Dr. Kamil Çakın,
25 Ağustos 1959 yılında Ankara'da doğdu. İlk, orta
ve lise öğrenimini Ankara'da tamamladı. Ankara Üniversitesi. İlahiyat
Fakültesi'nden 1985 yılında mezun oldu. Prof. Dr. Mücteba Uğur'un yönetiminde
hazırladığı "İlk Hicrı Asırlarda Hadis Etrafındaki Şüpheler ve Hadis
İnkarcılığı" isimli çalışmasıyla 1990 yılında doktorasını tamamladı. Ocak
1996 tarihinde Yardımcı Doçent oldu.
· 1996-1997
Ders Yılında Kırgızistan Osh Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Tefsir-Hadis Anabilim Dalı'nda öğretim üyesi olarak görev yaptı.
ÖNSÖZ
Hadis ve Sünnet'in Din'deki konumu, bağlayıcılığı,
sıhhatinin tes bitigibibir çokkonuda yapılan tartışmalar sadece bu
gününmeselesi değildir. İslam bilim ve kültür tarihinin çok erken dönemlerinden
iti baren bu tartışmalar yapılmış, hadise müsbet açıdan yaklaşanlar ka daı;
menfitavıralanlar da görüş ve delı1lerini geniş fikirhürriyetiiçe risinde
ortaya koymuştur.
Hadis tarihinde, Hadisçilerle Kelamcılar arasındaki
tartışmalar meşhurdur. Hadisçilerile Kelamcılar arasında uzun asırlar devameden
bu tartışmanın birboyutunu Hadis ve Sünnet'in değeri oluşturmakta dır. Hadfs
tarihinde, Kelamcılar dışında da bir takım ferdf yada grup sal çıkışlarile
Hadfsleri ve Hadfsçileri ciddişekilde eleştirenler olmuş tur. Hadislere karşı
yöneltilen eleştirileı; zaman zaman Hadis ve Sün net'in inkanile
sonuçlanmıştır.
Fakat, Hadis tarihi üzerine yapılan çalışmaları; bu
önemli konuya ya çok az yer vermekte ya da hiç temas etmemektedir. Buna rağmen,
son yıllarda, bütün İslam ülkelerinde olduğu gibi, ülkemizde de Hadıs ve Sünnet
karşıtı hareketlerin canlanması, konunun yeniden ele alı narak
araştınlmasınıgereklikılmıştır. Tabiidir ki, böyle biraraştırma ya İslamin
mümkün olduğunca erken dönemlerinden başlamak ve o dönemlerdeki
benzerharekederi, bu hareketlerin sebeplerini tarafsız veilmf birmetodla tesbit
etmek gerekmektedir.
Bu kitap, böyle bir amaca yönelik olarak yapılmış
çalışmanın bir ürünüdür. Gerek İslam bilim ve kültür tarihinin üstü örtülü
kalmış olan ilkaönemleriniaydınlatma bakımından, gerekse Haaıs ve Sün net'in değeri
vekonumu üzerindeki güncel tartışmalara yenibir ufuk açması bakımından faydalı
olacağı kanaatindeyim.
Yrd. Doç. Dr. Kamil ÇAKIN
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ 7
Kur'an Açısından Hz. Muhammed (s.a.v.) 8
A. Hz:
Muhammed'in Örnek Kişiliği. 8
B. Üstün
Ahlaki Sıfatı 9
C. Hz.
Peygamber'in Tebyin Görevi 10
D. Mücmel
Ayetlerin Sünnet Tarafından Açıklanması 12
E. Müteşabih
Ayetlerin Sünnet Tarafından Açıklanması 13
E Sünnetin
Kur'an Dışında Hüküm Getirmesi 15
G. Sünnetin
Vahye Dayanması 16
H. Hikmet
Sünnet İlişkisi 17
1. Kur'an'ın
Sünnete Çağrısı 18
K. Hz.
Peygamber'in Sünnete Çağrısı 20
L. Sahabenin
Sünnete Bağlılığı 21
HADİS İNKARI VE NEDENLERİ 24
HADİS İNKARI 24
İnkarın Tanımı ve Sınırlan ...........................····· 24
İnkarın Hükmü 26
Hadis İnkarının Sınıflandırılması 30
HADİS İNKARININ NEDENLERİ 31
Sahabenin Kötülenmesi 31
Hadis İnkarında 'Ortam' Faktörü 36
A. Siyasi
Ortam 36
B. Dini ve
Kültürel Ortam 41
C. İtikadı
Ortam 46
Kelami/Felsefi Nedenler 49
Teşbih İfade Eden Hadisler 52
Müteşabih Ayetleri Serbestçe Yorumlama 56
İslam Düşmanlığı ....................•. 60
Bilgisizlik ve Şüphe 65
Hadisçilerin Tutumu 70
A. Rüya
Yolu ile Rivayet 70
B. Muammen'.ın 71
C. Taassub 72
vi
D. Çelişkili,
Zayıf ve Uydurma Hadisler 74
E. Akla ve
Tecrübeye Zıt Hadisler 75
HADİS İNKARCILARI 78
Hadis İnkarının Başlangıcı 78
FERDİ İNKAR GAYRETLERİ 85
A. Bilgisizlik
ve Şüphe Sebebiyle Hadisi İnkar Edenler 85
B. Kur'an'da
Aslı Bulunmayan Hadislerin İnkarı .................•...87
C. Hadisin
Kur'an'a Denk Tutulması Korkusu 88
D. Hadisi
Küçümseme 89
E. Bazı
Sufilerin Hadis İnkarı 91
BAZI MEZHEPLERİN HADİS KARŞISINDAKİ TUTUMU
VE HADİSİ İNKAR ETMELERİ 94
HARİCİLER VE HADİS 94
Harici Kelamı ve Hadis 100
Haricilerin Bazı Fıkhı Görüşleri ve Hadis 101
MUTEZİLE VE HADİS
Mutezilenin Sünnete Taraftar Görünmesi 103
Mutezilenin Hadisleri İnkar Etmesi 104
Mutezile'nin Ahad Hadisleri Reddetmesi 105
Mutezile'nin Peygamberlik Kurumu ve Hz. Peygamber
Hakkındaki Genel Düşüncesi 106
Mutezile'nin Sahabe Hakkındaki Görüşleri 109
Mutezile ve Cehmiyye'nin Teşbih İfade Eden Hadisleri
İnkarı 110 Mutezile'nin Ru'yetullah Konusundaki Hadisleri Reddetmesi. 112
Efalu'l-İbad Meselesi 113
Halku'l-Kur'an Meselesi ve Mihne Olayları 116
MURCİE VE HADİS 120
Mürcie'nin İman Tanımı ve Hadis 120
Amel-İman Münasebeti 122
ŞİA VE HADİS 126
SONUÇ 132
KAYNAKLAR
....................................................................•. 134
GİRİŞ
Bu kitabın ana konusu olan hadis inkarı, bugün için
sınırları belli olmayan bir kavramdır. Esasen ne geçmişte ne de günümüz de bu
kavramın içeriği ve sınırları üzerinde ciddiyetle durulma mışnr. Kime hadis
inkarcısı denileceği veya hadise karşı takınılan ne tür tavırların bu kavramın
sınırlarına girdiği bugün dahi açık değildir. Bu bakımdan, hadislerin tümünü
reddedenlere hadis in karcısı denildiği gibi, bir kısım hadisleri reddeden ve
hatta bir hadisi reddedenlere de aynı kavram layık görülmüştür. Tesbit
edebildi ğimiz kadarıyla, hadis inkarı kavramının kullanılmasında savun
macılık ve duygusallık ön plana çıkmaktadır. İnsanlar, güvendik leri bir
alimin rivayet ettiği hadislerin tenkid edilmesine taham mül edememekte, kendi
dar kalıpları içerisinden çıkamamakta dır. Mesela, günümüzde, Buhari
(ö.h.256)'de geçen bir hc1disi ka bul etmemek, hatta zayıf olduğunu söylemek
hadisleri inkar et mek anlamını taşımaktadır. Böyle bir zihniyet ile hareket
edecek olursak, geçmişte Buhari'yi eleştirmiş olan bir çok büyük hadis alimini
hadis inkarcısı kabul etmemiz kaçınılmaz olacaknr1 •
Bütün İsl mi ilimlerde olduğu gibi, hadis ilminin
tarihi de tek düze bir tarih değildir. Hadis tarihinde bir çok dönem olmuş,
bazı dönemlerde hadisler eleştirilmiş ve hatta hadis alimleri biribirini tenkid
etmekten kaçmmamışnr2• Hadis ilminin bugünkü seviyesi ni bu dönemlere
borçluyuz.
1 Buhari (ö.h.256), hicri 6. yüzyıla kadar
eleştirilere muhatap olmuştur.Bu döneme kadar bir çok değerli hadisçi Buhari
üzerinde durmuş ve ona bir takım eleştiriler yöneltmiştir. Buhari, bugünkü
otoritesini 6. yüzyıldan sonra
kazanmaya başlamış ve esasen
bugünkü konumunu çok sonralan elde etmiştir (Bu konuda geniş bilgi için bkz. Buhari'nin Otoritesini Kazanma
Süreci, Çakın, Kamil, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt 10, Sayı 1,2,3,
Ankara 1997.
2 Mesela bkz. Sakallı, Talat, Hadis Tartışmaları İbn
Hacer-Bedruddin Ayni, Diyanet Vakfı Yayınları, Ank. 1996.
Bu durum göz önüne alındığında, öncelikle yapılması
gereken hadis inkarı kavramının sınırlarının tesbit edilmesi olacaktır. Bu sı
nırları güzelce tesbit etmedikçe, özellikle ilk hicri asırların buna lımlı
atmosferinde, hadis inkarcılarının kimler olduğunu ortaya çı kartmak imkansız
olacak ve günümüzde yaşanan kavram kargaşası devam edecektir. Hadis inkarının
sınırlarının tesbit edilmesi, hadis inkarı kavramının tanımının yapılmasını da kolaylaşrıracakrır.
Bize göre, hadis inkarının sınırlarını çizebilmek,
-hadis ve sün netin kaynağı olması itibarıyla- Hz. Peygamber'in İslam' daki
ko numunu sağlıklı bir şekilde tesbit etmeye bağlıdır. İslam'ın değiş mez
temel kaynağı Kur'anı Kerim'dir. Hz. Peygamber -dolayısıyla hadis ve sünnet-
gücünü bu kaynaktan almaktadır. Öyleyse, Hz. Peygamber'in İslam'daki konumunu
tesbit edebilmek için, Kur'an'ın onu nasıl tanıyıp tanıtrığını ve ona nasıl bir
önem atfettiğini orta ya çıkartmamız gerekmektedir.
Kur'anAçısındanHz. Muhammed (s.a.v.)
A. Hz.
Muhammed'in Örnek Kişiliği
Kur'anı Kerim, bize, Hz. Peygamber'in kişiliği,
peygamberlik vasıfları, ahlakı ve ona uyulmasının gerekliliği gibi bir çok
husus larda bilgiler vermekte, örnek alınması gerekli bir insan olduğunu
şu şekilde dile getirmektedir:
')\llah'a ve ahirete kavuşmayı uman ve Allah'ı çokça
zikreden leriniz için Resuluilah güzel bir örnektir".3
Müfessirlere göre, bu ayette geçen usve kelimesi
örnek insan (=el-kudve), güzel haslet sahibi (el=hasle), güzel bir gidişat
(mez hebun hasenun), en güzel olana uyma (iktidaun hasenun)4 gibi
anlamlara gelmektedir.
3 33-Ahzab-21
(Hz. Peygamber için kullanılan bu güzel örnek tabiri Hz. İbrahim
için de
kullanılmıştır. Bkz. 60-Mumtehine-4 )
4 Bkz Zemahşeri,
Mahmud b. Ömer
(ö.h.528), el-Keşşaf an Hakiiiki Gaviimidi't-Tenz il, Beyrut trs.,
111. 514,531; Ebu's-Suud, Muhammed
b. Muhammed el-İmiidi (ö.h.951), Tefsir, Mısır trs, IV.
207; Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir (ö.h.310), (Tefsir) Ciimiu'l-Beyiin an
Te'vili Ayi'l-Kur'iin, Mısır 1374/1954, XXVIII. 62; Razi, Fahruddin b.
Ziyauddin Ömer (ö.h. 606), Mefiitihu'l-Gayb
(el-Tefsiru'l-Kebir), İst. 1307, VIII. 187; Tfısi, Ebu Cafer Muhammed b.
el-Hasen b. Ali (ö.h. 460), Tefsiru't Tıbyan, Necef 1376/1957, IX. 579;
İbnu'l-Cevzi, Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali (ö.h.597), Ziidu'l-Mesir
fi İlmi't-Tefsir, Dımeşk
1384/1964, VIII. 235.
Bu ayette, Hz. Peygamber'in davranışlarının
idealliği ve mükem melliği vahyi temelini bulmaktadır. İslam kültürü
içerisinde sünnet denilen şeyin asıl anlamı budur. Zira, sünnet, bir insanın
yaptığı geçici ve gelişigüzel davranışlarından ibaret değildir. Bir davranışın
sünnet olabilmesi için, onun, bir kişinin hareketi olmaktan çıkıp başkalarınca
da benimsenerek takip olunması, hatta takip olunma zorunluluğunun bulunması
gerektirmektedir. Yukarıdaki ayette, Hz. Peygamber'in davranışlarındaki bu
ferdi aşkınlık belirlenmekte ve ona uymanın '1\llah'a ve ahiret gününe
inanaIJlar için" gerekli oldu ğu vurgulanmaktadır. Böylece, ayetin
desteğini alan sünnet, sade ce Hz. Peygamber'e aid davranışlar olmaktan
çıkarılmakta ve ina nanlara örnek davranışlar
olarak sunulmaktadır.
B. Üstün
Ahlaki Sıtatı
Kur'an'ı dikkatle incelediğimizde bu yönlendirmenin
en önem li sebeplerinden birinin Hz. Peygamber'in sahip olduğu ahlaki
meziyetler olduğunu görmekteyiz. Kur'an, onun ahlaki yapısının üstünlüğünü şu
şekilde tanımlamaktadır:
"Sen, büyük
bir ahlak üzeresin" 5
Hasanı Basri (ö.h.110), Atıyye (ö.h. 111) ve Taberi
(ö.h.310)' ye göre bu ayette geçen yüce ahlak (hulukun azim) ifadesi Kur'an
ahlakı demektir. Abdullah b. Abbas (ö.h.68), Mücahid (ö.h.104) ve İbnu Zeyd
(ö.h. 182) Hz. Peygamber için anılan yüce ahlak sıfatını İslam dini ile eşdeğer
görmüştür.6
Bu ayette geçen yüce ahlak kavramı Hz. Peygamber'in
hem doğuştan getirdiği hem de sonradan edindiği ahlaki niteliklere işaret
etmektedir. Kaynaklara bakıldığında, cahiliyye dönemi Mek ke'sinde siyasi,
askeri ya da dini bir konuma sahip olmayan Hz. Peygamber'in ahlaki bakımdan son
derece seçkin bir mevki elde ettiği görülmektedir. Hz. Peygamber, toplumsal
sorumlulukları paylaşan bir fert olarak davranmaya başladığı yaşlardan itibaren
kendindeki bu ahlaki meziyetleri sergilemeye başlamıştır. Henüz
5 68-Kalern-4
6 İbnu'l-Cevzi, Zad, VIII. 428; Taberi, Tefsir,
XXIY. 18-9; Tabresi, Ebu Ali el-Fadl b. El Hasen (ö.h.548),
Mecmau'l-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'an, Tahran
1373, X. 333.
gençken başladığı ticari yolculukları, ondaki ticari
dürüstlüğü ve güvenilirliği ortaya koymuştur. Müstakbel eşi Hatice'nin ticaret
kervanını yönetmesi ve büyük bir kar ile dönmesi emanete olan sadakatini
göstermiştir. Nitekim, onun Hatice'yi
cezbeden yönü bu dürüst,
güvenilir ve emanete sadık meziyetleri olmuştur 7 • Kabe duvarlarının tamiri
esnasında Haceru'l-Esved'in yerine konması na hakemlik yapması, biribirine
kılıç çekecek kadar düşman kesi len kabilelerin onun hakemliğini tartışmasız kabul
etmeleri, onun toplumla kurduğu ilişkilerini ne kadar güçlü ahlaki zeminlere
oturt tuğunu göstermektedir. İlk vahyin sarsıcı ve şaşırtıcı etkisi altında
evine koşan Hz. Peygamber'e eşi Hatice'nin teselli babında söyle dikleri
ondaki ahlaki meziyetlerin ne denli sağlam olduğunu gös termektedir: ' lalı
seni asla mahzun etmez. Çünkü sen akrabanı ziyaret edersin, yetime veli
olursun. Çıplağı giydirir, zayıfı korur sun. Hakkın gerçekleşmesi
için çalışırsın."8
Bu misallerden hareketle diyebiliriz ki, Hz.
Peygamber cahiliyye döneminde davranışları itibarıyla örnek bir şahsiyettir.
Ancak, bu davranışların sünnet adını alması, İslami dönemle, yani peygam
berlikle birlikte başlamaktadır. Çünkü, Hz. Peygamber asıl otorite sini
peygamberlik vasfı ile kazanmıştır. Hz. Peygamber'in gerek ör nek bir insan
olarak tanıtılması gerekse yüce bir ahlaka sahip oldu ğunun vurgulanması,
sünnetin oto,ritesini belirleyen en önemli iki faktör olmuştur. Bu bakımdan,
buradaki ahlak olgusunu sınırlan dırmak hemen hemen imkansız gibidir. O halde,
nasıl ki ibadet ile ilgili konularda Hz. Peygamber'i örnek alıyorsak, ahlaki
alanda da onun davranışlarını örnek almamız
kaçınılmaz olmaktadır.
C. Hz.
Peygamber'in Tebyın Görevi
İnananların Hz. Peygamber'e duyduğu ihtiyaç sadece
ameli yönden onu taklid değildir. Kur'an'ın anlaşılması noktasında da
·ayetlerin açıklanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu
açıklamaları
,kim yapacaktır?
Hz. Peygamber'in hayatta olduğu dönemi göz
7
Köksal, Mustafa Asım,
İslam Tarihi (Mekke Dönemi),
İst. 1978, 91 vd.
8
Buhari, Muhammed b. İsmail
(ö.h.256), el-Camiu's-Sahih, İst. n-s., I. 3.
önüne alacak olursak, gerekli açıklamaların sözlü ya
da fiili bir tarzda bizzat Hz. Peygamber tarafından yapılacağı açıktır. Çün kü, kendisine kitap verilen kişinin
görevi, sadece o kitabı tebliğ etmekten ibaret olmayıp, aynı zamanda onun
anlaşılmasını ve uy gulanmasını sağlamaktır. Bu noktada Hz. Peygamber'in biri
teb liğ, diğeri tebyin olmak üzere iki
önemli görevi ortaya çıkmakta dır. Tebliğ, onun Allah'tan aldığı mesajı
insanlara aynen iletmesi dir. Tebyin ise, bu mesajın doğru bir şekilde
anlaşılmasını ve he. yata aktarılmasını
sağJamaktır.
Burada, Hz. Peygamber'in açıklama=tebyin göreviyle
zahiren çelişkili gibi görünen bir anlayışa kısaca temas etmekte yarar var
dır. Bilindiği gibi Kur'anı Kerim kendisini mübin=apaçık ve tıbya nen li-külli
şey'=her şeyi açıklayıcı olarak nitelendirmektedir. Kur' an açık bir kitap
olduğuna göre, Hz. Peygamber'in açıklamalarına ihtiyacı var mıdır? Nihayet,
Kur'an her şeyi açıkladığına göre, Hz. Peygamber'in görevi sadece tebliğden
ibaret değil midir? Mübin kelimesinin sözlük anlamı açık olmak demektir. Ancak,
bu anlam Kur'an'a uygulandığında üç tür açıklık kavramının söz konusu ol
duğunu görmekteyiz:
1. Görsel
açıklık: "Bunun üzerine Musa, asasını yere atmış, asa apaçık bir yılan
oluvermişti"9 ayetinde görüldüğü gibi, apaçık olma, çıplak gözle görmeyi
ifade etmektedir. Bu anlamda Kur'an'ın apaçık olması, onun kapalı kapılar
ardında değil herkesin gözü önünde vahyedilmesi demektir. Vahyin bir kelimesi
dahi insanlar dan gizlenmemektedir.
2. Mantıksal
açıklık:"Şeytanın peşinden gitmeyin. O, sizin apa çık
düşmanınızdır"10 ayetinde Şeytan'ın apaçık olması görsel de ğil mantıksal
bir açıklıktır. Çünkü biz Şeytan'ı çıplak gözle hiçbir zaman göremeyiz. Fakat,
onun saptırmalarını Kur'an'ın ve sünne tin yardımları sayesinde tesbit
edebilmekteyiz. Yani, bu iş için zi hinsel bir çaba gerekmektedir.
3. GöreceH
açıklık: "Gaybın anahtarı Allah katındadır. Onları O'ndan başkası
bilemez. O, karada ve denizde olan her şeyi bilir.
9 7-A'raf-107.
10 2-Bakara-168.
O'nun bilgisi dışında bir tek yaprak dahi düşmez.
Yerin derinlikle rindeki bir tohum, yaş ve kuru her şey apaçık bir
kitaptadır" 11 aye tinde bahsedilen kitap Kur'an değildir. O halde, bu
kitap (Levh-i Mahfuz) kime göre açıktır? İnsanlar açısından açık olan şey,
böyle bir kitabın varlığından ibarettir. Demek ki, burada zatına göre deği
şebilen bir açıklık söz konusudur.
Bu kısa açıklamadan sonra diyebiliriz ki, Kur'anı
Kerim, okun duğunda anlamı hemen açığa çıkan, anlamları hiçbir tartışmaya
gerek göstermeyecek kadar net olarak kavran bilen, herhangi bir zihinsel çaba
ya da sünnet veya hadis gibi bir başka kaynağa ihti yaç göstermeyen bir kitap
değildir. Fakat, bütün bunlarla, Kur'an'ın tamamen kapalı bir kitap olduğunu
söylemeye çalışmıyoruz. Kur'an, hangi seviyeden olursa olsun, okuyucusuna
mutlaka bir şeyler·ka zandırır. Korkutur, sevindirir. İyiye teşvik eder, kötüden
uzak laştırır. Bununla beraber, onu okuyanlar bilirler ki, bir çok ayetin
anlaşılabilmesi için hadis ve sünnet de dahil başka kaynaklara ih tiyaç
vardır.
Hz. Peygamber'in Kur'an'ı açıklamasını zorunlu kılan
faktörle- ri üç ana grupta
toplamak mümkündür:
1. Kur'an'ın mücmel
ayetlerinin açıklanması
zorunluğu.
2. Kur'an'ın müteşabih
ayetlerinin açıklanması
zorunluğu.
3. Kur'an'ın
temas etmediği hususlarda topluma çözüm sun ma zorunluluğu.
D. Mücmel
Ayetlerin Sünnet Tarafından Açıklanması:
Mücmel ayetler, genellikle ibadetle ilgili emirlerin
kısa ve veciz bir şekilde anlatıldığı ayetlerdir. Bilindiği gibi namaz, oruç,
zekat vb. ibadetler Kur'an tarafından açıkça emrolunmuş, ancak bu iba detlerin
ayrıntılarına dair bilgi verilmemiştir. "Gerçekten de sün net Kur'an'ın
mücmel ifadelerini ayrıntılarıyla açıklar. Ayetlerle ilgili ortaya çıkabilecek
bazı problemleri açıklığa kavuşturur. icazı nedeniyle genel ve mutlak
anlatımlarının anlaşılmasını sağlar. Hü kümlerinin uygulanmasını
ve bu hükümleJ:deki nihai gayeyi
bil-
11 6-En'am-59.
meyi kolaylaştırır. Bu nedenledir ki, Hz.
Peygamber'in sünnetine uymak vaciptir".12 Mesela, Kur'an bize namazı
kılmamızı 13 , özel likle orta namazına dikkat etmemizi14 emretmektedir. Fakat
Kur' an, nasıl namaz kılacağımızı detaylarıyla açıklamamaktadır. Yani, sadece
Kur'an'a başvurmak suretiyle namaz emrini yerine getir memiz imkansızdır. İşte
bunu Hz. Peygamber'den öğreniyoruz. Bir hadisinde Hz. Peygamber şöyle
buyurmaktadır:
"..;Cebrail geldi ve bana imam oldu. Onunla
birlikte namaz (?abalı namazı) kıldım. Sonra onunla birlikte (öğ!e namazını)
kıl dım. Sonra (ikindi, akşam ve yatsı namazlarını) onunla birlikte
kıldım."15
Bu hadise dikkat edildiğinde, Hz. Peygamber'in namaz
emrini aldıktan sonra Cebrail tarafından bir eğitimden geçtiği ve müslü·
manlarm da namazı Hz. Peygamberden
öğrendiği anlaşılmakta dır.
Zaten başka türlü olması da beklenemezdi.
İkinci misalimize geçelim. Allah'ın orta namazı ile
kasdettiği beş vakit namazdan hangisidir? Bu ayet indiğinde müslümanlar
arasında orta namazı ile sabah, öğle ve akşam namazlarından bi rinin
kasdedildiğini zannedenler olmuştu. Halbuki, burada kas dedilenin ikindi
namazı olduğunu müslümanlar Hz. Peygamber 'in açıklamasından anlamışlardı16 •
E. Müteşabih
Ayetlerin Sünnet Tarafından Açıklanması Müteşabih ayetlerle ilgili durum da
bundan pek farklı değildir.
Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyurmaktadır:
"Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun bir takım
ayetleri muhkem dir. Bunlar Kur'an'ın esasıdır. Bir takım ayetleri ise
müteşabihtir..."17•
Kur'an'ın bir takım ayetlerinin muhkem olması,
ibarelerinin anlam bakımından herhangi bir ihtimal ya da şüphe taşımayacak
12 Bkz. Ebu Şehbe, Difa' ani's-Sünne,"Mısır
trs. 3-10; Acdic, Muhammed el-Hatib, es- Sünne
kable't-Tedvin, Kahire 1383/1963,
23-4.
13
2-Bakara-43
14
2-Bakara-238
15 Müslim,
Ebu'l-Hüseyn b. el-Haccac el-Kuşeyri
(ö.h.261), es-Sahih, İst trs., ı. 425.
16 Buhari, V.
162.
17 3-Al.i
imran-7
ölçüde sağlam (açık anlamlı) olması demektir 18 •
Yani, muhkem ayetler, te'vili rahatlıkla bilinen, mana ve tefsiri kolaylıkla
anlaşı lan ayetlerdir19 • Bir takım ayetlerin müteşabih olması, manada
farklılıkların ve tilavette de şüphe ve benzerliklerin bulunması, ayetlerin
birden fazla anlam içermesidir20 •
Sahabe, inen her ayeti, mücmel olsun müteşabih olsun
istisna sız anlıyor muydu, yoksa, anlamakta güçlük çektiği herhangi bir ayeti
Hz. Peygarrı.ber'den sorup öğreniyor muydu? Hadisin müc mel ayetleri açıklaması
onusunda verdiğimiz bir misali burada hatırlayalım: Sahabe, Kur'an'da
"orta namazı" ile kasdedilen na mazın hangisi olduğunda ihtilafa
düşmüş, ancak, Hz. Peygamber bunun ikindi namazı olduğunu açıklamıştı. Demek
oluyor ki, saha be inen her ayeti derhal anlayabilmiş degildir. Müteşabih
ayetler de de durum bundan pek farklı değildir. Mesela, Naziat Suresi'nin
başlangıç ayetlerine bir bakalım; bu ayetlerde kasdedilen anla mın açık
olmaması sebebiyle ilginç tercümeler ortaya çıkmakta dır. Bunlardan biri
şöyledir:
"Söküp çıkaranlar, yavaşça çekenler, kolayca
yüzenler, yarış edenler, derken bir iş
çevirenler hakkı için..."
Bu tercüme ne kadar ilginç görünürse görünsün,
kelimelerin tam karşılıklarını vererek yapılmış bir çeviridir. Söküp çıkaranlar
kimlerdir ve nereden neyi çıkartmaktadırlar? Yavaşça çekenler için de aynı soru
geçerlidir. Kolayca yüzenler ile kasdedilenler yüzü cülük sporuyla
ilgilenenler olmadığı gibi, yarış edenler de her hal de atletler değildir.
Bugünkü nesillerin bu ayetleri anlamakta güçlük
çekmesi gibi saha.biler de aynı güçlük içerisindeydiler. Fakat, onların bir
avan tajı, anlamadıkları yerleri Hz. Peygamber'den sorup öğreniyorlar dı.
Nitekim, Kur'an'ın bu gibi ayetlerini açıklayan pek çok hadis mevcuttur.
18 Zemahşeri,
I. 337.
19 Kurtubi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensari
(ö.h.671), el-Cami' li Ahk ami'l-Kur'an (Tefsir), Mısır trs., rv. 9.
20 Taberi, Tefsir, III. 172; Zemahşeri, I. 338.
Bu gibi müteşabih ayetlerin anlaşılmasında Hz.
Peygamber'in açıklamalarına ihtiyaç duyulduğu bir gerçektir. Nitekim, bazı
kela mi konularda Ehli Sünnet ile Mutezile'nin düştüğü ihtilafın ardın da,
birincisinin müteşabih ayetleri te'vil ederken hadisleri delil ola rak alması,
diğerinin ise hadisleri göz ardı etmesi yatmaktadır. Me sela, "o gün, bir
takım yüzler vardır ki Rablerine bakıp parlayacak tır"21 ayetinde geçen
bakmak (nazıra) fiili bakmak ve ummak şek linde iki anlama gelebilmektedir.
Ehli Sünnet alimleri buradaki na zıra fiiline bakmak anlamını v rmişlerdir. Bu
durumda tercüme yu karıdaki gibi olur. Çünkü, Hz. Peygamber'in bir hadisi,
ahirette Al-
lah'ın inananlar tarafından görüleceğini açıkça
bildirmektedir 22 .
Yukarıdaki ayeti hadisin delaletiyle bu şekilde
anlayan Ehli Sünnet alimleri, ahirette Allah'ın görülebileceği fikrine sahip
olmuşlardır. Buna karşılık, kelami sisteminde hadislere yer vermeyen Mutezile,
yukarıdaki hadise itibar etmediği için ayette geçen nazıra kelimesi ne ummak
anlamını vermiş, ayeti "o gün, bir takım yüzler vardır ki rablanndan gelecek
mükafatı ummaktadırlar"
şeklinde anlamış ve
ahirette Allah'ın görülemeyeceği fikrine
ulaşmıştır23.
E Sünnetin Kur'an Dışında Hüküm Getirmesi
Mücmel ve müteşabih ile ilgili yapılan açıklamalara
dikkat edi lirse, Hz. Peygamber'in buraya kadar ele alınan rolü genelde Kur'
an ile bağlantılıydı. Fakat, Kur'an'ın sessiz kaldığı bazı durumlar da
sünnetin devreye girdiği, daha doğrusu, sünnetin Kur'an dışın da bağımsız bir
yasama kaynağı fonksiyonu yaptığı görülmekte dir. Kur'an'da bulunmayan bir hükmün
sünnetten aranması, son raki müctehidlerin ortaya attıkları bir metod
değildir. Bu metod kaynağını yine sünnetten almaktadır:
Hz. Peygamber, Yemen'e vali olarak tayin ettiği Muaz
b. Cebel'e (ö.h.18) orada ne ile
hükmedeceğini sorar. Muaz bu soruya
"Kur'-
21 75-Kıyame-22,23.
22 Buhari,
Tevhid, VIII. 179; Müslim, 1. 163; İbn Mace, Ebu Abdillah Muhammed b.
Yezid el-Kazvini (ö.h.275), es-Sünen, İst trs.,
Mukaddime, 1. 63 vd.
23 Kaadı
Abdulcebbar, Ebu'l-Hasen b. Ahmed el-Hemedani
(ö.h.415), Tenzihu'l-Kur'
an
ani'l-Metain, Mısır 1329, 20.
an ile" cevabını verir. Hz. Peygamber'in
"eğer orada bulamazsan ne ile hükmedeceksin" diye sorması üzerine
''.A.llah'ın elçisinin sün neti ile" cevabını verir. Bu cevap Hz.
Peygamber'in çok hoşuna gitmiş ve ona hayır duada bulunmuşt ur24 •
Bu misal göstermektedir ki, bir meselenin çözümü
için öncelik le Kur'an'a bakılır. Eğer, aranan hüküm Kur'an'da bulunamaz ise
bu taktirde sünnete başvurulur.
İslam alimleri sünneti sadece Kur'an'ın mücmelini
açıklayan, mutl kını mukayyed kılan veya anım ayetlerini ta sis eden bir kaynak
olarak değil, bunun yanı sıra, Kur'an'ın hüküm getirmedi ği hususlarda hüküm
koyan bağımsız bir yasama kaynağı olarak da düşünmüşlerdir. Dolayısı
ile sünnet, Kur'an'ın sessiz kaldığı alan larda hükümler koyan ve böylece
Kur'an'ın hükümlerine ilaveler de bulunan bağımsız bir otorite vasfını da kazanmıştır.
Şüphesiz ki, Hz. Peygamber'in içtihadları, bir insan olarak yaptıkları, özel ya da geçici uygulamaları gibi bir takım
fiillerini bağlayıcılık ala nının
dışında tutmalıyız.
G. Sünnetin
Vahye Dayanması
Peki, sünnet bu otoritesini nereden almaktadır?
Yukarıda, Kur'an'ın Hz. Peygamber'i örnek bir insan
ve yüce ahlak sahibi olarak vasıflandırdığını belirtmiştik.
Sünnetin otoritesinin en önemli
dayanaklarından biri, onun en azından bir kısmının vahye dayanmasıdır.
Hz. Peygamber'e inen vahyin sadece Kur'an'dan ibaret olduğuna dair zaman zaman
or taya çıkan fikirlerin bir çok bakımdan temeli yoktur. Öncelikle, Kur'anı
Kerim vahyin sadece kendisinden ibaret olduğunu açık ya da örtülü bir şekilde
de olsa söylememektedir. Aksine, Hz. Pey gamber'in rüya yolu ile de olsa
Kur'an dışında bazı vahiyler aldığı açıktır25 •
Bedir Savaşı ile ilgili olarak inen ve savaş öncesinde Al-
24 Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa (ö.h.279),
es-Sünen, Kahire 1356/1937, Ahk am, 3; Ahmed b. Hanbel (ö.h.241), el-Müsned,
Beyrut trs. V. 230,236; Ebu Davud, Süleyman b. el-Eş'as (ö.h.275), es-Sünen,
Hums 1388/1969, Akdıyye, 11; Şatıbi, Ebu İshak İbrahim b. Musa (ö.h.790),
el-İ'tisam, Beyrut 1986, IV. 7.
25 Mesela, 48-Fetih-27. Ayetinde söz konusu edilen
Hz. Peygamber'in rüyası, Kur'an dışında rüya yolu ile vahyin imkanına
delalet etmektedir.
lah'ın müslümanlara melekleri vasıtasıyla yardım
edeceğinin müj delenmiş olduğunu bildiren ayetler26 Hz. Peygamber'in Kur'an
dı şında da bir takım vahiyler aldığını göstermektedir. Bedir'de, Hz.
Peygamber'in karargah olarak seçtiği yeri beğenmeyen Hubab b. Münzir'in ''ya
resulallah, burası Allah'ın karargah kurmanı emret tiği ve bizim açımızdan
değiştirmemiz mümkün olmayan bir yer midir? Yoksa, şahsi bir görüş neticesi,
bir harb tedbiri olarak mı seçilmiştir?" 27 şeklindeki sözleri
göstermektedir ki, sahabeye göre Kur'an d!şında vahiy mümkündür.
Nitekim, Cebrfül'in gelerek Hz. Peygamber'e namazın
nasıl kı lınacağını öğrettiğini yukarıda görmüştük. Bu, bütün ibadetler için
geçerlidir.
H. Hikmet
Sünnet İlişkisi
Hz. Peygamber'e verildiği bildirilen hikmetin onun
sünneti ol duğu bir çok alim tarafından dile getirilmiştir. "Size
ayetlerimizi okuyan, arındıran ve size Kitab'ı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğ
reten bir peygamber gönderdik"28 ayeti hakkında Şafii (ö.h.204) şu
açıklamayı yapmaktadır: ''.Allah, Kitab'tan bahsetmektedir. Ki tab Kur'an'dır.
Yine Allah hikmetten söz etmektedir. Kur'an'ı bilen kimselerden işittim ki,
hikmet, Resulullah'ın sünnetidir...Burada sözü edilen hikmet sünnetten başka
bir şey olamaz"29 • Beyhaki (ö.h.458) de Şafii (ö.h.204)'in bu görüşlerine
katılmakta ve onun ifadelerini aynen nakletmektedir3°. Şafii, başka bir yerde
şöyle demektedir: "Bazı alimlere göre, Hz. Peygamber'in sünnetinin tümü
onun kalbine ilka olunmuştur ve onun sünneti de hikmettir"31 . Gerçekten
de bazı ayetlerde hikmetin Allah tarafından indirildiği zikredilmektedi
r32• Buradan hikmete aid iki önemli
özellik ortaya
26
8-Enfal-9,10.
27 Köksal,
age. II. 109.
28
2-Bakara-151.
29 Şafii,
Muhammed b. İdris (ö.h.204), er-Risale,
Kahire 1358, 78.
30 Beyhaki, Ebu Bekr Ahmed b. el-Hüseyn (ö.h.458),
Delailu'n-Nübüvve ve Ma'rifetu Ahvali Sahibi'ş-Şeria, Beyrut 1405/1985, 1. 21.
31 Şafii, age. 93-100.
32 4-Nisa-13;
2-Bakara-231.
çıkmaktadır: Bu ayetlerde hikmet, Kur'an'dan ayrı
olarak geçmek tedir. Demek ki, Hz. Peygamber'e verilmiş olan hikmet Kur'andı
şında bir şeydir. Diğer taraftan, hikmet, Hz. Peygamber'e Allah tarafından indirilmiş,
yani vahyolunmuştur.
Taberi (ö.h.310), hikmet kelimesinin anlamı üzerinde alimle rin fikir ayrılığına düştüklerini dile
getirmekte ve onların bu keli meye yüklediği anlamları saymaktadır. Buna göre
hikmet: Sün net, dini bilmek, dinde
anlayış sahibi olmak ve ancak Resulullah'ın bildirmesiyle bilinebilecek dini
bpgiler demektir33 • Aslında bütün bu anlamlar sünnet kelimesiyle
karşılanabilir. Yani, bir bakıma sün netin
değişik şekillerdeki
ifadeleridirler.
Yukarıda yapılan açıklamalardan, sünnetin dindeki
yeri ve öne İni ortaya çıkmaktadır. Kur'anı deliller göstermektedir ki, sünne
tin dinde gerçekten büyük bir otoritesi vardır. Fakat, burada, yan lış
anlamaların önüne geçebilmek için bazı kısa açıklamalara ihti yaç
duyulmaktadır:
1. Sünnetin
vahiy kaynaklı olduğunu söylerken, onun tamamı nın vahiy olduğunu
kasdetmiyoruz. Hz. Peygamber, itikad ve iba detlerde tamamen vahye
dayanmaktadır. Ahlaki alanda, kendi ka zanımları olan yüksek ahlaki nitelikler
de yer almaktadır. Bunlara da mutlaka
uymak gereklidir. Muamelat ise tartışmaya açıktır.
2. Hz.
Peygamber örnek bir şahsiyet olmakla beraber, sünneti nin tamamı örneklik
teşkil etmemektedir. Onun bir insan olarak yaptığı (yemesi, içmesi, oturması
gibi) fiilleri, Arap toplumunun geleneksel yaşantısı (giyim, sarık takma gibi),
adetleri ve bir de Hz. Peygamber'in kendine has olan bir takım yükümlülükleri
biz ler için bağlayıcı değildir.
I. Kur'an'ın
Sünnete çağrısı
Yukarıda, Kuranı Kerim esas alınmak suretiyle Hz.
Peygamber'in İslam'daki konumu üzerinde duruldu. Görülmektedir ki, K:uran, Hz.
Peygamber'e çok özel bir önem vermekte ve onu insanlara örnek alınması gereken
yüksek ahlakı tabiata sahip
bir peygam-
33 Bkz.
Taberi, Tefsir, 1. 557.
ber olarak tanıtmaktadır. Bu yüksek ahlaki yapısının
yanı sıra sün netin en azından bir kısmının vahiy kaynaklı olması, hikmetin
vah yedilmiş sünnete işaret etmesi gibi bir takım özellikleri Hz. Pey
gamber'in söz ve fiillerinin inananlar için bağlayıcı olduğunu açıkça
göstermektedir.
İşte bu temel espirinin doğal bir sonucu olarak,
gerek Kur'anı Kerim gerekse bizzat Hz. Peygamber sünnete uyulmasının zarure
tine işaret etmekte ve tüm inananları buna çağırmaktadır. Kur'anı Kerim'in Hz.
Peygamber'e itaat dave inin biri gayrı müslimlere di ğeri de müslümanlara olmak
üzere iki yönünü görmekteyiz.
Necranh Hıristiyanların oluşturduğu bir grup Hz.
Peygamber'e gelerek34 , tartışma esnasında, Allah'ı sevdiklerini ve hatta bu
sev gide son derece samimi olduklarını ifade etmişlerdi35 . Bunun üze rine şu
ayetler nazil olmuştur:
"De ki, eğer Allah'ı gerçekten seviyorsanız
hemen bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah
gafurdur, rahimdir. Onlara, 2\llah'a ve peygamberine itaat etmeleri ni' söyle.
Eğer yüz çevirirlerse (bilsinler ki) Allah kafirleri sevmez."36•
İbn Teymiyye (ö.h.728) bu ayetle ilgili şu
açıklamayı yapmak tadır: "Hiçbir kimse Hz. Peygamber'e ve onun getirdiği
hakikatle re inanmadıkça ve ona iç ve dış alemleriyle uyup bağlanmadıkça
Allah'a dost olamaz. Bu itibarla, Allah'a sevgi ve dostluğunu iddia edip de Hz.
Muhammed'e tabi olmayan kimse Allah'ın dostların dan değildir. Bilakis ona
muhalefet edenler Tanrı'nın düşmanı, şey tanın
öz arkadaşı olurlar"37 •
Ayette geçen muhabbet=sevgi ifadesini "nefsin,
olgunluğunu anladığı şeye yönelmesi" şeklinde tanımladıktan sonra,
Ebu's-Suıld (ö.h.951), "bu nedenle, muhabbet, itaatı arzu etmek
şeklinde tef sir edilmiştir ki bu da kişinin
ibadetinde Resıll'e uymasını gerekli
34 Taberi, Tefsir, IJI. 143.
35 Razi, Tefsir, II. 650.
36 3-Ali İmran-31/32.
37 İbn
Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed el-Harrani (ö.h.728), İslam Hidaye ti,
Çev: Celal Yıldırım, İst. 1969, 21.
kılmaktadır" demek suretiyle Hz. Peygamber'e
uymanın ne kadar önemli olduğunu vurgulama ktadı r38 •
Demek oluyor ki, Kur'an açısından bakıldığında
Allah'ı sevdi ğini ileri sürmek kişi için yeterli olmamaktadır. Aynı zamanda
Hz. Peygamber'e de uymak gerekmektedir. Bir insan öncelikle Hz. Muhammed'in
peygamber olduğunu kabul etmeli ki Kur'an'a uya bilsin. Bu nedenledir ki
Kur'an, müslüman olmayanlara yapnğı çağrısında lah'a ve peygambere uymayı'
daima birlikte zikret mektedir.
Kur'an'ın lah'a ve peygambere itaat' çağrısı
müslüman olma yanlara olduğu gibi müslümanlara da yöneltilmiştir:
"Ey iman edenler! Allah'a, peygambere ve sizden
olan uh1'1- emre itaat edin. Eğer Allah;a ve ahiret gününe inanıyorsanız, bir
şey hakkında çekiştiğinizde, onu Allah'a ve peygambere havale ediniz. İşte bu
en hayırlı ve en güzel çözümdür"39 •
Tusi (ö.h.460), bu ayette geçen itaat kavramını
açıklarken şöy le demektedir: "...taat, emre uymak demektir. Allah'a
itaat O'nun em r ve yasaklarına uymak, peygambere itaat de aynı şekilde onun
emirlerini yerine getirmektir...Peygambere itaat hayannda da öl dükten sonra
da vacibtir. Zira, o öldükten sonra sünnetine ittiba
gerektir"40. "Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiş olur. m
yüz çevirirse (bilsin ki) biz seni onların üzerine
bekçi olarak gön dermedik"41 ayeti
de bu gerçeği vurgulamaktadır.
K. Hz.
Peyganıber'in Sünnete Çağrısı
Kur'an'ın yanı sıra Hz. Peygamber de müslümanlan
sünnetine uymaya çağırmaktadır. Bu çağrı iman, ibadet ve ahlak da dahil olmak
üzere insan hayatının büyük bir bölümünü içine alacak ka dar geniş bir
çağrıdır. Nitekim, Hz. Peygamber bir hadisinde şöyle buynrmaktadır:
38 Ebı,ı's-Suud,
Tefsir, I. 227.
39 4-Nisa-59.
40 Tusi, Tıbyan, fif. 235-6.
41 4-Nisa-80.
"Hiçbirinizi, benim bir emrim veya yasağım kendisine
ulaşır da, koltuğuna yaslanıp: 'bilemiyorum, biz sadece Allah'ın
kitabın da bulduğumuza uyarız' derken bulmayayım"42 •
Bir başka hadiste de şöyle buyurulmaktadır:
"Bana itaat eden Allah'a itaat etmiş olur. Bana isyan eden ise Allah'a
isyan etmiş demektir..."43 •
Hadis ve sünnetin
bu önemi dolayısı ile söz ve fiillerinin gele
cek nesillere aktarılması ve böylece onların da
sünnete uymaları
Hz. Peygambeı;'in arzu ettiği b•ir husus oliı?uştur. Hz. Peygamber
bunu sağlamak gayesi ile sahabeyi hadis ve sünnetini
gelecek ne sillere nakletmeye teşvik etmiştir: ''.Allah, benim bir sözümü
işitip ezberleyen, işittiği gibi başkalarına ulaştıran kişinin yüzünü ağart
sın"44. Aynı şekilde, "söylediklerimi iyi belleyin, sözlerimi burada
olmayanlara iletin"45 ve "ey insanlar! Size iki kıymetli şey bırakı
yorum: Allah'ın Kitabı ve benim sünnetim. Onları ifsad etmeyi niz..."46
gibi hadisler de hadis ve sünnetin
önemine işaret etmekte ve inananları
sünnete uymaya çağırmaktadır.
L. Sahabenin
Sünnete Bağlılığı
Sahabe, Hz. Peygamber'in vefatından sonra Kur'an-ı
Kerim ile birlikte hadis ve sünnete
uymakta büyük dikkat göstermiş,
gerek
42 Ebu Davud, Sünen, V. 12; İbn Mace, Sünen,
Mukaddime, 16; Neysaburi, Ebu Ab-· dillah el-Hakim (ö.h.405), el-Müstedrek
ala's-Sahihayn, Beyrut trs., I. 108-9; Bey haki, Delail, 1. 24, VI. 549; Ahmed
b. Hanbel, Müsned, VI. 8; Şafii, Risale, 403-4; Bağdadi, Ebu Bekr Ahmed b. Ali
b. Sabit el-Hatib (ö.h.463), el-Kifaye fi İlmi'r Rivaye, Mısır trs., I. 39-42.
43 Buhari,
Cihad, ıv. 8; Müslim, İmare, III. 1466.
44 İbn Hıbban, Sahih, I. 225-6; Ebu Davud, Sünen,
il. 438; İbn Mace, Sünen, I. 84;
Darimi, Sünen, I. 75; Tirmizi, Sünen, 11.109; Ahmed
b. Hanbel, Müsned, V. 183; Bağdadi, Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. Sııbit el-Hatib
(ö.h.463), Şerefu Ashabi'l-Hadi s, Hazırlayan: Mehmet Said Hatiboğlu, AÜİF
Yay. Ank. 1972, 17; Kaadı İyaz, b. Musa el-Yahsubi (ö.h.544); el-İlma' iİa
Ma'rifeti'r-Rivaye ve Takyidi's-Sema, Kahire 1389/1970., 13; İbn Abdilber, Ebu
Ömer Yusuf (ö.h.463), Camiu Beyani'l-İlm, Thk. Abdurrahman Muhammed Osman,
Medine 1388/1968, 1. 39; Sehavi, Şem suddin Muhammed b. Abdirrahman (ö.h.902),
Fethu'l-Muğis, Medine 1388/1967, 217.
45 Müslim,
Sahih, I. 47-8; Kaadı İyaz, İlma', 16.
46 Kaadı
İyaz, İlma', 9.
hilafet makamında gerek ferdi hayatta hadis ve
sünnete başvur mayı ihmal etmemiştir.
İlk halifelerin hayatlarını incelediğimizde,
yönetimle ilgili res mi işlerde Kur'an gibi hadise ve sünnete de başvurdukları
ve prob lemleri bu iki kaynaktan hareketle çözmeye çalıştıkları görülmek
tedir. Burada, konu ile ilgili meşhur bir misali hatırlamakta fayda vardır. Hz.
Ebu Bekir, halifeliği esnasında (h.10-12), vefat etmiş torununun mirasından pay
almak için kendisine baş vuran bir ni neye, Kur'an'da geçmemesine rağmen,
sünnet uyarınca 1/6 pay vermiştir47• Hz. Ali'nin "birbirinizi ziyaret
ediniz ve çokça hadis müzakeresinde bulununuz. Eğer böyle yapmazsanız hadis
kaybo lur gider"48 demesi de aynı hususu vurgulamaktadır. Hz. Ömer'in hac
esnasında Haceru'l-Esved'i selamlarken söylediği şu sözler onun sünnete
bağlılık derecesini göstermektedir: "Ömer, (Haceru'l-Es ved'in yer
aldığı) köşede durdu ve şöyle dedi: 'Biliyorum ki sen bir taşsın. Eğer habibimi
seni öperken ve selamlarken görmemiş ol saydım, seni selamlamaz ve
öpmezdim"49 •
Buraya kadar ele alınan konulardan edinilen fikir
odur ki, Kur' anı Kerim, Hz. Peygamber'e büyük bir önem atfetmekte ve onu,
üstün ahlaki vasıfları, vahye müstenid olan
davranışları, hepsin den
önemlisi insanlara gönderdiği mesajın taşıyıcısı olarak
tak dim etmektedir. Allah, peygamberine uyulmasını emretmiş, saha
biler de bu emir doğrultusunda yaşamışlardır. İslam inancını ka bul eden her
insanın bu çizgide hareket etmesi kaçınılmaz olmak tadır.
Fakat, İslam'ın ilk asırlarından günümüze kadar,
İslam ümmeti içerisinde, Hz. Peygamber'in yukarıda tesbit edilen konumuna baş
kaldırmış, hadis ve sünneti bir tarafa bırakmış insanlara da rast lanmaktadır.
Bunların kim oldukları, hangi sebepler ile hadis ve sünneti dışlama
gereğini duydukları, tarih
içerisinde ne gibi bir
47 Geniş bilgi için bkz. Zehebi, Ebu Abdillah
Muhammed b. Ahmed b. Osman (ö.h.748), Tezkiretu'I-Huffaz, Daru İhya trs., 1. 2;
Neysaburi, Ebu Abdillah el-Hakim (ö.h.405), Ma'rifetu Ulumi'l-Hadis, Haydarabat 1397/1977, 15.
48
Neysabfıri, Ma'rife, 60/141.
49 Accac, Sünne, 86.
23
rol oynadıkları, hem Hadis Tarihi açısından hem de
İslam düşün ce tarihinin gelişim çizgisini takip edebilmek bakımından son de
rece önemli gözükmektedir.
Bu kitapta, yukarıda çerçevesi çizilen esaslar
ışığında, hadis ve sünnetin inkarı ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır. Hadis
inkarının tanımı ve hükmü gibi önemli görülebilecek hassas konularda, hadisleri
dışlayanların geniş İslam toplumu içerisindeki durum larının yerine
oturtulmasında, bu çerçeveden faydalanılacaktır.
----------- 24
HADİS İNKARI VE NEDENLERİ
HADİS İNKAfll
İnkarın Tanımı ve Sınırları
Buraya kadar yapılan incelemeden, Hz. Peygamber'in
İslam'da son derec·e önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Özetleyecek
olursak, ona verildiği belirtilen hikmetin kaynağı vahiydir. Bu, el bette ki
hadis ve sünnet şeklinde tezahür etmektedir. Yüce bir ahlak sahibi olan Hz.
Peygamber'e gelen vahiy, Kur'an-ı Kerim ile sınırlı değildir. Övgüye layık
vasıfları ve Din'deki konumu açısından ona uymak gereklidir. Ona itaat,
sağlığında da ölümünden sonra da vaciptir. Fakat, bütün bu özelliklerine rağmen
Hz. Peygamber de bir insandır ve insan olmanın bütün gereklerini yerinC:
getirmek zorundadır.
Kur'anı Kerim'e dayanılarak çizilen bu çerçeve
içerisinde, hadis inkarı kavramının bazı niteliklerini tesbit edebilmek mümkün
ol maktadır.
a) Kur'an'ın
Hz. Peygamber için belirlediği temel niteliklerden birini reddetmek, onun
sünnetini ve sünnetin nakli demek olan hadisleri reddetmek anlamını
taşımaktadır. Mesela, Hz. Peygam ber'in Kur'an'dan başka vahiy almadığı kabul
edilse, ibadetlerdeki sünnetin bağlayıcılığı kalkacaktır. Bu durumda, namazın
Hz. Pey gamber'in kıldığı gibi kılınmasına gerek kalmayacaktır. Buna göre,
mesela öğle namazını dör-t yerine bir veya üç rekat kılmak da müm kün
olabilir. Halbuki bu, dinin tahrifidir.
b) Hz.
Peygamber'in Din'deki konumunu kısmen veya tama men reddetmek de hadis inkarı
kavramının kapsamı alanına gir mektedir. Tarihte bunun örnekleri görülmüştür.
Hariciler (İbadiy-
ye dışında) hadisleri toptan reddederken, Şia ve
Mutezile kısmen reddetmiştir. Yani, hadis ve sünneti inkar, ister kısmen ister
top tan olsun her ikisi de inkar
kavramının içerisine girmektedir.
Ancak, burada bir noktanın alnnı çizmekte fayda
vardır. Hadisle rin metodik incelemeler sonrası tenkid edilmesi inkar olarak
ka bul edilemez. Her hadis isnad ve metin bakımından araşnrılmaya açıknr.
Böyle bir araşnrmanın sonucu hadisin şüphe ile karşılan masını gerektirebilir.
Aynı zamanda, hadislerin anlaşılması ve yo rumlanması da kişinin özel
gayretlerine göre değişebilir. Hadisi yorumlayan kişi sahih olmakla birlikte o
hadis ile amel edileme yeceği fikrine ulaşabilir. Bütün bunlar hadisleri inkar
anlamını taşımamaktadır. Bu konuda, İbn Teymiyye (ö.h.728) hadislerin
reddedilebilmesi için üç geçerlr neden ilerı sürmektedir: Hz. Pey gamber'in o
sözü söylediğine kanaat oluşmaması, mevcut hadis ile sözkonusu meselenin
kasdedildiğine inanmaması ve hadisin mensuh olması50 •
c) Yukarıda
anılanların dışında, tevilde aşırı gidilmesi suretiy le de hadisleri inkar
etmek mümkündür. İleride görüleceği gibi, Mürcie ve Mu'tezile gibi bazı gruplar
hadisleri aşırı bir şekilde tevil etme yolun,a sapmışlar ve doğrudan
reddedemedikleri hadisle ri tevil yolu ile reddetmişlerdir. Bu konu üzerinde
titizlikle duran Gazali (ö.h.505), varlığı; zati varlık, hissi varlık, hayali
varlık, ali varlık ve şibhi varlık şeklinde beş kategoriye ayırarak, hadisleri
bu beş varlık sahası dışında tevil etmeyi inkar saymaktadır 51 •
Bu açıklamalardan sonra hadis· inkarı kavramını şu
şekilde ta nımlayabiliriz:
Kur'an,ın Hız. Peygamber'e verdiği konumu ve ona uy
manın gerekli olduğu hususu, düşünce veya uygulama da, makul ve ilmi hiçbir
neden olmaksım.n, kısmen v a toptan
reddetmek hadisleri inkar etmektir.
Bu tanım dört kısımdan oluşmaktadır:
50 İbn
Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed el-Ham1ni (ö.h.728), Risaletu Ref
'i'l-Melam, Mecmı'l.atu'r-Resail ve'l-Mesail
içerisinde, Mısır 1341-1345, 55.
51 Gazali,
Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed (ö.t.505), Faysalu't-Tefrika beyne1- İslam
ve'z-Zanadıka, Mısır 1325/1907, 7 vd.
1. "Kur'an'ın
Hz. Peygamber'e verdiği konum ve ona uymanın gerekli olduğu husus" ,
kitabımızın giriş bölümünde ayrıntılarıyla açıkladığımız tesbitlerin zorunlu
bir sonucudur.
2. "Düşünce
ve uygulamada" ifadesi ile, özellikle klasik kelam ekollerinden
bazılarının kelam sistemlerinde hadise yer verme meleri ya da hadisleri aşırı
derece tevil etmeleri kasdedilmektedir. Uygulama kelimesi ile kasdedilen ise
ibadet, ahlak ve hukuk siste mi açısından
pratiğe dayalı hususlardır.
- "Makul ve ilmi hiçbir neden olmaksızın"
deni_lmesinin anla mı şudur: Hadis sahih olsa bile, bazen uygulanamayabilir.
Bu yüz dendir ki, bazı alimler 'her sahih hadis ile amel edilmez' demişler
dir. İkinci olarak, bir hadisin ilmi metodlar çerçevesinde sahih ol madığı
tesbit edilirse o hadis ile de amel edilmez. Fakat, burada asıl kasdedile_n,
bir insanın bilgi birikimini ve aklını kullanarak hadisleri eleştirme hakkının
tanınmasıdır. Bize göre, her insan bu hakka sahiptir ve bu hakkını kullanmaktan
dolayı hadis inkarcısı olarak
nitelendirilemez.
4. "Kısmen veya toptan reddetmek"
ifadesine gelince; bize göre hadis ve sünnet bir bütündür. Bir kısmı ile amel
edip bir kısmı ile amel etmemek doru değildir. Başka bir deyişle, hadislerin
bir kıs mını reddetmek, tümünü reddetmek gibidir.
İnkarın Hükmü
Hadisleri inkar etmenin dini hükmü konusunda kesin
bir yar gıya varmak oldukça zordur. Çünkü, inkar kavramının çağrıştırdı ğı
anlam 'küfür veya kafir' hükmüne yakındır. İnsanlar hakkında böyle bir hüküm
vermek hem Kur'an'i açıdan hem de vicdanen zordur. Bu bukımdan hadisleri inkar
etmenin hükmünü verme ko nusunda dikkatli davranmak zorundayız. Gazali
(ö.h.SOS)'nin bu konuda verdiği ipucu bizim için önemlidir. Ona göre,
"şehadet kelimesini söylediği ve şehadetine ters düşmediği, bir özrü olsun
veya olmasın Hz. Peygamber'e yalanı caiz görmediği sürece bir mümin tekfir
edilemez" 52 . İbn Teymiyye
(ö.h.728) de bu konuda
52
Gazali, Faysalu't-Tefrika, 12.
oldukça hoşgörülüdür. Ona göre, bir takım hatalardan
dolayı ümmetin tekfiri doğru olmaz. Özellikle de ilmi konularda ve fer'i'
meselelerde
yapılan hatalar ne küfür,
ne bid'at, ne de fısktır"53.
Biz de hadislerin inkarı konusunda alimlerin bu
görüşlerine daya nacağız. Bu nedenle, 'hadislerin inkarı' derken 'tekfir' veya
'küfür' ile itham gibi bir kastımızın olmadığı
bilinmelidir.
Öncelikle, hadisleri mütevatir ve ahad
haberler olmak üzere iki kategoride ele almamız gerekmektedir.
Mütevatir haberler, ya lan söyl mek
üzere bir araya gelmeleri
asla mümkün o mayacak
sayıdaki kalabalık bir raviler topluluğunun, aynı
sayıdaki bir ravi ler topluluğundan
yaptıkları nakillerdir54 .
Ahad haberler ise, kı
saca tanımlamak gerekirse, mütevatir derecesine
ulaşamayan ha berlerdir55 .
Hadislerin reddedilmesinin hükmü mütevatir ve ahad
oluşları na göre değişir. Çünkü, mütevatir bilgi kesin ilim ifade etmektedir.
Mesela, İbn Hazın (ö.h.457)'a göre mütevatir haber,
havassı selime (beş duyu) ile elde edilen bilgi gibi kesin bir bilgi
kaynağıdır56. Baci
(ö.h.476) de Hanefilerin farz ve vacib ayırımlarına
itiraz sadedin de, peygamberden gelen haberin -bununla kesin haberi kasdediyor
olmalı- Kur'an nassı ile aynı derecede olduğunu, çünkü her ikisinin de
kaynağını vahyin oluşturduğunu söylemektedir57 • Zaten kelam cılar da 'haberi
sadık' denilen haber türünü duyu organlan gibi bil gi kaynaklarından biri
olarak kabul etmektedirle r58•
Bize göre de peygamberden nakledilen mütevatir bir
haber, is ter lafzi' ister manevi' olsun, kesin bilgi ifade etmektedir. Lafızlar-
53 İbn
Teymiyye, tvıecmüil.tu'r-Resil.il ve'l-Mesail, Mısır 1341/1345, cüz:3, 14.
54 Mütevatir
haber hakkında geniş bilgi için bkz. Uğur Mücteba, Ansiklopedik Hadis
Terimleri Sözlüğü, TDVYay. Ank 1992, Mütevatir
maddesi.
55 Ahad
haberler için bkz. Uğur, Mücteba, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Ahad
maddesi; Koçkuzu, Ali Osman, Rivayet İlimlerinde
Haber-i Vahitlerin İtikat ve Teşri Yönlerinden Değeri, DİB Yayınları, Ank.
1988.
56 İbn
Hazın, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed
(ö.h.456), el-İhkam fi
Usfıli'l-Ahkam,
Mısır 1345-47, cüz:l, 104.
57 Baci, Süleyman b. Halef el-Baci (ö.h.474),
et-Tadil ve't-Tecrih li Men Harrece an hu'l-Buhil.ri fi'l-Cami'i's-Sahih,
Riyad 1987, 1. 171.
58 Bkz. Işık, Kemal, Maturidi'nin Kelam Sisteminde
İman, Allah ve Peygamberlik Anla yışı, Ank. 1980, 48 vd.
daki bir takım farklılıklar eğer anlamı bozmuyor ise
haberin mü tevatir oluşuna engel teşkil etmez. Bu nedenle mütevatir yolla
gelen haberleri kabul etmek durumundayız.
Mütevatir haberi reddetmek ile ahad haberi reddetmek
arasın da hüküm bakımından fark vardır. "Mesela, Kur'an suçsuzluğuna
hükmettiği halde, Hz. Ayşe'nin zina yaptığını ileri süren kimse ka firdir.
Zira , bu ve benzerleri, peygamberi ya da mütevatiri yalanla makla mümkün olabilir.
Tevatürü insanın dili ile yalanlaması müm kün ise de, kalben onu bilmemes_i
mümkün değildir. Evet, eğer in san ahad haberler ile sabit bir şeyi inkar etse
kafir olmaz"59 • Başka bir misal, İsra ve Mirac olayı ile ilgilidir. Ahmet
Saim Kılavuz, bunu misal vererek şöyle demektedir: "İsra olayını inkar
küfürdür. Mirac olayını inkar ise küfür değildir. Çünkü, birincisi ayet ile
sabittir, ikin cisi tevatür derecesine ulaşmamış hadis ile sabittir"60 •
Usul alimle rinden Serahsi (ö.h.490) de Kitap ve sünnet ile sabit olanı
reddede nin tekfir edileceği görüşündedir61 • İbn Hazın (ö.h.457) bu konu
daki görüşlerini şöyle dile getirmektedir: "Bir kimse 'biz sadece
Kur'an'da bulduğumuza uyarız' dese, ümmetin icmaına göre, kafir olur. Böyle
düşünen bir insan, güneşin batıya yönelmesinden bata na kadar ve battıktan
sonra62 birer rekat namaz kılsa ona göre ye terli olur. Zira, en az bir rekata
namaz adı verilebilir. Ona göre, bunu arttırmaya gerek de olmaz. Böyle söyleyen
kafirdir, müşriktir, kanı ve malı helaldir"63 • İbn Hazın (ö.h.457) bir başka yerde İshak
b. Rahuye (ö.h.238)'nin şu görüşlerini
nakletmektedir:"Hz.Peygam ber'in bir haberi kendisine ulaşan, o haberin
sıhhatini kabul ettik ten sonra reddeden kimse kafirdir"64•
59 Gazali,
Faysalu't-Tefrika, 16.
60 Kılavuz,
Ahmed Saim, iman-Küfür Sınırı, İst. 1984, 114.
61 Serahsi,
Ebu Bekr Muhammed b. Ebu Sehl (ö.h.483), Usı'.'llu's-Serahsi, Beyrut 1393/
1973., 1. 318.
62 bkz. 17.
İsra: 78.
63 İbn
Hazın, el-İhkam, cüz:2, 80. İbn Hazın gibi başka alimlerin de 'kanı ve malı
helaldir' şeklinde verdiği hükümlere katılmak mümkün değildir. Bu gibi hükümler
toplumsal barışı bozan, anarşiye yol açan fetvalardır. Her halde, böyle
acımasız fetvalar, fetva sahibinin anlık duygularından neşet etmektedir.
Bilimsel bir değeri yoktur.
64 İbn
Hazın, el-İhkam, cüz:l, 99.
Mütevatir haberler ile ilgili durum böyle olmakla
beraber, ahad haberler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Çünkü, ahad
haberler kesin bilgi ifade etmezler. Ahad haberler ile amel mesele si ayrı bir
konudur. İbadette, hukukta ya da ahlakta ahad haberler ile amel edilip
edilmeyeceğini ve amel şartlarını tartışmak ayrı bir konudur. Bizim, burada
kasdettiğimiz haberlerin doğrudan doğ ruya reddi meselesidir. Yoksa, bir
haberin ahad olması onun sıh hatini kaldıran bir faktör değildir. Aksine, bazı
haberlerin sıhhati için ahad olmaları şartı bile aranabili_r.
Hadisleri toptan veya kısmen reddetme arasında bir
fark yok tur. Geçmişte, Şia imamları sadece kendi imamları yolu ile gelen
hadisleri kabul etmişler, bunun dışındaki hadisleri ise reddetmiş lerdir.
Tesbit edebildiğimiz kadarı ile Hariciler de hadisleri toptan reddetmiştir.
Fakat, her iki tavır arasında sonuç olarak bir fark yoktur. Çünkü, dinin iki
kaynağından biri olan hadis ve sünnetin reddi, ister toptan ister kısmen
reddedilmiş olsun, dinin önemli dayanaklarının yıkılması anlamını taşımaktadır.
Hadisleri kısmen de olsa reddetmek, dinin özünün
tahrif ol ması ve dini yaşantının sekteye uğraması sonucunu doğurmakta dır.
Burada önemli bir ipucu karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda, hadislerin reddini
mütevatir ve ahad oluşları açısından ele almış tık. Şimdi, hadislerin
reddedilmesi ile ortaya çıkabilecek sonuçlar açısından düşünmek durumundayız.
Eğer, bir hadisin reddi dinin temel felsefesinde, temel ibadet ve ahlak
sistemin de, toplumsal dmende bir boızukluk yaratıyorsa, kısa cası dinin
özünde ve uygulanmasında çarpıklıklar mey dana getiriyorsa, bu tür bir
reddediş kabul edilema. Mesela, namazın kılınışına dair Hz. Peygamber'den gelen
rivayet lerin reddedilmesi, namaz ibadetinin tüm özelliğini yitirmesine yol
açmaktadır. Çünkü, namazın nasıl kılınacağını bütün detayla rıyla hadis ve
sünnet külliyatından öğrenmekteyiz.
Bugün, hadisleri reddetmeyi bir meslek haline
getirenler içeri sinde dinin tahrif olmasından korktukları için hadis ile
sünneti ayrı görenler vardır. Bunlara göre 'hadis peygamberimizin sözü, sünnet
ise onun amelidir. Sünnet, uygulana uygulana nesiller ara-
sında nakledilerek bize kadar ulaşmıştır. Bu
bakımdan sünnete güvenebiliriz. Ancak, hadisler sözlü rivayetler halinde nakledildi ği için, hadislere güvenmek
mümkün değildir.' Halbuki, biz, nak ledilen sünnetler arasında Hz. Peygamber'e
aid olmayan bir takım hususları hadis rivayetlerine bakarak tesbit
edebiliyoruz. Bu ba kımdan, sözkonusu iddia zevahiri kurtarmaktan başka bir
gayeye yönelik değildir.
Hadis
İnkarının Sınıflandırılması
Buraya kadar yapılan açıklamalardan hareketle,
hadislerin inkarını, reddedilen hadisler açısından ve reddedenler açısından
olmak üzere iki kısımda ele .alabiliriz. Bu inkar faaliyetlerini şe matik
olarak şu şekilde belirtmek mümkündür:
TABLO 1:
HADİS İNKARCILIGI
Ferdi İnkarcılar Mezheplerin
Hadis İnkarı
1. Bilgisizlik
ve Şüphe
2. Kur'an'da
Aslının Bulunmaması
3. Hadisin
Kur'an'a Denk Tutulması Korkusu
4. Hadisi
Küçümseme
5. Bazı
Sufilerin Hadis İnkarı
ı. Hariciler
2. Mutezile
3. Mürcie
4. Şia
5. Rafıziler
TABLO 2:
HADİS İNKARI
Kısmen İnkar Toptan
İnkar
1. Ferdi
İnkarcılar
2. Mutezile
3. Şia ve
Gulan Rafıza
1. Hariciler
2. Mürcie
3. Bazı
Sufiler
Geçmişte ve günümüzde hadis inkarı konusu müstakil
ve sis temli bir şekilde ele alınmamıştır. Günümüzde
bu konuya temas
edenlerden Muhammed Mustafa el-Azami, hadis
inkarcılarını "eski ve yeni hadis inkarcıları" şeklinde iki gruba
ayırmaktadır65 . Yine,
çağdaş araştırmacılardan Muhammed Tahir Hekim de,
el-Azami gibi, hadis inkarcılarını 'eski ve yeni hadis inkarcıları' şeklinde
sı nıflandırmaktadır66 .
İmam Şafii (ö.h.204), el-Umm adlı eserinin 'Kitabu
Cimai'l-İlm' başlığı altında, hadisleri inkar edenleri "bütün haberleri
redde denler ve haberi hassayı reddedenler" şeklinde ikiye ayırmakta
dır67. Bizim, yukaı:ıda yaptığımız ve 'hadislerin toptan ve kısmen inkarı'
adını verdiğimiz sınıflandırma, Şafii (ö.h.204)'nin el-Umm
'daki tasnifine dayanmaktadır68 . Ancak, Şafii
(ö.h.204)'nin bu son
kısımda yer verdiği inkarcılığı, "bütün
haberleri reddedenler" baş lığı altında topladığına·bakılırsa, onun hadis
inkarcılarını 'hadisleri kısmen ve
toptan reddedenler' şeklinde
ikiye ayırdığını rahatlıkla
söyleyebiliriz69 .
Biz, kitabımızda tablo:l'i esas alacağız. Çünkü, bu
tarz bir sınıf landırma daha detaylı olacağından, hadis inkarcılarını ve
onların fikirlerini daha ayrıntılı incelememizi
kolaylaştıracaktır.
HADiS İNKARININ
NEDENLERİ
Sahabenin
Kötülenmesi
Sahabenin, Kur'an'ın ve hadislerin sonraki nesillere
naklinde ve İslam kültürünün oluşmasında önemli bir rolü vardır. Onların Kur'-
an ile ilgili rollerinden biri, Kur'an'ın derhal toplanarak bir kitap haline
getirilmesi, diğeri, Kur'an'ın doğru bir şekilde anlaşılmasının sağlanması
olmuştur. Hz. Peygamber'in vefatından sonra, Ebu Bekr'in
65 A'.zami,
Muhammed Mustafa el-A'.zami, Dirasil.t fı'l-Hadisi'n-Nebevi ve Tarihi Tedv
inihi, Mektebetu'l-İslil.mi,
1400/19801, 21-42.
66 Bkz.
Hekim, Muhammed Tahir, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, Çev: Hüseyin Aslan,
İst. 1985, 29 ve 39. sayfalar.
67 Şafii,
Muhammed b. İdris (ö.h.204), el-Umm,
Bulak 1325, vıı: 250 vd.
68 Şafii'nin muhalifi ile yapuğı tartışmanın ileriki saflıalarında 'Kur'il.n'da aslı bulunan
haberleri kabul edenler' ve 'Kur'il.n'da aslı
bulunsa bile haberleri reddedenler' şek linde ikili bir
tasnif daha ortaya
çıkmaktadır. Bkz.Şafii, age. 252.
69 Krş.
Şener, Abdulkadir, İmam Şafii'ye Göre Haberi Vahid, Uluslararası Birinci İsliim
Araştırmaları Sempozyumu, İzmir 1985, 288.
hilafeti zamanında, Kur'anı Kerim iki kapak arasında toplanarak bir kitap halini almıştır70 • Bu
son derece önemli olayı gerçekleşti ren sahabe, ikinci görevi olarak,
Kur'an'ın sağlıklı bir şekilde anla şılmasında sonraki nesillere yardımcı
olmuştur. Çünkü, sahabe, vah yin indiği şartlara vakıf olmak, ayetlerin iniş
sebeplerini gözlemle mek ve Kur'an'ın canlı örneği olan Peygamber'i görmek
gibi önemli avantajlara sahipti. Bu bakımdan, sonraki nesiller, Kur'an'ın anla
şılması hususunda daima sahabeyi ölçü ve örnek almışlardır.
Sahabenin ikinci önemli rolü, Peygamper'in söz ve
fiillerinin gelecek nesillere aktarılması olmuştur. Bizimle Hz. Peygamber ara
sındaki bağın ilk halkasını onlar oluşturmaktadır. Birinci hicri as rın
sonlarına doğru, iç savaşların ardından, hadiste isnad uygula ması başladığında
alimler ravilerin güvenilirliğini soruşturma ge reğini duymaya başlamışlardı71
• Bundan bir süre sonra, ilmu'r rical denilen ravilerin durumunu
araştıran ilim oluşmaya başla mış ve çok geçmeden sistemleşmişti72 .
Hadis ravilerinin araştırıl ması söz konusu olduğunda, sahabe bu araştırmanın
dışında tu tulmuştur. Tabiun ve sonraki alimler, sahabenin adaletinde fikir
birliğine varmışlar, onların cerh ve tadil yönünden araştırılmasını gereksiz
görmüşlerdir73 • İbn Hacer (ö.h.852), bu durumu "saha bilerin tamamının
adil olduğunda Ehli
Sünnet ittifak etmiştir.
°7 Kur'an'ın
Hz. Peygamber zamanında yazılması, Hz. Ebu Bekr'in halifeliği dönemin de
toplanması ve bu konunun önemi hakkında bkz. Ahmed Cevdet, Hülasatu'l Beyan fi
Te'lifi'l-Kur'an, İst. 1303, 3; Mukaddemetan= Mukaddemetan fi Ulfımi'l Kur'an,
Mukaddemetu Kitabi'l-Mebani ve Mukaddemetu İbn Atıyye, Yayınlayan: Arthur
Jefferi, Kahire 1954, 18; el-Enbari, Abdurrezzak Ali, Cem'u'l-Kur'ani'l-Ke
rim, Mevrid Dergisi, Sayı:4, Bağdad 1401/1980, 11; İbn Main, Yahya (ö.h.233),
et Tarih, Mekke 1399/1979, I. 103; Heykel, Muhammed, es-Sıddık Ebu Bekr,
Kahire trs., 282-3; Gibb, Sir Hamilton
A.R., Mohammedanizm, London 1953, 49.
71Hadiste isnad uygulamasının başlangıcı hakkında
bkz. Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, Ank. 1981, 176-181.
72 Daha
geniş bilgi için, bu konulan
ayrıntılı bir şekilde ele alan şu
eserlere bakılabi lir: Yücel, Ahmet, Hadis lstılahlarının
Doğuşu ve Gelişimi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İst
1996 ve Aşıkkutlu, Emin, Hadiste Rical
Tenk idi, MÜİF Vakfı Yayınlan,
İst.1997.
73 Suyı1ti,
Celaluddin Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911), Tedribu'r-Ravi fi Şerhi Takr
ibi'n-Nevevi, Mısır 1385/1966, il. 214; İbnu's-Salah, Ulumu'l-Hadis,·264; İbn
Kesir, Ebu'l-Fida İsmail el-Kureşi (ö.h.744), el-Baisu'l-Hasis, Beyrut trs.,
154; Bağdadi, Kifaye, 93.
Sahabenin adil olduğu hususunda bazı bidat gruplar
dışında aynh ğa düşen olmamıştır"74 sözleriyle açıklamaktadır. Fakat,
ondan çok . önceleri Hatib Bağdadi (ö.h.463) bu konuyu ayrıntılarıyla ele almış
ve sahabenin adaleti ile ilgili olarak şunları söylemiştir: "Hz. Pey
gamber ile en son raviye varıncaya kadar isnadı muttasıl olan bir hadisle amel
etmek, ancak tüm ravilerinin adil olduğu kesinleşirse mümkün olabilir. Onların
durumunu her yönü ile araştırmak ge rekli ise de, hadisi resulullaha izafe
eden bir saha.binin durumu araş tırılmaz. Çünkü, sahabilerin adil oldukları,
Allah;ın onların adil ol duklarını bildirmesi, temiz insanlar olduklarını
haber vermesi ve onlar hakkında ayetler indirmesi ile kesinlik kazanmıştır"75 •
İlk asırda ortaya çıkan ve ilk fitneler olarak
adlandırılan Cemel (h.36) ve Sıffıri (h.37) savaşlarına katılmış olsalar bile,
sahabenin adaletinden şüphe edilmemiştir 76 • Alimler, sahabenin adaletini
Kur'an77 , hadis78 ve icmaya 79 dayandırmışlardır. Hadis tenkidçi leri de
ravilerin durumlarını araştırmayı gerekli gördükleri halde, sahabenin
tenkidinden kaçınmışlar ve onları herhangi bir kötü sıfatla anmamışlar ve
onlara yalancılık isnad etmemişlerdir80
.
Hz. Peygamber'in vefatından sonra sahabe dönemi
başlamıştır. Bu dönem, hadisçilerin kanaatine göre, hicri 110 yılına kadar de
vam etmiştir. Bu dönemin başlangıç yılları, özellikle üçüncü halife Osman'ın
halifeliğine kadar, insanların sahabeye karşı güven duy gularının bulunduğu
bir dönemdir. Ancak, Hz. Osman'ın
halifeliği
74 İbn Hacer, Ebu'l-Fadl Ahmed b. Ali b. Muhammed
el-Kinani el-Askalani (ö.h.852), el-İsabe fi Temyizi's-Sahabe, Mısır trs., I.
10.
75 Bağdadi,
el-Kifaye fi İlmi'r-Rivaye, 93.
76 Nevevi,
Muhyiddin Yahya b. Şeref (ö.h.676), et-Takrib, Mısır trs., 45; İbnu's-Salah,
Ulumu'l-Hadis, 265.
77 Sahabenin
adaleti konusunda dayanılan bazı ayetler için bkz. 3-Ali İmran-110; 48-
Feth-18/29; 9-Tevbe-87/88/100; 57-Hadid-10.
78 Buhari, Fadail, IV. 189; Müslim, Fadail, 1963-4;
İbn Mace, Ahkam, II. 791; Tirmizi,
Fiten, IV. 500. ·
79 Sahabenin adaletinde icma olduğu hususunda bkz.
İbn Hacer, İsabe, I. 10; Amiri, Yahya b. Ebi Bekr el Amiri, Riyazu'l-Mustetabe,
Beyrut 1974, 12; İbnu's-Salah, Ebu Amr Osman b. Abdirrahman (ö.h.643),
Ulumu'I-Hadis, Halep 1386, 265; Itr, Nu ruddin, Menhecu'n-Nakd fi
Ulumi'l-Hadis, Dımeşk 1401/1981, 123; Suyu.ti, Tedrib, il. 214; İbn Kesir,
Bil.is, 154; Bağdadi, Kifiiye, 93.
80 Emin,
Ahmed, Fecru'l-İsliim, Beyrut 1969, 216.
ile birlikte bu durum değişmiştir. Hz. Osman'ın
12 yıl süren (h.23-
35) halifeliğinin
ilk altı yılı problemsiz geçilmiş olmal$la beraber, son altı yılı iç
karışıklıklar dönemi olmuştur. Giderek artan iç hu zursuzluk bir ihtilale
dönüşmüş ve Hz. Osman'ın katli ile sonuç lanmıştır81 .
Hz. Osman'a karşı yürütülen ihtilal hareketi bizim
için iki açı dan önemlidir. Birincisi, ilk kez bir sahabi ciddi tarzda
eleştirilmiş tir. İkincisi, ilk kez bir sahabi sivil ihtilal sonucu
öldürülmüştür.
Hz Osman'ın uygul .malarından memnun olmayan bir
grup müslüman gizlice toplanmış ve Osman'ın "büyük hatalar yaptığı na,
Allah'tan korkup tevbe etmesi ve halifelik makamını terk et m«:si
gerektiğine" karar vermişlerdir82 • Bu durum, bir saha.binin sahabi
olmayanlar tarafından tenkid edilmesinin ilk ciddi örneği dir. Tenkidler şu
noktalarda toplanmaktadır:
1. Kur'an'ı toplattıktan
sonra mushafları yaktırması,
2. Yolculukta
namazı kısaltmadan kılması,
3. Kendini
Resulullah'tan da üstün görmesi, Ebu Bekr ve Ömer'i alt dereceye alması,
4. Bedir
ve Rıdvan bey'atında bulunmaması, Uhud savaşından geri dönmesi83 •
Bu tenkid noktaları Hz. Osman için doğru olmasa
bile, bir saha. binin, saha.bilik payesine rağmen tenkid edildiğini açıkça
göster mektedir.
Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra, h. 36 yılında
Hz. Ali ile Hz. Ayşe arasında Cemel savaşı, h. 37 yılında da Hz. Ali ile Hz.
Muaviye arasında Sıffin savaşı oldu84 • Bu savaşlarda, içlerinde çok sayıda
sahabenin de bulunduğu binlerce insan öldü.
İki yıl içerisinde meydana gelen bu olaylar, geniş
müslüman kitle arasında fikri bunalımlara yol açtı. Savaşlarda yer alan ve
biribirine kılıç çeken
sahabenin dini durumu
tartışmaya açıldı.
81 İbn
Sa'd, Ebu Abdillah el-Basri (ö.h.230), et-Tabakatu'l-Kübra, Beyrut trs.,
III. 32.
82 Bkz.
Taberi, Ebu' Cafer Muhammed b. Cerir (ö.h.310), Tarihu'l-Ümem ve'l-Müluk,
Lübnan 1387/1967, IV. 333.
83 İbnu'l-Arabi, Ebu
Bekr (ö.h.543), el-Avasım
Mine'l-Kavasım fi Tahkiki Mevakıfı's
Sahabe, Kahire 1387, 61-2.
84 Bu
savaşlar hakkında geniş bilgi için bkz. İbn Sa'd, III. 32.
Siyasi ve itikadı çalkantıların ortaya çıkardığı ilk
mezhepler de bu tartışmalar
içerisindeki yerlerini aldı.
Bu mezheplerin ilki ve en acımasız olanı İlk
Hariciler (Havarici Ula) idi. İlk Hariciler, sahabeyi kötülemekle kalmayarak
onları küfürle suçlamışlardı 85 •
Bu siyasi platform üzerinde ortaya çıkan Rafıziler
(özellikle Gulatı Rafıza) de Hariciler gibi davranarak sahabenin büyük kesi
minin küfre düştüğünü ilan etmişlerdi86
•
Bazı zındıklar da doğrudan Hz. Peygamber'e
yöneltemedikleri tenkidlerini sahabeye yöneltmek suretiyle yapmışlardır87•
Bazı bid'at gruplar ise, sahabenin savaş yıllarına
kadarki du rumlarını adil kabul etmişler, savaşlardan sonraki durumları iti
bariyle onların da diğer raviler gibi araştırılmaya tabi olduğunu
söylemişlerdir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, sahabe, Hz.
Peygamber'in söz ve fiillerini bize kadar ulaştıran zincirin ilk halkasıdır. Bu
ilk hal ka, özellikle hadis rJvayeti açısından çok önemlidir. Çünkü, onlar
diğer raviler gibi olmayıp, hadisleri bizzat kaynağından işitmiş lerdir. Eğer,
sözü kaynağından ilk işitenin güvenilirliği zedelenir se, kaynak güvenilir
olsa bile, nakledilenin doğruluğu üzerinde şüphe uyanacaktır. Bu, doğrudan
doğruya hadisin otoritesinin sar sılması anlamını taşımaktadır. Zira, sonraki
halkada yer alan bir ravi cerhedilse,
adalet sıfatını haiz başka bir ravi aramak
mümkün-
85 Geniş bilgi için bkz. Bağdadi, Ebu Mansur
Abdulkahir b. Tahir (ö.h. 429), el-Fark Beyne'l-Fırak ve
Beyanu'l-Fırkati'n-Naciye minhum, Mısır trs, 55 vd.; Şehristani, Muhammed b.
Abdilkerim (ö.h.548), Kitabu'l-Milel ve'n-Nihal, Mısır 1366/1947, I. 201 vd.;
Eş'ari, Ebu'l-Hasan Ali b. İsmail (ö.h.324), Makalatu'l-İslamiyyin ve İhtila
fu'l-Musallin, Weisbaden 1980, 87 vd.; Hayyat, Ebu'l-Hüseyn Abdurrahim b. Mu
hammed b. Osman el-Mutezili (ö.h.300), el-İntisar ve'r-Red ala ibni'r-Ravendi
el Mülhid, Beyrut 1957, 102.
86·Geniş bilgi için bkz. İbn Kesir, Baisu'l-Hasis,
155; İbn Kuteybe, Muhammed el-Kfıfı
el-Mervezi (ö.h.276), Te'vilu Muhtelifı'l-Hadis,
Çev: Hayri Kırbaşoğlu, 1. Baskı İst. 1979, lOO; İbn Abdilvehhab, Muhammed,
Risale Fi'r-Redd Ala'r-Rafıza, Riyad trs., 26; İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas
Takıyyuddin Ahmed el-Harrani (ö.h.728), el-Mün teka min Minhaci'l-İ'tidal ve
Huve Muhtasaru Minhaci's-Sünne li'z-Zehebi, trs., 64.
87 Bkz. İbn f{acer, Ebu'l-Fadl Ahmed b. Ali b.
Muhammed el-Kinani el-Askalani (ö.h.852), Ta'cilu'l-Menfa'a bi Zevaidi
Ricali'I-Eimmeti'l-Erba'a, Haydarabat 1324, 235 (Abdullah b. Mus'ab maddesi);
Ebu Gudde, Mevzu Hadisler, çev. Enbiya Yıldı rım, İst. trs., 28.
36
dür, ancak, sanabenin toptan adalet vasfı
kaldırıldığında aynı taba kadan bir başka adil ravi bulmak imkansız olacaktır.
Bu da doğru dan doğruya hadislerin
reddedilmesi anlamını
taşımaktadır.
Tarihte de böyle olduğu görülmektedir. Bu durumu ilk
tesbit edenlerden biri Suyu.ti (ö.h.911) olmuştur. Suyu.ti, Miftahu'l-Cen ne
adlı eserinde, Rafızilerin hadisleri inkar etmelerinin nedeni hakkında şöyle
demektedir: "Rafızilerin garip işlerinden biri de sahabeyi sapmış kabul
etmeleri ve sapmış insanların rivayeti ol duğu için de hadisleri
reddetmeleridir" 88
Aynı durumu, çağdaş Batılı araştırmacılardan Watt da
şu şekil de dile getirmektedir: "Rafızilerin temel doktrininin doğal bir
so nucu da şuydu: -İslam'da özel bir konuma sahip olan- sahabenin çoğunluğu,
ölümünden sonra halife olarakAli'yi tanımadıkları için peygamber'in emrine
isyan etmişlerdi Dolayısı ile, onun hadisle rini nakletmeye layık kişiler
değillerdi. Rafıziler, bu şekilde, Şeria tın ya da İslam hukukunun esası olan
hadisin hassas yapısını, do layısı ile, -hadisçi ve hukukçu- alimler sınıfının
gelişen tesir ve gücünü dinamitliyorla rdı"89 •
Rafıziler gibi, Hariciler için de aynı şeyler
söylenebilir. Tahkim olayından sonra ortaya çıkan bu grup, bütün sahabileri
tekfir et mişti. Buna paralel olarak, bu sahabileriı:ı yaptığı nakilleri de
ka bul etmediler.
Şiiler de, ehli beyt dışındaki sahabeyi adil
saymadıkları için sadece ehli beyt
kanalı ile gelen rivayetleri
kabul etmişlerdir.
Yukarıda misalleriyle anlattığımız gibi,
sahabenin kötülenme si, hadislerin
reddedilmesi yolunu açan ilk adım olmuştur. Bu grup ların hadisleri nasıl
reddettiklerini kitabımızın son bölümünde ay rıntılarıyla inceleyeceğiz.
Hadis İnkarında 'Ortam' Faktörü
A. Siyasi
Ortam
Hz. Peygamber döneminde kurulan siyasi sükunet
ortamı, za man zaman bozulmuş olsa da, onun vefatından sonra bir süre de-
88 Suyuti, Miftahu'l-Cenne, 45.
89 Watt,
William Montgomery, Islamic Philosophy
and Theology, Edinburg 1962, 53.
vam ettirilmişti. Ancak, h.35-m.656 tarihinde halife
Osman'ın şe hid edilmesi90 önceki sükunet tablosunu bozmakla kalmamış, ard
arda gelen iç savaşların ve isyanların başlamasına neden olmuştu. Hemen
ardından Hz. Ali'ye bey'at edilmiş olması hilafet meselesi nin çözümü için
yeterli olmadı. Bir yıl içerisinde (h.36/m.656-7) binlerce müslümanın hayatını
kaybetmesiyle sonuçlanan Cemel ve Sıffin savaşları patlak verdi91 • Bu iki
savaş, sadece ilk ve en büyük fitne olmakla kalmadı, fakat aynı zamanda, asırlarca
süre cek olan. siyasi, itikadı vb. fırkalaşmaların da temelini.attı. Hz.
Ali'nin şehid edilmesinden sonra92 oğlu Hasan da hilafet davasın dan
vazgeçince, h.41/m.661 tarihinde Muaviye b. Ebi Sufyan'ın resmen idareyi ele
almasıyla Emeviler dönemi açılmış oldu 93 • Mu aviye'nin iktidara geçmesiyle
durulur gibi görünen siyasi hayat, onun vefatıyla (h.60/m.680) birden karıştı94
• Hz. Peygamber'in küçük torunu Hüseyin (ö.h.61), Muaviye'nin vefatı ile
birlikte, ağa beyi Hasan'ın bıraktığı hilafeti almak için yeniden harekete
geçin ce Kerbela'da öldürüldü (h.61/ m.680) 95 • Muaviye'nin oğlu Yezid
iktidardayken, Hicazlılar, önce ona bey'at ettiklerini bildirmeleri ne rağmen,
Yezid'in gayrı İslami ve haksız tutumları karşısında hilafete isyan ettiler.
Medine, Müslim b. Ukbe tarafından kuşatıl dı. Şehre giren hilafet ordusu,
şehri yakıp yıktı ve binlerce müslü man katledildi. Öldürülenler arasında
sahabe olanlar da vardı. Harre olayı denilen bu savaş, İslam dünyasında büyük
üzüntü yarattı (h.63/ m.683) 96 • Ardından, müslümanların kıblesi ve kut sal
belde kabul ettikleri Mekke, hilafet ordusu tarafından kuşatıl-
90 Hz. Osman'ın şehid edilmesi ile ilgili olarak
bkz. Taberi, Tarih, V. 365 vd.; Mes'fidi, Ebu'l-Hasen Ali b. El-Hasen
(ö.h.346), Murficu'z-Zeheb ve Meadini'I-Cevher, Beyrut trs., il. 352-7.
9 1 Cemel ve Sıffın savaşları için bkz. İbnu'I-Esir,
İzzuddin Ebu'l-Hasen Ali b. Ebi'l
Kerem eş-Şeybani, el-Kamil fı't-Tarih, Beyrut
1402/1982, IV. 221-287; Taberi, Tarih,
IV. 506-576.
92 Bkz.
İbnu'l-Esir, el-Kamil, ili. 386-7.
93 Bkz.
İbmı'I-Esir, el-Kamil, III. 404-7.
9 4 Muaviye'nin yanı sıra Abdullah b. Zübeyr
(ö.h.73) de Mekke'de idareyi ele
almıştı.
İslam dünyasındaki
bu ik başlılık, İbnu'z-Zübeyr'in
ölümüne kadar devam etti.
9 5 Hz. Hüseyin'in isyanı ve öldürülmesi
hakkında bkz. Taberi, Tarih, V. 382-467.
96 Harre
olayı için bkz. İbnu'I-Esir, el-Kamil, IV. 121.
dı ve Kabe mancınık atışlarıyla dövüldü97 . Muhtar
es-Sakafı Irak'
-ta isyan etti (h.65/m.685) ve ertesi yıl
öldürülerek isyan bastırıl dı98. Abdulmelik b. Mervan'ın halifeliği döneminde
(h.72/m.692) Mekke Hacca b. Yusuf tarafından
yeniden kuşatıldı. Şehir bu kez
ele geçirildi ve Abdullah b. Zübeyr şehid edildi99 .
Hacca b. Yusuf
'un halka yaptığı zulüm, valiliği boyunca da devam
etmişti. Bu arada, II. hicri asrın başlarında, Abbasoğulları iktidarı Emeviler
den almak için faaliyetlere başladılar. Uzun bir süre gizli yürütü len bu
faaliyetlerin sonunda, çe itli olayların meydana gelmesiy le, h.132/m.750'de Ebu'l-Abbas Abdullah
es-Seffah b. Muhammed 'in halife olmasıyla Abbasiler dönemi açılmış oldu100 .
Hz. Osman'ın şehid edilişinin ardından gelişen ve
giderek ar tan dozda devam eden siyasi kargaşalık, İslam toplumunun bü
tünlüğüne karşı ciddi bir tehdit oluşturmuştur. Müslüman halkın siyasi
tercihini yapmakta ne kadar zorlandığını ve kimin haklı ol duğuna karar
vermekte güçlük çektiğini tahmin etmek zor değil dir. Bu noktada, iç siyasi
çekişmelere ve siyasete hadisler de karış tırılınca, siyasi içerikli problemlerin
çözümü oldukça güçleşmiştir. Zira, müslüman halkın desteğini sağlamak ve dini
bakımdan meş ruiyet kazanabilmek için hadislerin desteğine ihtiyaç duyulmuş
tu. Böyle bir destek, şüphe yok ki, Kur'an'da bulunamazdı. Ancak, henüz tedvin
edilmemiş durumdaki hadislerden faydalanma im kanı hala vardı. Hilafet
meseleleriyle ilgili olarak, varsa bir hadise sığınmak, eğer böyle bir hadis
yoksa, yenisini uydurmak bir çıkar yol olarak düşünülmüştü.
Nitekim, yukarıda tarihi seyrini verdiğimiz
olaylarla paralellik arzedecek şekilde, siyasi içerikli hadisler
uydurulmaya başlandı. Bu hadislerden
birinde Hz. Ali'nin hilafet hakkı şöyle vurgulanı yordu:
97 İbnu'l-Esir,
ef-Kamil, IV. 123-4.
98 Bkz. Brockelman,
C., İslam Milletleri ve
Devletleri Tarihi, Çev: Neşet Çağatay,
AÜİF Yay. Ank. 1964, 72 vd.
99 Abdullah b.
Zübeyr'in hilafeti ve
öldürülmesi hakkında bkz. İbn Halikan, Ebu'I
Abbas Şemsuddin Ahmed b. Muhammed b. Ebi Bekr
(ö.h.681), Vefeyatu'l-Ayan ve Ebnau Ebnai'z-Zaman, Beyrut trs., III. 71-5;
Taberi, Tarih, VI. 174-5.
100 Bkz.
Mes'i'ıdi, Muri'ıcu'z-Zeheb, ili. 266-293.
------------. 39
Abdullah b. Mes'ud şöyle demiştir: "Bir grup
Cin'in Hz. Pey gamber'i ziyaret ettiği gece onunla beraberdim. Resulullah
derin derin nefes aldı. 'Bu halin nedir ya Resulallah' dedim. 'Öleceğim haber
verildi' dedi. 'Öyleyse halife tayin et' dedim. 'Kimi' diye sordu.....'Ali b.
Ebi Talib'i' dedim. Bunun üzerine 'hayatımı elinde tutana yemin olsun ki, eğer
Ali'ye itaat ederlerse hepsi Cennet'e girer'
buyurdu"101 .
Hz. Ali'nin hilafetteki hakkına karşılık boş
durmayan Muaviye taraftarları da Muaviye'nin faziletine _dair hadisler
uyduruyorlar dı. Bunlardan birinde, Hz. Peygamber'in Muaviye için ''Allah ka
tında güvenilir üç kimse vardır. Ben, Cibril ve Mua viye"102 buyur duğu
rivayet edilmiştir. Yine, Muaviye taraftarları "Muaviye'yi benim şu
mimberimde hutbe okurken görürseniz onu kabul edin"103 hadisini
uydururken, Muaviye düşmanları da bu hadisi biraz değiştirerek "Muaviye'yi
benim şu mimberimde hutbe okur ken görürseniz onu öldürünüz"104 şekline sokmuşlardır.
Şimdi, bir yandan Hz. Ali'nin Hz. Peygamber
tarafından halife tayin edildiğini ihtiva eden hadisler, diğer yandan
Muaviye'yi "emi ru'l-mü'minin" diye nitelendiren hadisler
karşısında, zihni bulan mış durumdaki müslüman ne yapabilirdi? Hangisine hak
verecek ti? Böyle bir durumda, o, ya bu rivayetlerden birine
tabi olmak veya her iki şekildeki rivayetlere şüphe ile bakmak gibi
ikili bir yol ayırımında bulunuyordu. Birinci yolu seçebilmesi için, az çok
hadis ilmine vakıf olmalıydı. Bu ise, sıradan bir müslüman için imkansız
görünmektedir. Bu gibi uydurma hadislerle sık sık karşılaşan bir müslüman,
ikinci yolu tercih zorunda kaldığında, genel olarak hadislere şüphe ile
bakabilecektir. h.61/m.680 yılında Kerbela'da Emeviler tarafından şehid edilen
Hüseyin b. Ali için hadis uydu ranlar, muhtemeldir ki, Emevilerin hilafetinin dini bakımdan meş-
101 İbnu'l-Cevzi,
Ebu'[:Ferec Abdurrahman b. Ali (ö.h.597), Kitabu'l-Mevzfıilt, Medine
1386/1966, 1. 346.
102 Şevkilni,
Muhammed b. Ali (ö.h.1250), Fevilidu'l-Mecmfıa, Matbaatu's-Sünneti'l
Muhammediyye 1398/1978 , 404;
Suyfıti, Leilli, 1. 418.
103 İbnu'J-Cevzi, Mevzfıilt, 11.27; Suyfıti, Leilli, 1. 426.
104 İbn
Arrilk, Ali b. Muhammed el-Hicilzi (ö.h.963), Tenzihu'ş-Şeriati'l-Merffıa'
ani'l Ahbilri'ş-Şenia'ti'l-Mevdfıa', Kahire trs., il. 8; Şevkilni,
Fevilid, 407.
ruluğunu yıkmayı amaçlıyorlardı. Bu amaçlarına
ulaşabilmek için uydurdukları bir hadiste, Hasan ve Hüseyin şöyle
methedilmişti: Resulullah buyurdu ki: "Göğe yükseldiğim gece Cennet kapısı
üzerinde 'La ilahe illallah, Muhammedun resulullah. Ali Allah'ın sevgilisi,
Hasan ve Hüseyin Allah'ın salih kullarıdır...' yazılı oldu
ğunu gördüm"105 •
Hz. Hüseyin, hilafet için ayaklandğı zaman, yukarıda
görüldü ğü gibi, lehine pek çok hadis de müslümanlar arasında yayılmış
durumdaydı. Bu hadisler, müslümanları Hz. Hüseyin'in saflarına katılmak ve
hatta, kanlı çarpışmalara sürüklemek zorunda bırakı yordu. Öte yandan,
Muaviye'nin halefi Yezid'in saflarında yer alan lar da Hz. Peygameber'den
gelen ve Emevileri metheden hadisleri biliyorlardı. Olaylar olup bittikten
sonra, ne yaptıklarını sorgula ma fırsatı bulan müslümanlar, belki de
onaylamadıkları bu olay ların nedenlerinden biri olarak (uydurma) hadisleri
görebilirler di. Kendilerini, kanlı savaşlara iten bu hadislerin değeri neydi
ve buna bağlı olarak, öteki hadislerin Hz. Peygamber'in iki dudağı arasından
çıkmış olabilmesi ne derece kesindi?
Tahkim olayında Hz. Ali'nin temsilcisi olarak
hakemlik yapan Ebu Musa el-Eş'ari (ö.h.44), karşıt gruplar tarafından
kötülenir ken, bazı rivayetlerde temize çıkarılmaya çalışılmıştır. Nitekim,
Hakim Ebu Yahya demiştir ki: "Ammar ile beraber oturuyordum. Ebu Musa
geldi. Dedi ki: 'Cemel gecesi bana ve sana ne oldu, kar deş değil miydik?'
Ammar, 'bildiğim tek şey, Resulullah'ın Cemel gecesi için sana lanet ettiğidir'
dedi. Ebu Musa, 'Resulullah benim için istiğfar etmişti' dedi. Ammar,
'Resulullah'ın sana lanet ettiğini işittim, ama
istiğfar ettiğini işitmedim'
dedi"106 •
Emeviler devletinin yıkılması için sadece Muaviye ve
Emevi sü lalesinin kötülenmesi ile yetinilmemiş, ikinci hicri asrın başların
dan itibaren gizli faaliyetlerde bulunan Abbasoğulları methedil meye
başlanmıştı. Bu hadislerden birine göre Resulullah, yanında Hz. Ali olduğu
halde Hz. Abbas'a şöyle demiştir: "Mülk, senin ev ladında olacak".
Sonra Ali'ye döndü ve " enin çocuklarından hiç-
105 İbnu'l-Cevzi,
Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali (ö.h.597), el-İlelu'l-Mütenahiye, trs.,
1. 257.
106 İbn
Arriik, Tenzihu'§-Şeria, il. 9; İbnu'I-Cevzi, Mevzfıiit, il. 28-9.
biri mülk sahibi olamayacak"107 • Burada
kasdedilen mülk, şüphe yok ki,
hilafettir.
Buraya kadar, hicri I. asrın ortalarından itibaren
başlayan siya si krizi ana hatlarıyla belirtmeye çalıştık. Bu tablodan çıkan
sonu ca göre, diyebiliriz ki, Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra fit neler
gittikçe artan bir hızda devam ederken, müslüman halkın tedirginliği de
artmıştı. Bu saltanat kavgalarına, bir çok uydurma hadis yolu ile Hz. Peygamber
de karıştırılınca, meseleler içinden çıkılmaz bir hale geldi. Biz burada,
siyasi amaçla uydurulan hadislerden birer örnek vermekle yetindik. Aslında, bu
tip hadi slerin sayısı oldukça kabarıktır.
Şimdi, bu aşamada, zihni siyasi olaylarla bulanmış
ve hakkı batıldan ayırmakta güçlük çeken, şüphe ve tereddütler içerisine yuvarlanmış
olan müslüman halkın, en azından bir kısmının, bu şüphesini siyasi içerikli
hadislere yöneltmiş olabileceğini tahmin etmek pek güç olmasa gerektir.
Ancak, hadisin inkar edilmesinde rol oynayan
"ortam" faktörü sadece "siyasi" ortam değildi. Kültür
değişmelerinin yarattığı "kül türel ortam" ın da rolünü
kabul etmek gerekmektedir.
B. Dini ve
Kültürel Ortam
Hz. Peygamber vefat ettiği zaman Arabistan
yarımadasının ta mamı müslümandı. Onun vefatından hemen sonra ortaya çıkan
ridde olayları, birinci halife Hz.Ebu Bekr'in kısa hilafet dönemin de
(h.10-12/m.632-634) bastırıldı ve Arap Yarımadası'nın kuze yine, Mezopotamya
bölgesine akınlar başladı. Bu dönemde müs lüman orduları Irak'a girmişti. On
yıl süren Hz. Ömer'in halifeliği zamanında (h.12-23/m.634-644) bütün Orta Doğu
ele geçirilmişti. Üçüncü halife Hz. Osman döneminde de (h.23-35/m.644-656)
Kuzey Afrika'nın ve İran'ın fethi tamamlanmıştı.
Müslüman Araplar yeni ülkeler fethetmek için kuzeye
yönel diklerinde, buralarda çok farklı din ve kültürlerle karşılaştılar. Bu
karşılaşma ile birlikte, İslam kültürü yerli din ve kültürlerle iç içe
yaşamak durumunda kaldı.
Fethedilen ülkelerdeki yerli halkın
107 İbnu'I-Cevzi, Mevzuat, II. 35.
inanç ve kültürü, onların İslam karşısındaki tavırlarının
belirlen mesinde önemli bir rol oynadı.
Fırat ve Dicle nehirlerinin yer aldığı havza, uzun
süreden beri Bizans ve İran arasında mücadele alanı olmuş108 ve her iki impa
ratorluk da bu bölgede kendi kültürünü yerleştirmeye çalışmıştır. Aslında, daha
müslümanlar tarafından fethedilmeden çok önce, bazı Arap kabileleri bu bölgeye
yerleşmişti. Bunların bir kısmı Hı ristiyan, bir kısmı Mazdek veya Zerdüşt
dinine mensuptu109 . Bun ların yanı sıra, Irak'ta Hıristiyan Ortadoks
Kilise'nin düşmanlığını çeken
Nesturi cemaatler de yer almaktaydıiıo.
Bizans'ın hakimiyeti altındaki Suriye, yine
Bizans'ın taşıyıcılığı nı yaptığı Helenistik Yunan kültürünün izlerini
barındırmaktaydı111 • Büyük kısmı Monofizit olan Suriyeliler, Ortadoks olan
Greklerden ayrılıyorlardı112 • Ortadoks ilahiyatından temel noktalarda ayrılan
Moriofizitler, Ortodoksların ağır zulmüne maruz kalmışlardı113
Hz. Ömer'in halifeliği zamanında Mısır'ı fetheden
müslüman lar, burada da kökü çok eski dönemlere kadar uzanan yerli kültür le
karşılaştılar. Amr ibnu'l-As (ö.h.42) komutasındaki İslam ordu su
İskenderiye'ye girdiğinde, Helenistik kültür bütün canlılığını korumaktaydı.
Aslında, Mısır, M.Ö.356-323 tarihleri arasında bü yük İskender'in Mısır'ı
almasıyla birlikte Helen kültürüyle tanış mıştı. İskenderiye, doğu ve batı
kültürünün kesiştiği yer, dini grup ve felsefi cereyanların yatağı olarak
gelişmişti 114 • Helenistik kül türün son aşamasını temsil eden Yeni
Eflatunculuk İskenderiye'de yerleşmişııs, daha önce Ortadoğu'da yayıldığını belirttiğimiz
Mo nofizit akidenin doğuşuna tesir etmişti.
108 Barthold,
W., İsl m Medeniyeti Tarihi, Çev: M. F.
Köprülü, Ank. 1986, 10.
109 Emin,
Ahmed, Fecru'l-İslam, 84.
110 Hitti,
Philip K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, Çev: Salih Tuğ, İst. 1980, 1. 215.
111 O'leary
de Lacy, İslam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri, Çev: Hüseyin Yurdaydın, Yaşar
Kutluay, AÜİF Yay. Ank. 1971, 11.
112 Mantran,
Robert, İslam'ın Yayılış Tarihi, Çev: İsmet Kayaoğlu, AÜİF Yay. Ank. 1981, 89.
113 Bayraktar, Mehmet,
İslam Felsefesine Giriş, Ank.' 1988, 35 vd.
114 Emin,
Ahmed, Fecru'l-İslam, 85.
115 O'leary
de Lacy, İslam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri, 16.
Anadolu'nun güneydoğusunda kalan Antakya, Urfa,
Nusaybin, Harran gibi yerleşim merkezleri de Bizans hakimiyetinin etkisi ile
Hıristiyanlığın izlerini taşımaktaydı. Bununla beraber, Harran, Sa bii dini
mensuplarının bir kültür merkezi durumundaydı. Urfa böl gesinde Nesturi ve
Yakubi tesirleri de görülmekteydi. Bu sondu rum, bu bölgelerde Sasani
etkisinin olduğunu da göstermekte dir116.
İskenderiye
yolu ile Mısır'a, oradan Suriye ve tüm Ortadoğu'
_ya yayılan Helenistik kültür, daha sonra İran'ı
tkisi altına almış tı117 • Bünyesinde az miktarda Yahudi'yi de barındıran
İran118 , bir taraftan da Hint
kültürünün izlerini taşımaktaydı. Huzistan'da
Cundişapur, Hind doktor ve bilginlerinin toplandığı
bir ilim mer kezi olmuştu 119 . Miladi ıv. asrın ortalarında, Nisibis'in
İranlıların
eline geçmesiyle birlikte Nesturilik te yavaş yavaş
İran'da yayıl maya başladı120 • Ancak, İslam öncesi İran'da en yaygın inanç
sis temleri Mecusilik, Zerdüştlük, Maniheizm ve Mazdekizm idi121 •
Bu tablo bize göstermektedir ki, İslam öncesinde
Mısır, Orta-
. . t
doğu, Anadolu ve Iran Arap kültüründen ve Isla
dininden son
derece farklı bir yapıya sahipti. Bir yandan Yunan
Felsefesi (Yeni Eflatunculuk) ve Hıristiyanlık ile Monofizit Hıristiyan
kiliseler, öte yandan Sabiilik, Zerdüştlük ve Mecusilik gibi inanç sistemleri
ile Hind kültürü bu bölgede oldukça dağınık ve karmaşık bir halde yaşamaktaydı.
İslam orduları bu ülkeleri fethettikten sonra, bu kültür ve inanç ortamının
aniden ya da çok kısa bir sürede değişe bileceğini kabul etmek oldukça zordur.
Doğrusu odur ki, yerli inanç ve kültürler, daha uzun zaman devam etmiştir ve
bunların kalın tılarını bugün dahi görmek mümkündür.
116 Bu
bölgedeki felsefi ve dini akımlar için bkz. Bayraktar, Mehmet, İslam
Felsefesine Giriş, 38-40; Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, 10.
117 Nasr,
Seyyid Hüseyin, Religion °in The Middle East, Cambridge 1969, il. 98; Bay-
raktar, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş,
31.
118 Ernin,
Ahmed, Fecru'l-İslam, 84.
119
Bayraktar, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş, 40.
120 O'leary
de Lacy, İslam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri, 28-9.
121 Nasr,
Seyyid Hüseyin, Religion in The Middle East, il. 96-8; Barthold, İslam Mede
niyeti Tarihi, 12 vd.
İslam da bu kalıntıların etkisinden tam anlamıyla
kurtulama mışnr. Bu bölgede yaşayan topluluklar, atalarından devraldıkları
inanç sistemlerini ve kültürel mirası, yeni kabul ettikleri İslam'ın
çatısı altında devam ettirmişlerdir122.
Bu yabancı inançlar müslümanlar üzerinde etkili
olmuştur. Bi lindiği gibi, Zerdüştlük, İran'ın İslam öncesi diniydi.
Zerdüştlüğe göre, "tabiatın tezahürleri", "Tanrısal
oluşlardır". Bu bakımdan, güneşe ''.Allah'ın gözü" ve ışığa da
''.Allah'ın oğlu" sıfatını yüklemiş lerdir123. Zerdüştlerdeltj bu inanış,
Mücessime ve Milşebbihe fır kalarına etki etmiş olmalıdır. Bu iki fırka,
teşbih ifade eden hadisler uydurdukları gibi124 , bu inanışlarına ters düşen ve
Allah'ı tenzih eden hadisleri reddetmişlerdi.
İleride etraflıca üzerinde duracağımız Mu'tezile de
Zerdüştlü ğün ve Yunan felsefesinin etkisinde kalmıştır. Muhtemelen Yunan
felsefesinden etkilenen Zerdüştlüğe göre, alemde iki güç ( iki ilah) vardır.
Biri nur ve diğeri zulmet olan bu iki güç sürekli bir
müca
dele halindedir. Alemdeki bütün iyi işler iyi güç
(Ahuramazda) ve bütün kötülükler şer güç (Ehiremen) tarafından yaratılır125. Aris
to ve Eflatun'a göre tanrı, alemdeki iyi işleri
idare eden ve kötü lüklerde rolü olmayan bir varlıktır. Bütün bu inanışlar,
Mu'tezile' nin kelami anlayışında önemli bir yer tutmaktadır. Bu bakımdan,
Mu'tezile, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğini ifade eden hadisleri inkar etmiştir.
Mu'tezile'nin kaderi inkar etmesinin altında da, ka naatimizce, Zerdüştlük
yatmaktadır. Zira, Zerdüştlüğe göre, Tanrı insanı yaratmış
ancak, ona tam
bir irade hürriyeti vermiştir; in
san, hayır veya şerden birini seçmekte hürdür126.
Müslümanlar, kendilerinden çok farklı inanç ve
kültüre sahip olan bu yerli halk ile bir arada yaşamak zorunda kaldılar. Yerli
halka bir yandan İslam'ı öğretmeye çalışırlarken, diğer yandan ister istemez
kendi kültürlerini de aşılamaya çalışıyorlardı. Arap
1 2 2 Emin, Ahmed,
Fecru'l-İslam, 94.
1 23 Emin,
Ahmed, Fecru'l-İslam, 99.
124 Bu
fırkalann uydurdukları hadislere örnek olmak üzere bkz. Kandemir, M. Yaşar,
Mevzu Hadisler, DİB Yay. Ank. 1984, 46.
125 Emin,
Ahmed, Fecru'I-İslam, 99-101.; Gazali, Faysal't-Tefrika, 58.
126 Emin,
Ahmed, Fecru'I-İslam, 103.
kültürü, özellikle Emeviler döneminde kuvvetlenen
kavmiyetçilik ruhu ile, bazen Hz. Peygamber'in evrensel öğretisi ile karışmış
bir halde yeni müslümanlara veriliyordu. Halbuki, ne Kur'an
ne de Hz. Peygamber, rriüslüman olmanın şartını, ferdin milli kültürün
den soyutlanması esasına bağlamıştı. Yapılması
gereken, İslamı bir bakış açısı
ile, sadece İslam'ın temel ilkeleriyle çelişkiye düşen unsurların ayıklanması
olabilirdi.
Kabul etmek gerekir ki, fertlerin sahip oldukları
kültürel de ğerleri koruma ve yaşatma ğilimleri, gayet tabii ve fıtri bir du
rumdur. Bu değerlerin yabancı bir kültür tarafından tehdit edil mesi karşısında, bir tepkinin doğması
ve tehdit altındaki kültürün mensuplarınca savunma pozisyonu alınması
kaçınılmaz olmakta dır. Emevilerin kavmiyetçi siyaset ve kültür politikası
karşısında, fethedilen ülkelerdeki yerli halkın, doğruluğunu ve yanlışlığını
araştırmadan, tepkisel bir 'karşı-kavmiyetçilik' hareketine giriştik leri
düşünülebilir.
Nitekim, İranlıların, müslüman ordular tarafından
fetholun malarından sonra, kendi kültürlerini kavmiyetçi bir ruhla nasıl
yaşatmaya çalıştıklarını belirtirken, Philip Hitti şöyle demektedir:
"Fakat, itaat altına alınmış bu milletin ruhu yeniden canlanacak ve ihmale
uğramış dilini de yeniden diriltecek ti"127 • M. Bayrakdar da İslam
Felsefesine Giriş adlı eserinde, İranlıların kavmiyetçi tep kileri konusunda,
"...buna ilaveten, İslam tarihinde 'milliyetçilik' veya 'kabilecilik'
olarak adlandırabileceğimiz 'Şuubiyye' hareketi ile beraber kendi kültürlerinin
Arap kültüründen üstün olduğunu gösterme çabası içine girmeleri sonucu, eski
İran düşüncelerini canlandırmak ve onları yeniden yeni ortamda tanıtmaya
yönelik tercümelerle, ..."128 demektedir.
Şimdi, İslam ile yabancı din ve kültürlerin
karşılaştığı ortamda hadis ve sünnetin durumuna geçeceğiz. Yukarıda, Arap
kültürü nün yerli halk ile zaman zaman hadısleşmiş olarak temasa geçti ğini
kısaca belirtmiştik. Milli varlığını koruma eğilimi içine girmiş olan milletlerin,
karşıt ve saldırgan
kültür olarak kabul ettikleri
127 Hitti,
Philip, İslam Tarihi, I. 240.
128
Bayrakdar, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş, 76.
Arap kültürünü reddederken, hadisleri de
reddettikleri kabul edi lebilir. Onlar, bir yandan kendi kültürlerini
diriltmeye çalışırken, öte yandan, Kur'an'ı da o kültür değerleri çerçevesinde
yorumla maya çalıştılar. Ancak, tabiidir ki, bir kısım hadisler Kur'an'ın bu
tarzda yorumlanmasına fırsat vermiyordu. Burada örnek olarak, Kur'an'ın felsefi veya batını yorumunu verebiliriz.
Bilindiği gibi, İslami fetihlerden önce bu bölgeler
Helen kültü rü ve Yunan felsefesinin etkisi altındaydı. Bu ortamda yetiştikten
sonr İslam'ı kabul etmiş olanlar, Kur'an'ı Yunan fel_sefesinin ışı ğında
yorumlamaya başladılar. Hadisler ise, onların bu yorumları karşısında aşılması
gerekli bir engeldi. Dolayısı ile hadisin inkarı kaçınılmaz oluyordu. Biz,
hadisin reddedilmesindeki kelami/fel sefi nedenlere ayrı bir yerde, etraflıca
temas edeceğiz.
Öte yandan, Kur'an'ın reddedilmesi artık imkansızdı,
ama, hiç değilse hadisler reddedilebilir veya en azından onlar üzerinde şüp he
uyandırılabilirdi. Böylece Kur'an, yerli kültürün atılmasına ge rek kalmadan
serbestçe yorumlanmıştır.
Bu aşamadan sonra, yukarıda çerçevesini çizdiğimiz
dini ve kültürel ortamı göz önünde bulundurmak suretiyle, itikadı orta mın
hadis inkarındaki rolüne temas
etmeye çalışacağız.
C. İtikadi
Ortam
Daha önce belirttiğimiz siyasi platform
üzerinde ortaya çıkan ilk fırka
Hariciler oldu. Siyasi bir hareket olmasına rağmen, Hari cilik, davasını meşru
kılmak için dini bir zemine oturmaya çalıştı. Müslümanların biribiriyle
savaşması ve kanını dökmesi, büyük gü nahlardan olduğuna göre, Cemel ve Sıffin
gibi binlerce müslüma nın kanının aktığı savaşlara katılanlar da büyük günah
işlemiş sa yıldı. Böylece, mürtekibu'l-kebire kavramı, ilk defa hariciler
tara fından, bu savaşlara katılanlara uygulandı ve büyük günah işle yenler,
tevbe etmedikleri takdirde kafir sayıldı129• Kendilerini İslam cemaatından
soyutlayıp, sahabeyi tekfir ederek amel-iman ilişkisi gibi konularda katı
görüşler ileri sürdükleri zaman, Hariciler, aleyh lerinde uydurulan hadislerle
lanetlenmişlerdi: Abdullah b. Ebi Evfa
129 Bkz.
Şehristil.ni, Kitabu'l-Milel
ve'n-Nihal, I. 198; Eş'ari,
Makil.lil.tu'l-İslil.miyyin, 87.
(Said b. Cemhan'a), "babana ne yaptılar?"
diye sorar. Said, "baba mı Ezarika öldürdü" deyince, İbn Ebi Evfa
''Allah onlara lanet et
sin. Resulullah, bize, onların 'Cehennem'in
köpekleri' olduklarını söyledi" cevabını vermiştir130.
Tartışmalar 'amel-iman ilişkisi' konusunda
yoğunlaşınca, Hari cilerin zıttına, Mürcie ve Cebriyye fırkaları ortaya çıktı.
İrca fikri, başlangıçta, ilk fitnelerde yer alanların durumunun Allah'a
hava le edilmesiydi. Haricilerin ve Şiilerin sahabeyi tekfir etmelerine
karşılık, Mürcie, sahabenin
amellerinin imanlarına zarar verme
yeceğini si,)ylediler131. Ancak, bu fikir, ortaya
atıldığı şekil.de kal
mayarak, kötü amellerin imana zarar vermeyeceği
şeklinde ge nelleştirildi. Bazı Mürciiler tarafından, iman, 'Allah'ı ve
peygam berini bilmek' ten ibaret görüldü132 •
Bazen bu tanıma, 'dil ile ik
rar' ve 'Allah'ı sevmek' ,gibi unsurlar da
katılmıştır133.
Mürcie, imanda artma·ve eksilme olmayacağını ileri
sürerken, bu görüşü destekleyecek hadisleri
uydurmayı da ihmal etmemiş ti:
Hz. Peygamber, imanın artıp eksilmesi konusunda
soranlara "hayır, imanın artması da eksilmesi de küfürdür" cevabını
vermiş tir. Hadis tenkidçileri bu hadisi
Ebu Muti isminde bir Mürcii'nin
uydurduğunu
söylemektedirler134.
Ancak, Mürcie'nin karşıtları da bu kez imanın artıp
eksilebile-· ceği rivayetlerini yaymışlardır. Muaz b. Cebel (ö.h.18)'den gelen
bir rivayette Hz. Peygamber'in "iman artar ve eksilir" dediğini uy
durmuşlardır135.
Çıkış noktası ve gayeleri itibarıyla Mürcie ile aynı
istikamette gelişen diğer itikadı fırka Cebriyye oldu. Zira, hem Mürcie'nin hem
de Cebriyye'nin davası iki noktada toplanmaktadır:
130 Suyiıti,
Celaluddin Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911), el-Hasaisu'l-Kübra, Kahire 1967,
III. 18. Abdullah b. Ebi Evra (ö.h.86) sahabidir. Bu hadıs, Haricilerin düş
manian tarafından uydurularak İbn Ebi Evfa'ya atfedilmiştir.
131 bkz.
Emin, Ahmed, Fecru'l-İslam, 279. •
132 Emin,
Ahmed, Fecru'l-İslam, 281.
133 Eş'ari, Makalatu'l-İslamiyyin, 133-4.
134 İbnu'l-Cevzi,
Mevzuat, I. 131. Bu konudaki hadisler için ayrıca bkz. Suyı'.'ıti, Cela
luddin Ebu'I-Fadl b. Ehi Bekr (ö.h.911),
Lealiu'I-Masnua fi'I-Ehadisi'I-Mevzua, Beyrut 1395/1975, I. 39
vd.
135 İbnu'I-Cevzi,
Mevzuat, I. 130; Suyiıti, Lealu'I-Masnua, I. 36-7.
Birincisi, Hariciler ve Gulatı Rafıza tarafından
tekfir edilen saha benin durumunu kurtarmaktı.
İkinci nokta ise, geniş İslam devleti sınırları
içinde kalan hal kın, İslam cemaatı
dışına itilmesini engellemekti.
İşte bu pratik gaye ile Cebriyye, insanların
fiillerini yapmak zorunda olduklarını ileri sürmüş ve "bizler, yaptığımız
amelleri işlemeye mecburuz, başkasını yapmaya gücümüz yetmez"136 de
mişlerdi.
Cebriyye ve Mürcie'ye zıt olara Kaderiyye, Cehmiyye
ve Mu tezile fırkaları ortaya çıktı. Bu üç fırka, insanın kendi fiillerinin
yaratıcısı olduğu hususunda birleşiyordu. Onlar, insanın iradesi nin hür
olduğunu, irade hürriyetinin sorumluluğu gerektireceğini
· duşünüyorlardı137
• Cehmiyye'nin kurucusu sayılan·Cehm b. Safvan (ö.h.128) ise, fikirlerini esas
olarak 'Allah'ın sıfatları' konularında ortaya atmıştı138 •
Biz, her biri başlı başına bir araştırma konusu
olacak derecede önemli ve geniş olan bu fırkaların görüşlerini ayrıntılarıyla
ele alacak değiliz. Ancak, kısaca da olsa hatırlatmak istediğimiz asıl husus,
ilk hicri asırlardaki itikadı ve kelamı kargaşa ortamı ve bu ortam içindeki
hadislerin durumunu red ve kabul yönünden ele almaktır.
Açıkça görüldüğü gibi, ilk fitnelerin ardından
itikadı ortam da karışıklık arzetmekteydi. Ortaya çıkan söz konusu fırkalar,
bir yan dan yeni fikirler ortaya atarken, diğer yandan bu fikirlerine dini bir
zemin bulmak için yeni hadisler uydurmuşlardır. Siyasi, kültürel ve dini
kargaşalık arasında, hadisler de işe karışınca, durum içinden çıkılmaz bir hal
almaktadır. Sahih hadislerle uydurma hadislerin karışık bir şekilde halk
arasında dolaştığı bu dönemlerde, bid'at fır kalara ve onların fikirlerine
yönelen şüpheler, aynı zamanda kela mi meselelere bulaştırılan hadislere
de yönelmektedir.
1 36 Emin, Ahmed, Fecru'l-İsliim, 283.
137 Emin,
Ahmed, Fecru'l-İsliim, 283 vd.
138 Cehm b. Safviin'ın görüşleri hakkında, erken
dönem alimlerinden Diinmi'nin, (Ebu Said Osman b. Said, ö.h.280),
"Kitiibu'r-Red alii'l-Cehmiyye, Beyrut 1402/1982" isimli eserine
bakılabilir.
------------ .49
İbn Sirin (ö.h.llO)'in şu sözleri, bu konuya açıklık
kazandır maktadır:
"Önceleri isnaddan sormuyarlardı. Pime ortaya
çıktığı zaman, 'rivayette bulunduğunuz kimselerin adını söyleyin' demeye başla
dılar. Ehli Sünnetten olana bakıyorlar ve onların hadislerini alı yorlar,
ehli bid'atten olanın
hadislerini ise
terkediyorlardı" 139•
Bu ifadeler, ilk fitnelerin önemine işaret ettiği
gibi, müslüman lar arasındaki kargaşa ortamına da dikkat çekmektedir. Zira,
Ehli Sünnet ve ehli bid'at ayınını hadis ten idinde son derece önemli bir rol
oynamaktadır. Bu iki zıt kavram, dinin ameli yönüyle oldu ğu kadar, hatta daha
s;ok kelamı yönüyle ilgilidir. İbn Sirin (ö.h. llO)'in bu sözleri, toplumun
içinde bulunduğu durum ile hadisle rin ayri düşünülmesini imkansız
kılmaktadır. Öte yandan, bu ifa deler, ortam faktörünün etkisiyle uydurma
hadislere karşı alın ması gereken tedbiri ve bir anlamda, isnadsiz rivayetlere
karşı du yulan güvensizliği de açıklamaktadır.
Kelami/Felsefi Nedenler
İslam düşüncesinde yabancı kültürlerin ve Yunan
felsefesinin etkisi, iddia edildiği gibi halife Me'mun döneminde (h.198-218)
yapılan tercümeler aracılığı ile değil, çok daha önce İslami fetihler le
birlikte görülmüştü. İslam öncesi dönemde bu bölgelerde yaşa yan din, kültür
ve felsefi düşüncelere daha önce
temas etmiştik.
Yunan felsefesinin en açık izleri Mutezile kelamında
kendini gösterir. Özellikle, Yunan felsefesinin iki büyük ismi olan Aristo ve
Eflatun'un fikirleri Mutezile
kelamını yönlendirmiştir140 •
Bu konuyu tesbit ederken Ahmed Emin şöyle
demektedir: "Ne olursa olsun biz, Mutezile'nin aklı yüceltmesindeki ve onu
İslam ülkesinde yaymasındaki öncülüğünü inkar edecek değiliz. Onlar,
İhvanu's-Sa fa.141 gibi grupların, Kindi (ö.h.252), Farabi (ö.h.399)
139 Müslim,
Sahih, Mukaddime, 1. 15.
140 Bkz.
Na.der, Albert Nasri, Felseferiı'l-Mutezile, İskenderiyye 1950, 1. 58.
141 İhviinu's-Sara
hakkında bkz. Bolay, Süleyman Hayri, Felsefi Doktrinler Sözlüğü,
'İhvanu's-Safii' maddesi, İst. 1981
ve İbn Sina (ö.h.428) gibi İslam filozoflarının
yolunu çizen öncü ler oldular. Dinin
felsefesini ilk kez
yapanlar ve dini meseleleri
araştırmada
aklı ilk kez kullananlar onlar olmuştur"142.
Aristo, çağdaşlarının aksine mükemmel bir Tanrı
fikrine ulaş maya çalışmıştı. Tanrı'yı pek çok noksan sıfattan arındırmış olma
sına rağmen,
yaratma gücü olmayan bir Tanrı tasa rlamıştı143.
Eflatun, hiç değilse iyi olan şeyleri yaratan bir
Tanrı düşün mekteydi144. Aristo'daki yaratma gücü olmayan Tanrı düşüncesi ile
Eflatun'un iyi olanı yaratan Tanrı fikri, Mutezile'nin 'ef'ah.fl ibad'
tartışmalarında kendini hissettirmektedir. Gazali
(ö.h.505) de Mutezile ile Yunan felsefesi arasındaki paralelliğe dikkat
çek miştir145.
Mutezile'ye göre de Allah, zulmü ve kötülükleri
yaratmaz146. Hatta, küfrü ve
kafiri de Allah yaratmamıştır147. Ayrıca, her şey
Allah'ın kudreti dahilinde değildir148. Mutezile'ye
göre Allah adil dir. Bu nedenle,
kötülüğün yaratıcısı olarak düşünülemez. O hal
de, kötülük, fiillerinden sorumlu olan insanların ya
da şeytanların işi olmalıdır149.
Ahmed Emin'e göre, Mutezile, hayır olsun şer olsun
kulların fiillerinin Allah tarafından yaratılmadığı, insan iradesinin hür ve
kendi fiillerinin
yaratıcısı olduğu fikrindedir150.
Mutezile alimlerinden Ebu Ali el-Cubbai (ö.h.303) ve
Ebu Ha şim'in, "Allah'ın zatının kulun güç yetirdiği şeye gücünün yetme
yeceği"151 şeklindeki görüşleri de yukarıda Aristo'dan alıntıladığı mız
'Pasif Tanrı' anlayışına uygun
düşmektedir.
142 Emin,
Ahmed, Duha'l-İslam, Beyrut 1936, ili. 75.
143 Bkz.
Bolay, Süleyman Hayri, Aristo Metafiziği İle Gazali Metafiziğinin Karşılaştınl
ması, Ank. 1986, 101.
144 Bkz. Eflatun,
Devlet, II. Kitap, Çev: Sabahattin Eyüboğlu-M.
Ali Cimcoz, İst. 1985,
il. Kitap, 70.
145 Bkz. Gazali,
Faysalu't-Tefrika, 58.
146 Bkz.
Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 78.
14 7 Bkz. Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 69.
14
8 Bkz. Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 27.
149 Tritton, A. S., İslam Kelamı, Çev: Mehmet Dağ,
Ank. 1983, 84; Suyfui, el-Mikdad
b. Abdillah, Kitilbu İrşadi't-Talibın, Bombay 1303,
130. ıso Emin, Ahmed, Duha'J-İslam, III. 45.
151 Suyuri,
İrşad, 98.
Burada, Ebu'l-Muzaffer el-İsferayini (ö.h.471)'nin
konuyla il gili görüşlerine temas etmek istiyoruz. O, "Kaderi
Mutezile'nin Gö rüşleri ve Tutarsızlıkları" başlığıyla açtığı kısımda,
Mutezile'nin 'efalu'l-ibad' konusundaki görüşlerine de değinmektedir. 'Kaderi
Mutezile' ibaresi bizi yakından ilgilendirdiği için, birazdan tekrar döneceğiz.
İsferayini bu konuda şunları söylemektedir: "Onların ittifak ettiği
hususlardan biri de şudur: Kulların fiilleri kendi ya ratmalarıdır. Her bir
insan, sivrisinek, balansı, karınca, böcek ve balık gibi bütün canlı çeşitleri
kendi fiilinin yaratıcısıdır. Onların fiillerini yaratan Allah değildir. O'nun,
kulların yaptıkları herhan gi bir şeye gücü yetmez"152 •
Şimdi, konunun hadisler ve hadis inkarıyla ilgisine
gelelim. Yukarıdaki fikirlere sahip olan Mutezile'nin, kader meselesinde,
'insan kendi kaderini kendi çizer' şeklinde formüle edebileceği miz bir görüşü
benimsemesi kaçınılmaz olmaktadır. Nitekim, on ların böyle bir fikre sahip
oldukları, İsferayini (ö.h.47l)'nin Mu tezile'ye 'kaderi' sıfatını vermesinden
anlaşılmaktadır.
Halbuki, Hz. Peygamber'den nakledilen hadi ler,
insanın so rumluluğunu kaldırmamakla birlikte, Allah'ın kaderini ısrarla vur
gulamaktadır. Bunlardan biri meşhur Cibril hadisidir ki, bu hadiste iman
esasları tesbit edilirken "...kadere, hayır ve şerrin Allah'tan
olduğuna iman" açıkça ifade edilmektedir 153 •
Kaderi bir görüşü kabul etmiş olan Mutezile'nin bu
hadisi inlclr edeceği açıktır. En azından kaderle ilgili bu kısmın inkarı,
Mutezi le kelamı açısından
kaçınılmaz olmaktadır.
Mutezile'nin aynı zamanda 'kaderi' sıfatıyla
anılmasının nede ni, fiilleri yaratanın Allah değil kullar olduğuna
inanmasıdır. An cak, Mutezile alimleri bu ismi şiddetle reddetmişlerdir154•
Kanaatimiz odur ki, Mutezile, Yunan felsefesinin
ışığında ge liştirdiği kelam sistemi çerçevesinde, ayetleri tevil etmişler ve
bu sisteme uymayan hadisleri
inkar etmişlerdir.
152 İsferayini,
Ebu'l-Muzaffer (ö.h.471), et-Tabsir fi'd-Din ve Temyizu'l-Fırkati'n-Naci
ye, Mısır 1359/1940, 38.
153 Buhari,
iman, I. 18; Müslim, iman, I. 37; İbn Mace, Sünen, Mukaddime, I. 24.
154 Mutezile'nin
'kaderi' sıfaonı kabul etmemesi ile ilgili bkz. Işık, Kemal, Mutezile' nin
Doğuşu ve Kelami Görüşleri, AÜİF Yay. Ank. 1976, 57-9.
Teşbih İfade Eden Hadisler
Ehli Sünnet alimleri, Kur'an'da geçen 'Allah'ın
eli', ½llah'ın yüzü' gibi ibareleri Kuran'ın getirdiği tenzih akide i
doğrultusunda tevil etmişlerdir.
Selef alimlerinin bu gibi ibareler karşısındaki
tutumu ise, bu ibareleri tevile yönelmeksizin oldukları
gibi kabul etmek, bunlar
hakkında olumlu ya da olumsuz görüş bildirmemek
şeklindedir 155
Bu gibi ifadeler, Kur'an'da olduğu gibi hadislerde
de bulunmak tadır. Hadisçiler, teşbih ifade ediyor gibi görünen bu hadisler
ne deniyle önemli tenkidler almışlardır. İbn Fı1rek (ö.h.406), bu ko nuya
ayırdığı bir eserini yazış gayesini açıklarken şöyle demekte dir:
"ResuluUah'tan rivayet edilen bazı meşhur hadisleri içer n bir kitap
yazmaya karar verdim. Çünkü, mülhidler, görünüş bakımın dan teşbih ifade eden
bu hadisler nedeniyle dine zarar vermekte dirler"156. "Bu
bid'atçılar, bu gibi hadisleri naklettikleri için hadisçi leri ayıplamaya
çalışmaktadırlar. Mülhidler ve Muattıla (Mutezi le), hadislere
itiraz etmek için,
anlamlarını ve sırlarını kavraya
madıkları bazı müteşabih ayetleri dile getirerek
Allah'ın Kitabı'nı bile inkara vardılar"157 . "İşte bu mukaddime, sana, bid'atçilerin
nakilci olan ashabımızın bu hadisleri nakletmelerine
itiraz etme lerindeki bilgisizliklerini açıklamaktadır" 158.
Teşbih ifade eden hadisler, Müşebbihe ve Mücessime
gibi gu rupların temel dayanakları haline gelmiştir. Onlar, Kur'an'da ve
hadislerde yer alan bu gibi ifadeleri ele alarak, Allah'ın yaratıkla ra benzediğini,
el ve yüz gibi organlarının olduğunu,
zaman ve
mekanla
kayıtlanabileceğini iddia
etmişlerdir159. Hanbeli mezhe
binin sonraki taraftarlarından bir kısmı da, Ahmed
b. Hanbel'in yolunda yürüdüklerini ileri sürerek teşbih inancına sürüklenmiş
lerdi. Ebu'l-Ferec İbnu'l-Cevzi (ö.h.597) bu konuda şöyle demek tedir:
155 Bkz.
Gazali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed (ö.h.505), İldimu'l-Avam an
İlmi'l-Kelam, İst. 1287, 4.
156 İbn
Ffırek, Ebu Bekr (ö.h.406), Müşkilu'l-Hadis ve Beyanuhu, Kahire 1979, 32.
157 İbn
Ffırek, Müşkilu'l-Hadis, 35-6. 158 158
İbn Ffırek, Müşkilu'l-Hadis, 40. 159 Bkz. Gazali, İlcamu'l-Avam, 3.
"Onlara dedim ki: Ey dostlarım! Siz nakil
ehlindensiniz. Önde riniz Ahmed b. Hanbel büyük bir imamdı. Onun mezhebinde
olma yan bu bid'atı ortaya atmanızı o söylemedi ki, ben nasıl söyleye yim.
Siz hadislerin dış görünüşüne göre konuşuyorsunuz. Ayak (ka dem) kelimesi
görünen bir organa delalet eder. İsa hakkında 'ru hullah' denilince,
Hıristiyanlar inanırlar ki 'ruh' Allah'ın bir sıfatı dır ve Meryem'e ilka
olunmuştur. Aynı şekilde, 1\llah yüce zatı
ile
istiva etti' denilirse, Allah duyular mecrasına indirgenmiş
olur"160 .
Burada, İbn Kuteybe (ö.h.276)'nin örnek aldığı bir
hadis üze rfnde durabiliriz. "Kur'an bir deri içine konulup ateşe
atılırsa yan maz" hadisi, hadisçiler tarafından tevil edilerek
anlaşılmıştır. İbn Kuteybe'ye göre, mülhidler bu hadisi göründüğü gibi anlarlar
ve tecrübe etmeye kalkarlar. Bu zihniyetle hareket edenler, Kur'an'ın yandığını
görünce hadisi inkar ederler ve hadisçileri de kötüler ler"161. Bu
hadisin teviliyle ilgili olarak ibn Kuteybe(ö.h.276), '1\1- lah, müslümanlardan
kime Kur'an'ı öğretir ve onu ezberlettirirse, günahlarından dolayı içine atılsa
bile, kıyamette ateş onu yak maz"162 demektedir.
Allah'ı müteşabih ayetlere ve hadislere başvurmak
suretiyle ci sim şeklinde algılayan bir grup Mücessime'ye de, muhalifleri ta
rafından Haşeviyye adı verilmiştir. Aslında bu isim, hadisçileri kö
tülemek için ortaya atılmıştır. Bu ismi ilk defa
kullanan Amr b.
Ubeyd el-Mutezili (ö.h.144)'dir. Ona göre Abdullah
b. Ömer (ö.h.73) Haşeviyye'dendir 163.
İbn Teymiyye (ö.h.728), bu isimlendirmeye şiddetle
karşı çı karak şöyle der:"Haşeviyye lafzına gelince. Bu lafız belirli bir
şahsa delalet etmez. Bunların kim oldukları da bilinmez. Eğer, Haşeviy ye ile ehli
hadisi kasdediyorsan, bil ki onların
inancı (Resul'ün)
sünneti ve nakil yolu ile sabit olandır. Allah'a
şükür ki, senin de diklerin onların inançlarında yoktur"164 .
160 İbnu'l-Cevzi,
Ebu'l-Ferec Abdurraliman b. Ali (ö.h.597), Def'u Şübehi't-Teşbih, Mat
baiitu't-Terakki 1345, 6-7.
161 İbn
Kuteybe, Muhammed el-Kufi el-Mervezi (ö.h.276),
Garibu'l-Hadis, Bağ-diid
1977, 149.
162 İbn
Kuteybe, Tevilu Muhtelifı'l-Hadis, 266.
163 Bkz. İbn
Teymiyye, el-Müntekil, 93 (Tahkik edenin
not,,;.
164 İbn
Teymiyye, el-Müntekii, 102.
Görünüşte teşbih ifade eden hadislerin asıl
anlamlarının tam olarak anlaşılmaması, Müşebbihe ve Mücessime fırkalarının bu
hadisleri zahiri anlamları ile kabul etmeleri, bu tip hadislerin ve onları
rivayet eden hadisçilerin eleştirilmesine yol açmışttr. Bu tu tumun farkında
olan öir takım kişiler de, bu durumdan istifade ede rek teşbih ifade eden
hadisler uydurmuşlar ve bunları, hadisçileri karalamak için, hadısçilere
atfetmişlerdir. Kaynaklarda geçtiğine göre, bu şahıslardan biri, Muhammed b.
Şuca' es-Selci'dir. İbn Fü rek (ö.h.406), İbn Şüca'ı teşbih içeren hadisler
uydurduğunu ve bu hadisleri
hadisçilere isnad ederek onları karaladığını haber ver mektedir165. Bunlardan
birinde, İbn Şüca', Ebu Hureyre'ye varan bir tarik ile şu hadisi rivayet
etmiştir: ''.Allah an yarattt. Sonra onu koşturdu. At terledi. Allah kendi
nefsini bu terden yarattt". Beyhaki (ö.h.458), bu hadisi zikrettikten sonra der ki:
"Bunun gibi bir çok
hadisi İbn Şüca', hadisçileri karalamak için
uydurmuştur"166 .
Müşebbihe ve Mücessime'nin yaratttğı bu şüphe
ortamının yam sıra, teşbih ifade eden hadislerle ilgili olarak hadise ve
hadisçilere olumsuz tavır takınanlardan bir kısmı da 'tenzih' parolasıyla yola
çıkan Cehmiyye ve Muatttla (Mutezile) olmuştur. Onlar da hadisle rin dış
anlamlarını dikkate aldıklarından, teşbihe ve tecsime yol açacağını düşünerek,
bu hadisleri reddetmişlerdir.
Reddedilen hadislerden biri de 'nuzul hadisi' dir.
Bu hadise göre, Allah, gecenin son üçte birinde dünya semaına iner167: Mutezile
ve Cehmiyye'ye göre Allah, her mekandadır. Bu
fikirlerinden do layı onlar, nuzul hadisini reddetmişlerdir. Onlara göre bu
tip hadislerin tevil edilmesi imkansızdır. Ayrıca bu hadiste teşbih, sı
nırlama ve tekyif (nit-eleme)
vardır; yüce Allah kendisine yakış
mayacak şekilde vasıfland ırılmaktadır 168 .
İbn Teymiyye (ö.h.728), sırf bu hadisin sıhhatini
isbat etmek için ;kaleme aldığı eserinin girişinde şöyle demektedir:
"Hz. Pey-
165 Blt:z İbn
Fı'.'ırek, Müşkilu'l-Hadis, 80.
166 Bttyhaki,
Ebu Bekr Ahmed b. el-Hüseyn (ö.h.458),
el-Esma ve's-Sıfat, Mısır 1358,
372-3.
167 Hadisin
tevili için bkz. İbn Kuteype, Tevil, 356 vd.
168 Bl{:2;.
İbn Ffırek, Meşkilu'l-Hadis, 216.
gamber'in sözünü zikreden ilk söz sahibi (nuzul
hadisini savunan hadisçiyi kasdetmektedir), şüphesiz ki sözünde isabet
etmiştir. Resulullah'ın sünneti onun sözü sayesinde yayılmıştır. Selef imam
ları, hadis ve sünnet ehli bunun onanması ve kabul edilmesinde ittifak
etmişlerdir(...) Ancak, bu ve benzeri hadislerden hareket le, Allah'ı
yaratıkların sıfatlarına benzetmekten ve O'nu layık ol duğu kemal sıfatlara
nazaran olumsuz ve noksan sıfatlar ile vas fetmekten tenzih etmeye gerek
olduğunu düşünen kimse hata için dedir"169 .
Öte yandan, sırf bu tip hadisleri rivayet ettikleri
için hadisçile re kızan alimler de olmuştur. Onlara göre, her doğru söylenme
meli, özellikle cahil halka anlatılmamalıdır. Malik b. Enes (ö.h. 179)'den
nuzul hadisi sorulunca, "o, rahmetin inmesidir, Allah'ın bir mekana inmesi
değildir" der. İmam Malik'in düşüncesine göre, halka bu ve benzeri
hadisleri rivayet eden hadisçi kadar onu şaşır tan olmamıştır. Çünkü halk, bu
hadisler nedeniyle şüpheye düş mektedir170.
Gerçek odur ki, kelamcılar hadisçileri hiçbir zaman
anlayama mışlar ve onlan genellikle yanlış değerlendirmişlerdir. Onlar,
hadisçi leri teşbih ve tecsim ile suçlarken, Kur'an'ın getirdiği tenzih akide
sine ne derece bağlı
olduklarını görmemişlerdir.
Suyu.ti (ö.h.91l)'nin hadisleri tevile girişmeden
önce ortaya koyduğu tenzih akidesi bir örnek teşkil etmektedir. Suyu.ti der ki:
"Mabud birdir, tektir, sameddir, hiçbir şey onun gibi değildir. O, her
şeyi işiten ve görendir. O'na benzer hiçbir şey yok; herhangi bir şey nasıl
olur da O'na benzer ya da O bir şeye benzetilebilir. Hak teala doğmadı,
doğrulmadı, hiçbir şey O'nun dengi olamaz"171•
Suyuti'nin bu ifadeleri, bir hadisçi olarak onun
Kur'an'a dayalı bir tenzih akidesine sahip olduğunu yansıtmaktadır. Doğrusu,
hadis alimleri bu akideden hiçbir zaman ayrılmamışlar, ondan taviz ver-
169 İbn Teymiyye,
Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed
el-Harrani (ö.h.728), Şerhu Hadi
1°7
si'n-Nuzfil, Mısır 1366, 1-3.
Kudai, Sellame el-Azzami, Furkanu'l-Kur'an, Mısır 1358, 17.
171 Suyıiti,
Celaluddin Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911), Tevilu Ehadisi'l-Miihime li't
Teşbih, Cidde 1399/1979,
110-111.
memişler ve teşbih ifade eden rivayetleri daima bu
çerçevede tevil ermişlerdir.
Müteşabih Ayetleri Serbestçe Yorumlama
Giriş bölümünde, müteşabih ayetlerin anlaşılmasında
hadıs ve sünnetin rolünü ele almıştık. Buna göre, Hz. Peygamber, bazı mü
teşabih ayetleri açıklamakta, böylece söz konusu ayetleri anlama problemi
ortadan kalkmaktadır.
Ne-var ki, ilk fitnelerin ardından ortaya çıkan bir
takım bid'at gruplar, Kur'an'ın muhkem ayetlerini bir kenara bırakarak mü
teşabih ayetler üzerine eğilmeye başladılar. Şayet, Hz. Peygam ber'in bu ayetlerle ilgili tefsiri
kabul edilecek olsaydı, belki de önem li bir problem ortaya çıkmayacaktı.
Ancak, Kur'an'ın açık ayetleri· bu bid'atçıların görüşlerine uygun düşmediği
için, müteşabih ayet leri kendi görüşleri doğrultusunda yorumlama yolunu
tercih et mişlerdir. İkinci halife Hz. Ömer'e atfedilen, "bir takım
insanlar çıkacak ve sizinle, Kur'an'ın müteşabih ayetlerine dayanarak mücadele
edeceklerdir. Onlara sünnetle karşı durun. Şüphesiz ki, ashabı sünnet Allah'ın
Kitabı'nı en iyi bilenlerdir" 172 sözü, bu du rumu ortaya koymaktadır.
Bid'at fırkaların bu tutumu oldukça tehlikeli
boyutlara ulaşmış tı. Muhammed b. Cafer, "kalplerinde eğrilik olanlar
Kur'an'ın mü teşabih ayetlerine uyarlar"173 ayeti hakkında, ''yani onlar,
görüşle rini desteklemek ve şüphe yaratmak için, müteşabih ayetleri tahrif
ederler" demektedir. Gerçekten de müteşabih ayetlerle ilgili bu ayet,
genel bir çerçeve çizmekte ve kafirleri olduğu kadar, zındıkları, ca hil ve
bid'atçıları da içine almaktadır174 • Bu bid'atçılar, ortaya attık ları
görüşlerin kabul edilebilmesi için, görüşlerini Kur'an'a ve hadisle re dayandırarak
meşrulaştırmak istemektedirler. Zira, muhkem ayet lerin delaletleri kesin
olduğu için onların işine yaramıyordu. Ama, çeşitli anlamlara gelebilen
müteşabih ayetleri istedikleri
gibi yo-
172 Taberi,
Tefsir, III. 177.
173 3-ali
imran-7
174 Bkz.
Kurtubi, Tefsir, IV. 13.
rumlayabiliyorlardı. Halbuki, görüşlerin haklılık
kazanabilmesi için Kur'an'ın tevil edilmesi doğru değildi. Asıl arzu edilen
doğru yakla şım, meselelerin çözümünde, ön fikirlerden kurtularak ve muhkem
ayetleri esas alarak yola çıkmaktı. Halbuki, "bir bid'atçının kalbi
müteşabihe meyleder, Kur'an'ın bazı müteşabih ayetlerini tevil ede rek ehli
hak ile mücadeleye girişir. Doğru yolda ilerleyen müminleri şüpheye sokmak için
apaçık muhkem ayetlerin delaletinden yüz çevirir. Hangi bid'atçı grup olursa
olsun; ister Yahudi ister Hıristi yan, Mecusi, Sebeiyye, Haruriyye
(Hariciler), Kaderiyye veya Ceh miyye olsun müteşabih ayetlerin teviline baş
vurur"175 •
Razi (ö.h.606)'nin bu husustaki bazı açıklamaları,
olayın deği şik bir boyutunu yansıtmaktadır. Onun açıklamalarından anlaşıl
maktadır ki, mesele, sadece müteşabih ayetleri serbestçe yorum lama gayreti
değildi. Her mezheb, görüşünü desteklemek için de lil olarak getirdiği ayetin
muhkem, hasım grubun delil aldığı aye tin müteşabih olduğunu iddia etmekteydi.
Bu son durum bize, muh kem ve müteşabih kelimelerinin üzerinde oluşan kavram
kargaşa sını göstermektedir. Nitekim, Razi (ö.h.606) diyor ki, "bil ki,
mez hebinin görüşüne uygun düşmeyen ayeti müteşabih diye isimlen dirmeyen bir
tek fırka bile göremezsin, şu dünyada. Bu durumda olay korkunç boyutlara
ulaşmaktadır. Cubbai (ö.h.303)'yi görmü yor musun? O, 'Cebriyye zulmü, yalanı
ve takat getiremedikleri işi Allah'a atfediyor, bu konuda da müteşabih ayetlere
dayanıyorlar' demektedir"176 •
Gerçekte Hz. Peygamber de müteşabih ayetler ile
yetinmenin ve hadisleri dışlamanın yaratacağı tehlikeyi sezmiş olmalıdır ki,
Buhari (ö.h.256)'nin Hz. Ayşe'den rivayet ettiği bir hadisinde, "Kur'
an'ın müteşabih ayetlerine uyanları gördüğün zaman, bil ki onlar Allah'ın
(kalplerinde eğrilik olanlar) şeklinde vasfettiği kimseler dir. Onlardan uzak
duru n"177 buyurmaktadır. Bunun nedeni gayet açıktır. Müteşabih ayetlerin
hadisler dikkate alınmadan yorum-
175 Taberi,
Tefsir, III. 181.
176 Razi,
Tefsir, il. 601.
177 Buhari, Tefsir Sure ali İrnran-7, V. 166; İbn
Ebi Asım, Ebu Bekr Ömer eş-Şeybani (ö.h.287),
Kitabu's-Sünne, Mektebetu'l-İslami 1400/1980, 1. 9.
58
lanması, müslümanları tehlikeli bir noktaya kadar
sürükleyece.k tir. Halbuki, Kur'an'ın muhkem ayetleri ve Hz. Peygamber'in
açık lamaları doğrultusunda yapılacak olan yorumun böyle bir tehli kesi
bulunmamaktadır.
Nitekim, Hariciler ve Rafıziler, sünneti dikkate
almadan yap tıkları teviller ile bilinmektedirler. Müslümanlar arasında,
sünne tin huccet oluşu hususunda fikir ayrılığı olmamıştır. Ancak, Hari ciler
ve Rafıziler sünneti bir tarafa bırakmışlar ve Kur'an'ın zahiri ne gör
davranmışlardır. Sonuçta, doğru yoldan ayrılm şlar ve bir çok müslümanın da
doğru yolu terk etmesine neden olmuşlar dır178. Abdullah b. Abbas (ö.h.68)'a
Hariciler sorulduğu zaman,
"Kur'an'ın
muhkemine inanıyorlar. Müteşabih
ayetler söz konusu
olduğunda helak oluyorlar''179 cevabını vermişti.
Aslında Harici ler Kur'an'ın hiçbir ayetini reddetmiyorlardı. Hatta, rivayetlerde
geçtiğine göre, pek çoğu abid ve zahid kimselerdi.
Ancak, davala rını meşrulaştırabilmek için müteşabih ayetlere başvurmaktaydı
lar. Takıyye ve Kaade konusunda tamamen bu metodu uygulamış lardı. Harici
gruplardan Ezrakilerin kurucusu Nafi b. el-Ezrak (ö.h.65) ile Necedat'ın
kurucusu Necdet b. el-Amir (ö.h.69), Ta kıyye ve Kaade konularında anlaşmazlık
halindeydiler. Nafi, ta kıyyenin caiz olmadığı ve Kaadenin kafir olduğu
görüşündeydi.
Bu görüşlerini desteklemek için, "içlerinden
bir grup, Allah'tan korkar gibi insanlardan korkarlar"180 ayeti ile,
''.Allah yolunda sa vaşırlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından
korkmazlar" 181 ayeti
ni delil getirmiştir. Necdet ise takıyyenin caiz
olduğunu söylemiş ve bu hususta "ancak, onlardan korkmanız müstesna..."182
ve "Fi
ravun'un ehlinden imanını gizleyen bir
adam..."183 ayetlerini ileri sürmüştü. Kaadenin tekfir edilemeyeceği
hususunda da ''.Allah, cihad
edenleri oturanlara üstün
kılmıştır"184 ayetini
delil kabul
178 Bkz. Ebu
Şehbe, Muhammed, Difi' ani's-Sünne, 13.
179 Taberi,
Tefsir, III. 181.
180 4-Nisa-77
181 5-Maide-54
182 3-Au
imran-28
183 40-Mümin-28
184 4-Nisa-95
etmiştir185. Gerçi bu ayetler müteşabihler arasında
yer almazlar, ancak, Haricilerin görüşlerini desteklemek için ayetleri nasıl
zor ladıkları açıkça görülmektedir. Bu ayetlerde ne Takıyye ne de Ka ade
meselesi söz konusudur. Bununla beraber, Hariciler, sonradan ortaya attıkları
Takıyye ve Kaade görüşlerini Kur'an'a onaylatma ya çalışmışlardır.
Ebu Umame (ö.h.86), "kalplerinde eğrilik
olanlar, Kur'an'ın müteşabih ayetlerine uyarlar"186 ayetindeki
"kalplerinde eğrilik olanların" J:Iariciler olduğu görüşündedir187. .
Mutezile alimlerinin müteşabih ayetler karşısındaki
tutumu da aynıdır. Bununla beraber, Mutezile, kelamı sistemini tamamen
müteşabih ayetler üzerine oturtmuş ve bu
ayetlerin anlaşılmasın da hadise hemen
hiç yer vermemiştir. KaadıAbdulcebbar (ö.h.415), Müteşabihu'l-Kur'an adlı
eserinde, dörtyüze yakın ayeti tevile ça lışmış, buna karşılık bu ayetlerin
tevilinde sadece ondört hadisten yararlanmışnr. Bu ondört hadisin bir kısmı,
karşıtlarının delilleri olup, Kaadı Abdulcebbar bunları tenkid sadedinde
zikretmiştir. Mu haliflerince ileri sürülen bu hadisler, npkı Kur'an
ayetlerinde ol duğu gibi, tevil ve zorlamalarla değişik anlamlara
büründürülmüş tür.
Lalkai (ö.h.418), "Mutezile'nin Kitap ve Sünnet
Konusundaki Cehaleti"·adıyla açnğı bahta şöyle demektedir: "Mutezile,
tilaveti ve dirayeti noktasında, Allah'ın Kitabı'ndan herhangi bir ayetin
bilgisi çerçevesinde hareket etmemiş ve ayetleri selefin anladığı şekilde
değil, yeni görüşleri doğrultusunda tevil ederek anlamış lardır"188 .
Mesela, Mutezile, ahirette Allah'ın görülemeyeceğini
ileri sü rerken, bu konudaki hadisleri hiç dikkate almamaktadır. Mutezi le,
bu konuda, kendi görüşlerine uygun düştüğü için "gözler Al-
185 Şehristani,
el-Milel, I. 218.
186 3- ali
İmran-7
187 İbn
Kesir, Ebu'l-Fida İsmail el-Kureşi (ö.h.744), Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Daru
İhy-
a. i'l-Kütübi'l-Arabiyye
trs., I. 346. .
188 Liilkai,
Ebu'l-Kasım Hibetullah b. el-Hasen b. Mansur (ö.h.418), Şerhu UsO.li İ'tika
di
Ehli's-Sünne ve'l-Cernii'a, Riyad
trs., I. 12.
lah'ı idrak edemez"189 ayetini muhkem kabul
ederken, Kıyame suresi 22 ve 23. ayetlerini, kendi inançlarına uymadığı için
mü teşabih kabul etmişlerdir. "Rablerini görürcesine ibadet edenler için
en güzel karşılık ve daha da fazlası vardır"190 ayetini okuyan Hz.
Peygamber'in, inananların Allah'ı göreceğini müjdeleyen ifa delerini
kaynaklarımız nakletmektedir 191 • Kaadı Abdulcebbar (ö.h.415), söz konusu
ayeti tevil ederken hadisleri görmezden gelmektedir192 •
Yukarıdaki misaller, bazı grupların, müteşabih ayetleri
kendi görüşleri doğrultusunda tevil ettiklerini ve bu tevilleri kolayca ya
pabilmek için hadisleri görmezden geldiklerini göstermektedir. Sonuçta, bu
gruplar, hadisleri reddederek Kur'an'ı keyfi bir tarzda tefsir etmişler ve
hadislerin ve Kur'an'ın gösterdigi istikametten sapmışlardır.
İslam Düşmanlığı
İslam düşmanlığı, tarihte, zındıklık veya ilhad
hareketleri adı altında ortaya çıkmıştır. Zındık kavramı, münafıklık gibi,
kalben inanmadığı halde dıştan müslüman görünen İslam düşmanları için kullanılmıştır193
• Münafıklık ve zındıklık terimlerini yan yana kullanan İbn Teymiyye (ö.h.728),
onların Sabiilik ve müşriklikten kaynaklandığına işaret etmektedir. Ona göre,
zındıkların asıl ga yesi, Kitab'ı ve Hikmet'i (sünneti) inkar etmektir194 •
Bunlar, aslın da imanın temel esaslarından birini, mesela ahirete imanı
reddet tikleri için zındık olarak anılmışlardır195 • Gazali (ö.h.505) zındık
ları 'mutlak' ve 'mukayyed' şeklinde ikiye ayırmaktadır. Birinci gru ba
girenler ahireti ve alemin yaratıcısını inkar edenlerdir. İkinci grupta yer
alanlar ise, ahireti kabul ettikleri halde, hissi elem ve
189
6-En'am-103
l90 10-Yunus-26
l9l Bkz.
Müslim, iman, I. 163; İbn Mace, Sünen, Mukaddime, 1. 67.
192 Bkz.
Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 159.
193 Bkz.Koçyiğit, Talat,
Hadis Tarihi, 118.
l94 İbn
Telmiyye, Mecmı1atu'r-Resail, cüz:3, 15.
195 Gazali,
Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed (ö.h.505), el-Munkız mine'd-Dalal,
Kahire 1303, 12.
6.1
lezzetleri reddeden, alemin yaratıcısını kabul ettikleri
halde onun ilim sıfatını inkar edenlerdir196 •
Gazali'nin, ikinci gruba girenleri, hissi elem ve
lezzetleri red dedenler olarak nitelendirmesine bakılırsa diyebiliriz ki,
bunlar ahiretteki azabın cismani olduğunu haber veren rivayetleri inkar etmişlerdir.
"Zındıkların İslam tarihinde ortaya
çıkışlarının Emevi idaresi nin sonlarına rastladığı"197 ileri
sürülmektedir. Ancak, gelişen si yasi, sosyal, itikadı vb. olaylar dikkate
alu1:dığında, bunun için daha erken bir tarih de verilebilir. İslami fetihlerin
süratle gerçekleşti rildiği sahabe dönemi, zındıklığın başlangıcı için tarih
olarak gös terilebilir. Bundan önce, 'hadis inkarında Ortam Faktörü' konusu
nu ele alırken, fethedilen bölgelerdeki halkların dini, kültürel ve felsefi
yapılarını göstermiştik. Gerek İslam düşmanlığında, gerek se hadislerin
reddedilmesinde bu yabancı alt yapının rolü olduğu düşünülebilir.
Nitekim İbnu'l-Cevzi (ö.h.728), hadis uydurmanın
sebeplerini ele alırken, ilk fetihlerden sonra İslam'a giren, İslam'ın hükmü
altında yaşamak zorunda kalan ve korkularından dolayı müslü manmış gibi
görünen bir takım Yahudi ve Mecusilerin, ırki içgüdü ve fikri yapının bozulması
gayesi ile hadis uydurma yolunu tercih ettiklerini zikretmektedir198 •
İbnu'l-Cevzi'nin bu açıklamalarından anlamaktayız ki, ilhad ya da İslam
düşmanlığı dediğimiz hareket lerin başlaması ilk fetih yıllarına kadar
inmektedir.
Ahmed Emin'e göre, "muhtelif milletlerin bir
çoğu, İslam'a gir diklerinde belirli bir tarihe sahiptiler. Kendi
milletlerinin tarihleri ni İslam'a sokmaya ve müslümanlar arasında yaymaya
başladılar. Bunu kavmiyetçilik ya da benzeri bir duyguyla yapıyorlardı. Ya
hudi tarihine vakıf olan ve özellikle Tevrat'ın ve şerhlerinin haber verdiği
olayları bilen bir çok Yahudi müslüman olmuştu. Bu bilgi leri müslümanlara
rivayet etmeye başladılar. Bazen
Kur'an'ın tef-
19 6 Gazali,
Faysalu't-Tefrika, 14-5.
197 Koçyiğit,
Talat, Hadis Tarihi, 118.
198 Bkz.
İbnu'l-Cevzi, Kitabu'l-Mevzi'ıat, I. 7.
siri sadedinde ilgisini kuruyorlar, bazen sadece
diğer milletlerin tarihleri sadedinde anlatıyorlardı"199 •
İslam düşmanları sünnete hücum ediyor, onun huccet oluşun da, sıhhatinde ve ravilerinde
şüphe uyandırmaya çalışıyorlardı 200 • Hadis tarihine bakıldığında zındıkların
pek çok hadis uydurduk ları görülmektedir. Ancak, onlar bu
hadisleri, hadise bağlılıkların dan değil, müslümanları şüpheye düşürmek ve
hadisçileri lekele mek için uyduruyorlardı 201 • Nitekim, Muhammed b. Şuca'
es-Sel ci'den daha önce.bahsetmiştik. İbn Şuca', teşbih ifade eden hadisler
uydurur, bu hadisleri hadisçilere nisbet ederek onları kötülerd i2°2 • Bir
defasında İmam Şafii (ö.h.204) için, "Şafii de kim oluyor! O, berberi bir
şarkıcıyla arkadaşlık kuruyor" diyerek onu kötülemiş, ancak ölmeden önce
bu iftirasını ikrar etmişti203 • İbn Şuca', b_azı alimler tarafından
yalancılıkla ve re'ye dayanmak için hadisleri ibtal etmekle suçlanmıştır204 • İbn
Şuca', uydurduğu hadislerden birinde, ')\Jlah'ın atı yarattığını, atı koşturup terinden
kendi nefsi ni yarattığını" nakletmektedir ki,
Beyhaki (ö.h.458), bu
hadisin İbn Şuca' tarafından hadisçileri kötülemek için uydurulduğunu
söylemektedir2°5•
İslam'a düşman olanların hadise ve hadisçilere karşı
olumsuz tavır takınmalarını garip karşılamamak gerekir. Zira, hadisler İslam
dini içerisinde gerçekten önemli bir yere sahiptir. İslam'ı yıkabil mek için
hadisin otoritesinin sarsılması, art niyetli kişilerce, kaçı nılmaz
olmaktadır. Gerçekten de "tarihte ortaya çıkan olaylar sün neti reddetme
düşüncesinin dini hasbilikten
çıkmadığını göster-
l99 Emin,
Ahmed, Fecru'l-İslam, 157.
200 Sıbai,
Mustafa, es-Sünnetu ve Mekanetuha fi't-Teşri'i'l-İslami, el-Mektebetu'l-İsl
ami 1398/1978, 2.
201 Bkz.
Ekrem Ziyau'l-Ömeri, BuhO.s fi Tarihi's-Sünneti'l-Müşerrefe,
Beyrut 1395/1975,
32. Hatta, bir zındık dört yüz kadar hadis
uydurduğunu ve bunların insanlar ara sında dolaştığını itiraf etmiştir. bkz. age. 32-3.
202 Zehebi,
Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman (ö.h.748), Mizanu'l-İ'tidal fi Nakdi'r-Rical, Daru İhya trs., III. 577.
203 Zehebi,
Mizanu'l-İ'tidal, III. 578.
204 Zehebi,
Mizanu'l-İ'tidal, III. 578.
205 Beyhaki,
el-Esma ve's-Sıfat, 372-3; Aynca bkz. İbn FO.rek, Müşkil, 80; İbn Kuteybe,
Tevil, 9 (41 notu dipnot).
mektedir. İlk fikir babalarını yabancı ve bilhassa
Yahudi menşeli lerin teşkil ettiği Şia hareketleri, hep hadise karşı
çıkmıştır. Çünkü mütevatir olması sebebiyle Kur'an'a dil uzatmak, onu gözden
dü şürmek mümkün değildir. İslam'ı yıkabilmek için Kur'anı Kerim'in yorumunu
istenen şekle dökme yolu kalmaktadır. Resulullah'ın sünneti ve bu sünnetin
vazettiği Kur'an'ı anlama yorumlama me todu
müminler arasında muteber
kaldıkça bu yol
da kapalıdır.
Öyleyse,
ne yapıp yapıp sünneti
aradan çıkarmalıdır"206
"Önceleri fert fert, edelleşmek ve bid'at
görüşler olarak ortaya atmak şeklinde baş gösteren zındıklık faaliyetleri,
sonradan çeşit li isimlerle anılan sapık gruplar halini
almıştır. Nusayriler, İsmaili ler, Karmatiler, Batıniler gibi zındıklıkları
ile tanınmış fırkalar or taya çıkmıştır. Bunların ortaya çıkışındaki temel
saikin, eski kül tür ve dinlerini
terkedememiş olmalarından dolayı, çeşitli metod larla İslam'ı yıkmak olduğu
açıktır. Bunların en eskilerinden olan Rafıziler, "sünnet ile ihticacı
terk etme yolunu tutmuşlardı" 207• Bütün nefretlerini sahabeye yöneltmiş
olan Rafıziler, "onyedi sahabi hariç, hepsini küfürle itham
etmişti"208 • Böyle bir durumda, Rafı zilerin, tekfir ettikleri
kimselerin rivayet ettikleri hadisleri kabul etmeyecekleri son derece açıktır.
Zındıklar, dıştan İslam görüne rek Hz.
Ali ve ehli beyte sevgi beslediklerini bile ileri sürebilmiş lerdir.
"Hangi kavimden olursa olsun, insanların bir kısmı aşırı gitmiş ve
kendilerine bir takım ilahlar
edinmişler ve kendilerine ait olanı Hz. Peygamber'in şeriatına ve
sünnetine üstün tutmuş lardır. Sonunda, Allah'ın Kitabı'na, Resulü'nün
sünnetine, ehli bey tin ve ehli beyti seven ve onlara tabi olanların ittifak
ettikleri hu suslara muhalefet etmişlerdir"209 •
İslam'ı yıkma gayreti içerisinde zındıkların en
önemli hedefle rinden biri de Hz. Peygamber'in bizzat kendisi olmuştur.
Bazıları, onun bile bile yalan söyleyebileceğini dahi ileri sürmüştür. Batıni-
206 Canan, İbrahim, Kur'an ve Sünnet Arasındaki Münasebet,
(Soruşturma-2: Kur'an ve Sünnet, Sor Yayıncılık), İst. 1987, 188.
207 Suyfıti, Celaluddin Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr
(ö.h.911), Miftahu'I-Cenne fi'l-İhticac bi's-Sünne, el-Matbaatu's-Selefiyye
1394, 3-4.
208 İbn
Kesir, Biiisu'l-Hasis, 155.
209 İbn Teymiyye, Mecmfıatu'r-R.esail, cüz:l, 37.
lere göre Hz. Peygamber "insanlara, doğru
olmadığım bildiği hal de, gerçeğe uymayan şeyleri söylemiştir. Onlara göre
bütün pey gamberler halkın menfaatine gördükleri için (maslahat) yalan söy
lemişlerdir"210.
Gazali (ö.h.505), küfrü "getirdiği herhangi bir
şeyde Resulul lah'ı yalanlamak" ve imanı da "onun getirdiklerini
tasdik etmek" şeklinde tanımladıktan sonra, Brahmanistlerin, hem
Muhammed 'i hem de diğer peygamberleri
inkar etmelerinden ötürü kafir ol-
. duklarını söylemektedir. Ardından, aynı
sebeplerden dolayı Deh rileri de tekfir etmektedir. Aynı yerde, Seneviyye'yi
(Dualistler) hem tekfir etmekte, hem de diğerleriyle birlikte zındık olarak ni
telendirmektedir211.
Aslında·Brahmanistlerin, Dehrilerin ve Seneviyye'nin
İslam dı şında kaldıkları kesindir, ancak Gazali'nin onları zındıklıkla vasıf
landırması göstermektedir ki, bunlar inanmamakla birlikte İslam'ı yıkmaya ve
Hz. Peygamber'i yalanlamaya açıktan açığa çalışmak taydılar.
Aynı kategoride ele alınabilecek olanlardan ikisi de
Kalenderi ler ve Nusayrilerdir. İbn Teymiyye. (ö.h.728)'nin eserleri incelen
diğinde, onun, bu iki fırka mensuplarıyla çetin bir mücadelenin içine girdiği
anlaşılmaktadır. O, hem Kalenderileri hem de Nusay rileri kafir addeder ve
Gazali (ö.h.SOS)'nin Karmatilere ve Banni lere karşı takındığı tavrı onlara
karşı takınır.
Kalenderiler namaz ve orucun vacip olduğunu inkar
etmekte, Allah'ın ve Resulü'nün haram kıldığını haram saymamaktadırlar. Bu
nedenledir ki onlar, İbn Teymiyye'nin nazarında Yahudilerden ve
Hıristiyanlardan daha beterdir. İçlerinde müslüman olanlar var
sa da, onlar da ya sapık birer bid'atçı ya da fasık
ve facirdir. Yine, İbn Teymiyye'ye göre Kalenderiler, İranlılardan
oluşmaktadır212 .
İbn Teymiyye'nin bu tesbitlerinden anlaşılmaktadır
ki, İslam'ı yık ma yarışında Kalenderile.r
de, Karmatiler ya da Banniler kadar
210 İbn Teymiyye, Ebu'l·Abbas Tokıyyuddin Ahmed
el-Harrani (ö.h.728), Risaletu Mea rici'l-Vusul, Mecmıiatu'r-Resail
ve'l-Mesail içerisinde, Mısır
1341-1345, 3.
2ıı Gazali,
Faysalu't-Tefrika, 4-5.
212 İbn Teymiyye, Mecmıiatu'r-Resail, cüz:l, 52.
etkilidirler. Şüphesiz, diğerleri gibi onlar da Hz.
Peygamber'in sün netine cephe almışlardır. Müslümanları İslam'ın ikinci aslı
olan sünnet hakkında şüpheye sevketmeye çalışmışlar; hadislerin bir çoğunun
ahad haberler olduğunu, mütevatir haberlerin çok az olduğunu söyleyerek
düşmanlıklarını icra etmişlerdir 213.
Diğer taraftan, Nusayriler de dıştan müslüman
görünen zın dıklar grubu içerisinde yer almaktadır. Doğrusu ne Hz. Muham
med'e ne de geçmiş peygamberlerden herhangi birine inanıyor lardı. Buna rağmen
uydurdukları bazı hadisleri Hz_. Peygamber'e atfetmek suretiyle
görüşlerini yayıyorlardı. Mesela,
')\Jlah'ın ya
rattığı ilk şey akıldır" hadisini onlar
uydurmuştu214 . Genellikle Şam
civarında yerleşmiş bulunan Nusa yriler215, içkiyi
helal kılmışlar, ahiret hayatını inUr
etmişler ve ruhların
tenasühüne inanmışlar
dı. Öte taraftan, ehli beyte karşı aşırı bir sevgi
gösterisinde de bu lunmaktaydılar216.
İslam düşmanları, Hz. Peygamber'in dini konumunu çok
iyi an lamış olmalılar ki, her fırsatta, onun hakında şüphe ve tereddütler
yaratmaya çalışmışlardır. Çoğu zaman gerçek niyetlerini gizleyen zındıklar,
silahlarını hadislere ve hadisçilere
çevirmişlerdir.
Bilgisizlik ve Şüphe
Hadisleri inkara yönelten sebepler olarak
sıraladığımız yukarı daki hususların yanı sıra, hadis ilmi konusundaki
bilgisizlik ve bu bilgisizlikten kaynaklanan şüphe faktörü, bazı insanları
inkara sev keden önemli bir unsur olmuştur. Özellikle, hadis ilminden haber
siz olan ve yeterli bilgi seviyesine ulaşamayan halk tabakaları, şüp heye
düşmeye son derece müsaittir. Bu sebepledir ki, bazı saha.bi ler ve ilim
adamları, bu konuda çeşitli uyarılarda bulunmuşlardır. İbn Mesud (ö.h.32)'un,
"İnsanlara akıllarının ermeyeceği bir hadisi
213 Bkz. Ebu
Şehbe, Difa', 6.
214 İbn
Teymiyye, Ebu'l-Abbas Tokıyyuddin Ahmed el-Harrani (ö.h.728),
Risale
fl'r-Red ala'n· Nusayriyye, Mecmfıatu'r-Resail
ve'l-Mesail içerisinde, Mısır 1341· 1345,
98.
215 İbn Teymiyye,
Risale fi'r-Red ala'n· Nusayriyye, 95.
216 İbn
Teymiyye, Risale fi'r-Red ala'n- Nusayriyye, 94.
rivayet etme! Aksi takdirde bazıları fitneye sürü
klenir" 217 sözün de bu kaygı
açıkça görülmektedir. Buna karşılık, İbn Abbas (ö.h.68), bazı hadisler
sebebiyle insanların Allah'ı ve Resulü'nü yalanlaya cakları endişesini
taşımaktadır. Nitekim o da, "İnsanlara bileme yecekleri şeyleri rivayet
etmeyiniz! Onların Allah'ı ve Resulü'nü yalanlamalarını mı istiyorsunuz?"
218 demektedir. Yine, Ebu Kıla. be (ö.h.104) ve Hişam b. Urve (ö.h.145)'nin de
bilgisizlik nede niyle insanların doğru yoldan çıkabileceklerini dile getiren
sözle rini, İbn Abdilber nakletmektedir219 •
Gerçekten de gerek ferdi inkar gayretlerinde gerekse
bazı mez heplerin hadisi reddetmesinde bilgisizlik ve şüphenin izlerini açıkça
görmekteyiz. Sahabi İmran b. Husayn (ö.h.52)'ın başından geçen bir olay
şöyledir: İmran bir gün mescidde hadis rivayet ederken orada bulunanlardan biri
ayağa kalkarak, "ey Eba Nuceyd! Bırak şu hadisleri, bize Kur'an'dan haber
ver" der. İmran'ın buna cevabı şu olur: "Seh ve arkadaşların Kur'an'ı
okuyorsunuz. Bana, namaz dan, namazın şartlarından ve rekatlarından haber
verebilir mi sin? Yatsı namazının dört, akşamın üç, sabahın iki, öğlenin dört
ve ikindinin dört rekat olduğunu Kur'an'da buluyor musunuz?..." İmran'ın
konuşması bittiğinde adam, "bana hayat verdin, Allah da sana hayat
versin" şeklinde dua etmiştir220 •
Bu misalde görülen soru sahibi şahıs, hadisleri
reddetmesine rağmen, ibadetlerini sünnete uygun olarak yerine getirmektedir.
Yani, amel ettiği şeyi inkar ettiğinin farkında bile değildir. Bu, onun bilgisizliğinin
bir işareti olarak kabul edilebilir.
Kasımi (ö.h.1332/m.1914), "avam (hadis söz
konusu olunca) hayvanlar gibi bilgisizdir" derken cehaletin bu konuda ne
kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Zira, "halk, hadisin
manasını ve muradını anlamaz. Sahihini zayıfından, mukaddemini muah
harından, mücmelini müfesserinden...ayıramaz"221 •
Gerçi halkın
2l7 İbn
Abdilber, Camiu Beyani'l-İlm, 1.163.
218 İbn Abdilber,
Camiu Beyani'l-İlm, 1.163.
2]9 İbn
Abdilber, Camiu Beyani'l-İlm, l.163 vd.
220 Neysaburi,
el-Müstedrek a!a's-Sahihayn, İlm, J. 109; Abdurrezzak, Ebu Bekr b. Hemmam
es-San'ani (ö.h.211), Musannef, Karaçi 1390/1970, XJ. 255, H.no:20474.
221 Kfısımi,
Muhammed Cemaluddin, Kavaidu't-Tahdis, Mısır 1380/1961, 285.
pek çoğu "kale Resulullah" diyerek hadis
rivayet etmekte, hadise dayanmaktadırlar ancak, hadisi rivayet eden bir
muhaddis mi yok sa başkası mı olduğuna dikkat etmemektedirler. Hadis
alimlerinin kullandığı 'adil', 'sika' gibi terimleri bilmemektedirler. Bu insan
lar, kendilerine ulaşan hadisle amel edebilmektedirler. Ne var ki, bazen amel
ettikleri bu hadis uydurma olabelmekte, böylece sa hih hadisi terketme
durumunda kalabilmektedi rler222• Hatta, Ki tab ve sünneti huccet kabul
edenler dahi, sırf bilgisizlikleri sebe biyle sahih hadisleri zayıf hadis erle
karıştırmaktadır.223 .
İslam'ın ilk asırlarında, özellikle kırsal
kesimlerde yaşayanlar şehirlerde yaşayanlara oranla daha bilgisizdirler. Bu
bilgisizlik, bir yandan şüpheyi doğuran bir faktör olurken, diğer yandan
hadisle rin reddedilmesinde de etkili olmaktadır. Zeyd b. Suhan (ö.h. 36)
hadis rivayet ederken yanına bir Arabi (Bedevi) gelir. Bu arada Zeyd'in sol eli
Nehavend savaşında kopmuştur. Bedevi Zeyd'e, "val lahi, hadislerin beni
çok şaşırtıyor. (Kesik) elin de beni şüphelen dirmektedir" der. Bedevi,
bu sözleriyle, Zeyd'in elinin h1rsızhktan dolayı kesilmiş olabileceğini ima
etmektedir. Zeyd ona, "elim seni niçin şüphelendiriyor ki, kesik olan sol
elimdir" deyince, Bedevi, ''vallahi, hırsızlıkta sağ el mi yoksa sol el mi
kesilir, bilmiyorum" diye cevap verir. Bunun üzerine Zeyd b. Savhan,
"yüce Allah, 'be deviler küfür ve nifak bakımından daha ileridir. Onlar,
Allah'ın resulüne indirdiği Kur'an'ın sınırlarını bilmemeye daha yatkındır
lar'224 buyurmakta ne kadar haklıdır" der225•
Bazı bid'at mezheplerin hadise karşı tavır
alışlarında, bundan önce sıraladığımız sebeplerin yanı sıra, hadis ilmindeki
bilgisiz likleri de dikkat çekmektedir. Nitekim, İbn Teymiyye (ö.h.728) de bu
durumu şöyle tesbit etmektedir: "Gerçi, Cehmiyye ve Mutezile kelamcıları
zındıklarla tartışmalarda bulunmuşlardır. Fakat, bu tar tışmalar, Allah'ın
resulü Hz. Muhammed'in getirdiği gerçekler iyi ce bilinmeden ve akli
kazıyyeler ile hükmedilmeden
yapıldığı için
222 Bkz.
Kasımi, Kavaidu't-Tahdis, 285.
223 İbn
Teymiyye, Risaletu Mearici'l-Vusul, 4.
224 9-Tevbe-97.
225 Emin,
Ahmed, Fecru'l-İsliim, 82.
çok verimsiz olmuştur"226 .Gazali (ö.h.505) de
eserlerinin bir ço ğunda insanların bilgisizliğine değinmektedir. Gazali,
insanlar ara sında aşırı giden kelamcılardan söz ederken, onların yalnız kendi
delilleriyle ortaya koydukları akaid sisteminin doğru olduğuna inandıklarını ve
aksine inananları tekfir ettiklerini hatırlattıktan sonra, ikinci olarak, bu
kelamcıların başkalarını mütevatir sünne ti bilmemekle suçladıklarını
kaydetmektedir 227
Kelamcıların mütevatir sünneti bildiklerini iddia
etmeleri bizi şaşırtma.malıdır. Zira, pek çok hadis inkarcısı hadis
uyd1:1rmaktan çekinmemiş, yine pek çok mülhid, fikirlerinin müdafası sırasında
gerekirse Kur'an'a ve hadislere başvurmaktan uzak durmamıştır. Ancak, bu,
gerçekleri gizleyen bir durumdur. Aslında, onların sün net konusundaki
bilgisizlikleri, ortaya koydukları kelam sistemi nin sünnetten iz taşımaması
ya da sünnete çok az yer verilmiş olması ile rahatça anlaşılabilmektedir.
İbn Teymiyye (ö.h.728) de Kur'an hakkında ayrılığa
düşenle rin ne geçmiş alimlerin nakillerini ne de Kitap ve sünneti kullan
dıklarını, aksine tahrif olunmuş bazı sünnetlere yapıştıklarını be lirtmekte
ve onların bilgisizliğini şu şekilde dile getirmektedir:"On lar, selefin
dayandığı, Kitab ve sünnetin işaret ettiği (doğru) görü şü zikretmezler. Zira,
bunu bilmezler" 228
Burada kaydetmek gerekir ki, hadis ilmi son derece
geniş bir alanı içine almaktadır. Hadislerin bir kısmı dıştan biribiriyle
çeliş kili gibi görünebilmektedir. Bir takımı ise gerçekten bu çelişkiyi
aksettirmekte ve aralarında bir nesh olduğuna işaret etmektedir. Hadiste nasih
ile mensuhu bilmek, doğru değerlendirme yapabil mek için son derece önemlidir.
Bu nedenledir ki Hz. Ali, bir kıssa cıya hadisteki nasih ve mensuhu bilip
bilmediğini sorar. Kıssacı 'hayır' cevabını verince, Hz. Ali, "helak oldun
ve helak ettin" der229• İbn Şihab ez-Zühri
(ö.h.124)'nin "fakihlerin
takatini kesen ve on-
226 İbn
Teymiyye, İslam Hidayeti, 96-7.
2 27 Gazali,
Faysalu't-Tefrika, 20.
22s İbn
Teymiyye, Mecmuatu'r-Resail, cüz:3, 25.
229 Hemedani,
Ebu Bekr Muhammed b. Musa b. Osman b.
Hazim (ö.h.584), Kitabu'l
İ'tibar
fi'n-Nasih ve'l-Mensüh, Hums 1386/1966, 6.
lan aciz bırakan şey, hadisin nasibini mensubundan
ayırmaknr" derken hadis ilmine vakıf olmanın önemine işaret etmektedir.
Diğer taraftan, hadisler arasında ya da hadis ile
Kur'an arasın da zahiri çelişki, bazen alimlerin bile hataya düşmelerine ve
hadi si reddetmelerine sebep
olabilmektedir. Bu nokta üzerinde duran
İbn Teymiyye (ö.h.728), Kufeli alimlerin Kur'an'ın zahirine daya narak sahih
hadise karşı çıktıklarını kaydetmektedir. İbn Teymiy ye'ye göre, Kufelilerin
hatası, sözün çok çeşitli anlamlara gelmesi sebebiyle za iri olmayanı
zahiriymiş gibi kabul etmeleridir: Bu yüzden Küfeliler şahid ve yemin hadisini
reddetmişlerdir230 • Hal buki, bazen bu gibi çelişkili hadisler tevil edilmek
suretiyle cem edilmiştir. Tevilu Muhtelifi'l-Hadis ve Nesh ilimlerini
bilmeyenler iki çelişen hadis arasında· bir nesih olayının bulunduğunu zanne
debilmektedirler. Hemedani (ö.h.584) bu durumu örneklerle açık lamaya
çalışmakta ve şöyle demektedir: "Görmüyor musun? Hz. Peygamber'in
'şahidierin en şerlisi, çağınlmadan şahidlik yapandır' hadisiyle, 'şahidlerin
en hayırlısı, çağırılmadan şahidlik yapandır' hadisi arasında dıştan bir
çelişki vardır. Aralarındaki çelişki sebe biyle, bu çelişkinin zahiri bir durum
olduğunu göremeyeceği için, fakih olmayan biri, birinci hadisin emsalini
bulacak ve ikincinin nes hine hükmedecektir. Oysa, neshin şartlarını bilmediği
için, iş onun zannettiği gibi değildir. Ancak, iki hadisi cem etme yolu vardır.
Bi rinci hadis, hiç gerek yokken, şahitliğe çağırılmadığı halde, şahitlik
yapana hamlolunur. Bu açıklama, İmran b. Husayn (ö.h.52)'ın şu rivayetinde
açıkça görülmektedir:"Hz. Peygamber buyurmuştur ki, 'bu ümmetin en
hayırlısı benim gönderildiğim şu nesildir. Ardın dan, onlardan
sonrakiler...gelir. Sonra, şahidliğe çağırılmadıkları halde şahidlik yapmaya
kalkan bir topluluk ortaya çıkar.' Bu du rumda, ikinci hadis ihtiyaca binaen
şahidlik yapana hamlolunur. İşte
şahidlerin en hayırlısı odur"231
•
Bu rivayetler göstermektedir ki, hadis.ilmini
bilmemek, hadisle
rin
reddedilmesinde önemli bir faktördür. Bu bilgisizlik, bazen
230 İbn
Teymiyye, Risaletu Refi'l-Melam, 63.
2 3 ı Hemedani, Kitabu'l-İ'tibar, 9.
70
şüpheyi de beraberinde getirmektedir. Bilgisizlik ve
şüphe bir ara ya geldiğinde, hadis inkarı, diğer sebeplerin de etkisiyle
kuvvet kazanmaktadır.
Hadisçilerin Tutumu
A. Rüya
Yolu İle Rivayet:
Hadisin inkar edilmesinde ve hadisçilere karşı menfi
tavır takı nılmasında, bizzat hadisçilerden kaynaklanan sebepler de vardır.
Bunlardan biri, bazı hadisçilerin ru.ya yolu ile Hz. Peygamber' den rivayeti
caiz görmeleridir. V. asrın büyük hadisçilerinden Ha tib Bağdadi (ö.h.463),
eserlerinde bu gibi rivayetlere yer vermiş ve rüyayı ilmin yollarından biri
olarak benimsemiştir. Şerefu Ash abi'l-Hadis adlı eserinde açtığı bir konu
başlığı hayli ilginçtir: "Sa lihlerin Uykularında Ashabı Hadisi Nimet ve
İkram İçinde Görme leri"232. Bağdadi, burada, salih rüyaların nübüvvetten
bir cüz olu şuna dair Hz. Peygamber'den gelen haberleri nakletmektedir. Biz
burada, önemli bir kaçı üzerinde duracağız.
"Bir adam, Yezid b. Harun (ö.h.206)'u ölümünden
sonra, uy kusunda gördü ve ona llah sana nasıl davrandı?' diye sordu. Ye zid,
'beni Cennet'ine aldı' diye cevap verdi. Adam, 'Kur'an sebebi ile mi?' diye
sorunca Yezid, 'hayır, hadis sebebi ile' cevabını ver di"233.
Bağdadi (ö.h.463) bu rivayeti, hadisi ve
hadisçilerin kadrini yüceltmek için eserine almıştır. Ancak, gayesi ne kadar
olumlu olursa olsun, bu gibi rivayetlerin ilmi bir dayanak gibi kullanılma sı
ister istemez, hadisçilerin tenkid
edilmesine sebep olmuştur.
Bağdadi (ö.h.463)'nin aynı yerde verdiği bir başka
rivayet daha ilginçtir. Bu rivayete göre, "Havsere b. Muhammed el-Bari
(ö.h.256) şöyle der: 'Yezid b. Harun (ö.h.206)'u ölümünden kırk gece sonra
ıfykuda gördüm. Ona, Hah sana ne yaptı' diye sordum. 'İyi amel lerimi kabul
etti; günahlarımı bağışladı ve hayırla karşıladı' diy
232 Bağdadi, Hatib, Şerefu Ashiibi'l-Hadis, 106.
233 Bağdadi,
Şerefu Ashabi'l-Hadis, 107.
71
cevap verdi. 'Başka ne yaptı' diye sordum. 'Bundan
daha büyük ikram mı olur? Günahımı affetti, Cennet'ine aldı' dedi. 'Buna nasıl
nail oldun' diye sordum. 'Zikir meclislerinde oturmam, daima doğ ruyu
söylemem, hadiste sıdk üzere olmam, kıyamda uzun süre kalmam ve fakirliğe
sabretmem sebebiyle' diye cevap verdi. 'Mün ker ve Nekir hak mı?' dedim. Dedi
ki, '.Allah'a yemin olsun ki, Mün ker ve Nekir beni oturttular. Rabbin kim?
Dinin ne? Nebin kim? diye sordular. Ak sakalımdaki toprakları silkeledim.
Onlara, 'böy le bir soru benim gibi bir c3:dama nasıl sorulur? Ben Yezid b.
Ha run'um. Dünyada kaldığım altmış sene zarfında insanlara (bunla rı) ben
öğrettim' dedim. (Sonra şöyle devam etti:) 'Sanki düğün günündeymişsin gibi
uyu. Bugünden sonra sana korku yoktur'. Meleklerden biri, 'Hariz b. Osman
(ö.h.163)'dan (hadıs) yazdın mı?' diye sordu. 'Evet' dedim, 'o, hadiste
sikadır'. Bunun üzerine (Melek): 'Sikadır, ancak, Ali'ye buğzederdi. Allah da
ona buğzetti' dedi"234 •
Bu rivayetin özellikle son kısmı enteresandır. Hariz
b. Osman ismindeki ravinin cerh ve tadil yönünden durumu, Münker ve Nekir
vasıtası ile tesbit edilmektedir. Bu gibi rivayetlerin doğru kabul edilmesi son
derece zordur. Bu gibi rivayetlerin hadisçiler tarafın dan nakledilmesi,
hadislere karşı şüphe ile bakan kesimlerin şüp hesini arttırmış ve hadisçiler
hakkında da olumsuz düşünülmesi ne sebep olmuştur.
B. Muamınerfın:
Hadıs nakillerindeki garip olaylardan biri de
kendilerine mu ammen1n adını veren bir takım kimselerin, doğrudan Hz. Peygam
ber'den veya sahabeden rivayetlerde bulunmalarıdır. Bu kimseler, peygamber
zamanında veya sahabe döneminde hayatta oldukla rını ileri süren ve çoğunlukla
Peygamber'den birkaç asır sonra ya şamış olan insanlardır. "Hz. Peygamber
vefat ettikten sonra uzun yıllar, hatta birkaç asır sonra, kendilerinin sahabi olduklarını
id dia eden bir hayli şarlatan çıkmıştır. Bu gibi kimseler, muammer-
234 Bağdadi,
Şerefu Ashabi'l-Hadis, 108.
lik (uzun ömürlülük) iddiası ile, Hz. Peygamber'den
sözde duy dukları bir kısım apokrif hadisleri nakletmekten çekinmemişler dir. Bu gibilerin nakilleri,
sözde Hz. Peygamber'in ağzından du yulmuş olduğu için bir hayli saf kimseler
tarafından kabul edil miştir. Bu nevi kimseler tarafından tasni' edilen
hadislerin miktarı çoktur"235 •
Bunlardan Cafer b. Nastur er-Rumi, Hz. Peygamber'in
vefatın dan asırlarca sonra, sahabi olduğunu ileri sürmüştür. Hicri 350
yıllarında, Farab civarında Türkler arasında şu rivayette bulundu ğu
nakledilmektedir: ''Tebük savaşında Hz. Peygamber'in yanın daydım. Kırbacı
elinden düştü. Atımdan indim, kırbacı alıp ona verdim. lalı, ömrünü çok
uzatsın' diye dua etti. O duadan beri, 350 yıldır yaşıyon.im"236 •
Muammerundan olduğunu ileri sürenlerden biri de
Serbatak adındaki Hindli bir meliktir. Kendisine yaşı sorulduğunda 725 ya
şında olduğunu söylemiştir. Hz. Peygamber'in onu Huzeyfe (ö.h.36), Usame
(ö.h.54) ve Suheyb (ö.h.38)'i İslariı'a davet et mek için gönderdiğini
anlatmıştır. Serbatak, Hz. Peygamber'i iki defa Mekke'de, bir defa da Medine'de
gördüğünü ve onun çok güzel bir sureti olduğunu da rivayet etmiştir237 •
Hadis tenkidçileri, muammerun denilen bu kimseleri
yalancı lıkla itham etmişler ve bunların rivayetlerinin kabul edilmemesi
esasını getirmişlerdir 238 •
C. Taassub:
Hadisin ve hadisçilerin İslam kültürü içerisindeki
önemli rolü ve değeri inkar edilemez bir gerçek ise de hadisçilerin, çeşitli
se beplerden dolayı gerek hadisi savunmalarındaki gerekse kelamcı larla
mücadelelerindeki tutuculuk ve taassupları da dikkatlerden uzak değildir. Gerçekte,
bu çeşit bir katılık veya müsamaha eksik-
235 Okiç,
Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tedkikler, İst. 1959, 70-1.
236 İbn Hacer, el-İsa.be, I. 551.
237 İbn
Hacer, el-İsa.be, lll. 280; Zehebi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman
(ö.h.748), Tecridu Esmai's-Sahabe,
Beyrut trs., J. 310.
238 Okiç,
Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri, 71.
liği sadece hadisçilere has değildir. Kelamcılar da
karşıdan için aynı kanlığı göstermekten çekinmemişlerdir. İlk asırların olduğu
kadar sonraki dönemlerin de bir özelliği olarak devam edegelen taassub, her
grup ve fırka için geçerlidir. Bunun örneklerinden birini, özellikle
hadisçilerin, ikinci hicri asrın büyük müctehidi olan Ebu Hanife (ö.h.lSO)'ye
yönelttikleri tenkidl rde görmek müm kündür. Doğrusunu söylemek gerekirse biz,
şu ana kadar inceledi ğimiz birinci elden hadis kaynaklarında Ebu Hanife'ye
çatmayan, onu ten d etmeyen bir kayda rastlayamadık. Bu tenkidl r, zaman zaman
aşırı boyutlara varan ve ilmilik vasfını taşımayan tenkid lerdir. Bunlardan
birinde İbn Kuteybe (ö.h.276), Ebu Hanife'yi şöyle tenkid etmektedir:
"Maşrık ehlinden (doğudan) bir adam, bir sene ewel Mekke'de kendisine
verdiği bir yazı ile Ebu Hanife'ye geldi. Sormuş olduğu şeyi ona (tekrar)
arzetti. Ebu Hanife de vermiş olduğu bu hükümden tamamen döndü. Bunun üzerine
adam ba şına toprak serperek şöyle dedi: 'Ey insanlar! Geçen sene bu ada ma
geldim. Bana şu yazdığı şekilde fetva verdi. Ben de bu fetvaya dayanarak pek
çok kan akıttım, pek çok kimseyi (bu fetvaya daya narak) evlendirdim. Bu sene
de kalkmış dediğinden dönüyor..."239• İbn Kuteybe (ö.h.276), Ebu Hanife
(ö.h.150) ile ilgili bu rivayeti eserine alırken onun, insanların kanını
dökmeye neden olacak ve namusların heder olmasına yol açacak bir fetvayı
vermeyeceğini düşünmemiştir. Muhtemeldir ki, kendisinden önceki hadisçilerin
Ebu Hanife hakkındaki aşırı görüşlerinin etkisinde kalmışrır240 •
Meşhur bir hadisçi olan İsmail b. Ebi'l-Fadl
el-Kumu.si, "aşırı taassubları ve insaflarının azlığı sebebiyle
hoşlanmadığım üç hadis hafızı vardır: El-Hakim Ebu Abdillah en-Neysaburi
(ö.h.405), Ebu Nuaym el-İsbehani (ö.h.430), Ebu Bekr el-Hatib (el-Bağdadi,
ö.h.463)" 241 derken, hadisçilerin taassubuna işaret etmektedir. Bu üç
hadisçi aynı zamanda rical tenkidçisidir. Kumu.si, onları taas-
239 İbn
Kuteybe, Tevilu Muhtelifi'l-Hadis, 71. (2. Baskı)
240 İbn Abdilber (ö.h.463) de hadisçilerin Ebu
Hanife'yi tenkid etmekte aşın gittikleri kanaatindedir. Bkz. İbn Abdilber,
Ciimiu Beyiini'l-İlm, II. 181.
241 Yakut el-Hamevi, Ebu Abdillah (ö.h.626), Mu'cemu'l-Udebii,
London 1923, l. 251-2.
subla suçlarken, herhalde, rical tenkidindeki
tutumlarını kasdet mektedir.
Bu taassub, bazen, İslam düşmanlarının ve bid'at
grupların or taya attıkları fikirleri çürütme sadedinde de açığa çıkmaktadır.
Mesela, Rafızilerin Hz. Ali'yi öven ve onun faziletine dair hadisler
uydurdukları zaman, sünnet taraftarları da Hz. Ebu Bekr'in fazi letlerine dair
hadisler uydurmayı ihmal etmemişlerdir. İbnu'l-Cevzi (ö.h.728), bu durumu şöyle
dile getirmektedir: "Sünnete yapış tıklarını ileri süren nasipsiz bir
_grup, taassuba düşerek, Hz. Ebu Bekr'in faziletlerine dair hadisler
uydurmuşlardı r"242 •
Öte yandan, hadisçiler, kelam ilmini ve kelamcıları
zemmeden eserler yazarak ya da yazdıkları eserlerde bu konulara dair müs takil
bablar açarak taassublarını sürdürmüşlerdır. Hadisçiler, kela mcılara karşı
böyle davranmakta haksız sayılmazlar. Ancak, had di aşmaları, taassubun
işareti olsa gerektir. Nitekim 'bid'atçı', 'sa pık', 'kafir', 'zındık' gibi
sivri ve keskin ifadeler, hadisçilerin karşıt ları için kullandıkları
sıfatların bir kısmıdır. Bu tip suçlamalar, kar şıtlarının onlara bakışını
olumsuz yönde etkilemiş olmalıdır.
D. Çelişkili, Zayıf
ve Uydurma Hadisler:
Kelamcılar, hadisçileri, çelişkili ve uydurma
haberleri rivayet etmekle suçlamışlardır. Bu suçlamalar, hadisçilerin konu ile
ilgili müstakil eserler yazmalarına sebep olmuştur. Bunlardan biri, yukarıda
adı geçen, İbn Kuteybe (ö.h.276)'ye aid olan Tevilu Muhte lifi'l-Hadis isimli
eserdir. İbn Kuteybe, bu eserinin girişinde, kelamcı ların hadisçilere
yönelttiği tenkidleri toplamıştır. Bu konuyu ora dan takip edelim.
"...Sen, kelamcıların hadisçileri hor görüp
onlara hakaret et tiklerine, kitaplarında hadisçileri kötülemek için pek çok
söz sarf ettiklerine, onları uydurma ve mütenakız rivayetlerde bulunmak la, dolayısıyla ihtilafın vukuuna,
fırkaların çoğalmasına, (müslü manlar arasındaki) bağların
kopmasına, müslümanlann birbirine
242 İbnu'l-Cevzi, Kitabu'l-Mevzuat, J. 303; Aynca
bkz. Ebu Gudde, Abdulfettah, Mevzu
Hadisler, 57 vd.
düşman olup, birbirini küfürle itham etmelerine
sebep olmak ve her fırkanın kendi mezhebi için bir takım hadislere
bağlanabilme lerine imkan vermekle suçladıklarına dair bildiğin şeyleri bana
haber vermek için yazıyorsun"243 •
"...Bunlara ilaveten, ahkama dair rivayetlerin
çokluğu sebebiy le fakihler farklı fetvalar verdiler. Pek çok fıkıh
meselelerinde Hicaz ekolü ile Irak ekolü ayrıldı ve her biri hadisçilerin
rivayetlerinden bir esasa dayandılar.
Üstelik (hadisçiler) teşbih ifade eden hadisleri
rivayet etmekle Allah'a iftira ettiler" 244 •
"(Hadisçiler) bütün bu ahmakça rivayetleriyle
İslam düşman larını İslam'ın üzerine kışkırtmış ve zındıkları güldürtmüşlerdir.
İslaİn'a girmeye meyli olanları soğutmuş, şüphede olanların şüp helerini
arttırmışlardır" 245•
"...Bununla beraber, bunlar (hadisçiler),
rivayet ettikleri şeyler hakkında insanların en cahili ve talep ettikleri
şeylerden en az nasibi olan kimselerdir"246 •
İbn Kuteybe (ö.h.276), kelamcıların hadisçilere
yönelttiği suç laman bu şekilde özetlemektedir. Onun adı geçen eseri de, kela
mcıların bu suçlamalarına cevap vermek üzere kaleme alınmıştır. Kelamcıların
hadisçilere yönelttikleri bu gibi suçlamaların bir çoğu doğru değildir. Bunlar,
tamamen taassub ve düşmanca duygu lardan kaynaklanmaktadır. Ancak,
hadisçilerin bazı noktalarda ya nılgıya düşerek çelişkili, zayıf veya uydurma
hadisleri eserlerine almış olmaları, karşıtlarının eline önemli bir koz verdiği
gibi, taraf
sız halk kitlelerini de şüpheye sürüklemekten kurtulamamıştır.
E. Akla ve
Tecrübeye Zıt Hadisler
Hadisçilerin tenkid edildiği noktalardan biri de,
akla ve tecrü beye zıt hadisleri eserlerinde nakletmiş olmalarıdır. Hadisleri
ten kid ederken akla da
önem vermiş olmalarına rağmen,
akla zıt ha-
243 İbn
Kuteybe, Tevil, 59. (İstanbul,
1989. 2.Baskı)
244 İbn
Kuteybe, Tevil, 66. (İstanbul, 1989. 2.Baskı) 245 İbn Kuteybe, Tevil, 68.
(İstanbul, 1989. 2.Baskı) 246 İbn Kuteybe,
Tevil, 71. (İstanbul, 1989. 2.Baskı)
berleri nakletmeleri, hadisçiler aleyhine bir puan
olmuştur. En sa hih hadis eserlerinden biri olan Sahihi Buhari bile bu tip
hadisleri ihtiva etmektedir. Ebu Zer (ö.h.31) tariki ile gelen bir hadiste, Hz.
Peygamber, güneşin batnğı esnada Ebu Zer'e 'güneşin nereye git tiğini biliyor
musun?" diye sorar. Sonra şöyle devam eder: "Güneş gider ve Arş'ın
alnnda Allah'a secde eder. Sonra (geri dönmek için) izin ister ve ona izin
verilir..."247 •
Halbuki, bugün biliyoruz ki, güneş battıktan sonra
hiçbir yere gitmemekte,. sadece bir küre şeklinde olan dünyamızın diğ r yü
zünü aydınlatmaktadır. Astronomi ilminin verileri ışığında bakıl dığında bu
hadis, gerçeğe zıt gibi görünmektedir. Özellikle aklı her şeyin -vahyin bile-
önünde kabul eden bir düşünceye göre, böyle bir hadisin kabul ediimesi
imkansızdır. Astronomi verileri ışığında hareket edenler, hadisin tevili
konusunda herhangi bir gayret sarfetmedikleri halde, bu gibi hadisleri
reddetmekte ve bu nedenle hadisçileri tenkid etmektedirler. Aynı karşılaşnrmayı
ya pan Ayni (ö.h.855) de eticede hadisin güvenilir olduğunu söyle mekte
ancak, hadisi tevil etme yolunu tutmamaktadı r248 •
Burada kayda değer bir başka misal, meşhur sinek
hadisidir. Bu hadise göre Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Sizden
birinin yemeğine sinek düşerse, sineğin tamamını o kaba banrsın ve sonra sineği
çıkarıp atsın. Şüphesiz ki onun bir kanadında şifa diğerinde ise hastalık vardır"249 • Geçmişte
olduğu gibi250 , bugün de bu tip hadislerin sıhhatini.ısrarla savunan ilim
adamları vardır251 • Aslında . bu gibi hadislerin doğruluğunu ispatlamaya
çalışmanın bir anlamı yoktur. Zira, anlamı doğru olsa bile, insanlara
tiksindirici gelen böyle bir rivayetin insanlarda olumsuz duygular yaratacağı açıknr.
247 Buhari, Bed'u'l-Halk, IY. 75.
248 Bkz.
Ayni, Bedruddin el-Hanefi el-Ayni, Umdetu'l-Kaari li Şerhi Sahihi'l-Buhari, İst. 1308, VII, 223. ·
249 Buhari,
Bed'u'l-Halk, IV. 100; Tıb, VII. 33; İbn Mace, Tıb, il, 1159; Ebu Davud,
Et'ıme, IV. 182; Darımi, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman b. Fadl b. Behr
am (ö.h.255), es-Sünen, Daru İhyai's-Sünneti'n-Nebeviyye trs. Et'ıme, il. 99;
Ah med b. Hanbel, il. 246.
250 Bkz.
İbn Kuteybe, Tevil, 353-58.
251 Bkz.
Denizkuşları, Mahmud, Kur'anı Kerim ve
Hadislerde Tıp, İst. 1982, 29 vd.
77
Tabiidir ki bu gibi rivayetler, hem hadisçiler hem
de hadisler için olumsuz bir puan olmuştur. Bir yandan tecrübeye, diğer yan
dan akla ters düşen bu rivayetleri, bir noktada hadislerin kıymeti ni de
düşürmüştür.
HADiS İNKARCILARI
Hadis İnkarının Başlangıcı
Hadis inkarının ne zaman başladığı hususunda
elimizde kesin bir bilgi yoktur. Bununla beraber, Hz. Peygamber'den nakledilen
bazı rivayetler, onun hadis ve sünnete karşı olumsuz bir tavır takı nılacağı
ihtimalini göz önünde bulundurduğunu gösterinektedir. Hadis kaynaklarının bir
çoğunda yer alan bir hadisinde Hz. Pey gamber şöyle demektedir:
"Hiçbirinizi, koltuğuna yaslanmış otururken,
benim bir emrim ya da yasağım kendisine
ulaştığında, 'bilemiyorum, biz sadece Al lah'ın Kitabı'nda
bulduğumuza uyarız' derken
işitmeyeyim" 252•
Bu hadisin zahiri anlamından hareketle, Hz.
Peygamber döne minde hadis ve sünnete menfi yaklaşan bazı kimselerin bulundu
ğu düşünülebilirse de, Hz. Peygamber döneminde hadis ve sünne tin
reddedildiğine dair elimizde hiçbir ip ucu yoktur. Hatta, mev cut bilgilerimiz
bunun tam tersini göstermektedir.
Bu hadisin sebebi vürudu göz önüne alındığında, Hz.
Peygam ber'in kuşkusunun ileriye yönelik olduğu anlaşılmaktadır253 • Hadi
sin, sebebi vürudu açısından tahlili, konuya açıklık getirmesi ba kımından
önemlidir. Hz. Peygamber, bu sözlerini Hayber'in fet hinden biraz önce
söylemiştir. Hayber ve çevresindeki Yahudiler, müslümanların Hayber'i
fethettikleri takdirde birçok ganimetleri
252 Tirmizi,
İlm, V. 37-8; İbn Mace, Mukaddime, I. 6; Ahmed b. Hanbel, VI. 8; Ebu Davud, V.
12; Şafii, Risale, 403-4; İbn Hıbbiin, Muhammed el-Busti (ö.h. 354),es Sahih
(el-İhsan bi Tenibi Sahihi İbn Hıbbiin, Alauddin Ali b. Balebiin, ö.h.739),
Beyrut 1407/ 1987, l. 108; Neysabfıri, Müstedrek, 1. 108-9; Bağdadi, Kira.ye, 39,
42; İbn Abdilber, Cami, il. 232 vd; Beyhaki, Delail,
1. 24-5 ve VI. 549; Heysemi, Nuruddin Ali b. Ehi Bekr (ö.h. 807),
Mecmau'z-Zevaid ve Menbeu'l-Fevaid, Beyrut 1967, 1. 155.
253 Hadisin
sebebi vürudu için bkz. Bağdadi, Kifaye, 39
vd.
paylaşacakları gibi, o gün için çok değerli bir mal
olan merkeplere el konulup yenebileceğini yayarak müslümanlara karşı
bir taraf tar kitlesi oluşturmaya
çalışıyorlardı. Bunu haber alan Hz. Pey gamber, ehli eşek etinin yenmesini
yasaklayan hadisini irad et mişti. Ardından da yukarıdaki sözlerini
söylemiştir. Bu hadiste geçen 'koltuğa yaslanma' tasviri, fetih ve zafer
ardından gelecek olan doğal gevşemeye işaret etmektedir. Ganimetler arasında
ken dini kaybedebilecek olan askerlerin bir takım aşırılıklara kaçabi leceği
ihtimali her zaman mevcuttur. Zafer sa hoşluğu ve ganimet bolluğu karşısında
hareketlerini kontrol edemeyecek
olan asker ler, Yahudilerin çok
değer verdiği bir takım malları heder ettikleri takdirde, Yahudiler
propagandalarında haklı çıkacaklardır.
İşte, Hz. Peygamber ilk anda,
savaştan sonra ortaya çıkabilecek tablo
ya işaret etmektedir. 'Hz. Peygamber'jn emir veya yasağının ulaş ması' ifadesi
ile kasdedilen şudur: Savaşın zorluklarını aşarak za fere ulaşmış ve
ganimetler arasında kalmış olan askerlerin, Hz. Peygamber'in Kur'an'dan
bağımsız olarak verdiği ganimetler ko nusunda dikkatli davranılması emri ve ehli eşek etinin yenmeme si yasağı bir an için de olsa çiğnenebilecektir.
Bu emre karşı çıkma tavrı da, Kur'anı Kerim'e bakıp böyle bir emri görememekten
kay naklanabilecektir. Nitekim, hadisin son kısmında geçen, 'biz Kur' an'da
bulduğumuza uyarız' sözleri, bu ihtimali gözler önüne ser mektedir. Burada,
Hz. Peygamber, bir devlet başkanı, bir ordu ko mutanı olduğu kadar, bir dinin
kurucusu olarak da görevini yap maktadır. Bu açıklamalar göz önünde
bulundurulursa, Hz. Pey gamber'in hadislerin reddedilmesi bağlamında
yaptığı uyarı, ya kın gelecekte ortaya çıkması muhtemel bir
durumla ilgilidir. Fa kat, bu, ihtimali bir durum olup,
Hayber'in fethinden sonra böyle bir
olaya rastlanmamıştır. Belki de Hz. Peygamber'in erken uyarısı etkili olmuştur
denilebilir. Bu misalde de açıkça görüldüğü gibi, hadislerin inkar edilmesi
sahabe arasında mümkün olmamıştır. Zaten, hadisleri inkar gibi bir
hareketin Hz.Peygamber dönemin de
ortaya çıktığına dair
herhangi bir ip ucuna
rastlayamıyoruz.
Hz. Peygamber'in vefatından sonraki tarihi
gelişmeler incelendi ği zaman, Ebu
Bekr (ö.h.13) ve Ömer
(ö.h.23) zamanlarında ge-
nel istikrarın ve dine bağlılığın had safhada olması
açısından bu gibi bir teşebbüsün izlerine rastlamak mümkün değildir. Hz. Pey
gamber'in vefatından sonra ortaya çıkan ridde olaylarını bunun dışında tutmak
gerekmektedir. Çünkü, ridde olayları, hadislerin inkarı değil, bir dinin
toptan reddedilmesi olayıdır.
Bununla beraber, hadislere karşı olumsuz tavır
sergilenmesine dair tesbit edilebilen ilk ve en eski olay, Abdullah b. Mesud
(ö.h.32) ile Benu Esed'ten bir kadın
arasındaki şu konuşmadır:
"Benu Esed'ten bir.kadın, Abdullah b. Mesud
(ö.h.32)'un yanına gelerek ona şöyle dedi: 'Duyduğuma göre, döğme yapan ve
yaptıra na lanet ediyormuşsun. Ben, iki kapağın arasındakileri (Kur'an'ı)
okudum. Ancak, senin söylediğin gibi bir şey bulamadım'. Bunun üzerine
Abdullah, kadına 'evine git tekrar bak' dedi. Kadın gidip baktı ve bir şey
göremedi. O zaman, Abdullah b. Mesud
kadına;
'Resul size neyi verirse onu alın. Neyi yasaklarsa
ondan da kaçı nın'254 ayetini okudu. Kadın; 'evet, haklısın' diyerek geri
döndü"255 .
Bu rivayetten
başka, Abdullah b. Mesud
(ö.h.32)'un "yakında,
sizi Kur'an'a çağıran, ancak onu arkalarına atan bir
takım insanlar gelecek. Size düşen, ilme sarılmak, bidatlardan
kaçınmaktır..."256 uyarısı da
yukarıdaki rivayeti güçlendirmektedir.
Bu iki rivayet, hadis ve sünnete karşı olumsuz
yaklaşımın ilk ve en eski belirtileri olarak karşımıza çıkmaktadır. Şimdilik,
hadis inkarının başlangıç tarihini belirlememize yardım edecek başka bir rivayete sahip değiliz.
Bu rivayetlerden ilkinde, Benu Esedli kadının hadise
karşı tav rının yorum farklılığından kaynaklandığı görülmektedir. Kadının bu
olumsuz tavrı, herhalde, rivayetlerin tümüne karşı değil, sade ce 'döğme yapan
ve yaptırana lanet edilmesi' ile ilgili
rivayetedir.
254 59-Haşr-7.
;:ss İbn Abdilber, C.ı.miu Beyani'l-İlm, il. 230;
Müslim, Libas, III. 1678, Had. No: 120;Bağdadi,
Kifiiye, 44. Hz. Peygamber'in döğme
yapan ve yapnran
ile ilgili bu
ifadeleri için ayrıca bkz. Buhari, Tefsir Sure 59,
VI. 58, Bab: 14 (Abdullah b. Me sud'dan);
Libas, VII. 61-2, Bilb: 82
(Abdullah b. Mesud'dan); Talak, vı. 188, Bab:
59 (Ebu Cuhayfe'den); Libas, Vll. 64, Bab: 85
(Abdullah b. Ömer, Esma, İbn Me sud'dan); Libas, VII. 64, Bab: 87 (Ebu Hureyre'den)
!.Sb İbn
Abdilber, Camiu Bayani'l-İlm, il. 237.
Muhtemelen bu kadın, döğme yaparak geçimini sağlayan
veya en azından döğme yaptırmış birisi olabilir. Bu sebepten, kadının tep kisi
söz konusu rivayete olmaktadır. Fakat, kadının tavrında ilgi çekici bir taraf
daha vardır. Kadın, döğme yapana lanet edildiği şeklindeki rivayet kendisine
ulaşınca, Kur'an'ı gözden geçirmiş, bu lanetleme ile ilgili açık bir ayet
görememiştir. Burada, kadının 'riva yetleri Kur'an ile temellendirme'
diyebileceğimiz bir tavrına şahid olmaktayız. Yani, aynı tehdidi Kur'an'da açıkça
bulsaydı tereddüt süz kabul edecekti. Faka , Kur'an'da böyle bir konunun
açıkça zik redilmemiş olması, kadının söz konusu rivayete tereddütle bak
masına yol açmıştır. Abdullah b. Mesud (ö.h.32)'un cevabından, onun, kadının
metodundaki yanlışlığı sezdiğini ve ona göre bir cevap verdiğini anlamaktayız.
Yani, Abdullah b. Mesud, hadis ve sünnetin aslının mutlaka Kur'an'da
bulunabileceğine, ancak, doğ ru bir metod takip edilmesinin gerekli olduğuna
da işaret etmiş olmaktadır.
Abdullah b. Mesud, hicri 32 yılında vefat ettiğine
göre, hadis inkarının bu tarihten hemen önce başladığını kabul edebiliriz. Dik
kat edilirse, bu tarih, Hz. Osman (ö.h.35)'ın öldürülmesinden ön cedir. Yani,
ilk fitne olayının ortaya çıkmasından önceye tesadüf etmektedir.
Biz, fikri dejenerasyon ile siyasi ve toplumsal
çözülme arasın da bir paralellik gözlemlemiştik. Aynı gözlemi hadislerin
redde dilmesi hareketinde de yapmamız
mümkün olmaktadır. Ancak, bu çözülme, ilk fitnelerden sonra
değil, onlardan hemen öncedir. Klasik ve yeni araştırmalarda, tüm bu olayların
ilk fitnelerden kay naklandığı ileri sürülmekte ise de hakikatte, fitne
olaylarının or taya çıkabilmesi için gerekli olan ortamın sağlanması bu gibi
ge lişmelere bağlıdır 257 •
257 Burada, geçmişten günümüze kadar savunulagelen
bir iddianın tersini ileri sürme dürumundayız. İslilm'daki her tür fikri ve
dini dejenerasyonun müsebbibi olarak ilk fitneler -Hz. Osman'ın katli,
Cemel ve Sıffin savaşları- gösterilmektedir. Halbu ki, bu olaylar birer sebep
değil sonuçtur. Hadislerin inkar edilmesi bu olaylara bağlanır. Hadis
uydunnacılığının bu olaylardan sonra ortaya çıktığı ileri sürülen mezhepler
tarafından başlatıldığı söylenir. Oysa, yukarıda göriildüğü gibi, ilk hadis
inkarı olayları Hz. Osman'ın katlinden önce başlamıştır. Hadis
uydurmacılığının da bu
açıdan ele alınarak yeniden değerlendirilmesi gerekecektir.
Fakat, hadis inkarının sebeplerini incelerken uzun
uzun ele al dığımız gibi, ilk fitne olaylarının yarattığı siyasi, sosyal ve
dini bir bunalım atmosferi mevcuttur. Bu bunalım ve bulanıklık, hadis inkarını
körükleyen en önemli faktörlerden birisi olmuştur. Nite kim, ileriki
kısımlarda da görüleceği gibi , ferdi ya da grup inkarında bu ortamın etkisi
oldukça bariz bir şekilde hissedilmektedir.
Abdullah b. Mesud misalinde olduğu gibi, Ubade b.
Sa.mit (ö.h.3 4)'in "Resulullah iki dirhemin bir dirhem karşılığı değiştirilmesini y
saklamıştır" hadisini rivayet etmesi üzerine, o ada bulunanlar dan birinin "peşin olursa
bunda bir sakınca görmüyorum" diyerek hadise karşı fikir açıklaması, aynı yıllara tesadüf
etmektedir258 •
Bu iki saha.binin başından geçenler, hadis ve sünnet
inkarının, Hz. Osman'ın hicri 35'de öldürülmesinden önce başlamış olduğu nu
göstermektedir. İlk fitnelerin değiştirdiği ve bir anlamda dini yapıyı da
bozduğu bunalımlı yıllarda, bu inkar faaliyetinin hızlan dığı görülmektedir.
Nitekim, elimizdeki bir başka misal, sahabi İmran b. Husayn (ö.h.52) ile
ilgilidir. İmran b. Husayn, birgün mescidde hadis rivayet ederken, orada
bulunanlardan biri ileri atılarak, "ey Eba Nuceyd! Bırak şu hadisleri,
bize Kur'an'dan ha ber ver" der. İmran'ın buna cevabı sert olur259 •
İmran b. Husayn misali öncekilerden daha farklıdır.
Önceki misallerde görülen şüphe ya da metodik farklılık, bu kez yerini inatçı
bir hadis aleyhtarlığına bırakmıştır.
Buradaki şahıs, 'bırak şu
hadisleri, Kur'an'dan haber ver' derken, bir yandan hadisi kü çümsemekte, diğer
yandan Kur'an adına hareket ettiği izlenimini vermektedir. Tabii', bu şahsın
tavrının ardında, sahabi kavramına karşı duyulan bir saygısızlığın izlerini de
sezebilmek mümkün ol maktadır.
Alimler, "...benden size bir hadis rivayet
edilirse, onu Allah'ın Kitabı'na arzediniz. Kur'an'a uygun olan bendendir, ters düşen
258 Danmi,
Sünen, 1. 118. ·
2 59 Bkz.
Neysabfıri, Müstedrek, İlm, I. 109; Bağdadi, Kifaye, 48; Suyfıti, Miftah, 20,
35-6; Beyhaki, Delfül, 1. 25; İbn Ebi Asım, Sünne,
il. 386; Abdurrezzak, Musannef,
XI. 255; Hemedani, İ'tibar, 26; Şatıbi, Ebu İshak
İbrahim b. Musa (ö.h.790), el Muvafakat fi Usfıli'ş-Şeria, Beyrut trs., il.
19.
benden değildir"260 hadisinin zındıklar ya da
Hariciler tarafından uydurularak Sevban (ö.h.54)'dan nakledildiğini
belirtmektedir ler. Sevban, hicri 54 yılında vefat ettiğine göre, bu hadis
daha sonraki bir tarihte uydurulmuş demektir. Zira, Sevban hayattay ken onun
adına h;ıdis uydurup Hz. Peygamber'e atfetmek imkan sızdır. O halde, hicri
birinci asrın ilk yarısında başlayan hadis ve sünneti reddetme hareketleri,
birinci asrın ikinci yarısından itiba ren, hadis aleyhine hadis uydurmak
suretiyle devam etmiştir.
E u Hureyre (ö.h.59)'nin bir hadis rivayet ettiğin e
alaya alın ması261 ile Muaviye b. Ebi Sufyan (ö.h.60)'ın "bir insan için
en büyük sapıklık, manasını anlamadığı halde Kur'an okuması, onu çocuk, köle,
kadın ve cariyelere öğretmeye kalkmasıdır. O kimse
ile ehli ilm
(hadisçiler) mücadele eder"
262 diyerek etrafındakileri
uyarması, birinci asrın ikinci yarısına dair tesbit
edilebilen hadis karşın hareketlerdir.
Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Ancak, hadis ve
sünneti reddetme hareketinin bpşlangıç tarihini tesbit edebilmek için bu
misallerin yeterli olduğu kanaatindeyiz. Burada kısaca zikrettiği miz misaller
ile birlikte konu ile ilgili diğer misalleri, Ferdi İnkar Gayretleri'ni ele
alırken etraflıca inceleyeceğiz.
Ancak, 'Ferdi İnkar Gayretleri'ne geçmeden önce bir
hususun daha aydınlatılmasında fayda vardır. Bazı çağdaş araştırmacılar, hadis
inkarcılarının daha çok Irak ve çevresinden çıktığını ileri sürmektedirler.
Mesela, Mustafa el-A'zami, bu konudaki görüşleri
ni, "hadis inkarcıları büyük ihtimalle, kendine
has bir şekilde Irak'- tan çıkmıştır"263 diyerek ifade etmektedir. Yine
çağdaş araştırma
cılardan Muhammed Tahir Hekim, "Sünnetin
Etrafındaki Şüphe ler" adı ile Türkçe'ye çevrilen eserinde aynı görüşü
zikretmekte dir264. Ne var ki, hadisleri inkar ettiğini tesbit ettiğimiz bazı
kişiler
260 Bu hadis
ile ilgili geniş bilgi için bkz. Ahmed Hamdi Akseki, Riyazu's-Salihin (Mu-
kaddimesi),
DİB Yay. Ank. 1976, XXI. vd.
261 Bkz.
Darımi, Sünen, 1. 116.
262 İbn
Abdilber, Camiu Beyani'l-İlm, il. 237.
263 .A'.zami,
Dirasat, 22.
264 Hekim,
Muhammed Tahir, Sünnetin Etrafındaki
Şüpheler, 30.
84
Irak dışındandır. Bu durum, hadis inkarcılarının
sadece Irak çev resinden çıkmadığını göstermektedir. Fakat, Irak cephesinin
tarih boyunca re'yciler olarak anılması ve hadis ekolü ile re'y ekolü ara
sında sürekli bir mücadelenin var olması, araşnrmacılan bu kana ata sevketmiş
olabilir. Bilinmelidir ki, hadisleri reddeden ilk bid'at mezheplerin mensupları
sadece Irak'ta yaşamıyorlardı. Bunlar, ge iş İslam coğrafyasına dağılmış
durumdaydılar.
Burada, hatırlatılması gerekli olan ikinci önemli
nokta, hadisle ri reddedenlerin, özellikle il hicri asırlar içerisinde,
kemmiyet bakımından az olduğudur. Kitabımızın sonunda da tekid edeceği miz
gibi, geniş halk kitleleri hadise son derece bağlı yaşamaktay dı.
-85
FERDi İNKAR GAYRETLERİ
Hadisleri inkar ettiklerini tesbit ettiğimiz bir
takım kişilerin ta vırları kişisel seviyede kalmıştır. Bunların bir çoğunun
isimleri kay naklarda geçmemektedir. Bu yüzden kimlikleri hakkında bilgi sa
hibi olamamaktayız. Hadisleri inkarları ferdi düzeyde kaldığı için, 'ferdi
inkarcılar' olarak düşünülmüştür. Ancak, materyallerin ver diği bilgiler
ölçüsünde, onları da basit bir sınıflamaya tabi tutarak ele almanın yararlı
olacağı kanaatindeyiz. Bu sınıflamayı yapar ken esas olarak inkara yönelten
temel etkeni göz önünde tutmaya çalışacağız.
A. Bilgisizlik
ve Şüphe Sebebiyle Hadisi İnkar Edenler:
Bu konudaki en eski misallerden biri, sahabi İmran
b. Husayn (ö.h.52)'ın kimliği belirsiz bir kişi ile hadis üzerine
tartışmasıdır. Bu rivayete göre İmran b. Husayn, birgün, mescidde hadis rivayet
ederken 265 orada bulunanlardan biri ileri atılarak, "ey Eba Nu ceyd!
Bırak şu hadisleri, bize Kur'an'dan haber ver"266 der. İmran 'ın buna
cevabı şu olur: "Sen ve arkadaşların Kur'an'ı okuyorsu nuz. Bana,
namazdan, namazın şartlarından ve rekatlarından ha ber verebilir misin? Yatsı
namazının dört, akşamın üç, sabahın iki, öğlenin iki ve ikindi namazının dört
rekat olduğunu (Kur'an'da) buluyor musun?..."267 •
265 Bazı
rivayetlerde şefaatle ilgili hadis rivayet ederken, bazı rivayetlerde de hadis
müzakere edilirken denilmektedir. Bkz. Beyhaki, Delail, 1. 25; Suyi'ıti,
Miftah, 35- 6.
266 Bazı
rivayetı.;rde, "ey Ebii Nuceyd! Bize bir takım hadisler rivayet
ediyorsunuz. Biz bu hadislerin aslını Kur'an'da bulamıyoruz" şeklindedir.
Bkz. Beyhaki, Delail, 1. 25; İbn Ebi
Asım, Kitabu's-Sünne, il. 386.
267 Neysabı'.ıri,
Müstedrek, İlm, I. 109; Bağdadi, Kifaye, 48; Suyfıti, Miftah, 20, 35-6;
Beyhaki, Deliiil, I. 25; İbn Ehi Asım, Sünne, II. 386; Abdurrezzak, Musannef,
XI. 255; Hemedani, İ'tibar, 26; Şatıbi,
Muvafakat, il. 19.
Ahmed Emin'in naklettiği başka bir olay, hadisleri
inkar eden bazı kimselerdeki
bilgisizliğe örnek teşkil etmektedir.
Buna göre,
{
Zeyd b. Suhan (ö.h. 36) hadis rivayet ederken bir
bedevi yanına gelerek, "vallahi, rivayet ettiğin hadis beni çok şaşırttı.
Şu (kesik) elin de beni şüphelendiriyor" der. Bedevi, bununla Zeyd'in
elinin hırsızlık sebebiyle kesilmiş olabileceğini ima ettirmektedir. Zeyd,
bedeviye, "elimden dolayı niçin şüphe ediyorsun? Kesik olan sol
elimdir" deyince, bedevi, "vallahi, (hırsızlıkta) sağ el mi yoksa sol
el mi kesil r, bilemiyorum" diye cevap vermiştir268 • Hırsızlık a hangi
elin kesileceğini bilmeyen bu bedevinin, kesik elini bir nevi cerh sebebi gibi
kabul ederek Zeyd'in rivayetini reddetmeye çalışması onun bilgisizliğinin açık bir göstergesidir.
Ahmed b. Ali el-Ebbar, Ehvaz'da bir adamın
"hadisçiler değer siz adamlardır" demesi üzerine, "...ashabı
hadisi diline dolayaca ğına senin için en hayırlı olanı yap. Asıl sen beş para
etmezsin..." diyerek çıkışmıştır269 •
Bu rivayetler, bazı kimselerin hadisleri bilgisizlik
sebebiyle red dettiklerini göstermektedir. Bu bilgisizlik o dereceye varmıştır
kj, misallerde görüldüğü gibi, bu kişiler amel etmekte oldukları aslı reddettiklerinin
dahi farkında değillerdir. Özellikle birinci ve son misallerde, inkarcıların,
hadisleri reddettikleri halde, dini ibadet lerini hadis ve sünnetin bildirdiği
ölçüler içerisinde yerine getir dikleri anlaşılmaktadır. Ancak, bu kişilerin reddettikleri
hadisle rin hangi hadisler olduğu bilinmemektedir. Hadislerin tümünü mü
reddetmektedirler yoksa, o anda söz konusu olan hadisleri mi red
detmektedirler, bu belli değildir.
Her ikisi de ihtimal dahilinde olmakla beraber,
İmran misalin den harek tle, reddedilenin tüm hadisler olduğu ileri
sürülebilir. Zira, bu rivayetin bazı varyantlarında, İmran'ın şefaat ile ilgili
hadis rivayet etmekte olduğu söyleniyorsa da, İmran'ın cevabından ge nel
olarak hadislerin reddedildiği anlaşılmaktadır. Çünkü, İmran, burada, hadis ve
sünnetin otoritesini tesbit edecek tarzda bir ce vap vermektedir.
268 Eınin,
Ahmed, Fecru'l-İslam, 82.
269 Bağdadi,
Hatib, el-Kifaye fi İlmi'r-Rivaye, 34.
B. Kur'an'da Aslı Bulunmayan Hadislerin
İn.kan:
Sahabe dönemine aid bazı rivayetler, Kur'an'da aslı
bulunma yan bir takım hadislerin
reddedildiğini göstermektedir. İmam
Şa fii (ö.h.204), kendisinden önceki alimlerin sünneti bu açıdan üç
kısma ayırdıklarına dikkat çekmektedir. Buna göre, sünnetin ilk iki kısmında
'Kur'an'da bir aslı bulunan' sünnetler yer almaktadır. Üçün cü kısım sünneti
ise, 'Kur'an'da aslı bulunmayan' sünnetler oluştur maktadır. Şafii'ye göre,
üçüncü kısımda yer alan sünnetler üzerinde ihtilaf vardır. Bir kısım alimlere
göre, Hz. Peygamber'in bu kısımda yer alan sünnetleri de bağlayıcıdır. Buna
karşılık, bazı alimlere göre, sünnetin tamamı Kur'an'dan bir asla
dayanmaktadır270 •
· Buna
rağmen, bazı kimselerin Kur'an'da aslını bulamadıkları hadisleri
reddettiklerini görmekteyiz.
Ubeydullah b. Ziyad (ö.h.67), bir gün Zeyd b. Erkam
(ö.h. 66)'1 yanına çağırarak "Resulullah'tan rivayet ettiğiniz ve
Kur'an'da gö remediğimiz bu hadisler de neyin nesi? Resulullahın havzı oldu
ğunu rivayet ediyormuşsun" der. Zeyd, bu soruya
kısaca, "biz sa dece Resulullah'tan rivayet ettik" cevabını
vermiştir271 .
Şimdi de bir başka sahabinin başından geçen bir
olaya bakalım. "Benu Esed'ten bir kadın, Abdullah b. Mesud (ö.h.32)'un
yanına gelerek ona şöyle dedi: 'Duyduğuma göre, döğme yapan ve yaptıra na lanet
ediyormuşsun. Ben, iki kapağın arasındakileri (Kur'an'ı) okudum. Ancak, senin
söylediğin gibi bir şey bulamadım'. Bunun üzerine Abdullah, ·kadına 'evine git
tekrar bak' dedi. Kadın gidip baktı ve bir şey göremedi. O zaman, Abdullah b.
Mesud kadına 'Resul size neyi verirse onu alın. Neyi yasaklarsa ondan da kaçı
nın'272 ayetini okudu. Kadın, 'evet, haklısın' diyerek geri döndü''273•
Dövme yapmanın veya yaptırmanın haram olduğuna dair
açık bir ayet yoktur. Bununla beraber, Abdullah b. Mesud'un rivayet etti ği
hadise dayanılarak bu fiil kötü bulunmuş ve haram kılınmıştır.
270 Bkz.
Şafii, Risale, 91-3.
271 İbn Ebi
Asım, Kitabu's-Sünne, II. 322 vd.
272 59-Haşr-7.
273 İbn
Abdilber, Camiu Beyani'l-İlm, II. 230; Bağdadi, I<i(aye, 44. Ayrıca bkz. 255
numaralı dipnot.
-----------. 88
Hadislerin dışlanarak sadece Kur'an ile yetinilmesi,
bazen iste nilmeyen neticeler verebilmektedir. Nitekim Eyub es-Sahtiyani
(ö.h.131), "birine sünneti rivayet ettiğin zaman, 'bırak bunu, bize
Kur'an'dan haber ver' diyorsa bil ki sapıtmış tır"274 •
Umeyye b. Abdillah b. Halid, Abdullah b. Ömer
(ö.h.73)'e "se fer namazını Kur'an'da bulamadığını" söyleyince, İbn
Ömer, "ey kardeşimin oğlu! Allah bize Muhammed'i (sas) gönderdi. Biz hiç
bir şey bilmezdik. Muhammed'i (sas) ne yaparken gördüysek, biz de
yaptık"275 şeklinde cevap vermiştir:
Abdurrahman b. Yezid (ö.h.153), elbisesi ile ihrama
giren biri ni ikaz edince, adamın "bana, elbisemi çıkartmam gerektiğine
dair Kur'an'dan bir ayet getir" cevabı ile karşılaşmış tır276 •
· Bir
çok hc:1.disçi tarafından, re'y ile hükmettiği gerekçesi ile ten kidlere maruz
kalan Ebu Hanife (ö.h.lSO)'nin, hadisleri reddede rek sadece Kur'an ile
yetinmeye çalışan bir Kufeliye, "eğer sünnet olmasaydı hiçbirimiz Kur'an'ı
anlamazdık"277 demesi, onun zama nında da hadisleri reddetme faaliyetinin
bulunduğunu göstermek tedir.
C. Hadisin
Kur'an'a Denk Tutulması Korkusu:
Hadisleri reddedenlerden bir kısmına göre, hadis ile
meşgul olunursa, Kur'an'a denk bir başka otoritenin ortaya çıkması tehli kesi
doğacaktır. Zira, onlara göre Kur'an tek ve eşsiz bir kaynaktır. Delil olma
yönünden Kur'an'dan daha üstünü yoktur. Hal bu iken, hadisleri delil almak,
Kur'an'ın bu eşsizliğini ve tek kaynak olma vasfını zedelemektedir. İşte bu
düşünce, onları hadisleri dışlama ya sevketmiştir.
Bilindiği gibi, Kur'an okumak ve Kur'an
müzakerelerinde bu lunmak, o
devrin müslümanları arasında
oldukça yaygındı. Bu-
274 Meyiinci,
Ebu Hafs'Ömer b. Abdilmecid b. Ömer (ö.h.580), Mil. La Yeseu'I-Muhad= dise
Cehluhu, Bağdiid 1387/1967, 8; Neysiiburi, Ma'rifetu Ulumi'I-Hadis, 65; Suyuti,
Miftiihu'I-Cenne, 21.
27
5 Suyuti, Miftiihu'I-Cenne, 26; Acciic, Sünne, 87.
276 Suyuti, Hasa.is,
III. 24 (Tahkik edenin notu);
Huli, Muhammed Abdulaziz, Mift
iihu's-Sünne
ve Tarihu Fununi'I-Hadis, Beyrut
1400/1980, 11.
277 Kiisımi, Kavaidu't-Tahdis, 298.
nun yanı sıra, hadis müzakere meclislerinin
kurulduğu ve bura larda hadislerin rivayet edilerek tartışıldığı
bilinmektedir. Bazı kimseler, Kur'an'ı okumak ve -kendilerince- Kur'an'ın geri
plana atılmasını engellemek için hadis rivayetine karşı çıkmışlardır.
Süleyman et-Teymi (ö.h.143) Ebu Miclez (ö.h.lOl)'in
yanında iken, Ebu Miclez hadis rivayet etmeye başlar. Orada bulunanlar dan
biri, "(hadis rivayet edeceğinize) bir sure okusanız ya" deyin ce,
Ebu Miclez adama şu cevabı vermiştir: "Hadis rivayetiyle meş gul
olduğumuz şu durum, Kur'an'dan bir.sure okumaktan daha değersiz değildir"
278 • Burada, Ebu Miclez ile tartışan şahsın Kur' an'ı korumak ve hadis
rivayetiyle değerinin küçümsenmesinin en gellenmesi için hadis rivayetine
nasıl karşı çıktığı görülmektedir. Tabiundan Mutarrıfb. Abdillah (ö.h.95) da,
muhtemelen hadis rivayet ederken, "bize Kur'an'dan başka bir şeyden
bahsetme" ika zı ile karşılaşmıştır. Bu ikazın altında da hadisin
Kur'an'a denk tutulması korkusu yatmaktadır. Nitekim, bu korkuyu sezen Mu
tarrıf, ''.Allah'a yemin ederim ki, biz Kur'an'a (her hangi bir şeyi) denk
tutma niyetinde değiliz. Ancak, Kur'an'ı bizden daha iyi bi len birine
(Peygamber'e)
yöneliyoruz"279 açıklamasını
yapmak
zorunda kalmıştır.
Hadisin Kur'an'a denk tutulmak istenmeyişi, tamamen
dini bir kaygının neticesi midir, yoksa bir takım ard niyetli yaklaşımların
böyle bir meşru bahanenin arkasına gizlenmesinden mi kaynaklan maktadır? Bu
sorunun cevabını, elimizdeki materyaller ışığında ve rebilmek mümkün değildir.
Ne var ki, günümüzde olduğu gibi, İslamın ilk asırlarından itibaren bir takım
insanlar Kur'an'ı yücelt mek gibi bir maksat ile hadisleri bir kenara bırakabilmişlerdir.
D. Hadisi
Küçümseme:
Hadisin küçümsenmesi ile Kur'an'a denk tutulması
korkusu bi ribirinden ayrıdır..Bu tip insanların hadislere hiç itibar
etmedikle ri hatta hadisi küçümsedikleri görülmektedir. Bu insanlar, bazen
27 8 Bağdadi, Şerefu Ashabi'l-Hadis, 83.
279 İbn Abdilber, Carniu Beyiini'l-İlrn, il. 234;
Suyu.ti, Miftiihu'l-Cenne, 21; Bağdadi,
Kifiiye, 12 (Yayınlayanın önsözü).
tavırları ile bazen de açıkça hadisi
küçümsediklerini ifade etmiş lerdir. Darımi (ö.h.255)'nin Sünen'inde
naklettiği bazı olaylar bu konuda bize ip ucu verecek mahiyettedir. Hatta, bu
konu öylesine önemlidir ki, Darımi, bunu bir bab başlığı haline getirmiştir.
Onun, "kendisine Nebi'den (sas) bir hadis ulaştığında, o hadise tazim
etmeyen ve saygılı olmayan kimsenin karşılığının anında verilme si" adını
verdiği bu bölümde olaylar, bazen bir saha.binin bazen de bir başkasının hadis
rivayeti esnasında vuku bulmaktadır.
Bu rivayetlerdeı:ı biri şöyledir: "Ebu Hureyre
(ö.h.59), 'bir adam . iki parçalı elbisesi içinde çalım satarak yürürken, Allah
onu yerin dibine batırdı' hadisini rivayet edince, orada bulunan bir genç, 'ey
Eba Hureyre! Allah'ın toprağa batırdığı kişi şöyle mi yürüyordu' diyerek onu
alaya almıştır"280
Abdullah b. Muğaffel (ö.h.59) arkadaşlarından
birinin namaz kılarken parmaklarının ucuyla taş attığını görünce, "namaz
kılar ken taş atma. Zira, Resulullah namaz kılarken taş atmaktan men etmişti,
bunu kerih görürdü" uyarısında bulunur. Ancak, o şahsın taş atmaya devam
ettiğini görünce, "sana Resulullah taş atmayı ya sakladı demedim mi? Hala
taş atıyorsun. Allah'a yemin olsun ki seninle
ebediyyen konuşmayacağım"
demiştir281 •
Yukarıda verilen her iki misalde de hadisin ne
derece küçüm sendiği görülmektedir. Bazıları için hadis hiçbir anlam ifade et
memekte, hatta Hz. Peygamber'in sözleri herhangi bir insanın söz leriyle bir
tutulmaktadır. Hadis rivayet eden İbn Sırın (ö.h.llO)'e bir adamın, "fulan
kişiler şöyle diyor" demesi üzerine, İbn Sirin'in "ben sana
Resulullah'tan rivayet ediyorum, sen ise fulan dedi ki diyorsun"282 karşılığını vermesi bunun ifadesidir.
Yine Darımi (ö.h.255)'nin rivayetleri arasında yer
alan bir baş ka olay da şöyledir: ''.Abdullah b. Ömer (ö.h.73), 'birinizin
hanımı mescide gitmek için izin isterse engellemeyin' hadisini nakledince bir
adam, 'vallahi, hanımımı mescide gitmekten yine de men ede-
2 80
Darımi, Sünen, I. 116.
281 Darımi, Sünen, ı. 117.
2s2 Kasımi,
Kavaidu't-Tahdis, 295.
rim' diye çıkışmıştır. İbn Ömer'in ısrarına rağmen
adam yine de fikrinden dönmemiştir"283 . ·
Uba.de b. Sa.mit (ö.h.34), "Resulullah iki
dirhemin bir dirhem karşılığı değiştirilmesini yasaklamıştır" hadisini
rivayet edince, ora da bulunanlardan biri, "peşin olursa bunda bir
sakınca görmüyo rum" şeklinde karşılık vererek hadisi nasıl küçümsediğini
göster miştir284.
Said b. Müseyyeb (ö.h.93), hac veya umre esnasında,
ezan okunduktan sonra me cidden çıkmak üzere olan birini
uyararak, Hz. Peygamber'in "ezan okunduktan sonra mescidden (namaz
kıl madan) ancak bir münafık çıkar. Bir ihtiyaçtan dolayı veya geri dönmek
üzere çıkan müstesnadır" hadisini nakleder. İbn Müsey yeb, bu hadise
rağmen mescidden ·çıkan şahsın adını bir daha an mamıştır285 .
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, bazı kimseler için
Hz. Peygam ber'in sözleri sıradan bir insanın sözlerinden farksızdır ve bu ne
denle onlar için hiçbir anlam taşımamaktadır. Alimlere göre, Hz. Peygamber'in
sözü karşısında insanların görüşlerinin bir kıymeti yoktur. Şu misal bunu
açıkça dile getirmektedir:
Ebu Hanife İbn Semmak, Ebu Şureyh el-Ka'bi'nin bir
hadisini nakleden İbn Ebi Zi'b (ö.h.159)'e "ey Eba'l-Haris, sen de mi
böyle düşünüyorsun?" diye sorar. Ebu'l-Haris onun göğsüne vurur ve
"ben Resulullah'tan rivayet ediyorum, sen, 'sen de mi böyle düşü
nüyorsun?' diye bana fikrimi soruyorsun. Evet, ben de aynı kana
atteyim. Bu, bana ve bu hadisi işiten herkese
farzdır..." der286.
E. Bazı
Sufilerin Hadis İnkarı:
Sufiler, İslam toplumu içerisinde kendine has
özellikleri olan bir cemaat teşkil etmektedir. Bu bakımdan, sı1filerin hadis
karşısındaki tavrının 'grup hareketleri' içerisinde ele alınmasının daha uygun
olacağı düşünülebilir. Ancak, burada hadis karşıtı olarak ele alaca-
283 Darımi, Sünen, 1. 117-8.
284 Darımi,
Sünen, I. 118.
285 Darımi,
Sünen, ı. 118-9.
286 Kasımi,
Kavaidu't-Tahdis, 300.
ğımız sufiler, su.fi cemaatın temsilcisi olmaktan
çok münferit hare ket eden kimselerdir. O bakımdan, bazı sufilerin hadis karşıtı
tavır ları 'ferdi çıkışlar' olarak değerlendirilmiştir.
Bugün, su.fi denilince, ilk akla gelen Hz.
Peygamber'in sünneti dir. Sufilerin sünnete bağlılıkları, sünneti yaşadıkları
genel kabul görmüş bir husustur.
Ancak, elimizdeki bilgiler ışığında değerlendirdiğimizde,
özel likle ilk sufiler içerisinde, hadis ve sünnete bağlı olmayanların, hatta
onları reddedenlerin bulunduğunu görIJ?.ekteyiz.
"Hallak'tan sema eden, Abdurrezzak
(ö.h.21l)'tan sema'ı ne yapsın"287
diyen bir su.fi için hadisin hiçbir kıymeti yoktur288 •
Sufiler için Allah'ı zikretmek ve ibadete yönelmek
son derece önemli olmuştur. Öyle ki, onlara göre, kişiyi zikirden alıkoyan.her
şey, bu hadis bile olsa, zararlıdır. Nitekim, Şube ibnu'l-Haccac (ö.h.160),
"şu hadisler sizi Allah'ı zikretmekten alıkoyuyor. Artık vazgeçmeyecek
misiniz"289 derken, hadislerin insanları Allah'ı zik retmekten alıkoyan
bir şey olduğunu da dile getirmektedir.
Bazı kişilerde Kur'an'ın geri plana itilmesi
endişesinin bulun duğunu, bu nedenle hadisleri reddettiklerini belirtmiştik.
Bazı su filer de aynı endişeyi hissetmiş olacaklardır ki, hadisleri Kur'an
önünde bir engel gibi görmüşlerdir. Ebu Halid el-Ahmer bunlar dan biridir.
Onun, "insanların Kur'an'ı terkedip okumayacakları bir zaman gelir. O
zaman insanlar hadis ve re'y peşine düşerler"290 sözü, içindeki korkunun
ve hadis karşıtlığının bir ifadesidir. Aynı durumu, bir su.fi olan Fudayl b.
İyaz (ö.h.187)'da da görmekteyiz. Fudayl b. İyaz, bir hadisçiye şöyle
demektedir: '1\llah'ın Kitabı'nı zayi ettiniz. Allah'ın Kitabı'nı
arzulasaydınız, aradığınız şifayı onda bulurdunuz" 291 • Fudayl, bir başka
sözünde, "kişinin bildiğiyle amel
287 İbn Kayyim, Muhammed b. Ebi Bekr el-Cevziyye
(ö.h.751), Medaricu's-Salikin, trs., il. 468. •
288 Sufilerin bu gibi ifadeleri bazen 'şatahat'
olarak açıklanmaktadır. Bkz. Aydınlı, Abdullah, Doğuş Devrinde Tasavvuf ve
Hadis, İst. 1986, 123.
289 Bağdadi,
Hatib, Şerefu Ashabi'l-Hadis, 114; İbn Abdilber, Camiu Beyani'l-İlm, il.
159.
29 ° İbn Abdilber, Camiu Beyani'l-İlm, il. 156.
29 1 İbn
Abdilber, Ciimiu Beyani'l-İlm, ıı. 157.
etmesinin, hadis dinlemekten daha kıymetli
olduğunu" 292 ifade etmektedir.
Başlangıçta da belimiğimiz gibi, burada örnek olarak
aldığı mız bazı sfıfiler, tasavvuf mesleğine suluk etmiş kimseler olmakla
beraber, tüm sfıfilerin görüşlerini dile getirmemektedirler. Kanaa tımızca,
bunların hadis karşıtı tavırları, ferdi hareketler olarak kalmıştır.
292 Şarani, Abdulvehhab,Tabakatu'l-Kübra, Mısır
trs., 1. 55; Isfehani, Ebu Nuaym Ah med b. Abdillah (ö.h.430),
Hılyetu'l-Evliya ve Tabakatu'I-Esfiya, Beyrut 1400/1980,
VIII. 86-7.
BAZI MEZHEPLERİN HADİS KARŞISINDAKİ TUTUMU VE HADİSİ
İNKAR ETMELERİ
İslam'ın ilk asırları içerisindeki bazı mezheplerin
hadis karşı sındaki tavırlarını ve hadisi inkar etmelerini ele almadan önce,
burada uygulayacağımız metod hakkında kısaca bilgi vermek isti yoruz.
Bu mezhepler, hadisi inkar ettiklerini açıkça ifade etmemişler
dir. Hatta, bazen Allah'ın Kitabı ve Peygamber'in sünnetini bay raklaştırarak
yola çıktıkları da görülmektedir 293 • Ne var ki, konu detaylı bir şekilde
incelendiğinde, durumun hiç de böyle olmadığı görülmektedir.
Bu mezheplerin hadisi inkar ettiklerini tesbit
edebilmek için fıkhı, kelamı vb. konulardaki görüşlerini sahih sünnet ile
karşılaş tırmak bize, büyük ölçüde meseleyi ortaya koyma imkanı vere cektir.
Bu bakımdan, bid'at olarak nitelendirilen
mezhepleri tek tek ele alacak ve
onların çeşitli konulardaki görüşlerini sahih sün net ile karşılaştıracağız.
HARİCİLER VE HADİS
Bilindiği gibi, İslam'da ilk ortaya çıkan
mezheplerden biri Ha ricilerdir. Çoğunluğunu bedevilerin oluşturduğu
Hariciler, ilk defa Hz. Ali (ö.h.40) ve Muaviye(ö.h.60) arasında patlak veren
Sıffin savaşından sonra (h.37) ortaya çıkmışlardır. İslam toplumundan koparak,
çok geçmeden, kendilerine has fıkhı, kelamı ve siyasi görüşlerini
oluşturmuşlardır.
29 3 Thomson, William, Kharijitism and The
Kharijites, 1933, 381.
İlk Hariciler (Havarici Üla) ile fırkalaşmalarından
sonra olu şan Haricilik arasında önemli farklılıklar vardır. Buna rağmen, ilk
hareketlerinden itibaren sünnete cephe almışlardır. İlk Haricile rin ortaya
çıkarken sloganlaştırdıkları ''Allah'tan başka hüküm ve recek yoktur"
sözü bunu belgelemektedir294 • Bu nedenle, M. Şera feddin Yaltkaya'nın,
Haricilerin icma ettikleri hususlardan birini ''yalnız Kur'an ile amel
edilmesi" şeklinde tesbit etmesi295 son de rece isabetli olmuştur.
Hariciler, "yalnız Kur'anı Ke_rim'i nazarı
itibara alarak sünneti ihmal ediyorlardı. Zira, bunlar, Yahudiler ve
Hıristiyanlar gibi pey gamberlerin zalim olmalarını caiz görüyor ve bir
peygamberin bi'- setinden ewel veya sonra kafir olmasını tecviz ediyo rlardı296
• Bun-
. dan dolayı,
Kur'an'ın mücmel olan ayetlerini tefsir
eden hadisler den maada, Kur'an'da
mevcud olmayan bir hükmü muhtevi hadisle ri ihmal ederlerdi" 297 •
Zehebi (ö.h.748) Tezkiretu'l-Huffaz adlı eserinde
Ebu Bekr (ö.h. 13)'in tesebbütünü ele alırken, Hariciler hakkında "o,
Haricilerin dediği gibi 'bize Allah'ın Kitabı yeter' dememiştir"298 derken, Hari cilerin hadisleri nasıl inkar
ettiklerini de dile getirmiş olmaktadır.
Geniş müslüman kitlenin hadis ve sünnete bağlı
kalmasının yanı sıra Hariciler, sünnetten yüz çevirmişler ve sünnet ile amel
etmekten kaçınmışlardır299 •
İlk Hariciler ile Hz. Ali (ö.h.40) arasında geçen
konuşma, Hari cilerin sünnet hakkındaki düşünceleri ile ilgili bir takım ip
uçları vermektedir. Hz. Ali önce onlardan Habbab b. Eret (ö.h. 37)'in kati
lini istemiş, "onu hepimiz birlikte öldürdük" diyerek katili
gizlemiş lerdir. Hz. Ali, kendisinden niçin nefret ettiklerini sormuştur.
Hari cilerin verdikleri cevaba göre, Cemel savaşında (h. 36)
Hz. Ayşe
294 Bkz. Çubukçu, İbrahim Agah-Çağatay, Neşet, İslam
Mezhepleri Tarihi, Ank. 1965, 15; İbn Sa'd, Tabakat, III. 32.
295 Yaltkaya, 'M. Şerafeddin, İslam'da İlk Fikri
Hareketler ve Dini Mezhepler, Darul funfın İlahiyat Fakültesi Mecmuası, Şubat İst. 1930, 12.
296 Ezrakilerin bu konudaki görüşleri için bkz.
Şehristani, Milel, I. 211; İzmirli, İsmail . Hakkı (ö.m.1946),
Muhassalu'l-Kelam, İst. 1336, 82.
297 Yaltkaya,
M. Şerafeddin, İslam'da İlk Fikri
Hareketler, 12.
298 Zehebi,
Tezkiretu'l-Huffaz, 1. 3.
299 Kaadı
iyaz, ilma', 7.
tarafı yenilince, mallarının ganimet olarak
paylaşılmasına izin ve rildiği halde, kadınların cariye olarak alınmasının
yasaklanması bu nefretin birinci sebebidir. Hz. Ali onlara verdiği cevapta,
kadın ile çocukların kendileriyle savaşmadığını ve hiçbirinin tekfir edileme
yeceğini açıklamıştır. Bu durum bile Haricilerin ne kadar katı oldu ğunu
göstermektedir. Haricilerin ikinci suçlamaları, Hz. Muaviye (ö.h. 60) ile
aralarında tartışma konusu olan 'emiru'l-mü'minin' sı fatının Hz. Ali tarafından
silinmiş olmasıdır. Bu konuda da Hz. Ali, Hz. Peygamber'in Hudeybiye anlaşması
sırasında (h.6) _kendi adı nın önünden 'Resulullah' kelimesini silerek
Muhammed b. Abdullah yazılmasını kabul edişini delil olarak getirmiştir. Başka
bir deyişle, Hz. Ali, yaptığ! davranışların sünnete uygun olduğunu göstermek
istemiştir. Ne var ki, sunnetten habersiz olmaları ve onu hafife al maları
sebebiyle Hariciler, Hz. Ali'ye yeni sorular yöneltmeye de vam etmişlerdir. Bu
kez de "eğer hilafete layık isem beni halife ya pın, eğer layık
olmadığımı düşünürseniz layık olanı halife yapın" diye niçin hakemlere
söyledin, şeklinde itirazlarda bulunmuşlardır. Hz. Ali, buna da Hz.
Peygamber'in sünnetinden delil getirmiş ve onun Hıristiyanlar ile
la.netleşmesinin aynı şekilde olduğunu açık lamıştı'r. Sünnetten getirilen bu
delil ile de tatmin olmayan Harici ler, bu defa da "hakkın olan konuda
niçin hakem tayin ettin" diye sormuşlardır. Hz. Ali'nin bu soruya verdiği
cevap, yine sünnetten olmuştur. Benu Kurayza Yahudileri ile ilgili hüküpl
vermek gerekti ğinde Hz. Peygamber'in Muaz b. Cebel (ö.h.18)'i hakem tayin
etti ğini hatırlatınca, Haricilerden bir kısmı Hz. Ali'yi haklı bularak onun
saflarına katılmışlardır300
Konuya başlarken, bu gibi fırkaların, Allah'ın
Kitabı ve Resul'ün sünneti gibi kavramları parola edinerek yola çıktıklarını
belirtmiş tik. Ancak, Hariciler hakkında buraya kadar verdiğimiz bilgilerin
tersine, onların hadise bağlılıklarını hatırlatacak mahiyette ve 'ehH sıyam ve
salat' vasfını haiz oldukla.rını gösteren bir takım rivayet ler de söz
konusudur. Özellikle Nehrevan'da toplanan ilk Hariciler çok namaz kılan ve oruç
tutan bir cemaat olarak tanınmışlardır301 •
300 Hz. Ali ile Hariciler arasındaki bu konuşma için
bkz. Bağdadi, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 58-60.
30 1 Şehristani,
Milel, 1. 199.
"Havaric tarihini mütalaa eden kimseler
bunların pek çok iba det etmekle temayüz ettiklerini görürler. Bunlar, bila
istisna ya-· lancılıktan ve açık günahlar irtikab edenlerden teberri ederler.
İç lerinde hırsızlık ve saire gibi kötülükler yoktur"302 • Diğer
taraftan, Haricilerin ilk halifesi Abdullah b. Vehb er-Rasıbi (ö.h.38)'nin Bas
ralılara yazdığı mektupta, konumuz açısından bazı önemli açıkla malar
bulunmaktadır. Er-Rasıbi bu mektubunda şöyle demekte dir: "Kitabıyla en
çok amel edilen ve hak ve hakikatı en çok ilti zam eden v rızasını celpte en
çok ictiyad eyleyen kulun, k?-tında en sevimli kul olduğu Allah'a hamd ederiz.
Dindaşlarımız, emri ilahide ricali tahkim ettiler ve Allali'ın kitabında inzal
buyurmuş olduğu vechin ve sünneti nebeviyyenin gayriyle hükmettiler ve bundan
dolayı kafir olup doğru yoldan saptılar. Biz de onları ta mamiyle
bu;aktık>'3°3• Hz. Ali
(ö.h.40) de Hariciler ile konuşması için Abdullah b. Abbas
(ö.h.68)'ı gönderirken ona, "Kur'an'dan delil getirmesini, ancak,
hadislere dayanarak onları ikna etmeye çalışmamasını" 04 tavsiye
etmektedir. Yanlarına gittiğinde onların ikramı ile karşılaşan İbn Abbas, aynı
zamanda çok namaz kılma larından dolayı alınlarında yaralar açılmış olduğunu
ve Üzerlerin de temiz elbiseler bulunduğunu görmüştür3°5 •
Görüldüğü gibi, bir taraftan Haricilerin sünneti
reddettikleri, di ğer taraftan sünnete bağlılıkları gibi birbirine zıt
rivayetler söz ko nusudur. Ancak, Haricilerin hadisleri reddettikleri
şeklindeki kana at, aralarında bir ayırıma gidilmemesinden kaynaklanmaktadır.
Baş ka bir deyişle, Haricilerin içerisinde hem sünnete bağlı olanlar, hem de
reddedenler bulunmaktadır. Hariciler hakkında hüküm vermeyi zorlaştıran
sebeplerden biri de sünnete bağlı olduklarını bir takım vesilelerle ifade etmiş
olmalarıdır. Fakat, bu durum bizi yanıltma malıdır. Zira, İslam'da ortaya
çıkan her hizip ve fırka, kendisinin Kur'an ve sünnete bağlı olduğunu
ileri sürmüştür306 •
302
Yaltkaya, Şerafeddin, İslam'da
İlk Fikri Hareketler, 15.
303
Çubukçu-Çağtay, İslam Mezhepleri Tarihi,
21.
304
Suyuti, Miftiihu'l-Cenne, 35.
305
Çubukçu-Çağatay, İslam Mezhepleri
Tarihi, 18.
306 Acciic,
Sünne, 188.
Kanaatimizce, tüm Hariciler hadis inkarcısı olarak
nitelendiri lemez. Bunların içerisinde ferd olarak sünnete bağlı olanlar bu
lunduğu gibi, İbadiler gibi Ehli Sünnete yakın307 bazı gruplar da vardır.
Oldukça erken bir dönemde yaşamış İbadilerin alimlerin den olan Rebi' b. Habib
(ö.h.170)'in "el-Camiu's-Sahih" adındaki eseri, tamamen
bir hadis kitabıdır.
Haricileri Hadis İnkarına Götüren Önemli Bir Sebep:
Sahabenin Kötülenmesi:
Hadis inkarının sebeplerini ele lırken, sahabenin kötülenme-
-si konusunda, Haricilerin sahabe hakkındaki
düşüncelerini belirt miştik. Ebu Mansur Bağdadi (ö.h.429)'nin naklettiğine
göre, el Ka'bi (ö.h.319), pek çok fırkaya ayrılmış olmakla Haricilerin Hz.
Ali, Osman (ö.h.35), iki hakem -Amr İbnu'l-.As (Ô.h.42) ve Ebu Musa el-Eş'ari
(ö.h.44)- ile Cemel savaşına (h.36) katılanların ve hakemlere rıza
gösterenlerin tekfir edilmesinde icma ettiklerini söylemektedir. Ebu Mansur
Bağdadi, aynı yerde, Ebu'l-Hasan el Eş'ari (ö.h.324)'nin de bu fikre
katıldığını ifade etmektedir308 • Sıffın'de Hz. Ali'nin saflarında çarpışırken,
Muaviye ordusunun mushafları mızraklarının ucuna takarak karşı tarafı Kur'an'ın
hük müne çağırmaları üzerine Hz. Ali'yi zor kullanarak durduran, ha kemlerin
tayin edilmesi kesinlik kazanınca Hz. Ali'den yüz çevire rek onu tekfir eden,
aralarında Hz. Osman'ın katillerinin de yer aldığı ve çoğunluğunu bedevilerin
oluşturduğu ilk Hariciler, tüm bu tavırlarıyla tam bir çelişki içerisinde
görünmektedirler. Takı nacakları tavrı olayların gelişimi doğrultusunda sık sık
değiştir mektedirler. Ancak, tahkim olayının sahabeyi tekfir etmelerinde rol
oynadığı kesindir. Tahkim olayından sonra "emiru'l-müminin Ali'yi tekfir
etmişler ve i Allah'ın hükmünü terketti de bir takım adamları hakem tayin etti'
demişlerdir"309 • Hariciler, Hz. Osman
(ö.h.35)'ı da tekfir etmekten uzak
durmamışlardır310 Watt'a göre,
"Hariciler, idaı:esinde görev yapan tanınmış
birinin suçuna C(!Za
307 Fığlalı,
Ethem Ruhi, İbadiyye'nin Doğuşu ve Görüşleri, AÜİFYay. Ank. 1983, 142.
308 Bağdadi,
Ebu Mansur, el-Fark Beyne'I-Fırak, 55.
3o 9
Şehristani, Milel, 1. 203.
310 Bkz. Bağdadi, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak,
61; İzmirli, İsmail Hakkı, Muhas salu'l-Kelam, 78.
vermediği için , Hz. Osman'ı günahkar kabul
etmişlerdir. O, bu günah yüzünden İslam cemaatına dahil olmanın getirdiği imti
yazlarını kaybetmiştir. Bu nedenle, müslümanlar için, sadece onun cezasının
karşılığını vermek değil, fakat aynı zamanda, onu öl dürmek te bir görev
olmuştur"311 • Haricilerin Hz. Osman'ı tekfir ediş sebebi olarak
gösterilen bu ve benzeri hususlar bir takım ba hanelerden ibarettir. Aslında,
Haricilerin Hz. Osman'ı tekfir etme lerinde daha farklı sebepler aranmalıdır.
Her şeyden önce, Harici lerin çoğu bedevilerden oluşmaktadır. Öz.ellikle de
Yemen gibi uzak bölge halkları arasından çıkmışlardır. Bunların, Hz. Ebu
Bekr'in halifeliği zamanında ortaya çıkan yalancı peygamberlerin ordula rı
arasından oplanmış askerler olması ihtimali de vardır. Eğer bu tahmin ·doğru
ise, bunların kalplerindeki kin ve İslam düşmanlığı Sıffin'e kadar gizli
kalmış, Sıffin savaşından sonra ortaya çıkmış tır. Sıffin'de 'La Hükme illa
lillah' sloganı ile ortaya çıkanların ara sında Hz.Osman'ın katillerinin
bulunduğunu da unutmamak ge rekir. Üstelik, bedevi tabiatlı bu insanların medenileşmesi
için ça lışılmış olsa bile, bedevi tabiatları sık sık su yüzüne çıkan bir dür
tü olarak kalmış olmalıdır. Bu nedenle, sonu medenileşmek olan her tür harekete
karşı çıkmışlardır. Bu yüzden, Harici hareketleri 'bedeviliğin medeniliğe
isyanı' olarak görmek yanlış olmayacak tır.Haricilerden Ezra.kiler fırkası Hz.
Ali'yi tahkim nedeniyle, Ebu Musa el-Eş'ari (ö.h.44) ve Amr İbnu'l-As
(ö.h.42)'ı hakem olmala rı nedeniyle tekfir etmişlerdir312 • Haricilerin Ehli
Sünnete en ya kın kolu olarak anılan İbadiye'nin arasından çıkmış olan
Hafsıyye grubu da sahabenin kötülenmesine meyletmiş ve Hz. Osman'ın küfrüne
hükmetmiştir313 • Haricilerin sahabeyi bu şekilde tekfir et meleri, hadislere
karşı aldıkları tavırda etkili olmuştur. Zira, hadisler sahabenin rivayetiyle
onlara kadar ulaşmıştır. Başka bir deyişle, onlar ile Hz. Peygamber arasında
sahabe halkası bulunmaktadır. Bu hal kanın herhangi bir .şekilde ortadan
kalkması, hadisleri askıda bı-
311 Watt,
William Montgomery, Islamic Philosophy and Theology, 3.
312 Eş'ari,
Makiiliitu'l-İslamiyyin, 78. Hz.
Osman'ın tekfir edilişine Ehli Sünnetin
ver
diği cevap hakkında bkz. Bağdadi, Ebu Mansur,
el-Fark Beyne'l-Fırak, 73-4.
313 Bkz.
Eş'ari, Makiiliitu'l-İsliimiyyin, 103.
rakmaktadır. Diğer yönden, 'müslüman' sıfatını
yakıştıramadıkla rı bu insanların, hadisleri değiştirmeden veya tahrif etmeden
nak lettiklerini düşünemezlerdi. Böylece Hariciler, hadisi inkara ka dar
varan ilk kapıyı aralamış olmaktadır.
Harici Kelamı ve Hadis
Haricilerin
fikir birliğine vardığı hususlardan
birinin "müminin
birr ve takva sahibi bir kimse olduğu"314 ifade
edilmekle beraber, imanın tanımında farklı görüşlere sahip oldukları
görülmektedir. Ehli Sünnete yakınlığı ile bilinen İbadilere göre iman, ' lah'ın
kul
larına farz kıldığı şeylerin tümüdür"315.
İbadiyye'nin bir kolu olan Hafsıyye, "kitaplara ve
peygamberlere iman, Allah'ı
birlemek ile
beraberdir"316 görüşündedir. Böylece,
İbadiyye'nin imanı farzlarla
açıklamasına karşılık, İbadiyye'nin bir kolu olan
Hafsıyye -ameli yönü bir yana bırakarak- imanı Allah'ın birliğine, kitaplarına
ve re sullerine iman şeklinde tanımlamıştır. Beyhesiyye, imanın tanımını
diğerlerine göre daha geniş tutmuştur. Onlara göre, "bir kimse, Al lah'ı
tanıdığını (marifetullah), Allah'ın dostlarını dost kabul edip düşmanlarından
uzak olduğunu ikrar etmedikçe müslüman ola maz"317. Bir başka yerde
imanı, insanın "her türlü hak ve batılı bil mesi" olarak
tanımlayan Beyhesiyye, imanı kalbin
bir fiili olarak
görmekte, söz ve ameli ondan ayırmaktadır318.
Bu kısa açıklamalardan sonra, Harici fırkaların
imanı biribirin den farklı şekilde anladıkları ortaya çıkmaktadır. Haricilerin
imanı bu şekillerde tanımlamaları, hadislerde dile getirilen iman unsur
larıyla bazı noktalarda paralellik arzetmekteyse de, genel anlam da hadislerde dile getirilen
iman ile bir ilgisinin olmadığı da anla şılmaktadır. Hadisler tarafından ifade
edilen imanın içeriği son derece geniştir. Hz. Peygamber'den gelen
bir rivayetten öğrendi-
314 İzmirli,
İsmail Hakkı, Muhassalu'l-Kelam, 78; Çubukçu-Çağatay, İslam Mezhepleri Tarihi,
38.
315 Eş'ari,
Makiilatu'l-İslamiyyin, 110.
316 Eş'ari,
Makiilatu'l-İslamiyyin, 103.
31 7
Şehristani, Milel, I. 220.
318 Şehristiini, Milel,
I. 221. Şehristani
(ö.h.548) bir cümle
ileride, Beyhesiyye'nin
imanı ilim, ikrar ve amel olarak kabul ettiğini
söylemektedir.
ğimize göre, ımanın altmış -bazı rivayetlerde
yetmiş- kadar kısmı vardır319• Yani, bunlar imana aid vasıflardır. Haya
duygusu, sevgi, muhabbet gibi vasıflar iman ile alakalı görülmektedir320 •
'Meşhur Cibril hadisinde, iman, ' lah'a, meleklere,
kitaplara, peygamberlere, ahirete ve kadere iman" şeklinde altı maddede
toplanmaktadır321 • imanı 'Allah'ı birlemek, kitaplarına ve elçileri ne inanmak' şeklinde formüle
eden Hafsıyye'nin bu tanımı, Cibril hadisindeki altı maddenin bir kısmı ile
paralellik arzetmekte ise de, tam olarak örtüş:ı;nediği görülmektedir.
Beyhesiyye'nin imanı 'marifet ve ikrar' şeklinde tanımlamasının hadislerde
formüle edi len tanımla bir
alakasının olmadığı
görülmektedir.
Haricilerin, büyük günah meselesini iman konusu
yapmaları na rağmen, bazen de amel iman ayırımına gittikleri görülmekte
. dir. Fakat, bu konu esasen Mürcie'yi
ilgilendirdiğinden, orada ele alınacaktır.
Haricilerin Bazı Fıkhi Görüşleri ve Hadis
Ezrakiler, recmi kabul etmemişlerdir 322 • Bunun
sebebi, recm cezasının Kur'an'da bulunmamasıdır 323 ve sünnet ile getirilmiş
bir hüküm olmasıdır. Bu noktada, Ezrakiler, mütevatir bir sünneti 'Kur' an'da
aslı bulunmadığı için' reddetmişlerdir. Zinada
uygulanan recm cezası, Kur'an'da zikredilmemekle beraber,
Hz. Peygamber ve sonraki
halifeler tarafından tatbik
edilmiştir324 •
Ezrakiler, kazf (namuslu kadına zina ettiği
iftirasında bulunma) cezasını da inkar etmişlerdir32 5 • Oysa, kazf cezası, hem
Kur'anı Kerim
319 Bkz.
Buhari, iman, ı. 8; Müslim, iman, ı. 63; İbn Mace, Mukaddime, 1. 26; Ebu Davud,
Sünne, V. 56; Tirmizi, Birr, iV. 364.
320 Bkz.
Buhari, iman, I. 8-10; Müslim, iman, ı.
67,85; İbn Mace, Mukaddime, 1. 26;
Tirmizi,
Kıyamet, IV. 666; Ahmed b. Hanbel,
III. 70, V. 285.
321 Buhari,
iman, I. 18; Müslim, iman, J. 37; İbn Mace,
Mukaddime, ı. 24-25; Ebu
Davud, Sünne, V. 72; Tirmizi, iman, V. 6; Ahmed b. Hanbel,
il. 426.
3,22
Bağdadi, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'I-Fırak, 64; Eş'ari, Ma½alat, 89.
3·'3
Şehristani, Milel, l. 210.
324 Bkz.
Buhari, Hudfıd,·vııı. 21-2; Müslim, Hudfıd, ili. 1318; Ahmed b. Hanbel, II.
153; ı:;:bu Davud, Hudfıd, IV. 593; Tirmizi, Hudfıd, iV.
43-4.
325 Ba::;d5di, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'I-Fırak,
64; Şehristiini, Milel, 1. 210; İzmirli, İsmaıi Hakkı, Muhassalu'I-Kelam, 82.
Kazf cezası hakkında geniş bilgi için bkz. Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuku
İslamiyye ve Istılahi\tı Fıkhıyye Kamusu, İst.
1967,
III. 229-249.
hem de sünnet tarafından tesbit edilmiş bir
cezadır326 • Ezrakiler, hır sızlık suçundan dolayı hırsızın elinin kesilmesini
emreden ayeti327 tahsis eden sünneti reddetmişlerdir. Bu nedenle, çalınan şey
ne miktarda olursa olsun hırsızın elini kesmişlerdir328 • Halbuki, söz konusu
ayet umumi lafızlarla inmiş, uygulamada ise sünnet tara fından tahsis
edilmiştir. Bu konudaki sünnet, hırsızın elinin kesi lebilmesi için çalınan
malın dört dinar veya daha fazla bir değer de olmasını gerekli görmüştür 329 •
Haricilerin ortaya attığı bid'at lerden biri de nikah ile ilgilidir. "Hz.
Ali ve Ç)sman'dan teberriyi her ibadetten önce sayarlar ve nikahı ancak bu
teberri ile sahih kabul ederlerdi" 330 • Halbuki bu, ne Kur'an'a ne de
sünnete uy maktadır. Kur'anı Kerim evlenilemeyecek kimseleri tek tek say dığı
gibi331 Hz. Peygamber'in nikah konusundaki emir ve uygula maları da nikahı ve
şartlarını detaylarıyla belirlemektedir332 • Ha ricilerden Necedat fırkası,
içki içmeye uygulanan had cezasını inkar etmiştir 333 • Bu konudaki had cezası,
Hz. Peygamber tarafından kırk deynek olarak uygulanmış334 ve Hz. Ömer'in
hilafeti zama nında (h.12-22) bu sayı seksen deynek olarak kabul edilmiştir335
• Yukarıdaki misallerden anlaşıldığı gibi, Hariciler, Kur'an'da aslı bulunmayan
sünneti reddetmişlerdir. Hatta, zaman zaman daha da ileri giderek Kur'an
tarafından getirilen uygulamaları bile kal dırmışlardır.
326 24-NO.r-4. Hz. Peygamber'in bu konudaki
uygulamaları için bkz. Buhari, Şehadat, Hl. 160, Talak, VI. 178; Nesai, Ebu
Abdirrahman Ahmed b. Şuayb b. Ali b. Bahr (ö.h.303), es-Sünen, Şerh:Celaluddin
es-Suyu.ti, Haşiye: es-Sindi) Çev: A. Muhtar Büyükçınar, İst. 1981, Talak, VI.
593; Zebidi, Tecridi Sarih, XI. 139-142.
327
5-Maide-38.
328 Bağdadi,
Ebu Mansur el-Fark Beyne'l-Fırak, 64.
329 Bkz.
Buhari, Hudud, VIII. 16-7; Müslim,
Hudud, III. 1312; İbn Mace, Hudud, il.
862; Nesai, Sirkat, VIII. 515-6.
330
Çubukçu-Çağatay, İslam Mezhepleri Tarihi, 38.
331
4-Nisa-23; 2-Bakara-220. •
332 Bkz. Buhari, Nikah, V. 116-162; Müslim, Nikah,
il. 1018-1067; İbn Mace, Nikah, I. 592-649; Nesai, Nikah, VI. 435-539.
333 Bağdadi,
el-Fark Beyne'l-Fırak, 68; İzmirli, İsmail Hakkı, Muhassalu'l-Kelam, 83.
334 Buhari, Hudud,VIII. 13-4; Müslim, Hudud, III.
1330; Ebu Davud, Hudud, ıv. 621; İbn Mace, Hudud, il. 858.
335 Müslim,
Hudud, III. 1330-1.
-- -- -- --
- ---------
MUTEZİLE VE HADiS
Mu.rezile de Haricilerde olduğu gibi doğrudan
hadisleri karşı sına alarak hareket etmemiştir. Eserlerinde, zaman zaman
hadisle ri kullandıkları da görülmektedir. Bununla berabeı; sistemleri de
taylı bir şekilde incelendiğinde, onların da hadislere pek sıcak bak madıkları
teshir edilebilmektedir.
Mutezilenin Sünnete Taraftar Görünmesi
Mutezile, zaman zaman sünnete ittibadan
bahsetmektedir. el Hayyat (ö.h.300), İbnu'r-Ravendi (ö.h.245)'nin Mutezile
aleyhin deki görüşlerini çürütmek için kaleme aldığı eserinde, sünnetin öne
mini ve değişmezliğini vurgulamakta, Rafızilerin 'sünnetin tağyir, tebdil ve
tahrife maruz kaldığı' şeklindeki fikirlerini eleştirmekte
dir336. Mfızilerin "sünnete muhalefet
ettiklerini"337, ' lah'ın, dini
ne sıkı sarılmayı ve Resulü'nün sünnetine uymayı
emre ttiğini"338 ifade etmektedir.
Bir Mutezili alim olan Kaadı Abdulcebbar (ö.h.
41S)'ın da bu hususlarda Hayyat ile aynı fikirleri
paylaşnğı görül mektedir339 . Mutezili alimler, eserlerinde hadisleri delil
olarak da kullanmışlardır. İlk Mutezili alimlerden sayılan Cahız (ö.h.255),
Kitabu'l-Osmaniyye ve Kitabu'l-Bekriyye adıyla kaleme aldığı eser lerinde dört
halifenin faziletlerine dair hadislere yer vermiştir. Ca hız, Arap dili ve
edebiyarına dair yazdığı el-Beyan ve't-Tebyin adlı eserinde, edebi konularda
hadisleri delil olarak kullanmışrıı-3"° .
336 Hayyat,
el-İntisar, 81.
337 Hayyat,
el-İntisar, 13.
338 Hayyat,
el-İntisar, 23.
339 Kaadı
Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 67.
340 Mesela
bkz. Cahız, Ebu Osman Amr b. Bahr (ö.h.255), el-Beyan ve't-Tebyin, Kahi
re 1367-1369/1948-1950, I. 63.
------------ 104 -----------
Cahız bir tarafa bırakılacak olursa, diğer Mutezili
alimler için aynı şeyleri söyleyemeyiz. Mesela, Kaadı Abdulcebbar, ciltlerle
eser kaleme almış olmakla beraber kullandığı hadis sayısı oldukça az dır.
Kendi kelami sistemine uygun düşmeyen hadisleri ise kullan mamakta itina
göstermiştir. Tenzihu'l-Kur'an adlı eserini Kur'an'ın kelami ayetlerini izah
etmek için yazmıştır. Maide Suresi'nin 32. ayetini açıklarken, bir cana kıyanın
bütün insanlığı öldürmüş gibi olacağını, "kim iyi bir sünnet ortaya koyarsa,
onun sevabı ve o sünnete uyanların sevabı _onadır. Her kim de kötü bir sünnet
orta ya koyarsa..."341 hadisi ile açıklamaktadı r342 •
Aynı hadisi başka bir yerde daha kullanmıştır343 • Burada
ilginç bir hususa daha dik kat çekmek
istiyoruz. Kaadı Abdulcebbar (ö:h.415) Müteşabihu'l Kur'an adını verdiği
eserinde bir çok ayet ele aldığı halde, kullan dığı hadis sayısı ondört
kadardır. Bunlar dışındaki ayetleri kendi fikirleri çerçevesinde yorumlamıştır.
Mutezilenin Hadisleri İnkar Etmesi
Kur'an ile yetinme fikri Mutezile'de açıkça
görülmektedir. On lara göre, "Kur'an'da pek çok öğüt ve ibretler vardır.
İnsan Kur'an'ı düşünse bu ona yeter. Nebi'den (sas) rivayet edilmiştir ki, o,
Ali'yi kendisinden sonra ümmet içinde çıkacak olan ihtilaflara karşı uyar mış
ve 'size düşen Allah'ın Kitabı ile amel etmektir' demiştir"344• Ne kadar
ilginçtir ki, Resulullah'ın bir sözü hadise karşı delil olarak getirilmiştir.
Bu aynı zamanda onların bilgisizliğine de işarettir. Eğer, söz konusu hadisin
diğer varyantlarına da vakıf olsalardı, Hz. Pey gamber'in ''.Allah'ın Kitabı
ve Resulü'nün sünneti" dediğini görürler di345. Mutezile, "sünnetin
araştırılmasında gayret göstermemiş, şer'i meselelerden habersiz kalmışlardır.
Re'yi hikmet, ilim ve delil ka-
341 Muslim, İlm, IV. 2059, Zekat, il. 705; Ahmed b.
Hanbel, iV. 357, 359, 360; Nesai, Zekat, V. 98; Darımi, I. 130; İbn Mace,
Mukaddime, I. 74-5.
34 2 Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 107.
343 Bkz.
Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 194.
344 Kaadı
Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 194.
345 Bkz. 'ibn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik
el-Hımyeri (ö.h.219), Siretu'n-Ne beviyye, Mısır 1355/1936, iV. 86. Kaadı
İyaz, İlma', Kahire 1389/1970, 9.
bul etmişlerdir. Allah'ın Kitabı'nı ve resulünün
sünnetini boş şeyler ve taklit olarak değerlendirmişlerdir" 346 . Sünnete
uyanları ayıpla mış ve onları kötülemişlerdir347 . Mutezile alimleri,
hadıslerin zahi rinde görülen zıtlıklar, bazı hadıslerdeki akla ve tecrübeye
ters dü şen hususlar sebebiyle hadıse ve hadısçilere hücum etmekten çe
kinmemişlerdir348. İbn Kuteybe (ö.h.276)'nin
Te'vil adlı eseri bu
nun örnekleriyle doludur. "Şaki, anasının
karnında iken şaki, said de anasının karnında iken said olandır"349hadısi,
Mutezile'nin red
dettiği hadıslerden sadece bir anesidir350
•
Mutezile'nin
Ahad Hadisleri Reddetmesi
Mutezile'nin ahad haberleri reddettiklerine dair hem
Ehli Sün net, hem de Mutezile alimlerinin ifadeleri vardır. Mutezile, bir
haberin mütevatir kabul edilebilmesi için en az on -bazılarına göre yirmi-
sahabeden nakledilmiş olmasını şart koşmuştur. Hatta, ba zıları, hadisin
isnadında Cennet ehli olarak vasıflandırılan bir ra vinin bulunmasını gerekli
görmüşlerdir351 • Ebu Mansur Bağdadi (ö.h.429), ahad haberleri reddeden
Mutezili alim Nazzam (ö.h.231) hakkında şöyle demektedir: "Onun
saçmalıklarından on altıncısı, mütevatir haber hakkındaki görüşüdür. Ona göre,
mü tevatir haberin, bu haberi nakledenlerin sayısı işitenlerinkinden fazla
olabilmesine ve nakledenlerin onlara verdikleri öneme ve önem sebeplerindeki
farklılıkları rağmen, yalan olması caizdir. Ahad haberlerin de zaruri ilmi
gerektirmediği hususu onun bu görüşü paralelindeki saçmalıklarındandır'1352 •
Görüldüğü gibi Nazz am, diğer Mutezili alimlerin aksine mütevatir haberi bile
anlam sız kabul etmektedir.Ebu'l-Huzeyl (ö.h.235)'in bu konudaki gö rüşleri
de Nazzam'ınkinden pek farklı değildir. Ebu'l-Huzeyl'e göre, "...haberler
zinciri ile gelen bir delil, bir veya daha çoğu Cennetlik
346 Lalkai, Şerhu Usı1li İ'tikadi Ehli's-Sünne, I.
12-3. 347 Bkz. Lalkai, Şerhu Usı11i İ'tikadi Ehli's-Sünne, I. 14. 34 8
Ebu Şehbe, Difa', 6 (Mukaddime).
349 Buhari, Kader, VII. 210.
350 Bkz. İbn
Kuteybe, Tevilu Muhtelifi'l-Hadis, 41.
351 Bkz.
Canan, İbrahim, Soruşturma-2, 188.
352 Bağdadi,
Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 127.
olan en az yirmi kişi bulunmadıkça kabul
edilemez...Dört kişiden az bir topluluğun haberi bir hüküm almayı
gerektirmez"353 • Mute zile'nin ahad haberleri reddettiği,
birazdan bir Mutezili alimin ken di_eserinden vereceğimiz gibi kesindir.
Mütevatiri kabul etmeleri ne gelince, yukarıdaki ağır şartları koymak
suretiyle, aslında mü tevatiri de reddetmişlerdir. Zira, bu şartlara uygun
hadis sayısı bir kaçı geçmez. Buna rağmen, yukarıda da temas ettiğimiz Sibi,
Mutezile alimleri kendi eserlerinde zaman zaman hadislere yer vermişlerdir.
Ancak, kendi kullandıkları hadisler de aı:ulan şartla ra uygun değildir. Bunun
anlamı şudur: Mutezile, hadisleri redde debilmek için bu şartları koymuş
ancak, kendi görüşleri paralelin deki bir hadisi, şartlarına uymasa bile,
kullanmaktan çekinme miştir. Şimdi, Muteziii alimlerinden Hayyat (ö.h.300)'ın
bu konu-· daki düşüncelerine bakalım. Hayyat, Ebu Musa'nın kelamcıları tekfir
etmesiyle ilgili haber hakkında "bu, tek kişinin haberidir" dedikten
sonra, "bizim, adil olan bir kişinin haberi hakkındaki gö rüşümüz, onun
ilim gerektirmeyeceği, o kimsenin dediğinin dedi ği gibi olmasını
gerektirmeyeceği şeklindedir 354 demek suretiyle haberi ahad hakkındaki
görüşünü de ortaya koymaktadır.
Hayyat, ahad haberleri bu şekilde reddettikten
sonra, müteva tir hakkındaki görüşünü
şöyle dile getirmektedir: "Sözün doğrusu odur ki, mütevatir haber haktır
ve ilmi gerektirir" 355 • Görüldüğü gibi Mutezile, mütevatir haberleri
Ehli Sünnet dışında ve çok fark lı bir şekilde anlamış, getirdiği ağır
şartlarla bir çok mütevatir hadisi dışlamıştır. Ahad haberleri de ilim
gerektirmeyeceği düşüncesi ile toptan reddetmiştir. Bu sebeple, Mutezile'nin
kelam sisteminde hadisin yeri hemen
hemen yok gibidir.
Mutezile'nin Peygamberlik Kurumu ve Hz. Peygamber
Hakkındaki Genel Düşüncesi
Mutezile'ye göre peygamberlik kesbi değildir. Allah,
bazı in sanları nübüwet ve risalet göreviyle seçmiştir. Bu da
ancak yüce
353 Bağdadi,
Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 109-110.
354 Hayyat,
el-İntisar, 55.
355 Hayyat, el-İntisar, 114.
------------ 107
Allah tarafından gerçekleşebilir356. Peygamberler,
peygamberlik görevinden vaz
geçemezler357 . Peygamberlerin, insanlar
içerisin
deki en hayırlı kimseler olduklarını belirten
Mutezili alimlerin yanı sıra358, peygamberlerden teklifin kaldırıldığını
söyleyecek kadar ileri giden Mutezili alimler de vardır359. Ancak, Mutezile
alimleri
bu konutlu ittifak etmemiştir360 •
Kaadı Abdulcebbar (ö.h.4lS)'a göre, nebilerin küfre
gitmesi ve büyük günah işlemesi mümkün değildir361. Hişamiyye'nin bir kolu
olarak ka]:ml edilen Fuvatiyye fırkası, mucizeleri
peygam_berliğin delillerinden kabul etmemektedir. Fuvatiyye'ye göre, denizin
ya rılması, asanın yılana
dönüşmesi, ayın yarılması, sihrin
bozulması
ve suyun
üzerinde yürüme gibi şeyler
bir peygamberin peygam
berlik iddiasında haklı olduğuna delalet etmez362.
Bu görüşleri Hz. Peygamber'e
uygulayan Nazzam (ö.h.231),
daha da ileri gi
derek, Kur'an'ın i'cazının Hz. Peygamber'in elçilik
görevinin doğ ruluğuna delil olmadığını söylemektedir. Nazzam bu konuda şöy
le der: "Kur'an'ın nazmı ve kelimelerin edebi bakımdan güzelliği, salat ve
selam ona olsun, Nebi'nin mucizesi değildir ve onun pey gamberlik davasındaki
doğruluğuna delalet etmez. Onun doğru luğuna delalet eden husus ancak,
Kur'an'ın içindeki gayba ait ha berlerdir363. Nazzam'ın meşhur 'sarfa
teorisine' göre, insanlar Kur' an'ın bir benzerini getirebilecek güçte
olmalarına rağmen, bun dan engellenmişlerdir. Bu da diğer mucizeler gibi
harici bir şey dir364. Hayyat (ö.h.300), İbnu'r-Ravendi (ö.h.245)'nin Nazzam'a
yönelttiği aynı suçlamayı reddeder ve onun, Kur'an'ın Hz. Pey
gamber'in
davasına huccet teşkil ettiğine inandığını söyler365.
356 Kaadı
Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 57-8.
357 Kaadı
Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 141.
358 Cahız,
Ebu Osman Amr b. Bahr (ö.h.255), Cümelu Cevabati'l-Osmaniyye bi Cüme-
35 lu
Mesaili'r-Rafıza ve'z-Zeydiyye, Mısır 1374/1955, 41.
9 Bkz.
Na.der, Albert Nasri, Felsefetu'l-Mutezile, 153.
360 Bkz. Na.der,
Albert Nasri, Felsefetu'l-Mutezile, 153-4.
361 Kaadı
Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 137.
362 Bağdadi,
Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 148.
363 Bağdadi,
Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 128.
364 Suyu.ti, Celaluddin Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr
(ö.h.911), el-Itkan fi Ulfımi'I-Kur'an, Ka
hire 1951, il.
150-1.
365 Hayyat, İntisar, 28.
Ancak, kanaatimizce bu konuda Hayyat yanılmaktadır.
Zira, sa dece İbnu'r-Ravendi değil, bir çok alim Nazzam hakkında aynı
şeyleri nakletmektedir366 •
Mutezile'ye göre, Hz. Peygamber'in şer'i bir
meseleyi gizlemesi veya onu değiştirmesi mümkün değildir 367 • Ancak, yüce
Allah, Levhi Mahfilz'da bulunan her şeyi ona vahyetmiş de değildir 368 • O,
gaipten bir takım haberler getirmiştir. Ne var ki, bu haberler, Arapların veya
Yahudi ve Hıristiyanlann anlattıkları kıssalar gibi değildir. O, bu olaylan
tafsilatıyl ve doğru bir şekilde açıklamış tır. İşte bu durum, Hz.
Peygamber'in nübüvvetinin doğruluğuna delalet etmektedir369 • Hz. Peygamber'in
fiillerinde hata edebile ceğini ve günahkar olabileceğini söylemek,
Mutezile'ye göre, Pey gamber'i inkar etmek demektir. Böyle bir şey onun ismet
sıfatını iptal etmekle birdir370 • Diğer peygamberlerin bizim peygamberi
mizden üstün olduğunu söylemek de imkansızdır371 •
Bu bilgilerin ışığında bakıldığında görülmektedir
ki, gerek ge nel anlamda peygamberlik kurumu gerek bizzat Hz. Peygamber
hakkındaki görüşlerinde, Mutezile -bazı aşırı fikirli olanlar dışın da- Ehli
Sünnet gibi düşünmektedir. Ancak, bu müsbet yaklaşım larına rağmen, yine de
hadislerin büyük kısmını inkar etmelerini izah etmek güçtür. Zira mantıken
düşünüldüğünde, insanların en hayırlısı ve onların hidayete ulaşmalarında bir
köşe taşı olan, din içerisindeki yeri ve önemi Kur'an, sünnet ve Mutezile de
dahil alim lerin tümünce izah ve kabul olunan böyle bir insana aid -hangi
metodla olursa olsun- söz ve fiillerin reddedilmesinin yarattığı te nakuzu
açıklamak mümkün değildir.
366 Bkz. Şehristani, Milel, ı.82; Zerkeşi, Bedruddin
Muhammed b. Abdillah (ö.h.794), el-Burhan fi Ulumi'l-Kur'an, Beyrut trs., II.
93-4; Hattabi, Ebu Süleyman Ahmed b. Muhammed b. İbrahim (ö.h.388), Beyanu
İ'cazi'l-Kur'an, Mısır trs., 20; Nader, Albert Nasri, 'Felsefetu'l-Mutezile,
110. (Nasri Nader, Nazzam'ın bu görüşünü bü tün Mutezile'ye maletmektedir.)
367 Kaadı
Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 112.
368 Kaadı
Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 134.
369 Kaadı
Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 59.
370 Hayyat,
İntisar, 71 vd.
371 Kaadı
Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 58.
Mutezile'nin Sahabe Hakkındaki Görüşleri
Mutezile, ilk fitnelerin ortaya çıkışına kadar,
sahabenin duru munu adil kabul etmekte ancak, fitnelerin ortaya çıkmasından
sonraki durumlarını şüphe ile karşılamaktadır. Bu yüzden, fitne lere karışmış
olan sahabilerin durumlarının araşnrılması gerek mektedir372. Zira, bu
olaylarda bir çok sahabi biribirinin kanını·
akıtmışnr. Bu
durum onlardan adalet
vasfını kaldırmaktadı r373.
Amr b. Ubeyd (ö.h.144), aynı gruptan olsalar bile
iki kişinin şahit liğinin kabul edilmeyeceğini ileri sürmilştür374. İbn Kesir
(ö.h.774)
ise, Mutezile'nin sahabeyi adil kabul ettiğini
ancak, Ali ile sava şanları bu hükümden ayırdıklarını yazmaktadır375.
Ml,ltezile'nin kurucusu sayılan Vasıl b. Ata
(d.h.aO) -Amr b. Ubeyd'in arkadaşıdır-Ali (ö.h.40), Talha (ö.h.36) ve Zübeyr
(ö.h. 36)'i kötülemiş ve onların şahitliklerinin kabul edilmeyeceğinisöy
lemiştir. Amr'ın Cemel ve Sıffin'e
kanlan sahabeyi toptan fısk ile
nitelendirdiği gibi, Vasıl da aynı görüşleri ileri
sürmüştür376. An
cak, Hayyat'ın eserine aldığı ve İbnu'r-Ravendi'ye
aid olduğunu söylediği görüşler, Amr b. Ubeyd ve Vasıl b. Ata'nın yukarıdaki
görüşlere sahip olmadıklarını hanrlatmaktadır. Şöyle ki, Hayyat,
İbnu'r-Ravendi'nin Vasıl b. Ata için "o, Osman hakkında susmuş, onu
yardımsız bırakanlar ve katillere terkedenler hakkında ko nuşmamış, bu
kimselerden uzak durmamışnr" dediğini nakletmek tedir. Hayyat, bu hususta
İbnu'r-Ravendi'ye şöyle cevap vermekte dir: ''Vasıl'ın bu
tavrı, şüpheli konularda
susmak gerektiği görü
şünde olan vera sahibi alimlerin yoludur"377.
Ehli Sünnet alimlerinin bu iki Mutezili alim
hakkında insafsız davrandıkları, Hayyat'ın da onları temize çıkarma gayretinde
ol duğu varsayılabilir. Gerçe:kte, 'el-Menzile Beyne'l0 Meİızileteyn' gö rüşünü ilk ortaya atanın Vasıl b. Ata olduğu
düşünülürse onun,
372 Suyuti,
Tedribu'r-Ravi, 214.
373 Bağdadi,
Hatib, Kifiiye, 97.
374 Bağdadi,
Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 101.
375 İbn
Kesir, Baisu'l-Hasis, 154.
376 Bağdadi,
Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 101.
377
Hayyat, İntisar, 73-4.
büyük günah işlediğine inandığı sahabeyi iman
çizgisinde değer lendirmede güçlük çekmiş olabileceği açıktır. Doğrusu o ki
Vasıl ve Amr'ın, ilk asırların en önemli meselesi olan böyle bir konuda
kayıtsız kaldıklarını düşünmek de oldukça zordur.
Nazzam'ın Ebu Hureyre (ö.h.59)'yi yalancılıkla
suçlaması, Hz. Osman (ö.h.3S)'ı bir takım icraatlarından dolayı kınaması, Hz.
Ali (ö.h.40)'nin bazı görüşlerinde hata ettiğini söylemesi378 karşı sında,
Mutezile'yi her konuda temize çıkartmaya çalışan Hayyat, bunları "Nazz m'a
atılmış iftiralar" olarak nitelendirmektedir:79 • Mutezile alimlerinin,
Cahız (ö.h.255) ve Hayyat (ö.h.300) gibi ılımlılar dışında, sahabeye olumlu bir
gözle bakmadıklarını söyle yebiliriz. Bu tavırları, onları sahabeden gelen
rivayetleri ihtiyatla karşılamaya sevketmiş olmalidır. Ancak, sahabenin
adaletini ka bul ettiği anlaşılan Hayyat'ın bile ahad haberleri nasıl
reddettiği hatırlanacak olursa, Mutezile'nin sahabeye karşı güven duygusu
nun kemale
ermemiş olduğu kabul edilebilir.
Mutezile ve Cehmiyye'nin Teşbih İfade Eden Hadisleri
İnkarı
Hadisçilerin Muattıla (sıfatları iptal edenler)
adını vedikleri Mutezile ve Cehmiyye, Ehli Sünnet'in Allah için kullandığı
sıfatla rı reddetmişlerdir. Onlara göre, Allah'ın kullarda da bulunan bu gibi
sıfatlar ile anılması teşbih ifade etmektedir. Bu nedenle, "sı fatları
nefyedenler, Allah'a herhangi bir sıfatı sabit görenleri Mü şebbihe şeklinde
isimlendirmişlerdir"380 • Bu yüzden, Muattıla'nın hadisçilere 'Haşeviyye'
adını verdiklerini daha önce zikretmiştik381 • Cehm b. Safvan (ö.h.128),
teşbihe düşmemek için sıfatları tered dütle karşılamış ve '1\1.lah'ın kadim
sıfatlarını inkar etmiştir"382 • Mutezile'nin Fuvatiyye fırkasının Kur'an
ve hadislerde geçen isim leri dahi Allah için kullanmaktan kaçınmaları383 bu nedenledir.
37 8 Bağdadi,
Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 133.
379 Hayyat,
İntisar, 74.
380 İbn
Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed el-Harrani (ö.h.728), Minhacu's-
Sünne, Mısır 1322, 103.
381 Bkz. İbn
Teymiyye, Münteka, 102.
382 Na.der,
Albert Nasri, Felsefetu'l-Mutezile, 13.
383 Bağdadi,
Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fırak, 145.
----------- 111
Hatta, bazı Mutezililer, Allah'ın ilim sıfatının
ezeli olmadığını ileri sürmüşlerdi r384 •
Tevhid adına yola çıkmış olmaları ve teşbih ve
tecsim korkusu nedeniyle, Kur'an'ın Allah için kullandığı sıfatları kabul
etmeme leri ya da bunları tevil etmeleri, Mutezile'nin bazı hadisleri inkar
etmelerine yol açmıştır. Onların tevilleriyle ilgili olarak Gazaİi (ö.h.505)
şöyle der: "Mutezile, 'mizan'ı tevil etmiş ve onu 'her kişi için amelinin
değeri açıklanır' şeklinde kinaye olarak almıştır. Bu tevil, 'mizan'ın, 'am l
defterlerinin tartılması' şeklindeki tevile göre oldukça zoraki
bir yorumdur"385 •
Bunun yanı sıra, İbn Teymiyye (ö.h.728), Cehm'in
sıfatları inkarıyla beraber, bu sıfatlardan haber veren hadisleri de reddet
mesine temas ederken şöyle ·demektedir: '½hmed b. Hanbel (ö.h.241) ve Ehli
Sünnet imamlarının bilinen yolu, Cehmiyye'nin tekfiridir. Zira bunlar,
Rahman'ın sıfatlarını tatil etmişlerdir. Onla rın, peygamberin Kitap'ta
getirdiklerine zıt sözleri gayet açıktır"386•
Mesela, Hz. Peygamber'den nakledilen, "Kur'an,
bir deri içine konup ateşe atılsa yanmaz" hadisini, mushafı bir deri içine
koyup ateşe atarak yandığını görünce inkar etmişler, ardından da hadisçi lere
saldırmışlardır387 • Halbuki, hadisçiler, bu hadisi dış anlamıyla anlamamış,
bir müslümanın Kur'an'.ı hıfietmesi sebebiyle büyük ecre sahip olacağı ve
Cehennem'den kurtulmasına vesile olacağı şeklinde tevil etmişlerdir388 •
Yine, ''ya Meryem! Önümde yürü" hadisini
Allah'a mekan izafe ettiği gerekçesi He inkar etmişlerdir. Bu konuda
Mutezile'nin me todu, bu gibi hadisleri inkar etmekten ibare ttir389 •
İbn Fı1rek, Mµa_!!lla'ya itirazlarını sıraladıktan
sonra şöyle de mektedir: "Bu mukaddime,
(Mutezile'nin) ashabımızın naklettiği
384 Bkz. Eş'ari, Makaliitu'l-İslamiyyin, 158-9;
Kaadı Abdulcebbiir, Tenzihu'l-Kur'an, 46- 7.
385 Gazali,
Faysalu't-Tefrika, 11.
386 İbn Teymiyye, Mecmftatu'r-Resail, cüz: 3, 12;
Buhari, Muhammed b. İsmail (ö.h.256), Halku Ef'ali'I-İbiid, Riyad 1398, 31.
387 İbn Kuteybe, Garibu'I-Hadis, 149. Te'vilu
Muhtelifi'I-Hadis, 315-7 (II. Baskı)
388 Bu
teviller için bkz. İbn Kuteybe, Te'vilu Muhtelifi'I-Hadis, 266-8.
389 İbn
Furek, Müşkilu'l-Hadis, 144.
haberlere itirazlarındaki cehaletlerini
açıklamaktadır. Bu itirazlar kişiyi, sünneti iptale sürüklediği gibi, Kur'an'ı
da iptale sürükleye cektir"390 .
Biz, Muattıla'nın (Mutezile) bu gibi hadisleri inkar
etmesine dair misalleri 'hadis
inkarının sebeplerini' ele
alırken vermiştik. Bu sebeple,
burada, yakandaki birkaç misal ile yetineceğiz. Sıfat lar konusu ise, bizatihi
Kelam ilminin meselesi olduğundan, tartı şılmasını gereksiz gördük.
Mutezile'nin Ru'yetullah Konusundaki Hadisleri
Reddetmesi
Ru'yetullah (Allah'ın ahirette görüleceği) inancı,
İslam'ın baş langıcından beri müslümanlar tarafından kabul edilmiş ve İslam
akaidinin bir esası olarak
günümüze kadar gelmiştir. "O gün, bir
takım yüzler vardır
ki, Rablerine bakarak parlayacak
tır"391 ayeti,
Ehli Sünnet alimlerine göre Allah'ın
ahirette görüleceğine delalet
etmektedir. Buna karşılık, Mutezile, çeşitli
tevillere sapmak sure tiyle, Allah'ın ahirette görülemeyeceği fikrine varmıştır392.
Buhari (ö.h.256)'nin, Kıyame suresi 22 ve 23. ayetlerini
tefsir babında verdiği şu hadis ahirette Allah'ın görülebileceğine işaret
etmektedir:
"Resulullahın yanında oturuyorduk. O anda, bedir
halindeki aya baktı ve
'Rabbinizi, şu ayı hiç zahmetsiz
ve açıkça gördüğü
nüz gibi göreceksiniz' buyurdu"393.
Mutezile ve Cehmiyye ru'yetullahı inkar etmişler ve
bu konuda "gözler O'nu
kuşatamaz, O bütün gözleri
kuşatır" 394 ayetine da
yanmışlardır. Mutezile, bu ayeti muhkem kabul
ederken, Kıyame 22 ve 23. ayetlerini müteşabih saymışlardır. Ehli Sünnet ise
aksi görüştedir395.
390 İbn Ffırek, Müşkilu'l-Hadis, 40.
39l
75-Kıyame-22,23.
392 Mutezile'nin
bu konudaki tevilleri için bkz. Razi, Tefsir, VIII. 377-80.
393 Buhil.ri,
Tevhid, 179; Ru'yetullah meselesi ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Koçyi
ğit, Talat, Kur'an ve Hadiste Ru'yet Meselesi, AÜİF
yayınları, Ankara 1974.
394 6-En'iı.m-103.
395 İbn Hayyil.n, Ebu Abdillah Muhammed b. Yusuf
el-Endelfısi (ö.h.754), el-Bahru'l Muhit,
Mısır 1328, il.
382.
Cehmiyye'ye göre, Allah ne bu dünyada ne de ahirette
görüle bilir396.
Kaadı Abdulcebbar, "demiştiniz ki, Ey Musa!
Aflah'ı açıkça gör medikçe sana iman etmeyeceğiz. Bunun üzerine sizi bir saika
ya kaladı"397 ayetini ele alırken,
"bu ayet delalet etmektedir
ki, Al
lah'ı görmek mümkün
değildir"398 demektedir.
Ehli Sünnetin
bu konudaki delillerinden
biri de Yunus suresi
26. ayetidir.
"Rablerini görürcesine ibadet edenler
için en güzel bir karşılık ve
daha da azlası vardır" şeklindeki bu ayet, yine Hz. Peygamber'den gelen
bir hadis ile açıklanmıştır. Bu hadiste, ayet te geçen 'ziyade' kelimesi,
Allah'ın görülmesi olarak izah edilmek tedir399. Kaadı Abdulcebbar (ö.h.415),
muhaliflerinin, "bu ayetle kasdedilen, Hz. Peygamber'den gelen bir
rivayete göre, ru'yet de ğil midir?" şeklindeki sorusuna şu cevabı
vermektedir: "Ziyade ile kasdedilen sevaptaki fazlalıktır. Ziyade, üzerinde artma
olabilen şey cinsindendir. Bu, hem mervi olan görüştür, hem de açıkça
gö rülmektedir. Sizin kurduğunuz ilgi
anlamında değildir4°0 • Bura da, Kaadı Abdulcebbar'ın ru'yetle
ilgili hadisi reddettiği açıkça gö rülmektedir. Gazali (ö.h.505), Mutezile'nin
ru'yetullahı inkar et mesini küfür
değil, bid'at olarak nitelendirmektedi r4°1
•
Kanaatimizce Cehmiyye ve Mutezile, ru'yetullah
meselesinde, Kur'an'a bağlı kalarak değil, kendi görüşleri doğrultusunda hare
ket ederek hadisleri reddetmektedir. "Gözler Allah'ı idrak edemez"
ayeti, aslında, dünya hayatıyla ilgilidir. Uhrevi hayatın nasıllığı konusunda
söz söyleme imkanımız olmadığı için, bu konuyu ahi rete kıyas edemeyiz.
Ef'alu'l-İbad Meselesi
Kulların fillerinin bizzat kul tarafından mı yoksa
Allah tarafın dan mı yaratıldığı meselesi,
kelamcılar arasında uzun
tartışmala-
39 6 İbn Teymiyye, Mecmfıatu'r-Resiiil, cüz: 1, 100.
39 7
2-Bakara-55.
39 8 Kaadı
Abdulcebbar, Tenzihu'I-Kur'an,
20.
399 Müslim,
İmiin, 1. 163; İbn Mace, Mukaddime, 1. 67.
400 Kaadı
Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 159.
40l Gazali,
Faysalu't-Tefrika, 16.
ra sebep olmuştur. Bu gibi tartışmalar, esasen,
İslam'ın özünde ve başlangıçta yoktu. Kelamcılar, fikirlerini Kur'an'a
dayandırmaya çalışırken, hadisçiler, Kur'an'ın yanı sıra Hz. Peygamber'den
gelen hadisleri de göz önünde bulunduruyorlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse,
sonraki asırların bu gibi meseleleriyle ilgili bir çok hadis uydurulmuştur.
Ancak büyük hadisçiler; özellikle uydurma hadisleri tesbitte usta olanlar, bu
gibi meseleleri tartışırken sahih hadislere dayanmaya çalışmışlardı .
Ef'alu'l-ibad konusunda rivayete dayalı olarak yazılan eserlerden birisi,
Buhari (ö.h.256)'nin "Halku Ef' li'l-İbad" adlı eseridir. Biz,
Mutezile'nin bu konudaki görüşlerine temas ettikten sonra, Buhari'nin söz
konusu eserindeki fikirlerle kar şılaştıracağız. Zira, kanaatimizce Buhari'nin
bu eseri, genel olarak ehli hadisin kortuyla ilgili görüşlerini yansıtmaktadır.
Mutezile'ye göre, fiillerinin sorumlusu olma
bakımından kul, onların yaratıcısıdır. Mutezile, fiilleri tamamen kullara izafe
eder ken, iki noktadan hareket etmektedir. Birinci nokta, kulların ken di fiillerinin yaratıcısı olmaması halinde,
emir ve nehyin caiz ol mayacağı; ikinci nokta, kulların kendi fiillerinin
yaratıcısı olma ması halinde, sorumluluğun ortadan kalkacağıdı r4°2• Bu iki
nokta da 'sorumluluk' kavramında birleştirilebilir. Razi (ö.h.606)'ye göre,
Mutezile, taatı iradeye bağlamıştır4°3•
Böylece kul, itaat halindey ken, iradesiyle hareket etmekte ve kendi
fiilinin yaratıcısı olmak tadır. Ehli Sünnet kelamcılarının Mutezile'ye karşı
ileri sürdükleri Kur'anı delil "her şeyin yaratıcısı
Allah'dır"404 ayetidir. Mutezile ise, bu ayette geçen 'her şey'
ibaresinin umumilik ifade ettiğini, bazı
istisnaların olabileceğini ileri sürmüş tür405
•
Mutezile'nin, kulların fiillerinin yaratıcısı
olduğunu ileri sür mesinin bir başka sebebi de eski Yunan Felsefesi ve
Zerdüştlüğün tesiridir. Eflatun'un Tanrı'ya sadece iyi olanın izafe
edilebileceğini söylemesi406 ve
Aristo'nun pasif Tanrı anlayışı407 gibi,
Mutezile de
402 Bkz. Kaadı Abdulcebbiir, TenziHu'l-Kur'iin, 76;
Aynca bkz. Abdulhamid, İrfan, İsl- iim'da
İtikadi Mezhepler ve Akfüd
Esasları, Çev. Saim Yeprem,
İst. 1981, 291.
403 Bkz.
Razi, Tefsir, IV. 357
404
13-Riid-16; 39-Zümer-62; 40-Mü'min-62.
40S Kaadı Abdulcebbiir, Tenzihu'l-Kur'iin, 124.
406 Eflatun,
Devlet, il. Kitap, 70-1.
407
Bolay, Süleyman Hayri, Aristo
Metafiziği, 101.
Allah'a kötü fiillerin nisbet edilemeyeceğini ileri
sürmüştür. Onla rın mantığına göre, eğer kötülükleri yaratan Allah olsaydı,
bunla rın cürüm olmaması gerekirdi 408 • Allah, ne kötülükleri ve zulmü 409 ne
de küfrü ve kafiri yaratmıştır 410 • Zira, O, kulları için zulmü istememiştir411
•
Bu noktada, Buhari (ö.h.256)'nin ef'alu'l-ibad
konusundaki görüşleri ile Mutezile'nin görüşlerini karşılaştırmak yararlı
olacak tır. Buhari, fiillerin kullara atfedilmesi konusunda Mutezile'ye yak
laşll).ıştır. O, bu konuda da hadislere dayanmıştır. H . Peygamber 'in,
"Kureyş Rabbimin kelamını tebliğ etmemi engelledi" ifadesin,
zikrettikten sonra şöyle demektedir: "Resulullah açıklamıştır ki, tebliğ
etmek (fiili) kendisinden, Kelamullah Rabbindendir"412 • Yine, ona göre, kulların tum fiilleri (hareketleri,
sesleri, kazançları, yaz maları) mahluktur yaratılmiştı r413 • Bir başka yerde
şöyle der: "Rik kat ve benzeri fiiller, tıpkı senin 1\llah' lafzını
yazışın gipi, yaratıl mıştır. Zatında halık (yaratıcı) olan ise Allah'tır.
Senin yazman, kazanman sana aid fiildir, mahluktur. Zira, Allah dışında,
kişinin yaptığı her şey yaratıktır414 • Buhari'ye göre, Cibril hadisinde Hz.
Peygamber İman, İslam, şehadet, ihsan ve -kıraatı, rüku ve secde si ile- namazı kulun fiili olarak
isimlendirmiştir415 • Buhari, Ah med b.
Hanbel (ö.h.241) gibi, Kur'an dışında her şeyi mahluk ka bul etmiştir416 •
Ancak Buhari, daha konuya başlarken bir hadis
nakleder. Bu hadiste Hz. Peygamber, "her iş yapanı ve yaptığı işi Allah
yarat mıştır" buyurmaktadır41 7 •
Bunun yanı sıra Cebriyyeci görüşü ihti-
40B Bkz.
Kaadı Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 114.
409 Kaadı
Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 78.
410 Kaadı
Abdulcebbar, Tenzihu'l-Kur'an, 69.
411 Bkz.
Hayyat, İntisar, 43-4.
412 Buhari,
Halku Ef'ali'l-İbad, 60.
413 Buhari,
Halku Ef'ali'l-İbad, 47.
414
Buhari, Halku Ef'ali'l-İbad, 49.
4 15 Buhari, Halku Ef'ali'l-İbad, 56-7.
416 Buhari,
Halku Ef'ali'l-İbad, 62.
417 Buhari, Halku Ef'ali'l-İbiid, 46. Aynca bkz. İbn
Ebi Asım, Sünne, 1. 158. Bu hadiste, "innellahe yasnau külle sani'in ve
san'atehu" ibareleri geçmektedir. Bu ibareler "muhakkak ki Al\ıh her
sanatçıyı ve sanatını yaratır" eklinde çevrilmiştir (bkz. Özbek, Yusuf,
Hadis-i Şerifler Işığında İlahi Kelamın Müdafaası, İst. 1992).
va eden sözleri, sahabeden ve diğer alimlerden rivayet etmekte dir. Buhari, Abdullah b.
Ömer (ö.h.73)'den, Resulullah'm "acz ve (akıl) kudretine varıncaya kadar
her şey bir ölçüye göre yaratıl mıştır" dediğini nakletmektedir 418 •
Buhari ile Mutezile'nin yaklaştığı nokta, fiillerin
kula nisbet edil mesidir. Bu da kesb yönünden düşünülebilir. Fakat, fiilleri
kula nis bet etmesi, Buhari'nin, fiilleri yaratanın kul olduğuna inandığı an
lamına gelmez. Nitekim, yukarıda görüldüğü gibi, "her işi yapanı ve
yaptığı işi Allah yaratmışt!r" hadisini vermesi onun, fiilleri yara tanın
Allah olduğunu düşündüğünü, bununla beraber fiillerin kesb yönündeıı kula
ait bulunduğuna inandığını göstermektedir.
Buhari ve onun temsil ettiği hadisçiler,
Mutezile'den bu nokta da esaslı bir şekilde ayrılmaktadır. Hadislerın
ifadeleri, fiilleri ya ratanın Allah olduğunu açıkça belirtmektedir. Nitekim
Buhari, Mutezile'yi tenkid ederken şöyle der: "Mutezile, Allah'ın kendi
fi illerini yarattığını, ancak kullarının fiillerini (Allah'ın) yaratmadı
ğını iddia etmişt ir"419 •
Kur'an ve hadisler, her şeyi yaratanın Allah
olduğunu söylediği halde, Mutezile, yukarıda sayılan sebeplerden ötürü, bunu
inkar ederek Allah'ı pasifıze etmiştir. Bu ise, hadise tam anlamıyla ters
düşmek demektir.
Halku'l-Kur'an Meselesi ve Mihne Olayları
Kur'an'ın yaratılmış olduğunu ilk defa söyleyenin
Velid b. Muği re olduğu ve "bu Kur'an öğretilmiş bir sihirdir, beşer
sözünden baş ka bir şey değildir"420 ayetinin onun hakkında nazil olduğu
söylen miştir421 . Ancak, Kur'an'ın yaratılmışlığı tartışması daha sonraki
dönemlere aittir. "Birinci asrın sonlarına kadar müslümanlar ara sında
hakim olan bu kanaat, Ernevi halifelerinden II. Mervan (h.127- 132)'ın mürebbii
ve anasının kardeşi olarak tanınan Ca'd b. Dir hem'in ·zuhur edip
Kur'an'ın mahluk olduğu
görüşünü yaymaya
4 1 8 Buhari,
Halku Ef'ali'l-İbiid, 47.
419 Buhiiri,
Halku Ef'iili'l-İbiid, 75.
420
74-Müddessir-24/25.
421 Diirımi,
Ebu Said, Kitiibu'r-Red, 98.
------------ 117
başlaması ile sarsılmış ve müslümanların ittihadı
bozulmuştur"422• Ebu Said ed-Darımi (ö.h.280) de buna işaretle şöyle
demektedir: "Kureyşli kafirlerden sonra, bu dava ile ortaya çıkan ilk
kimse, Bas ra'da Ca'd b. Dirhem, Horasan'da Cehm (b. Safvan)'dır"423•
Kur'an'ın kendisi hakkındaki ifadeleri, bu
şahısların ortaya at tıkları fikirlerden oldukça farklıdır. Kur'an, kendisini
Allah'ın Kela mı olarak nitelendirmektedir424 • Bazen de Allah'ın Kelimesi
şek linde zikred ilmektedi r425 • Müslümanlar, Hz. Peygamber ve saha be
dönen:ıinde, Kur'an'a bu doğrultuda inanıyor ve Kur'aı:ı'ı Allah 'ın kelamı
olarak kabul ediyorlardı.
Kur'an'ın açık ayetleri ve sahabenin bu doğrultudaki
görüşleri ortada olduğuna göre Mutezile'nin, Kur'an'm kelamullah oluşunu
reddetmesi beklenemezdi. Nitekim, bunu onlar da reddetmemiş ancak, Allah'ın
kelam sıfatının ezeli olmadığını, dolayısı ile Kur' an'ın mahluk olduğunu
ileri sürmüşlerdir 426 . Mutezile'yi böyle bir iddiaya sürükleyen başlıca sebep
tevhid sistemleridir. "Mutezile'
ye göre, Allah'ın sadece zatı kadimdir. Allah'ın zatı dışında O'na kadim
bir sıfat hamledilirse, tevhid sistemi bozulur. Çünkü, Allah 'ın zatından
başka kadim varlıklar var demek olur. Halbuki Allah dışında hiçbir varlık kadım
değildir. O halde, Allah'ın Kelamı olan Kur'anı Kerim de kadim olamaz. Dolayısı
ile Kur'an'ın yaratılmış olması
zorunludur"427 •
Bu arada hemen belirtmelidir ki, halku'l-Kur'an
meselesinin Yahudi kelamının etkisi ile ortaya çıktığı söylenmektedi r428 •
Buna göre, Lebıd b. A'.sam429 , Tevrat'ın mahluk olduğu görüşünü ortaya atmış,
oğlu da bu görüşü Kur'an'a
uygulamıştır430 •
422 Koçyiğit, Talat, Kelamcılarla Hadisçiler
Arasındaki Münakaşalar, TDV. Yay. Ank.
1984, 189.
42 3 Darımi, Ebu Said, Kitabu'r-Red, 7.
424
48-Feth-15; 9-Tevbe-6
425
18-Kehf-27,109.
426 Bkz.
Eş'ari, Makalatu'l-İslamiyyin, 191 vd.
427 Işık,
Kemal, Mutezile'nin Doğuşu, 75.
428
Yahudi kültüründe Tevrat'm
yaratılmışlığı tartışmaları hakkında geniş
bilgi için
· bkz.
Adam, Baki, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, Seba Yay. Ank. 1997, 47 vd.
429 Lebid b.
A'silm, Hz. Peygamber'e büyü yapan Yahudidir.
4o3
Bkz. İbnu'I-Esir, Kamil, VII. 75.
Kaadı Abdulcebbar (ö.h.415), Muğni adlı eserinde '
lah var iken hiçbir şey yoktu. Sonra zikri yarattı" hadisini ele alarak,
sık sık Kur'an'ın mahluk olduğundan bahsetmektedir431 •
Halku'l-Kur'an meselesi söz konusu olduğunda, Mihne
olayla rına temas etmek kaçınılmaz olmaktadır. Halife Me'mun dönemi ne kadar
(h.198-218), halku'l-Kur'an inancı resmi bir hüviyet ka zanmamıştı. Mutezile
imamlarından Sumame b. Eşras (ö.h.213), Ebu'l-Huzeyl el-Allaf (ö.h.226, 227
veya 235) gibi kimselerin tesi rinde kalmış olan Me'mun'un 432 hilafeti
döneminde (h.198-218), halku'l-Kur'an inancı resmiyet kazanmış oldu. Me'mun, Tarsus
se ferine çıkmışken, Bağdad'daki vekili İshak b. İbrahim'e yazdığı mek
tubunda şöyle demektedir: "Yanındaki kadıları topla ve onlara Erni
ru'l-Mü'minin'insana yazdığı bu mektubu oku. Allah'ın Kur'an'ı halk ve ihdası
meselesinde görüş ve inançlarını anlamak maksadıyla im tihanlarına başla...
Eğer bunu (Kur'an'ın mahluk olduğunu) ikrar ederler ve bu işte
Emiru'l-Mü'minin'e tabi olurlar ve hidayet ve ne cat yolunda bulunurlarsa,
kendilerine halk arasından huzurlarına gelen şahidleri Kur'an'ın mahluk olup
olmadığı meselesi hakkında imtihana çekmelerini ve Kur'an'ın mahluk ve muhdes
olduğunu ik rar etmeyenlerin, bu görüşe sahip olmayan ve ikrarından imtina
edenlerin şehadetlerinin terk edileceğini emret' "'33 •
Halife Me'mun'un bu mektubu ile halku'l-Kur'an
inancı resmi yet kazanmış oluyordu. Bundan sonra bu inancın, devlet gücü ve
baskısı ile halka ve alimlere kabul ettirilmeye çalışıldığı karanlık bir dönem başlıyordu. Mektuptan
anlaşılacağı gibi, kadıların hu zuruna şahitlik için gelenlerin dahi bu inancı
kabul edip etmedik leri sorulacak,
aksi durumda şahitlikleri
kabul edilmeyecekti.
Bu zulüm, halifenin İshak b. İbrahim'e, yedi
hadisçinin halku'l Kur'an konusunda
imtihana çekilmelerini
emreden ikinci mektu-
431 Bkz. Kaadı Abdukebbar, Ebu'l-Hasen b. Ahmed
el-Hemedani (ö.h.415), el-Muğni fi Ebvabı't-Tevhid ve'I-Adl, Matbaatu
Dari'l-Kütüb 1961, 91,184.
432 İbn Kesir, Ebu'l-Fida İsmail el-Kureşi (ö.h.7 ),
el-Bidaye ıie'n-Nihaye, M ır trs.,
X. 275, 279, 281.
4 33 Bkz.
Taberi, Tarih, VIII. 631 vd.
buyla434 hadisçilere yöneliyordu. Zira, Kur'an'ın
Allah'ın kelamı olduğu inancı hadisçiler tarafından savunuluyôrdu·. Daha sonra
bizzat halife Me'mun tarafından imtihana çekilen bu yedi hadisçi şunlardır:
Yahya b. Main (ö.h.233), Muhammed b. Sa'd (ö.h.230), Ahmed b. İbrahim
ed-Devraki (ö.h. 246), Zuheyr b. Harb (ö.h.234), Ebu Müslim, İsmail b. Davud,
İsmail b. Ehi Mesud.
Me'mun zamanında başlayan bu zulüm dönemi, uzun süre
de vam etmiş (h.198-234), Ahmed b. Hanbel (ö.h.241) gibi büyük hadisçiler de
bu zulümden nasibini al ıştır435
•
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılan odur ki,
Mutezile -bazı ları hariç- hadisleri reddetmiştir. Onların mütevatir ile ahad
arasın daki ayırımları ve mütevatir için ileri sürdükleri ağır şartlar, ahad
haberleri reddetmeleri, hadisleri sırf akli bir süzgeçten geçirmeleri gibi
sebeplerle hadisi dışlama yolunu tutmaları bunun açık bir gös tergesidir.
Bunun neticesinde, pek çok noktada Kur'an ve sünnetle uyuşmayan bir kelam
sistemi yaratmışlar ve bu sistemi, belirli bir dönemde, halka ve alimlere zorla
kabul ettirmeye çalışmışlardır. Mihne adı verilen zulüm döneminde bir çok İslam
alimi baskı altına alınmıştır. Ancak, Mutezile kelamı, Ehli Sünnet kelamı
karşısında tutunamayarak tarih sahnesine
gömülüp gitmiştir.
434 Taberi, Tarih, VIII. 634; Subki, Tacuddin
(ö.h.772), Tabakatu'ş-Şafiiyyeti'l-Kübra, Beyrut trs.,
I. 207.
435 Geniş bilgi için bkz. Koçyiğit, To.lat,
Kelamcılarla Hadisçiler Arasındaki Münakaşa
lar, 192-214.
120-----------
.. . "
MURCIE VE HADiS
Mürcie mezhebi, ilk fitnelerden sonraki bunalımlı
ortamda or taya çıkmıştır..Daha önce temas ettiğimiz gibi, Şia ve Haricil rin
sahabeyi tekfir etmesi karşısında, kendine has bir tavır takınan Mürcie, bu
konuda orta yolu benimsemeye çalışmıştır. Sahabeyi tekfir etmekten uzak
durdukları gibi, ilk önceleri, ilk fitneler deni len siyası olaylar üzerinde
yorum yapmaktan da kaçınmışlardır. Ancak, iman ve küfrün ne olduğu, kime mü'min
kime kafir denile ceği soruları, kelamı bir problem olarak Mürcie'nin ıstılahına
son radan girmiştir.
Bu açıdan bakıldığında, Mürcie'nin problem edindiği,
imanın tanımı, amel-iman münasebeti gibi bir dizi kelamı tartışmalarda
Mürcie'nin ortaya koyduğu görüşler ile hadislerin ve hadisçilerin ortaya
koyduğu görüşlerin bir karşılaştırmasını yapmak gerekmek tedir. Mürcie'nin
kelam sisteminde hadislere ne derece bağlı kaldı ğı, ne derece ters
düştüğü bu şekilde daha kolay
anlaşılabilecektir.
Mürcie'nin iman Tanımı ve Hadis:
"Bir çok Mürcii'ye göre iman, Allah'ı ve
Resulü'nü bilmektir. Her kim, Allah'tan başka ilah olmadığını ve Muhammed'in
(sas) O'nun resulü olduğunu bilirse mü'mindir" 436 • Gaylan ed-Dımeşki
(ö.h.80), Muhammed b. Şebib ve Ebu Şimr gibi Mürcii alimler, Allah'ı bilmek
unsurunun yanına ikrarı da yerleştirmişlerdi r437• Ebu Hanife
(ö.h.lSO)'ye göre iman, dil ile ikrar ve kalp ile tasdik-
4 36 Emin,
Ahmed, Fecru'l-İslam, 281.
437 Eş'ari,
Makalatu'l-İslamiyyin, 134,136; Bağdadi, Ebu Mansur, el-Fark Beyne'l-Fı
rak, 190.
tir' 38• Ebu Hanife'nin el-Alim ve'l-Müteallim adlı
kitabında yaptığı iman tarifi ise biraz daha farklıdır. Bu eserinde
tasdik, marifet, ikrar, İslam ve yakin
kelimelerinin hepsinin de anlamının iman olduğunu söyleinektedir' 39 • Aynı
zamanda Ebu Hanife ((ö.h.150), Cehm b. Safvan (ö.h.128), Gaylan ed-Dımeşki
(ö.h.80), Muham med b. Kerram (ö.h.255), Gassan el-Kı'.'ıfi, Bişr el Merısi
(ö.h.218-
9) gibi kimselerin, imanı, '1\llah'ı bilmek,
Allah'tan geleni ve Resu lünün getirdiklerini dil ile ikrar ve kalp ile tasdik
etmektir" şeklin de tanımladıkları s ylenmektedir440 • Ancak, bu
tanımlarda geçen 'bilmek' ibaresi Ebu'l-Hüseyin es-Salihi tarafından 'muhabbet'
şek linde açıklanmış441 , Ebu Şimr ve Yunus da 'muhabbet' kavramını imanın
tanımına dahil etmiştir442 •
Yukarıdaki. tanımlardan anlaşılacağı gibi, Mürcie'ye
göre imanın iki asli unsuru vardır: Bilmek ve ikrar. Kalp ile tasdik te zaman
za man bu iki unsuru tamamlayan bir
rol oynamaktadır.
iman konusunda Hz. Peygamber'den nakledilen hadisler
mev cuttur. Bu hadisler, imanı, ferdin davranışlarından ayırmamakta dır.
Bunları amel-iman münasebetini ele alırken vereceğiz. Bura da, bir hareket
noktası olarak, imanın formüle edildiği Cibril hadi sini ele alacak ve
Mürcie'nin iman tanımıyla karşılaştıracağız.
Cibril, Hz. Peygamber'e "iman nedir" diye
sorduğunda, Hz. Pey gamber'in ona verdiği cevap şudur: '1\llah'a, meleklerine,
ahirete, peygamberlerine, kitaplara ve kadere -hayır ve şerrin Allah'tan
geldiğine- inanmand ır"443 • Bu aynı zamanda, Kur'an'ın iman for
mülasyonuna uygun düşmektedir' 44 •
438 Ebu Hanife, Numan b. Sabit (ö.h.150), Vasıyye,
Thk. Muhammed Zahid el-Kevse ri, (İmamı Azam'ın Beş Eseri, Çev: Mustafa Öz)
İst. 1981, 72.
439 Ebu Hanife, Numan b. Sabit (ö.h.150), el-Alim
ve'l-Müteallim, Thk. Muhammed Zahid el-Kevseri, (İmamı Azam'ın Beş Eseri, Çev:
Mustafa Öz) İst. 1981, 16.
440 Madelung,
Wilfred, Early Sunnite Doctrin, Studia Islamica XXXII. 1970, 233.
• 441 Eş'ari,
Makalatu'l-İslamiyyin, 133.
442
Eş'ari, Makiilatu'l-İslamiyyin,
134.
443 Buhari, iman, I. 18; Müslim, iman, I. 37; İbn
Mace, Mukaddime, I. 24; Ahmed b. Hanbel, il. 426; Darımi, Sünne, V. 72;
Tirmizi, iman, V. 6. Cibril hadisinin Ebu Hureyre tariki ile gelen rivayetinde
'kadere iman' zikredilmemiştir. Bu ifade, Ab dullah b. Ömer
rivayetinde vardır.
444 Bkz.
2-Bakara-285; 4-Nisa-136.
Mürcie, bu tanımları yaparken, Kur'an'a ve hadislere
dayalı bir anlayışı tesbit etmek yerine, ilk dönem siyasi olaylarının çözümünü
kolaylaştıracak tanımlar geliştirmeyi
tercih etmiştir.
Burada şunu da belirtmeliyiz. Yukarıda, Ebu
Hanife'nin iman tanımını nakletmiştik. Onun, Fıkhu'l-Ekber adlı eserinde
verdiği bir başka iman tanımı, biraz önceki Cibril hadisindeki iman tanı mı
ile bir uyum içindedir. O, bu eserinin hemen başında, tevhidin aslını oluşturan
imanı şöyle dile getirmektedir: ''.Al.lah'a, melekle rine, kitaplarına,
ölümden sonra dirilmey ve kadere -hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna- inandım;
hesap, mizan, Cennet ve Ce hennem haktır, demendir"445 • Ebu Hanife'nin
bu tanımı, Hz. Pey gamber'in hadisinde ifade olunan iman tanımına tamamen
uygun düşmektedir. Belki de, onun bu tanımı, tamamen Cibril hadisine ve Kur'an'ın
aynı konudaki ayetlerine dayanmaktadır. Bu tanımıy la, Ebu Hanife'yi diğer
Mürciilerden ayrı düşünebiliriz.
Amel-iman Münasebeti
Mürciilerin iman tanımından anlaşılmaktadır ki,
onlar, ameli imandan ayrı bir şey olarak düşünmektedirler. Böyle olunca, ame
lin imanı etkilemeyeceği sonucuna varmak kaçınılmaz olmakta dır. Ebu Hanife'ye
göre "amel, iman değildir, iman da amel değil dir. Bunun delili şudur:
Bir çok vakit ibadet mü'minlerden kaldı rılmıştır. Bu durumda, o kimseden
imanın kaldırıldığını söylemek caiz olmaz. Mesela, hayızlı bir kadından imanın
kaldırıldığını ya da onun imanı terkettiğini söylemek caiz değildir"446 •
Bazı Mürci iler, farzların ve amellerin bilgisini de imana katmıştır447 •
Fakat bu da durumu değiştirmemektedir.
Mercie'nin amel ile imanı ayırması ve amelsiz imanı
makbul görmesi, neticede bazı çarpık uygulamalara sebep olmuştur. "Di
yorlar ki, iman ile birlikte günah bir zarar vermez. Küfür ile birlik-
445 Ebu Hanife, Numan b. Sabit (ö.h.150),
Fıkhu'l-Ekber, Thk. Muhammed Zahid el Kevseri, (İmamı Azam'ın Beş Eseri, Çev:
Mustafa Öz) İst. 1981, 58.
446 Ebu
Hanife, Vasıyye, 72.
447 Bkz. Kutlu, Sönmez, Mürcie ve İtikadi Görüşleri,
209-210.
tedetaatin bir faydası dokunmaz"448 . Aynı
görüş, Mukatil b. Sü leyman (ö.h.lSO)'dan da nakledilmişti r449 •
"Mürciiler, imanın sa dece kalp ile tasdik olduğu görüşündeydiler. Bazen
dil ile ikrarı da buna kattılar. Böylece amelleri ikinci plana attılar. Hatta,
bazıları, Mürcie ismini, amelleri imandan sonraya atmaları şeklinde tefsir etti.
Bu görüş, özellikle halk için tehlikelidir. Zira, halk, amellerin imanın
erkanından olmadığını zannedecek olursa, onlara bağlı lıkları ve yerine
getirmeleri azalacaktır. Ama aksine, amellerin im ndan olduğunu düşünenlerse,
(imanı) amelle le tamamlamaya çalışacaklardır"450 •
Mürcie, amel ile imanı biribirinden ayırdıktan
sonra, günahla rın -mübah kabul edilmemesi şartıyla- imana zarar vermeyeceği
fikrine ulaşmışti. Tıpkı, amelin imandan sonraya bırakılması gibi, günahkarın
durumu da ahirete terkedildi. Büyük günah işleyenin hali Allah'a kalmıştır.
İşlenen böyle bir günah, imana zarar
ver mez. Çünkü, ameller imanın rüknü değildir. Küfürle birlikte taat
fayda vermediği gibi, imanla birlikte de günah
zarar vermez451• "Bir
müslümanı, helal sa:ymaması şartıyla, büyük günahlardan bi rini işlemesi ile
kafir saymayız. Bu durumdaki bir kimseden iman vasfını kaldırmayız. Ona gerçek
anlamda mü'min deriz. Böyle bir mü'minin, kafir olmamakla beraber, fa.sık
olması mümkünd ür"452• Zira "küfür de iman da
ancak kalbte yer
eder"453 •
Ebu
Hanife (ö.h.lSO)'nin iman
tanımı bir kenara bırakılacak
· olursa,
Miircie'nin hadislere ters düştüğü görülmektedir. Aynı şe kilde, iman-amel
münasebeti konusunda Mürcie'nin ortaya koy duğu anlayış, hadisler ve
hadisçilerin görüşleriyle çelişmektedir. Zira
hadisler, iman ile ameli
biribiriyle ilişkisiz şeyler
olarak dil-
448 Emin,
Ahmed, Fecru'l-İslam, 279.
449 İbn Hazın, Ebu Muhammed AH b. Ahmed (ö.h.456),
el-Fas! fi'l-Milel ve'I-Ahva ve'n-Nihal,
Mısır 1317/1321, IV. 205.
4 50 Emin, Ahmed, Duhfı'l-İslfım, III. 320.
451
Şehristani, Milel, ı. 258; Nesefi, Ebu'l-Berekat Abdullah b. Ahmed
(ö.h.701), Akai
du'n-Nesefiyye,
Kahire 1344/1925, 164-168.
4 52 Ebu Hanife, Fıkhu'l-Ekber, 61.
453 Eş'ari,
Makfılfıtu'l-İslfımiyyin, 132.
şünmemektedir. Kur'anı Kerim de iman ile ameli sık
sık birlikte zikretmektedir.
Hadislerden anlaşıldığına göre, imanın hem
akli (ruhi) hem de
fiili olmak üzere iki cephesi vardır. Enes (ö.h.93)'den nakledil miştir ki,
Hz. Peygamber, iman ve nifakın belirtilerini dile getirir ken şöyle
demektedir: "imanın belirtisi ensarı sevmek, nifakın belirtisi de ensara
buğzetmektir"454 • Hz. Peygamber bir başka hadi sinde ise,
"hiçbiriniz, kendisi için sevdiğini (mü'min) kardeşi için de sevmedikçe (kamil a_nlamda) iman etmiş
sayılmaz" 455 buyur maktadır. Hz. Peygamber'in, "imanın altmış kadar
şubesi vardır. Utanma duygusu da imandan bir şubedir"456 hadisi, utanma
duy gusunun da imana dahil edildiğini göstermektedir. Bunlar ve ben zerleri bize, imanın
ruhi cephesini göstermektedir.
Hz. Peygamber'den nakledilen bazı hadislerde iman,
amel ola rak nitelendirilmektedir: "Hz. Peygamber'e hangi amel daha üs
tündür, diye sorulduğunda, 'Allah'a ve Resul'üne imandır' dedi..."457
hadisi buna bir misaldir. Bir başka hadiste de bir müslümanı öl dürmenin
'küfür' olarak değerlendirilmiş olması458 amel iman ayı rımının yapılamayacağının işaretlerini
vermektedir.
Hz. Peygamber, bir başka hadisinde imanı şöyle
tanımlamakta dır: ''Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in O'nun resulü
olduğuna inanmak, namazı kılmak, zekatı vermek, ramazan oru cunu
tutmak...tır"459 • "İnsanlar, Allah'tan başka ilah olmadığına ve
Muhammed'in O'nun resulü olduğuna tanıklık edinceye, na mazı kılıp zekatı
verinceye kadar onlarla savaşmam emrolundu" 460 buyurması da Hz.
Peygamher'in iman ile ameli biribirinden ayır ma düşüncesinde olmadığını
göstermektedir.
454 Buhiiri,
iman, I. 10; Müslim, iman, I. 85; Ahmed b. Hanbel, III. 70, V. 285.
455 Buhiiri, iman, ı. 9; Müslim, İman, ı. 67; İbn
Mace, Mukaddime, I. 26; Tirmizi, Kıyamet, IV. 666.
456 Buhari; iman, I. 8; Müslim, iman, 1. 63; İbn
Mace, Mukaddime, 1. 22; Ebu Davud, Sünne, V. 56 (...yetmiş kadar...); Tirmizi,
Bin; IV. 364 ( ... haya imandandır...).
4 57 Buhari, İman, 1. 12; Müslim, iman, 1. 88.
458 Buhiiri,
iman, 1. 18.
459 Buhari,
iman, 1. 19.
4Gü Buhiiri,
iman, 1. 12.
Burada, günahkar mü'minin durumunun ne olacağı
sorusu gündeme gelmektedir. Yani, eğer, amel imandan ayrı değil ise, günah işleyen
bir mü'mine kafir denilebilir mi?
Hadisçilerin, iman ile ameli bir tutmalarının,
günahkar mü'mi ne kafir denilmesi ile bir ilgisi yoktur. Çünkü, hadislere ve
hadisçile re göre, iman, günah işlemeyle ortadan kalkmaz, fakat, eksilebilir.
Ameller imanın tezahürüdür, yani göstergesidir. Bu sebeple, hiçbir hadisçi,
günahları sebebiyle bir kimseyi küfürle itham
etmemiştir.
Bu soruya cevap aranırke , bir de imanın artıp
eksilmesi mese lesi ortaya çıkmıştır. Mürcie'ye göre iman artmaz ve eksilmez
461 • Hadisçilere göre ise iman artar ve
eksilir46 2 •
Büyük günah işleyenin tekfir edilemeyeceği Hz.
Peygamber'in şu hadisinden anlaşılmaktadır: "La ilahe illallah diyen ve bu
iman üzere ölen bir kul mutlaka Cennet'e girecektir...zina etse de, hır
sızlık yapsa da..."463 •
Görüldüğü gibi Mürcie, gerek iman-amel münasebeti
gerek imanın tanımı gibi konularda hadislere ters düşmektedir. Bu du rum,
onların kelam sistemlerinin kurulmasında hadislerin bir rol oynamadığını ve
Kur'an'ı da bu sistemleri doğrultusunda anladık larını göstermektedir464 •
4 61 Eş'ari, Makalatu'l-İslamiyyin, 133.
462 Bkz.
BÜhari, iman, ı. 7; İbn Mace, Mukaddime, I. 28; Taberi, Ebu Ca'fer Muham
med b.
Cerir (ö.h.310), Sarihu's-Sünne,
Daru'l-Hulefi'ı 1405/1985, 25 vd.
463 Buhari,
Ceniiiz, il. 69; Müslim, iman, I. 95; Tirmizi, iman, V. 27; Ahmed b. Hanbel,
V. 152.
464 Mürcie mezhebinin doğuşu ve kelam sistemi
hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Kut lu, Sönmez, Mürcie ve İtikiidi
Görüşleri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1989.
------------ 126 -----------
ŞI.A VE
HADI"S
Hadise karşı özel bir tavır takınan mezheplerden
biri de Şia'- dır. Şia, hadisin ve
sünnetin tanımını yaparken, zayıf hadisi sahih hadisten ayırırken, ravide
bulunması gerekli şartları tesbit eder
ken hadisçilerin metodlarından ayrılmışlar ve kendilerine has bir yol
izlemişlerdir.. Bu anlayışın alt yapısını Şii akaidi ve siyaseti oluşturur.
Birazdan görüleceği gibi, Şia'nın imamet doktrini ve imamın masumiyeti fikri,
büyük bir itina ile hadis ricali için uygu lanmış ve bu uygulama, hadislerin
sıhhat derecesinin tesbitinde önemli bir
rol oynamışnr.
Nitekim, Ahmed Emin, bu durumu şu şekilde tesbit
etmekte dir: "Mezhepler arasındaki ihtilafların, cerh ve ta'dil
hareketinde (önemli) bir rolü olmuştur. Ehli Sünnet, pek çok Şiı'yi
cerhetmişti. Hatta, onlar, Şiilerin ve Hz. Ali'nin ashabının rivayetlerini
naklet menin doğru olmadığı ilkesini benimsemişlerdi. Ancak, Abdullah
b. Mesud'un ashabının rivayetlerini kabul ettiler.
Bir çok Şii de, Ehli Sünnet'in aksine, sadece Şii olanların ve Ehli Beyt'in
rivayeti ni güvenilir kabul etmişlerdi"465 •
Ancak, hemen belirtmeliyiz ki, Ehli Sünnet alimleri
Şii ravilere karşı bu derece kan davranmamış, fanatik olmaması kaydı ile Şii
lerden de hadis rivayet etmişlerdir466 • Bununla beraber, Şiiler de zaman zaman
Şii olmayanların rivayetlerinden faydalanmışlardır. Şiiler, ancak masum
"imamların rivayetlerini kabul etmişlerdi.
Hatta,
Şia'ya göre, "hadis, Masum'un
söz, fiil ve takrirleridir"467 •
4 65 Emin,
Ahmed, Fecru'l-İslam, 217.
466 Buha.ri, Şiilikle suçlanan bazı ra.vilerin
hadislerini Sahih'inde rivayet euniştir. Bu ra.viler için bkz. İbn Hacer,
Ebu'l-Fadl Ahmed b. Ali b. Muhammed el-Kina.ni el Askalani (ö.h.852),
Hedyu's-Sari Mukaddimetu Fethi'I-Ba.ri, Beyrut 1301 , 460 vd.
46 7 Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı,
Basılmamış Doktora Tezi, Ank. 1977, 126.
127 -------------
Dikkat edilecek olursa, hadisçilere göre de söz,
fiil ve takrir hadisin üç unsurudur. Ancak bu üç unsur, hadisçilerde Hz.
Peygamber'e izafe
edilirken 468 , Şia tarafından masum imamlara verilmektedir. Bu
tanım genel olarak İmamiye Şia'sının görüşüdür ve
masum imam lar ile kasdedilenler
de İmamiye'nin on iki imamıdır.
Şia, sünnetin tanımını yaparken de aynı şekilde düşünmekte dir. Onlara göre sünnet,
"Hz. Peygamber'den yahut masum imam dan sadır olan
söz, fiil ve takrirlerdir. Yani, yalan
söylemesi ve
hata etme i caiz olmayan kimsenin sözü, fiili ve
takrirleri ir"469 .
Bu tanımdan 'masum imam' ifadesi kaldırılıp, yerine
'sahabe' ifadesi konulduğunda, hadis alimlerinin sünnet tanımına yaklaşıl mış
olacaktır. Zira, ilk dönemlerde sünnet kavramının Hz. Peygam ber'in amelleri
dışında·sahabenin amelleri için de kullanıldığı gö rülmektedir. "Size
düşen, benim ve raşid halifelerin sünnetine uy maktır"470 hadisi ile Hz.
Ali'nin celde tatbik ettiği biri için kullandı ğı, "Resulullah ve Ebu
Bekr kırk celde vurmuştu. Ömer bunu sekse
ne tamamladı. Bunların hepsi de sünnettir"471
sözlerinde geçen sün
net kavramının geniş bir kullanım alanı olduğuna
işaret etmekte dir. Nitekim, Ehli Sünnet ile Şia arasındaki bu farka Mamakani
de temas etmekte ve şöyle demektedir: "Ehli Sünnete göre, bir söz, masum
olmayan sahabi veya tabiiye ulaşırsa
bu, yine hadis olur.
Şia'ya göre ise, masuma ulaşması şarttır"472 .
Burada saha.binin ma
sum olmayan, Şii imamların ise masum kabul edilmesi
dikkat çeki cidir ve Şia'nın sahabeye bakışını da yansıtmaktadır. Bu konuya,
hadis inkarının sebeplerini ele alırken, 'Sahabenin Kötülenmesi' başlığı
altında temas etmiştik. Şia'yı hadis inkarına sürükleyen en önemli
sebeplerden biri, sahabe hakkındaki bu görüşleridir.
468 Bkz. Cezairi, Tahir b. Salih Ahmed ed-Dımeşki
(ö.h.1264), Tevcihu'n-Nazar ili\ Usı1li'l-Eser, Medine trs. 2. Bunun yanı sıra
hadisçiler, Sahabenin söz, fiil ve takrir lerine mevkuf, tabiununkilere de
maktu' adım vermiştir. Bkz. Uğur, Mücteba, An siklopedik Hadis Terimleri
Sözlüğü, Mevkuf ve Maktu' maddeleri.
4 69 Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı,
126.
470 İbn Mace, Mukaddime, ı. 6; Ebu Davud, Sünne, V.
14; Darımi, ı. 45; Ahmed b.
Hanbel, iV. 127.
471 Awk, Hatib, Sünne, 20.
472 Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı, 126.
--- - -- - -1- ----------
Şia'ya göre, sahih hadis, "senedinde
İmamiye'den olan adil ve zabıt ravilerin, yine kendileri gibi ravilerden masum
imama kadar şaz ve illetten kurtulmuş olarak ulaştırdıkları hadistir" 473
• Eğer, "senedindeki bütün raviler İmamiye'den olmazsa, medhe layık bile
olsalar, güvenilirlik derecesine
yükselemezler" 474 •
Şia'nı bu sahih hadis tanımı da hadisçilerin
tanımına uymakta dır. Bir farkla ki,., hadisçilerin tanımında 'masum imam'
ifadesi geç mez: "Makbul h'.adis çeşitlerinin başında yer alan sahih, adalet
ve zabt sıfatlarını haiz ravilerin mutt?sıl isnadla rivayet ettikleri şaz ve muallel olmayan hadislerdir"475 •
Masumun varlığı veya en azından Şia'ya mensup olma,
Şia'nın hadis anlayışını şekillendiren en önemli ve hatta ayırıcı bir faktör-
. dur. Onlar, kavi hadisin tanımını yaparken bile bu
temel ilkeye uymaktadırlar. Zira, Şia'nın hadis anlayışına göre, kavi hadis,
"se nedinde, haklarında medh ve zem hususunda herhangi bir şey
söylenmemiş, İmamiye mezhebinden olan ravilerin rivayet ettik leri hadislerdir"476 •
İsnadda yer alan ravilerin Şii olması ve hadisin
masum imama isnad edilmesi, Şii hadis anlayışında önemli bir yer tutmaktadır.
Ancak, senedde yer alan ravilerin hepsinin Şii' olmaması, hadisi geçersiz kılan
tam bir sebep de değildir. Zira, "İmamiye mezhe binden olmayan ravi,
dininde mustakim, doğruluğu ve eminliği sabitse onun rivayetine itimad
edilebilir. Bu tip ravilerin rivayetle ri İma.mi ve memduh olan fakat adaleti
sabit olmayan ravinin riva yetine
tercih olunabilir" 477 .
Burada görünen odur ki, belirli şartlar altında, Şii
olmayan ra vilerin rivayetleri de makbul olabilmektedir. Ne var ki, Şii
ravinin adalet sıfatının sabit olmaması, bu tip bir rivayetin kabul edilebil
mesi için zaruridir.
Ravinin güvenilir olduğu nasıl ve kimin şehadetiyle
tesbit edi lecektir? İşte bu
noktada, masum imam doktrini yine
devreye.gir-
473 Sofuoğlu,
Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı, 129.
474 Sofuoğlu,
Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı, 132.
475
Koçyiğit, Talat, Hadis Istılahları, AÜİF Yay. Ank. 1985, 383.
476
Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis
Anlayışı, 133.
477 Sofuoğlu,
Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı, 132.
------------ 129 ------------
mektedir. Sözüne güvenilir yegane insanlar masum
imamlar veya daha geniş anlamda Şii mezhebi alimleri olduğu için, ravilerin
güvenilirliğini tesbit eden de onlardır. Bu noktada, masum ima mın söz ve
davranışları o kadar önemlidir ki, ravinin güvenilirliği nin tesbitinde ondan
yararlanılmaktadır. Ravinin güvenilir olup olmadığının tesbitine yarayacak
aşağıdaki prensipler, masum ima mın hadis tesbitindeki karizmatik rolüne
işaret etmektedir.
Şia'y ogöre, bir ravinin güvenilir olup olmadığı şu
esaslar çer çevesinde anlaşılabilir:
1.•Masum imamın bir savaşta sancağı teslim etmesiyle
anlaşı lır. Yani masum imamın, bir kimseye sancağı teslim etmesi, o kim senin
güvenilir bir şahıs olduğunu göstermektedir.
2. Masum
imamın bir kimseden razı olması. Bu da o kimsenin güvenilir ve adil
olduğunu göstermektedir.
3. Masum
imamın bir kimseyi hasım tarafa elçi olarak gönder mesi.
4. Masum
imamın bir kimseyi şahitlik yapmak üzere gönder mesi.
5. Masum
imamın bir kimseyi bir memlekette iş için
görevlen
dirmesi.
6. Masum
imamın bir kimseyi hizmetçi veya katip olarak tut ması.
7. Masum
imamın bir kimseye fetva yetkisi
vermesi478 •
Şia, ravilerin cerh ve ta'dilinde, herhangi bir
alimin vereceği hükme göre değil, Şia'ya mensup alimlerin yapacağı tesbite göre
hareket etmektedir. Bu bakımdan, Şii hadis anlayışına göre, zayıf hadisin
"senedinde, ya mezmum bir ravi vardır yahut sika oldu ğuna dair Şia
mezhebi mensuplarından hüküm varid olmayan fa sid akideli bir ravi
vardır"479 . Hatta onlar, ravide aradıkları şart lardan biri olan 'iman'
şartını da 'Şii olması' şeklinde belirlemiş lerdir480.
478
Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı,
154.
479
Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı,
133.
480 Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı, 153.
Masum imam doktrininin hadis usulüne dahil edilmesi,
se neddeki ravilerin Şii olması gibi prensipler, Şiilerin hadisleri -bü yük
miktarda- dışlamalarına sebep olmuştur.
Şia'nın hadisleri reddetmesinin sebeplerinden biri
de sahabe hakkında sahip oldukları olumsuz kanaattır. Onların bu kanaatle
rinin ardında hilafet meselesi yatmaktadır. Şia, Hz. Peygamber'in vefatından
sonra hilafetin Ali'nin hakkı olduğunu, ancak, Ebu Bekr, Ömer ve Osman'ın
hilafeti ondan gaspettiğini ileri
sürmüşlerdir. Bu sebeple, bu l;iç
sahabeyi ve onların halifeliğini tasdik eden b tün sahabileri
cerhetmişlerdir481 • Onlara göre sahabe, dini hami yetten yoksundur ve
şeriatın heder olmasına çalışmışlardı
r48 2 •
Ehli Beyt dışındaki sahabeyi tekfir ederek Hz.
Peygamber ile aralarındaki bağı koparmış olan Şia, daha sonra Masum İmam
inancını geliştirmiş ve bu iki yanlış görüşün neticesinde hadislerin büyük çoğunluğunu
inkar etmiştir.
Bunun en güzel örneklerinden biri, abdestte çıplak
ayak üzeri ne mesh meselesidir. Bu konudaki tartışma, Maide suresi 6. ayeti
üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu ayette şöyle buyurulmaktadır:
"Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman, yüzünüzü
ve dirseklere kadar ellerinizle beraber kollarınızı yıkayın. Başınıza meshedin.
Ayaklarınızı da topuklara
kadar yıkayın".
Tartışmanın ana noktası, ayette geçen
"erculeküm=ayakları mz" ibaresinin nasb mı yoksa kesre kıraatına
göre mi okunacağı dır. "İslam alimlerinin büyük çoğunluğu, bir başka
deyişle Ehli Sünnetin tamamı, ayetten ayakların yıkanması hükmünü çıkarır
larken, başta İmamiye Şia'sı olmak üzere diğer bazı gruplar, mesh hükmü
çıkararak ona uymuşlardır" 483•
Halbuki, Hz. Peygamber'in çıplak ayak üzerine
meshettiğine dair bir tek rivayet bile yoktur. Buna rağmen Şiiler, bu konudaki
hadisleri, daha önce zikrettiğimiz sebeplerden
dolayı reddetmiş ler ve sünnetten
uzaklaşmışlardı r484 •
481 Sıbai,
Sünne, 131.
482
İbnu'l-Arabi, el-Avasım Mine'l-Kavasım, 184.
483 Uğur, Mücteba, Kur'anı Kerim ve Sünnete Göre
Abdestte Ayakların Yıkanması, 17.
484 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Uğur, Mücteba,
Kur'anı Kerim ve Sünnete Göre Abdestte Ayakların Yıkanması, İslami Araşnrrnalar
Dergisi, 16-28, Nisan 1989.
Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de namazın şekli ve
ezan ile ilgili hususlarda İmamiye Şia'sının bazı farklı uygulamaları mev
cuttur. Malum olduğu üzere onlar, öğle ile ikindi ve akşam ile yat sı
namazlarını cem ederek, bir günde üç vakit namaz kılmaktadır lar. Ayrıca, Şii
itikadının eseri olarak ezana "eşhedu enne Aliyyen Veliyyullah"
ibaresini katmışlardır485 •
485 Bkz. İbn
Abdilvehhab, Muhammed, Risale Fi'r-Redd Ala'r-R.a.fıza, 33.
------------ 137 -----------
SONUÇ
Hz. Peygamber döneminde hadis ve sünnetin konumunda
her hangi bir tereddüt bulunmamakla beraber, Hz. Peygamber'in ve fatından
sonra, ilk hicri asrın ortalarına doğru, özellikle hadislere karşı üstü örtülü
bir şüphenin belirdiğini görüyoruz. Fakat bu şüp he, son derece
ferdi boyutta kalmış,
ilk fitnelerin ortaya çıkışına
.kadar
her hangi bir tesir icra etmemiştir.
Görünen odur ki, bazı insanları hadisler karşısında
şüpheye sevkeden şey siyasi, kültürel, dini ve felsefi kargaşa ortamıdır. Buna,
bir bunalım, bir bulantı devresi diyebiliriz. Siyasi istikrarın bozul ması,
anarşi ve fitnenin kol gezmeye başlaması, İslam'a yabancı din ve kültürlerin açık ve gizli bir
savaşa kalkmaları, milli kültür lerin yeni din ve özellikle de Arap
kavmiyetçiliği karşısında diren meye geçmesi, kimlik ve kişilik bunalımları,
Hıristiyan ve Yahudi lerin İslam'ın temel esaslarına karşı tenkid oklarını
yöneltmesi, hilafet mücadeleleri halkı derinden etkilemiş, kafaları karıştırmış,
halkın ruhi ve akli düzenini de bozmuştur. Öyle zannediyorum ki, halk, bir
hakikat bunalımına düşmüştü. Gerçeğin ne olduğunu, kimin ve hangi fikrin doğru
olduğunu tesbit etmekte güçlük çek mekteydi. Tam bir bunalım içerisindeydi.
Hadis karşıtlığı işte bu atmosfer içerisinde
doğmuştur. Böy le bir ortamın bir takım ekstrem hareketlere gebe olacağı
açıktır. Nitekim, birinci asrın ortalarında doğan bazı aşırı uçlar, toplumun
sahip olduğu değerlere ve bunlar arasında hadis
malzemelerine karşı tepkisel tavırlarını_ ortaya koyma gereğini hissetmişlerdir.
Bu noktada şu tesbiti yapmak gerekiyor: Hadis ve
sünnete şüphe ile bakan ve bu iki kaynağı reddedenlerin toplamı, onlara bağlı
kalanlara oranla bir hayli azdır. Ana kütle, kendini hadis ve sünnete teslim
etmiş görünüyor.
----------- 133
Hadis ve sünnetin toplumun bütün katmanlarında arzu
ettiği etkiyi yapabilmesi için söz konusu bunalımlı devrenin aşıl ması
gerekiyordu. Bu, biraz uzun sürmüştür. Fakat, sonuçta, siya sı istikrarın
sağlanması, dinler ve kültürler arası çatışmada İslam 'ın galip gelmesi hadis
ve sünnet üzerinde ortaya çıkan şüphelerin de dağılmasını sağlamıştır.
KAYNAKLAR
Abdulhamid, İrfan, islam'da İtikadi Mezhepler ve
Akaid Esasları, Çev. Saim Yeprem, ist. 1981
Abdurrezzak, Ebu Bekr b. Hemmam es-San'ani (ö.h.211),
Musannef, Karaçi 1390/ 1970
Accac, Muhammed el-Hatib, es-Sünne kable't-Tedvin,
Kahire 1383/1963 Adam, Baki, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, Seba Yay. Ank.
1997 Ahmed b. Hanbel
(ö.h.241), el-Müsned, Beyrut trs.
Ahmed
Cevdet, Hülasatu'l-Beyan fi Te'lifi'l-Kur'an; İst. 1303
Ahmed Hamdi Akseki, Riyazu's-Salihin (Mukaddimesi),
DİB Yay. Ank. 1976 Amiri, Yahya b. Ebi Bekr el-Amiri, Riyazu'l-Mustetabe,
Beyrut 1974 Aşıkkutlu, Emin, Hadiste
Rical Tenkidi, MÜİF Vakfı Yayınları, İst.1997.
Aydınlı,
Abdullah, Doğuş Devrinde Tasawuf
ve Hadis, İst. 1986
Ayni,
Bedruddin el-Hanefi el-Ayni, Umdetu'l-Kaari li Şerhi Sahihi'l-Buhari,
İst. 1308
Azami, Muhammed Mustafa el-A'zami, Dirasat
fi'l-Hadisi'n-Nebevi ve Tarihi Tedvini- hi,
Mektebetu'l-İslami, 1400/1980
Raci, Süleyman b. Halef el-Baci (ö.h.474), et-Tadil
ve't-Tecrih li Men Harrece anhu'l Buhari fı'l-Cami'i's-Sahih, Riyad 1987
Bağdadi, Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit el-Hatib
(ö.h.463), el-Kifaye fi İlmi'r-Rivaye, Mısır trs.
Bağdadi, Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit el-Hatib
(ö.h.463), Şerefu Ashabi'l-Hadis, Hazırlayan: Mehmet Said Hatiboğlu, AÜİF Yay.
Ank. 1972
Bağdadi, Ebu Mansur Abdulkahir b. Tahir (ö.h.429),
el-Fark Beyne'l-Fırak ve Beya- nu'l-Fırkati'n-Naciye minhum, Mısır trs.
Barthold, W., İslam Medeniyeti Tarihi, Çev: M. E
Köprülü, Ank. 1986
Bayrakdar,
Mehmet, İslam Felsefesine Giriş, Ank. 1988
Beyhaki, Ebu Bekr Ahmed b. el-Hüseyn (ö.h.458),
Delfülu'n-Nübüwe ve Ma'rifetu Ahvali Sahibi'ş-Şeria, Beyrut 1405/1985
Beyhaki, Ebu Bekr Ahmed b. el-Hüseyn (ö.h.458),
el-Esma ve's-Sıfat, Mısır 1358 Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuku İslamiyye ve
Jstılahatı Fıkhıyye Kamusu, İst. 1967 Bolay, Süleyman Hayri, Aristo
Metafiziği İle Gazali
Metafiziğinin Karşılaştırılması,
Ank. 1976
Bolay, Süleyman
Hayri, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, İst. 1981
Brockelman, C., İslam Milletleri ve Devletleri
Tarihi, Çev: Neşet Çağatay, AÜİF Yay.
Ank. 1964
Buhari,
Muhammed b. İsmail (ö.h.256), el-Camiu's-Sahih, İst. Trs:
Buh"ri,
Muhammed b. İsmail (ö.h.256),
Halku Ef'ali'l-İbad, Riyad 1398
Cahız, Ebu Osman Amr b. Bahr (ö.h.255), Cümelu
Cevabati'l-Osmaniyye bi Cümelu Mesfüli'r-Rafıza ve'z-Zeydiyye, Mısır 1374/1955
Cahız, Ebu Osman Amr b. Bahr (ö.h.255), el-Beyan
ve't-Tebyin, Kahire 1367-1369/ 1948-1950
Canan,
İbrahim, Kur'an ve Sünnet
Arasındaki Münasebet, (Soruşturma-2: Kur'an ve
Sünnet, Sor Yayıncılık), İst. 1987
Cezairi, Tahir b. Salih b. Ahmed ed-Dımeşki
(ö.h.1264), Tevcihu'n-Nazar ila Usı'.'ıli'l Eser, Medine trs.
Çakın,
Kamil, Buhari'nin Otoritesini
Kazanma Süreci, İslami Araştırmalar Dergisi,
Cilt 10, Sayı 1,2,3, Ankara 1997.
Çubukçu, İbrahim Agah-Çağatay, Neşet, İslam Mezhepleri Tarihi, Ank. 1965
Darımi, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman b. Fadl
b. Behram (ö.h.255), es Sünen,
Daru İhyai's-Sünneti'n-Nebeviyye
trs.
Darımi, Ebu Said Osman b. Said (ö.h.280),
Kitabu'r-Red ala'l-Cehmiyye, Beyrut 1402/
1982
Denizkuşları, Mahmud, Kur'anı Kerim ve Hadislerde
Tıp, İst. 1982
Ebu Davud, Süleyman b. el-Eş'as (ö.h.275), es-Sünen,
Hums 1388/1969
Ebu Gudde, Mevzu Hadisler, Çev. Enbiya Yıldırım,
İst. trs.
Ebu Hanife, Numan b. Sabit (ö.h.150), el-Alim
ve'l-Müteallim, Thk. Muhammed Zahid el-Kevseri, (İmamı Azam'ın Beş Eseri, Çev:
Mustafa Öz) İst. 1981
Ebu Hanife, Numan b. Sabit (ö.h.150), Fıkhu'l-Ekber,
Thk. Muhammed Zahid el Kevseri, (İmamı Azam'ın Beş Eseri, Çev: Mustafa Öz)
İst. 1981
Ebu Hanife, Numan b. Sabit (ö.h.150), Vasıyye, Thk.
Muhammed Zahid el-Kevseri, (İmamı Azam'ın Beş Eseri, Çev: Mustafa Öz) İst. 1981
Ebu Şehbe,
Muhammed, Difa' ani's-Sünne, Mısır trs.
Ebu's-Suud, Muhammed b. Muhammed el-İmadi (ö.h.951),
Tefsir, Mısır trs Eflatun, Devlet, il. Kitap, Çev: Sabahattin Eyüboğlu-M. Ali
Cimcoz, İst. 1985 Ekrem Ziyau'l-Ömeri, Buhi'ıs fi Tarihi's-Sünneti'l-Müşerrefe,
Beyrut 1395/1975 Emin, Ahmed, Duha'l-İslam,
Beyrut 1936
Emin, Ahmed, Fecru'l-İslam, Beyrut 1969
Enbari, AbdurrezzakAli, Cem'u'l-Kur'ani'l-Kerim,
Mevrid Dergisi, Sayı:4, Bağdad 1401/ 1980
Eş'ari, Ebu'l-Hasan Ali b. İsmail (ö.h.324),
Makalatu'l-İslamiyyin ve İhtilafu'l-Musall in, Weisbaden 1980
Fığlalı, Ethem Ruhi, İbiidiyye'nin Doğuşu ve
Görüşleri, AÜİF Yay. Ank. 1983
Gazali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed (ö.h.505),
el-Munkız rnine'd-Dalal, Kahire 1303
Gazali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed (ö.h.505),
Faysal't-Tefrika beyne'l İslam
ve'z-Zanadıka, Mısır 1325/1907
Gazali,
Ebu Hamid Muhammed
b. Muhammed (ö.h.505), İlcamu'l-Avam an İlmi'l
Kelam, İst. 1287
Gibb, Sir Hamilton A.R., Mohammedanizm, London 1953
Hattabi, Ebu Süleyman Ahmed b. Muhammed b. İbrahim
(ö.h.388), Beyanu İ'cazi'l Kur'an, Mısır trs.
HayyAt, Ebu'l-Hüseyn Abdurrahim b. Muhammed b. Osman
el-Mutezili (ö.h.300), el İntisar ve'r-Red ala ibni'r-Ravendi el-Mülhid, Beyrut 1957
Hekim, Muhammed
Tahir, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, Çev: Hüseyin Aslan, İst.
1985
HemedAni, Ebu Bekr Muhammed b. Musab. Osman b. Hazim
(ö.h.584), Kitabu'J. İ'tibar fj'n-Nasih ve'l-Mensi'ıh, Hurns 1386/1966
Heykel, Muhammed, es-Sıddık Ebu Bekr, Kahire trs.
Heysemi, Nuruddin Ali b. Ebi Bekr (ö.h.807),
Mecmau'z-Zevaid ve Menbeu'l-Fevaid, Beyrut 1967
Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi,
Çev: Salih Tuğ, İst. 1980
Hı'.ili, Muhammed Abdulaziz, Mifıahu's-Sünne ve
Tarihu Funı'.'ıni'l-Hadis, Beyrut 1400/ 1980
Isfehimi, Ebu Nuaym Ahmed b. Abdillah,
Hılyetu'l-Evliya ve Tabakatu'l-Esfiya (ö.h.430), Beyrut 1400/1980
Işık, Kemal, Maturidi'nin Kelam Sisteminde İman,
Allah ve Peygamberlik Anlayışı, Ank. 1980
Işık, Kemal, Mutezile'nin Doğuşu ve Kelami Görüşleri,
AÜİF Yay. Ank. 1976
Itr, Nuruddin,Menhecu'n-Nakd fi Ulfımi'l-Hadis,
Dımeşk 1401/1981
İbn Abdilber, Ebu Ömer Yusuf (ö.h.463), Camiu
Beyani'l-İlm, Thk. Abdurrahman Muhammed
Osman, Medine 1388/1968
İbn Abdilber, Ebu Ömer Yusuf en-Nemiri (ö.h.463), Camiu
Beyani'l-İlm, Medine 1388-1968
İbn Abdilvehhab,
Muhammed, Risale Fi'r-Redd Ala'r-Rafıza,
Riyad trs.
İbn Arrak, Ali b. Muhammed el-Hicazi (ö.h.963),
Tenzihu'ş-Şeriati'l-Merffıa' ani'l Ahbari'ş-Şenia'ti'l-Mevdfıa', Kahire trs.
İbn Ehi .Asım,
Ebu Bekr Ömer eş-Şeybani (ö.h.287),
Kitabu's-Sünne, Mektebetu'l
İslami 1400/1980
İbn Furek, Ebu Bekr (ö.h.406), Müşkilu'l-Hadis ve
Beyanuhu, Kahire 1979
İbn Hacer, Ebu'l-Fadl Ahmed b. Ali b. Muhammed
el-Kinani el-Askalani (ö.h.852), el-İsabe fi Temyizi's-Sahabe, Mısır trs.
İbn Hacer, Ebu'l-Fadl Ahmed b. Ali b. Muhammed
el-Kinani el-Askalani (ö.h.852), Hedyu's-Sari Mukaddimetu Fethi'l-Bari, Beyrut
1301
İbn Hacer, Ebu'l-Fadl Ahmed b. Ali b. Muhammed
el-Kim1ni el-Askalani (ö.h.852), Ta'cilu'I-Menfa'a bi Zevaidi
Ricali'l-Eimmeti'l-Erba'a, Haydarabat 1324
İbn Halikan, Ebu'l-Abbas Şemsuddin Ahmed b. Muhammed
b. Ehi Bekr (ö.h.681), Vefeyatu'l-Ayan ve Ebnau Ebnai'z-Zaman, Beyrut trs.
İbn Hayyan, Ebu Abdillah Muhammed b. Yusuf
el-Ende!fısi (ö.h.754), el-Bahru'l Muhit, Mısır 1328
İbn Hazın, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed (ö.h.456),
el-Fas! fi'l-Milel ve'l-Ahva ve'n Nihal,
Mısır 1317/1321
İbn Hazın, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed (ö.h.456),
el-İhkam fi Usfıli'l-Ahkam, Mısır 1345-47
İbn Hıbban, Muhammed el-Busti (ö.h.354),es- Sahih
(el-İhsan bi Tertibi Sahihi İbn Hıbbfın, Alauddin Ali b. Balebfın, ö.h.739),
Beyrut 1407/ 1987
İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik el-Hımyeri (ö.h.219),
Siretu'n-Nebeviyye, Mısır 1355/1936
İbn Kayyim, Muhammed
b. Ebi Bekr el-Cevziyye (ö.h.751), Mediiricu's-Salikin, trs.
İbn Kesir, Ebu'l-Fida İsmail el-Kureşi (ö.h.744),
el-Baisu'l-Hasis, Beyrut trs.
İbn Kesir, Ebu'l-Fida İsmail el-Kureşi (ö.h.744),
el-Bidaye ve'n-Nihaye, Mısır trs.,
İbn Kesir, Ebu'l-Fida İsmail el-Kureşi (ö.h.744),
Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Daru İhyai'l- Kütübi'l-Arabiyye trs.
İbn Kuteybe, , Muhammed el-Kfıfi el-Mervezi
(ö.h.276), Te'vilu Muhtelifi'l-Hadis, Çev: Hayri Kırbaşoğlu, I. Baskı İst.
1979, il. Baskı İst. 1989
İbn Kuteybe, Muhammed el-Kfıfı el-Mervezi (ö.h.276),
Garibu'l-Hadis, Bağdad 1977 İbn Mace, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvini
(ö.h.275), es-Sünen, İst trs. İbn Main, Yahya (ö.h.233), et-Tarih, Mekke
1399/1979
İbn Sa'd, Ebu Abdillah el-Basri (ö.h.230), t-Tabakiitu'l-Kübra, Beyrut trs.
İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed
el-Harriini (ö.h.728), el-Münteka min Minhaci'l-İ'tidal ve Huve Muhtasaru
Minhiici's-Sünne Ii'z-Zehebi, trs.
İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed
el-Harrani (ö.h.728), İslam Hidaye ti, Çev: Celal Yıldırım, İst. 1969
İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbiis Takıyyuddin Ahmed
el-Harriini (ö.h.728), Mecmı'.'ıiitu'r Resiiil ve'l-Mesiiil, Mısır 1341/1345
cüz: 1 ve 3.
İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed
el-Harrani (ö.h.728), Minhacu's Sünne, Mısır 1322
İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed
el-Harrani (ö.h.728), Risale fi'r-Red ala'n- Nusayriyye, Mecmılatu'r-Resail
ve'l-Mesail içerisinde, Mısır 1341-1345
İbn TeymiyYe, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed
el-Harrani (ö.h.728), Risaletu Mea rici'l-Vusıll, Mecmılatu'r-Resail
ve'l-Mesai! içerisinde, Mısır 1341-1345
İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed
el-Harrani (ö.h.728), Risaletu Ref 'i'l-Melam, Mecmılatu'r-Resail ve'l-Mesail
içerisinde, Mısır 1341-1345s
İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed
el-Harrani (ö.h.728), Şerhu Hadi si'n-Nuzfıl, Mısır 1366
İbnu'l-Arabi, Ebu Bekr (ö.h.543), el-Avasım
Mine'l-Kavasım fi Tahkiki Mevakıfı's Sahabe,
Kahire 1387
İbnu'l-Cevzi, Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali
(ö.h.597), Defu Şübehi't-Teşbih, Mat- baatu't-Terakki 1345 .
İbnu'l-Cevzi,
Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali
(ö.h.597), el-İlelu'l-Mütenahiye, trs.
İbnu'I-Cevzi, Ebu'l-Ferec Abdurrahmaı;ı b. Ali
(ö.h.597), Kitabu'I-Mevzılat, Medine 1386/1966
İbnu'l-Cevzi, Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali
(ö.h.597), Zadu'l-Mesir fi İlmi't-Tefsir, Dımeşk 1384/1964
İbnu'l-Esir, İzzuddin Ebu'l-Hasen Ali b. Ebi'l-Kerem
eş-Şeybani, el-Kamil fı't-Tarih, Beyrut 1402/1982
İbnu's-Salah, Ebu Amr Osman b. Abdirrahman
(ö.h.643), Ulılmu'l-Hadis, Halep 1386
İsferayini, Ebu'l-Muzaffer (ö.h.471), et-Tabsir
fi'd-Din ve Temyizu'l-Fırkati'n-Naciye, Mısır 1359/1940
İzmirli,
İsmail Hakkı (ö.m.1946), Muhassalu'l-Kelam, İst. 1336
Kaadı Abdulcebbar, Ebu'l-Hasen b. Ahmed el-Hemedani
(ö.h.415), el-Muğni fi Ebvabı't-Tevhid ve'l-Adl, Matbaatu Dari'l-Kütüb 1961
Kaadı Abdulcebbar, Ebu'l-Hasen b. Ahmed el-Hemedani
(ö.h.415), Tenzihu'l-Kur' an ani'l-Metain,
Mısır 1329
Kaadı İyaz, b. Musa el-Yahsılbi (ö.h.544), el-İlma'
ila Ma'riferi'r-Rivaye ve Takyidi's Sema,
Kahire 1389/1970.
Kandemir, M. Yaşar, Mev u Hadisler, DİB Yay. Ank.
1984
Kasımi, Muhammed Cemaluddin (ö.h. 1332/m. 1914),
Kavaidu't-Tahdis, Mısır 1380/ 1961
Kılavuz,-Ahmed Saim, iman-Küfür Sının, İst. 1984
Koçkuzu, Ali Osman, Rivayet İlimlerinde Haber-i
Vahitlerin İtikat ve Teşri Yönlerin- den Değeri, DİB Yayınları, Ank. 1988.
Koçyiğit, Talat, Hadis Istılahları, AÜİF Yay. Ank.
1985
Koçyiğit, Talat,
Hadis Tarihi, Ank. 1981
Koçyiğit, Talat, Kelamcılarla Hadisçiler Arasındaki
Münakaşalar, TDV. Yay. Ank. 1984
Koçyiğit, Talat, Kur'an ve Hadiste Ru'yet Meselesi,
AÜİF yayınları, Ankara 1974.
Köksal, Mustafa Asım, İslam Tarihi (Mekke Dönemi),
İst. 1978
Kudai, Sellame el-Azzami, Furkanu'l-Kur'an, Mısır
1358
Kurtubi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensi\ri
(ö.h.671), el-Cami' li Ahk- ami'l-Kur'an (Tefsir), Mısır trs. •
Kutlu, Sönmez, Mürcie ve İtikadi Görüşleri,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1989.
Lıilkai, Ebu'l-Kasım Hibetullah b. El-Hasen b.
Mansur (ö.h.418), Şerhu Usılli İ'tikadi Ehli's-Sünne ve'l-Cema'a, Riyad trs.
Madelung, Wilfred, Early Sunnite Doctrin, Studia
Islamica XXXII. 1970
Mantran, Robert, İslam'ın Yayılış Tarihi, Çev: İsmet
Kayaoğlu, AÜİF Yay. Ank. 1981
Mes'udi, Ebu'l-Hasen Ali b. El-Hasen (ö.h.346),
Murucu'z-Zeheb ve Meadini'l-Cev her, Beyrut trs.
Meyanci, Ebu Hafs Ömer b. Abdilmecid b. Ömer
(ö.h.580), Ma La Yeseu'l-Muhaddise
Cehluhu,
Bağdad 1387/1967
Mukaddemetan= Mukaddemetan fi Ulfımi'l-Kur'an,
Mukaddemetu Kitabi'l-Mebani ve Mukaddemetu İbn Atıyye, Yayınlayan: Arthur
Jefferi, Kahire 1954
Müslim, Ebu'l-Hüseyn b. El-Haccac el-Kuşeyri
(ö.h.261), es-Sahih, İst trs.
Nader, Albert Nasri, Felsefetu'l-Mutezile,
İskenderiyye 1950
Nasr, Seyyid Hüseyin, Religion in The Middle East,
Cambridge 1969
Nesai, Ebu Abdirrahman Ahmed
b. Şuayb b. Ali b. Bahr
(ö.h.303), es-Sünen, Şerh
:Celaluddin es-Suyfıti, Haşiye: es-Sindi) Çev: A.
Muhtar Büyükçınar, İst. 1981
Nesefi, Ebu'l-BerekatAbdullah b. Ahmed (ö.h.701),
Akaidu'n-Nesefiyye, Kahire 1344/ 1925,
Nevevi, Muhyiddin Yahya b. Şeref
(ö.h.676),·et-Takrib, Mısır trs.
Neysaburi, Ebu Abdillah el-Hakim (ö.h.405),
el-Müstedrek ala's-Sahihayn, Beyrut trs.
Neysaburi,
Ebu Abdillah el-Hakim (ö.h.405), Ma'rifetu
Ulfımi'l-Hadis, Haydarabat
. 1397/1977
O'leary de Lacy, İslam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri,
Çev: Hüseyin Yurdaydın, Yaşar Kutluay, AÜİF Yay. Ank. 1971
Okiç, Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerine
Tedkikler, İst. 1959
Özbek, Yusuf, Hadis-i Şerifler Işığında İlahi
Kelamın Müdafaası, İst. 1992
Razi, Fahruddin b. Ziyaiddin Ömer (ö.h. 606),
Mefatihu'I-Gayb (et-Tefsiru'I-Kebir), İst. 1307
Sakallı, Talat, Hadis Tartışmaları İbn
Hacer-Bedruddin Ayni, Diyanet Vakfı Yayınları, Ank. 1996.
Sehavi, Şenısuddin Muhammed b.
Abdirrahman.(ö.h.902), Fethu'I-Muğis, Medine 1388/1967
Serahsi, Ebu Bekr Muhammed b. Ebu Sehl (ö.h.483),
Usulu's-Serahsi, Beyrut 1393/
1973.
Sıbai, Mustafa, es-Sünnetu ve Mekanetuha
fi't-Teşri'i'I-İslami, el-Mekt betu'l-İslami 1398/1978
Sofuoğlu, Cemal, Şia'nın Hadis Anlayışı, Basılmamış
Doktora Tezi, Ank. 1977
Subki, Tacuddin
(ö.h.772), Tabakatu'ş-Şafiiyyeti'l-Kübra, Beyrut trs.
Suyuri, el-Mikdad b. Abdillah, Kira.bu
İrşadi't-Talibin, Bombay 1303
Suyuti, Celaluddin Ebu'I-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911),
el-Hasaisu'l-Kübra, Kahire 1967
Suyuti, Celaluddin Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911),
el-Itkan fi Ulfımi'l-Kur'an, Kahire 1951
Suyuti, Celaluddin
Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911), Lealiu'l-Masnfıa fi'l-Ehadisi'l
Mevzfıa, Beyrut1395/1975
Suyuti, Celaluddin Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911),
Miftahu'l-Cenne fi'l-İhticac bi's Sünne,
el-matbaatu's-Selefiyye 1394
Suyuti, Celaluddin Ebu'l-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911),
Tedribu'r-Ravi fi Şerhi Takribi'n Nevevi, Mısır 1385/1966
Suyuti, Celaluddiq Ebu'I-Fadl b. Ebi Bekr (ö.h.911),
Tevilu Ehadisi'l-Mfıhime li't-Teş- bih,.Cidde
1399/1979
Şafii, Muhammed b. İdris (ö.h.204), el-Umm, Bulak
1325 Şafii, Muhammed b. İdris (ö.h.204), er-Risale, Kahire 1358 Şarani,
Abdulvehhab,Tabakatu'l-Kübra, Mısır trs.
Şabbi, Ebu İshak İbrahim b. Musa (ö.h.790),
el-İ'tisam, Beyrut 1986
Şabbi, Ebu İshak İbrahim b. Musa (ö.h.790),
el-Muvafakat fi Usı1Ii'ş-Şeria, Beyrut trs.
139
Şehristani, Muhammed b. Abdilkerim (ö.h.548),
Kitabu'l-Milel ve'n-Nihal, Mısır 1366/ 1947
Şener, Abdulkadiı; İmam Şafıi'ye Göre Haberi Vahid,
Uluslar arası Birinci İslam Araş tırmaları Sempozyumu,Jzmir 1985
Şevkini, Muhammed b. Ali (ö.h.1250),
Fevaidu'l-Mecmfıa, Matbaatu's-Sünneti'l-Mu hammediyye 1398/1978
Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir (ö.h.310),
(Tefsir) Camiu'l-Beyan an Te'vili Ayi'l-Kur'an, Mısır 1374/1954
Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir (ö.h.310),
Sarihu's-Sünne, Daru'l-Hulefa 1405/ 1985
Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir (ö.h.310),
Tarihu'l-Ümem ve'l-Mülı1k, Lübnan 1387/1967
Tabresi, Ebu Ali el-Fadl b. El-Hasen (ö.h.548),
Mecmau'l-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'an, Tahran 1373 ·
Thomson, William, Kharijitism and The
Kharijites, 1933
Tirmizi, Ebu
İsa Muhammed b. İsa (ö.h.279), es-Sünen, Kahire 1356/1937
Tritton, A. S., İslam Kelamı, Çev: Mehmet Dağ, Ank.
1983
Tusi, Ebu Cafer Muhammed b. El-Hasen b. Ali
(ö.h.460), Tefsiru't-Tıbyan, Necef 1376/ 1957
Uğur, Mücteba, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü,
TDV Yay. Ank. 1992
Uğur, Mücteba, Kur'anı Kerim ve Sünnete Göre
Abdestte Ayakların Yıkanması, İslami Araştırmalar Dergisi, 16-28, Nisan 1989.
Watt, William Montgomery, Islamic Philosophy and
Theology, Edinburg 1962 Yakut el-Hamevi,
Ebu Abdillah (ö.h.626), Mu'cemu'l-Udeba, London 1923 Yaltkaya, M. Şerafeddin,
İslam'da İlk Fikri Hareketler ve Dini Mezhepler, Darulfunfın
İlahiyat Fakültesi Mecmuası, Şubat İst. 1930
Yücel, Ahmet, Hadis Istılahlannın Doğuşu ve
Gelişimi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınlan, İst 1996
Zehebi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman
(ö.h.748), Mizanu'l-İ'tidal fi Nakdi'r-Rical, Daru İhya trs.
Zehebi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman
(ö.h.748), Tecridu Esmai's Sahabe, Beyrut trs.
Zehebi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman
(ö.h.748), Tezkiretu'l-Huffaz, Daru İhya trs.
Zemahşeri, Mahmud b. Ömer (ö.h.528), el-Keşşaf an
Hakaiki Gavamidi't-Tenzil, Beyrut trs.
Zerkeşi,Bedruddin Muhammed b. Abdillah (ö.h.794),
el-Burhan fi Ulfımi'l-Kur'an, Beyrut trs.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder