baisu'l-Hasis, Beyrut trs., 154; Bağdadi, Kifaye, 93.

 

 

Sahabenin adil olduğu hususunda bazı bidat gruplar dışında aynh­ ğa düşen olmamıştır"74 sözleriyle açıklamaktadır. Fakat, ondan çok . önceleri Hatib Bağdadi (ö.h.463) bu konuyu ayrıntılarıyla ele almış ve sahabenin adaleti ile ilgili olarak şunları söylemiştir: "Hz. Pey­ gamber ile en son raviye varıncaya kadar isnadı muttasıl olan bir hadisle amel etmek, ancak tüm ravilerinin adil olduğu kesinleşirse mümkün olabilir. Onların durumunu her  yönü  ile araştırmak  ge­ rekli ise de, hadisi resulullaha izafe eden bir saha.binin durumu araş­ tırılmaz. Çünkü, sahabilerin adil oldukları, Allah;ın onların adil ol­ duklarını bildirmesi, temiz insanlar olduklarını haber vermesi ve onlar hakkında ayetler indirmesi ile kesinlik  kazanmıştır"75 •

İlk asırda ortaya çıkan ve ilk fitneler olarak adlandırılan Cemel (h.36) ve Sıffıri (h.37) savaşlarına katılmış olsalar bile, sahabenin adaletinden şüphe edilmemiştir 76 • Alimler, sahabenin adaletini Kur'an77 , hadis78 ve icmaya 79 dayandırmışlardır. Hadis tenkidçi­ leri de ravilerin durumlarını araştırmayı gerekli gördükleri halde, sahabenin tenkidinden kaçınmışlar ve onları herhangi bir kötü sıfatla anmamışlar ve onlara yalancılık isnad etmemişlerdir80  .

Hz. Peygamber'in vefatından sonra sahabe dönemi başlamıştır. Bu dönem, hadisçilerin kanaatine göre, hicri 110 yılına kadar de­ vam etmiştir. Bu dönemin başlangıç yılları, özellikle üçüncü halife Osman'ın halifeliğine kadar, insanların sahabeye karşı güven duy­ gularının bulunduğu bir dönemdir. Ancak, Hz. Osman'ın  halifeliği

 

 

74 İbn Hacer, Ebu'l-Fadl Ahmed b. Ali b. Muhammed el-Kinani el-Askalani (ö.h.852), el-İsabe fi Temyizi's-Sahabe, Mısır trs., I. 10.

75     Bağdadi, el-Kifaye fi İlmi'r-Rivaye, 93.

76     Nevevi, Muhyiddin Yahya b. Şeref (ö.h.676), et-Takrib, Mısır trs., 45; İbnu's-Salah, Ulumu'l-Hadis, 265.

77     Sahabenin adaleti konusunda dayanılan bazı ayetler için bkz. 3-Ali İmran-110; 48- Feth-18/29; 9-Tevbe-87/88/100; 57-Hadid-10.

78 Buhari, Fadail, IV. 189; Müslim, Fadail, 1963-4; İbn Mace, Ahkam, II. 791; Tirmizi,

Fiten, IV. 500.   ·

79 Sahabenin adaletinde icma olduğu hususunda bkz. İbn Hacer, İsabe, I. 10; Amiri, Yahya b. Ebi Bekr el Amiri, Riyazu'l-Mustetabe, Beyrut 1974, 12; İbnu's-Salah, Ebu Amr Osman b. Abdirrahman (ö.h.643), Ulumu'I-Hadis, Halep 1386, 265; Itr, Nu­ ruddin, Menhecu'n-Nakd fi Ulumi'l-Hadis, Dımeşk 1401/1981, 123; Suyu.ti, Tedrib, il. 214; İbn Kesir, Bil.is, 154; Bağdadi, Kifiiye, 93.

80  Emin, Ahmed, Fecru'l-İsliim, Beyrut 1969, 216.

 

 

ile birlikte bu durum değişmiştir. Hz. Osman'ın 12  yıl süren (h.23-

35)    halifeliğinin ilk altı yılı problemsiz geçilmiş olmal$la beraber, son altı yılı iç karışıklıklar dönemi olmuştur. Giderek artan iç hu­ zursuzluk bir ihtilale dönüşmüş ve Hz. Osman'ın katli ile sonuç­ lanmıştır81 .

Hz. Osman'a karşı yürütülen ihtilal hareketi bizim için iki açı­ dan önemlidir. Birincisi, ilk kez bir sahabi ciddi tarzda eleştirilmiş­ tir. İkincisi, ilk kez bir sahabi sivil ihtilal sonucu öldürülmüştür.

Hz Osman'ın uygul .malarından memnun olmayan bir grup müslüman gizlice toplanmış ve Osman'ın "büyük hatalar yaptığı­ na, Allah'tan korkup tevbe etmesi ve halifelik makamını terk et­ m«:si gerektiğine" karar vermişlerdir82 • Bu durum, bir saha.binin sahabi olmayanlar tarafından tenkid edilmesinin ilk ciddi örneği­ dir. Tenkidler şu noktalarda toplanmaktadır:

1.      Kur'an'ı  toplattıktan  sonra  mushafları yaktırması,

2.      Yolculukta namazı kısaltmadan  kılması,

3.      Kendini Resulullah'tan da üstün görmesi, Ebu Bekr ve Ömer'i alt dereceye alması,

4.      Bedir ve Rıdvan bey'atında bulunmaması, Uhud savaşından geri dönmesi83 

Bu tenkid noktaları Hz. Osman için doğru olmasa bile, bir saha.­ binin, saha.bilik payesine rağmen tenkid edildiğini açıkça göster­ mektedir.

Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra, h. 36 yılında Hz. Ali ile Hz. Ayşe arasında Cemel savaşı, h. 37 yılında da Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında Sıffin savaşı oldu84 • Bu savaşlarda, içlerinde çok sayıda sahabenin de bulunduğu binlerce insan öldü.

İki yıl içerisinde meydana gelen bu olaylar, geniş müslüman kitle arasında fikri bunalımlara yol açtı. Savaşlarda yer alan ve biribirine  kılıç  çeken  sahabenin  dini  durumu  tartışmaya  açıldı.

 

81     İbn Sa'd, Ebu Abdillah el-Basri (ö.h.230), et-Tabakatu'l-Kübra, Beyrut trs., III.   32.

82     Bkz. Taberi, Ebu' Cafer Muhammed b. Cerir (ö.h.310), Tarihu'l-Ümem ve'l-Müluk, Lübnan 1387/1967, IV. 333.

83     İbnu'l-Arabi,  Ebu  Bekr  (ö.h.543),  el-Avasım  Mine'l-Kavasım  fi Tahkiki  Mevakıfı's­

Sahabe, Kahire 1387, 61-2.

84     Bu savaşlar hakkında geniş bilgi için bkz. İbn Sa'd, III. 32.

 

 

Siyasi ve itikadı çalkantıların ortaya çıkardığı ilk mezhepler de bu tartışmalar  içerisindeki  yerlerini aldı.

Bu mezheplerin ilki ve en acımasız olanı İlk Hariciler (Havarici Ula) idi. İlk Hariciler, sahabeyi kötülemekle kalmayarak onları küfürle  suçlamışlardı 85 •

Bu siyasi platform üzerinde ortaya çıkan Rafıziler (özellikle Gulatı Rafıza) de Hariciler gibi davranarak sahabenin büyük kesi­ minin küfre düştüğünü ilan etmişlerdi86  

Bazı zındıklar da doğrudan Hz. Peygamber'e yöneltemedikleri tenkidlerini sahabeye yöneltmek suretiyle yapmışlardır87•

Bazı bid'at gruplar ise, sahabenin savaş yıllarına kadarki du­ rumlarını adil kabul etmişler, savaşlardan sonraki durumları iti­ bariyle onların da diğer raviler gibi araştırılmaya tabi olduğunu söylemişlerdir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, sahabe, Hz. Peygamber'in söz ve fiillerini bize kadar ulaştıran zincirin ilk halkasıdır. Bu ilk hal­ ka, özellikle hadis rJvayeti açısından çok önemlidir. Çünkü, onlar diğer raviler gibi olmayıp, hadisleri bizzat kaynağından işitmiş­ lerdir. Eğer, sözü kaynağından ilk işitenin güvenilirliği zedelenir­ se, kaynak güvenilir olsa bile, nakledilenin doğruluğu üzerinde şüphe uyanacaktır. Bu, doğrudan doğruya hadisin otoritesinin sar­ sılması anlamını taşımaktadır. Zira, sonraki halkada yer alan  bir ravi cerhedilse, adalet sıfatını haiz başka bir ravi aramak  mümkün-

 

 

85 Geniş bilgi için bkz. Bağdadi, Ebu Mansur Abdulkahir b. Tahir (ö.h. 429), el-Fark Beyne'l-Fırak ve Beyanu'l-Fırkati'n-Naciye minhum, Mısır trs, 55 vd.; Şehristani, Muhammed b. Abdilkerim (ö.h.548), Kitabu'l-Milel ve'n-Nihal, Mısır 1366/1947, I. 201 vd.; Eş'ari, Ebu'l-Hasan Ali b. İsmail (ö.h.324), Makalatu'l-İslamiyyin ve İhtila­ fu'l-Musallin, Weisbaden 1980, 87 vd.; Hayyat, Ebu'l-Hüseyn Abdurrahim b. Mu­ hammed b. Osman el-Mutezili (ö.h.300), el-İntisar ve'r-Red ala ibni'r-Ravendi el­ Mülhid,  Beyrut 1957, 102.

86·Geniş bilgi için bkz. İbn Kesir, Baisu'l-Hasis, 155; İbn Kuteybe, Muhammed el-Kfıfı

el-Mervezi (ö.h.276), Te'vilu Muhtelifı'l-Hadis, Çev: Hayri Kırbaşoğlu, 1. Baskı İst. 1979, lOO; İbn Abdilvehhab, Muhammed, Risale Fi'r-Redd Ala'r-Rafıza, Riyad trs., 26; İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed el-Harrani (ö.h.728), el-Mün­ teka min Minhaci'l-İ'tidal ve Huve Muhtasaru Minhaci's-Sünne li'z-Zehebi, trs.,   64.

87 Bkz. İbn f{acer, Ebu'l-Fadl Ahmed b. Ali b. Muhammed el-Kinani el-Askalani (ö.h.852), Ta'cilu'l-Menfa'a bi Zevaidi Ricali'I-Eimmeti'l-Erba'a, Haydarabat 1324, 235 (Abdullah b. Mus'ab maddesi); Ebu Gudde, Mevzu Hadisler, çev. Enbiya Yıldı­ rım,  İst. trs., 28.

 

 

 

 

 

 

 

36

 

 

dür, ancak, sanabenin toptan adalet vasfı kaldırıldığında aynı taba­ kadan bir başka adil ravi bulmak imkansız olacaktır. Bu da doğru­ dan  doğruya  hadislerin  reddedilmesi  anlamını taşımaktadır.

Tarihte de böyle olduğu görülmektedir. Bu durumu ilk tesbit edenlerden biri Suyu.ti (ö.h.911) olmuştur. Suyu.ti, Miftahu'l-Cen­ ne adlı eserinde, Rafızilerin hadisleri inkar etmelerinin nedeni hakkında şöyle demektedir: "Rafızilerin garip işlerinden biri de sahabeyi sapmış kabul etmeleri ve sapmış insanların rivayeti ol­ duğu için de hadisleri reddetmeleridir" 88

Aynı durumu, çağdaş Batılı araştırmacılardan Watt da şu şekil­ de dile getirmektedir: "Rafızilerin temel doktrininin doğal bir so­ nucu da şuydu: -İslam'da özel bir konuma sahip olan- sahabenin çoğunluğu, ölümünden sonra halife olarakAli'yi tanımadıkları için peygamber'in emrine isyan etmişlerdi Dolayısı ile, onun hadisle­ rini nakletmeye layık kişiler değillerdi. Rafıziler, bu şekilde, Şeria­ tın ya da İslam hukukunun esası olan hadisin hassas yapısını, do­ layısı ile, -hadisçi ve hukukçu- alimler sınıfının gelişen tesir ve gücünü dinamitliyorla rdı"89 •

Rafıziler gibi, Hariciler için de aynı şeyler söylenebilir. Tahkim olayından sonra ortaya çıkan bu grup, bütün sahabileri tekfir et­ mişti. Buna paralel olarak, bu sahabileriı:ı yaptığı nakilleri de ka­ bul etmediler.

Şiiler de, ehli beyt dışındaki sahabeyi adil saymadıkları için sadece ehli  beyt kanalı  ile gelen  rivayetleri  kabul etmişlerdir.

Yukarıda misalleriyle anlattığımız gibi, sahabenin  kötülenme­ si, hadislerin reddedilmesi yolunu açan ilk adım olmuştur. Bu grup­ ların hadisleri nasıl reddettiklerini kitabımızın son bölümünde ay­ rıntılarıyla  inceleyeceğiz.

 

Hadis İnkarında 'Ortam' Faktörü

A.     Siyasi Ortam

Hz. Peygamber döneminde kurulan siyasi sükunet ortamı, za­ man zaman bozulmuş olsa da, onun vefatından sonra bir süre de-

 

88 Suyuti, Miftahu'l-Cenne, 45.

89  Watt, William Montgomery,  Islamic Philosophy and Theology, Edinburg 1962, 53.

 

 

vam ettirilmişti. Ancak, h.35-m.656 tarihinde halife Osman'ın şe­ hid edilmesi90 önceki sükunet tablosunu bozmakla kalmamış, ard arda gelen iç savaşların ve isyanların başlamasına neden olmuştu. Hemen ardından Hz. Ali'ye bey'at edilmiş olması hilafet meselesi­ nin çözümü için yeterli olmadı. Bir yıl içerisinde (h.36/m.656-7) binlerce müslümanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan Cemel ve Sıffin savaşları patlak verdi91 • Bu iki savaş, sadece ilk ve en büyük fitne olmakla kalmadı, fakat aynı zamanda, asırlarca süre­ cek olan. siyasi, itikadı vb. fırkalaşmaların da temelini.attı. Hz. Ali'nin şehid edilmesinden sonra92 oğlu Hasan da hilafet davasın­ dan vazgeçince, h.41/m.661 tarihinde Muaviye b. Ebi Sufyan'ın resmen idareyi ele almasıyla Emeviler dönemi açılmış oldu 93 • Mu­ aviye'nin iktidara geçmesiyle durulur gibi görünen siyasi hayat, onun vefatıyla (h.60/m.680) birden karıştı94 • Hz. Peygamber'in küçük torunu Hüseyin (ö.h.61), Muaviye'nin vefatı ile birlikte, ağa­ beyi Hasan'ın bıraktığı hilafeti almak için yeniden harekete geçin­ ce Kerbela'da öldürüldü (h.61/ m.680) 95 • Muaviye'nin oğlu Yezid iktidardayken, Hicazlılar, önce ona bey'at ettiklerini bildirmeleri­ ne rağmen, Yezid'in gayrı İslami ve haksız tutumları karşısında hilafete isyan ettiler. Medine, Müslim b. Ukbe tarafından kuşatıl­ dı. Şehre giren hilafet ordusu, şehri yakıp yıktı ve binlerce müslü­ man katledildi. Öldürülenler arasında sahabe olanlar da vardı. Harre olayı denilen bu savaş, İslam dünyasında büyük üzüntü yarattı (h.63/ m.683) 96 • Ardından, müslümanların kıblesi ve kut­ sal belde kabul ettikleri Mekke, hilafet ordusu tarafından kuşatıl-

 

 

90 Hz. Osman'ın şehid edilmesi ile ilgili olarak bkz. Taberi, Tarih, V. 365 vd.; Mes'fidi, Ebu'l-Hasen Ali b. El-Hasen (ö.h.346), Murficu'z-Zeheb ve Meadini'I-Cevher, Beyrut trs., il.  352-7.

9 1 Cemel ve Sıffın savaşları için bkz.  İbnu'I-Esir,  İzzuddin Ebu'l-Hasen  Ali b.    Ebi'l­

Kerem eş-Şeybani, el-Kamil fı't-Tarih, Beyrut 1402/1982, IV. 221-287; Taberi, Tarih,

IV. 506-576.

92  Bkz. İbnu'l-Esir, el-Kamil, ili. 386-7.

93  Bkz. İbmı'I-Esir, el-Kamil, III. 404-7.

9  4  Muaviye'nin yanı sıra Abdullah b. Zübeyr (ö.h.73) de Mekke'de idareyi ele  almıştı.

İslam dünyasındaki  bu ik başlılık,  İbnu'z-Zübeyr'in ölümüne kadar devam   etti.

9  5  Hz. Hüseyin'in isyanı ve öldürülmesi hakkında  bkz. Taberi, Tarih, V. 382-467.

96  Harre olayı için bkz. İbnu'I-Esir, el-Kamil, IV. 121.

 

 

dı ve Kabe mancınık atışlarıyla dövüldü97 . Muhtar es-Sakafı Irak'­

-ta isyan etti (h.65/m.685) ve ertesi yıl öldürülerek isyan bastırıl­ dı98. Abdulmelik b. Mervan'ın halifeliği döneminde (h.72/m.692) Mekke Hacca b. Yusuf tarafından  yeniden kuşatıldı. Şehir bu  kez

ele geçirildi ve Abdullah b. Zübeyr şehid edildi99 . Hacca b. Yusuf­

'un halka yaptığı zulüm, valiliği boyunca da devam etmişti. Bu arada, II. hicri asrın başlarında, Abbasoğulları iktidarı Emeviler­ den almak için faaliyetlere başladılar. Uzun bir süre gizli yürütü­ len bu faaliyetlerin sonunda, çe itli olayların meydana gelmesiy­  le, h.132/m.750'de Ebu'l-Abbas Abdullah es-Seffah b. Muhammed­ 'in halife olmasıyla Abbasiler dönemi  açılmış oldu100    .

Hz. Osman'ın şehid edilişinin ardından gelişen ve giderek ar­ tan dozda devam eden siyasi kargaşalık, İslam toplumunun bü­ tünlüğüne karşı ciddi bir tehdit oluşturmuştur. Müslüman halkın siyasi tercihini yapmakta ne kadar zorlandığını ve kimin haklı ol­ duğuna karar vermekte güçlük çektiğini tahmin etmek zor değil­ dir. Bu noktada, iç siyasi çekişmelere ve siyasete hadisler de karış­ tırılınca, siyasi içerikli problemlerin çözümü oldukça güçleşmiştir. Zira, müslüman halkın desteğini sağlamak ve dini bakımdan meş­ ruiyet kazanabilmek için hadislerin desteğine ihtiyaç duyulmuş­ tu. Böyle bir destek, şüphe yok ki, Kur'an'da bulunamazdı. Ancak, henüz tedvin edilmemiş durumdaki hadislerden faydalanma im­ kanı hala vardı. Hilafet meseleleriyle ilgili olarak, varsa bir hadise sığınmak, eğer böyle bir hadis yoksa, yenisini uydurmak bir çıkar yol olarak düşünülmüştü.

Nitekim, yukarıda tarihi seyrini verdiğimiz olaylarla paralellik arzedecek şekilde, siyasi içerikli hadisler uydurulmaya  başlandı. Bu hadislerden birinde Hz. Ali'nin hilafet hakkı şöyle vurgulanı­ yordu:

 

97     İbnu'l-Esir, ef-Kamil, IV. 123-4.

98     Bkz.  Brockelman,  C., İslam  Milletleri ve Devletleri Tarihi, Çev:  Neşet  Çağatay,

AÜİF Yay. Ank. 1964, 72 vd.

99     Abdullah  b.  Zübeyr'in  hilafeti ve öldürülmesi  hakkında  bkz. İbn Halikan, Ebu'I­

Abbas Şemsuddin Ahmed b. Muhammed b. Ebi Bekr (ö.h.681), Vefeyatu'l-Ayan ve Ebnau Ebnai'z-Zaman, Beyrut trs., III. 71-5; Taberi, Tarih, VI. 174-5.

100   Bkz. Mes'i'ıdi, Muri'ıcu'z-Zeheb, ili. 266-293.

 

 

 

 

 

 

 

------------. 39    

 

Abdullah b. Mes'ud şöyle demiştir: "Bir grup Cin'in Hz. Pey­ gamber'i ziyaret ettiği gece onunla beraberdim. Resulullah derin derin nefes aldı. 'Bu halin nedir ya Resulallah' dedim. 'Öleceğim haber verildi' dedi. 'Öyleyse halife tayin et' dedim. 'Kimi' diye sordu.....'Ali b. Ebi Talib'i' dedim. Bunun üzerine 'hayatımı elinde tutana yemin olsun ki, eğer Ali'ye itaat ederlerse hepsi Cennet'e girer'   buyurdu"101  .

Hz. Ali'nin hilafetteki hakkına karşılık boş durmayan Muaviye taraftarları da Muaviye'nin faziletine _dair hadisler uyduruyorlar­ dı. Bunlardan birinde, Hz. Peygamber'in Muaviye için ''Allah ka­ tında güvenilir üç kimse vardır. Ben, Cibril ve Mua viye"102 buyur­ duğu rivayet edilmiştir. Yine, Muaviye taraftarları "Muaviye'yi benim şu mimberimde hutbe okurken görürseniz onu kabul edin"103 hadisini uydururken, Muaviye düşmanları da bu hadisi biraz değiştirerek "Muaviye'yi benim şu mimberimde hutbe okur­ ken görürseniz onu öldürünüz"104   şekline sokmuşlardır.

Şimdi, bir yandan Hz. Ali'nin Hz. Peygamber tarafından halife tayin edildiğini ihtiva eden hadisler, diğer yandan Muaviye'yi "emi­ ru'l-mü'minin" diye nitelendiren hadisler karşısında, zihni bulan­ mış durumdaki müslüman ne yapabilirdi? Hangisine hak verecek­ ti? Böyle bir durumda, o, ya bu rivayetlerden  birine  tabi olmak veya her iki şekildeki rivayetlere şüphe ile bakmak gibi ikili bir yol ayırımında bulunuyordu. Birinci yolu seçebilmesi için, az çok hadis ilmine vakıf olmalıydı. Bu ise, sıradan bir müslüman için imkansız görünmektedir. Bu gibi uydurma hadislerle sık sık karşılaşan bir müslüman, ikinci yolu tercih zorunda kaldığında, genel olarak hadislere şüphe ile bakabilecektir. h.61/m.680 yılında Kerbela'da Emeviler tarafından şehid edilen Hüseyin b. Ali için hadis uydu­ ranlar, muhtemeldir  ki, Emevilerin  hilafetinin dini bakımdan meş-

 

101   İbnu'l-Cevzi, Ebu'[:Ferec Abdurrahman b. Ali (ö.h.597), Kitabu'l-Mevzfıilt, Medine 1386/1966,  1.  346.

102   Şevkilni, Muhammed b. Ali (ö.h.1250), Fevilidu'l-Mecmfıa, Matbaatu's-Sünneti'l­ Muhammediyye  1398/1978 , 404; Suyfıti,  Leilli, 1. 418.

103   İbnu'J-Cevzi,  Mevzfıilt, 11.27; Suyfıti,  Leilli, 1. 426.

104   İbn Arrilk, Ali b. Muhammed el-Hicilzi (ö.h.963), Tenzihu'ş-Şeriati'l-Merffıa' ani'l­ Ahbilri'ş-Şenia'ti'l-Mevdfıa', Kahire trs., il. 8; Şevkilni, Fevilid,  407.

 

 

ruluğunu yıkmayı amaçlıyorlardı. Bu amaçlarına ulaşabilmek için uydurdukları bir hadiste, Hasan ve Hüseyin şöyle methedilmişti: Resulullah buyurdu ki: "Göğe yükseldiğim gece Cennet kapısı üzerinde 'La ilahe illallah, Muhammedun resulullah. Ali Allah'ın sevgilisi, Hasan ve Hüseyin Allah'ın salih kullarıdır...' yazılı   oldu­

ğunu gördüm"105 •

Hz. Hüseyin, hilafet için ayaklandğı zaman, yukarıda görüldü­ ğü gibi, lehine pek çok hadis de müslümanlar arasında yayılmış durumdaydı. Bu hadisler, müslümanları Hz. Hüseyin'in saflarına katılmak ve hatta, kanlı çarpışmalara sürüklemek zorunda bırakı­ yordu. Öte yandan, Muaviye'nin halefi Yezid'in saflarında yer alan­ lar da Hz. Peygameber'den gelen ve Emevileri metheden hadisleri biliyorlardı. Olaylar olup bittikten sonra, ne yaptıklarını sorgula­ ma fırsatı bulan müslümanlar, belki de onaylamadıkları bu olay­ ların nedenlerinden biri olarak (uydurma) hadisleri görebilirler­ di. Kendilerini, kanlı savaşlara iten bu hadislerin değeri neydi ve buna bağlı olarak, öteki hadislerin Hz. Peygamber'in iki dudağı arasından çıkmış olabilmesi ne derece kesindi?

Tahkim olayında Hz. Ali'nin temsilcisi olarak hakemlik yapan Ebu Musa el-Eş'ari (ö.h.44), karşıt gruplar tarafından kötülenir­ ken, bazı rivayetlerde temize çıkarılmaya çalışılmıştır. Nitekim, Hakim Ebu Yahya demiştir ki: "Ammar ile beraber oturuyordum. Ebu Musa geldi. Dedi ki: 'Cemel gecesi bana ve sana ne oldu, kar­ deş değil miydik?' Ammar, 'bildiğim tek şey, Resulullah'ın Cemel gecesi için sana lanet ettiğidir' dedi. Ebu Musa, 'Resulullah benim için istiğfar etmişti' dedi. Ammar, 'Resulullah'ın sana lanet ettiğini işittim, ama  istiğfar ettiğini  işitmedim' dedi"106 

Emeviler devletinin yıkılması için sadece Muaviye ve Emevi sü­ lalesinin kötülenmesi ile yetinilmemiş, ikinci hicri asrın başların­ dan itibaren gizli faaliyetlerde bulunan Abbasoğulları methedil­ meye başlanmıştı. Bu hadislerden birine göre Resulullah, yanında Hz. Ali olduğu halde Hz. Abbas'a şöyle demiştir: "Mülk, senin ev­ ladında olacak". Sonra Ali'ye döndü ve " enin çocuklarından    hiç-

 

 

105   İbnu'l-Cevzi, Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali (ö.h.597), el-İlelu'l-Mütenahiye, trs.,

1. 257.

106   İbn Arriik, Tenzihu'§-Şeria, il. 9; İbnu'I-Cevzi, Mevzfıiit, il. 28-9.

 

 

biri mülk sahibi olamayacak"107 • Burada kasdedilen  mülk, şüphe yok ki, hilafettir.

Buraya kadar, hicri I. asrın ortalarından itibaren başlayan siya­ si krizi ana hatlarıyla belirtmeye çalıştık. Bu tablodan çıkan sonu­ ca göre, diyebiliriz ki, Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra fit­ neler gittikçe artan bir hızda devam ederken, müslüman halkın tedirginliği de artmıştı. Bu saltanat kavgalarına, bir çok uydurma hadis yolu ile Hz. Peygamber de karıştırılınca, meseleler içinden çıkılmaz bir hale geldi. Biz burada, siyasi amaçla uydurulan hadislerden birer örnek vermekle yetindik. Aslında, bu tip hadi­ slerin sayısı oldukça kabarıktır.

Şimdi, bu aşamada, zihni siyasi olaylarla bulanmış ve hakkı batıldan ayırmakta güçlük çeken, şüphe ve tereddütler içerisine yuvarlanmış olan müslüman halkın, en azından bir kısmının, bu şüphesini siyasi içerikli hadislere yöneltmiş olabileceğini tahmin etmek pek güç olmasa gerektir.

Ancak, hadisin inkar edilmesinde rol oynayan "ortam" faktörü sadece "siyasi" ortam değildi. Kültür değişmelerinin yarattığı "kül­ türel ortam" ın da  rolünü  kabul etmek gerekmektedir.

 

B.      Dini ve Kültürel Ortam

Hz. Peygamber vefat ettiği zaman Arabistan yarımadasının ta­ mamı müslümandı. Onun vefatından hemen sonra ortaya çıkan ridde olayları, birinci halife Hz.Ebu Bekr'in kısa hilafet dönemin­ de (h.10-12/m.632-634) bastırıldı ve Arap Yarımadası'nın kuze­ yine, Mezopotamya bölgesine akınlar başladı. Bu dönemde müs­ lüman orduları Irak'a girmişti. On yıl süren Hz. Ömer'in halifeliği zamanında (h.12-23/m.634-644) bütün Orta Doğu ele geçirilmişti. Üçüncü halife Hz. Osman döneminde de (h.23-35/m.644-656) Kuzey Afrika'nın ve İran'ın fethi tamamlanmıştı.

Müslüman Araplar yeni ülkeler fethetmek için kuzeye yönel­ diklerinde, buralarda çok farklı din ve kültürlerle karşılaştılar. Bu karşılaşma ile birlikte, İslam kültürü yerli din ve kültürlerle iç içe yaşamak  durumunda   kaldı.  Fethedilen   ülkelerdeki   yerli halkın

 

107   İbnu'I-Cevzi,  Mevzuat, II. 35.

 

 

inanç ve kültürü, onların İslam karşısındaki tavırlarının belirlen­ mesinde önemli bir rol  oynadı.

Fırat ve Dicle nehirlerinin yer aldığı havza, uzun süreden beri Bizans ve İran arasında mücadele alanı olmuş108 ve her iki impa­ ratorluk da bu bölgede kendi kültürünü yerleştirmeye çalışmıştır. Aslında, daha müslümanlar tarafından fethedilmeden çok önce, bazı Arap kabileleri bu bölgeye yerleşmişti. Bunların bir kısmı Hı­ ristiyan, bir kısmı Mazdek veya Zerdüşt dinine mensuptu109 . Bun­ ların yanı sıra, Irak'ta Hıristiyan Ortadoks Kilise'nin düşmanlığını çeken  Nesturi  cemaatler  de yer almaktaydıiıo.

Bizans'ın hakimiyeti altındaki Suriye, yine Bizans'ın taşıyıcılığı­ nı yaptığı Helenistik Yunan kültürünün izlerini barındırmaktaydı111 • Büyük kısmı Monofizit olan Suriyeliler, Ortadoks olan Greklerden ayrılıyorlardı112 • Ortadoks ilahiyatından temel noktalarda ayrılan Moriofizitler, Ortodoksların ağır zulmüne maruz kalmışlardı113

Hz. Ömer'in halifeliği zamanında Mısır'ı fetheden müslüman­ lar, burada da kökü çok eski dönemlere kadar uzanan yerli kültür­ le karşılaştılar. Amr ibnu'l-As (ö.h.42) komutasındaki İslam ordu­ su İskenderiye'ye girdiğinde, Helenistik kültür bütün canlılığını korumaktaydı. Aslında, Mısır, M.Ö.356-323 tarihleri arasında bü­ yük İskender'in Mısır'ı almasıyla birlikte Helen kültürüyle tanış­ mıştı. İskenderiye, doğu ve batı kültürünün kesiştiği yer, dini grup ve felsefi cereyanların yatağı olarak gelişmişti 114 • Helenistik kül­ türün son aşamasını temsil eden Yeni Eflatunculuk İskenderiye'de yerleşmişııs, daha önce Ortadoğu'da yayıldığını belirttiğimiz Mo­ nofizit akidenin  doğuşuna  tesir etmişti.

 

 

 

108   Barthold, W.,  İsl m Medeniyeti Tarihi, Çev: M. F. Köprülü, Ank. 1986, 10.

109   Emin, Ahmed, Fecru'l-İslam, 84.

110   Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, Çev: Salih Tuğ, İst. 1980, 1. 215.

111   O'leary de Lacy, İslam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri, Çev: Hüseyin Yurdaydın, Yaşar Kutluay, AÜİF Yay. Ank. 1971, 11.

112   Mantran, Robert, İslam'ın Yayılış Tarihi, Çev: İsmet Kayaoğlu, AÜİF  Yay. Ank. 1981,  89.

113   Bayraktar,  Mehmet,  İslam  Felsefesine  Giriş, Ank.' 1988, 35  vd.

114   Emin, Ahmed, Fecru'l-İslam, 85.

115   O'leary de  Lacy, İslam  Düşüncesi ve Tarihteki Yeri, 16.

 

 

Anadolu'nun güneydoğusunda kalan Antakya, Urfa, Nusaybin, Harran gibi yerleşim merkezleri de Bizans hakimiyetinin etkisi ile Hıristiyanlığın izlerini taşımaktaydı. Bununla beraber, Harran, Sa­ bii dini mensuplarının bir kültür merkezi durumundaydı. Urfa böl­ gesinde Nesturi ve Yakubi tesirleri de görülmekteydi. Bu sondu­ rum, bu bölgelerde Sasani etkisinin olduğunu da göstermekte­ dir116.

İskenderiye  yolu ile Mısır'a,  oradan  Suriye ve tüm Ortadoğu'­

_ya yayılan Helenistik kültür, daha sonra İran'ı tkisi altına almış­ tı117 • Bünyesinde az miktarda Yahudi'yi de barındıran İran118 , bir taraftan  da  Hint   kültürünün   izlerini  taşımaktaydı.   Huzistan'da

Cundişapur, Hind doktor ve bilginlerinin toplandığı bir ilim mer­ kezi olmuştu 119 . Miladi ıv. asrın ortalarında, Nisibis'in İranlıların

eline geçmesiyle birlikte Nesturilik te yavaş yavaş İran'da yayıl­ maya başladı120 • Ancak, İslam öncesi İran'da en yaygın inanç sis­ temleri Mecusilik, Zerdüştlük, Maniheizm ve Mazdekizm  idi121 •

Bu tablo bize göstermektedir ki, İslam öncesinde Mısır, Orta-

.        .  t

doğu, Anadolu ve Iran Arap kültüründen ve Isla dininden son

derece farklı bir yapıya sahipti. Bir yandan Yunan Felsefesi (Yeni Eflatunculuk) ve Hıristiyanlık ile Monofizit Hıristiyan kiliseler, öte yandan Sabiilik, Zerdüştlük ve Mecusilik gibi inanç sistemleri ile Hind kültürü bu bölgede oldukça dağınık ve karmaşık bir halde yaşamaktaydı. İslam orduları bu ülkeleri fethettikten sonra, bu kültür ve inanç ortamının aniden ya da çok kısa bir sürede değişe­ bileceğini kabul etmek oldukça zordur. Doğrusu odur ki, yerli inanç ve kültürler, daha uzun zaman devam etmiştir ve bunların kalın­ tılarını bugün dahi görmek mümkündür.

 

 

116   Bu bölgedeki felsefi ve dini akımlar için bkz. Bayraktar, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş, 38-40; Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi,  10.

117   Nasr, Seyyid Hüseyin, Religion °in The Middle East, Cambridge 1969, il. 98; Bay- raktar, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş,  31.

118   Ernin, Ahmed, Fecru'l-İslam, 84.

119  Bayraktar, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş,  40.

120   O'leary de Lacy, İslam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri, 28-9.

121   Nasr, Seyyid Hüseyin, Religion in The Middle East, il. 96-8; Barthold, İslam Mede­ niyeti Tarihi, 12 vd.

 

 

İslam da bu kalıntıların etkisinden tam anlamıyla kurtulama­ mışnr. Bu bölgede yaşayan topluluklar, atalarından devraldıkları inanç sistemlerini ve kültürel mirası, yeni kabul ettikleri İslam'ın çatısı  altında  devam ettirmişlerdir122.

Bu yabancı inançlar müslümanlar üzerinde etkili olmuştur. Bi­ lindiği gibi, Zerdüştlük, İran'ın İslam öncesi diniydi. Zerdüştlüğe göre, "tabiatın tezahürleri", "Tanrısal oluşlardır". Bu bakımdan, güneşe ''.Allah'ın gözü" ve ışığa da ''.Allah'ın oğlu" sıfatını yüklemiş­ lerdir123. Zerdüştlerdeltj bu inanış, Mücessime ve Milşebbihe fır­ kalarına etki etmiş olmalıdır. Bu iki fırka, teşbih ifade eden hadisler uydurdukları gibi124 , bu inanışlarına ters düşen ve Allah'ı tenzih eden   hadisleri  reddetmişlerdi.

İleride etraflıca üzerinde duracağımız Mu'tezile de Zerdüştlü­ ğün ve Yunan felsefesinin etkisinde kalmıştır. Muhtemelen Yunan felsefesinden etkilenen Zerdüştlüğe göre, alemde iki güç ( iki ilah) vardır. Biri nur ve diğeri zulmet olan bu iki güç sürekli  bir   müca­

dele halindedir. Alemdeki bütün iyi işler iyi güç (Ahuramazda) ve bütün kötülükler şer güç (Ehiremen)  tarafından yaratılır125. Aris­

to ve Eflatun'a göre tanrı, alemdeki iyi işleri idare eden ve kötü­ lüklerde rolü olmayan bir varlıktır. Bütün bu inanışlar, Mu'tezile'­ nin kelami anlayışında önemli bir yer tutmaktadır. Bu bakımdan, Mu'tezile, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğini ifade eden hadisleri inkar etmiştir. Mu'tezile'nin kaderi inkar etmesinin altında da, ka­ naatimizce, Zerdüştlük yatmaktadır. Zira, Zerdüştlüğe göre, Tanrı insanı  yaratmış  ancak,  ona  tam  bir irade  hürriyeti  vermiştir; in­

san, hayır veya şerden birini seçmekte  hürdür126.

Müslümanlar, kendilerinden çok farklı inanç ve kültüre sahip olan bu yerli halk ile bir arada yaşamak zorunda kaldılar. Yerli halka bir yandan İslam'ı öğretmeye çalışırlarken, diğer yandan ister istemez kendi kültürlerini de aşılamaya çalışıyorlardı. Arap

 

1  2 2   Emin, Ahmed,  Fecru'l-İslam, 94.

1  23 Emin, Ahmed,  Fecru'l-İslam, 99.

124   Bu fırkalann uydurdukları hadislere örnek olmak üzere bkz. Kandemir, M. Yaşar, Mevzu  Hadisler,  DİB Yay. Ank. 1984, 46.

125   Emin, Ahmed, Fecru'I-İslam, 99-101.; Gazali, Faysal't-Tefrika, 58.

126   Emin, Ahmed, Fecru'I-İslam, 103.

 

 

kültürü, özellikle Emeviler döneminde kuvvetlenen kavmiyetçilik ruhu ile, bazen Hz. Peygamber'in evrensel öğretisi ile karışmış bir halde yeni müslümanlara veriliyordu. Halbuki, ne  Kur'an  ne de Hz. Peygamber, rriüslüman olmanın şartını, ferdin milli kültürün­ den soyutlanması esasına bağlamıştı. Yapılması  gereken,  İslamı bir bakış açısı ile, sadece İslam'ın temel ilkeleriyle çelişkiye düşen unsurların  ayıklanması  olabilirdi.

Kabul etmek gerekir ki, fertlerin sahip oldukları kültürel de­ ğerleri koruma ve yaşatma ğilimleri, gayet tabii ve fıtri bir du­ rumdur. Bu değerlerin yabancı bir kültür tarafından tehdit  edil­ mesi karşısında, bir tepkinin doğması ve tehdit altındaki kültürün mensuplarınca savunma pozisyonu alınması kaçınılmaz olmakta­ dır. Emevilerin kavmiyetçi siyaset ve kültür politikası karşısında, fethedilen ülkelerdeki yerli halkın, doğruluğunu ve yanlışlığını araştırmadan, tepkisel bir 'karşı-kavmiyetçilik' hareketine giriştik­ leri düşünülebilir.

Nitekim, İranlıların, müslüman ordular tarafından fetholun­ malarından sonra, kendi kültürlerini kavmiyetçi bir ruhla nasıl yaşatmaya çalıştıklarını belirtirken, Philip Hitti şöyle demektedir: "Fakat, itaat altına alınmış bu milletin ruhu yeniden canlanacak ve ihmale uğramış dilini de yeniden diriltecek ti"127 • M. Bayrakdar da İslam Felsefesine Giriş adlı eserinde, İranlıların kavmiyetçi tep­ kileri konusunda, "...buna ilaveten, İslam tarihinde 'milliyetçilik' veya 'kabilecilik' olarak adlandırabileceğimiz 'Şuubiyye' hareketi ile beraber kendi kültürlerinin Arap kültüründen üstün olduğunu gösterme çabası içine girmeleri sonucu, eski İran düşüncelerini canlandırmak ve onları yeniden yeni ortamda tanıtmaya yönelik tercümelerle, ..."128   demektedir.

Şimdi, İslam ile yabancı din ve kültürlerin karşılaştığı ortamda hadis ve sünnetin durumuna geçeceğiz. Yukarıda, Arap kültürü­ nün yerli halk ile zaman zaman hadısleşmiş olarak temasa geçti­ ğini kısaca belirtmiştik. Milli varlığını koruma eğilimi içine girmiş olan  milletlerin,  karşıt  ve  saldırgan  kültür  olarak  kabul ettikleri

 

127   Hitti, Philip, İslam Tarihi, I.  240.

128  Bayrakdar, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş,  76.

 

 

 

Arap kültürünü reddederken, hadisleri de reddettikleri kabul edi­ lebilir. Onlar, bir yandan kendi kültürlerini diriltmeye çalışırken, öte yandan, Kur'an'ı da o kültür değerleri çerçevesinde yorumla­ maya çalıştılar. Ancak, tabiidir ki, bir kısım hadisler Kur'an'ın bu tarzda yorumlanmasına fırsat vermiyordu. Burada örnek olarak, Kur'an'ın  felsefi veya batını yorumunu  verebiliriz.

Bilindiği gibi, İslami fetihlerden önce bu bölgeler Helen kültü­ rü ve Yunan felsefesinin etkisi altındaydı. Bu ortamda yetiştikten sonr İslam'ı kabul etmiş olanlar, Kur'an'ı Yunan fel_sefesinin ışı­ ğında yorumlamaya başladılar. Hadisler ise, onların bu yorumları karşısında aşılması gerekli bir engeldi. Dolayısı ile hadisin inkarı kaçınılmaz oluyordu. Biz, hadisin reddedilmesindeki kelami/fel­ sefi nedenlere ayrı bir yerde, etraflıca temas edeceğiz.

Öte yandan, Kur'an'ın reddedilmesi artık imkansızdı, ama, hiç değilse hadisler reddedilebilir veya en azından onlar üzerinde şüp­ he uyandırılabilirdi. Böylece Kur'an, yerli kültürün atılmasına ge­ rek kalmadan serbestçe yorumlanmıştır.

Bu aşamadan sonra, yukarıda çerçevesini çizdiğimiz dini ve kültürel ortamı göz önünde bulundurmak suretiyle, itikadı orta­  mın  hadis inkarındaki  rolüne  temas  etmeye çalışacağız.

 

C.      İtikadi Ortam

Daha önce belirttiğimiz siyasi platform üzerinde  ortaya çıkan ilk fırka Hariciler oldu. Siyasi bir hareket olmasına rağmen, Hari­ cilik, davasını meşru kılmak için dini bir zemine oturmaya çalıştı. Müslümanların biribiriyle savaşması ve kanını dökmesi, büyük gü­ nahlardan olduğuna göre, Cemel ve Sıffin gibi binlerce müslüma­ nın kanının aktığı savaşlara katılanlar da büyük günah işlemiş sa­ yıldı. Böylece, mürtekibu'l-kebire kavramı, ilk defa hariciler tara­ fından, bu savaşlara katılanlara uygulandı ve büyük günah işle­ yenler, tevbe etmedikleri takdirde kafir sayıldı129• Kendilerini İslam cemaatından soyutlayıp, sahabeyi tekfir ederek amel-iman ilişkisi gibi konularda katı görüşler ileri sürdükleri zaman, Hariciler, aleyh­ lerinde uydurulan hadislerle lanetlenmişlerdi: Abdullah b. Ebi Evfa

 

 

129   Bkz. Şehristil.ni,  Kitabu'l-Milel ve'n-Nihal,  I. 198; Eş'ari, Makil.lil.tu'l-İslil.miyyin, 87.

 

 

(Said b. Cemhan'a), "babana ne yaptılar?" diye sorar. Said, "baba­ mı Ezarika öldürdü" deyince, İbn Ebi Evfa ''Allah onlara lanet et­

sin. Resulullah, bize, onların 'Cehennem'in köpekleri' olduklarını söyledi" cevabını vermiştir130.

Tartışmalar 'amel-iman ilişkisi' konusunda yoğunlaşınca, Hari­ cilerin zıttına, Mürcie ve Cebriyye fırkaları ortaya çıktı. İrca fikri, başlangıçta, ilk fitnelerde yer alanların durumunun  Allah'a  hava­ le edilmesiydi. Haricilerin ve Şiilerin sahabeyi tekfir etmelerine karşılık,  Mürcie,  sahabenin  amellerinin  imanlarına  zarar verme­

yeceğini si,)ylediler131. Ancak, bu fikir, ortaya atıldığı şekil.de kal­

mayarak, kötü amellerin imana zarar vermeyeceği şeklinde ge­ nelleştirildi. Bazı Mürciiler tarafından, iman, 'Allah'ı ve peygam­ berini bilmek' ten ibaret görüldü132 •  Bazen bu tanıma, 'dil ile ik­

rar' ve 'Allah'ı sevmek' ,gibi unsurlar da katılmıştır133.

Mürcie, imanda artma·ve eksilme olmayacağını ileri sürerken, bu görüşü destekleyecek hadisleri  uydurmayı  da ihmal etmemiş­ ti:

Hz. Peygamber, imanın artıp eksilmesi konusunda soranlara "hayır, imanın artması da eksilmesi de küfürdür" cevabını vermiş­ tir. Hadis  tenkidçileri  bu hadisi  Ebu  Muti isminde  bir Mürcii'nin

uydurduğunu  söylemektedirler134.

Ancak, Mürcie'nin karşıtları da bu kez imanın artıp eksilebile-· ceği rivayetlerini yaymışlardır. Muaz b. Cebel (ö.h.18)'den gelen bir rivayette Hz. Peygamber'in "iman artar ve eksilir" dediğini uy­ durmuşlardır135.

Çıkış noktası ve gayeleri itibarıyla Mürcie ile aynı istikamette gelişen diğer itikadı fırka Cebriyye oldu. Zira, hem Mürcie'nin hem de Cebriyye'nin davası iki noktada toplanmaktadır:

 

 

130   Suyiıti, Celaluddin Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911), el-Hasaisu'l-Kübra, Kahire 1967, III. 18. Abdullah b. Ebi Evra (ö.h.86) sahabidir. Bu hadıs, Haricilerin düş­ manian  tarafından  uydurularak İbn Ebi Evfa'ya atfedilmiştir.

131   bkz. Emin, Ahmed, Fecru'l-İslam, 279.         

132   Emin, Ahmed, Fecru'l-İslam, 281.

133   Eş'ari,  Makalatu'l-İslamiyyin, 133-4.

134   İbnu'l-Cevzi, Mevzuat, I. 131. Bu konudaki hadisler için ayrıca bkz. Suyı'.'ıti, Cela­

luddin Ebu'I-Fadl b. Ehi Bekr (ö.h.911), Lealiu'I-Masnua fi'I-Ehadisi'I-Mevzua, Beyrut 1395/1975,  I.  39 vd.

135   İbnu'I-Cevzi, Mevzuat, I. 130; Suyiıti, Lealu'I-Masnua, I. 36-7.

 

 

Birincisi, Hariciler ve Gulatı Rafıza tarafından tekfir edilen saha­ benin  durumunu  kurtarmaktı.

İkinci nokta ise, geniş İslam devleti sınırları içinde kalan hal­ kın, İslam cemaatı  dışına  itilmesini engellemekti.

İşte bu pratik gaye ile Cebriyye, insanların fiillerini yapmak zorunda olduklarını ileri sürmüş ve "bizler, yaptığımız amelleri işlemeye mecburuz, başkasını yapmaya gücümüz yetmez"136 de­ mişlerdi.

Cebriyye ve Mürcie'ye zıt olara Kaderiyye, Cehmiyye ve Mu­ tezile fırkaları ortaya çıktı. Bu üç fırka, insanın kendi fiillerinin yaratıcısı olduğu hususunda birleşiyordu. Onlar, insanın iradesi­ nin hür olduğunu, irade hürriyetinin sorumluluğu gerektireceğini

·        duşünüyorlardı137 • Cehmiyye'nin kurucusu sayılan·Cehm b. Safvan (ö.h.128) ise, fikirlerini esas olarak 'Allah'ın sıfatları' konularında ortaya atmıştı138 •

Biz, her biri başlı başına bir araştırma konusu olacak derecede önemli ve geniş olan bu fırkaların görüşlerini ayrıntılarıyla ele alacak değiliz. Ancak, kısaca da olsa hatırlatmak istediğimiz asıl husus, ilk hicri asırlardaki itikadı ve kelamı kargaşa ortamı ve bu ortam içindeki hadislerin durumunu red ve kabul yönünden ele almaktır.

Açıkça görüldüğü gibi, ilk fitnelerin ardından itikadı ortam da karışıklık arzetmekteydi. Ortaya çıkan söz konusu fırkalar, bir yan­ dan yeni fikirler ortaya atarken, diğer yandan bu fikirlerine dini bir zemin bulmak için yeni hadisler uydurmuşlardır. Siyasi, kültürel ve dini kargaşalık arasında, hadisler de işe karışınca, durum içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Sahih hadislerle uydurma hadislerin karışık bir şekilde halk arasında dolaştığı bu dönemlerde, bid'at fır­ kalara ve onların fikirlerine yönelen şüpheler, aynı zamanda kela­ mi meselelere bulaştırılan hadislere de  yönelmektedir.

 

 

1  36  Emin, Ahmed, Fecru'l-İsliim,  283.

137  Emin, Ahmed, Fecru'l-İsliim, 283 vd.

138 Cehm b. Safviin'ın görüşleri hakkında, erken dönem alimlerinden Diinmi'nin, (Ebu Said Osman b. Said, ö.h.280), "Kitiibu'r-Red alii'l-Cehmiyye, Beyrut 1402/1982" isimli eserine bakılabilir.

 

 

 

 

 

 

 

------------ .49

 

 

İbn Sirin (ö.h.llO)'in şu sözleri, bu konuya açıklık kazandır­ maktadır:

"Önceleri isnaddan sormuyarlardı. Pime ortaya çıktığı zaman, 'rivayette bulunduğunuz kimselerin adını söyleyin' demeye başla­ dılar. Ehli Sünnetten olana bakıyorlar ve onların hadislerini alı­ yorlar, ehli  bid'atten  olanın  hadislerini  ise terkediyorlardı" 139•

Bu ifadeler, ilk fitnelerin önemine işaret ettiği gibi, müslüman­ lar arasındaki kargaşa ortamına da dikkat çekmektedir. Zira, Ehli Sünnet ve ehli bid'at ayınını hadis ten idinde son derece önemli bir rol oynamaktadır. Bu iki zıt kavram, dinin ameli yönüyle oldu­ ğu kadar, hatta daha s;ok kelamı yönüyle ilgilidir. İbn Sirin (ö.h. llO)'in bu sözleri, toplumun içinde bulunduğu durum ile hadisle­ rin ayri düşünülmesini imkansız kılmaktadır. Öte yandan, bu ifa­ deler, ortam faktörünün etkisiyle uydurma hadislere karşı alın­ ması gereken tedbiri ve bir anlamda, isnadsiz rivayetlere karşı du­ yulan güvensizliği de açıklamaktadır.

 

Kelami/Felsefi Nedenler

İslam düşüncesinde yabancı kültürlerin ve Yunan felsefesinin etkisi, iddia edildiği gibi halife Me'mun döneminde (h.198-218) yapılan tercümeler aracılığı ile değil, çok daha önce İslami fetihler­ le birlikte görülmüştü. İslam öncesi dönemde bu bölgelerde yaşa­ yan din, kültür ve felsefi düşüncelere  daha önce temas  etmiştik.

Yunan felsefesinin en açık izleri Mutezile kelamında kendini gösterir. Özellikle, Yunan felsefesinin iki büyük ismi olan Aristo ve Eflatun'un  fikirleri  Mutezile  kelamını yönlendirmiştir140 •

Bu konuyu tesbit ederken Ahmed Emin şöyle demektedir: "Ne olursa olsun biz, Mutezile'nin aklı yüceltmesindeki ve onu İslam ülkesinde yaymasındaki öncülüğünü inkar edecek değiliz. Onlar, İhvanu's-Sa fa.141 gibi grupların, Kindi (ö.h.252), Farabi (ö.h.399)

 

 

139   Müslim, Sahih, Mukaddime, 1.  15.

140   Bkz. Na.der, Albert Nasri, Felseferiı'l-Mutezile, İskenderiyye 1950, 1. 58.

141   İhviinu's-Sara hakkında bkz. Bolay, Süleyman Hayri, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, 'İhvanu's-Safii'  maddesi,  İst. 1981

 

 

ve İbn Sina (ö.h.428) gibi İslam filozoflarının yolunu çizen öncü­ ler  oldular.  Dinin  felsefesini  ilk  kez  yapanlar  ve dini meseleleri

araştırmada  aklı  ilk kez kullananlar  onlar olmuştur"142.

Aristo, çağdaşlarının aksine mükemmel bir Tanrı fikrine ulaş­ maya çalışmıştı. Tanrı'yı pek çok noksan sıfattan arındırmış  olma­

sına  rağmen, yaratma  gücü olmayan  bir Tanrı tasa rlamıştı143.

Eflatun, hiç değilse iyi olan şeyleri yaratan bir Tanrı düşün­ mekteydi144. Aristo'daki yaratma gücü olmayan Tanrı düşüncesi ile Eflatun'un iyi olanı yaratan Tanrı fikri, Mutezile'nin 'ef'ah.fl­ ibad' tartışmalarında  kendini  hissettirmektedir.  Gazali  (ö.h.505) de Mutezile ile Yunan felsefesi arasındaki paralelliğe dikkat çek­ miştir145.

Mutezile'ye göre de Allah, zulmü ve kötülükleri yaratmaz146. Hatta,  küfrü  ve  kafiri de Allah yaratmamıştır147. Ayrıca, her şey

Allah'ın kudreti dahilinde değildir148. Mutezile'ye göre Allah adil­ dir. Bu nedenle,  kötülüğün  yaratıcısı  olarak düşünülemez.  O hal­

de, kötülük, fiillerinden sorumlu olan insanların ya da şeytanların işi olmalıdır149.

Ahmed Emin'e göre, Mutezile, hayır olsun şer olsun kulların fiillerinin Allah tarafından yaratılmadığı, insan iradesinin hür ve

kendi fiillerinin  yaratıcısı  olduğu fikrindedir150.

Mutezile alimlerinden Ebu Ali el-Cubbai (ö.h.303) ve Ebu Ha­ şim'in, "Allah'ın zatının kulun güç yetirdiği şeye gücünün yetme­ yeceği"151 şeklindeki görüşleri de yukarıda Aristo'dan alıntıladığı­ mız 'Pasif Tanrı' anlayışına  uygun düşmektedir.

 

142   Emin, Ahmed, Duha'l-İslam, Beyrut 1936, ili. 75.

143   Bkz. Bolay, Süleyman Hayri, Aristo Metafiziği İle Gazali Metafiziğinin Karşılaştınl­

ması, Ank. 1986, 101.

144   Bkz.  Eflatun,  Devlet,  II. Kitap,  Çev: Sabahattin  Eyüboğlu-M.  Ali Cimcoz, İst. 1985,

il. Kitap, 70.

145   Bkz.  Gazali,  Faysalu't-Tefrika, 58.

146   Bkz. Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 78.

14      7   Bkz. Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an,  69.

14       8   Bkz.  Kaadı Abdulcebbar,  Tenzihu'l-Kur'an, 27.

149 Tritton, A. S., İslam Kelamı, Çev: Mehmet Dağ, Ank. 1983, 84; Suyfui,  el-Mikdad

b. Abdillah, Kitilbu İrşadi't-Talibın, Bombay 1303, 130. ıso Emin, Ahmed, Duha'J-İslam, III. 45.

151   Suyuri, İrşad, 98.

 

 

Burada, Ebu'l-Muzaffer el-İsferayini (ö.h.471)'nin konuyla il­ gili görüşlerine temas etmek istiyoruz. O, "Kaderi Mutezile'nin Gö­ rüşleri ve Tutarsızlıkları" başlığıyla açtığı kısımda, Mutezile'nin 'efalu'l-ibad' konusundaki görüşlerine de değinmektedir. 'Kaderi Mutezile' ibaresi bizi yakından ilgilendirdiği için, birazdan tekrar döneceğiz. İsferayini bu konuda şunları söylemektedir: "Onların ittifak ettiği hususlardan biri de şudur: Kulların fiilleri kendi ya­ ratmalarıdır. Her bir insan, sivrisinek, balansı, karınca, böcek ve balık gibi bütün canlı çeşitleri kendi fiilinin yaratıcısıdır. Onların fiillerini yaratan Allah değildir. O'nun, kulların yaptıkları herhan­ gi bir şeye gücü yetmez"152 •

Şimdi, konunun hadisler ve hadis inkarıyla ilgisine gelelim. Yukarıdaki fikirlere sahip olan Mutezile'nin, kader meselesinde, 'insan kendi kaderini kendi çizer' şeklinde formüle edebileceği­ miz bir görüşü benimsemesi kaçınılmaz olmaktadır. Nitekim, on­ ların böyle bir fikre sahip oldukları, İsferayini (ö.h.47l)'nin Mu­ tezile'ye 'kaderi' sıfatını vermesinden anlaşılmaktadır.

Halbuki, Hz. Peygamber'den nakledilen hadi ler, insanın so­ rumluluğunu kaldırmamakla birlikte, Allah'ın kaderini ısrarla vur­ gulamaktadır. Bunlardan biri meşhur Cibril hadisidir ki, bu hadiste iman esasları tesbit edilirken "...kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna  iman" açıkça  ifade edilmektedir 153 

Kaderi bir görüşü kabul etmiş olan Mutezile'nin bu hadisi inlclr edeceği açıktır. En azından kaderle ilgili bu kısmın inkarı, Mutezi­ le  kelamı  açısından  kaçınılmaz olmaktadır.

Mutezile'nin aynı zamanda 'kaderi' sıfatıyla anılmasının nede­ ni, fiilleri yaratanın Allah değil kullar olduğuna inanmasıdır. An­ cak, Mutezile alimleri bu ismi şiddetle reddetmişlerdir154•

Kanaatimiz odur ki, Mutezile, Yunan felsefesinin ışığında ge­ liştirdiği kelam sistemi çerçevesinde, ayetleri tevil etmişler ve bu sisteme  uymayan  hadisleri  inkar etmişlerdir.

 

152   İsferayini, Ebu'l-Muzaffer (ö.h.471), et-Tabsir fi'd-Din ve Temyizu'l-Fırkati'n-Naci­ ye,  Mısır  1359/1940, 38.

153   Buhari, iman, I. 18; Müslim, iman, I. 37; İbn Mace, Sünen, Mukaddime, I.  24.

154   Mutezile'nin 'kaderi' sıfaonı kabul etmemesi ile ilgili bkz. Işık, Kemal, Mutezile'­ nin Doğuşu ve Kelami Görüşleri, AÜİF Yay. Ank. 1976, 57-9.

 

 

Teşbih İfade Eden Hadisler

Ehli Sünnet alimleri, Kur'an'da geçen 'Allah'ın eli', ½llah'ın yüzü' gibi ibareleri Kuran'ın getirdiği tenzih akide i doğrultusunda tevil etmişlerdir.

Selef alimlerinin bu gibi ibareler karşısındaki tutumu ise, bu ibareleri  tevile yönelmeksizin  oldukları  gibi kabul  etmek, bunlar

hakkında olumlu ya da olumsuz görüş bildirmemek şeklindedir 155

Bu gibi ifadeler, Kur'an'da olduğu gibi hadislerde de bulunmak­ tadır. Hadisçiler, teşbih ifade ediyor gibi görünen bu hadisler ne­ deniyle önemli tenkidler almışlardır. İbn Fı1rek (ö.h.406), bu ko­ nuya ayırdığı bir eserini yazış gayesini açıklarken şöyle demekte­ dir: "ResuluUah'tan rivayet edilen bazı meşhur hadisleri içer n bir kitap yazmaya karar verdim. Çünkü, mülhidler, görünüş bakımın­ dan teşbih ifade eden bu hadisler nedeniyle dine zarar vermekte­ dirler"156. "Bu bid'atçılar, bu gibi hadisleri naklettikleri için hadisçi­ leri ayıplamaya çalışmaktadırlar. Mülhidler ve Muattıla (Mutezi­ le),  hadislere  itiraz  etmek  için,  anlamlarını  ve sırlarını kavraya­

madıkları bazı müteşabih ayetleri dile getirerek Allah'ın Kitabı'nı bile  inkara  vardılar"157 . "İşte bu  mukaddime, sana, bid'atçilerin

nakilci olan ashabımızın bu hadisleri nakletmelerine itiraz etme­ lerindeki bilgisizliklerini açıklamaktadır" 158.

Teşbih ifade eden hadisler, Müşebbihe ve Mücessime gibi gu­ rupların temel dayanakları haline gelmiştir. Onlar, Kur'an'da ve hadislerde yer alan bu gibi ifadeleri ele alarak, Allah'ın yaratıkla­ ra  benzediğini,  el ve  yüz  gibi organlarının  olduğunu,  zaman ve

mekanla  kayıtlanabileceğini iddia  etmişlerdir159. Hanbeli mezhe­

binin sonraki taraftarlarından bir kısmı da, Ahmed b. Hanbel'in yolunda yürüdüklerini ileri sürerek teşbih inancına sürüklenmiş­ lerdi. Ebu'l-Ferec İbnu'l-Cevzi (ö.h.597) bu konuda şöyle demek­ tedir:

 

155   Bkz. Gazali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed (ö.h.505), İldimu'l-Avam an İlmi'l-Kelam, İst. 1287, 4.

156   İbn Ffırek, Ebu Bekr (ö.h.406), Müşkilu'l-Hadis ve Beyanuhu, Kahire 1979,   32.

157   İbn Ffırek,  Müşkilu'l-Hadis, 35-6. 158 158 İbn Ffırek, Müşkilu'l-Hadis, 40. 159 Bkz. Gazali, İlcamu'l-Avam, 3.

 

 

"Onlara dedim ki: Ey dostlarım! Siz nakil ehlindensiniz. Önde­ riniz Ahmed b. Hanbel büyük bir imamdı. Onun mezhebinde olma­ yan bu bid'atı ortaya atmanızı o söylemedi ki, ben nasıl söyleye­ yim. Siz hadislerin dış görünüşüne göre konuşuyorsunuz. Ayak (ka­ dem) kelimesi görünen bir organa delalet eder. İsa hakkında 'ru­ hullah' denilince, Hıristiyanlar inanırlar ki 'ruh' Allah'ın bir sıfatı­ dır ve Meryem'e ilka olunmuştur. Aynı şekilde, 1\llah yüce zatı  ile

istiva etti' denilirse, Allah duyular mecrasına indirgenmiş olur"160 .

Burada, İbn Kuteybe (ö.h.276)'nin örnek aldığı bir hadis üze­ rfnde durabiliriz. "Kur'an bir deri içine konulup ateşe atılırsa yan­ maz" hadisi, hadisçiler tarafından tevil edilerek anlaşılmıştır. İbn Kuteybe'ye göre, mülhidler bu hadisi göründüğü gibi anlarlar ve tecrübe etmeye kalkarlar. Bu zihniyetle hareket edenler, Kur'an'ın yandığını görünce hadisi inkar ederler ve hadisçileri de kötüler­ ler"161. Bu hadisin teviliyle ilgili olarak ibn Kuteybe(ö.h.276), '1\1- lah, müslümanlardan kime Kur'an'ı öğretir ve onu ezberlettirirse, günahlarından dolayı içine atılsa bile, kıyamette ateş onu yak­ maz"162 demektedir.

Allah'ı müteşabih ayetlere ve hadislere başvurmak suretiyle ci­ sim şeklinde algılayan bir grup Mücessime'ye de, muhalifleri ta­ rafından Haşeviyye adı verilmiştir. Aslında bu isim, hadisçileri kö­ tülemek  için ortaya  atılmıştır. Bu ismi  ilk defa  kullanan  Amr  b.

Ubeyd el-Mutezili (ö.h.144)'dir. Ona göre Abdullah b. Ömer (ö.h.73) Haşeviyye'dendir 163.

İbn Teymiyye (ö.h.728), bu isimlendirmeye şiddetle karşı çı­ karak şöyle der:"Haşeviyye lafzına gelince. Bu lafız belirli bir şahsa delalet etmez. Bunların kim oldukları da bilinmez. Eğer, Haşeviy­ ye  ile ehli  hadisi  kasdediyorsan, bil  ki onların  inancı (Resul'ün)

sünneti ve nakil yolu ile sabit olandır. Allah'a şükür ki, senin de­ diklerin onların inançlarında  yoktur"164 .

 

160   İbnu'l-Cevzi, Ebu'l-Ferec Abdurraliman b. Ali (ö.h.597), Def'u Şübehi't-Teşbih, Mat­ baiitu't-Terakki 1345,  6-7.

161   İbn Kuteybe,  Muhammed  el-Kufi el-Mervezi  (ö.h.276),  Garibu'l-Hadis, Bağ-diid

1977, 149.

162   İbn Kuteybe, Tevilu Muhtelifı'l-Hadis, 266.

163   Bkz. İbn Teymiyye, el-Müntekil, 93 (Tahkik edenin  not,,;.

164   İbn Teymiyye, el-Müntekii, 102.

 

 

Görünüşte teşbih ifade eden hadislerin asıl anlamlarının tam olarak anlaşılmaması, Müşebbihe ve Mücessime fırkalarının bu hadisleri zahiri anlamları ile kabul etmeleri, bu tip hadislerin ve onları rivayet eden hadisçilerin eleştirilmesine yol açmışttr. Bu tu­ tumun farkında olan öir takım kişiler de, bu durumdan istifade ede­ rek teşbih ifade eden hadisler uydurmuşlar ve bunları, hadisçileri karalamak için, hadısçilere atfetmişlerdir. Kaynaklarda geçtiğine göre, bu şahıslardan biri, Muhammed b. Şuca' es-Selci'dir. İbn Fü­ rek (ö.h.406), İbn Şüca'ı teşbih içeren  hadisler  uydurduğunu  ve bu hadisleri hadisçilere isnad ederek onları karaladığını haber ver­ mektedir165. Bunlardan birinde, İbn Şüca', Ebu Hureyre'ye varan bir tarik ile şu hadisi rivayet etmiştir: ''.Allah an yarattt. Sonra onu koşturdu. At terledi. Allah kendi nefsini bu terden yarattt". Beyhaki (ö.h.458),  bu hadisi zikrettikten sonra der ki: "Bunun gibi bir  çok

hadisi İbn Şüca', hadisçileri karalamak için uydurmuştur"166 .

Müşebbihe ve Mücessime'nin yaratttğı bu şüphe ortamının yam sıra, teşbih ifade eden hadislerle ilgili olarak hadise ve hadisçilere olumsuz tavır takınanlardan bir kısmı da 'tenzih' parolasıyla yola çıkan Cehmiyye ve Muatttla (Mutezile) olmuştur. Onlar da hadisle­ rin dış anlamlarını dikkate aldıklarından, teşbihe ve tecsime yol açacağını düşünerek, bu hadisleri reddetmişlerdir.

Reddedilen hadislerden biri de 'nuzul hadisi' dir. Bu hadise göre, Allah, gecenin son üçte birinde dünya semaına iner167:   Mutezile

ve Cehmiyye'ye göre Allah, her mekandadır. Bu fikirlerinden do­ layı onlar, nuzul hadisini reddetmişlerdir. Onlara göre bu tip hadislerin tevil edilmesi imkansızdır. Ayrıca bu hadiste teşbih, sı­ nırlama  ve tekyif  (nit-eleme)  vardır; yüce Allah kendisine yakış­

mayacak şekilde vasıfland ırılmaktadır 168 .

İbn Teymiyye (ö.h.728), sırf bu hadisin sıhhatini isbat etmek için ;kaleme aldığı eserinin girişinde şöyle demektedir: "Hz.   Pey-

 

165   Blt:z İbn Fı'.'ırek, Müşkilu'l-Hadis, 80.

166   Bttyhaki, Ebu Bekr Ahmed b. el-Hüseyn  (ö.h.458), el-Esma ve's-Sıfat, Mısır  1358,

372-3.

167   Hadisin tevili için bkz. İbn Kuteype, Tevil, 356 vd.

168   Bl{:2;. İbn Ffırek, Meşkilu'l-Hadis, 216.

 

 

gamber'in sözünü zikreden ilk söz sahibi (nuzul hadisini savunan hadisçiyi kasdetmektedir), şüphesiz ki sözünde isabet etmiştir. Resulullah'ın sünneti onun sözü sayesinde yayılmıştır. Selef imam­ ları, hadis ve sünnet ehli bunun onanması ve kabul edilmesinde ittifak etmişlerdir(...) Ancak, bu ve benzeri hadislerden hareket­ le, Allah'ı yaratıkların sıfatlarına benzetmekten ve O'nu layık ol­ duğu kemal sıfatlara nazaran olumsuz ve noksan sıfatlar ile vas­ fetmekten tenzih etmeye gerek olduğunu düşünen kimse hata için­ dedir"169 .

Öte yandan, sırf bu tip hadisleri rivayet ettikleri için hadisçile­ re kızan alimler de olmuştur. Onlara göre, her doğru söylenme­ meli, özellikle cahil halka anlatılmamalıdır. Malik b. Enes (ö.h. 179)'den nuzul hadisi sorulunca, "o, rahmetin inmesidir, Allah'ın bir mekana inmesi değildir" der. İmam Malik'in düşüncesine göre, halka bu ve benzeri hadisleri rivayet eden hadisçi kadar onu şaşır­ tan olmamıştır. Çünkü halk, bu hadisler nedeniyle şüpheye düş­ mektedir170.

Gerçek odur ki, kelamcılar hadisçileri hiçbir zaman anlayama­ mışlar ve onlan genellikle yanlış değerlendirmişlerdir. Onlar, hadisçi­ leri teşbih ve tecsim ile suçlarken, Kur'an'ın getirdiği tenzih akide­ sine  ne derece  bağlı  olduklarını görmemişlerdir.

Suyu.ti (ö.h.91l)'nin hadisleri tevile girişmeden önce ortaya koyduğu tenzih akidesi bir örnek teşkil etmektedir. Suyu.ti der ki: "Mabud birdir, tektir, sameddir, hiçbir şey onun gibi değildir. O, her şeyi işiten ve görendir. O'na benzer hiçbir şey yok; herhangi bir şey nasıl olur da O'na benzer ya da O bir şeye benzetilebilir. Hak teala doğmadı, doğrulmadı, hiçbir şey O'nun dengi olamaz"171•

Suyuti'nin bu ifadeleri, bir hadisçi olarak onun Kur'an'a dayalı bir tenzih akidesine sahip olduğunu yansıtmaktadır. Doğrusu, hadis alimleri bu akideden hiçbir zaman ayrılmamışlar, ondan taviz ver-

 

169   İbn   Teymiyye,  Ebu'l-Abbas  Takıyyuddin  Ahmed  el-Harrani  (ö.h.728),  Şerhu Hadi­

 

1°7

 

si'n-Nuzfil, Mısır 1366, 1-3.

Kudai, Sellame el-Azzami,  Furkanu'l-Kur'an, Mısır 1358,  17.

 

171   Suyıiti, Celaluddin Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911), Tevilu Ehadisi'l-Miihime li't­ Teşbih,  Cidde  1399/1979,  110-111.

 

 

memişler ve teşbih ifade eden rivayetleri daima bu çerçevede tevil ermişlerdir.

 

Müteşabih Ayetleri Serbestçe Yorumlama

Giriş bölümünde, müteşabih ayetlerin anlaşılmasında hadıs ve sünnetin rolünü ele almıştık. Buna göre, Hz. Peygamber, bazı mü­ teşabih ayetleri açıklamakta, böylece söz konusu ayetleri anlama problemi ortadan kalkmaktadır.

Ne-var ki, ilk fitnelerin ardından ortaya çıkan bir takım bid'at gruplar, Kur'an'ın muhkem ayetlerini bir kenara bırakarak mü­ teşabih ayetler üzerine eğilmeye başladılar. Şayet, Hz.  Peygam­ ber'in bu ayetlerle ilgili tefsiri kabul edilecek olsaydı, belki de önem­ li bir problem ortaya çıkmayacaktı. Ancak, Kur'an'ın açık ayetleri· bu bid'atçıların görüşlerine uygun düşmediği için, müteşabih ayet­ leri kendi görüşleri doğrultusunda yorumlama yolunu tercih et­ mişlerdir. İkinci halife Hz. Ömer'e atfedilen, "bir takım insanlar çıkacak ve sizinle, Kur'an'ın müteşabih ayetlerine dayanarak mücadele edeceklerdir. Onlara sünnetle karşı durun. Şüphesiz ki, ashabı sünnet Allah'ın Kitabı'nı en iyi bilenlerdir" 172 sözü, bu du­ rumu  ortaya koymaktadır.

Bid'at fırkaların bu tutumu oldukça tehlikeli boyutlara ulaşmış­ tı. Muhammed b. Cafer, "kalplerinde eğrilik olanlar Kur'an'ın mü­ teşabih ayetlerine uyarlar"173 ayeti hakkında, ''yani onlar, görüşle­ rini desteklemek ve şüphe yaratmak için, müteşabih ayetleri tahrif ederler" demektedir. Gerçekten de müteşabih ayetlerle ilgili bu ayet, genel bir çerçeve çizmekte ve kafirleri olduğu kadar, zındıkları, ca­ hil ve bid'atçıları da içine almaktadır174 • Bu bid'atçılar, ortaya attık­ ları görüşlerin kabul edilebilmesi için, görüşlerini Kur'an'a ve hadisle­ re dayandırarak meşrulaştırmak istemektedirler. Zira, muhkem ayet­ lerin delaletleri kesin olduğu için onların işine yaramıyordu. Ama, çeşitli anlamlara  gelebilen  müteşabih  ayetleri  istedikleri  gibi yo-

 

 

172   Taberi, Tefsir,  III. 177.

173  3-ali imran-7

174   Bkz. Kurtubi, Tefsir, IV. 13.

 

 

rumlayabiliyorlardı. Halbuki, görüşlerin haklılık kazanabilmesi için Kur'an'ın tevil edilmesi doğru değildi. Asıl arzu edilen doğru yakla­ şım, meselelerin çözümünde, ön fikirlerden kurtularak ve muhkem ayetleri esas alarak yola çıkmaktı. Halbuki, "bir bid'atçının kalbi müteşabihe meyleder, Kur'an'ın bazı müteşabih ayetlerini tevil ede­ rek ehli hak ile mücadeleye girişir. Doğru yolda ilerleyen müminleri şüpheye sokmak için apaçık muhkem ayetlerin delaletinden yüz çevirir. Hangi bid'atçı grup olursa olsun; ister Yahudi ister Hıristi­ yan, Mecusi, Sebeiyye, Haruriyye (Hariciler), Kaderiyye veya Ceh­ miyye olsun müteşabih ayetlerin teviline baş vurur"175   

Razi (ö.h.606)'nin bu husustaki bazı açıklamaları, olayın deği­ şik bir boyutunu yansıtmaktadır. Onun açıklamalarından anlaşıl­ maktadır ki, mesele, sadece müteşabih ayetleri serbestçe yorum­ lama gayreti değildi. Her mezheb, görüşünü desteklemek için de­ lil olarak getirdiği ayetin muhkem, hasım grubun delil aldığı aye­ tin müteşabih olduğunu iddia etmekteydi. Bu son durum bize, muh­ kem ve müteşabih kelimelerinin üzerinde oluşan kavram kargaşa­ sını göstermektedir. Nitekim, Razi (ö.h.606) diyor ki, "bil ki, mez­ hebinin görüşüne uygun düşmeyen ayeti müteşabih diye isimlen­ dirmeyen bir tek fırka bile göremezsin, şu dünyada. Bu durumda olay korkunç boyutlara ulaşmaktadır. Cubbai (ö.h.303)'yi görmü­ yor musun? O, 'Cebriyye zulmü, yalanı ve takat getiremedikleri işi Allah'a atfediyor, bu konuda da müteşabih ayetlere dayanıyorlar' demektedir"176 •

Gerçekte Hz. Peygamber de müteşabih ayetler ile yetinmenin ve hadisleri dışlamanın yaratacağı tehlikeyi sezmiş olmalıdır ki, Buhari (ö.h.256)'nin Hz. Ayşe'den rivayet ettiği bir hadisinde, "Kur'­ an'ın müteşabih ayetlerine uyanları gördüğün zaman, bil ki onlar Allah'ın (kalplerinde eğrilik olanlar) şeklinde vasfettiği kimseler­ dir. Onlardan uzak duru n"177 buyurmaktadır. Bunun nedeni gayet açıktır. Müteşabih ayetlerin hadisler dikkate alınmadan   yorum-

 

175  Taberi, Tefsir, III. 181.

176  Razi, Tefsir, il.  601.

177 Buhari, Tefsir Sure ali İrnran-7, V. 166; İbn Ebi Asım, Ebu Bekr Ömer eş-Şeybani (ö.h.287),  Kitabu's-Sünne, Mektebetu'l-İslami 1400/1980,  1.  9.

 

 

 

 

 

 

 

58

 

 

lanması, müslümanları tehlikeli bir noktaya kadar sürükleyece.k­ tir. Halbuki, Kur'an'ın muhkem ayetleri ve Hz. Peygamber'in açık­ lamaları doğrultusunda yapılacak olan yorumun böyle bir tehli­ kesi bulunmamaktadır.

Nitekim, Hariciler ve Rafıziler, sünneti dikkate almadan yap­ tıkları teviller ile bilinmektedirler. Müslümanlar arasında, sünne­ tin huccet oluşu hususunda fikir ayrılığı olmamıştır. Ancak, Hari­ ciler ve Rafıziler sünneti bir tarafa bırakmışlar ve Kur'an'ın zahiri­ ne gör davranmışlardır. Sonuçta, doğru yoldan ayrılm şlar ve bir çok müslümanın da doğru yolu terk etmesine neden olmuşlar­ dır178. Abdullah b. Abbas (ö.h.68)'a Hariciler sorulduğu zaman,

"Kur'an'ın  muhkemine  inanıyorlar.  Müteşabih  ayetler söz konusu

olduğunda helak oluyorlar''179 cevabını vermişti. Aslında Harici­ ler Kur'an'ın hiçbir ayetini reddetmiyorlardı. Hatta,  rivayetlerde

geçtiğine göre, pek çoğu abid ve zahid kimselerdi. Ancak, davala­ rını meşrulaştırabilmek için müteşabih ayetlere başvurmaktaydı­ lar. Takıyye ve Kaade konusunda tamamen bu metodu uygulamış­ lardı. Harici gruplardan Ezrakilerin kurucusu Nafi b. el-Ezrak (ö.h.65) ile Necedat'ın kurucusu Necdet b. el-Amir (ö.h.69), Ta­ kıyye ve Kaade konularında anlaşmazlık halindeydiler. Nafi, ta­ kıyyenin caiz olmadığı ve Kaadenin kafir olduğu görüşündeydi.

Bu görüşlerini desteklemek için, "içlerinden bir grup, Allah'tan korkar gibi insanlardan korkarlar"180 ayeti ile, ''.Allah yolunda sa­ vaşırlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar" 181 ayeti­

ni delil getirmiştir. Necdet ise takıyyenin caiz olduğunu söylemiş ve bu hususta "ancak, onlardan korkmanız müstesna..."182 ve  "Fi­

ravun'un ehlinden imanını gizleyen bir adam..."183 ayetlerini ileri sürmüştü. Kaadenin tekfir edilemeyeceği hususunda da ''.Allah, cihad  edenleri  oturanlara  üstün  kılmıştır"184 ayetini  delil  kabul

 

178   Bkz. Ebu Şehbe, Muhammed,  Difi' ani's-Sünne,  13.

179   Taberi, Tefsir, III. 181.

180 4-Nisa-77

181   5-Maide-54

182   3-Au imran-28

183 40-Mümin-28

184 4-Nisa-95

 

 

etmiştir185. Gerçi bu ayetler müteşabihler arasında yer almazlar, ancak, Haricilerin görüşlerini desteklemek için ayetleri nasıl zor­ ladıkları açıkça görülmektedir. Bu ayetlerde ne Takıyye ne de Ka­ ade meselesi söz konusudur. Bununla beraber, Hariciler, sonradan ortaya attıkları Takıyye ve Kaade görüşlerini Kur'an'a onaylatma­ ya çalışmışlardır.

Ebu Umame (ö.h.86), "kalplerinde eğrilik olanlar, Kur'an'ın müteşabih ayetlerine uyarlar"186 ayetindeki "kalplerinde eğrilik olanların" J:Iariciler olduğu görüşündedir187.       .

Mutezile alimlerinin müteşabih ayetler karşısındaki tutumu da aynıdır. Bununla beraber, Mutezile, kelamı sistemini tamamen müteşabih ayetler üzerine oturtmuş  ve bu ayetlerin  anlaşılmasın­ da hadise hemen hiç yer vermemiştir. KaadıAbdulcebbar (ö.h.415), Müteşabihu'l-Kur'an adlı eserinde, dörtyüze yakın ayeti tevile ça­ lışmış, buna karşılık bu ayetlerin tevilinde sadece ondört hadisten yararlanmışnr. Bu ondört hadisin bir kısmı, karşıtlarının delilleri olup, Kaadı Abdulcebbar bunları tenkid sadedinde zikretmiştir. Mu­ haliflerince ileri sürülen bu hadisler, npkı Kur'an ayetlerinde ol­ duğu gibi, tevil ve zorlamalarla değişik anlamlara büründürülmüş­ tür.

Lalkai (ö.h.418), "Mutezile'nin Kitap ve Sünnet Konusundaki Cehaleti"·adıyla açnğı bahta şöyle demektedir: "Mutezile, tilaveti ve dirayeti noktasında, Allah'ın Kitabı'ndan herhangi bir ayetin bilgisi çerçevesinde hareket etmemiş ve ayetleri selefin anladığı şekilde değil, yeni görüşleri doğrultusunda tevil ederek anlamış­ lardır"188 .

Mesela, Mutezile, ahirette Allah'ın görülemeyeceğini ileri sü­ rerken, bu konudaki hadisleri hiç dikkate almamaktadır. Mutezi­ le, bu konuda, kendi görüşlerine uygun düştüğü için "gözler Al-

 

 

185   Şehristani, el-Milel, I. 218.

186   3- ali İmran-7

187   İbn Kesir, Ebu'l-Fida İsmail el-Kureşi (ö.h.744), Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Daru İhy-

a.       i'l-Kütübi'l-Arabiyye trs., I. 346. .

188   Liilkai, Ebu'l-Kasım Hibetullah b. el-Hasen b. Mansur (ö.h.418), Şerhu UsO.li İ'tika­

di  Ehli's-Sünne  ve'l-Cernii'a, Riyad trs., I. 12.

 

 

lah'ı idrak edemez"189 ayetini muhkem kabul ederken, Kıyame suresi 22 ve 23. ayetlerini, kendi inançlarına uymadığı için mü­ teşabih kabul etmişlerdir. "Rablerini görürcesine ibadet edenler için en güzel karşılık ve daha da fazlası vardır"190 ayetini okuyan Hz. Peygamber'in, inananların Allah'ı göreceğini müjdeleyen ifa­ delerini kaynaklarımız nakletmektedir 191 • Kaadı Abdulcebbar (ö.h.415), söz konusu ayeti tevil ederken hadisleri görmezden gelmektedir192 •

Yukarıdaki misaller, bazı grupların, müteşabih ayetleri kendi görüşleri doğrultusunda tevil ettiklerini ve bu tevilleri kolayca ya­ pabilmek için hadisleri görmezden geldiklerini göstermektedir. Sonuçta, bu gruplar, hadisleri reddederek Kur'an'ı keyfi bir tarzda tefsir etmişler ve hadislerin ve Kur'an'ın gösterdigi istikametten sapmışlardır.

 

İslam Düşmanlığı

İslam düşmanlığı, tarihte, zındıklık veya ilhad hareketleri adı altında ortaya çıkmıştır. Zındık kavramı, münafıklık gibi, kalben inanmadığı halde dıştan müslüman görünen İslam düşmanları için kullanılmıştır193 • Münafıklık ve zındıklık terimlerini yan yana kullanan İbn Teymiyye (ö.h.728), onların Sabiilik ve müşriklikten kaynaklandığına işaret etmektedir. Ona göre, zındıkların asıl ga­ yesi, Kitab'ı ve Hikmet'i (sünneti) inkar etmektir194 • Bunlar, aslın­ da imanın temel esaslarından birini, mesela ahirete imanı reddet­ tikleri için zındık olarak anılmışlardır195 • Gazali (ö.h.505) zındık­ ları 'mutlak' ve 'mukayyed' şeklinde ikiye ayırmaktadır. Birinci gru­ ba girenler ahireti ve alemin yaratıcısını inkar edenlerdir. İkinci grupta yer alanlar ise, ahireti kabul ettikleri halde, hissi elem ve

 

189  6-En'am-103

l90 10-Yunus-26

l9l    Bkz. Müslim, iman, I. 163; İbn Mace, Sünen, Mukaddime, 1.  67.

192   Bkz. Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 159.

193   Bkz.Koçyiğit,  Talat,  Hadis  Tarihi, 118.

l94  İbn Telmiyye, Mecmı1atu'r-Resail, cüz:3, 15.

195  Gazali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed (ö.h.505), el-Munkız mine'd-Dalal,

Kahire 1303, 12.

 

 

 

 

 

 

 

6.1

 

 

lezzetleri reddeden, alemin yaratıcısını kabul ettikleri halde onun ilim sıfatını inkar edenlerdir196 •

Gazali'nin, ikinci gruba girenleri, hissi elem ve lezzetleri red­ dedenler olarak nitelendirmesine bakılırsa diyebiliriz ki, bunlar ahiretteki azabın cismani olduğunu haber veren rivayetleri inkar etmişlerdir.

"Zındıkların İslam tarihinde ortaya çıkışlarının Emevi idaresi­ nin sonlarına rastladığı"197 ileri sürülmektedir. Ancak, gelişen si­ yasi, sosyal, itikadı vb. olaylar dikkate alu1:dığında, bunun için daha erken bir tarih de verilebilir. İslami fetihlerin süratle gerçekleşti­ rildiği sahabe dönemi, zındıklığın başlangıcı için tarih olarak gös­ terilebilir. Bundan önce, 'hadis inkarında Ortam Faktörü' konusu­ nu ele alırken, fethedilen bölgelerdeki halkların dini, kültürel ve felsefi yapılarını göstermiştik. Gerek İslam düşmanlığında, gerek­ se hadislerin reddedilmesinde bu yabancı alt yapının rolü olduğu düşünülebilir.

Nitekim İbnu'l-Cevzi (ö.h.728), hadis uydurmanın sebeplerini ele alırken, ilk fetihlerden sonra İslam'a giren, İslam'ın hükmü altında yaşamak zorunda kalan ve korkularından dolayı müslü­ manmış gibi görünen bir takım Yahudi ve Mecusilerin, ırki içgüdü ve fikri yapının bozulması gayesi ile hadis uydurma yolunu tercih ettiklerini zikretmektedir198 • İbnu'l-Cevzi'nin bu açıklamalarından anlamaktayız ki, ilhad ya da İslam düşmanlığı dediğimiz hareket­ lerin başlaması ilk fetih yıllarına kadar inmektedir.

Ahmed Emin'e göre, "muhtelif milletlerin bir çoğu, İslam'a gir­ diklerinde belirli bir tarihe sahiptiler. Kendi milletlerinin tarihleri­ ni İslam'a sokmaya ve müslümanlar arasında yaymaya başladılar. Bunu kavmiyetçilik ya da benzeri bir duyguyla yapıyorlardı. Ya­ hudi tarihine vakıf olan ve özellikle Tevrat'ın ve şerhlerinin haber verdiği olayları bilen bir çok Yahudi müslüman olmuştu. Bu bilgi­ leri  müslümanlara  rivayet etmeye  başladılar. Bazen Kur'an'ın  tef-

 

 

19     6  Gazali,  Faysalu't-Tefrika, 14-5.

197   Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi,  118.

198   Bkz. İbnu'l-Cevzi,  Kitabu'l-Mevzi'ıat, I. 7.

 

 

siri sadedinde ilgisini kuruyorlar, bazen sadece diğer milletlerin tarihleri sadedinde anlatıyorlardı"199 •

İslam düşmanları sünnete hücum ediyor, onun  huccet oluşun­ da, sıhhatinde ve ravilerinde şüphe uyandırmaya çalışıyorlardı 200 • Hadis tarihine bakıldığında zındıkların pek çok  hadis  uydurduk­ ları görülmektedir. Ancak, onlar bu hadisleri, hadise bağlılıkların­ dan değil, müslümanları şüpheye düşürmek ve hadisçileri lekele­ mek için uyduruyorlardı 201 • Nitekim, Muhammed b. Şuca' es-Sel­ ci'den daha önce.bahsetmiştik. İbn Şuca', teşbih ifade eden hadisler uydurur, bu hadisleri hadisçilere nisbet ederek onları kötülerd i2°2 • Bir defasında İmam Şafii (ö.h.204) için, "Şafii de kim oluyor! O, berberi bir şarkıcıyla arkadaşlık kuruyor" diyerek onu kötülemiş, ancak ölmeden önce bu iftirasını ikrar etmişti203 • İbn Şuca', b_azı alimler tarafından yalancılıkla ve re'ye dayanmak  için  hadisleri ibtal etmekle suçlanmıştır204 • İbn Şuca', uydurduğu hadislerden birinde, ')\Jlah'ın atı yarattığını, atı koşturup terinden kendi  nefsi­  ni yarattığını" nakletmektedir ki, Beyhaki  (ö.h.458),  bu  hadisin İbn Şuca' tarafından hadisçileri kötülemek için uydurulduğunu söylemektedir2°5•

İslam'a düşman olanların hadise ve hadisçilere karşı olumsuz tavır takınmalarını garip karşılamamak gerekir. Zira, hadisler İslam dini içerisinde gerçekten önemli bir yere sahiptir. İslam'ı yıkabil­ mek için hadisin otoritesinin sarsılması, art niyetli kişilerce, kaçı­ nılmaz olmaktadır. Gerçekten de "tarihte ortaya çıkan olaylar sün­ neti  reddetme  düşüncesinin  dini  hasbilikten  çıkmadığını göster-

 

 

l99  Emin, Ahmed, Fecru'l-İslam, 157.

200   Sıbai, Mustafa, es-Sünnetu ve Mekanetuha fi't-Teşri'i'l-İslami, el-Mektebetu'l-İsl­ ami  1398/1978,  2.

201   Bkz. Ekrem  Ziyau'l-Ömeri, BuhO.s fi Tarihi's-Sünneti'l-Müşerrefe, Beyrut 1395/1975,

32. Hatta, bir zındık dört yüz kadar hadis uydurduğunu ve bunların insanlar ara­ sında dolaştığını itiraf etmiştir.  bkz. age. 32-3.

202   Zehebi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman (ö.h.748), Mizanu'l-İ'tidal  fi Nakdi'r-Rical, Daru İhya trs., III. 577.

203   Zehebi, Mizanu'l-İ'tidal, III. 578.

204   Zehebi, Mizanu'l-İ'tidal, III. 578.

205   Beyhaki, el-Esma ve's-Sıfat, 372-3; Aynca bkz. İbn FO.rek, Müşkil, 80; İbn Kuteybe,

Tevil, 9 (41 notu dipnot).

 

 

mektedir. İlk fikir babalarını yabancı ve bilhassa Yahudi menşeli­ lerin teşkil ettiği Şia hareketleri, hep hadise karşı çıkmıştır. Çünkü mütevatir olması sebebiyle Kur'an'a dil uzatmak, onu gözden dü­ şürmek mümkün değildir. İslam'ı yıkabilmek için Kur'anı Kerim'in yorumunu istenen şekle dökme yolu kalmaktadır. Resulullah'ın sünneti ve bu sünnetin vazettiği Kur'an'ı anlama yorumlama me­ todu  müminler  arasında  muteber  kaldıkça  bu  yol  da   kapalıdır.

Öyleyse,  ne  yapıp  yapıp sünneti  aradan çıkarmalıdır"206

"Önceleri fert fert, edelleşmek ve bid'at görüşler olarak ortaya atmak şeklinde baş gösteren zındıklık faaliyetleri, sonradan  çeşit­  li isimlerle anılan sapık gruplar halini almıştır. Nusayriler, İsmaili­ ler, Karmatiler, Batıniler gibi zındıklıkları ile tanınmış fırkalar or­ taya çıkmıştır. Bunların ortaya çıkışındaki temel saikin, eski kül­  tür ve dinlerini terkedememiş olmalarından dolayı, çeşitli metod­ larla İslam'ı yıkmak olduğu açıktır. Bunların en eskilerinden olan Rafıziler, "sünnet ile ihticacı terk etme yolunu tutmuşlardı" 207• Bütün nefretlerini sahabeye yöneltmiş olan Rafıziler, "onyedi sahabi hariç, hepsini küfürle itham etmişti"208 • Böyle bir durumda, Rafı­ zilerin, tekfir ettikleri kimselerin rivayet ettikleri hadisleri kabul etmeyecekleri son derece açıktır. Zındıklar, dıştan İslam  görüne­ rek Hz. Ali ve ehli beyte sevgi beslediklerini bile ileri sürebilmiş­ lerdir. "Hangi kavimden olursa olsun, insanların bir kısmı aşırı gitmiş ve kendilerine bir takım ilahlar  edinmişler  ve kendilerine  ait olanı Hz. Peygamber'in şeriatına ve sünnetine üstün tutmuş­ lardır. Sonunda, Allah'ın Kitabı'na, Resulü'nün sünnetine, ehli bey­ tin ve ehli beyti seven ve onlara tabi olanların ittifak ettikleri hu­ suslara   muhalefet  etmişlerdir"209 •

İslam'ı yıkma gayreti içerisinde zındıkların en önemli hedefle­ rinden biri de Hz. Peygamber'in bizzat kendisi olmuştur. Bazıları, onun bile bile yalan söyleyebileceğini dahi ileri sürmüştür.  Batıni-

 

206 Canan, İbrahim, Kur'an ve Sünnet Arasındaki  Münasebet,  (Soruşturma-2: Kur'an ve Sünnet, Sor Yayıncılık), İst. 1987,  188.

207 Suyfıti, Celaluddin Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911), Miftahu'I-Cenne fi'l-İhticac bi's-Sünne, el-Matbaatu's-Selefiyye 1394,  3-4.

208  İbn Kesir, Biiisu'l-Hasis, 155.

209 İbn Teymiyye, Mecmfıatu'r-R.esail, cüz:l, 37.

 

 

lere göre Hz. Peygamber "insanlara, doğru olmadığım bildiği hal­ de, gerçeğe uymayan şeyleri söylemiştir. Onlara göre bütün pey­ gamberler halkın menfaatine gördükleri için (maslahat) yalan söy­ lemişlerdir"210.

Gazali (ö.h.505), küfrü "getirdiği herhangi bir şeyde Resulul­ lah'ı yalanlamak" ve imanı da "onun getirdiklerini tasdik etmek" şeklinde tanımladıktan sonra, Brahmanistlerin, hem Muhammed­  'i hem de diğer  peygamberleri  inkar etmelerinden  ötürü  kafir ol-

. duklarını söylemektedir. Ardından, aynı sebeplerden dolayı Deh­ rileri de tekfir etmektedir. Aynı yerde, Seneviyye'yi (Dualistler) hem tekfir etmekte, hem de diğerleriyle birlikte zındık olarak ni­ telendirmektedir211.

Aslında·Brahmanistlerin, Dehrilerin ve Seneviyye'nin İslam dı­ şında kaldıkları kesindir, ancak Gazali'nin onları zındıklıkla vasıf­ landırması göstermektedir ki, bunlar inanmamakla birlikte İslam'ı yıkmaya ve Hz. Peygamber'i yalanlamaya açıktan açığa çalışmak­ taydılar.

Aynı kategoride ele alınabilecek olanlardan ikisi de Kalenderi­ ler ve Nusayrilerdir. İbn Teymiyye. (ö.h.728)'nin eserleri incelen­ diğinde, onun, bu iki fırka mensuplarıyla çetin bir mücadelenin içine girdiği anlaşılmaktadır. O, hem Kalenderileri hem de Nusay­ rileri kafir addeder ve Gazali (ö.h.SOS)'nin Karmatilere ve Banni­ lere karşı takındığı tavrı onlara karşı  takınır.

Kalenderiler namaz ve orucun vacip olduğunu inkar etmekte, Allah'ın ve Resulü'nün haram kıldığını haram saymamaktadırlar. Bu nedenledir ki onlar, İbn Teymiyye'nin nazarında Yahudilerden ve Hıristiyanlardan daha beterdir. İçlerinde müslüman olanlar var­

sa da, onlar da ya sapık birer bid'atçı ya da fasık ve facirdir. Yine, İbn Teymiyye'ye göre Kalenderiler, İranlılardan oluşmaktadır212 .

İbn Teymiyye'nin bu tesbitlerinden anlaşılmaktadır ki, İslam'ı yık­ ma  yarışında  Kalenderile.r  de, Karmatiler  ya da  Banniler kadar

 

210 İbn Teymiyye, Ebu'l·Abbas Tokıyyuddin Ahmed el-Harrani (ö.h.728), Risaletu Mea­ rici'l-Vusul, Mecmıiatu'r-Resail ve'l-Mesail içerisinde,  Mısır 1341-1345,  3.

2ıı  Gazali, Faysalu't-Tefrika, 4-5.

212 İbn Teymiyye, Mecmıiatu'r-Resail, cüz:l, 52.

 

 

etkilidirler. Şüphesiz, diğerleri gibi onlar da Hz. Peygamber'in sün­ netine cephe almışlardır. Müslümanları İslam'ın ikinci aslı olan sünnet hakkında şüpheye sevketmeye çalışmışlar; hadislerin bir çoğunun ahad haberler olduğunu, mütevatir haberlerin çok az olduğunu söyleyerek düşmanlıklarını icra etmişlerdir 213.

Diğer taraftan, Nusayriler de dıştan müslüman görünen zın­ dıklar grubu içerisinde yer almaktadır. Doğrusu ne Hz. Muham­ med'e ne de geçmiş peygamberlerden herhangi birine inanıyor­ lardı. Buna rağmen uydurdukları bazı hadisleri Hz_. Peygamber'e atfetmek  suretiyle  görüşlerini  yayıyorlardı.  Mesela,  ')\Jlah'ın  ya­

rattığı ilk şey akıldır" hadisini onlar uydurmuştu214 . Genellikle Şam

civarında yerleşmiş bulunan Nusa yriler215, içkiyi helal kılmışlar, ahiret  hayatını  inUr  etmişler  ve  ruhların  tenasühüne inanmışlar­

dı. Öte taraftan, ehli beyte karşı aşırı bir sevgi gösterisinde de bu­ lunmaktaydılar216.

İslam düşmanları, Hz. Peygamber'in dini konumunu çok iyi an­ lamış olmalılar ki, her fırsatta, onun hakında şüphe ve tereddütler yaratmaya çalışmışlardır. Çoğu zaman gerçek niyetlerini gizleyen zındıklar, silahlarını hadislere ve hadisçilere  çevirmişlerdir.

 

Bilgisizlik ve Şüphe

Hadisleri inkara yönelten sebepler olarak sıraladığımız yukarı­ daki hususların yanı sıra, hadis ilmi konusundaki bilgisizlik ve bu bilgisizlikten kaynaklanan şüphe faktörü, bazı insanları inkara sev­ keden önemli bir unsur olmuştur. Özellikle, hadis ilminden haber­ siz olan ve yeterli bilgi seviyesine ulaşamayan halk tabakaları, şüp­ heye düşmeye son derece müsaittir. Bu sebepledir ki, bazı saha.bi­ ler ve ilim adamları, bu konuda çeşitli uyarılarda bulunmuşlardır. İbn Mesud (ö.h.32)'un, "İnsanlara akıllarının ermeyeceği bir hadisi

 

213   Bkz. Ebu Şehbe, Difa', 6.

214   İbn Teymiyye,  Ebu'l-Abbas Tokıyyuddin  Ahmed el-Harrani  (ö.h.728),  Risale

fl'r-Red ala'n· Nusayriyye, Mecmfıatu'r-Resail ve'l-Mesail içerisinde, Mısır 1341· 1345,  98.

215   İbn  Teymiyye,  Risale  fi'r-Red  ala'n· Nusayriyye, 95.

216   İbn Teymiyye, Risale fi'r-Red ala'n- Nusayriyye, 94.

 

 

rivayet etme! Aksi takdirde bazıları fitneye sürü klenir" 217  sözün­ de bu kaygı açıkça görülmektedir. Buna karşılık, İbn Abbas (ö.h.68), bazı hadisler sebebiyle insanların Allah'ı ve Resulü'nü yalanlaya­ cakları endişesini taşımaktadır. Nitekim o da, "İnsanlara bileme­ yecekleri şeyleri rivayet etmeyiniz! Onların Allah'ı ve Resulü'nü yalanlamalarını mı istiyorsunuz?" 218 demektedir. Yine, Ebu Kıla.­ be (ö.h.104) ve Hişam b. Urve (ö.h.145)'nin de bilgisizlik nede­ niyle insanların doğru yoldan çıkabileceklerini dile getiren sözle­ rini,  İbn Abdilber  nakletmektedir219 •

Gerçekten de gerek ferdi inkar gayretlerinde gerekse bazı mez­ heplerin hadisi reddetmesinde bilgisizlik ve şüphenin izlerini açıkça görmekteyiz. Sahabi İmran b. Husayn (ö.h.52)'ın başından geçen bir olay şöyledir: İmran bir gün mescidde hadis rivayet ederken orada bulunanlardan biri ayağa kalkarak, "ey Eba Nuceyd! Bırak şu hadisleri, bize Kur'an'dan haber ver" der. İmran'ın buna cevabı şu olur: "Seh ve arkadaşların Kur'an'ı okuyorsunuz. Bana, namaz­ dan, namazın şartlarından ve rekatlarından haber verebilir mi­ sin? Yatsı namazının dört, akşamın üç, sabahın iki, öğlenin dört ve ikindinin dört rekat olduğunu Kur'an'da buluyor musunuz?..." İmran'ın konuşması bittiğinde adam, "bana hayat verdin, Allah da sana hayat versin" şeklinde dua etmiştir220 •

Bu misalde görülen soru sahibi şahıs, hadisleri reddetmesine rağmen, ibadetlerini sünnete uygun olarak yerine getirmektedir. Yani, amel ettiği şeyi inkar ettiğinin farkında bile değildir. Bu, onun bilgisizliğinin bir işareti olarak kabul  edilebilir.

Kasımi (ö.h.1332/m.1914), "avam (hadis söz konusu olunca) hayvanlar gibi bilgisizdir" derken cehaletin bu konuda ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Zira, "halk,  hadisin  manasını ve muradını anlamaz. Sahihini zayıfından, mukaddemini muah­ harından,  mücmelini  müfesserinden...ayıramaz"221     Gerçi  halkın

 

2l7    İbn Abdilber,  Camiu  Beyani'l-İlm, 1.163.

218  İbn  Abdilber,  Camiu  Beyani'l-İlm, 1.163.

2]9   İbn Abdilber, Camiu Beyani'l-İlm, l.163 vd.

220   Neysaburi, el-Müstedrek a!a's-Sahihayn, İlm, J. 109; Abdurrezzak, Ebu Bekr b. Hemmam es-San'ani (ö.h.211), Musannef, Karaçi 1390/1970, XJ. 255, H.no:20474.

221   Kfısımi, Muhammed  Cemaluddin,  Kavaidu't-Tahdis, Mısır 1380/1961, 285.

 

 

pek çoğu "kale Resulullah" diyerek hadis rivayet etmekte, hadise dayanmaktadırlar ancak, hadisi rivayet eden bir muhaddis mi yok­ sa başkası mı olduğuna dikkat etmemektedirler. Hadis alimlerinin kullandığı 'adil', 'sika' gibi terimleri bilmemektedirler. Bu insan­ lar, kendilerine ulaşan hadisle amel edebilmektedirler. Ne var ki, bazen amel ettikleri bu hadis uydurma olabelmekte, böylece sa­ hih hadisi terketme durumunda kalabilmektedi rler222• Hatta, Ki­ tab ve sünneti huccet kabul edenler dahi, sırf bilgisizlikleri sebe­ biyle sahih hadisleri zayıf hadis erle karıştırmaktadır.223 .

İslam'ın ilk asırlarında, özellikle kırsal kesimlerde yaşayanlar şehirlerde yaşayanlara oranla daha bilgisizdirler. Bu bilgisizlik, bir yandan şüpheyi doğuran bir faktör olurken, diğer yandan hadisle­ rin reddedilmesinde de etkili olmaktadır. Zeyd b. Suhan (ö.h. 36) hadis rivayet ederken yanına bir Arabi (Bedevi) gelir. Bu arada Zeyd'in sol eli Nehavend savaşında kopmuştur. Bedevi Zeyd'e, "val­ lahi, hadislerin beni çok şaşırtıyor. (Kesik) elin de beni şüphelen­ dirmektedir" der. Bedevi, bu sözleriyle, Zeyd'in elinin h1rsızhktan dolayı kesilmiş olabileceğini ima etmektedir. Zeyd ona, "elim seni niçin şüphelendiriyor ki, kesik olan sol elimdir" deyince, Bedevi, ''vallahi, hırsızlıkta sağ el mi yoksa sol el mi kesilir, bilmiyorum" diye cevap verir. Bunun üzerine Zeyd b. Savhan, "yüce Allah, 'be­ deviler küfür ve nifak bakımından daha ileridir. Onlar, Allah'ın resulüne indirdiği Kur'an'ın sınırlarını bilmemeye daha yatkındır­ lar'224 buyurmakta ne kadar haklıdır" der225•

Bazı bid'at mezheplerin hadise karşı tavır alışlarında, bundan önce sıraladığımız sebeplerin yanı sıra, hadis ilmindeki bilgisiz­ likleri de dikkat çekmektedir. Nitekim, İbn Teymiyye (ö.h.728) de bu durumu şöyle tesbit etmektedir: "Gerçi, Cehmiyye ve Mutezile kelamcıları zındıklarla tartışmalarda bulunmuşlardır. Fakat, bu tar­ tışmalar, Allah'ın resulü Hz. Muhammed'in getirdiği gerçekler iyi­ ce bilinmeden ve akli kazıyyeler ile hükmedilmeden  yapıldığı  için

 

222   Bkz. Kasımi, Kavaidu't-Tahdis, 285.

223  İbn Teymiyye, Risaletu Mearici'l-Vusul, 4.

224 9-Tevbe-97.

225  Emin, Ahmed, Fecru'l-İsliim, 82.

 

 

çok verimsiz olmuştur"226 .Gazali (ö.h.505) de eserlerinin bir ço­ ğunda insanların bilgisizliğine değinmektedir. Gazali, insanlar ara­ sında aşırı giden kelamcılardan söz ederken, onların yalnız kendi delilleriyle ortaya koydukları akaid sisteminin doğru olduğuna inandıklarını ve aksine inananları tekfir ettiklerini hatırlattıktan sonra, ikinci olarak, bu kelamcıların başkalarını mütevatir sünne­ ti bilmemekle suçladıklarını kaydetmektedir 227

Kelamcıların mütevatir sünneti bildiklerini iddia etmeleri bizi şaşırtma.malıdır. Zira, pek çok hadis inkarcısı hadis uyd1:1rmaktan çekinmemiş, yine pek çok mülhid, fikirlerinin müdafası sırasında gerekirse Kur'an'a ve hadislere başvurmaktan uzak durmamıştır. Ancak, bu, gerçekleri gizleyen bir durumdur. Aslında, onların sün­ net konusundaki bilgisizlikleri, ortaya koydukları kelam sistemi­ nin sünnetten iz taşımaması ya da sünnete çok az yer verilmiş olması ile rahatça anlaşılabilmektedir.

İbn Teymiyye (ö.h.728) de Kur'an hakkında ayrılığa düşenle­ rin ne geçmiş alimlerin nakillerini ne de Kitap ve sünneti kullan­ dıklarını, aksine tahrif olunmuş bazı sünnetlere yapıştıklarını be­ lirtmekte ve onların bilgisizliğini şu şekilde dile getirmektedir:"On­ lar, selefin dayandığı, Kitab ve sünnetin işaret ettiği (doğru) görü­ şü zikretmezler. Zira, bunu bilmezler" 228

Burada kaydetmek gerekir ki, hadis ilmi son derece geniş bir alanı içine almaktadır. Hadislerin bir kısmı dıştan biribiriyle çeliş­ kili gibi görünebilmektedir. Bir takımı ise gerçekten bu çelişkiyi aksettirmekte ve aralarında bir nesh olduğuna işaret etmektedir. Hadiste nasih ile mensuhu bilmek, doğru değerlendirme yapabil­ mek için son derece önemlidir. Bu nedenledir ki Hz. Ali, bir kıssa­ cıya hadisteki nasih ve mensuhu bilip bilmediğini sorar. Kıssacı 'hayır' cevabını verince, Hz. Ali, "helak oldun ve helak ettin" der229• İbn Şihab ez-Zühri  (ö.h.124)'nin "fakihlerin  takatini  kesen ve on-

 

226  İbn Teymiyye, İslam Hidayeti, 96-7.

2  27       Gazali,  Faysalu't-Tefrika, 20.

22s  İbn Teymiyye,  Mecmuatu'r-Resail, cüz:3, 25.

229  Hemedani, Ebu Bekr Muhammed  b. Musa b. Osman b. Hazim (ö.h.584), Kitabu'l­

İ'tibar  fi'n-Nasih  ve'l-Mensüh,  Hums 1386/1966, 6.

 

 

lan aciz bırakan şey, hadisin nasibini mensubundan ayırmaknr" derken hadis ilmine vakıf olmanın önemine işaret etmektedir.

Diğer taraftan, hadisler arasında ya da hadis ile Kur'an arasın­ da zahiri çelişki, bazen alimlerin bile hataya düşmelerine ve hadi­  si reddetmelerine sebep olabilmektedir. Bu nokta üzerinde  duran İbn Teymiyye (ö.h.728), Kufeli alimlerin Kur'an'ın zahirine daya­ narak sahih hadise karşı çıktıklarını kaydetmektedir. İbn Teymiy­ ye'ye göre, Kufelilerin hatası, sözün çok çeşitli anlamlara gelmesi sebebiyle za iri olmayanı zahiriymiş gibi kabul etmeleridir: Bu yüzden Küfeliler şahid ve yemin hadisini reddetmişlerdir230 • Hal­ buki, bazen bu gibi çelişkili hadisler tevil edilmek suretiyle cem edilmiştir. Tevilu Muhtelifi'l-Hadis ve Nesh ilimlerini bilmeyenler iki çelişen hadis arasında· bir nesih olayının bulunduğunu zanne­ debilmektedirler. Hemedani (ö.h.584) bu durumu örneklerle açık­ lamaya çalışmakta ve şöyle demektedir: "Görmüyor musun? Hz. Peygamber'in 'şahidierin en şerlisi, çağınlmadan şahidlik yapandır' hadisiyle, 'şahidlerin en hayırlısı, çağırılmadan şahidlik yapandır' hadisi arasında dıştan bir çelişki vardır. Aralarındaki çelişki sebe­ biyle, bu çelişkinin zahiri bir durum olduğunu göremeyeceği için, fakih olmayan biri, birinci hadisin emsalini bulacak ve ikincinin nes­ hine hükmedecektir. Oysa, neshin şartlarını bilmediği için, iş onun zannettiği gibi değildir. Ancak, iki hadisi cem etme yolu vardır. Bi­ rinci hadis, hiç gerek yokken, şahitliğe çağırılmadığı halde, şahitlik yapana hamlolunur. Bu açıklama, İmran b. Husayn (ö.h.52)'ın şu rivayetinde açıkça görülmektedir:"Hz. Peygamber buyurmuştur ki, 'bu ümmetin en hayırlısı benim gönderildiğim şu nesildir. Ardın­ dan, onlardan sonrakiler...gelir. Sonra, şahidliğe çağırılmadıkları halde şahidlik yapmaya kalkan bir topluluk ortaya çıkar.' Bu du­ rumda, ikinci hadis ihtiyaca binaen şahidlik yapana hamlolunur.  İşte şahidlerin en hayırlısı odur"231   

Bu rivayetler göstermektedir ki, hadis.ilmini bilmemek, hadisle­

rin  reddedilmesinde önemli bir faktördür. Bu bilgisizlik,  bazen

 

 

230   İbn Teymiyye, Risaletu Refi'l-Melam, 63.

2  3 ı  Hemedani, Kitabu'l-İ'tibar, 9.

 

 

 

 

 

 

 

70

 

 

şüpheyi de beraberinde getirmektedir. Bilgisizlik ve şüphe bir ara­ ya geldiğinde, hadis inkarı, diğer sebeplerin de etkisiyle kuvvet kazanmaktadır.

 

Hadisçilerin Tutumu

A.     Rüya Yolu İle Rivayet:

Hadisin inkar edilmesinde ve hadisçilere karşı menfi tavır takı­ nılmasında, bizzat hadisçilerden kaynaklanan sebepler de vardır. Bunlardan biri, bazı hadisçilerin ru.ya yolu ile Hz. Peygamber'­ den rivayeti caiz görmeleridir. V. asrın büyük hadisçilerinden Ha­ tib Bağdadi (ö.h.463), eserlerinde bu gibi rivayetlere yer vermiş ve rüyayı ilmin yollarından biri olarak benimsemiştir. Şerefu Ash­ abi'l-Hadis adlı eserinde açtığı bir konu başlığı hayli ilginçtir: "Sa­ lihlerin Uykularında Ashabı Hadisi Nimet ve İkram İçinde Görme­ leri"232. Bağdadi, burada, salih rüyaların nübüvvetten bir cüz olu­ şuna dair Hz. Peygamber'den gelen haberleri nakletmektedir. Biz

burada, önemli bir kaçı üzerinde duracağız.

"Bir adam, Yezid b. Harun (ö.h.206)'u ölümünden sonra, uy­ kusunda gördü ve ona llah sana nasıl davrandı?' diye sordu. Ye­ zid, 'beni Cennet'ine aldı' diye cevap verdi. Adam, 'Kur'an sebebi ile mi?' diye sorunca Yezid, 'hayır, hadis sebebi ile' cevabını ver­ di"233.

Bağdadi (ö.h.463) bu rivayeti, hadisi ve hadisçilerin kadrini yüceltmek için eserine almıştır. Ancak, gayesi ne kadar olumlu olursa olsun, bu gibi rivayetlerin ilmi bir dayanak gibi kullanılma­ sı ister istemez,  hadisçilerin  tenkid  edilmesine  sebep olmuştur.

Bağdadi (ö.h.463)'nin aynı yerde verdiği bir başka rivayet daha ilginçtir. Bu rivayete göre, "Havsere b. Muhammed el-Bari (ö.h.256) şöyle der: 'Yezid b. Harun (ö.h.206)'u ölümünden kırk gece sonra ıfykuda gördüm. Ona, Hah sana ne yaptı' diye sordum. 'İyi amel­ lerimi kabul etti; günahlarımı bağışladı ve hayırla karşıladı'  diy

 

 

232   Bağdadi,  Hatib, Şerefu Ashiibi'l-Hadis, 106.

233   Bağdadi, Şerefu  Ashabi'l-Hadis, 107.

 

 

 

 

 

 

 

 

71

 

 

cevap verdi. 'Başka ne yaptı' diye sordum. 'Bundan daha büyük ikram mı olur? Günahımı affetti, Cennet'ine aldı' dedi. 'Buna nasıl nail oldun' diye sordum. 'Zikir meclislerinde oturmam, daima doğ­ ruyu söylemem, hadiste sıdk üzere olmam, kıyamda uzun süre kalmam ve fakirliğe sabretmem sebebiyle' diye cevap verdi. 'Mün­ ker ve Nekir hak mı?' dedim. Dedi ki, '.Allah'a yemin olsun ki, Mün­ ker ve Nekir beni oturttular. Rabbin kim? Dinin ne? Nebin kim? diye sordular. Ak sakalımdaki toprakları silkeledim. Onlara, 'böy­ le bir soru benim gibi bir c3:dama nasıl sorulur? Ben Yezid b. Ha­ run'um. Dünyada kaldığım altmış sene zarfında insanlara (bunla­ rı) ben öğrettim' dedim. (Sonra şöyle devam etti:) 'Sanki düğün günündeymişsin gibi uyu. Bugünden sonra sana korku yoktur'. Meleklerden biri, 'Hariz b. Osman (ö.h.163)'dan (hadıs) yazdın mı?' diye sordu. 'Evet' dedim, 'o, hadiste sikadır'. Bunun üzerine (Melek): 'Sikadır, ancak, Ali'ye buğzederdi. Allah da ona buğzetti' dedi"234 •

Bu rivayetin özellikle son kısmı enteresandır. Hariz b. Osman ismindeki ravinin cerh ve tadil yönünden durumu, Münker ve Nekir vasıtası ile tesbit edilmektedir. Bu gibi rivayetlerin doğru kabul edilmesi son derece zordur. Bu gibi rivayetlerin hadisçiler tarafın­ dan nakledilmesi, hadislere karşı şüphe ile bakan kesimlerin şüp­ hesini arttırmış ve hadisçiler hakkında  da olumsuz  düşünülmesi­ ne sebep  olmuştur.

 

B.      Muamınerfın:

Hadıs nakillerindeki garip olaylardan biri de kendilerine mu­ ammen1n adını veren bir takım kimselerin, doğrudan Hz. Peygam­ ber'den veya sahabeden rivayetlerde bulunmalarıdır. Bu kimseler, peygamber zamanında veya sahabe döneminde hayatta oldukla­ rını ileri süren ve çoğunlukla Peygamber'den birkaç asır sonra ya­ şamış olan insanlardır. "Hz. Peygamber vefat ettikten sonra uzun yıllar, hatta birkaç asır sonra, kendilerinin sahabi olduklarını id­ dia eden bir hayli şarlatan çıkmıştır. Bu gibi kimseler, muammer-

 

234   Bağdadi, Şerefu Ashabi'l-Hadis, 108.

 

 

lik (uzun ömürlülük) iddiası ile, Hz. Peygamber'den sözde duy­ dukları bir kısım apokrif hadisleri nakletmekten  çekinmemişler­ dir. Bu gibilerin nakilleri, sözde Hz. Peygamber'in ağzından du­ yulmuş olduğu için bir hayli saf kimseler tarafından kabul edil­ miştir. Bu nevi kimseler tarafından tasni' edilen hadislerin miktarı çoktur"235   

Bunlardan Cafer b. Nastur er-Rumi, Hz. Peygamber'in vefatın­ dan asırlarca sonra, sahabi olduğunu ileri sürmüştür. Hicri 350 yıllarında, Farab civarında Türkler arasında şu rivayette bulundu­ ğu nakledilmektedir: ''Tebük savaşında Hz. Peygamber'in yanın­ daydım. Kırbacı elinden düştü. Atımdan indim, kırbacı alıp ona verdim. lalı, ömrünü çok uzatsın' diye dua etti. O duadan beri, 350 yıldır yaşıyon.im"236 •

Muammerundan olduğunu ileri sürenlerden biri de Serbatak adındaki Hindli bir meliktir. Kendisine yaşı sorulduğunda 725 ya­ şında olduğunu söylemiştir. Hz. Peygamber'in onu Huzeyfe (ö.h.36), Usame (ö.h.54) ve Suheyb (ö.h.38)'i İslariı'a davet et­ mek için gönderdiğini anlatmıştır. Serbatak, Hz. Peygamber'i iki defa Mekke'de, bir defa da Medine'de gördüğünü ve onun çok güzel bir sureti olduğunu da rivayet etmiştir237 •

Hadis tenkidçileri, muammerun denilen bu kimseleri yalancı­ lıkla itham etmişler ve bunların rivayetlerinin kabul edilmemesi esasını  getirmişlerdir 238 •

 

C.      Taassub:

Hadisin ve hadisçilerin İslam kültürü içerisindeki önemli rolü ve değeri inkar edilemez bir gerçek ise de hadisçilerin, çeşitli se­ beplerden dolayı gerek hadisi savunmalarındaki gerekse kelamcı­ larla mücadelelerindeki tutuculuk ve taassupları da dikkatlerden uzak değildir. Gerçekte, bu çeşit bir katılık veya müsamaha eksik-

 

235   Okiç, Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tedkikler, İst. 1959, 70-1.

236   İbn  Hacer, el-İsa.be, I.  551.

237   İbn Hacer, el-İsa.be, lll. 280; Zehebi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman (ö.h.748), Tecridu  Esmai's-Sahabe, Beyrut trs., J. 310.

238   Okiç, Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri, 71.

 

 

liği sadece hadisçilere has değildir. Kelamcılar da karşıdan için aynı kanlığı göstermekten çekinmemişlerdir. İlk asırların olduğu kadar sonraki dönemlerin de bir özelliği olarak devam edegelen taassub, her grup ve fırka için geçerlidir. Bunun örneklerinden birini, özellikle hadisçilerin, ikinci hicri asrın büyük müctehidi olan Ebu Hanife (ö.h.lSO)'ye yönelttikleri tenkidl rde görmek müm­ kündür. Doğrusunu söylemek gerekirse biz, şu ana kadar inceledi­ ğimiz birinci elden hadis kaynaklarında Ebu Hanife'ye çatmayan, onu ten d etmeyen bir kayda rastlayamadık. Bu tenkidl r, zaman zaman aşırı boyutlara varan ve ilmilik vasfını taşımayan tenkid­ lerdir. Bunlardan birinde İbn Kuteybe (ö.h.276), Ebu Hanife'yi şöyle tenkid etmektedir: "Maşrık ehlinden (doğudan) bir adam, bir sene ewel Mekke'de kendisine verdiği bir yazı ile Ebu Hanife'ye geldi. Sormuş olduğu şeyi ona (tekrar) arzetti. Ebu Hanife de vermiş olduğu bu hükümden tamamen döndü. Bunun üzerine adam ba­ şına toprak serperek şöyle dedi: 'Ey insanlar! Geçen sene bu ada­ ma geldim. Bana şu yazdığı şekilde fetva verdi. Ben de bu fetvaya dayanarak pek çok kan akıttım, pek çok kimseyi (bu fetvaya daya­ narak) evlendirdim. Bu sene de kalkmış dediğinden dönüyor..."239• İbn Kuteybe (ö.h.276), Ebu Hanife (ö.h.150) ile ilgili bu rivayeti eserine alırken onun, insanların kanını dökmeye neden olacak ve namusların heder olmasına yol açacak bir fetvayı vermeyeceğini düşünmemiştir. Muhtemeldir ki, kendisinden önceki hadisçilerin Ebu Hanife hakkındaki aşırı görüşlerinin etkisinde kalmışrır240 •

Meşhur bir hadisçi olan İsmail b. Ebi'l-Fadl el-Kumu.si, "aşırı taassubları ve insaflarının azlığı sebebiyle hoşlanmadığım üç hadis hafızı vardır: El-Hakim Ebu Abdillah en-Neysaburi (ö.h.405), Ebu Nuaym el-İsbehani (ö.h.430), Ebu Bekr el-Hatib (el-Bağdadi, ö.h.463)" 241 derken, hadisçilerin taassubuna işaret etmektedir. Bu üç hadisçi aynı  zamanda  rical tenkidçisidir. Kumu.si, onları  taas-

 

 

239  İbn Kuteybe, Tevilu Muhtelifi'l-Hadis, 71. (2. Baskı)

240 İbn Abdilber (ö.h.463) de hadisçilerin Ebu Hanife'yi tenkid etmekte aşın gittikleri kanaatindedir. Bkz. İbn Abdilber, Ciimiu Beyiini'l-İlm, II. 181.

241 Yakut el-Hamevi, Ebu Abdillah (ö.h.626), Mu'cemu'l-Udebii, London 1923, l. 251-2.

 

 

subla suçlarken, herhalde, rical tenkidindeki tutumlarını kasdet­ mektedir.

Bu taassub, bazen, İslam düşmanlarının ve bid'at grupların or­ taya attıkları fikirleri çürütme sadedinde de açığa çıkmaktadır. Mesela, Rafızilerin Hz. Ali'yi öven ve onun faziletine dair hadisler uydurdukları zaman, sünnet taraftarları da Hz. Ebu Bekr'in fazi­ letlerine dair hadisler uydurmayı ihmal etmemişlerdir. İbnu'l-Cevzi (ö.h.728), bu durumu şöyle dile getirmektedir: "Sünnete yapış­ tıklarını ileri süren nasipsiz bir _grup, taassuba düşerek, Hz. Ebu Bekr'in faziletlerine dair hadisler uydurmuşlardı r"242 •

Öte yandan, hadisçiler, kelam ilmini ve kelamcıları zemmeden eserler yazarak ya da yazdıkları eserlerde bu konulara dair müs­ takil bablar açarak taassublarını sürdürmüşlerdır. Hadisçiler, kela­ mcılara karşı böyle davranmakta haksız sayılmazlar. Ancak, had­ di aşmaları, taassubun işareti olsa gerektir. Nitekim 'bid'atçı', 'sa­ pık', 'kafir', 'zındık' gibi sivri ve keskin ifadeler, hadisçilerin karşıt­ ları için kullandıkları sıfatların bir kısmıdır. Bu tip suçlamalar, kar­ şıtlarının onlara bakışını olumsuz yönde etkilemiş olmalıdır.

 

D.     Çelişkili,  Zayıf  ve  Uydurma Hadisler:

Kelamcılar, hadisçileri, çelişkili ve uydurma haberleri rivayet etmekle suçlamışlardır. Bu suçlamalar, hadisçilerin konu ile ilgili müstakil eserler yazmalarına sebep olmuştur. Bunlardan biri, yukarıda adı geçen, İbn Kuteybe (ö.h.276)'ye aid olan Tevilu Muhte­ lifi'l-Hadis isimli eserdir. İbn Kuteybe, bu eserinin girişinde, kelamcı­ ların hadisçilere yönelttiği tenkidleri toplamıştır. Bu konuyu ora­ dan  takip edelim.

"...Sen, kelamcıların hadisçileri hor görüp onlara hakaret et­ tiklerine, kitaplarında hadisçileri kötülemek için pek çok söz sarf ettiklerine, onları uydurma ve mütenakız rivayetlerde  bulunmak­ la, dolayısıyla ihtilafın vukuuna, fırkaların çoğalmasına, (müslü­ manlar arasındaki)  bağların  kopmasına,  müslümanlann  birbirine

 

242 İbnu'l-Cevzi, Kitabu'l-Mevzuat, J. 303; Aynca bkz. Ebu Gudde, Abdulfettah, Mevzu

Hadisler, 57 vd.

 

 

düşman olup, birbirini küfürle itham etmelerine sebep olmak ve her fırkanın kendi mezhebi için bir takım hadislere bağlanabilme­ lerine imkan vermekle suçladıklarına dair bildiğin şeyleri bana haber vermek için yazıyorsun"243 •

"...Bunlara ilaveten, ahkama dair rivayetlerin çokluğu sebebiy­ le fakihler farklı fetvalar verdiler. Pek çok fıkıh meselelerinde Hicaz ekolü ile Irak ekolü ayrıldı ve her biri hadisçilerin rivayetlerinden bir esasa  dayandılar.

Üstelik (hadisçiler) teşbih ifade eden hadisleri rivayet etmekle Allah'a iftira ettiler" 244 •

"(Hadisçiler) bütün bu ahmakça rivayetleriyle İslam düşman­ larını İslam'ın üzerine kışkırtmış ve zındıkları güldürtmüşlerdir. İslaİn'a girmeye meyli olanları soğutmuş, şüphede olanların şüp­ helerini arttırmışlardır" 245•

"...Bununla beraber, bunlar (hadisçiler), rivayet ettikleri şeyler hakkında insanların en cahili ve talep ettikleri şeylerden en az nasibi olan kimselerdir"246 •

İbn Kuteybe (ö.h.276), kelamcıların hadisçilere yönelttiği suç­ laman bu şekilde özetlemektedir. Onun adı geçen eseri de, kela­ mcıların bu suçlamalarına cevap vermek üzere kaleme alınmıştır. Kelamcıların hadisçilere yönelttikleri bu gibi suçlamaların bir çoğu doğru değildir. Bunlar, tamamen taassub ve düşmanca duygu­ lardan kaynaklanmaktadır. Ancak, hadisçilerin bazı noktalarda ya­ nılgıya düşerek çelişkili, zayıf veya uydurma hadisleri eserlerine almış olmaları, karşıtlarının eline önemli bir koz verdiği gibi, taraf­

sız halk kitlelerini de  şüpheye sürüklemekten  kurtulamamıştır.

 

E.      Akla ve Tecrübeye Zıt Hadisler

Hadisçilerin tenkid edildiği noktalardan biri de, akla ve tecrü­ beye zıt hadisleri eserlerinde nakletmiş olmalarıdır. Hadisleri ten­ kid ederken  akla  da  önem vermiş olmalarına  rağmen, akla zıt ha-

 

243   İbn Kuteybe, Tevil, 59.  (İstanbul, 1989.  2.Baskı)

244   İbn Kuteybe, Tevil, 66. (İstanbul, 1989. 2.Baskı) 245 İbn Kuteybe, Tevil, 68. (İstanbul, 1989. 2.Baskı) 246  İbn Kuteybe, Tevil, 71.  (İstanbul, 1989.  2.Baskı)

 

 

berleri nakletmeleri, hadisçiler aleyhine bir puan olmuştur. En sa­ hih hadis eserlerinden biri olan Sahihi Buhari bile bu tip hadisleri ihtiva etmektedir. Ebu Zer (ö.h.31) tariki ile gelen bir hadiste, Hz. Peygamber, güneşin batnğı esnada Ebu Zer'e 'güneşin nereye git­ tiğini biliyor musun?" diye sorar. Sonra şöyle devam eder: "Güneş gider ve Arş'ın alnnda Allah'a secde eder. Sonra (geri dönmek için) izin ister ve ona izin verilir..."247 •

Halbuki, bugün biliyoruz ki, güneş battıktan sonra hiçbir yere gitmemekte,. sadece bir küre şeklinde olan dünyamızın diğ r yü­ zünü aydınlatmaktadır. Astronomi ilminin verileri ışığında bakıl­ dığında bu hadis, gerçeğe zıt gibi görünmektedir. Özellikle aklı her şeyin -vahyin bile- önünde kabul eden bir düşünceye göre, böyle bir hadisin kabul ediimesi imkansızdır. Astronomi verileri ışığında hareket edenler, hadisin tevili konusunda herhangi bir gayret sarfetmedikleri halde, bu gibi hadisleri reddetmekte ve bu nedenle hadisçileri tenkid etmektedirler. Aynı karşılaşnrmayı ya­ pan Ayni (ö.h.855) de eticede hadisin güvenilir olduğunu söyle­ mekte ancak, hadisi tevil etme yolunu tutmamaktadı r248 •

Burada kayda değer bir başka misal, meşhur sinek hadisidir. Bu hadise göre Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Sizden birinin yemeğine sinek düşerse, sineğin tamamını o kaba banrsın ve sonra sineği çıkarıp atsın. Şüphesiz ki onun bir kanadında şifa diğerinde  ise hastalık vardır"249 • Geçmişte olduğu gibi250 , bugün de bu tip hadislerin sıhhatini.ısrarla savunan ilim adamları vardır251 • Aslında . bu gibi hadislerin doğruluğunu ispatlamaya çalışmanın bir anlamı yoktur. Zira, anlamı doğru olsa bile, insanlara tiksindirici gelen böyle bir rivayetin insanlarda olumsuz duygular yaratacağı   açıknr.

 

 

247   Buhari,  Bed'u'l-Halk, IY. 75.

248   Bkz. Ayni, Bedruddin el-Hanefi  el-Ayni,  Umdetu'l-Kaari li  Şerhi Sahihi'l-Buhari, İst.  1308, VII, 223.         ·

249   Buhari, Bed'u'l-Halk, IV. 100; Tıb, VII. 33; İbn Mace, Tıb, il, 1159; Ebu Davud, Et'ıme, IV. 182; Darımi, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman b. Fadl b. Behr­ am (ö.h.255), es-Sünen, Daru İhyai's-Sünneti'n-Nebeviyye trs. Et'ıme, il. 99; Ah­ med  b. Hanbel, il. 246.

250   Bkz. İbn  Kuteybe,  Tevil, 353-58.

251   Bkz. Denizkuşları, Mahmud,  Kur'anı Kerim ve Hadislerde Tıp, İst. 1982, 29  vd.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

77

 

Tabiidir ki bu gibi rivayetler, hem hadisçiler hem de hadisler için olumsuz bir puan olmuştur. Bir yandan tecrübeye, diğer yan­ dan akla ters düşen bu rivayetleri, bir noktada hadislerin kıymeti­ ni de düşürmüştür.

 

 

 

 

 

 

 

 

HADiS İNKARCILARI

 

Hadis İnkarının Başlangıcı

Hadis inkarının ne zaman başladığı hususunda elimizde kesin bir bilgi yoktur. Bununla beraber, Hz. Peygamber'den nakledilen bazı rivayetler, onun hadis ve sünnete karşı olumsuz bir tavır takı­ nılacağı ihtimalini göz önünde bulundurduğunu gösterinektedir. Hadis kaynaklarının bir çoğunda yer alan bir hadisinde Hz. Pey­ gamber şöyle demektedir:

"Hiçbirinizi, koltuğuna yaslanmış otururken, benim  bir emrim ya da yasağım kendisine ulaştığında, 'bilemiyorum, biz sadece Al­ lah'ın  Kitabı'nda  bulduğumuza  uyarız' derken işitmeyeyim" 252•

Bu hadisin zahiri anlamından hareketle, Hz. Peygamber döne­ minde hadis ve sünnete menfi yaklaşan bazı kimselerin bulundu­ ğu düşünülebilirse de, Hz. Peygamber döneminde hadis ve sünne­ tin reddedildiğine dair elimizde hiçbir ip ucu yoktur. Hatta, mev­ cut bilgilerimiz bunun tam tersini göstermektedir.

Bu hadisin sebebi vürudu göz önüne alındığında, Hz. Peygam­ ber'in kuşkusunun ileriye yönelik olduğu anlaşılmaktadır253 • Hadi­ sin, sebebi vürudu açısından tahlili, konuya açıklık getirmesi ba­ kımından önemlidir. Hz. Peygamber, bu sözlerini Hayber'in fet­ hinden biraz önce söylemiştir. Hayber ve çevresindeki Yahudiler, müslümanların Hayber'i fethettikleri takdirde birçok ganimetleri

 

252   Tirmizi, İlm, V. 37-8; İbn Mace, Mukaddime, I. 6; Ahmed b. Hanbel, VI. 8; Ebu Davud, V. 12; Şafii, Risale, 403-4; İbn Hıbbiin, Muhammed el-Busti (ö.h. 354),es­ Sahih (el-İhsan bi Tenibi Sahihi İbn Hıbbiin, Alauddin Ali b. Balebiin, ö.h.739), Beyrut 1407/ 1987, l. 108; Neysabfıri, Müstedrek, 1. 108-9; Bağdadi, Kira.ye,   39,

42; İbn Abdilber, Cami, il. 232 vd; Beyhaki, Delail, 1. 24-5 ve VI. 549; Heysemi, Nuruddin Ali b. Ehi Bekr (ö.h. 807), Mecmau'z-Zevaid ve Menbeu'l-Fevaid, Beyrut 1967, 1. 155.

253   Hadisin sebebi vürudu için bkz. Bağdadi, Kifaye, 39   vd.

 

 

paylaşacakları gibi, o gün için çok değerli bir mal olan merkeplere el konulup yenebileceğini yayarak müslümanlara  karşı  bir  taraf­ tar kitlesi oluşturmaya çalışıyorlardı. Bunu haber alan Hz. Pey­ gamber, ehli eşek etinin yenmesini yasaklayan hadisini irad et­ mişti. Ardından da yukarıdaki sözlerini söylemiştir. Bu hadiste geçen 'koltuğa yaslanma' tasviri, fetih ve zafer ardından gelecek olan doğal gevşemeye işaret etmektedir. Ganimetler arasında ken­ dini kaybedebilecek olan askerlerin bir takım aşırılıklara kaçabi­ leceği ihtimali her zaman mevcuttur. Zafer sa hoşluğu ve ganimet bolluğu karşısında hareketlerini kontrol edemeyecek  olan  asker­ ler, Yahudilerin çok değer verdiği bir takım malları heder ettikleri takdirde, Yahudiler propagandalarında haklı çıkacaklardır.  İşte,  Hz. Peygamber ilk anda, savaştan sonra ortaya çıkabilecek  tablo­ ya işaret etmektedir. 'Hz. Peygamber'jn emir veya yasağının ulaş­ ması' ifadesi ile kasdedilen şudur: Savaşın zorluklarını aşarak za­ fere ulaşmış ve ganimetler arasında kalmış olan askerlerin, Hz. Peygamber'in Kur'an'dan bağımsız olarak verdiği ganimetler ko­ nusunda dikkatli davranılması  emri ve ehli eşek etinin  yenmeme­ si yasağı bir an için de olsa çiğnenebilecektir. Bu emre karşı çıkma tavrı da, Kur'anı Kerim'e bakıp böyle bir emri görememekten kay­ naklanabilecektir. Nitekim, hadisin son kısmında geçen, 'biz Kur'­ an'da bulduğumuza uyarız' sözleri, bu ihtimali gözler önüne ser­ mektedir. Burada, Hz. Peygamber, bir devlet başkanı, bir ordu ko­ mutanı olduğu kadar, bir dinin kurucusu olarak da görevini yap­ maktadır. Bu açıklamalar göz önünde bulundurulursa, Hz. Pey­ gamber'in hadislerin reddedilmesi bağlamında yaptığı  uyarı,  ya­ kın gelecekte ortaya çıkması muhtemel bir durumla  ilgilidir.  Fa­ kat, bu, ihtimali bir durum olup, Hayber'in fethinden sonra böyle  bir olaya rastlanmamıştır. Belki de Hz. Peygamber'in erken uyarısı etkili olmuştur denilebilir. Bu misalde de açıkça görüldüğü gibi, hadislerin inkar edilmesi sahabe arasında mümkün olmamıştır. Zaten, hadisleri inkar gibi bir hareketin  Hz.Peygamber  dönemin­ de  ortaya  çıktığına  dair  herhangi  bir ip ucuna rastlayamıyoruz.

Hz. Peygamber'in vefatından sonraki tarihi gelişmeler incelendi­ ği zaman, Ebu  Bekr  (ö.h.13)  ve Ömer  (ö.h.23)  zamanlarında ge-

 

 

nel istikrarın ve dine bağlılığın had safhada olması açısından bu gibi bir teşebbüsün izlerine rastlamak mümkün değildir. Hz. Pey­ gamber'in vefatından sonra ortaya çıkan ridde olaylarını bunun dışında tutmak gerekmektedir. Çünkü, ridde olayları, hadislerin inkarı değil,  bir dinin  toptan  reddedilmesi olayıdır.

Bununla beraber, hadislere karşı olumsuz tavır sergilenmesine dair tesbit edilebilen ilk ve en eski olay, Abdullah b. Mesud (ö.h.32) ile Benu Esed'ten  bir kadın arasındaki şu  konuşmadır:

"Benu Esed'ten bir.kadın, Abdullah b. Mesud (ö.h.32)'un yanına gelerek ona şöyle dedi: 'Duyduğuma göre, döğme yapan ve yaptıra­ na lanet ediyormuşsun. Ben, iki kapağın arasındakileri (Kur'an'ı) okudum. Ancak, senin söylediğin gibi bir şey bulamadım'. Bunun üzerine Abdullah, kadına 'evine git tekrar bak' dedi. Kadın gidip baktı ve bir şey göremedi.  O zaman, Abdullah  b. Mesud   kadına;

'Resul size neyi verirse onu alın. Neyi yasaklarsa ondan da kaçı­ nın'254 ayetini okudu. Kadın; 'evet, haklısın' diyerek geri döndü"255 .

Bu rivayetten  başka, Abdullah b. Mesud  (ö.h.32)'un "yakında,

sizi Kur'an'a çağıran, ancak onu arkalarına atan bir takım insanlar gelecek. Size düşen, ilme sarılmak, bidatlardan kaçınmaktır..."256 uyarısı da  yukarıdaki  rivayeti güçlendirmektedir.

Bu iki rivayet, hadis ve sünnete karşı olumsuz yaklaşımın ilk ve en eski belirtileri olarak karşımıza çıkmaktadır. Şimdilik, hadis inkarının başlangıç tarihini belirlememize  yardım edecek başka  bir rivayete sahip değiliz.

Bu rivayetlerden ilkinde, Benu Esedli kadının hadise karşı tav­ rının yorum farklılığından kaynaklandığı görülmektedir. Kadının bu olumsuz tavrı, herhalde, rivayetlerin tümüne karşı değil, sade­ ce 'döğme yapan ve yaptırana lanet edilmesi' ile ilgili  rivayetedir.

 

254 59-Haşr-7.

;:ss İbn Abdilber, C.ı.miu Beyani'l-İlm, il. 230; Müslim, Libas, III. 1678, Had. No: 120;Bağdadi,  Kifiiye,  44.  Hz.  Peygamber'in  döğme  yapan  ve  yapnran  ile ilgili bu

ifadeleri için ayrıca bkz. Buhari, Tefsir Sure 59, VI. 58, Bab: 14 (Abdullah b. Me­ sud'dan);  Libas,  VII. 61-2,  Bilb: 82  (Abdullah  b. Mesud'dan);  Talak, vı. 188, Bab:

59 (Ebu Cuhayfe'den); Libas, Vll. 64, Bab: 85 (Abdullah b. Ömer, Esma, İbn Me­ sud'dan); Libas, VII. 64, Bab: 87  (Ebu Hureyre'den)

!.Sb  İbn Abdilber, Camiu Bayani'l-İlm, il.  237.

 

 

Muhtemelen bu kadın, döğme yaparak geçimini sağlayan veya en azından döğme yaptırmış birisi olabilir. Bu sebepten, kadının tep­ kisi söz konusu rivayete olmaktadır. Fakat, kadının tavrında ilgi çekici bir taraf daha vardır. Kadın, döğme yapana lanet edildiği şeklindeki rivayet kendisine ulaşınca, Kur'an'ı gözden geçirmiş, bu lanetleme ile ilgili açık bir ayet görememiştir. Burada, kadının 'riva­ yetleri Kur'an ile temellendirme' diyebileceğimiz bir tavrına şahid olmaktayız. Yani, aynı tehdidi Kur'an'da açıkça bulsaydı tereddüt­ süz kabul edecekti. Faka , Kur'an'da böyle bir konunun açıkça zik­ redilmemiş olması, kadının söz konusu rivayete tereddütle bak­ masına yol açmıştır. Abdullah b. Mesud (ö.h.32)'un cevabından, onun, kadının metodundaki yanlışlığı sezdiğini ve ona göre bir cevap verdiğini anlamaktayız. Yani, Abdullah b. Mesud, hadis ve sünnetin aslının mutlaka Kur'an'da bulunabileceğine, ancak, doğ­ ru bir metod takip edilmesinin gerekli olduğuna da işaret etmiş olmaktadır.

Abdullah b. Mesud, hicri 32 yılında vefat ettiğine göre, hadis inkarının bu tarihten hemen önce başladığını kabul edebiliriz. Dik­ kat edilirse, bu tarih, Hz. Osman (ö.h.35)'ın öldürülmesinden ön­ cedir. Yani, ilk fitne olayının ortaya çıkmasından önceye tesadüf etmektedir.

Biz, fikri dejenerasyon ile siyasi ve toplumsal çözülme arasın­ da bir paralellik gözlemlemiştik. Aynı gözlemi hadislerin redde­ dilmesi hareketinde de yapmamız  mümkün  olmaktadır.  Ancak, bu çözülme, ilk fitnelerden sonra değil, onlardan hemen öncedir. Klasik ve yeni araştırmalarda, tüm bu olayların ilk fitnelerden kay­ naklandığı ileri sürülmekte ise de hakikatte, fitne olaylarının or­ taya çıkabilmesi için gerekli olan ortamın sağlanması bu gibi ge­ lişmelere bağlıdır 257 •

 

257 Burada, geçmişten günümüze kadar savunulagelen bir iddianın tersini ileri sürme dürumundayız. İslilm'daki her tür fikri ve dini dejenerasyonun  müsebbibi  olarak ilk fitneler -Hz. Osman'ın katli, Cemel ve Sıffin savaşları- gösterilmektedir. Halbu­ ki, bu olaylar birer sebep değil sonuçtur. Hadislerin inkar edilmesi bu olaylara bağlanır. Hadis uydunnacılığının bu olaylardan sonra ortaya çıktığı ileri sürülen mezhepler tarafından başlatıldığı söylenir. Oysa, yukarıda göriildüğü gibi, ilk hadis inkarı olayları Hz. Osman'ın katlinden önce başlamıştır.  Hadis  uydurmacılığının da  bu açıdan  ele alınarak  yeniden değerlendirilmesi gerekecektir.

 

 

Fakat, hadis inkarının sebeplerini incelerken uzun uzun ele al­ dığımız gibi, ilk fitne olaylarının yarattığı siyasi, sosyal ve dini bir bunalım atmosferi mevcuttur. Bu bunalım ve bulanıklık, hadis inkarını körükleyen en önemli faktörlerden birisi olmuştur. Nite­ kim, ileriki kısımlarda da görüleceği gibi , ferdi ya da grup inkarında bu ortamın etkisi oldukça  bariz bir şekilde   hissedilmektedir.

Abdullah b. Mesud misalinde olduğu gibi, Ubade b. Sa.mit (ö.h.3 4)'in "Resulullah iki dirhemin bir dirhem  karşılığı değiştirilmesini y saklamıştır" hadisini rivayet etmesi üzerine, o ada  bulunanlar­ dan birinin "peşin olursa bunda bir sakınca görmüyorum" diyerek hadise  karşı fikir açıklaması, aynı yıllara  tesadüf  etmektedir258 

Bu iki saha.binin başından geçenler, hadis ve sünnet inkarının, Hz. Osman'ın hicri 35'de öldürülmesinden önce başlamış olduğu­ nu göstermektedir. İlk fitnelerin değiştirdiği ve bir anlamda dini yapıyı da bozduğu bunalımlı yıllarda, bu inkar faaliyetinin hızlan­ dığı görülmektedir. Nitekim, elimizdeki bir başka misal, sahabi İmran b. Husayn (ö.h.52) ile ilgilidir. İmran b. Husayn, birgün mescidde hadis rivayet ederken, orada bulunanlardan biri ileri atılarak, "ey Eba Nuceyd! Bırak şu hadisleri, bize Kur'an'dan ha­ ber ver" der. İmran'ın buna cevabı sert olur259 •

İmran b. Husayn misali öncekilerden daha farklıdır. Önceki misallerde görülen şüphe ya da metodik farklılık, bu kez yerini inatçı bir hadis aleyhtarlığına bırakmıştır.  Buradaki  şahıs, 'bırak şu hadisleri, Kur'an'dan haber ver' derken, bir yandan hadisi kü­ çümsemekte, diğer yandan Kur'an adına hareket ettiği izlenimini vermektedir. Tabii', bu şahsın tavrının ardında, sahabi kavramına karşı duyulan bir saygısızlığın izlerini de sezebilmek mümkün ol­ maktadır.

Alimler, "...benden size bir hadis rivayet edilirse, onu Allah'ın Kitabı'na arzediniz. Kur'an'a  uygun olan bendendir, ters  düşen

 

 

258  Danmi, Sünen, 1. 118. ·

2 59  Bkz. Neysabfıri, Müstedrek, İlm, I. 109; Bağdadi, Kifaye, 48; Suyfıti, Miftah,  20,

35-6; Beyhaki, Delfül, 1. 25; İbn Ebi Asım, Sünne, il. 386; Abdurrezzak, Musannef,

XI. 255; Hemedani, İ'tibar, 26; Şatıbi, Ebu İshak İbrahim b. Musa (ö.h.790), el­ Muvafakat fi Usfıli'ş-Şeria, Beyrut trs., il. 19.

 

 

benden değildir"260 hadisinin zındıklar ya da Hariciler tarafından uydurularak Sevban (ö.h.54)'dan nakledildiğini belirtmektedir­ ler. Sevban, hicri 54 yılında vefat ettiğine göre, bu hadis daha sonraki bir tarihte uydurulmuş demektir. Zira, Sevban hayattay­ ken onun adına h;ıdis uydurup Hz. Peygamber'e atfetmek imkan­ sızdır. O halde, hicri birinci asrın ilk yarısında başlayan hadis ve sünneti reddetme hareketleri, birinci asrın ikinci yarısından itiba­ ren, hadis aleyhine hadis uydurmak suretiyle devam etmiştir.

E u Hureyre (ö.h.59)'nin bir hadis rivayet ettiğin e alaya alın­ ması261 ile Muaviye b. Ebi Sufyan (ö.h.60)'ın "bir insan için en büyük sapıklık, manasını anlamadığı halde Kur'an okuması, onu çocuk, köle, kadın ve cariyelere öğretmeye kalkmasıdır. O kimse

ile ehli ilm  (hadisçiler)  mücadele eder" 262 diyerek etrafındakileri

uyarması, birinci asrın ikinci yarısına dair tesbit edilebilen hadis karşın hareketlerdir.

Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Ancak, hadis ve sünneti reddetme hareketinin bpşlangıç tarihini tesbit edebilmek için bu misallerin yeterli olduğu kanaatindeyiz. Burada kısaca zikrettiği­ miz misaller ile birlikte konu ile ilgili diğer misalleri, Ferdi İnkar Gayretleri'ni ele alırken etraflıca inceleyeceğiz.

Ancak, 'Ferdi İnkar Gayretleri'ne geçmeden önce bir hususun daha aydınlatılmasında fayda vardır. Bazı çağdaş araştırmacılar, hadis inkarcılarının daha çok Irak ve çevresinden çıktığını ileri sürmektedirler. Mesela, Mustafa el-A'zami, bu konudaki görüşleri­

ni, "hadis inkarcıları büyük ihtimalle, kendine has bir şekilde Irak'- tan çıkmıştır"263 diyerek ifade etmektedir. Yine çağdaş araştırma­

cılardan Muhammed Tahir Hekim, "Sünnetin Etrafındaki Şüphe­ ler" adı ile Türkçe'ye çevrilen eserinde aynı görüşü zikretmekte­ dir264. Ne var ki, hadisleri inkar ettiğini tesbit ettiğimiz bazı kişiler

 

 

260   Bu hadis ile ilgili geniş bilgi için bkz. Ahmed Hamdi Akseki, Riyazu's-Salihin (Mu-

kaddimesi),  DİB Yay. Ank. 1976, XXI.  vd.

261   Bkz. Darımi, Sünen, 1.  116.

262   İbn Abdilber, Camiu Beyani'l-İlm, il.   237.

263   .A'.zami, Dirasat, 22.

264   Hekim, Muhammed  Tahir, Sünnetin  Etrafındaki  Şüpheler, 30.

 

 

 

 

 

 

 

 

84

 

 

Irak dışındandır. Bu durum, hadis inkarcılarının sadece Irak çev­ resinden çıkmadığını göstermektedir. Fakat, Irak cephesinin tarih boyunca re'yciler olarak anılması ve hadis ekolü ile re'y ekolü ara­ sında sürekli bir mücadelenin var olması, araşnrmacılan bu kana­ ata sevketmiş olabilir. Bilinmelidir ki, hadisleri reddeden ilk bid'at mezheplerin mensupları sadece Irak'ta yaşamıyorlardı. Bunlar, ge iş İslam coğrafyasına dağılmış durumdaydılar.

Burada, hatırlatılması gerekli olan ikinci önemli nokta, hadisle­ ri reddedenlerin, özellikle il hicri asırlar içerisinde, kemmiyet bakımından az olduğudur. Kitabımızın sonunda da tekid edeceği­ miz gibi, geniş halk kitleleri hadise son derece bağlı yaşamaktay­ dı.

 

 

 

 

 

 

 

-85

 

 

 

 

 

 

 

 

FERDi İNKAR GAYRETLERİ

Hadisleri inkar ettiklerini tesbit ettiğimiz bir takım kişilerin ta­ vırları kişisel seviyede kalmıştır. Bunların bir çoğunun isimleri kay­ naklarda geçmemektedir. Bu yüzden kimlikleri hakkında bilgi sa­ hibi olamamaktayız. Hadisleri inkarları ferdi düzeyde kaldığı için, 'ferdi inkarcılar' olarak düşünülmüştür. Ancak, materyallerin ver­ diği bilgiler ölçüsünde, onları da basit bir sınıflamaya tabi tutarak ele almanın yararlı olacağı kanaatindeyiz. Bu sınıflamayı yapar­ ken esas olarak inkara yönelten temel etkeni göz önünde tutmaya çalışacağız.

 

A.     Bilgisizlik ve Şüphe Sebebiyle  Hadisi  İnkar Edenler:

Bu konudaki en eski misallerden biri, sahabi İmran b. Husayn (ö.h.52)'ın kimliği belirsiz bir kişi ile hadis üzerine tartışmasıdır. Bu rivayete göre İmran b. Husayn, birgün, mescidde hadis rivayet ederken 265 orada bulunanlardan biri ileri atılarak, "ey Eba Nu­ ceyd! Bırak şu hadisleri, bize Kur'an'dan haber ver"266 der. İmran­ 'ın buna cevabı şu olur: "Sen ve arkadaşların Kur'an'ı okuyorsu­ nuz. Bana, namazdan, namazın şartlarından ve rekatlarından ha­ ber verebilir misin? Yatsı namazının dört, akşamın üç, sabahın iki, öğlenin iki ve ikindi namazının dört rekat olduğunu (Kur'an'da) buluyor musun?..."267 •

 

265   Bazı rivayetlerde şefaatle ilgili hadis rivayet ederken, bazı rivayetlerde de hadis müzakere edilirken denilmektedir. Bkz. Beyhaki, Delail, 1. 25; Suyi'ıti, Miftah, 35- 6.

266   Bazı rivayetı.;rde, "ey Ebii Nuceyd! Bize bir takım hadisler rivayet ediyorsunuz. Biz bu hadislerin aslını Kur'an'da bulamıyoruz" şeklindedir. Bkz. Beyhaki,  Delail, 1. 25; İbn Ebi Asım, Kitabu's-Sünne, il.  386.

267   Neysabı'.ıri, Müstedrek, İlm, I. 109; Bağdadi, Kifaye, 48; Suyfıti, Miftah, 20, 35-6; Beyhaki, Deliiil, I. 25; İbn Ehi Asım, Sünne, II. 386; Abdurrezzak, Musannef, XI. 255; Hemedani,  İ'tibar, 26; Şatıbi, Muvafakat,  il.  19.

 

 

Ahmed Emin'in naklettiği başka bir olay, hadisleri inkar eden bazı kimselerdeki  bilgisizliğe örnek teşkil etmektedir.  Buna  göre,

{

Zeyd b. Suhan (ö.h. 36) hadis rivayet ederken bir bedevi yanına gelerek, "vallahi, rivayet ettiğin hadis beni çok şaşırttı. Şu (kesik) elin de beni şüphelendiriyor" der. Bedevi, bununla Zeyd'in elinin hırsızlık sebebiyle kesilmiş olabileceğini ima ettirmektedir. Zeyd, bedeviye, "elimden dolayı niçin şüphe ediyorsun? Kesik olan sol elimdir" deyince, bedevi, "vallahi, (hırsızlıkta) sağ el mi yoksa sol el mi kesil r, bilemiyorum" diye cevap vermiştir268 • Hırsızlık a hangi elin kesileceğini bilmeyen bu bedevinin, kesik elini bir nevi cerh sebebi gibi kabul ederek Zeyd'in rivayetini reddetmeye çalışması onun  bilgisizliğinin açık bir göstergesidir.

Ahmed b. Ali el-Ebbar, Ehvaz'da bir adamın "hadisçiler değer­ siz adamlardır" demesi üzerine, "...ashabı hadisi diline dolayaca­ ğına senin için en hayırlı olanı yap. Asıl sen beş para etmezsin..." diyerek çıkışmıştır269 •

Bu rivayetler, bazı kimselerin hadisleri bilgisizlik sebebiyle red­ dettiklerini göstermektedir. Bu bilgisizlik o dereceye varmıştır kj, misallerde görüldüğü gibi, bu kişiler amel etmekte oldukları aslı reddettiklerinin dahi farkında değillerdir. Özellikle birinci ve son misallerde, inkarcıların, hadisleri reddettikleri halde, dini ibadet­ lerini hadis ve sünnetin bildirdiği ölçüler içerisinde yerine getir­ dikleri anlaşılmaktadır. Ancak, bu kişilerin  reddettikleri  hadisle­ rin hangi hadisler olduğu bilinmemektedir. Hadislerin tümünü mü reddetmektedirler yoksa, o anda söz konusu olan hadisleri mi red­ detmektedirler, bu  belli değildir.

Her ikisi de ihtimal dahilinde olmakla beraber, İmran misalin­ den harek tle, reddedilenin tüm hadisler olduğu ileri sürülebilir. Zira, bu rivayetin bazı varyantlarında, İmran'ın şefaat ile ilgili hadis rivayet etmekte olduğu söyleniyorsa da, İmran'ın cevabından ge­ nel olarak hadislerin reddedildiği anlaşılmaktadır. Çünkü, İmran, burada, hadis ve sünnetin otoritesini tesbit edecek tarzda bir ce­ vap vermektedir.

 

268   Eınin, Ahmed, Fecru'l-İslam, 82.

269   Bağdadi, Hatib, el-Kifaye fi İlmi'r-Rivaye, 34.

 

 

B.      Kur'an'da  Aslı Bulunmayan  Hadislerin  İn.kan:

Sahabe dönemine aid bazı rivayetler, Kur'an'da aslı bulunma­ yan bir takım hadislerin  reddedildiğini göstermektedir. İmam  Şa­ fii (ö.h.204), kendisinden önceki alimlerin sünneti bu açıdan üç kısma ayırdıklarına dikkat çekmektedir. Buna göre, sünnetin ilk iki kısmında 'Kur'an'da bir aslı bulunan' sünnetler yer almaktadır. Üçün­ cü kısım sünneti ise, 'Kur'an'da aslı bulunmayan' sünnetler oluştur­ maktadır. Şafii'ye göre, üçüncü kısımda yer alan sünnetler üzerinde ihtilaf vardır. Bir kısım alimlere göre, Hz. Peygamber'in bu kısımda yer alan sünnetleri de bağlayıcıdır. Buna karşılık, bazı alimlere göre, sünnetin tamamı Kur'an'dan bir asla dayanmaktadır270 •

·        Buna rağmen, bazı kimselerin Kur'an'da aslını bulamadıkları hadisleri reddettiklerini görmekteyiz.

Ubeydullah b. Ziyad (ö.h.67), bir gün Zeyd b. Erkam (ö.h. 66)'1 yanına çağırarak "Resulullah'tan rivayet ettiğiniz ve Kur'an'da gö­ remediğimiz bu hadisler de neyin nesi? Resulullahın havzı oldu­

ğunu rivayet ediyormuşsun" der. Zeyd, bu soruya kısaca, "biz sa­ dece Resulullah'tan rivayet ettik" cevabını vermiştir271 .

Şimdi de bir başka sahabinin başından geçen bir olaya bakalım. "Benu Esed'ten bir kadın, Abdullah b. Mesud (ö.h.32)'un yanına gelerek ona şöyle dedi: 'Duyduğuma göre, döğme yapan ve yaptıra­ na lanet ediyormuşsun. Ben, iki kapağın arasındakileri (Kur'an'ı) okudum. Ancak, senin söylediğin gibi bir şey bulamadım'. Bunun üzerine Abdullah, ·kadına 'evine git tekrar bak' dedi. Kadın gidip baktı ve bir şey göremedi. O zaman, Abdullah b. Mesud kadına 'Resul size neyi verirse onu alın. Neyi yasaklarsa ondan da kaçı­ nın'272 ayetini okudu. Kadın, 'evet, haklısın' diyerek geri döndü''273•

Dövme yapmanın veya yaptırmanın haram olduğuna dair açık bir ayet yoktur. Bununla beraber, Abdullah b. Mesud'un rivayet etti­ ği hadise dayanılarak bu fiil kötü bulunmuş ve haram   kılınmıştır.

 

270   Bkz. Şafii, Risale, 91-3.

271   İbn Ebi Asım, Kitabu's-Sünne, II. 322 vd.

272 59-Haşr-7.

273   İbn Abdilber, Camiu Beyani'l-İlm, II. 230; Bağdadi, I<i(aye, 44. Ayrıca bkz. 255 numaralı  dipnot.

 

 

 

 

 

 

 

 

-----------. 88

 

 

Hadislerin dışlanarak sadece Kur'an ile yetinilmesi, bazen iste­ nilmeyen neticeler verebilmektedir. Nitekim Eyub es-Sahtiyani (ö.h.131), "birine sünneti rivayet ettiğin zaman, 'bırak bunu, bize Kur'an'dan  haber ver' diyorsa  bil ki sapıtmış tır"274 •

Umeyye b. Abdillah b. Halid, Abdullah b. Ömer (ö.h.73)'e "se­ fer namazını Kur'an'da bulamadığını" söyleyince, İbn Ömer, "ey kardeşimin oğlu! Allah bize Muhammed'i (sas) gönderdi. Biz hiç­ bir şey bilmezdik. Muhammed'i (sas) ne yaparken gördüysek, biz de yaptık"275  şeklinde cevap  vermiştir:

Abdurrahman b. Yezid (ö.h.153), elbisesi ile ihrama giren biri­ ni ikaz edince, adamın "bana, elbisemi çıkartmam gerektiğine dair Kur'an'dan bir ayet getir" cevabı ile karşılaşmış tır276 •

·        Bir çok hc:1.disçi tarafından, re'y ile hükmettiği gerekçesi ile ten­ kidlere maruz kalan Ebu Hanife (ö.h.lSO)'nin, hadisleri reddede­ rek sadece Kur'an ile yetinmeye çalışan bir Kufeliye, "eğer sünnet olmasaydı hiçbirimiz Kur'an'ı anlamazdık"277 demesi, onun zama­ nında da hadisleri reddetme faaliyetinin bulunduğunu göstermek­ tedir.

 

C.      Hadisin Kur'an'a  Denk Tutulması Korkusu:

Hadisleri reddedenlerden bir kısmına göre, hadis ile meşgul olunursa, Kur'an'a denk bir başka otoritenin ortaya çıkması tehli­ kesi doğacaktır. Zira, onlara göre Kur'an tek ve eşsiz bir kaynaktır. Delil olma yönünden Kur'an'dan daha üstünü yoktur. Hal bu iken, hadisleri delil almak, Kur'an'ın bu eşsizliğini ve tek kaynak olma vasfını zedelemektedir. İşte bu düşünce, onları hadisleri dışlama­ ya sevketmiştir.

Bilindiği gibi, Kur'an okumak ve Kur'an müzakerelerinde bu­ lunmak,  o devrin  müslümanları  arasında  oldukça  yaygındı. Bu-

 

274   Meyiinci, Ebu Hafs'Ömer b. Abdilmecid b. Ömer (ö.h.580), Mil. La Yeseu'I-Muhad= dise Cehluhu, Bağdiid 1387/1967, 8; Neysiiburi, Ma'rifetu Ulumi'I-Hadis, 65; Suyuti, Miftiihu'I-Cenne, 21.

27        5  Suyuti,  Miftiihu'I-Cenne, 26; Acciic, Sünne, 87.

276   Suyuti,  Hasa.is,  III. 24  (Tahkik edenin  notu);  Huli, Muhammed  Abdulaziz, Mift­

iihu's-Sünne  ve Tarihu  Fununi'I-Hadis, Beyrut 1400/1980, 11.

277   Kiisımi,  Kavaidu't-Tahdis, 298.

 

 

nun yanı sıra, hadis müzakere meclislerinin kurulduğu ve bura­ larda hadislerin rivayet edilerek tartışıldığı bilinmektedir. Bazı kimseler, Kur'an'ı okumak ve -kendilerince- Kur'an'ın geri plana atılmasını engellemek için hadis rivayetine karşı çıkmışlardır.

Süleyman et-Teymi (ö.h.143) Ebu Miclez (ö.h.lOl)'in yanında iken, Ebu Miclez hadis rivayet etmeye başlar. Orada bulunanlar­ dan biri, "(hadis rivayet edeceğinize) bir sure okusanız ya" deyin­ ce, Ebu Miclez adama şu cevabı vermiştir: "Hadis rivayetiyle meş­ gul olduğumuz şu durum, Kur'an'dan bir.sure okumaktan daha değersiz değildir" 278 • Burada, Ebu Miclez ile tartışan şahsın Kur'­ an'ı korumak ve hadis rivayetiyle değerinin küçümsenmesinin en­ gellenmesi için hadis rivayetine nasıl karşı çıktığı görülmektedir. Tabiundan Mutarrıfb. Abdillah (ö.h.95) da, muhtemelen hadis rivayet ederken, "bize Kur'an'dan başka bir şeyden bahsetme" ika­ zı ile karşılaşmıştır. Bu ikazın altında da hadisin Kur'an'a denk tutulması korkusu yatmaktadır. Nitekim, bu korkuyu sezen Mu­ tarrıf, ''.Allah'a yemin ederim ki, biz Kur'an'a (her hangi bir şeyi) denk tutma niyetinde değiliz. Ancak, Kur'an'ı bizden daha iyi bi­ len  birine  (Peygamber'e)  yöneliyoruz"279  açıklamasını yapmak

zorunda kalmıştır.

Hadisin Kur'an'a denk tutulmak istenmeyişi, tamamen dini bir kaygının neticesi midir, yoksa bir takım ard niyetli yaklaşımların böyle bir meşru bahanenin arkasına gizlenmesinden mi kaynaklan­ maktadır? Bu sorunun cevabını, elimizdeki materyaller ışığında ve­ rebilmek mümkün değildir. Ne var ki, günümüzde olduğu gibi, İslamın ilk asırlarından itibaren bir takım insanlar Kur'an'ı yücelt­ mek gibi bir maksat ile hadisleri bir kenara   bırakabilmişlerdir.

 

D.     Hadisi Küçümseme:

Hadisin küçümsenmesi ile Kur'an'a denk tutulması korkusu bi­ ribirinden ayrıdır..Bu tip insanların hadislere hiç itibar etmedikle­ ri hatta hadisi küçümsedikleri görülmektedir. Bu insanlar, bazen

27     8  Bağdadi, Şerefu Ashabi'l-Hadis, 83.

279 İbn Abdilber, Carniu Beyiini'l-İlrn, il. 234; Suyu.ti, Miftiihu'l-Cenne, 21; Bağdadi,

Kifiiye, 12 (Yayınlayanın önsözü).

 

 

tavırları ile bazen de açıkça hadisi küçümsediklerini ifade etmiş­ lerdir. Darımi (ö.h.255)'nin Sünen'inde naklettiği bazı olaylar bu konuda bize ip ucu verecek mahiyettedir. Hatta, bu konu öylesine önemlidir ki, Darımi, bunu bir bab başlığı haline getirmiştir. Onun, "kendisine Nebi'den (sas) bir hadis ulaştığında, o hadise tazim etmeyen ve saygılı olmayan kimsenin karşılığının anında verilme­ si" adını verdiği bu bölümde olaylar, bazen bir saha.binin bazen de bir başkasının hadis rivayeti esnasında vuku bulmaktadır.

Bu rivayetlerdeı:ı biri şöyledir: "Ebu Hureyre (ö.h.59), 'bir adam . iki parçalı elbisesi içinde çalım satarak yürürken, Allah onu yerin dibine batırdı' hadisini rivayet edince, orada bulunan bir genç, 'ey Eba Hureyre! Allah'ın toprağa batırdığı kişi şöyle mi yürüyordu' diyerek  onu  alaya almıştır"280

Abdullah b. Muğaffel (ö.h.59) arkadaşlarından birinin namaz kılarken parmaklarının ucuyla taş attığını görünce, "namaz kılar­ ken taş atma. Zira, Resulullah namaz kılarken taş atmaktan men etmişti, bunu kerih görürdü" uyarısında bulunur. Ancak, o şahsın taş atmaya devam ettiğini görünce, "sana Resulullah taş atmayı ya­ sakladı demedim mi? Hala taş atıyorsun. Allah'a yemin olsun ki seninle  ebediyyen  konuşmayacağım" demiştir281 •

Yukarıda verilen her iki misalde de hadisin ne derece küçüm­ sendiği görülmektedir. Bazıları için hadis hiçbir anlam ifade et­ memekte, hatta Hz. Peygamber'in sözleri herhangi bir insanın söz­ leriyle bir tutulmaktadır. Hadis rivayet eden İbn Sırın (ö.h.llO)'e bir adamın, "fulan kişiler şöyle diyor" demesi üzerine, İbn Sirin'in "ben sana Resulullah'tan rivayet ediyorum, sen ise fulan dedi ki diyorsun"282  karşılığını vermesi bunun ifadesidir.

Yine Darımi (ö.h.255)'nin rivayetleri arasında yer alan bir baş­ ka olay da şöyledir: ''.Abdullah b. Ömer (ö.h.73), 'birinizin hanımı mescide gitmek için izin isterse engellemeyin' hadisini nakledince bir adam, 'vallahi, hanımımı mescide gitmekten yine de men ede-

 

 

2 80      Darımi,  Sünen,  I. 116.

281 Darımi, Sünen, ı. 117.

2s2  Kasımi, Kavaidu't-Tahdis, 295.

 

 

rim' diye çıkışmıştır. İbn Ömer'in ısrarına rağmen adam yine de fikrinden dönmemiştir"283 .      ·

Uba.de b. Sa.mit (ö.h.34), "Resulullah iki dirhemin bir dirhem karşılığı değiştirilmesini yasaklamıştır" hadisini rivayet edince, ora­ da bulunanlardan biri, "peşin olursa bunda bir sakınca görmüyo­ rum" şeklinde karşılık vererek hadisi nasıl küçümsediğini göster­ miştir284.

Said b. Müseyyeb (ö.h.93), hac veya umre esnasında, ezan okunduktan sonra me cidden çıkmak üzere olan  birini  uyararak, Hz. Peygamber'in "ezan okunduktan sonra mescidden (namaz kıl­ madan) ancak bir münafık çıkar. Bir ihtiyaçtan dolayı veya geri dönmek üzere çıkan müstesnadır" hadisini nakleder. İbn Müsey­ yeb, bu hadise rağmen mescidden ·çıkan şahsın adını bir daha an­ mamıştır285 .

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, bazı kimseler için Hz. Peygam­ ber'in sözleri sıradan bir insanın sözlerinden farksızdır ve bu ne­ denle onlar için hiçbir anlam taşımamaktadır. Alimlere göre, Hz. Peygamber'in sözü karşısında insanların görüşlerinin bir kıymeti yoktur. Şu misal bunu açıkça dile getirmektedir:

Ebu Hanife İbn Semmak, Ebu Şureyh el-Ka'bi'nin bir hadisini nakleden İbn Ebi Zi'b (ö.h.159)'e "ey Eba'l-Haris, sen de mi böyle düşünüyorsun?" diye sorar. Ebu'l-Haris onun göğsüne vurur ve "ben Resulullah'tan rivayet ediyorum, sen, 'sen de mi böyle düşü­ nüyorsun?' diye bana fikrimi soruyorsun. Evet, ben de aynı kana­

atteyim. Bu, bana ve bu hadisi işiten herkese farzdır..." der286.

 

E.      Bazı Sufilerin Hadis İnkarı:

Sufiler, İslam toplumu içerisinde kendine has özellikleri olan bir cemaat teşkil etmektedir. Bu bakımdan, sı1filerin hadis karşısındaki tavrının 'grup hareketleri' içerisinde ele alınmasının daha uygun olacağı düşünülebilir. Ancak, burada hadis karşıtı olarak ele  alaca-

 

283   Darımi,  Sünen, 1. 117-8.

284   Darımi, Sünen, I. 118.

285   Darımi, Sünen, ı. 118-9.

286   Kasımi, Kavaidu't-Tahdis, 300.

 

 

ğımız sufiler, su.fi cemaatın temsilcisi olmaktan çok münferit hare­ ket eden kimselerdir. O bakımdan, bazı sufilerin hadis karşıtı tavır­ ları 'ferdi çıkışlar' olarak değerlendirilmiştir.

Bugün, su.fi denilince, ilk akla gelen Hz. Peygamber'in sünneti­ dir. Sufilerin sünnete bağlılıkları, sünneti yaşadıkları genel kabul görmüş  bir husustur.

Ancak, elimizdeki bilgiler ışığında değerlendirdiğimizde, özel­ likle ilk sufiler içerisinde, hadis ve sünnete bağlı olmayanların, hatta onları reddedenlerin bulunduğunu görIJ?.ekteyiz.

"Hallak'tan sema eden, Abdurrezzak (ö.h.21l)'tan sema'ı ne yapsın"287   diyen bir su.fi için hadisin hiçbir kıymeti  yoktur288 •

Sufiler için Allah'ı zikretmek ve ibadete yönelmek son derece önemli olmuştur. Öyle ki, onlara göre, kişiyi zikirden alıkoyan.her şey, bu hadis bile olsa, zararlıdır. Nitekim, Şube ibnu'l-Haccac (ö.h.160), "şu hadisler sizi Allah'ı zikretmekten alıkoyuyor. Artık vazgeçmeyecek misiniz"289 derken, hadislerin insanları Allah'ı zik­ retmekten alıkoyan bir şey olduğunu da dile getirmektedir.

Bazı kişilerde Kur'an'ın geri plana itilmesi endişesinin bulun­ duğunu, bu nedenle hadisleri reddettiklerini belirtmiştik. Bazı su­ filer de aynı endişeyi hissetmiş olacaklardır ki, hadisleri Kur'an önünde bir engel gibi görmüşlerdir. Ebu Halid el-Ahmer bunlar­ dan biridir. Onun, "insanların Kur'an'ı terkedip okumayacakları bir zaman gelir. O zaman insanlar hadis ve re'y peşine düşerler"290 sözü, içindeki korkunun ve hadis karşıtlığının bir ifadesidir. Aynı durumu, bir su.fi olan Fudayl b. İyaz (ö.h.187)'da da görmekteyiz. Fudayl b. İyaz, bir hadisçiye şöyle demektedir: '1\llah'ın Kitabı'nı zayi ettiniz. Allah'ın Kitabı'nı arzulasaydınız, aradığınız şifayı onda bulurdunuz" 291 • Fudayl, bir başka sözünde, "kişinin bildiğiyle amel

 

 

287 İbn Kayyim, Muhammed b. Ebi Bekr el-Cevziyye (ö.h.751), Medaricu's-Salikin, trs., il. 468.        

288 Sufilerin bu gibi ifadeleri bazen 'şatahat' olarak açıklanmaktadır. Bkz. Aydınlı, Abdullah, Doğuş Devrinde Tasavvuf ve Hadis, İst. 1986, 123.

289  Bağdadi, Hatib, Şerefu Ashabi'l-Hadis, 114; İbn Abdilber, Camiu Beyani'l-İlm,  il.

159.

29    °  İbn Abdilber, Camiu Beyani'l-İlm, il. 156.

29   1 İbn Abdilber, Ciimiu Beyani'l-İlm, ıı. 157.

 

 

etmesinin, hadis dinlemekten daha kıymetli olduğunu" 292 ifade etmektedir.

Başlangıçta da belimiğimiz gibi, burada örnek olarak aldığı­ mız bazı sfıfiler, tasavvuf mesleğine suluk etmiş kimseler olmakla beraber, tüm sfıfilerin görüşlerini dile getirmemektedirler. Kanaa­ tımızca, bunların hadis karşıtı tavırları, ferdi hareketler olarak kalmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

292 Şarani, Abdulvehhab,Tabakatu'l-Kübra, Mısır trs., 1. 55; Isfehani, Ebu Nuaym Ah­ med b. Abdillah (ö.h.430), Hılyetu'l-Evliya ve Tabakatu'I-Esfiya, Beyrut 1400/1980,

VIII. 86-7.

 

 

 

 

 

 

 

 

BAZI MEZHEPLERİN HADİS KARŞISINDAKİ TUTUMU VE HADİSİ İNKAR ETMELERİ

 

İslam'ın ilk asırları içerisindeki bazı mezheplerin hadis karşı­ sındaki tavırlarını ve hadisi inkar etmelerini ele almadan önce, burada uygulayacağımız metod hakkında kısaca bilgi vermek isti­ yoruz.

Bu mezhepler, hadisi inkar ettiklerini açıkça ifade etmemişler­ dir. Hatta, bazen Allah'ın Kitabı ve Peygamber'in sünnetini bay­ raklaştırarak yola çıktıkları da görülmektedir 293 • Ne var ki, konu detaylı bir şekilde incelendiğinde, durumun hiç de böyle olmadığı görülmektedir.

Bu mezheplerin hadisi inkar ettiklerini tesbit edebilmek için fıkhı, kelamı vb. konulardaki görüşlerini sahih sünnet ile karşılaş­ tırmak bize, büyük ölçüde meseleyi ortaya koyma imkanı vere­ cektir. Bu bakımdan, bid'at olarak nitelendirilen  mezhepleri  tek tek ele alacak ve onların çeşitli konulardaki görüşlerini sahih sün­ net  ile karşılaştıracağız.

 

HARİCİLER VE HADİS

Bilindiği gibi, İslam'da ilk ortaya çıkan mezheplerden biri Ha­ ricilerdir. Çoğunluğunu bedevilerin oluşturduğu Hariciler, ilk defa Hz. Ali (ö.h.40) ve Muaviye(ö.h.60) arasında patlak veren Sıffin savaşından sonra (h.37) ortaya çıkmışlardır. İslam toplumundan koparak, çok geçmeden, kendilerine has fıkhı, kelamı ve siyasi görüşlerini oluşturmuşlardır.

 

 

29  3  Thomson, William, Kharijitism and The Kharijites, 1933, 381.

 

 

İlk Hariciler (Havarici Üla) ile fırkalaşmalarından sonra olu­ şan Haricilik arasında önemli farklılıklar vardır. Buna rağmen, ilk hareketlerinden itibaren sünnete cephe almışlardır. İlk Haricile­ rin ortaya çıkarken sloganlaştırdıkları ''Allah'tan başka hüküm ve­ recek yoktur" sözü bunu belgelemektedir294 • Bu nedenle, M. Şera­ feddin Yaltkaya'nın, Haricilerin icma ettikleri hususlardan birini ''yalnız Kur'an ile amel edilmesi" şeklinde tesbit etmesi295 son de­ rece isabetli olmuştur.

Hariciler, "yalnız Kur'anı Ke_rim'i nazarı itibara alarak sünneti ihmal ediyorlardı. Zira, bunlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi pey­ gamberlerin zalim olmalarını caiz görüyor ve bir peygamberin bi'- setinden ewel veya sonra kafir olmasını tecviz ediyo rlardı296 •   Bun-

.  dan dolayı, Kur'an'ın  mücmel olan ayetlerini tefsir eden hadisler­  den maada, Kur'an'da mevcud olmayan bir hükmü muhtevi hadisle­ ri ihmal ederlerdi" 297 

Zehebi (ö.h.748) Tezkiretu'l-Huffaz adlı eserinde Ebu Bekr (ö.h. 13)'in tesebbütünü ele alırken, Hariciler hakkında "o, Haricilerin dediği gibi 'bize Allah'ın Kitabı yeter' dememiştir"298  derken, Hari­ cilerin hadisleri nasıl inkar ettiklerini de dile getirmiş  olmaktadır.

Geniş müslüman kitlenin hadis ve sünnete bağlı kalmasının yanı sıra Hariciler, sünnetten yüz çevirmişler ve sünnet ile amel etmekten kaçınmışlardır299 •

İlk Hariciler ile Hz. Ali (ö.h.40) arasında geçen konuşma, Hari­ cilerin sünnet hakkındaki düşünceleri ile ilgili bir takım ip uçları vermektedir. Hz. Ali önce onlardan Habbab b. Eret (ö.h. 37)'in kati­ lini istemiş, "onu hepimiz birlikte öldürdük" diyerek katili gizlemiş­ lerdir. Hz. Ali, kendisinden niçin nefret ettiklerini sormuştur. Hari­ cilerin verdikleri  cevaba  göre, Cemel savaşında  (h. 36)  Hz. Ayşe

 

294 Bkz. Çubukçu, İbrahim Agah-Çağatay, Neşet, İslam Mezhepleri Tarihi, Ank. 1965, 15; İbn Sa'd, Tabakat,  III. 32.

295 Yaltkaya, 'M. Şerafeddin, İslam'da İlk Fikri Hareketler ve Dini Mezhepler, Darul­ funfın İlahiyat Fakültesi  Mecmuası, Şubat İst. 1930,  12.

296 Ezrakilerin bu konudaki görüşleri için bkz. Şehristani, Milel, I. 211; İzmirli, İsmail . Hakkı  (ö.m.1946),  Muhassalu'l-Kelam, İst. 1336, 82.

297  Yaltkaya, M. Şerafeddin,  İslam'da İlk Fikri Hareketler, 12.

298  Zehebi, Tezkiretu'l-Huffaz, 1. 3.

299   Kaadı iyaz, ilma', 7.

 

 

tarafı yenilince, mallarının ganimet olarak paylaşılmasına izin ve­ rildiği halde, kadınların cariye olarak alınmasının yasaklanması bu nefretin birinci sebebidir. Hz. Ali onlara verdiği cevapta, kadın ile çocukların kendileriyle savaşmadığını ve hiçbirinin tekfir edileme­ yeceğini açıklamıştır. Bu durum bile Haricilerin ne kadar katı oldu­ ğunu göstermektedir. Haricilerin ikinci suçlamaları, Hz. Muaviye (ö.h. 60) ile aralarında tartışma konusu olan 'emiru'l-mü'minin' sı­ fatının Hz. Ali tarafından silinmiş olmasıdır. Bu konuda da Hz. Ali, Hz. Peygamber'in Hudeybiye anlaşması sırasında (h.6) _kendi adı­ nın önünden 'Resulullah' kelimesini silerek Muhammed b. Abdullah yazılmasını kabul edişini delil olarak getirmiştir. Başka bir deyişle, Hz. Ali, yaptığ! davranışların sünnete uygun olduğunu göstermek istemiştir. Ne var ki, sunnetten habersiz olmaları ve onu hafife al­ maları sebebiyle Hariciler, Hz. Ali'ye yeni sorular yöneltmeye de­ vam etmişlerdir. Bu kez de "eğer hilafete layık isem beni halife ya­ pın, eğer layık olmadığımı düşünürseniz layık olanı halife yapın" diye niçin hakemlere söyledin, şeklinde itirazlarda bulunmuşlardır. Hz. Ali, buna da Hz. Peygamber'in sünnetinden delil getirmiş ve onun Hıristiyanlar ile la.netleşmesinin aynı şekilde olduğunu açık­ lamıştı'r. Sünnetten getirilen bu delil ile de tatmin olmayan Harici­ ler, bu defa da "hakkın olan konuda niçin hakem tayin ettin" diye sormuşlardır. Hz. Ali'nin bu soruya verdiği cevap, yine sünnetten olmuştur. Benu Kurayza Yahudileri ile ilgili hüküpl vermek gerekti­ ğinde Hz. Peygamber'in Muaz b. Cebel (ö.h.18)'i hakem tayin etti­ ğini hatırlatınca, Haricilerden bir kısmı Hz. Ali'yi haklı bularak onun saflarına  katılmışlardır300

Konuya başlarken, bu gibi fırkaların, Allah'ın Kitabı ve Resul'ün sünneti gibi kavramları parola edinerek yola çıktıklarını belirtmiş­ tik. Ancak, Hariciler hakkında buraya kadar verdiğimiz bilgilerin tersine, onların hadise bağlılıklarını hatırlatacak mahiyette ve 'ehH sıyam ve salat' vasfını haiz oldukla.rını gösteren bir takım rivayet­ ler de söz konusudur. Özellikle Nehrevan'da toplanan ilk Hariciler çok namaz kılan ve oruç tutan bir cemaat olarak tanınmışlardır301 •

300 Hz. Ali ile Hariciler arasındaki bu konuşma için bkz. Bağdadi, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 58-60.

30   1  Şehristani,  Milel, 1. 199.

 

 

"Havaric tarihini mütalaa eden kimseler bunların pek çok iba­ det etmekle temayüz ettiklerini görürler. Bunlar, bila istisna ya-· lancılıktan ve açık günahlar irtikab edenlerden teberri ederler. İç­ lerinde hırsızlık ve saire gibi kötülükler yoktur"302 • Diğer taraftan, Haricilerin ilk halifesi Abdullah b. Vehb er-Rasıbi (ö.h.38)'nin Bas­ ralılara yazdığı mektupta, konumuz açısından bazı önemli açıkla­ malar bulunmaktadır. Er-Rasıbi bu mektubunda şöyle demekte­ dir: "Kitabıyla en çok amel edilen ve hak ve hakikatı en çok ilti­ zam eden v rızasını celpte en çok ictiyad eyleyen kulun, k?-tında en sevimli kul olduğu Allah'a hamd ederiz. Dindaşlarımız, emri ilahide ricali tahkim ettiler ve Allali'ın kitabında inzal buyurmuş olduğu vechin ve sünneti nebeviyyenin gayriyle hükmettiler ve bundan dolayı kafir olup doğru yoldan saptılar. Biz de onları ta­ mamiyle bu;aktık>'3°3•    Hz. Ali (ö.h.40)  de Hariciler  ile konuşması için Abdullah b. Abbas (ö.h.68)'ı gönderirken ona, "Kur'an'dan delil getirmesini, ancak, hadislere dayanarak onları ikna etmeye çalışmamasını" 04 tavsiye etmektedir. Yanlarına gittiğinde onların ikramı ile karşılaşan İbn Abbas, aynı zamanda çok namaz kılma­ larından dolayı alınlarında yaralar açılmış olduğunu ve Üzerlerin­ de temiz elbiseler bulunduğunu görmüştür3°5 •

Görüldüğü gibi, bir taraftan Haricilerin sünneti reddettikleri, di­ ğer taraftan sünnete bağlılıkları gibi birbirine zıt rivayetler söz ko­ nusudur. Ancak, Haricilerin hadisleri reddettikleri şeklindeki kana­ at, aralarında bir ayırıma gidilmemesinden kaynaklanmaktadır. Baş­ ka bir deyişle, Haricilerin içerisinde hem sünnete bağlı olanlar, hem de reddedenler bulunmaktadır. Hariciler hakkında hüküm vermeyi zorlaştıran sebeplerden biri de sünnete bağlı olduklarını bir takım vesilelerle ifade etmiş olmalarıdır. Fakat, bu durum bizi yanıltma­ malıdır. Zira, İslam'da ortaya çıkan her hizip ve fırka, kendisinin Kur'an ve sünnete bağlı olduğunu ileri  sürmüştür306 •

 

302   Yaltkaya, Şerafeddin,  İslam'da İlk Fikri Hareketler, 15.

303  Çubukçu-Çağtay, İslam Mezhepleri Tarihi,  21.

304   Suyuti,  Miftiihu'l-Cenne, 35.

305   Çubukçu-Çağatay, İslam  Mezhepleri Tarihi, 18.

306  Acciic, Sünne, 188.

 

 

Kanaatimizce, tüm Hariciler hadis inkarcısı olarak nitelendiri­ lemez. Bunların içerisinde ferd olarak sünnete bağlı olanlar bu­ lunduğu gibi, İbadiler gibi Ehli Sünnete yakın307 bazı gruplar da vardır. Oldukça erken bir dönemde yaşamış İbadilerin alimlerin­ den olan Rebi' b. Habib (ö.h.170)'in "el-Camiu's-Sahih" adındaki eseri,  tamamen  bir hadis kitabıdır.

Haricileri Hadis İnkarına Götüren Önemli Bir Sebep:

Sahabenin Kötülenmesi:

Hadis inkarının sebeplerini ele  lırken, sahabenin kötülenme-

-si konusunda, Haricilerin sahabe hakkındaki düşüncelerini belirt­ miştik. Ebu Mansur Bağdadi (ö.h.429)'nin naklettiğine göre, el­ Ka'bi (ö.h.319), pek çok fırkaya ayrılmış olmakla Haricilerin Hz. Ali, Osman (ö.h.35), iki hakem -Amr İbnu'l-.As (Ô.h.42) ve Ebu Musa el-Eş'ari (ö.h.44)- ile Cemel savaşına (h.36) katılanların ve hakemlere rıza gösterenlerin tekfir edilmesinde icma ettiklerini söylemektedir. Ebu Mansur Bağdadi, aynı yerde, Ebu'l-Hasan el­ Eş'ari (ö.h.324)'nin de bu fikre katıldığını ifade etmektedir308 • Sıffın'de Hz. Ali'nin saflarında çarpışırken, Muaviye ordusunun mushafları mızraklarının ucuna takarak karşı tarafı Kur'an'ın hük­ müne çağırmaları üzerine Hz. Ali'yi zor kullanarak durduran, ha­ kemlerin tayin edilmesi kesinlik kazanınca Hz. Ali'den yüz çevire­ rek onu tekfir eden, aralarında Hz. Osman'ın katillerinin de yer aldığı ve çoğunluğunu bedevilerin oluşturduğu ilk Hariciler, tüm bu tavırlarıyla tam bir çelişki içerisinde görünmektedirler. Takı­ nacakları tavrı olayların gelişimi doğrultusunda sık sık değiştir­ mektedirler. Ancak, tahkim olayının sahabeyi tekfir etmelerinde rol oynadığı kesindir. Tahkim olayından sonra "emiru'l-müminin Ali'yi tekfir etmişler ve i Allah'ın hükmünü terketti de bir takım adamları hakem tayin etti' demişlerdir"309 • Hariciler, Hz. Osman

(ö.h.35)'ı da tekfir etmekten uzak durmamışlardır310  Watt'a göre,

"Hariciler, idaı:esinde görev yapan tanınmış birinin suçuna   C(!Za

 

307   Fığlalı, Ethem Ruhi, İbadiyye'nin  Doğuşu  ve Görüşleri, AÜİFYay. Ank. 1983,  142.

308   Bağdadi, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'I-Fırak,  55.

3o 9  Şehristani,  Milel, 1. 203.

310 Bkz. Bağdadi, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 61; İzmirli, İsmail Hakkı, Muhas­ salu'l-Kelam, 78.

 

 

vermediği için , Hz. Osman'ı günahkar kabul etmişlerdir. O, bu günah yüzünden İslam cemaatına dahil olmanın getirdiği imti­ yazlarını kaybetmiştir. Bu nedenle, müslümanlar için, sadece onun cezasının karşılığını vermek değil, fakat aynı zamanda, onu öl­ dürmek te bir görev olmuştur"311 • Haricilerin Hz. Osman'ı tekfir ediş sebebi olarak gösterilen bu ve benzeri hususlar bir takım ba­ hanelerden ibarettir. Aslında, Haricilerin Hz. Osman'ı tekfir etme­ lerinde daha farklı sebepler aranmalıdır. Her şeyden önce, Harici­ lerin çoğu bedevilerden oluşmaktadır. Öz.ellikle de Yemen gibi uzak bölge halkları arasından çıkmışlardır. Bunların, Hz. Ebu Bekr'in halifeliği zamanında ortaya çıkan yalancı peygamberlerin ordula­ rı arasından oplanmış askerler olması ihtimali de vardır. Eğer bu tahmin ·doğru ise, bunların kalplerindeki kin ve İslam düşmanlığı Sıffin'e kadar gizli kalmış, Sıffin savaşından sonra ortaya çıkmış­ tır. Sıffin'de 'La Hükme illa lillah' sloganı ile ortaya çıkanların ara­ sında Hz.Osman'ın katillerinin bulunduğunu da unutmamak ge­ rekir. Üstelik, bedevi tabiatlı bu insanların medenileşmesi için ça­ lışılmış olsa bile, bedevi tabiatları sık sık su yüzüne çıkan bir dür­ tü olarak kalmış olmalıdır. Bu nedenle, sonu medenileşmek olan her tür harekete karşı çıkmışlardır. Bu yüzden, Harici hareketleri 'bedeviliğin medeniliğe isyanı' olarak görmek yanlış olmayacak­ tır.Haricilerden Ezra.kiler fırkası Hz. Ali'yi tahkim nedeniyle, Ebu Musa el-Eş'ari (ö.h.44) ve Amr İbnu'l-As (ö.h.42)'ı hakem olmala­ rı nedeniyle tekfir etmişlerdir312 • Haricilerin Ehli Sünnete en ya­ kın kolu olarak anılan İbadiye'nin arasından çıkmış olan Hafsıyye grubu da sahabenin kötülenmesine meyletmiş ve Hz. Osman'ın küfrüne hükmetmiştir313 • Haricilerin sahabeyi bu şekilde tekfir et­ meleri, hadislere karşı aldıkları tavırda etkili olmuştur. Zira, hadisler sahabenin rivayetiyle onlara kadar ulaşmıştır. Başka bir deyişle, onlar ile Hz. Peygamber arasında sahabe halkası bulunmaktadır. Bu hal­ kanın herhangi bir .şekilde ortadan kalkması, hadisleri askıda bı-

 

311  Watt, William Montgomery, Islamic Philosophy and Theology, 3.

312  Eş'ari, Makiiliitu'l-İslamiyyin, 78. Hz.   Osman'ın tekfir edilişine Ehli Sünnetin   ver­

diği cevap hakkında bkz. Bağdadi, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak,  73-4.

313  Bkz. Eş'ari, Makiiliitu'l-İsliimiyyin, 103.

 

 

rakmaktadır. Diğer yönden, 'müslüman' sıfatını yakıştıramadıkla­ rı bu insanların, hadisleri değiştirmeden veya tahrif etmeden nak­ lettiklerini düşünemezlerdi. Böylece Hariciler, hadisi inkara ka­ dar varan ilk kapıyı aralamış olmaktadır.

 

Harici Kelamı ve Hadis

Haricilerin  fikir birliğine vardığı hususlardan  birinin "müminin

birr ve takva sahibi bir kimse olduğu"314 ifade edilmekle beraber, imanın tanımında farklı görüşlere sahip oldukları görülmektedir. Ehli Sünnete yakınlığı ile bilinen İbadilere göre iman, ' lah'ın kul­

larına farz kıldığı şeylerin tümüdür"315. İbadiyye'nin bir kolu olan Hafsıyye, "kitaplara  ve  peygamberlere  iman,  Allah'ı  birlemek ile

beraberdir"316 görüşündedir. Böylece, İbadiyye'nin imanı  farzlarla

açıklamasına karşılık, İbadiyye'nin bir kolu olan Hafsıyye -ameli yönü bir yana bırakarak- imanı Allah'ın birliğine, kitaplarına ve re­ sullerine iman şeklinde tanımlamıştır. Beyhesiyye, imanın tanımını diğerlerine göre daha geniş tutmuştur. Onlara göre, "bir kimse, Al­ lah'ı tanıdığını (marifetullah), Allah'ın dostlarını dost kabul edip düşmanlarından uzak olduğunu ikrar etmedikçe müslüman ola­ maz"317. Bir başka yerde imanı, insanın "her türlü hak ve batılı bil­ mesi" olarak tanımlayan  Beyhesiyye, imanı  kalbin  bir fiili olarak

görmekte, söz ve ameli ondan ayırmaktadır318.

Bu kısa açıklamalardan sonra, Harici fırkaların imanı biribirin­ den farklı şekilde anladıkları ortaya çıkmaktadır. Haricilerin imanı bu şekillerde tanımlamaları, hadislerde dile getirilen iman unsur­ larıyla bazı noktalarda paralellik arzetmekteyse  de, genel anlam­ da hadislerde dile getirilen iman ile bir ilgisinin olmadığı da anla­ şılmaktadır. Hadisler tarafından ifade edilen imanın içeriği son derece  geniştir.  Hz. Peygamber'den  gelen  bir  rivayetten öğrendi-

 

314   İzmirli, İsmail Hakkı, Muhassalu'l-Kelam, 78; Çubukçu-Çağatay, İslam Mezhepleri Tarihi, 38.

315   Eş'ari, Makiilatu'l-İslamiyyin, 110.

316   Eş'ari, Makiilatu'l-İslamiyyin, 103.

31  7 Şehristani,  Milel, I. 220.

318   Şehristiini,  Milel,  I.  221.  Şehristani  (ö.h.548)  bir  cümle  ileride, Beyhesiyye'nin

imanı ilim, ikrar ve amel olarak kabul ettiğini söylemektedir.

 

 

ğimize göre, ımanın altmış -bazı rivayetlerde yetmiş- kadar kısmı vardır319• Yani, bunlar imana aid vasıflardır. Haya duygusu, sevgi, muhabbet gibi vasıflar iman ile alakalı görülmektedir320 •

'Meşhur Cibril hadisinde, iman, ' lah'a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahirete ve kadere iman" şeklinde altı maddede toplanmaktadır321 • imanı 'Allah'ı birlemek, kitaplarına  ve elçileri­ ne inanmak' şeklinde formüle eden Hafsıyye'nin bu tanımı, Cibril hadisindeki altı maddenin bir kısmı ile paralellik arzetmekte  ise  de, tam olarak örtüş:ı;nediği görülmektedir. Beyhesiyye'nin imanı 'marifet ve ikrar' şeklinde tanımlamasının hadislerde formüle edi­ len  tanımla  bir  alakasının  olmadığı görülmektedir.

Haricilerin, büyük günah meselesini iman konusu yapmaları­ na rağmen, bazen de amel iman ayırımına gittikleri görülmekte­

. dir. Fakat, bu konu esasen Mürcie'yi ilgilendirdiğinden, orada ele alınacaktır.

 

Haricilerin Bazı Fıkhi Görüşleri ve Hadis

Ezrakiler, recmi kabul etmemişlerdir 322 • Bunun sebebi, recm cezasının Kur'an'da bulunmamasıdır 323 ve sünnet ile getirilmiş bir hüküm olmasıdır. Bu noktada, Ezrakiler, mütevatir bir sünneti 'Kur'­ an'da aslı bulunmadığı için' reddetmişlerdir. Zinada  uygulanan recm cezası, Kur'an'da zikredilmemekle  beraber,  Hz. Peygamber ve sonraki  halifeler  tarafından  tatbik  edilmiştir324 

Ezrakiler, kazf (namuslu kadına zina ettiği iftirasında bulunma) cezasını da inkar etmişlerdir32 5 • Oysa, kazf cezası, hem Kur'anı Kerim

319   Bkz. Buhari, iman, ı. 8; Müslim, iman, ı. 63; İbn Mace, Mukaddime, 1. 26; Ebu Davud, Sünne, V. 56; Tirmizi, Birr, iV. 364.

320   Bkz. Buhari, iman, I. 8-10;  Müslim, iman, ı. 67,85; İbn  Mace, Mukaddime, 1.  26;

Tirmizi,  Kıyamet,  IV. 666; Ahmed  b. Hanbel,  III. 70,  V. 285.

321   Buhari, iman, I. 18; Müslim, iman, J. 37; İbn Mace,  Mukaddime,  ı. 24-25;  Ebu  Davud, Sünne, V.  72;   Tirmizi, iman, V. 6; Ahmed  b. Hanbel,  il.  426.

3,22   Bağdadi,  Ebu  Mansur, el-Fark  Beyne'I-Fırak, 64;  Eş'ari, Ma½alat, 89.

3·'3  Şehristani, Milel, l. 210.

324  Bkz. Buhari, Hudfıd,·vııı. 21-2; Müslim, Hudfıd, ili. 1318; Ahmed  b. Hanbel, II.

153; ı:;:bu Davud, Hudfıd, IV. 593; Tirmizi,  Hudfıd, iV.  43-4.

325 Ba::;d5di, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'I-Fırak, 64; Şehristiini, Milel, 1. 210; İzmirli, İsmaıi Hakkı, Muhassalu'I-Kelam, 82. Kazf cezası hakkında geniş bilgi için bkz. Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuku İslamiyye ve Istılahi\tı Fıkhıyye Kamusu, İst.  1967,

III. 229-249.

 

 

hem de sünnet tarafından tesbit edilmiş bir cezadır326 • Ezrakiler, hır­ sızlık suçundan dolayı hırsızın elinin kesilmesini emreden ayeti327 tahsis eden sünneti reddetmişlerdir. Bu nedenle, çalınan şey ne miktarda olursa olsun hırsızın elini kesmişlerdir328 • Halbuki, söz konusu ayet umumi lafızlarla inmiş, uygulamada ise sünnet tara­ fından tahsis edilmiştir. Bu konudaki sünnet, hırsızın elinin kesi­ lebilmesi için çalınan malın dört dinar veya daha fazla bir değer­ de olmasını gerekli görmüştür 329 • Haricilerin ortaya attığı bid'at­ lerden biri de nikah ile ilgilidir. "Hz. Ali ve Ç)sman'dan teberriyi her ibadetten önce sayarlar ve nikahı ancak bu teberri ile sahih kabul ederlerdi" 330 • Halbuki bu, ne Kur'an'a ne de sünnete uy­ maktadır. Kur'anı Kerim evlenilemeyecek kimseleri tek tek say­ dığı gibi331 Hz. Peygamber'in nikah konusundaki emir ve uygula­ maları da nikahı ve şartlarını detaylarıyla belirlemektedir332 • Ha­ ricilerden Necedat fırkası, içki içmeye uygulanan had cezasını inkar etmiştir 333 • Bu konudaki had cezası, Hz. Peygamber tarafından kırk deynek olarak uygulanmış334 ve Hz. Ömer'in hilafeti zama­ nında (h.12-22) bu sayı seksen deynek olarak kabul edilmiştir335 • Yukarıdaki misallerden anlaşıldığı gibi, Hariciler, Kur'an'da aslı bulunmayan sünneti reddetmişlerdir. Hatta, zaman zaman daha da ileri giderek Kur'an tarafından getirilen uygulamaları bile kal­ dırmışlardır.

 

 

326 24-NO.r-4. Hz. Peygamber'in bu konudaki uygulamaları için bkz. Buhari, Şehadat, Hl. 160, Talak, VI. 178; Nesai, Ebu Abdirrahman Ahmed b. Şuayb b. Ali b. Bahr (ö.h.303), es-Sünen, Şerh:Celaluddin es-Suyu.ti, Haşiye: es-Sindi) Çev: A. Muhtar Büyükçınar, İst. 1981, Talak, VI. 593; Zebidi, Tecridi Sarih, XI. 139-142.

327  5-Maide-38.

328  Bağdadi, Ebu Mansur el-Fark Beyne'l-Fırak, 64.

329  Bkz. Buhari,  Hudud, VIII. 16-7; Müslim, Hudud, III. 1312; İbn Mace, Hudud,   il.

862; Nesai, Sirkat, VIII. 515-6.

330  Çubukçu-Çağatay, İslam Mezhepleri Tarihi, 38.

331    4-Nisa-23; 2-Bakara-220. 

332 Bkz. Buhari, Nikah, V. 116-162; Müslim, Nikah, il. 1018-1067; İbn Mace, Nikah, I. 592-649; Nesai, Nikah, VI. 435-539.

333  Bağdadi, el-Fark Beyne'l-Fırak, 68; İzmirli, İsmail Hakkı, Muhassalu'l-Kelam, 83.

334 Buhari, Hudud,VIII. 13-4; Müslim, Hudud, III. 1330; Ebu Davud, Hudud, ıv. 621; İbn Mace, Hudud, il.  858.

335  Müslim, Hudud, III. 1330-1.

 

 

 

 

 

 

 

 

-- -- -- --  -  ---------

 

 

 

 

 

 

 

 

MUTEZİLE VE HADiS

 

Mu.rezile de Haricilerde olduğu gibi doğrudan hadisleri karşı­ sına alarak hareket etmemiştir. Eserlerinde, zaman zaman hadisle­ ri kullandıkları da görülmektedir. Bununla berabeı; sistemleri de­ taylı bir şekilde incelendiğinde, onların da hadislere pek sıcak bak­ madıkları teshir edilebilmektedir.

 

Mutezilenin Sünnete Taraftar Görünmesi

Mutezile, zaman zaman sünnete ittibadan bahsetmektedir. el­ Hayyat (ö.h.300), İbnu'r-Ravendi (ö.h.245)'nin Mutezile aleyhin­ deki görüşlerini çürütmek için kaleme aldığı eserinde, sünnetin öne­ mini ve değişmezliğini vurgulamakta, Rafızilerin 'sünnetin tağyir, tebdil ve tahrife  maruz  kaldığı' şeklindeki  fikirlerini eleştirmekte­

dir336. Mfızilerin "sünnete muhalefet ettiklerini"337, ' lah'ın, dini­

ne sıkı sarılmayı ve Resulü'nün sünnetine uymayı emre ttiğini"338 ifade etmektedir.  Bir Mutezili alim olan Kaadı Abdulcebbar   (ö.h.

41S)'ın da bu hususlarda Hayyat ile aynı fikirleri paylaşnğı görül­ mektedir339 . Mutezili alimler, eserlerinde hadisleri delil olarak da kullanmışlardır. İlk Mutezili alimlerden sayılan Cahız (ö.h.255), Kitabu'l-Osmaniyye ve Kitabu'l-Bekriyye adıyla kaleme aldığı eser­ lerinde dört halifenin faziletlerine dair hadislere yer vermiştir. Ca­ hız, Arap dili ve edebiyarına dair yazdığı el-Beyan ve't-Tebyin adlı eserinde, edebi konularda hadisleri delil olarak kullanmışrıı-3"° .

 

336   Hayyat, el-İntisar, 81.

337   Hayyat, el-İntisar, 13.

338   Hayyat, el-İntisar, 23.

339   Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 67.

340   Mesela bkz. Cahız, Ebu Osman Amr b. Bahr (ö.h.255), el-Beyan ve't-Tebyin, Kahi­ re  1367-1369/1948-1950, I. 63.

 

 

 

 

 

 

 

------------ 104 -----------

 

 

Cahız bir tarafa bırakılacak olursa, diğer Mutezili alimler için aynı şeyleri söyleyemeyiz. Mesela, Kaadı Abdulcebbar, ciltlerle eser kaleme almış olmakla beraber kullandığı hadis sayısı oldukça az­ dır. Kendi kelami sistemine uygun düşmeyen hadisleri ise kullan­ mamakta itina göstermiştir. Tenzihu'l-Kur'an adlı eserini Kur'an'ın kelami ayetlerini izah etmek için yazmıştır. Maide Suresi'nin 32. ayetini açıklarken, bir cana kıyanın bütün insanlığı öldürmüş gibi olacağını, "kim iyi bir sünnet ortaya koyarsa, onun sevabı ve o sünnete uyanların sevabı _onadır. Her kim de kötü bir sünnet orta­ ya koyarsa..."341 hadisi ile açıklamaktadı r342    Aynı  hadisi  başka bir yerde daha kullanmıştır343 • Burada ilginç bir hususa daha dik­  kat çekmek istiyoruz. Kaadı Abdulcebbar (ö:h.415) Müteşabihu'l­ Kur'an adını verdiği eserinde bir çok ayet ele aldığı halde, kullan­ dığı hadis sayısı ondört kadardır. Bunlar dışındaki ayetleri kendi fikirleri  çerçevesinde yorumlamıştır.

 

Mutezilenin Hadisleri İnkar  Etmesi

Kur'an ile yetinme fikri Mutezile'de açıkça görülmektedir. On­ lara göre, "Kur'an'da pek çok öğüt ve ibretler vardır. İnsan Kur'an'ı düşünse bu ona yeter. Nebi'den (sas) rivayet edilmiştir ki, o, Ali'yi kendisinden sonra ümmet içinde çıkacak olan ihtilaflara karşı uyar­ mış ve 'size düşen Allah'ın Kitabı ile amel etmektir' demiştir"344• Ne kadar ilginçtir ki, Resulullah'ın bir sözü hadise karşı delil olarak getirilmiştir. Bu aynı zamanda onların bilgisizliğine de işarettir. Eğer, söz konusu hadisin diğer varyantlarına da vakıf olsalardı, Hz. Pey­ gamber'in ''.Allah'ın Kitabı ve Resulü'nün sünneti" dediğini görürler­ di345. Mutezile, "sünnetin araştırılmasında gayret göstermemiş, şer'i meselelerden habersiz kalmışlardır. Re'yi hikmet, ilim ve delil ka-

 

 

 

341 Muslim, İlm, IV. 2059, Zekat, il. 705; Ahmed b. Hanbel, iV. 357, 359, 360; Nesai, Zekat, V. 98; Darımi, I. 130; İbn Mace, Mukaddime, I. 74-5.

34  2  Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 107.

343  Bkz. Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 194.

344     Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 194.

345 Bkz. 'ibn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik el-Hımyeri (ö.h.219), Siretu'n-Ne­ beviyye, Mısır 1355/1936, iV. 86. Kaadı İyaz, İlma', Kahire 1389/1970,  9.

 

 

bul etmişlerdir. Allah'ın Kitabı'nı ve resulünün sünnetini boş şeyler ve taklit olarak değerlendirmişlerdir" 346 . Sünnete uyanları ayıpla­ mış ve onları kötülemişlerdir347 . Mutezile alimleri, hadıslerin zahi­ rinde görülen zıtlıklar, bazı hadıslerdeki akla ve tecrübeye ters dü­ şen hususlar sebebiyle hadıse ve hadısçilere hücum etmekten çe­ kinmemişlerdir348. İbn Kuteybe (ö.h.276)'nin  Te'vil adlı eseri  bu­

nun örnekleriyle doludur. "Şaki, anasının karnında iken şaki, said de anasının karnında iken said olandır"349hadısi, Mutezile'nin  red­

dettiği hadıslerden sadece bir  anesidir350  

 

Mutezile'nin  Ahad Hadisleri Reddetmesi

Mutezile'nin ahad haberleri reddettiklerine dair hem Ehli Sün­ net, hem de Mutezile alimlerinin ifadeleri vardır. Mutezile, bir haberin mütevatir kabul edilebilmesi için en az on -bazılarına göre yirmi- sahabeden nakledilmiş olmasını şart koşmuştur. Hatta, ba­ zıları, hadisin isnadında Cennet ehli olarak vasıflandırılan bir ra­ vinin bulunmasını gerekli görmüşlerdir351 • Ebu Mansur Bağdadi (ö.h.429), ahad haberleri reddeden Mutezili alim Nazzam (ö.h.231) hakkında şöyle demektedir: "Onun saçmalıklarından on altıncısı, mütevatir haber hakkındaki görüşüdür. Ona göre, mü­ tevatir haberin, bu haberi nakledenlerin sayısı işitenlerinkinden fazla olabilmesine ve nakledenlerin onlara verdikleri öneme ve önem sebeplerindeki farklılıkları rağmen, yalan olması caizdir. Ahad haberlerin de zaruri ilmi gerektirmediği hususu onun bu görüşü paralelindeki saçmalıklarındandır'1352 • Görüldüğü gibi Nazz­ am, diğer Mutezili alimlerin aksine mütevatir haberi bile anlam­ sız kabul etmektedir.Ebu'l-Huzeyl (ö.h.235)'in bu konudaki gö­ rüşleri de Nazzam'ınkinden pek farklı değildir. Ebu'l-Huzeyl'e göre, "...haberler zinciri ile gelen bir delil, bir veya daha çoğu Cennetlik

 

346 Lalkai, Şerhu Usı1li İ'tikadi Ehli's-Sünne, I. 12-3. 347 Bkz. Lalkai, Şerhu Usı11i İ'tikadi Ehli's-Sünne, I. 14. 34      8  Ebu Şehbe, Difa', 6  (Mukaddime).

349 Buhari, Kader, VII. 210.

350  Bkz. İbn Kuteybe, Tevilu Muhtelifi'l-Hadis, 41.

351  Bkz. Canan, İbrahim, Soruşturma-2, 188.

352   Bağdadi, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 127.

 

 

olan en az yirmi kişi bulunmadıkça kabul edilemez...Dört kişiden az bir topluluğun haberi bir hüküm almayı gerektirmez"353    Mute­ zile'nin ahad haberleri reddettiği, birazdan bir Mutezili alimin ken­ di_eserinden vereceğimiz gibi kesindir. Mütevatiri kabul etmeleri­ ne gelince, yukarıdaki ağır şartları koymak suretiyle, aslında mü­ tevatiri de reddetmişlerdir. Zira, bu şartlara uygun hadis sayısı bir kaçı geçmez. Buna rağmen, yukarıda da temas ettiğimiz Sibi, Mutezile alimleri kendi eserlerinde zaman zaman hadislere yer vermişlerdir. Ancak, kendi kullandıkları hadisler de aı:ulan şartla­ ra uygun değildir. Bunun anlamı şudur: Mutezile, hadisleri redde­ debilmek için bu şartları koymuş ancak, kendi görüşleri paralelin­ deki bir hadisi, şartlarına uymasa bile, kullanmaktan çekinme­ miştir. Şimdi, Muteziii alimlerinden Hayyat (ö.h.300)'ın bu konu-· daki düşüncelerine bakalım. Hayyat, Ebu Musa'nın kelamcıları tekfir etmesiyle ilgili haber hakkında "bu, tek kişinin haberidir" dedikten sonra, "bizim, adil olan bir kişinin haberi hakkındaki gö­ rüşümüz, onun ilim gerektirmeyeceği, o kimsenin dediğinin dedi­ ği gibi olmasını gerektirmeyeceği şeklindedir 354 demek suretiyle haberi ahad hakkındaki görüşünü de ortaya koymaktadır.

Hayyat, ahad haberleri bu şekilde reddettikten sonra, müteva­  tir hakkındaki görüşünü şöyle dile getirmektedir: "Sözün doğrusu odur ki, mütevatir haber haktır ve ilmi gerektirir" 355 • Görüldüğü gibi Mutezile, mütevatir haberleri Ehli Sünnet dışında ve çok fark­ lı bir şekilde anlamış, getirdiği ağır şartlarla bir çok mütevatir hadisi dışlamıştır. Ahad haberleri de ilim gerektirmeyeceği düşüncesi ile toptan reddetmiştir. Bu sebeple, Mutezile'nin kelam sisteminde hadisin yeri hemen  hemen yok  gibidir.

 

Mutezile'nin Peygamberlik Kurumu ve Hz. Peygamber Hakkındaki Genel Düşüncesi

Mutezile'ye göre peygamberlik kesbi değildir. Allah, bazı in­ sanları  nübüwet ve risalet  göreviyle seçmiştir.  Bu da  ancak yüce

 

353   Bağdadi, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 109-110.

354   Hayyat, el-İntisar, 55.

355   Hayyat,  el-İntisar, 114.

 

 

 

 

 

 

 

 

------------ 107

 

Allah tarafından gerçekleşebilir356. Peygamberler, peygamberlik görevinden  vaz geçemezler357 . Peygamberlerin, insanlar  içerisin­

deki en hayırlı kimseler olduklarını belirten Mutezili alimlerin yanı sıra358, peygamberlerden teklifin kaldırıldığını söyleyecek kadar ileri giden Mutezili alimler de vardır359. Ancak, Mutezile alimleri

bu konutlu ittifak etmemiştir360 •

Kaadı Abdulcebbar (ö.h.4lS)'a göre, nebilerin küfre gitmesi ve büyük günah işlemesi mümkün değildir361. Hişamiyye'nin bir kolu

olarak ka]:ml edilen Fuvatiyye fırkası, mucizeleri peygam_berliğin delillerinden kabul etmemektedir. Fuvatiyye'ye göre, denizin ya­ rılması, asanın  yılana dönüşmesi,  ayın yarılması, sihrin bozulması

ve suyun  üzerinde  yürüme  gibi şeyler  bir  peygamberin peygam­

berlik iddiasında haklı olduğuna delalet  etmez362.  Bu  görüşleri Hz.  Peygamber'e  uygulayan  Nazzam  (ö.h.231),  daha  da  ileri gi­

derek, Kur'an'ın i'cazının Hz. Peygamber'in elçilik görevinin doğ­ ruluğuna delil olmadığını söylemektedir. Nazzam bu konuda şöy­ le der: "Kur'an'ın nazmı ve kelimelerin edebi bakımdan güzelliği, salat ve selam ona olsun, Nebi'nin mucizesi değildir ve onun pey­ gamberlik davasındaki doğruluğuna delalet etmez. Onun doğru­ luğuna delalet eden husus ancak, Kur'an'ın içindeki gayba ait ha­ berlerdir363. Nazzam'ın meşhur 'sarfa teorisine' göre, insanlar Kur'­ an'ın bir benzerini getirebilecek güçte olmalarına rağmen, bun­ dan engellenmişlerdir. Bu da diğer mucizeler gibi harici bir şey­ dir364. Hayyat (ö.h.300), İbnu'r-Ravendi (ö.h.245)'nin Nazzam'a yönelttiği aynı suçlamayı reddeder ve onun, Kur'an'ın Hz.   Pey­

gamber'in  davasına  huccet  teşkil ettiğine inandığını söyler365.

 

356   Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 57-8.

357   Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 141.

358   Cahız, Ebu Osman Amr b. Bahr (ö.h.255), Cümelu Cevabati'l-Osmaniyye bi Cüme-

35  lu Mesaili'r-Rafıza ve'z-Zeydiyye, Mısır 1374/1955, 41.

9  Bkz. Na.der, Albert Nasri, Felsefetu'l-Mutezile, 153.

360  Bkz. Na.der, Albert Nasri, Felsefetu'l-Mutezile, 153-4.

361   Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 137.

362   Bağdadi, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 148.

363  Bağdadi, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak,  128.

364 Suyu.ti, Celaluddin Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911), el-Itkan fi Ulfımi'I-Kur'an, Ka­

hire 1951, il.  150-1.

365 Hayyat, İntisar, 28.

 

 

Ancak, kanaatimizce bu konuda Hayyat yanılmaktadır. Zira, sa­ dece İbnu'r-Ravendi değil, bir çok alim Nazzam hakkında aynı şeyleri  nakletmektedir366 •

Mutezile'ye göre, Hz. Peygamber'in şer'i bir meseleyi gizlemesi veya onu değiştirmesi mümkün değildir 367 • Ancak, yüce Allah, Levhi Mahfilz'da bulunan her şeyi ona vahyetmiş de değildir 368 • O, gaipten bir takım haberler getirmiştir. Ne var ki, bu haberler, Arapların veya Yahudi ve Hıristiyanlann anlattıkları kıssalar gibi değildir. O, bu olaylan tafsilatıyl ve doğru bir şekilde açıklamış­ tır. İşte bu durum, Hz. Peygamber'in nübüvvetinin doğruluğuna delalet etmektedir369 • Hz. Peygamber'in fiillerinde hata edebile­ ceğini ve günahkar olabileceğini söylemek, Mutezile'ye göre, Pey­ gamber'i inkar etmek demektir. Böyle bir şey onun ismet sıfatını iptal etmekle birdir370 • Diğer peygamberlerin bizim peygamberi­ mizden üstün olduğunu söylemek de imkansızdır371 •

Bu bilgilerin ışığında bakıldığında görülmektedir ki, gerek ge­ nel anlamda peygamberlik kurumu gerek bizzat Hz. Peygamber hakkındaki görüşlerinde, Mutezile -bazı aşırı fikirli olanlar dışın­ da- Ehli Sünnet gibi düşünmektedir. Ancak, bu müsbet yaklaşım­ larına rağmen, yine de hadislerin büyük kısmını inkar etmelerini izah etmek güçtür. Zira mantıken düşünüldüğünde, insanların en hayırlısı ve onların hidayete ulaşmalarında bir köşe taşı olan, din içerisindeki yeri ve önemi Kur'an, sünnet ve Mutezile de dahil alim­ lerin tümünce izah ve kabul olunan böyle bir insana aid -hangi metodla olursa olsun- söz ve fiillerin reddedilmesinin yarattığı te­ nakuzu açıklamak mümkün değildir.

 

 

366 Bkz. Şehristani, Milel, ı.82; Zerkeşi, Bedruddin Muhammed b. Abdillah (ö.h.794), el-Burhan fi Ulumi'l-Kur'an, Beyrut trs., II. 93-4; Hattabi, Ebu Süleyman Ahmed b. Muhammed b. İbrahim (ö.h.388), Beyanu İ'cazi'l-Kur'an, Mısır trs., 20; Nader, Albert Nasri, 'Felsefetu'l-Mutezile, 110. (Nasri Nader, Nazzam'ın bu görüşünü bü­ tün Mutezile'ye  maletmektedir.)

367  Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 112.

368  Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 134.

369  Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 59.

370   Hayyat, İntisar, 71 vd.

371  Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 58.

 

 

Mutezile'nin Sahabe Hakkındaki  Görüşleri

Mutezile, ilk fitnelerin ortaya çıkışına kadar, sahabenin duru­ munu adil kabul etmekte ancak, fitnelerin ortaya çıkmasından sonraki durumlarını şüphe ile karşılamaktadır. Bu yüzden, fitne­ lere karışmış olan sahabilerin durumlarının araşnrılması gerek­ mektedir372. Zira, bu olaylarda bir çok sahabi biribirinin kanını·

akıtmışnr.  Bu durum  onlardan  adalet  vasfını  kaldırmaktadı r373.

Amr b. Ubeyd (ö.h.144), aynı gruptan olsalar bile iki kişinin şahit­ liğinin kabul edilmeyeceğini ileri sürmilştür374. İbn Kesir (ö.h.774)

ise, Mutezile'nin sahabeyi adil kabul ettiğini ancak, Ali ile sava­ şanları bu hükümden ayırdıklarını yazmaktadır375.

Ml,ltezile'nin kurucusu sayılan Vasıl b. Ata (d.h.aO) -Amr b. Ubeyd'in arkadaşıdır-Ali (ö.h.40), Talha (ö.h.36) ve Zübeyr (ö.h. 36)'i kötülemiş ve onların şahitliklerinin kabul edilmeyeceğinisöy­ lemiştir. Amr'ın  Cemel ve Sıffin'e kanlan sahabeyi  toptan fısk   ile

nitelendirdiği gibi, Vasıl da aynı görüşleri ileri sürmüştür376. An­

cak, Hayyat'ın eserine aldığı ve İbnu'r-Ravendi'ye aid olduğunu söylediği görüşler, Amr b. Ubeyd ve Vasıl b. Ata'nın yukarıdaki görüşlere sahip olmadıklarını hanrlatmaktadır. Şöyle ki, Hayyat, İbnu'r-Ravendi'nin Vasıl b. Ata için "o, Osman hakkında susmuş, onu yardımsız bırakanlar ve katillere terkedenler hakkında ko­ nuşmamış, bu kimselerden uzak durmamışnr" dediğini nakletmek­ tedir. Hayyat, bu hususta İbnu'r-Ravendi'ye şöyle cevap vermekte­ dir: ''Vasıl'ın  bu  tavrı,  şüpheli  konularda  susmak  gerektiği görü­

şünde olan vera sahibi alimlerin yoludur"377.

Ehli Sünnet alimlerinin bu iki Mutezili alim hakkında insafsız davrandıkları, Hayyat'ın da onları temize çıkarma gayretinde ol­ duğu varsayılabilir. Gerçe:kte, 'el-Menzile Beyne'l0  Meİızileteyn' gö­ rüşünü  ilk ortaya atanın Vasıl b. Ata olduğu düşünülürse  onun,

 

 

372   Suyuti, Tedribu'r-Ravi, 214.

373   Bağdadi, Hatib, Kifiiye, 97.

374   Bağdadi, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 101.

375   İbn Kesir, Baisu'l-Hasis, 154.

376   Bağdadi, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 101.

377  Hayyat,  İntisar, 73-4.

 

 

büyük günah işlediğine inandığı sahabeyi iman çizgisinde değer­ lendirmede güçlük çekmiş olabileceği açıktır. Doğrusu o ki Vasıl ve Amr'ın, ilk asırların en önemli meselesi olan böyle bir konuda kayıtsız kaldıklarını düşünmek de oldukça zordur.

Nazzam'ın Ebu Hureyre (ö.h.59)'yi yalancılıkla suçlaması, Hz. Osman (ö.h.3S)'ı bir takım icraatlarından dolayı kınaması, Hz. Ali (ö.h.40)'nin bazı görüşlerinde hata ettiğini söylemesi378 karşı­ sında, Mutezile'yi her konuda temize çıkartmaya çalışan Hayyat, bunları "Nazz m'a atılmış iftiralar" olarak nitelendirmektedir:79 • Mutezile alimlerinin, Cahız (ö.h.255) ve Hayyat (ö.h.300) gibi ılımlılar dışında, sahabeye olumlu bir gözle bakmadıklarını söyle­ yebiliriz. Bu tavırları, onları sahabeden gelen rivayetleri ihtiyatla karşılamaya sevketmiş olmalidır. Ancak, sahabenin adaletini ka­ bul ettiği anlaşılan Hayyat'ın bile ahad haberleri nasıl reddettiği hatırlanacak olursa, Mutezile'nin sahabeye karşı güven duygusu­

nun  kemale ermemiş olduğu  kabul edilebilir.

 

Mutezile ve Cehmiyye'nin Teşbih İfade Eden Hadisleri İnkarı

Hadisçilerin Muattıla (sıfatları iptal edenler) adını vedikleri Mutezile ve Cehmiyye, Ehli Sünnet'in Allah için kullandığı sıfatla­ rı reddetmişlerdir. Onlara göre, Allah'ın kullarda da bulunan bu gibi sıfatlar ile anılması teşbih ifade etmektedir. Bu nedenle, "sı­ fatları nefyedenler, Allah'a herhangi bir sıfatı sabit görenleri Mü­ şebbihe şeklinde isimlendirmişlerdir"380 • Bu yüzden, Muattıla'nın hadisçilere 'Haşeviyye' adını verdiklerini daha önce zikretmiştik381 • Cehm b. Safvan (ö.h.128), teşbihe düşmemek için sıfatları tered­ dütle karşılamış ve '1\1.lah'ın kadim sıfatlarını inkar etmiştir"382 • Mutezile'nin Fuvatiyye fırkasının Kur'an ve hadislerde geçen isim­ leri dahi Allah için kullanmaktan  kaçınmaları383   bu nedenledir.

 

37     8  Bağdadi,  Ebu  Mansur, el-Fark  Beyne'l-Fırak, 133.

379   Hayyat, İntisar, 74.

380   İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed el-Harrani (ö.h.728), Minhacu's- Sünne,  Mısır 1322, 103.

381   Bkz. İbn Teymiyye, Münteka, 102.

382   Na.der, Albert Nasri, Felsefetu'l-Mutezile, 13.

383   Bağdadi, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 145.

 

 

 

 

 

 

 

 

----------- 111    

 

Hatta, bazı Mutezililer, Allah'ın ilim sıfatının ezeli olmadığını ileri sürmüşlerdi r384 •

Tevhid adına yola çıkmış olmaları ve teşbih ve tecsim korkusu nedeniyle, Kur'an'ın Allah için kullandığı sıfatları kabul etmeme­ leri ya da bunları tevil etmeleri, Mutezile'nin bazı hadisleri inkar etmelerine yol açmıştır. Onların tevilleriyle ilgili olarak Gazaİi (ö.h.505) şöyle der: "Mutezile, 'mizan'ı tevil etmiş ve onu 'her kişi için amelinin değeri açıklanır' şeklinde kinaye olarak almıştır. Bu tevil, 'mizan'ın, 'am l defterlerinin tartılması' şeklindeki tevile göre oldukça  zoraki  bir  yorumdur"385 •

Bunun yanı sıra, İbn Teymiyye (ö.h.728), Cehm'in sıfatları inkarıyla beraber, bu sıfatlardan haber veren hadisleri de reddet­ mesine temas ederken şöyle ·demektedir: '½hmed b. Hanbel (ö.h.241) ve Ehli Sünnet imamlarının bilinen yolu, Cehmiyye'nin tekfiridir. Zira bunlar, Rahman'ın sıfatlarını tatil etmişlerdir. Onla­ rın, peygamberin Kitap'ta getirdiklerine zıt sözleri gayet açıktır"386•

Mesela, Hz. Peygamber'den nakledilen, "Kur'an, bir deri içine konup ateşe atılsa yanmaz" hadisini, mushafı bir deri içine koyup ateşe atarak yandığını görünce inkar etmişler, ardından da hadisçi­ lere saldırmışlardır387 • Halbuki, hadisçiler, bu hadisi dış anlamıyla anlamamış, bir müslümanın Kur'an'.ı hıfietmesi sebebiyle büyük ecre sahip olacağı ve Cehennem'den kurtulmasına vesile olacağı şeklinde tevil etmişlerdir388 •

Yine, ''ya Meryem! Önümde yürü" hadisini Allah'a mekan izafe ettiği gerekçesi He inkar etmişlerdir. Bu konuda Mutezile'nin me­ todu, bu gibi hadisleri inkar etmekten ibare ttir389   

İbn Fı1rek, Mµa_!!lla'ya itirazlarını sıraladıktan sonra şöyle de­ mektedir:  "Bu  mukaddime,  (Mutezile'nin) ashabımızın naklettiği

 

 

384 Bkz. Eş'ari, Makaliitu'l-İslamiyyin, 158-9; Kaadı Abdulcebbiir, Tenzihu'l-Kur'an, 46- 7.

385  Gazali, Faysalu't-Tefrika, 11.

386 İbn Teymiyye, Mecmftatu'r-Resail, cüz: 3, 12; Buhari, Muhammed b. İsmail (ö.h.256), Halku Ef'ali'I-İbiid, Riyad 1398, 31.

387 İbn Kuteybe, Garibu'I-Hadis, 149. Te'vilu Muhtelifi'I-Hadis, 315-7 (II. Baskı)

388  Bu teviller için bkz. İbn Kuteybe, Te'vilu Muhtelifi'I-Hadis, 266-8.

389     İbn Furek, Müşkilu'l-Hadis, 144.

 

 

 

haberlere itirazlarındaki cehaletlerini açıklamaktadır. Bu itirazlar kişiyi, sünneti iptale sürüklediği gibi, Kur'an'ı da iptale sürükleye­ cektir"390 .

Biz, Muattıla'nın (Mutezile) bu gibi hadisleri inkar etmesine  dair misalleri 'hadis inkarının  sebeplerini'  ele  alırken  vermiştik. Bu sebeple, burada, yakandaki birkaç misal ile yetineceğiz. Sıfat­ lar konusu ise, bizatihi Kelam ilminin meselesi olduğundan, tartı­ şılmasını  gereksiz gördük.

 

Mutezile'nin Ru'yetullah Konusundaki Hadisleri Reddetmesi

Ru'yetullah (Allah'ın ahirette görüleceği) inancı, İslam'ın baş­ langıcından beri müslümanlar tarafından kabul edilmiş ve İslam akaidinin  bir esası  olarak  günümüze  kadar  gelmiştir. "O gün, bir

takım yüzler vardır  ki, Rablerine  bakarak parlayacak tır"391 ayeti,

Ehli Sünnet alimlerine  göre Allah'ın  ahirette  görüleceğine delalet

etmektedir. Buna karşılık, Mutezile, çeşitli tevillere sapmak sure­ tiyle, Allah'ın ahirette görülemeyeceği fikrine  varmıştır392.

Buhari (ö.h.256)'nin, Kıyame suresi 22 ve 23. ayetlerini tefsir babında verdiği şu hadis ahirette Allah'ın görülebileceğine işaret etmektedir:

"Resulullahın yanında oturuyorduk. O anda,  bedir  halindeki aya  baktı ve 'Rabbinizi,  şu ayı  hiç zahmetsiz  ve açıkça  gördüğü­

nüz gibi göreceksiniz' buyurdu"393.

Mutezile ve Cehmiyye ru'yetullahı inkar etmişler ve bu konuda "gözler  O'nu kuşatamaz,  O bütün  gözleri  kuşatır" 394 ayetine da­

yanmışlardır. Mutezile, bu ayeti muhkem kabul ederken, Kıyame 22 ve 23. ayetlerini müteşabih saymışlardır. Ehli Sünnet ise aksi görüştedir395.

 

390 İbn Ffırek, Müşkilu'l-Hadis, 40.

39l   75-Kıyame-22,23.

392   Mutezile'nin bu konudaki tevilleri için bkz. Razi, Tefsir, VIII. 377-80.

393   Buhil.ri, Tevhid, 179; Ru'yetullah meselesi ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Koçyi­

ğit, Talat, Kur'an ve Hadiste Ru'yet Meselesi, AÜİF yayınları, Ankara  1974.

394 6-En'iı.m-103.

395 İbn Hayyil.n, Ebu Abdillah Muhammed b. Yusuf el-Endelfısi (ö.h.754), el-Bahru'l­ Muhit,  Mısır  1328,  il.  382.

 

 

Cehmiyye'ye göre, Allah ne bu dünyada ne de ahirette görüle­ bilir396.

Kaadı Abdulcebbar, "demiştiniz ki, Ey Musa! Aflah'ı açıkça gör­ medikçe sana iman etmeyeceğiz. Bunun üzerine sizi bir saika ya­ kaladı"397  ayetini ele alırken, "bu ayet delalet etmektedir  ki,   Al­

lah'ı görmek mümkün  değildir"398 demektedir.

Ehli Sünnetin  bu  konudaki  delillerinden  biri  de  Yunus suresi

26.    ayetidir. "Rablerini görürcesine ibadet edenler  için en güzel  bir karşılık ve daha da azlası vardır" şeklindeki bu ayet, yine Hz. Peygamber'den gelen bir hadis ile açıklanmıştır. Bu hadiste, ayet­ te geçen 'ziyade' kelimesi, Allah'ın görülmesi olarak izah edilmek­ tedir399. Kaadı Abdulcebbar (ö.h.415), muhaliflerinin, "bu ayetle kasdedilen, Hz. Peygamber'den gelen bir rivayete göre, ru'yet de­ ğil midir?" şeklindeki sorusuna şu cevabı vermektedir: "Ziyade ile kasdedilen sevaptaki fazlalıktır. Ziyade, üzerinde  artma  olabilen şey cinsindendir. Bu, hem mervi olan görüştür, hem de açıkça gö­ rülmektedir. Sizin kurduğunuz ilgi  anlamında  değildir4°0 •  Bura­ da, Kaadı Abdulcebbar'ın ru'yetle ilgili hadisi reddettiği açıkça gö­ rülmektedir. Gazali (ö.h.505), Mutezile'nin ru'yetullahı inkar et­ mesini  küfür değil, bid'at olarak nitelendirmektedi r4°1   

Kanaatimizce Cehmiyye ve Mutezile, ru'yetullah meselesinde, Kur'an'a bağlı kalarak değil, kendi görüşleri doğrultusunda hare­ ket ederek hadisleri reddetmektedir. "Gözler Allah'ı idrak edemez" ayeti, aslında, dünya hayatıyla ilgilidir. Uhrevi hayatın nasıllığı konusunda söz söyleme imkanımız olmadığı için, bu konuyu ahi­ rete  kıyas edemeyiz.

 

Ef'alu'l-İbad Meselesi

Kulların fillerinin bizzat kul tarafından mı yoksa Allah tarafın­ dan  mı yaratıldığı  meselesi,  kelamcılar arasında  uzun tartışmala-

 

39     6   İbn Teymiyye,  Mecmfıatu'r-Resiiil, cüz: 1,  100.

39   7 2-Bakara-55.

39     8   Kaadı  Abdulcebbar,  Tenzihu'I-Kur'an, 20.

399 Müslim,  İmiin, 1. 163;  İbn  Mace, Mukaddime, 1. 67.

400   Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 159.

40l   Gazali, Faysalu't-Tefrika, 16.

 

 

ra sebep olmuştur. Bu gibi tartışmalar, esasen, İslam'ın özünde ve başlangıçta yoktu. Kelamcılar, fikirlerini Kur'an'a dayandırmaya çalışırken, hadisçiler, Kur'an'ın yanı sıra Hz. Peygamber'den gelen hadisleri de göz önünde bulunduruyorlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse, sonraki asırların bu gibi meseleleriyle ilgili bir çok hadis uydurulmuştur. Ancak büyük hadisçiler; özellikle uydurma hadisleri tesbitte usta olanlar, bu gibi meseleleri tartışırken sahih hadislere dayanmaya çalışmışlardı . Ef'alu'l-ibad konusunda rivayete dayalı olarak yazılan eserlerden birisi, Buhari (ö.h.256)'nin "Halku Ef'­ li'l-İbad" adlı eseridir. Biz, Mutezile'nin bu konudaki görüşlerine temas ettikten sonra, Buhari'nin söz konusu eserindeki fikirlerle kar­ şılaştıracağız. Zira, kanaatimizce Buhari'nin bu eseri, genel olarak ehli hadisin kortuyla ilgili görüşlerini yansıtmaktadır.

Mutezile'ye göre, fiillerinin sorumlusu olma bakımından kul, onların yaratıcısıdır. Mutezile, fiilleri tamamen kullara izafe eder­ ken, iki noktadan hareket etmektedir. Birinci nokta, kulların ken­  di fiillerinin yaratıcısı olmaması halinde, emir ve nehyin caiz ol­ mayacağı; ikinci nokta, kulların kendi fiillerinin yaratıcısı olma­ ması halinde, sorumluluğun ortadan kalkacağıdı r4°2• Bu iki nokta da 'sorumluluk' kavramında birleştirilebilir. Razi (ö.h.606)'ye göre, Mutezile, taatı iradeye bağlamıştır4°3•   Böylece kul, itaat halindey­ ken, iradesiyle hareket etmekte ve kendi fiilinin yaratıcısı olmak­ tadır. Ehli Sünnet kelamcılarının Mutezile'ye karşı ileri sürdükleri Kur'anı delil "her şeyin yaratıcısı Allah'dır"404  ayetidir.  Mutezile ise, bu ayette geçen 'her şey' ibaresinin umumilik ifade ettiğini,  bazı istisnaların olabileceğini ileri sürmüş tür405 

Mutezile'nin, kulların fiillerinin yaratıcısı olduğunu ileri sür­ mesinin bir başka sebebi de eski Yunan Felsefesi ve Zerdüştlüğün tesiridir. Eflatun'un Tanrı'ya sadece iyi olanın izafe edilebileceğini söylemesi406  ve Aristo'nun pasif Tanrı anlayışı407  gibi, Mutezile de

 

402 Bkz. Kaadı Abdulcebbiir, TenziHu'l-Kur'iin, 76; Aynca bkz. Abdulhamid, İrfan, İsl- iim'da  İtikadi  Mezhepler  ve Akfüd  Esasları,  Çev. Saim  Yeprem,  İst. 1981, 291.

403  Bkz. Razi, Tefsir, IV. 357

404  13-Riid-16; 39-Zümer-62; 40-Mü'min-62.

40S Kaadı Abdulcebbiir, Tenzihu'l-Kur'iin, 124.

406  Eflatun, Devlet, il.  Kitap, 70-1.

407   Bolay,  Süleyman  Hayri, Aristo  Metafiziği, 101.

 

 

Allah'a kötü fiillerin nisbet edilemeyeceğini ileri sürmüştür. Onla rın mantığına göre, eğer kötülükleri yaratan Allah olsaydı, bunla­ rın cürüm olmaması gerekirdi 408 • Allah, ne kötülükleri ve zulmü 409 ne de küfrü ve kafiri yaratmıştır 410 • Zira, O, kulları için zulmü istememiştir411 •

Bu noktada, Buhari (ö.h.256)'nin ef'alu'l-ibad konusundaki görüşleri ile Mutezile'nin görüşlerini karşılaştırmak yararlı olacak­ tır. Buhari, fiillerin kullara atfedilmesi konusunda Mutezile'ye yak­ laşll).ıştır. O, bu konuda da hadislere dayanmıştır. H . Peygamber­ 'in, "Kureyş Rabbimin kelamını tebliğ etmemi engelledi" ifadesin, zikrettikten sonra şöyle demektedir: "Resulullah açıklamıştır ki, tebliğ etmek (fiili) kendisinden, Kelamullah Rabbindendir"412  • Yine, ona göre, kulların tum fiilleri (hareketleri, sesleri, kazançları, yaz­ maları) mahluktur yaratılmiştı r413 • Bir başka yerde şöyle der: "Rik­ kat ve benzeri fiiller, tıpkı senin 1\llah' lafzını yazışın gipi, yaratıl­ mıştır. Zatında halık (yaratıcı) olan ise Allah'tır. Senin yazman, kazanman sana aid fiildir, mahluktur. Zira, Allah dışında, kişinin yaptığı her şey yaratıktır414 • Buhari'ye göre, Cibril hadisinde Hz. Peygamber İman, İslam, şehadet, ihsan ve -kıraatı, rüku ve secde­  si ile- namazı kulun fiili olarak isimlendirmiştir415 •  Buhari, Ah­ med b. Hanbel (ö.h.241) gibi, Kur'an dışında her şeyi mahluk ka­ bul etmiştir416 •

Ancak Buhari, daha konuya başlarken bir hadis nakleder. Bu hadiste Hz. Peygamber, "her iş yapanı ve yaptığı işi Allah yarat­ mıştır" buyurmaktadır41 7 •  Bunun yanı sıra Cebriyyeci görüşü ihti-

 

40B  Bkz. Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 114.

409  Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 78.

410   Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 69.

411  Bkz. Hayyat, İntisar, 43-4.

412  Buhari, Halku Ef'ali'l-İbad,  60.

413   Buhari, Halku Ef'ali'l-İbad,  47.

414     Buhari, Halku Ef'ali'l-İbad, 49.

4  15  Buhari, Halku Ef'ali'l-İbad, 56-7.

416   Buhari, Halku  Ef'ali'l-İbad, 62.

417 Buhari, Halku Ef'ali'l-İbiid, 46. Aynca bkz. İbn Ebi Asım, Sünne, 1. 158. Bu hadiste, "innellahe yasnau külle sani'in ve san'atehu" ibareleri geçmektedir. Bu ibareler "muhakkak ki Al\ıh her sanatçıyı ve sanatını yaratır" eklinde çevrilmiştir (bkz. Özbek, Yusuf, Hadis-i Şerifler Işığında İlahi Kelamın Müdafaası, İst. 1992).

 

 

va eden sözleri, sahabeden ve diğer alimlerden  rivayet etmekte­ dir. Buhari, Abdullah b. Ömer (ö.h.73)'den, Resulullah'm "acz ve (akıl) kudretine varıncaya kadar her şey bir ölçüye göre yaratıl­ mıştır" dediğini nakletmektedir  418 •

Buhari ile Mutezile'nin yaklaştığı nokta, fiillerin kula nisbet edil­ mesidir. Bu da kesb yönünden düşünülebilir. Fakat, fiilleri kula nis­ bet etmesi, Buhari'nin, fiilleri yaratanın kul olduğuna inandığı an­ lamına gelmez. Nitekim, yukarıda görüldüğü gibi, "her işi yapanı ve yaptığı işi Allah yaratmışt!r" hadisini vermesi onun, fiilleri yara­ tanın Allah olduğunu düşündüğünü, bununla beraber fiillerin kesb yönündeıı kula ait  bulunduğuna  inandığını göstermektedir.

Buhari ve onun temsil ettiği hadisçiler, Mutezile'den bu nokta­ da esaslı bir şekilde ayrılmaktadır. Hadislerın ifadeleri, fiilleri ya­ ratanın Allah olduğunu açıkça belirtmektedir. Nitekim Buhari, Mutezile'yi tenkid ederken şöyle der: "Mutezile, Allah'ın kendi fi­ illerini yarattığını, ancak kullarının fiillerini (Allah'ın) yaratmadı­ ğını iddia etmişt ir"419 •

Kur'an ve hadisler, her şeyi yaratanın Allah olduğunu söylediği halde, Mutezile, yukarıda sayılan sebeplerden ötürü, bunu inkar ederek Allah'ı pasifıze etmiştir. Bu ise, hadise tam anlamıyla ters düşmek  demektir.

 

Halku'l-Kur'an Meselesi ve Mihne Olayları

Kur'an'ın yaratılmış olduğunu ilk defa söyleyenin Velid b. Muği­ re olduğu ve "bu Kur'an öğretilmiş bir sihirdir, beşer sözünden baş­ ka bir şey değildir"420 ayetinin onun hakkında nazil olduğu söylen­ miştir421 . Ancak, Kur'an'ın yaratılmışlığı tartışması daha sonraki dönemlere aittir. "Birinci asrın sonlarına kadar müslümanlar ara­ sında hakim olan bu kanaat, Ernevi halifelerinden II. Mervan (h.127- 132)'ın mürebbii ve anasının kardeşi olarak tanınan Ca'd b. Dir­ hem'in ·zuhur  edip  Kur'an'ın  mahluk  olduğu  görüşünü yaymaya

 

4 1  8  Buhari,  Halku  Ef'ali'l-İbiid, 47.

419  Buhiiri, Halku Ef'iili'l-İbiid, 75.

420  74-Müddessir-24/25.

421   Diirımi, Ebu  Said,  Kitiibu'r-Red, 98.

 

 

 

 

 

 

 

------------ 117   

 

başlaması ile sarsılmış ve müslümanların ittihadı bozulmuştur"422• Ebu Said ed-Darımi (ö.h.280) de buna işaretle şöyle demektedir: "Kureyşli kafirlerden sonra, bu dava ile ortaya çıkan ilk kimse, Bas­ ra'da Ca'd b. Dirhem, Horasan'da Cehm (b. Safvan)'dır"423•

Kur'an'ın kendisi hakkındaki ifadeleri, bu şahısların ortaya at­ tıkları fikirlerden oldukça farklıdır. Kur'an, kendisini Allah'ın Kela­ mı olarak nitelendirmektedir424 • Bazen de Allah'ın Kelimesi şek­ linde zikred ilmektedi r425 • Müslümanlar, Hz. Peygamber ve saha­ be dönen:ıinde, Kur'an'a bu doğrultuda inanıyor ve Kur'aı:ı'ı Allah­ 'ın kelamı olarak kabul ediyorlardı.

Kur'an'ın açık ayetleri ve sahabenin bu doğrultudaki görüşleri ortada olduğuna göre Mutezile'nin, Kur'an'm kelamullah oluşunu reddetmesi beklenemezdi. Nitekim, bunu onlar da reddetmemiş ancak, Allah'ın kelam sıfatının ezeli olmadığını, dolayısı ile Kur'­ an'ın mahluk olduğunu ileri sürmüşlerdir 426 . Mutezile'yi böyle bir iddiaya sürükleyen başlıca sebep tevhid sistemleridir. "Mutezile'­  ye göre, Allah'ın sadece zatı kadimdir. Allah'ın zatı dışında O'na kadim bir sıfat hamledilirse, tevhid sistemi bozulur. Çünkü, Allah­ 'ın zatından başka kadim varlıklar var demek olur. Halbuki Allah dışında hiçbir varlık kadım değildir. O halde, Allah'ın Kelamı olan Kur'anı Kerim de kadim olamaz. Dolayısı ile Kur'an'ın yaratılmış olması   zorunludur"427 •

Bu arada hemen belirtmelidir ki, halku'l-Kur'an meselesinin Yahudi kelamının etkisi ile ortaya çıktığı söylenmektedi r428 • Buna göre, Lebıd b. A'.sam429 , Tevrat'ın mahluk olduğu görüşünü ortaya atmış, oğlu da  bu görüşü  Kur'an'a  uygulamıştır430 

 

 

422 Koçyiğit, Talat, Kelamcılarla Hadisçiler Arasındaki Münakaşalar, TDV. Yay. Ank.

1984, 189.

42  3  Darımi, Ebu Said, Kitabu'r-Red, 7.

424  48-Feth-15; 9-Tevbe-6

425   18-Kehf-27,109.

426     Bkz. Eş'ari, Makalatu'l-İslamiyyin, 191 vd.

427   Işık, Kemal, Mutezile'nin  Doğuşu, 75.

428  Yahudi  kültüründe  Tevrat'm  yaratılmışlığı tartışmaları  hakkında  geniş  bilgi için

·        bkz. Adam, Baki, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, Seba Yay. Ank. 1997, 47 vd.

429  Lebid b. A'silm, Hz. Peygamber'e büyü yapan Yahudidir.

 

4o3

 

Bkz. İbnu'I-Esir, Kamil, VII. 75.

 

 

Kaadı Abdulcebbar (ö.h.415), Muğni adlı eserinde ' lah var iken hiçbir şey yoktu. Sonra zikri yarattı" hadisini ele alarak, sık sık Kur'an'ın mahluk olduğundan bahsetmektedir431 •

Halku'l-Kur'an meselesi söz konusu olduğunda, Mihne olayla­ rına temas etmek kaçınılmaz olmaktadır. Halife Me'mun dönemi­ ne kadar (h.198-218), halku'l-Kur'an inancı resmi bir hüviyet ka­ zanmamıştı. Mutezile imamlarından Sumame b. Eşras (ö.h.213), Ebu'l-Huzeyl el-Allaf (ö.h.226, 227 veya 235) gibi kimselerin tesi­ rinde kalmış olan Me'mun'un 432 hilafeti döneminde (h.198-218), halku'l-Kur'an inancı resmiyet kazanmış oldu. Me'mun, Tarsus se­ ferine çıkmışken, Bağdad'daki vekili İshak b. İbrahim'e yazdığı mek­ tubunda şöyle demektedir: "Yanındaki kadıları topla ve onlara Erni­ ru'l-Mü'minin'insana yazdığı bu mektubu oku. Allah'ın Kur'an'ı halk ve ihdası meselesinde görüş ve inançlarını anlamak maksadıyla im­ tihanlarına başla... Eğer bunu (Kur'an'ın mahluk olduğunu) ikrar ederler ve bu işte Emiru'l-Mü'minin'e tabi olurlar ve hidayet ve ne­ cat yolunda bulunurlarsa, kendilerine halk arasından huzurlarına gelen şahidleri Kur'an'ın mahluk olup olmadığı meselesi hakkında imtihana çekmelerini ve Kur'an'ın mahluk ve muhdes olduğunu ik­ rar etmeyenlerin, bu görüşe sahip olmayan ve ikrarından imtina edenlerin şehadetlerinin terk edileceğini emret' "'33  

Halife Me'mun'un bu mektubu ile halku'l-Kur'an inancı resmi­ yet kazanmış oluyordu. Bundan sonra bu inancın, devlet gücü ve baskısı ile halka ve alimlere kabul ettirilmeye çalışıldığı  karanlık bir dönem başlıyordu. Mektuptan anlaşılacağı gibi, kadıların hu­ zuruna şahitlik için gelenlerin dahi bu inancı kabul edip etmedik­ leri sorulacak,  aksi  durumda  şahitlikleri  kabul edilmeyecekti.

Bu zulüm, halifenin İshak b. İbrahim'e, yedi hadisçinin halku'l­ Kur'an konusunda  imtihana  çekilmelerini emreden  ikinci  mektu-

 

 

 

431 Bkz. Kaadı Abdukebbar, Ebu'l-Hasen b. Ahmed el-Hemedani (ö.h.415), el-Muğni fi Ebvabı't-Tevhid ve'I-Adl, Matbaatu Dari'l-Kütüb 1961, 91,184.

432 İbn Kesir, Ebu'l-Fida İsmail el-Kureşi (ö.h.7 ), el-Bidaye ıie'n-Nihaye, M ır trs.,

X. 275, 279, 281.

4 33  Bkz. Taberi, Tarih, VIII. 631 vd.

 

 

buyla434 hadisçilere yöneliyordu. Zira, Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğu inancı hadisçiler tarafından savunuluyôrdu·. Daha sonra bizzat halife Me'mun tarafından imtihana çekilen bu yedi hadisçi şunlardır: Yahya b. Main (ö.h.233), Muhammed b. Sa'd (ö.h.230), Ahmed b. İbrahim ed-Devraki (ö.h. 246), Zuheyr b. Harb (ö.h.234), Ebu Müslim, İsmail b. Davud, İsmail b. Ehi Mesud.

Me'mun zamanında başlayan bu zulüm dönemi, uzun süre de­ vam etmiş (h.198-234), Ahmed b. Hanbel (ö.h.241) gibi büyük hadisçiler de bu zulümden  nasibini al   ıştır435  

Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılan odur ki, Mutezile -bazı­ ları hariç- hadisleri reddetmiştir. Onların mütevatir ile ahad arasın­ daki ayırımları ve mütevatir için ileri sürdükleri ağır şartlar, ahad haberleri reddetmeleri, hadisleri sırf akli bir süzgeçten geçirmeleri gibi sebeplerle hadisi dışlama yolunu tutmaları bunun açık bir gös­ tergesidir. Bunun neticesinde, pek çok noktada Kur'an ve sünnetle uyuşmayan bir kelam sistemi yaratmışlar ve bu sistemi, belirli bir dönemde, halka ve alimlere zorla kabul ettirmeye çalışmışlardır. Mihne adı verilen zulüm döneminde bir çok İslam alimi baskı altına alınmıştır. Ancak, Mutezile kelamı, Ehli Sünnet kelamı karşısında tutunamayarak  tarih sahnesine gömülüp gitmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

434 Taberi, Tarih, VIII. 634; Subki, Tacuddin (ö.h.772), Tabakatu'ş-Şafiiyyeti'l-Kübra, Beyrut  trs.,  I. 207.

435 Geniş bilgi için bkz. Koçyiğit, To.lat, Kelamcılarla Hadisçiler Arasındaki Münakaşa­  lar,  192-214.

 

 

 

 

 

 

 

120-----------

 

 

 

 

 

 

..       .        "

MURCIE VE HADiS

Mürcie mezhebi, ilk fitnelerden sonraki bunalımlı ortamda or­ taya çıkmıştır..Daha önce temas ettiğimiz gibi, Şia ve Haricil rin sahabeyi tekfir etmesi karşısında, kendine has bir tavır takınan Mürcie, bu konuda orta yolu benimsemeye çalışmıştır. Sahabeyi tekfir etmekten uzak durdukları gibi, ilk önceleri, ilk fitneler deni­ len siyası olaylar üzerinde yorum yapmaktan da kaçınmışlardır. Ancak, iman ve küfrün ne olduğu, kime mü'min kime kafir denile­ ceği soruları, kelamı bir problem olarak Mürcie'nin ıstılahına son­ radan girmiştir.

Bu açıdan bakıldığında, Mürcie'nin problem edindiği, imanın tanımı, amel-iman münasebeti gibi bir dizi kelamı tartışmalarda Mürcie'nin ortaya koyduğu görüşler ile hadislerin ve hadisçilerin ortaya koyduğu görüşlerin bir karşılaştırmasını yapmak gerekmek­ tedir. Mürcie'nin kelam sisteminde hadislere ne derece bağlı kaldı­ ğı, ne derece ters düştüğü  bu şekilde daha kolay anlaşılabilecektir.

 

Mürcie'nin iman Tanımı ve Hadis:

"Bir çok Mürcii'ye göre iman, Allah'ı ve Resulü'nü bilmektir. Her kim, Allah'tan başka ilah olmadığını ve Muhammed'in (sas) O'nun resulü olduğunu bilirse mü'mindir" 436 • Gaylan ed-Dımeşki (ö.h.80), Muhammed b. Şebib ve Ebu Şimr gibi Mürcii alimler, Allah'ı bilmek unsurunun yanına ikrarı  da  yerleştirmişlerdi r437• Ebu Hanife (ö.h.lSO)'ye göre iman, dil ile ikrar ve kalp ile   tasdik-

 

 

4 36  Emin, Ahmed, Fecru'l-İslam, 281.

437  Eş'ari, Makalatu'l-İslamiyyin, 134,136; Bağdadi, Ebu Mansur, el-Fark  Beyne'l-Fı­

rak, 190.

 

 

tir' 38• Ebu Hanife'nin el-Alim ve'l-Müteallim adlı kitabında yaptığı iman tarifi ise biraz daha farklıdır. Bu eserinde tasdik,  marifet, ikrar, İslam ve yakin kelimelerinin hepsinin de anlamının iman olduğunu söyleinektedir' 39 • Aynı zamanda Ebu Hanife ((ö.h.150), Cehm b. Safvan (ö.h.128), Gaylan ed-Dımeşki (ö.h.80), Muham­ med b. Kerram (ö.h.255), Gassan el-Kı'.'ıfi, Bişr el Merısi (ö.h.218-

9) gibi kimselerin, imanı, '1\llah'ı bilmek, Allah'tan geleni ve Resu­ lünün getirdiklerini dil ile ikrar ve kalp ile tasdik etmektir" şeklin­ de tanımladıkları s ylenmektedir440 • Ancak, bu tanımlarda geçen 'bilmek' ibaresi Ebu'l-Hüseyin es-Salihi tarafından 'muhabbet' şek­ linde açıklanmış441 , Ebu Şimr ve Yunus da 'muhabbet' kavramını imanın tanımına dahil etmiştir442 

Yukarıdaki. tanımlardan anlaşılacağı gibi, Mürcie'ye göre imanın iki asli unsuru vardır: Bilmek ve ikrar. Kalp ile tasdik te zaman za­ man bu iki unsuru tamamlayan  bir rol  oynamaktadır.

iman konusunda Hz. Peygamber'den nakledilen hadisler mev­ cuttur. Bu hadisler, imanı, ferdin davranışlarından ayırmamakta­ dır. Bunları amel-iman münasebetini ele alırken vereceğiz. Bura­ da, bir hareket noktası olarak, imanın formüle edildiği Cibril hadi­ sini ele alacak ve Mürcie'nin iman tanımıyla karşılaştıracağız.

Cibril, Hz. Peygamber'e "iman nedir" diye sorduğunda, Hz. Pey­ gamber'in ona verdiği cevap şudur: '1\llah'a, meleklerine, ahirete, peygamberlerine, kitaplara ve kadere -hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine- inanmand ır"443 • Bu aynı zamanda, Kur'an'ın iman for­ mülasyonuna uygun düşmektedir' 44 •

 

 

438 Ebu Hanife, Numan b. Sabit (ö.h.150), Vasıyye, Thk. Muhammed Zahid el-Kevse­ ri, (İmamı Azam'ın Beş Eseri, Çev: Mustafa Öz) İst. 1981,  72.

439 Ebu Hanife, Numan b. Sabit (ö.h.150), el-Alim ve'l-Müteallim, Thk. Muhammed Zahid el-Kevseri, (İmamı Azam'ın Beş Eseri, Çev: Mustafa Öz) İst. 1981,  16.

440  Madelung, Wilfred, Early Sunnite Doctrin, Studia Islamica XXXII. 1970, 233.

        441   Eş'ari,  Makalatu'l-İslamiyyin, 133.

442  Eş'ari,  Makiilatu'l-İslamiyyin, 134.

443 Buhari, iman, I. 18; Müslim, iman, I. 37; İbn Mace, Mukaddime, I. 24; Ahmed b. Hanbel, il. 426; Darımi, Sünne, V. 72; Tirmizi, iman, V. 6. Cibril hadisinin Ebu Hureyre tariki ile gelen rivayetinde 'kadere iman' zikredilmemiştir. Bu ifade, Ab­ dullah  b. Ömer  rivayetinde vardır.

444  Bkz. 2-Bakara-285; 4-Nisa-136.

 

 

Mürcie, bu tanımları yaparken, Kur'an'a ve hadislere dayalı bir anlayışı tesbit etmek yerine, ilk dönem siyasi olaylarının çözümünü kolaylaştıracak tanımlar geliştirmeyi  tercih etmiştir.

Burada şunu da belirtmeliyiz. Yukarıda, Ebu Hanife'nin iman tanımını nakletmiştik. Onun, Fıkhu'l-Ekber adlı eserinde verdiği bir başka iman tanımı, biraz önceki Cibril hadisindeki iman tanı­ mı ile bir uyum içindedir. O, bu eserinin hemen başında, tevhidin aslını oluşturan imanı şöyle dile getirmektedir: ''.Al.lah'a, melekle­ rine, kitaplarına, ölümden sonra dirilmey ve kadere -hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna- inandım; hesap, mizan, Cennet ve Ce­ hennem haktır, demendir"445 • Ebu Hanife'nin bu tanımı, Hz. Pey­ gamber'in hadisinde ifade olunan iman tanımına tamamen uygun düşmektedir. Belki de, onun bu tanımı, tamamen Cibril hadisine ve Kur'an'ın aynı konudaki ayetlerine dayanmaktadır. Bu tanımıy­ la, Ebu Hanife'yi diğer Mürciilerden ayrı düşünebiliriz.

 

Amel-iman Münasebeti

Mürciilerin iman tanımından anlaşılmaktadır ki, onlar, ameli imandan ayrı bir şey olarak düşünmektedirler. Böyle olunca, ame­ lin imanı etkilemeyeceği sonucuna varmak kaçınılmaz olmakta­ dır. Ebu Hanife'ye göre "amel, iman değildir, iman da amel değil­ dir. Bunun delili şudur: Bir çok vakit ibadet mü'minlerden kaldı­ rılmıştır. Bu durumda, o kimseden imanın kaldırıldığını söylemek caiz olmaz. Mesela, hayızlı bir kadından imanın kaldırıldığını ya da onun imanı terkettiğini söylemek caiz değildir"446 • Bazı Mürci­ iler, farzların ve amellerin bilgisini de imana katmıştır447 • Fakat bu da durumu değiştirmemektedir.

Mercie'nin amel ile imanı ayırması ve amelsiz imanı makbul görmesi, neticede bazı çarpık uygulamalara sebep olmuştur. "Di­ yorlar ki, iman ile birlikte günah bir zarar vermez. Küfür ile birlik-

 

 

445 Ebu Hanife, Numan b. Sabit (ö.h.150), Fıkhu'l-Ekber, Thk. Muhammed Zahid el­ Kevseri, (İmamı Azam'ın Beş Eseri, Çev: Mustafa Öz) İst. 1981, 58.

446  Ebu Hanife, Vasıyye, 72.

447 Bkz. Kutlu, Sönmez, Mürcie ve İtikadi Görüşleri, 209-210.

 

 

tedetaatin bir faydası dokunmaz"448  .  Aynı görüş, Mukatil b. Sü­ leyman (ö.h.lSO)'dan da nakledilmişti r449 • "Mürciiler, imanın sa­ dece kalp ile tasdik olduğu görüşündeydiler. Bazen dil ile ikrarı da buna kattılar. Böylece amelleri ikinci plana attılar. Hatta, bazıları, Mürcie ismini, amelleri imandan sonraya atmaları şeklinde tefsir etti. Bu görüş, özellikle halk için tehlikelidir. Zira, halk, amellerin imanın erkanından olmadığını zannedecek olursa, onlara bağlı­ lıkları ve yerine getirmeleri azalacaktır. Ama aksine, amellerin im­ ndan olduğunu düşünenlerse, (imanı) amelle le tamamlamaya çalışacaklardır"450 •

Mürcie, amel ile imanı biribirinden ayırdıktan sonra, günahla­ rın -mübah kabul edilmemesi şartıyla- imana zarar vermeyeceği fikrine ulaşmışti. Tıpkı, amelin imandan sonraya bırakılması gibi, günahkarın durumu da ahirete terkedildi. Büyük günah işleyenin hali Allah'a kalmıştır. İşlenen böyle bir günah, imana zarar  ver­ mez. Çünkü, ameller imanın rüknü değildir. Küfürle birlikte taat fayda vermediği gibi, imanla birlikte  de  günah  zarar  vermez451• "Bir müslümanı, helal sa:ymaması şartıyla, büyük günahlardan bi­ rini işlemesi ile kafir saymayız. Bu durumdaki bir kimseden iman vasfını kaldırmayız. Ona gerçek anlamda mü'min deriz. Böyle bir mü'minin, kafir olmamakla beraber, fa.sık olması mümkünd ür"452• Zira "küfür de iman  da  ancak kalbte yer  eder"453 

Ebu  Hanife  (ö.h.lSO)'nin  iman  tanımı  bir  kenara bırakılacak

·        olursa, Miircie'nin hadislere ters düştüğü görülmektedir. Aynı şe­ kilde, iman-amel münasebeti konusunda Mürcie'nin ortaya koy­ duğu anlayış, hadisler ve hadisçilerin görüşleriyle çelişmektedir. Zira  hadisler, iman ile ameli  biribiriyle  ilişkisiz şeyler olarak  dil-

 

 

 

448  Emin, Ahmed, Fecru'l-İslam, 279.

449 İbn Hazın, Ebu Muhammed AH b. Ahmed (ö.h.456), el-Fas! fi'l-Milel ve'I-Ahva ve'n-Nihal,  Mısır 1317/1321, IV. 205.

4  50    Emin, Ahmed, Duhfı'l-İslfım, III. 320.

451  Şehristani, Milel, ı. 258; Nesefi, Ebu'l-Berekat Abdullah b. Ahmed (ö.h.701), Akai­

du'n-Nesefiyye,  Kahire  1344/1925, 164-168.

4  52   Ebu Hanife, Fıkhu'l-Ekber, 61.

453  Eş'ari, Makfılfıtu'l-İslfımiyyin, 132.

 

 

şünmemektedir. Kur'anı Kerim de iman ile ameli sık sık birlikte zikretmektedir.

Hadislerden anlaşıldığına göre, imanın  hem  akli  (ruhi)  hem  de fiili olmak üzere iki cephesi vardır. Enes (ö.h.93)'den nakledil­ miştir ki, Hz. Peygamber, iman ve nifakın belirtilerini dile getirir­ ken şöyle demektedir: "imanın belirtisi ensarı sevmek, nifakın belirtisi de ensara buğzetmektir"454 • Hz. Peygamber bir başka hadi­ sinde ise, "hiçbiriniz, kendisi için sevdiğini (mü'min) kardeşi için  de sevmedikçe (kamil a_nlamda) iman etmiş sayılmaz" 455 buyur­ maktadır. Hz. Peygamber'in, "imanın altmış kadar şubesi vardır. Utanma duygusu da imandan bir şubedir"456 hadisi, utanma duy­ gusunun da imana dahil edildiğini göstermektedir. Bunlar ve ben­ zerleri  bize, imanın  ruhi cephesini  göstermektedir.

Hz. Peygamber'den nakledilen bazı hadislerde iman, amel ola­ rak nitelendirilmektedir: "Hz. Peygamber'e hangi amel daha üs­ tündür, diye sorulduğunda, 'Allah'a ve Resul'üne imandır' dedi..."457 hadisi buna bir misaldir. Bir başka hadiste de bir müslümanı öl­ dürmenin 'küfür' olarak değerlendirilmiş olması458 amel iman ayı­ rımının  yapılamayacağının  işaretlerini  vermektedir.

Hz. Peygamber, bir başka hadisinde imanı şöyle tanımlamakta­ dır: ''Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in O'nun resulü olduğuna inanmak, namazı kılmak, zekatı vermek, ramazan oru­ cunu tutmak...tır"459 • "İnsanlar, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun resulü olduğuna tanıklık edinceye, na­ mazı kılıp zekatı verinceye kadar onlarla savaşmam emrolundu" 460 buyurması da Hz. Peygamher'in iman ile ameli biribirinden ayır­ ma düşüncesinde olmadığını göstermektedir.

 

 

454  Buhiiri, iman, I. 10; Müslim, iman, I. 85; Ahmed b. Hanbel, III. 70, V. 285.

455 Buhiiri, iman, ı. 9; Müslim, İman, ı. 67; İbn Mace, Mukaddime, I. 26; Tirmizi, Kıyamet, IV. 666.

456 Buhari; iman, I. 8; Müslim, iman, 1. 63; İbn Mace, Mukaddime, 1. 22; Ebu Davud, Sünne, V. 56 (...yetmiş kadar...); Tirmizi, Bin; IV. 364 ( ... haya imandandır...).

4  57   Buhari, İman, 1. 12; Müslim, iman, 1. 88.

458  Buhiiri, iman, 1. 18.

459   Buhari, iman, 1. 19.

4Gü  Buhiiri, iman, 1. 12.

 

 

Burada, günahkar mü'minin durumunun ne olacağı sorusu gündeme gelmektedir. Yani, eğer, amel imandan ayrı değil ise, günah  işleyen  bir mü'mine  kafir denilebilir mi?

Hadisçilerin, iman ile ameli bir tutmalarının, günahkar mü'mi­ ne kafir denilmesi ile bir ilgisi yoktur. Çünkü, hadislere ve hadisçile­ re göre, iman, günah işlemeyle ortadan kalkmaz, fakat, eksilebilir. Ameller imanın tezahürüdür, yani göstergesidir. Bu sebeple, hiçbir hadisçi, günahları sebebiyle bir kimseyi küfürle itham  etmemiştir.

Bu soruya cevap aranırke , bir de imanın artıp eksilmesi mese­ lesi ortaya çıkmıştır. Mürcie'ye göre iman artmaz ve eksilmez 461 • Hadisçilere  göre ise iman artar ve eksilir46 2 

Büyük günah işleyenin tekfir edilemeyeceği Hz. Peygamber'in şu hadisinden anlaşılmaktadır: "La ilahe illallah diyen ve bu iman üzere ölen bir kul mutlaka Cennet'e girecektir...zina etse de, hır­ sızlık  yapsa da..."463 •

Görüldüğü gibi Mürcie, gerek iman-amel münasebeti gerek imanın tanımı gibi konularda hadislere ters düşmektedir. Bu du­ rum, onların kelam sistemlerinin kurulmasında hadislerin bir rol oynamadığını ve Kur'an'ı da bu sistemleri doğrultusunda anladık­ larını göstermektedir464 •

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

4  61  Eş'ari, Makalatu'l-İslamiyyin, 133.

462  Bkz. BÜhari, iman, ı. 7; İbn Mace, Mukaddime, I. 28; Taberi, Ebu Ca'fer  Muham­

med  b. Cerir  (ö.h.310), Sarihu's-Sünne, Daru'l-Hulefi'ı 1405/1985,  25 vd.

463  Buhari, Ceniiiz, il. 69; Müslim, iman, I. 95; Tirmizi, iman, V. 27; Ahmed b. Hanbel,

V. 152.

464 Mürcie mezhebinin doğuşu ve kelam sistemi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Kut­ lu, Sönmez, Mürcie ve İtikiidi Görüşleri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1989.

 

 

 

 

 

 

 

 

------------ 126 -----------

 

 

 

 

 

 

ŞI.A  VE HADI"S

Hadise karşı özel bir tavır takınan mezheplerden biri de Şia'-  dır. Şia, hadisin ve sünnetin tanımını yaparken, zayıf hadisi sahih hadisten ayırırken, ravide bulunması gerekli şartları  tesbit eder­ ken hadisçilerin metodlarından ayrılmışlar ve kendilerine has bir yol izlemişlerdir.. Bu anlayışın alt yapısını Şii akaidi ve siyaseti oluşturur. Birazdan görüleceği gibi, Şia'nın imamet doktrini ve imamın masumiyeti fikri, büyük bir itina ile hadis ricali için uygu­ lanmış ve bu uygulama, hadislerin sıhhat derecesinin tesbitinde önemli  bir rol oynamışnr.

Nitekim, Ahmed Emin, bu durumu şu şekilde tesbit etmekte­ dir: "Mezhepler arasındaki ihtilafların, cerh ve ta'dil hareketinde (önemli) bir rolü olmuştur. Ehli Sünnet, pek çok Şiı'yi cerhetmişti. Hatta, onlar, Şiilerin ve Hz. Ali'nin ashabının rivayetlerini naklet­ menin doğru olmadığı ilkesini benimsemişlerdi. Ancak, Abdullah

b. Mesud'un ashabının rivayetlerini kabul ettiler. Bir çok Şii de, Ehli Sünnet'in aksine, sadece Şii olanların ve Ehli Beyt'in rivayeti­ ni güvenilir  kabul  etmişlerdi"465 •

Ancak, hemen belirtmeliyiz ki, Ehli Sünnet alimleri Şii ravilere karşı bu derece kan davranmamış, fanatik olmaması kaydı ile Şii­ lerden de hadis rivayet etmişlerdir466 • Bununla beraber, Şiiler de zaman zaman Şii olmayanların rivayetlerinden faydalanmışlardır. Şiiler, ancak masum "imamların  rivayetlerini  kabul etmişlerdi.

Hatta,  Şia'ya  göre, "hadis,  Masum'un  söz, fiil ve takrirleridir"467 •

 

4 65  Emin, Ahmed, Fecru'l-İslam, 217.

466 Buha.ri, Şiilikle suçlanan bazı ra.vilerin hadislerini Sahih'inde rivayet euniştir. Bu ra.viler için bkz. İbn Hacer, Ebu'l-Fadl Ahmed b. Ali b. Muhammed el-Kina.ni el­ Askalani (ö.h.852), Hedyu's-Sari Mukaddimetu Fethi'I-Ba.ri, Beyrut 1301 , 460 vd.

46 7 Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı, Basılmamış Doktora Tezi, Ank. 1977, 126.

 

 

 

 

 

 

 

127 -------------

 

Dikkat edilecek olursa, hadisçilere göre de söz, fiil ve takrir hadisin üç unsurudur. Ancak bu üç unsur, hadisçilerde Hz. Peygamber'e izafe

edilirken 468 , Şia tarafından  masum imamlara  verilmektedir.  Bu

tanım genel olarak İmamiye Şia'sının görüşüdür ve masum imam­ lar ile kasdedilenler  de  İmamiye'nin on iki  imamıdır.

Şia, sünnetin tanımını yaparken de aynı şekilde  düşünmekte­ dir. Onlara göre sünnet, "Hz. Peygamber'den yahut masum imam­ dan sadır  olan  söz,  fiil ve takrirlerdir.  Yani, yalan  söylemesi   ve

hata etme i caiz olmayan kimsenin sözü, fiili ve takrirleri   ir"469 .

Bu tanımdan 'masum imam' ifadesi kaldırılıp, yerine 'sahabe' ifadesi konulduğunda, hadis alimlerinin sünnet tanımına yaklaşıl­ mış olacaktır. Zira, ilk dönemlerde sünnet kavramının Hz. Peygam­ ber'in amelleri dışında·sahabenin amelleri için de kullanıldığı gö­ rülmektedir. "Size düşen, benim ve raşid halifelerin sünnetine uy­ maktır"470 hadisi ile Hz. Ali'nin celde tatbik ettiği biri için kullandı­ ğı, "Resulullah ve Ebu Bekr kırk celde vurmuştu. Ömer bunu sekse­

ne tamamladı. Bunların hepsi de sünnettir"471 sözlerinde geçen sün­

net kavramının geniş bir kullanım alanı olduğuna işaret etmekte­ dir. Nitekim, Ehli Sünnet ile Şia arasındaki bu farka Mamakani de temas etmekte ve şöyle demektedir: "Ehli Sünnete göre, bir söz, masum olmayan sahabi veya  tabiiye  ulaşırsa  bu, yine hadis   olur.

Şia'ya göre ise, masuma ulaşması şarttır"472 . Burada saha.binin ma­

sum olmayan, Şii imamların ise masum kabul edilmesi dikkat çeki­ cidir ve Şia'nın sahabeye bakışını da yansıtmaktadır. Bu konuya, hadis inkarının sebeplerini ele alırken, 'Sahabenin Kötülenmesi' başlığı altında temas etmiştik. Şia'yı hadis inkarına sürükleyen en önemli sebeplerden  biri, sahabe hakkındaki  bu görüşleridir.

 

 

468 Bkz. Cezairi, Tahir b. Salih Ahmed ed-Dımeşki (ö.h.1264), Tevcihu'n-Nazar ili\ Usı1li'l-Eser, Medine trs. 2. Bunun yanı sıra hadisçiler, Sahabenin söz, fiil ve takrir­ lerine mevkuf, tabiununkilere de maktu' adım vermiştir. Bkz. Uğur, Mücteba, An­ siklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Mevkuf ve Maktu'  maddeleri.

4  69   Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı, 126.

470 İbn Mace, Mukaddime, ı. 6; Ebu Davud, Sünne, V. 14; Darımi, ı. 45; Ahmed b.

Hanbel, iV. 127.

471  Awk,  Hatib, Sünne, 20.

472 Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı, 126.

 

 

 

 

 

 

 

---     - --    -        -1-    ----------

 

 

Şia'ya göre, sahih hadis, "senedinde İmamiye'den olan adil ve zabıt ravilerin, yine kendileri gibi ravilerden masum imama kadar şaz ve illetten kurtulmuş olarak ulaştırdıkları hadistir" 473 • Eğer, "senedindeki bütün raviler İmamiye'den olmazsa, medhe layık bile olsalar, güvenilirlik derecesine  yükselemezler" 474 •

Şia'nı bu sahih hadis tanımı da hadisçilerin tanımına uymakta­ dır. Bir farkla ki,., hadisçilerin tanımında 'masum imam' ifadesi geç­ mez: "Makbul h'.adis çeşitlerinin başında yer alan sahih, adalet ve zabt sıfatlarını haiz ravilerin mutt?sıl isnadla  rivayet ettikleri  şaz ve muallel olmayan  hadislerdir"475  

Masumun varlığı veya en azından Şia'ya mensup olma, Şia'nın hadis anlayışını şekillendiren en önemli ve hatta ayırıcı bir  faktör-

. dur. Onlar, kavi hadisin tanımını yaparken bile bu temel ilkeye uymaktadırlar. Zira, Şia'nın hadis anlayışına göre, kavi hadis, "se­ nedinde, haklarında medh ve zem hususunda herhangi bir şey söylenmemiş, İmamiye mezhebinden olan ravilerin rivayet ettik­ leri  hadislerdir"476 •

İsnadda yer alan ravilerin Şii olması ve hadisin masum imama isnad edilmesi, Şii hadis anlayışında önemli bir yer tutmaktadır. Ancak, senedde yer alan ravilerin hepsinin Şii' olmaması, hadisi geçersiz kılan tam bir sebep de değildir. Zira, "İmamiye mezhe­ binden olmayan ravi, dininde mustakim, doğruluğu ve eminliği sabitse onun rivayetine itimad edilebilir. Bu tip ravilerin rivayetle­ ri İma.mi ve memduh olan fakat adaleti sabit olmayan ravinin riva­ yetine  tercih olunabilir" 477 .

Burada görünen odur ki, belirli şartlar altında, Şii olmayan ra­ vilerin rivayetleri de makbul olabilmektedir. Ne var ki, Şii ravinin adalet sıfatının sabit olmaması, bu tip bir rivayetin kabul edilebil­ mesi için zaruridir.

Ravinin güvenilir olduğu nasıl ve kimin şehadetiyle tesbit edi­ lecektir?  İşte bu noktada,  masum imam doktrini yine devreye.gir-

 

473  Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı,  129.

474  Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı,  132.

475  Koçyiğit,  Talat,  Hadis Istılahları,  AÜİF Yay. Ank. 1985, 383.

476  Sofuoğlu,  Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı, 133.

477  Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı,  132.

 

 

 

 

 

 

 

------------ 129 ------------

 

mektedir. Sözüne güvenilir yegane insanlar masum imamlar veya daha geniş anlamda Şii mezhebi alimleri olduğu için, ravilerin güvenilirliğini tesbit eden de onlardır. Bu noktada, masum ima­ mın söz ve davranışları o kadar önemlidir ki, ravinin güvenilirliği­ nin tesbitinde ondan yararlanılmaktadır. Ravinin güvenilir olup olmadığının tesbitine yarayacak aşağıdaki prensipler, masum ima­ mın hadis tesbitindeki karizmatik rolüne işaret etmektedir.

Şia'y ogöre, bir ravinin güvenilir olup olmadığı şu esaslar çer­ çevesinde anlaşılabilir:

1.•Masum imamın bir savaşta sancağı teslim etmesiyle anlaşı­ lır. Yani masum imamın, bir kimseye sancağı teslim etmesi, o kim­ senin güvenilir bir şahıs olduğunu göstermektedir.

2.      Masum imamın bir kimseden razı olması. Bu da o kimsenin güvenilir  ve adil  olduğunu  göstermektedir.

3.      Masum imamın bir kimseyi hasım tarafa elçi olarak gönder­ mesi.

4.      Masum imamın bir kimseyi şahitlik yapmak üzere gönder­ mesi.

5.      Masum imamın bir kimseyi bir memlekette iş için  görevlen­

dirmesi.

6.      Masum imamın bir kimseyi hizmetçi veya katip olarak tut­ ması.

7.      Masum imamın bir kimseye  fetva yetkisi vermesi478   

Şia, ravilerin cerh ve ta'dilinde, herhangi bir alimin vereceği hükme göre değil, Şia'ya mensup alimlerin yapacağı tesbite göre hareket etmektedir. Bu bakımdan, Şii hadis anlayışına göre, zayıf hadisin "senedinde, ya mezmum bir ravi vardır yahut sika oldu­ ğuna dair Şia mezhebi mensuplarından hüküm varid olmayan fa­ sid akideli bir ravi vardır"479 . Hatta onlar, ravide aradıkları şart­ lardan biri olan 'iman' şartını da 'Şii olması' şeklinde belirlemiş­ lerdir480.

 

 

478   Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı,  154.

479   Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı,  133.

480 Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı, 153.

 

 

Masum imam doktrininin hadis usulüne dahil edilmesi, se­ neddeki ravilerin Şii olması gibi prensipler, Şiilerin hadisleri -bü­ yük miktarda- dışlamalarına sebep olmuştur.

Şia'nın hadisleri reddetmesinin sebeplerinden biri de sahabe hakkında sahip oldukları olumsuz kanaattır. Onların bu kanaatle­ rinin ardında hilafet meselesi yatmaktadır. Şia, Hz. Peygamber'in vefatından sonra hilafetin Ali'nin hakkı olduğunu, ancak, Ebu Bekr, Ömer ve Osman'ın hilafeti ondan gaspettiğini  ileri sürmüşlerdir.  Bu sebeple, bu l;iç sahabeyi ve onların halifeliğini tasdik eden b ­ tün sahabileri cerhetmişlerdir481 • Onlara göre sahabe, dini hami­ yetten yoksundur ve şeriatın  heder olmasına çalışmışlardı r48 2  

Ehli Beyt dışındaki sahabeyi tekfir ederek Hz. Peygamber ile aralarındaki bağı koparmış olan Şia, daha sonra Masum İmam inancını geliştirmiş ve bu iki yanlış görüşün neticesinde hadislerin büyük  çoğunluğunu  inkar etmiştir.

Bunun en güzel örneklerinden biri, abdestte çıplak ayak üzeri­ ne mesh meselesidir. Bu konudaki tartışma, Maide suresi 6. ayeti üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu ayette şöyle buyurulmaktadır:

"Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman, yüzünüzü ve dirseklere kadar ellerinizle beraber kollarınızı yıkayın. Başınıza meshedin. Ayaklarınızı  da  topuklara  kadar yıkayın".

Tartışmanın ana noktası, ayette geçen "erculeküm=ayakları­ mz" ibaresinin nasb mı yoksa kesre kıraatına göre mi okunacağı­ dır. "İslam alimlerinin büyük çoğunluğu, bir başka deyişle Ehli Sünnetin tamamı, ayetten ayakların yıkanması hükmünü çıkarır­ larken, başta İmamiye Şia'sı olmak üzere diğer bazı gruplar, mesh hükmü çıkararak ona uymuşlardır" 483•

Halbuki, Hz. Peygamber'in çıplak ayak üzerine meshettiğine dair bir tek rivayet bile yoktur. Buna rağmen Şiiler, bu konudaki hadisleri, daha önce zikrettiğimiz sebeplerden  dolayı  reddetmiş­ ler ve sünnetten uzaklaşmışlardı r484 

 

481  Sıbai, Sünne, 131.

482  İbnu'l-Arabi, el-Avasım Mine'l-Kavasım, 184.

483 Uğur, Mücteba, Kur'anı Kerim ve Sünnete Göre Abdestte Ayakların Yıkanması, 17.

484 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Uğur, Mücteba, Kur'anı Kerim ve Sünnete Göre Abdestte Ayakların Yıkanması, İslami Araşnrrnalar Dergisi, 16-28, Nisan 1989.

 

 

Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de namazın şekli ve ezan ile ilgili hususlarda İmamiye Şia'sının bazı farklı uygulamaları mev­ cuttur. Malum olduğu üzere onlar, öğle ile ikindi ve akşam ile yat­ sı namazlarını cem ederek, bir günde üç vakit namaz kılmaktadır­ lar. Ayrıca, Şii itikadının eseri olarak ezana "eşhedu enne Aliyyen Veliyyullah" ibaresini katmışlardır485 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

485  Bkz. İbn Abdilvehhab, Muhammed, Risale Fi'r-Redd Ala'r-R.a.fıza, 33.

 

 

 

 

 

 

 

 

------------ 137 -----------

 

 

 

 

 

 

 

SONUÇ

 

Hz. Peygamber döneminde hadis ve sünnetin konumunda her­ hangi bir tereddüt bulunmamakla beraber, Hz. Peygamber'in ve­ fatından sonra, ilk hicri asrın ortalarına doğru, özellikle hadislere karşı üstü örtülü bir şüphenin belirdiğini görüyoruz. Fakat bu şüp­ he, son  derece  ferdi  boyutta  kalmış,  ilk fitnelerin  ortaya çıkışına

.kadar  her  hangi  bir tesir icra etmemiştir.

Görünen odur ki, bazı insanları hadisler karşısında şüpheye sevkeden şey siyasi, kültürel, dini ve felsefi kargaşa ortamıdır. Buna, bir bunalım, bir bulantı devresi diyebiliriz. Siyasi istikrarın bozul­ ması, anarşi ve fitnenin kol gezmeye başlaması, İslam'a  yabancı din ve kültürlerin açık ve gizli bir savaşa kalkmaları, milli kültür­ lerin yeni din ve özellikle de Arap kavmiyetçiliği karşısında diren­ meye geçmesi, kimlik ve kişilik bunalımları, Hıristiyan ve Yahudi­ lerin İslam'ın temel esaslarına karşı tenkid oklarını yöneltmesi, hilafet mücadeleleri halkı derinden etkilemiş, kafaları karıştırmış, halkın ruhi ve akli düzenini de bozmuştur. Öyle zannediyorum ki, halk, bir hakikat bunalımına düşmüştü. Gerçeğin ne olduğunu, kimin ve hangi fikrin doğru olduğunu tesbit etmekte güçlük çek­ mekteydi. Tam bir bunalım   içerisindeydi.

Hadis karşıtlığı işte bu atmosfer içerisinde doğmuştur. Böy­ le bir ortamın bir takım ekstrem hareketlere gebe olacağı açıktır. Nitekim, birinci asrın ortalarında doğan bazı aşırı uçlar, toplumun sahip olduğu değerlere ve bunlar arasında hadis  malzemelerine karşı tepkisel tavırlarını_ ortaya koyma gereğini  hissetmişlerdir.

Bu noktada şu tesbiti yapmak gerekiyor: Hadis ve sünnete şüphe ile bakan ve bu iki kaynağı reddedenlerin toplamı, onlara bağlı kalanlara oranla bir hayli azdır. Ana kütle, kendini hadis ve sünnete teslim etmiş görünüyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

----------- 133

 

Hadis ve sünnetin toplumun bütün katmanlarında arzu ettiği etkiyi yapabilmesi için söz konusu bunalımlı devrenin aşıl­ ması gerekiyordu. Bu, biraz uzun sürmüştür. Fakat, sonuçta, siya­ sı istikrarın sağlanması, dinler ve kültürler arası çatışmada İslam­ 'ın galip gelmesi hadis ve sünnet üzerinde ortaya çıkan şüphelerin de dağılmasını sağlamıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKLAR

 

Abdulhamid, İrfan, islam'da İtikadi Mezhepler ve Akaid Esasları, Çev. Saim Yeprem, ist. 1981

Abdurrezzak, Ebu Bekr b. Hemmam es-San'ani (ö.h.211), Musannef, Karaçi 1390/ 1970

Accac, Muhammed el-Hatib, es-Sünne kable't-Tedvin, Kahire 1383/1963 Adam, Baki, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, Seba Yay. Ank. 1997 Ahmed  b.  Hanbel  (ö.h.241),  el-Müsned,  Beyrut trs.

Ahmed  Cevdet,  Hülasatu'l-Beyan  fi Te'lifi'l-Kur'an; İst. 1303

Ahmed Hamdi Akseki, Riyazu's-Salihin (Mukaddimesi), DİB Yay. Ank. 1976 Amiri, Yahya b. Ebi Bekr el-Amiri, Riyazu'l-Mustetabe, Beyrut 1974  Aşıkkutlu, Emin, Hadiste Rical Tenkidi, MÜİF Vakfı Yayınları, İst.1997.

Aydınlı,  Abdullah,  Doğuş Devrinde Tasawuf ve Hadis, İst.  1986

Ayni,  Bedruddin el-Hanefi el-Ayni, Umdetu'l-Kaari li Şerhi Sahihi'l-Buhari, İst. 1308

Azami, Muhammed Mustafa el-A'zami, Dirasat fi'l-Hadisi'n-Nebevi ve Tarihi Tedvini- hi,  Mektebetu'l-İslami, 1400/1980

Raci, Süleyman b. Halef el-Baci (ö.h.474), et-Tadil ve't-Tecrih li Men Harrece anhu'l­ Buhari fı'l-Cami'i's-Sahih, Riyad 1987

Bağdadi, Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit el-Hatib (ö.h.463), el-Kifaye fi İlmi'r-Rivaye, Mısır trs.

Bağdadi, Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit el-Hatib (ö.h.463), Şerefu Ashabi'l-Hadis, Hazırlayan: Mehmet Said Hatiboğlu, AÜİF Yay. Ank. 1972

Bağdadi, Ebu Mansur Abdulkahir b. Tahir (ö.h.429), el-Fark Beyne'l-Fırak ve Beya- nu'l-Fırkati'n-Naciye minhum, Mısır trs.

Barthold, W., İslam Medeniyeti Tarihi, Çev: M. E Köprülü, Ank. 1986

Bayrakdar,  Mehmet, İslam Felsefesine Giriş, Ank. 1988

Beyhaki, Ebu Bekr Ahmed b. el-Hüseyn (ö.h.458), Delfülu'n-Nübüwe ve Ma'rifetu Ahvali Sahibi'ş-Şeria, Beyrut  1405/1985

Beyhaki, Ebu Bekr Ahmed b. el-Hüseyn (ö.h.458), el-Esma ve's-Sıfat, Mısır 1358 Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuku İslamiyye ve Jstılahatı Fıkhıyye Kamusu, İst. 1967 Bolay, Süleyman  Hayri, Aristo  Metafiziği İle Gazali  Metafiziğinin  Karşılaştırılması,

Ank. 1976

Bolay, Süleyman  Hayri, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, İst. 1981

Brockelman, C., İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi, Çev: Neşet Çağatay, AÜİF Yay.

Ank. 1964

Buhari,  Muhammed  b. İsmail  (ö.h.256), el-Camiu's-Sahih, İst. Trs:

Buh"ri,  Muhammed  b. İsmail (ö.h.256), Halku Ef'ali'l-İbad, Riyad  1398

Cahız, Ebu Osman Amr b. Bahr (ö.h.255), Cümelu Cevabati'l-Osmaniyye bi Cümelu Mesfüli'r-Rafıza ve'z-Zeydiyye, Mısır 1374/1955

Cahız, Ebu Osman Amr b. Bahr (ö.h.255), el-Beyan ve't-Tebyin, Kahire 1367-1369/ 1948-1950

Canan,  İbrahim,  Kur'an ve Sünnet Arasındaki  Münasebet,  (Soruşturma-2: Kur'an ve

 

 

Sünnet, Sor Yayıncılık), İst. 1987

Cezairi, Tahir b. Salih b. Ahmed ed-Dımeşki (ö.h.1264), Tevcihu'n-Nazar ila Usı'.'ıli'l­ Eser, Medine trs.

Çakın,  Kamil,  Buhari'nin  Otoritesini  Kazanma  Süreci,  İslami Araştırmalar Dergisi,

Cilt 10, Sayı 1,2,3, Ankara 1997.

Çubukçu, İbrahim Agah-Çağatay,  Neşet, İslam Mezhepleri Tarihi, Ank. 1965

Darımi, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman b. Fadl b. Behram (ö.h.255), es­ Sünen,  Daru  İhyai's-Sünneti'n-Nebeviyye trs.

Darımi, Ebu Said Osman b. Said (ö.h.280), Kitabu'r-Red ala'l-Cehmiyye, Beyrut 1402/

1982

Denizkuşları, Mahmud, Kur'anı Kerim ve Hadislerde Tıp, İst. 1982

Ebu Davud, Süleyman b. el-Eş'as (ö.h.275), es-Sünen, Hums 1388/1969

Ebu Gudde, Mevzu Hadisler, Çev. Enbiya Yıldırım, İst. trs.

Ebu Hanife, Numan b. Sabit (ö.h.150), el-Alim ve'l-Müteallim, Thk. Muhammed Zahid el-Kevseri, (İmamı Azam'ın Beş Eseri, Çev: Mustafa Öz) İst. 1981

Ebu Hanife, Numan b. Sabit (ö.h.150), Fıkhu'l-Ekber, Thk. Muhammed Zahid el­ Kevseri, (İmamı Azam'ın Beş Eseri, Çev: Mustafa Öz) İst. 1981

Ebu Hanife, Numan b. Sabit (ö.h.150), Vasıyye, Thk. Muhammed Zahid el-Kevseri, (İmamı Azam'ın Beş Eseri, Çev: Mustafa Öz) İst.  1981

Ebu Şehbe,  Muhammed,  Difa' ani's-Sünne,  Mısır trs.

Ebu's-Suud, Muhammed b. Muhammed el-İmadi (ö.h.951), Tefsir, Mısır trs Eflatun, Devlet, il. Kitap, Çev: Sabahattin Eyüboğlu-M. Ali Cimcoz, İst. 1985 Ekrem Ziyau'l-Ömeri, Buhi'ıs fi Tarihi's-Sünneti'l-Müşerrefe, Beyrut 1395/1975 Emin, Ahmed, Duha'l-İslam,  Beyrut 1936

Emin, Ahmed, Fecru'l-İslam, Beyrut 1969

Enbari, AbdurrezzakAli, Cem'u'l-Kur'ani'l-Kerim, Mevrid Dergisi, Sayı:4, Bağdad 1401/ 1980

Eş'ari, Ebu'l-Hasan Ali b. İsmail (ö.h.324), Makalatu'l-İslamiyyin ve İhtilafu'l-Musall­ in, Weisbaden  1980

Fığlalı, Ethem Ruhi, İbiidiyye'nin Doğuşu ve Görüşleri, AÜİF Yay. Ank. 1983

Gazali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed (ö.h.505), el-Munkız rnine'd-Dalal, Kahire 1303

Gazali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed (ö.h.505), Faysal't-Tefrika beyne'l­ İslam  ve'z-Zanadıka,  Mısır 1325/1907

Gazali,  Ebu  Hamid  Muhammed  b. Muhammed  (ö.h.505),  İlcamu'l-Avam an İlmi'l­

Kelam, İst. 1287

Gibb, Sir Hamilton A.R., Mohammedanizm, London   1953

Hattabi, Ebu Süleyman Ahmed b. Muhammed b. İbrahim (ö.h.388), Beyanu İ'cazi'l­ Kur'an, Mısır trs.

HayyAt, Ebu'l-Hüseyn Abdurrahim b. Muhammed b. Osman el-Mutezili (ö.h.300), el­ İntisar ve'r-Red ala ibni'r-Ravendi el-Mülhid,  Beyrut 1957

Hekim,  Muhammed  Tahir, Sünnetin  Etrafındaki  Şüpheler, Çev: Hüseyin Aslan,  İst.

1985

HemedAni, Ebu Bekr Muhammed b. Musab. Osman b. Hazim (ö.h.584), Kitabu'J. İ'tibar fj'n-Nasih ve'l-Mensi'ıh, Hurns  1386/1966

Heykel, Muhammed, es-Sıddık Ebu Bekr, Kahire  trs.

Heysemi, Nuruddin Ali b. Ebi Bekr (ö.h.807), Mecmau'z-Zevaid ve Menbeu'l-Fevaid, Beyrut 1967

Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, Çev: Salih Tuğ, İst.  1980

Hı'.ili, Muhammed Abdulaziz, Mifıahu's-Sünne ve Tarihu Funı'.'ıni'l-Hadis, Beyrut 1400/ 1980

 

 

Isfehimi, Ebu Nuaym Ahmed b. Abdillah, Hılyetu'l-Evliya ve Tabakatu'l-Esfiya (ö.h.430), Beyrut 1400/1980

Işık, Kemal, Maturidi'nin Kelam Sisteminde İman, Allah ve Peygamberlik Anlayışı, Ank. 1980

Işık, Kemal, Mutezile'nin Doğuşu ve Kelami Görüşleri, AÜİF Yay. Ank. 1976

Itr, Nuruddin,Menhecu'n-Nakd fi Ulfımi'l-Hadis, Dımeşk 1401/1981

İbn Abdilber, Ebu Ömer Yusuf (ö.h.463), Camiu Beyani'l-İlm, Thk. Abdurrahman Muhammed  Osman,  Medine 1388/1968

İbn Abdilber, Ebu Ömer Yusuf en-Nemiri (ö.h.463), Camiu Beyani'l-İlm, Medine 1388-1968

İbn Abdilvehhab,  Muhammed,  Risale Fi'r-Redd  Ala'r-Rafıza,  Riyad trs.

İbn Arrak, Ali b. Muhammed el-Hicazi (ö.h.963), Tenzihu'ş-Şeriati'l-Merffıa' ani'l­ Ahbari'ş-Şenia'ti'l-Mevdfıa', Kahire trs.

İbn Ehi .Asım,  Ebu  Bekr Ömer eş-Şeybani  (ö.h.287),  Kitabu's-Sünne, Mektebetu'l­

İslami 1400/1980

İbn Furek, Ebu Bekr (ö.h.406), Müşkilu'l-Hadis ve Beyanuhu, Kahire 1979

İbn Hacer, Ebu'l-Fadl Ahmed b. Ali b. Muhammed el-Kinani el-Askalani (ö.h.852), el-İsabe fi Temyizi's-Sahabe, Mısır trs.

İbn Hacer, Ebu'l-Fadl Ahmed b. Ali b. Muhammed el-Kinani el-Askalani (ö.h.852), Hedyu's-Sari Mukaddimetu Fethi'l-Bari, Beyrut 1301

İbn Hacer, Ebu'l-Fadl Ahmed b. Ali b. Muhammed el-Kim1ni el-Askalani (ö.h.852), Ta'cilu'I-Menfa'a bi Zevaidi Ricali'l-Eimmeti'l-Erba'a, Haydarabat 1324

İbn Halikan, Ebu'l-Abbas Şemsuddin Ahmed b. Muhammed b. Ehi Bekr (ö.h.681), Vefeyatu'l-Ayan ve Ebnau Ebnai'z-Zaman, Beyrut trs.

İbn Hayyan, Ebu Abdillah Muhammed b. Yusuf el-Ende!fısi (ö.h.754), el-Bahru'l­ Muhit, Mısır 1328

İbn Hazın, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed (ö.h.456), el-Fas! fi'l-Milel ve'l-Ahva ve'n­ Nihal,  Mısır 1317/1321

İbn Hazın, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed (ö.h.456), el-İhkam fi Usfıli'l-Ahkam, Mısır 1345-47

İbn Hıbban, Muhammed el-Busti (ö.h.354),es- Sahih (el-İhsan bi Tertibi Sahihi İbn Hıbbfın, Alauddin Ali b. Balebfın, ö.h.739), Beyrut 1407/  1987

İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik el-Hımyeri (ö.h.219), Siretu'n-Nebeviyye, Mısır 1355/1936

İbn Kayyim, Muhammed  b. Ebi Bekr el-Cevziyye (ö.h.751), Mediiricu's-Salikin,  trs.

İbn Kesir, Ebu'l-Fida İsmail el-Kureşi (ö.h.744), el-Baisu'l-Hasis, Beyrut  trs.

İbn Kesir, Ebu'l-Fida İsmail el-Kureşi (ö.h.744), el-Bidaye ve'n-Nihaye, Mısır  trs.,

İbn Kesir, Ebu'l-Fida İsmail el-Kureşi (ö.h.744), Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Daru İhyai'l- Kütübi'l-Arabiyye  trs.

İbn Kuteybe, , Muhammed el-Kfıfi el-Mervezi (ö.h.276), Te'vilu Muhtelifi'l-Hadis, Çev: Hayri Kırbaşoğlu, I. Baskı İst. 1979, il. Baskı İst. 1989

İbn Kuteybe, Muhammed el-Kfıfı el-Mervezi (ö.h.276), Garibu'l-Hadis, Bağdad 1977 İbn Mace, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvini (ö.h.275), es-Sünen, İst trs. İbn Main, Yahya (ö.h.233), et-Tarih,  Mekke  1399/1979

İbn Sa'd, Ebu Abdillah el-Basri (ö.h.230),  t-Tabakiitu'l-Kübra, Beyrut trs.

İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed el-Harriini (ö.h.728), el-Münteka min Minhaci'l-İ'tidal ve Huve Muhtasaru Minhiici's-Sünne Ii'z-Zehebi, trs.

İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed el-Harrani (ö.h.728), İslam Hidaye­ ti, Çev: Celal Yıldırım, İst. 1969

İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbiis Takıyyuddin Ahmed el-Harriini (ö.h.728), Mecmı'.'ıiitu'r­ Resiiil ve'l-Mesiiil, Mısır 1341/1345 cüz: 1 ve 3.

 

 

İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed el-Harrani (ö.h.728), Minhacu's­ Sünne, Mısır 1322

İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed el-Harrani (ö.h.728), Risale fi'r-Red ala'n- Nusayriyye, Mecmılatu'r-Resail ve'l-Mesail içerisinde, Mısır 1341-1345

İbn TeymiyYe, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed el-Harrani (ö.h.728), Risaletu Mea­ rici'l-Vusıll, Mecmılatu'r-Resail ve'l-Mesai! içerisinde, Mısır 1341-1345

İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed el-Harrani (ö.h.728), Risaletu Ref­ 'i'l-Melam, Mecmılatu'r-Resail ve'l-Mesail içerisinde, Mısır 1341-1345s

İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed el-Harrani (ö.h.728), Şerhu Hadi­ si'n-Nuzfıl, Mısır 1366

İbnu'l-Arabi, Ebu Bekr (ö.h.543), el-Avasım Mine'l-Kavasım fi Tahkiki Mevakıfı's­ Sahabe,  Kahire 1387

İbnu'l-Cevzi, Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali (ö.h.597), Defu Şübehi't-Teşbih, Mat- baatu't-Terakki 1345  .

İbnu'l-Cevzi,  Ebu'l-Ferec Abdurrahman  b. Ali (ö.h.597), el-İlelu'l-Mütenahiye,  trs.

İbnu'I-Cevzi, Ebu'l-Ferec Abdurrahmaı;ı b. Ali (ö.h.597), Kitabu'I-Mevzılat, Medine 1386/1966

İbnu'l-Cevzi, Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali (ö.h.597), Zadu'l-Mesir fi İlmi't-Tefsir, Dımeşk 1384/1964

İbnu'l-Esir, İzzuddin Ebu'l-Hasen Ali b. Ebi'l-Kerem eş-Şeybani, el-Kamil fı't-Tarih, Beyrut 1402/1982

İbnu's-Salah, Ebu Amr Osman b. Abdirrahman (ö.h.643), Ulılmu'l-Hadis, Halep 1386

İsferayini, Ebu'l-Muzaffer (ö.h.471), et-Tabsir fi'd-Din ve Temyizu'l-Fırkati'n-Naciye, Mısır 1359/1940

İzmirli,  İsmail Hakkı (ö.m.1946), Muhassalu'l-Kelam, İst.  1336

Kaadı Abdulcebbar, Ebu'l-Hasen b. Ahmed el-Hemedani (ö.h.415), el-Muğni fi Ebvabı't-Tevhid ve'l-Adl, Matbaatu Dari'l-Kütüb 1961

Kaadı Abdulcebbar, Ebu'l-Hasen b. Ahmed el-Hemedani (ö.h.415), Tenzihu'l-Kur'­ an ani'l-Metain,  Mısır 1329

Kaadı İyaz, b. Musa el-Yahsılbi (ö.h.544), el-İlma' ila Ma'riferi'r-Rivaye ve Takyidi's­ Sema,  Kahire 1389/1970.

Kandemir, M. Yaşar, Mev u Hadisler, DİB Yay. Ank. 1984

Kasımi, Muhammed Cemaluddin (ö.h. 1332/m. 1914), Kavaidu't-Tahdis, Mısır 1380/ 1961

Kılavuz,-Ahmed Saim, iman-Küfür Sının,  İst. 1984

Koçkuzu, Ali Osman, Rivayet İlimlerinde Haber-i Vahitlerin İtikat ve Teşri Yönlerin- den Değeri, DİB Yayınları, Ank. 1988.

Koçyiğit, Talat, Hadis Istılahları, AÜİF Yay. Ank. 1985

Koçyiğit, Talat,  Hadis Tarihi, Ank. 1981

Koçyiğit, Talat, Kelamcılarla Hadisçiler Arasındaki Münakaşalar, TDV. Yay. Ank. 1984

Koçyiğit, Talat, Kur'an ve Hadiste Ru'yet Meselesi, AÜİF yayınları, Ankara 1974.

Köksal, Mustafa Asım, İslam Tarihi (Mekke Dönemi), İst.  1978

Kudai, Sellame el-Azzami, Furkanu'l-Kur'an, Mısır 1358

Kurtubi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensi\ri (ö.h.671), el-Cami' li Ahk- ami'l-Kur'an (Tefsir), Mısır trs.   

Kutlu, Sönmez, Mürcie ve İtikadi Görüşleri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1989.

Lıilkai, Ebu'l-Kasım Hibetullah b. El-Hasen b. Mansur (ö.h.418), Şerhu Usılli İ'tikadi Ehli's-Sünne ve'l-Cema'a, Riyad trs.

Madelung, Wilfred, Early Sunnite Doctrin, Studia Islamica XXXII. 1970

Mantran, Robert, İslam'ın Yayılış Tarihi, Çev: İsmet Kayaoğlu, AÜİF Yay. Ank. 1981

 

 

Mes'udi, Ebu'l-Hasen Ali b. El-Hasen (ö.h.346), Murucu'z-Zeheb ve Meadini'l-Cev­ her, Beyrut trs.

Meyanci, Ebu Hafs Ömer b. Abdilmecid b. Ömer (ö.h.580), Ma La Yeseu'l-Muhaddise

Cehluhu,  Bağdad 1387/1967

Mukaddemetan= Mukaddemetan fi Ulfımi'l-Kur'an, Mukaddemetu Kitabi'l-Mebani ve Mukaddemetu İbn Atıyye, Yayınlayan: Arthur Jefferi, Kahire 1954

Müslim, Ebu'l-Hüseyn b. El-Haccac el-Kuşeyri (ö.h.261), es-Sahih, İst  trs.

Nader, Albert Nasri, Felsefetu'l-Mutezile, İskenderiyye 1950

Nasr, Seyyid Hüseyin, Religion in The Middle East, Cambridge 1969

Nesai, Ebu Abdirrahman  Ahmed  b. Şuayb  b. Ali b. Bahr (ö.h.303),  es-Sünen,  Şerh­

:Celaluddin es-Suyfıti, Haşiye: es-Sindi) Çev: A. Muhtar Büyükçınar, İst. 1981

Nesefi, Ebu'l-BerekatAbdullah b. Ahmed (ö.h.701), Akaidu'n-Nesefiyye, Kahire 1344/ 1925,

Nevevi, Muhyiddin Yahya b. Şeref (ö.h.676),·et-Takrib, Mısır  trs.

Neysaburi, Ebu Abdillah el-Hakim (ö.h.405), el-Müstedrek ala's-Sahihayn, Beyrut  trs.

Neysaburi,  Ebu Abdillah el-Hakim  (ö.h.405),  Ma'rifetu  Ulfımi'l-Hadis, Haydarabat

. 1397/1977

O'leary de Lacy, İslam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri, Çev: Hüseyin Yurdaydın, Yaşar Kutluay, AÜİF Yay. Ank. 1971

Okiç, Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tedkikler, İst. 1959

Özbek, Yusuf, Hadis-i Şerifler Işığında İlahi Kelamın Müdafaası, İst. 1992

Razi, Fahruddin b. Ziyaiddin Ömer (ö.h. 606), Mefatihu'I-Gayb (et-Tefsiru'I-Kebir), İst. 1307

Sakallı, Talat, Hadis Tartışmaları İbn Hacer-Bedruddin Ayni, Diyanet Vakfı Yayınları, Ank. 1996.

Sehavi, Şenısuddin Muhammed b. Abdirrahman.(ö.h.902), Fethu'I-Muğis, Medine 1388/1967

Serahsi, Ebu Bekr Muhammed b. Ebu Sehl (ö.h.483), Usulu's-Serahsi,   Beyrut 1393/

1973.

Sıbai, Mustafa, es-Sünnetu ve Mekanetuha fi't-Teşri'i'I-İslami, el-Mekt betu'l-İslami 1398/1978

Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı, Basılmamış Doktora Tezi, Ank.  1977

Subki, Tacuddin  (ö.h.772), Tabakatu'ş-Şafiiyyeti'l-Kübra, Beyrut trs.

Suyuri, el-Mikdad b. Abdillah, Kira.bu İrşadi't-Talibin, Bombay 1303

Suyuti, Celaluddin Ebu'I-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911), el-Hasaisu'l-Kübra, Kahire  1967

Suyuti, Celaluddin Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911), el-Itkan fi Ulfımi'l-Kur'an, Kahire 1951

Suyuti, Celaluddin  Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911), Lealiu'l-Masnfıa    fi'l-Ehadisi'l­

Mevzfıa, Beyrut1395/1975

Suyuti, Celaluddin Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911), Miftahu'l-Cenne fi'l-İhticac bi's­ Sünne,  el-matbaatu's-Selefiyye 1394

Suyuti, Celaluddin Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911), Tedribu'r-Ravi fi Şerhi Takribi'n­ Nevevi, Mısır 1385/1966

Suyuti, Celaluddiq Ebu'I-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911), Tevilu Ehadisi'l-Mfıhime li't-Teş- bih,.Cidde  1399/1979

Şafii, Muhammed b. İdris (ö.h.204), el-Umm, Bulak 1325 Şafii, Muhammed b. İdris (ö.h.204), er-Risale, Kahire 1358 Şarani, Abdulvehhab,Tabakatu'l-Kübra, Mısır trs.

Şabbi, Ebu İshak İbrahim b. Musa (ö.h.790), el-İ'tisam, Beyrut   1986

Şabbi, Ebu İshak İbrahim b. Musa (ö.h.790), el-Muvafakat fi Usı1Ii'ş-Şeria, Beyrut trs.

 

 

 

 

 

 

 

 

139

 

Şehristani, Muhammed b. Abdilkerim (ö.h.548), Kitabu'l-Milel ve'n-Nihal, Mısır 1366/ 1947

Şener, Abdulkadiı; İmam Şafıi'ye Göre Haberi Vahid, Uluslar arası Birinci İslam Araş­ tırmaları Sempozyumu,Jzmir 1985

Şevkini, Muhammed b. Ali (ö.h.1250), Fevaidu'l-Mecmfıa, Matbaatu's-Sünneti'l-Mu­ hammediyye  1398/1978

Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir (ö.h.310), (Tefsir) Camiu'l-Beyan an Te'vili Ayi'l-Kur'an, Mısır 1374/1954

Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir (ö.h.310), Sarihu's-Sünne, Daru'l-Hulefa 1405/ 1985

Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir (ö.h.310), Tarihu'l-Ümem ve'l-Mülı1k, Lübnan 1387/1967

Tabresi, Ebu Ali el-Fadl b. El-Hasen (ö.h.548), Mecmau'l-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'an, Tahran 1373      ·

Thomson, William, Kharijitism and The Kharijites,   1933

Tirmizi,  Ebu İsa Muhammed  b. İsa  (ö.h.279), es-Sünen,  Kahire 1356/1937

Tritton, A. S., İslam Kelamı, Çev: Mehmet Dağ, Ank. 1983

Tusi, Ebu Cafer Muhammed b. El-Hasen b. Ali (ö.h.460), Tefsiru't-Tıbyan, Necef 1376/ 1957

Uğur, Mücteba, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, TDV Yay. Ank. 1992

Uğur, Mücteba, Kur'anı Kerim ve Sünnete Göre Abdestte Ayakların Yıkanması, İslami Araştırmalar Dergisi, 16-28, Nisan 1989.

Watt, William Montgomery, Islamic Philosophy and Theology, Edinburg 1962  Yakut el-Hamevi, Ebu Abdillah (ö.h.626), Mu'cemu'l-Udeba, London 1923 Yaltkaya, M. Şerafeddin, İslam'da İlk Fikri Hareketler ve Dini Mezhepler, Darulfunfın

İlahiyat Fakültesi Mecmuası, Şubat İst. 1930

Yücel, Ahmet, Hadis Istılahlannın Doğuşu ve Gelişimi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınlan, İst 1996

Zehebi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman (ö.h.748), Mizanu'l-İ'tidal fi Nakdi'r-Rical, Daru İhya trs.

Zehebi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman (ö.h.748), Tecridu Esmai's­ Sahabe, Beyrut trs.

Zehebi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman (ö.h.748), Tezkiretu'l-Huffaz, Daru İhya trs.

Zemahşeri, Mahmud b. Ömer (ö.h.528), el-Keşşaf an Hakaiki Gavamidi't-Tenzil, Beyrut trs.

Zerkeşi,Bedruddin Muhammed b. Abdillah (ö.h.794), el-Burhan fi Ulfımi'l-Kur'an, Beyrut trs.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder