1- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “ Resûlullah a.s.v. buyurdular ki :
“ Cehennem içerisine âsiler atıldıkça: “ Daha var mı?” demekten geri durmaz. Bu hal, Rabbu’l-İzze’nin cehennemin içine ayağını koyup, iki yakasını dürüp birleştirmesine kadar devam eder. işte o zaman Cehennem: “Yeter, yeter. İzzet ve keremine yemin olsun yeter” der. Cennette fazlalık devam eder. Allah, ona mahsus yeni bir halk yaratır ve bunları cennetin fazla kısmına yerleştirir.
(Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan, Akçağ Yayınları 1992 - Ankara. Cilt 14 s.445 Hadis sırası 5226, Alıntıları: Buhari, Tefsir, Kâf 1. Eymân 12. Tevhit 7, Müslim, Cennet 37, ( 2848), Tirmizi, Tefsir, Kaf, (3268) )
( Not: Bundan sonra İbrahim Cananın Kütüb-i Sitte isimli 18 ciltlik hadis kitapları kaynak gösterildiğinde, kaynak ismi K. S . Olarak kısaltılacak ve önüne sıra numarası yazılacak. Örneğin K.S. 5126 gibi.)
HADİSİN TENKİDİ: Yıllarca inanç sistemlerini inceledim bunlardan başka İlahı’nı cehenneme layık görenine hiç rastlamadım. Putperestler dahi, taptıkları putlarına böyle bir şeyi yakıştırmazlar, tercümeyi yapan İbrahim CANAN, asıl metinde geçen cehennemin içine ifadesini tam tercüme etmeyerek, (belli ki, ifade ona da ağır gelmiş) cehennemin üzerine ifadesini kullanmış. Halbuki asıl metinde “aleyhe” değil, ifade “fiyhe” yani “içerisinde” şeklindedir.
Bunlar, Allah’ı tecsim ederek ona ayak isnat ettiler ve bu ayağı da cehenneme koydular. Cennet için ise doldurulmak üzere imtihansız halk yaratılacağını iddia ettiler. Cehennemin boşluğunu Allah’ın ayağıyla, Cennetin boşluğunu ise hiç dünyaya gelmemiş halkla doldurmak öylemi! Allah, bunların bu küfründen münezzeh ve yücedir. Allah’a ayak isnat etmeleri teşbih değil tecsimdir. Zira cehennem cisimdir ve cisimlerin doldurulması ancak cisim ile olur.
Allah’ın, cehennemi neyle dolduracağına dair Kur’an’dan mealen:
- Eğer Rabb’in dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Oysa, işte ihtilaf edip durmaktadırlar. 11/118
- Ancak Rabbının merhamet ettikleri, (Bu ihtilaftan) istisna teşkil ederler. Zaten Allah, onları bunun için yaratmıştır. Ve böylece, Rabbının “muhakkak cehennemi hep cin ve insanlarla dolduracağım” sözü yerine gelmiş olacaktır. 11/119
- Dileseydik, herkese hidayetini verirdik, (herkesi doğru yola getirirdik). Fakat (hikmetim uyarınca) benden (çıkan) şu söz gerçekleşecektir: “mutlaka cehennemi, cinlerden ve insanlardan bir kısmıyla tamamen dolduracağım.” 32/13
Görüldüğü gibi, cehennemin doldurulması konusunda uydurdukları hadis Kur’an’a ters düşmektedir.
2- Hz. Ebû Hüreyre r.a. Anlatıyor: “Resûlullah a.s.v. buyurdular ki: Sizden biri kardeşiyle dövüşünce yüze vurmaktan sakınsın.” (Buhari, Itk 20, Müslim, Birr, 112, (2612). )
Müslim’in ifadesinde şu ziyade var. “... Zirâ Allah Âdem’i kendi sûretinde yaratmıştır.” ( K.S. 3483 Cilt 10 Baskı 1990)
3- Yine Ebu Hüreyre r.a. Anlatıyor: “Resûlullah a.s.v. Buyurdular ki: Allah’u teala hazretleri, Hz. Adem a.s.mı kendi sureti üzere ve boyunu da atmış zira olarak yaratınca:.... (K.S. 3382 C.10 S.177 B.1990, alıntısı Buhari, İstizan 1, Müslim, Cennet 28 (2841) ).
4- İbnu Abbâs r.a. Anlatıyor: Resûlullah a.s.v. Buyurdular ki : Bu gece Rabb’imden bir (melek, elçi olarak) geldi. Bir rivayette ise şöyle demiştir: “Rabbim bana en güzel bir surette geldi” ve : Ey Muhammed.” dedi.
“Buyur Rabbim, emrindeyim.” dedim.
“Mele’i A’la (da bulunanların) nelerde yarıştıklarını biliyor musun dedi.
“Hayır” dedim. Bunun üzerine elini omuzlarımın arasına koydu. Hatta onun serinliğini göğüslerimde hissettim.......” (K.S. 4668 C.13 B 1992 alıntı: Tirmizi, Tefsir Sâd, (3231,3232) ).
5- Hz. Übey İbnu Ka’b r.a. Anlatıyor: Resûlullah a.s.v. Buyurdular ki: “Hakk’ın musafaha ettiği ilk kimse Ömer’dir. İlk selam verdiği kimsede o olacaktır.” (K.S.6012 C.16 B. 1993) Alıntı İbn!i Mace 104.
HADİSLERİN TENKİDİ: Allah’a insan şeklin de suret iddia ettiler, öyle bir benzerlikten dolayı yüze vurulmamasını tavsiye ettiler. Aslında istedikleri saygı gayreti değildir. Allah’ın yüzü ile insanın yüzünün aynı olduğunu vurgulamak için yüze vurulmamasını tavsiye etmişlerdir. Allah’ın eline serinlik atfetmeleri de tecsim vurgulamasıdır, aynı şekilde Allah’ın Ömer ile tokalaştığını ve onun elinden tutup cennete koyduğu iddiası da apaçık tecsimdir. Allah’ı tecsim etmek yani cisim saymak apaçık küfürdür.
Ayrıca Ömer’i Peygamberimiz dahil tüm Peygamberlerden ve Müslümanlar dan üstün olarak rivayet etmeleri, karışıklık çıkarma amaçlı bir yalan uydurmasıdır, yoksa Ömer’i sevdiklerinden falan değildir.
6- Hz. Ebu Hüreyre r.a. Anlatıyor: Resûlullah a.s.v. buyurdular ki:
“Üzümü Kerm diye isimlendirmeyin. “Vay şu dehrin mahrumiyet ve hüsranına” diye kahırlı söz söylemeyin. Zira Allah’ın kendisi dehr (zaman) dir.”(K.S. 5938 C.16 B.1993 Alıntıları, Buhari Edep 101, Müslim Elfaz 516, (2246, 2247), Ebu Davud, edeb 81 (4974), Muvatta, Kelam 3.(2.984).)
HADİSİN TENKİDİ: Allah hiçbir şekilde zaman olarak tavsif edilemez, zira zamanın kendisi yaratıktır. Geçer ve noksanlaşır, bağlı olduğu olaya ilişkin tükenir. Yoktan var edilmekte ve vardan yok edilmektedir. Dün yok olmuştur, yarın yaratılmakla yoktan varlığa gelecektir. Var iken yok olan, yokken var olan hiçbir şekilde İlah olmaz, zira bu hususlar noksanlık ve acizliktir. Allah ise hiçbir şekilde zamanın bu özelikleriyle noksan ve aciz değildir. Zira Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.
Zaman konusunda Kur’an’dan mealen:
-İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi. 76/11
Görüldüğü gibi zaman gelip geçici bir şeydir, Allah zaman olarak tavsif edilemez, hadis diye iddia ettikleri Kur’an’a aykırıdır.
7- Sahiheyn (Buhari ve Müslim) ve Tirmizi de Ebu Hüreyre’den gelen diğer bir hadiste Resûlullah şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâla hz.şöyle buyurdu: “Ben, kulumun benim hakkımdaki zannına göreyimdir.” (K.S.5849 C.16 B.1993 alıntıları Buhari, Tevhit 35, Müslim, Zikr 1, (2675), Tirmizi, Züht 51, (2389) )
HADİSİN TENKİDİ : Kullar, Allah hakkında iyi veya kötü zanda bulanabilirler. Bir kimsenin Allah hakkında iftira en kötü zanda bulunması mümkündür, o taktirde iddia ettikleri hadise göre Allah kötüdür manası çıkar ki, Allah’ı öyle bir şeyden tenzih ederiz. Allah kullarının zannına göre değil, kendi zatına göredir. Zan kendi başına hakikatten hiçbir şey ifade etmez. Bununla ilgili olarak Kuran’da şöyle bildirilmiştir. Mealen:
-Onların çoğu zandan başka bir şeye uymuyorlar. Zan ise gerçekten hiçbir şey kazandırmaz. Muhakkak ki Allah onların ne yaptıklarını bilir.10/36
-Allah’ı gereği gibi bilemediler. Halbuki Kıyamet günü yer, tamamen O’nun avucu içindedir, göklerde sağ elinde dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir.39/67
-Allah’a yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Onlar Rab’lerine sunulacaklar, şahitler de: “İşte Rab’lerine karşı yalan söyleyenler bunlardır.” diyecekler. İyi bilin ki Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir. 11/18
-Bak nasıl Allah’a yalan uyduruyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter. 4/50
Görüldüğü gibi uydurdukları hadis, Kur’an’a aykırıdır ve Allah’a karşı bir iftira ve isyandır.
8- İbnu’l -Museyyib, Ata İbnu Zeyd el- Leysi, Ebu Hureyre r.a. den naklen anlatıyor: Resûlullah’a atfen mahşerde içlerinde münafıkların da olduğu halde (yalnız) bu ümmet kalacak, derken Allah Tebareke ve Teala onlara evvelce tanıdıklarından başka bir surette tecelli edecek ve:
-Ben sizin Rabb’inizim, diyecek. Onlar (Allah’ı tanımadıkları için)
“Biz senden Allah’a sığınırız! Rabbımız geldiği zaman biz onu tanırız” diyecekler. Bunun üzerine Allah Teala hazretleri (karşılarında) onların tanıdıkları suretiyle tecelli edecek ve : “Ben sizin Rabb’inizim” buyuracak. Onlarda:
“Evet, bizim Rabbımız sensin” diyerek ona tabii olacaklar......(K.S.5072 C.14 B.1992 alıntılar Buhari, Rikak 52, Ezan 129, Tevhit 24, Müslim, İman 299, (182), Tirmizi, Cennet 20, (2560) ) (Sahih-i Müslim,Ahmed Davudoğlu, Sönmez neşriyat A.Ş. C.2 299/665 )
HADİSİN TENKİDİ: Birinci seferki, Allah’ın tecelli ettiği iddialarında, Allah’ın kendisine uygun gelmeyen ve münafıklar içlerinde olduğu halde tüm Muhammed ümmetinin onu tanımayacakları bir surette tecelli ettiğini iddia etmeleri, Allah’a bir saygısızlığı ifade eder. Zira Allah’ın, hem müminler, hem de münafıklar tarafından reddedilecek, (haşa O’ndan) çirkin bir surette tecelli ettiğini iddia etmişlerdir. Öyle ki, inancı ve ameli ne olursa olsun Allah’ı kimse beğenmemiş demektedirler. Ayrıca bu hususu vurgulamak için rivayet yalanlarına münafıkları da dahil etmişlerdir. Ayrıca, Allah’ın suretten surete şekil değiştirme ile tecelli edip göründüğünü iddia etmeleri tecsimdir. O tecsim edilmekten yani yaratıklara benzetilmekten onlarla bir sayılmaktan münezzehtir.
9- İbnu-l Museyyib, Ata İbnu Zeyd el-Leysi, Ebu Hureyre r.a. Den naklen anlatıyor: Resûlullah’a atfen, insanlar Resûlullah a.s.v.’e “ Ey Allah’ın Resulü: Kıyamet günü Rabb’imizi görecek miyiz?” diye sordular. O da: “Siz bulutsuz dolunay gecesinde Ay’ı görmekte şüpheye düşer misiniz?” diye cevap verdi. Onlar :
“ Hayır! Ey Allah’ın Resulü.” diye cevap verdiler. Bunun üzerine:
“Şunu bilin ki siz Rabb’inizi böyle göreceksiniz....(K.S. 5072 C.14 Alıntılar Buhari, Rikak 52, Ezan 129, Tevhit 24 Müslim, İman 299, (182), Tirmizi, Cennet 20, (2560) )
10- Ebu Zerr r.a. anlatıyor: “Resulullah a.s.v. a’ “sen Rab teala yı hiç gördün mü?” diye sordum. “Nurdur, ben O’nu nasıl görürüm” buyurdular.”( K.S. 5159 C.14 alıntılar, Müslim, İman 291.(178): Tirmizi, Tefsir, Necm,(3278). )
HADİSLERİN TENKİDİ: Son hadiste Allah’ın görülmeyeceğini tahdis etmeleri, görüleceği hususunda tahdis ettikleri evvelki diğer iki hadisle çelişkilidir. Zaten metotlarının ana temellerinden biride budur. Bir konuda bir hadis rivayet ederken o hadise aykırı bir veya birden fazla hadis, tahdis etmeye özenle gayret gösterirler, böylece çelişkili hadisleri işlerine geldiği yerde kullanmak, hem de zihinleri iyice karıştırmak için bunu yaparlar.
KURAN HAKKIN DA UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ
I- KUR’AN TAHRİF EDİLMİŞTİR İDDİALARI:
11- Aişe (r.anha)nın azatlısı Ebu Yunus şöyle demiştir: -Aişe (r. anha) kendisi için bir Mushaf yazmamı emretti ve, “ Namazlara ve orta namazına devam edin ” ayetine gelince bana haber ver dedi. Ben de o ayete varınca kendisine haber verdim. Bana o ayeti namazlara , Orta namazına ve ikindi namazına devam edin, Allah için tevazu halinde namaz kılın” şeklinde yazdırdı. Sonra da:
“Ben bunu Resûlullah s.a.v. den duydum” dedi. (Sünen-i Ebû Dâvud terceme ve şerhi, şamil yayın evi 1998. Doç. Dr. İ. Lütfi Çakan K. Salat (2), Bab 5 H. 410 sayfa 148 C.2)
HADİSİN TENKİDİ: Bu hadis uydurmasıyla, Kuran’da noksanlık olduğunu iddia etmişlerdir. Zira bahsi geçen ayette ikindi ifadesi mevcut değildir. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen
-Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah’ın huzuruna durun. 2/238
Olarak ifade edilmiştir. Amaçları Kur’an’a olan itimadı sarsmak için zihinleri bulandırmaktır. Bu hususta başka hadis uydurmalardı vardır. Örneğin:
12- Ubey İbnu Ka’b (r.a.)’ın anlattığına göre, Resûlullah (a.s.v.) kendisine: “Allah, sana Kur’an okumamı emretti” demiş ve Lem yekunullezine kefere’yu ve bu sureden olmak üzere şunu okumuştu: “Allah indindeki din muvahhid İslam dinidir, ne Hıristiyanlık, ne Yahudilik nede Mecusilik değildir. Kim bir hayır yaparsa asla zayi olmayacaktır”. Ubey İbnu Ka’b: “ Bana şunu da okudu” dedi: “Adem oğlunun bir vadi dolu malı olsa ikincisini de arar. İkinciyi de elde etse üçüncüsünü de arar. Ademoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenleri affeder.” (K.S.943 C.4 B. 1988. Alıntısı, Tirmizi, Menakıp ( 3894). )
HADİSİN TENKİDİ: Tırnak içindeki ifadeler kendilerince uydurulmuş sözlerdir. Kur’an’da bu şekilde ayetler mevcut değildir. Dolayısıyla Kur’an dışında ayet iddia etmişlerdir.
13-......Ebu’d- Derda:
--Abdullah ibn Mesûd “ Ve’l - leyli iza yağşa..”yı nasıl okuyor diye sordu.
Ben kendisine (Alkame)
-- “Ve’l leyli izâ yağşa ve’n -nehari izâ tecelli ve’ zekeri ve’l ünsâ”
şeklinde okudum.
Ebu’d- Darda:
--Vallahi Resûlullah beni böyle okutmuştur. Ben Resûlullah tan ağız ağıza böyle öğrendim dedi. ( Sahih- i Buhari, Ötüken yayınları, Mütercim, Mehmet SOFUOĞLU, cilt 8 B.1987 Kitabu Fedailü Ashâbi’n-Nebi Rivayet 82 s.3521)
HADİSİN TENKİDİ: Böylece Leyl süresi (92/3) Ayette geçen yaratma kelimesinin fazlalık olduğunu, Kur’an’dan olmadığını iddia etmişlerdir. Yani, Kur’an’a ekleme yapılmış olduğunu iddia etmişlerdir.
Yine rivayet ettiler ki:
14- ........ Said ibn Cubeyr şöyle demiştir: Bizler muhakkak İbn Abbas’ın Yanında bulunduk: O şöyle dedi: Bana Ubeyy İbn Ka’b tahdis edip şöyle dedi: Resûlullah (s):....... “ Gemiye gelince, o denizde iş yapan yoksulların dı. Onun için ben onu kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında her sağlam gemiyi zorla almakta olan bir hükümdar vardı” (el-Kehf 79). “Verâehum (= Arkalarında)” sözünü “ Emenehum melikun” (= Önlerinde bir melik vardır ) şeklinde okumuştur. (Buhari, Kitabu’ş-şurut 15 Cilt 6 s. 2551 Ötüken 1987 ).
HADİSİN TENKİDİ: Bu hadis rivayetleriyle Kur’an’da geçen (18/79) “Verâehum” (=Arkalarında) kelimesini. “Emenehum” (=Önlerinde) şeklinde olduğunu iddia etmekle yine Kur’an’da tahrifat olduğunu iddia etmişlerdir. Bu kabil örnekler uydurmuş oldukları hadislerde epey vardır, böylece elde mevcut Kuran’ın orijinal olmadığını iddia etmek suretiyle insanlarda şüphe meydana getirmek istedikleri açıktır. Böyle bir iddia Kuran’ın Allah tarafından korunmuş olduğunu inkar manasında olduğu ve bu itibarla da Kur’an’ı inkar etmek olduğu meydandadır. Gerçeklere de aykırıdır, zira dünyada iki ayrı kelime ihtiva eden iki Kur’an mevcut değildir.
II- KURAN’IN PEYGAMBERDEN SONRA TOPLANMIŞ OLDUĞUNU İDDİA ETMELERİ:
15- ............ Zeyd İbn Sabit el-Ensâri ye atfen yaptıkları rivayette: Ebu Bekir ve Ömer’in görevlendirmesiyle Zeyd diyor ki, “Ben kalktım, Kuran’ın ardına düşüp gereği gibi araştırdım ve onu yazılı bulunduğu deri parçalarından, kürek kemiklerinden, hurma dallarından ve hâfızların ezberlerinden bir yerde topladım. Ve et-Tevbe Sûresinden iki ayeti, Ebû Huzeyme el-Ensâri’nin yanında buldum. O iki âyeti ondan başka kimsenin yanında bulmadım.
Neticede içlerinde Kur’an toplanılan bu sahibeler, Allah kendisini vefât ettirinceye kadar Ebû Bekr’in yanında kaldı ..........................(Buhari, Kitabu’l-Tefsir 199 Cilt 9 s. 4423-4424 Ötüken 1987)
16-............ Ebû İshak şöyle dedi: Ben el-Berâ ( R )’ dan işittim, şöyle diyordu: “ Mü’minlerden oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar müsâvi olmaz... “ Ayeti indiği zaman, Resûlullah (S) Zeyd’i çağırdı. Zeyd bir kürek kemiği ile geldi ve o ayeti yazdı..... (Buhari, Kitabu’l-Cihâd ve’s-siyer 47 cilt 6, s.2674. Ötüken 1987 )
HADİSİN TENKİDİ: Kuran’ın, Peygamber zamanında kitap halinde mevcut olmadığı, sonradan rast gele bir araştırmayla, hurma dallarından, deri parçalarından, taş levhalardan, kürek kemiklerinden, hafızların ezberlerinden toplanmış bir kitap olduğu hususunda müteaddit rivayetler uydurmuşlardır. Öyle ki, Kur’an bu dedikleri şeylere yazılı bir Kitab olmuş olsaydı, bir ambarı doldurması gerekirdi, bu iddiaları Kur’an’a bir iftira ve saygısızlığın ifadesidir. Allah, Kur’an’da Kitab indirmiş olduğunu ayetlerle bildirmiştir. Kur’an Kitab halinde Peygamber zamanında mevcut değil idiyse insanlar Kitab mevcut olmadığı halde, ayetlerde niçin Kur’an’dan Kitab olarak bahsediliyor diye sorarlardı. Peygamber zamanında Kur’an Kitab olarak mevcut idi, ve iddia ettikleri gibi, taş parçalarına , hurma dallarına v.s. yazılmıyordu. İnce ceylan derileri üzerine yazılan bir Kitab halindeydi. Bu hususta Kur’an’dan mealen:
- Andolsun Tûr’a (52/1)
- Satır satır yazılmış Kitab’a (52/2)
- Yayılmış ince deri üzerine (52/3)
İfadeleri Kuran’ın nasıl yazılmış bir Kitab olduğunu belirtir. Ayetler peygambere inmişti, eğer Kur’an ince deri üzerine yazılıp tespit edilmemiş olsaydı bu ayetleri duyanlar, siz hangi ince deri üzerine yazılmış kitaptan bahsediyorsunuz diye sormaz mıydılar! Kuran’ın peygamber zamanında özenle yazılmış olduğuna dair diğer bir örnek, Kur’an’dan mealen:
- Hayır, o ayetler bir mesajdırlar. (80/11)
- İsteyen onları idrak eder. (80/12)
- Onlar, değerli sayfalardadır. (80/13)
- Yüksek ve temiz sayfalarda. (80/14)
Bu örneklerden anlaşıldığı üzere, Kuran’ın sonradan rast gele, taş parçalarından,ağaç kabuklarından, kürek kemiklerinden toplanmış bir kitab olduğu yolundaki rivayetler Kur’an’a uymamaktadır, ve aslı yoktur.
Rivayetler uydurulurken, daha öncede belirttiğim gibi bazen kasıtlı, bazen de tutarsızlık şeklinde bir çok çelişkilere düşülmüştür. Fert ve kişilere kabul ettirmek ve sıkıştıklarında kendilerini kurtarmak için bazen doğrulara da yer vermişlerdir. Öyle ki bir konu hakkında bir rivayet uydurduklarında, muhakkak ona muhalif bir veya birden fazla rivayet uydurmaya özen göstermişlerdir. Sık sık bu tür çelişkili ifadeleri yan yana yazarak okuyucunun bu hususa dikkatini çekmeye çalışacağım. Zira hadis uydurma sistemlerinin kökü budur. Örneğin, Kur’an’ın sonradan rast gele toplanmış bir kitap olduğunu söylerken başka bir yerde, peygamberin onu Mushaf halinde bıraktığını rivayet etmek onlar için gayet normal bir durumdur. şöyle ki, uydurdukları diğer bir rivayette şöyle diyorlar:
17- ......Abdülaziz İbn Rufey’ şöyle dedi: Ben Şaddat İbn Ma’kıl ile beraber İbn Abbas’ın yanına girdim. Şaddat İbn Ma’kıl, Abbas’a:
-Peygamber (s) bir şey bıraktı mı? diye sordu.
İbn Abbas:
- Mushaf ‘ın iki yanını kuşatan ciltler arasında bulunandan başka bir şey bırakmadı, dedi.
Biz yine beraberce Muhammed İbnu’l -Hanefiyye’ nin yanına girdik ve ona’da aynı suali sorduk. Muhammed İbnu’l Hanefiyye de:
- İki kapak arasında bulunandan başka bir şey bırakmadı, dedi. (Buhari,Kitâbu Fedail’l -Kur’an 39 Cilt 11 sayfa 5112 Ötüken 1988)
Bu hadis evvelki hadislerle çelişkili olduğu gibi, Kur’an’ın Peygamber zamanında kitap halinde mevcut olduğunu ve Peygamberin hiçbir rivayet bırakmadığını itiraf etmişlerdir.
Diğer bir rivayette de şöyle demektedirler:
18-.......Enes İbn Mâlik el -Ensâri den rivayet ettiler ki:........ “Peygamber hücrenin perdesini açtı da, bizlere bakmaya başladı. Kendisi ayakta duruyor ve yüzü de Mushaf yaprağı gibi parlıyordu......”
(Buhari, kitabu’l -Ezân 72 cilt 2 sayfa 707 - 708 Ötüken 1987)
Bu rivayette de peygamberin zamanında Mushaf’ın yani kitap halinde Kur’an’ın, parlak sahifelere yazılı olarak mevcut olduğunu itiraf etmişlerdir. Zira var idi ki peygamberin yüzünü onun sahifelerine benzetmişlerdir.
Ayrıca, görüldüğü gibi 15 ve 16 no lu örneklerde verdiğim rivayetler. 17 ve 18 no.lu örneklerde belirttiğim rivayetlerle çelişki halindedirler.
III - KURAN’IN OKUNUŞUNU TAHRİF İÇİN UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ
19- .......Ben Abdullah İbni Mes’ûd’dan işittim, şöyle diyordu: Ben bir kimsenin bir ayeti, benim peygamberden işittiğim okuyuşun hilâfına okuduğunu işittim. Hemen elinden tuttum ve onu Resûlullah’a getirdim. Resûlullah (S) : “Her ikinizde güzel okudunuz” buyurdu. Şu’be dedi ki: Ben Resûlullah’ın şunu da söylediğini zannediyorum: “(Kur’an hakkında) sakın ihtilaf etmeyiniz. Çünkü sizden evvelki ümmetler kitaplarında ihtilaf ettiler de bu yüzden helak oldular” (Buhari, Kitab’ul-husûmat cilt 5 sayfa 2228 Ötüken 1987)
20-........ O da İbn Abbâs (R)’tan tahdis etti ki, Resûlullah (S) şöyle buyurmuştur: “Cibril bana Kur’an’ı bir okunuş üzerine okuttu. Ben de durmadan bunun artmasını istedim. Tâ yedi türlü okunuşa erişinceye kadar bu dileğimde ısrar ettim”. (Buhari, Kitâbu Bed’i’l-Halk 29 Cilt 7 Sayfa 3035 Ötüken 1987.)
Yukarıdaki rivayette Kur’an’ın, bir okunuş üzerine Cebrail tarafından indirildiği ve peygamberin ısrarıyla yedi okunuşa çıkarıldığı belirtilmiştir. Buna rağmen şöyle de tahdis etmekten çekinmediler:
21- “ Übeyy b Ka’b’den (rivayet edilmiştir.) Dedi ki: Resûlullah (s.a.v.) Cebrâil’e rastladı ve :
Ey Cibril, ben ümmi bir kavme gönderildim. Bunların arasında koca karılar, ihtiyar erkekler, oğlanlar, kızlar, hiç kitap okumayan adamlar var, dedi.
Cibril o zaman :
- Ey Muhammed, muhakkak’ki, Kur’an yedi harf üzerine nâzil olmuştur, demiştir.” (Kur’an’ı Kerimin faziletleri ve Okuma Kâideleri. Dr. İsmail Karaçam, Marmara ünv. İlahiyat Fakl. Yayınları No 7 sayfa 21 alıntısı, et- Tirmizi, Sahihu’t -Tirmizi bi şerhı’l -İmam İbni’l Arabi, VI.63. Mısır 1934)
22- Ebu Hureyre (r.a) hz.anlatıyor: “Resûlullah ( a.s.v.)şöyle buyurdular: “ Kûr’an hakkında münakaşa küfürdür” (K.S 1158 C.5 S. 271 alıntısı, Ebû Dâvûd, Sünnet 5, (4603) )
Bu gibi hadis uydurmalarıyla, Kur’an’ın ihtilaflı okunabileceğini ve bu okunuşlar elde mevcut Kur’an’a uymasa dahi müdahale etmemek gerektiğini. Hatta münakaşa etmenin küfür olduğunu söylemektedirler. Kur’an kelimeleri çeşitli şekilde okunamaz, harekeli olarak nasıl inmişlerse yalnız ve yalnız o şekilde okunurlar. Ve bir okunuşla inmişlerdir. Değişik okumak kelimeyi değiştirmek demektir, bu ise Allah’tan başkası için mümkün değildir. Kur’an’dan, mealen:
- Rabının kitabından sana vahye dileni oku; O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur, O’ndan başka sığınılacak bir kimsede bulamazsın. 18/27
- Elif, lam, ra. Bu kitap; Ayetleri kesinleştirilmiş sonrada hakim ve habir olan Allah tarafından uzun uzadıya açıklanmıştır. (11/1)
Daha önce metotlarının zıt rivayetler uydurmak olduğunu belirtmiştim. Bu konuda da şöyle rivayetleri vardır:
23- .......Enesten naklen........
“-Sizler Zeyd ibn Sabit ile Kur’an’dan herhangi bir şeyde ihtilaf ettiğiniz zaman, Kur’an’ı Kureyş lisanı ile yazınız. Çünkü Kur’an Kureyş lisanı ile nazil olmuştur,dedi.
Onlar da işte böyle yaptılar.( Buhari. Kitabu’l Menâkıb 15 cilt 7 sayfa 3309, ötüken 1987)
Bu hadis ile Kur’an’ın bir lisan üzerine indiğini ve yanlışlıklara ihtilaf edilebileceğini rivayet etmekle, yedi lisan üzerine indiğin ve değişik okunabileceği konusundaki rivayetlerle çelişkiye düşmüşlerdir.
IV - VAHYİN İNİŞ SIRASIYLA İLGİLİ OLARAK UYDURDUKLARI ÇELİŞKİLİ HADİSLER
24- Hz Âişe’den naklen ...............”(Peygambere ilk gelen Vahiy âlak suresi 1-5 tir)” (K.S. 5563 C 15 S. 389 - b 1992, alıntıları Buhari, Bed’ü’l- Vahiy, Enbiya 21, Tefsir, Alâk Ta’bir 1; Müslim, İman 252, (160); Tirmizi, Menakıb 13, (3636). )
25- Yahya İbnu Ebi Kesir anlatıyor: “Ebu Seleme İbnu Abdurrahman a Kur’an’dan ilk inenin ne olduğunu sordum. “ Ya eyyühe’l - Müdessir (Ey örtüsüne bürünmüş) : (Suresi) dir !” dedi......... (K.S. 5564 C. 15 S. 391 alıntıları, Buhari, Bed’ü’l - Halk 6, Tefsir, Müdessir, tefsir, Alak, Edeb 118 ; Müslim, İman 257, (161) )
Yukarıdaki iki rivayet birbiriyle çelişkilidir.
V - RESÛLULLAH’IN NEYİ VASİYET ETTİĞİ HUSUSUNDA UYDURDUKLARI ÇELİŞKİLİ HADİSLER
26- imam Malik’e ulaştığına göre, Hz. Peygamber (a.s.v) şunu söylemiştir: “ Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah’ın Kitab ı ve Resûlün Sünneti. (Muvatta, Kader 3, (2, 899), K.S. 53 C. 2 S. 328 - 1988)
27- Yezid İbnu Erkam (r.a) anlatıyor : Hz. Peygamber (a.s.v) buyurdular ki “Size uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapmayacağınız iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. Bu. Allah’ın Kitabıdır. Semadan arza uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehli Beytimdir. Bu iki şey, cennette Kevser havuzunun başında bana gelip (hakkınız da bilgi verinceye kadar) birbirlerinden ayrılmayacaktır. Öyleyse bunlar hakkında, ardımdan bana nasıl bir halef olacağınızı siz düşünün” (K.S. 54 C. 2 S. 328-329 B. 1998 alıntısı Tirmizi, Menakıb 77.(3790) )
28- ..........Bize Talha İbnu Musarruf tahdis edip şöyle dedi: ben Abdullah İbn Ebi Evfâ ( R )’ya:
- Peygamber (S) vasiyet etti mi diye sordum.
O :
- Hayır ( vasiyet etmedi ), dedi.
- Bunun üzerine ben :
-Öyleyse insanlar üzerine vasiyet etmek nasıl farz yazıldı, yahut insanlar nasıl vasiyet etmekle emr olundular? Dedim.
-Abdullah İbn ebi Evfâ :
-Resûlullah, Allah’ın kitabı na tutunmak ve onunla amel etmeyi vasiyet etti, dedi. (Buhari, Kitabu’l -Vesâyâ 3 cilt 6 sayfa 2583, ötüken 1987 )
29-......... Resûlullah’a atfen Veda Hüdbesinde : “Mü’minler! Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmayacaksınız. O emanet Allah’ın kitabı Kur’an’dır.” (Buhari. Kitabu’l - Hac cilt 4 sayfa 1648, Ötüken 1987)
Görüldüğü gibi, örneklerdeki 26 ve 27 ki rivayetler Kendi aralarında çelişkili oldukları gibi, 28 ve 29. Rivayetlerle de çelişkilidirler. Biz ancak Kur’an’dan sorumluyuz, onun için 28 ve 29. rivayetler gerçeğe uygundur.
Sünnet diye uydurdukları rivayetler bir birleriyle çelişkili olduğundan, doğru yolu onlarla bulmak mümkün değildir. Ayrıca Kur’an yeterli olup öyle bir şeye ihtiyaçta yoktur. Ehlibeyt ise, onlarda bizim gibi ancak Kur’an’a uymakla doğru yolu bulabilirler, kaldı ki bin seneden fazla bir zamandır, ehlibeytten bir kimseyi müşahhas olarak dünyada kimse görmediği gibi, onları gören kimseyi de gören olmamıştır. Onun için Kur’an’la birlikte ehlibeyt rehberliği diye bir şey olmadığı gibi, böyle bir şeye ihtiyaçta yoktur. Aksine iddialar gerçeklere uymayan hususlardır.
VI- KURAN’IN ÜCRETLE OKUNUP-OKUNAMAYACAĞI KONUSUNDA VE RÜKYE İLE İLGİLİ UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ
30- İmrân İbnu Husyen (r.a.)’ın anlattığına göre, İmrân, Kur’an okuyan, arkasından da buna mukabil halktan dünyalık talebeden birisine rastlamıştı, ‘ İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’un, deyip arkasından şu açıklamayı yaptı: “Hz. Peygamber (a.s.v.)’in şöyle söylediğini işittim: “Kim Kur’an okursa (isteyeceğini) Allah’tan istesin. Zira bir takım insanlar zuhur edecek, onlar Kur’an okuyup, okudukları mukabilinde halktan (dünyalık) isteyecekler. (K.S. 434 C.3 S.243 B.1988, alıntısı Tirmizi, Sevâbu’l-Kur’an 20,2918 )
31- Ubade İbnu’s-Sâmit r.a. Anlatıyor: “Ben ehl-i Suffa’dan bir kısım insanlara yazı ve Kur’an öğretmiştim. Onlardan bir adam bana bir yay hediye etti. Ben de: “(Bu yay) benim için (büyük) bir mal değil, onunla Allah yolunda atış yaparım, gidip Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a soracağım” dedim. Gidip sordum:
“Ey Allah’ın Resûlü! dedim. Kendilerine yazı ve Kur’an öğrettiğim kimselerden biri bana bir yay hediye etti. Bu benim için bir mal da değil. Ben onunla Allah yolunda atış yaparım! dedim. a.s.v. bana : “Eğer ateşten bir takı takınmayı seversen kabul et! diye cevap verdi.” (K.S. 5787 C.16 s.249 B.1993 alıntısı, Ebu Dâvud, Büyû’ 37, (3417) )
30 ve 31. Rivayetlerde, Kur’an okumaktan, Kur’an ve Yazı öğretmekten ücret alınmasının kesin olarak haram olduğunu rivayet ettiler. Buna rağmen şu şekilde bir başka rivayette bulundular:
32- İbnu Abbâs r.a. Anlatıyor: “Resûlullah a.s.v. Buyurdular ki: “Üzerine ücret almada en haklı olduğunuz şey Kitabullah’tır.” ( K.S. 5171 C.14 S. 506-507 B.1992, alıntısı Buhâri, İcâre 16, Tıbb 34. )
Bu rivayette , üzerine ücret almada en meşru olan şeyin Kur’an olduğunu tahdis etmeleri açık bir çelişkidir.
33. Resûlullah’a atfen: Câbir şöyle demiş “ Benim bir dayım vardı. Akrebe karşı rukye yapardı. Derken Resûlullah rukyeyi yasak etti, Müteakiben ona gelerek:
- Ya Resûlullah! Gerçekten sen rukyeyi yasak ettin mi? Ben akrebe karşı rukye yapıyorum dedi. Bunun üzerine: “Sizden her kim din kardeşine fayda verebilirse bunu yapsın!” buyurdular. (Sahih’i Müslim, Terc. Ahmet Davudoğlu, sönmez Neşriyat A.Ş. Cilt 9 62/624)
<33.> Rivayet kendi içeriğinde çelişkilidir, mademki rukye yapmanın bir mahzuru yok idiyse bunu peygamber neden yasakladı? Rukye, bir hastanın iyileşmesi için, onun üzerine okuyup üflemeye, muska ve efsûn yapmaya veya hastanın üzerine tükürmeye denir. Rukye yapanlar Kur’an ayetleri okudukları gibi, başka sözlerde söylerler. Örneğin:
34..... Hârice b. Es-Salt, amcasından rivayet ettiğine göre: O (Hâricenin amcası) bir kavme uğradı. Kavimdekiler onun yanına gelip;
Şüphesiz sen ozat (Hz. Peygamber)’ın yanından bir şey getirmişsindir, bizim için şu adama rukye yap, dediler ve kendisine iplerle bağlı bir adam getirdiler.
Hâricenin amcası sabahlı akşamlı üç gün adama Fâtiha sûresini okudu. Sûreyi her bitirişinde tükürüğünü biriktiriyor sonrada tükürüyordu. Adam sanki kösteğinden kurtulmuş gibi oldu, (iyileşti) (Delinin arkadaşları) rukye yapan zata (ücret olarak) bir şey verdiler. Adam, Resûlullah (s.a.)’a gelip durumu haber verdi.
Efendimiz (s.a.)
“Ye, ömrüne yemin ederim ki, kimileri bâtıl bir rukye ile yerler, sen ise hak bir rukye ile yersin.” buyurdu. (Ebu Davud, cilt 12 s.496 rivayet 3420 Şamil Yayınevi 1991; Ahmet b. Hanbel V. 221)
Kur’an, içindeki bilgilerden istifade etmek suretiyle, doğru yolu gösteren , nasihat eden, uyaran, İslam dini için gerekli bütün bilgileri ihtiva eden bir kitaptır. O ne ölülerin üzerine okunmak için, nede okunup üflendiğinde hastaları iyileştiren bir kitab değildir.
Hele Kur’an’ın okunup, ondan sonra şifa verir diye hastaya tükürülmesi rivayeti Kur’an’a saygısızlık kastıyla uydurulmuştur.
Kur’an’ın bir rukye kitabı olmadığı hususunda, Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:
- Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yâhut arzın parçalandığı, yâhut ölülerin konuşturulduğu bir Kur’an olsaydı (bu Kitab olurdu) Fakat bütün işler Allah’a aittir. İman edenler hâla bilmediler mi ki, Allah dileseydi bütün insanları hidâyete erdirirdi? Allah’ın va’di gelinceye kadar devamlı olarak inkar edenlere, yaptıklarından dolayı, ya ansızın büyük bir belâ gelecek, ya da o belâ evlerinin yakınına inecek, Allah, vadinden aslâ dönmez. 13/31
Görüldüğü gibi Kur’an okunduğunda ne dağlar yürür, ne yer parçalanır, ne de ölüler konuşur. Onun için Kur’an’dan bir rukye kitabı olarak bahsetmek, Kur’an’ın iniş nedenini esas amacından saptırmaya yönelik kasıtlı bir harekettir.
VII- CİN’LERİN KUR’AN DİNLEMELERİYLE İLGİLİ OLARAK UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ :
Alkame anlatıyor: “İbni Mes’ud (r.a.)’a dedim ki ’
-Sizden kimse, cin gecesinde Hz. Peygamber (a.s.v.)’e refâkat etti mi?”
“-Hayır, dedi, bizden kimse ona refakat etmedi. Ancak bir gece Onunla (a.s.v.) beraberdik. Bir ara onu kaybettik. Kendisini vadilerde ve dağ yollarında aradık. Bulamayınca: “Yoksa uçurulmuş veya kaçırılmış olmasın?” dedik. Böylece, geçirilmesi mümkün en kötü bir gece geçirdik. Sabah olunca, bir de baktık ki Hira tarafından geliyor.”
“-Ey Allah’ın Resulü, biz seni kaybettik, çok aradık ve bulamadık. Bu sebeple geçirilmesi mümkün en fena gece geçirdik” dedik.
- “Bana cinlerin davetçisi geldi. Beraber gittik. Onlara Kur’an’ı Kerimi okudum” buyurdular. Sonra bizi götürerek cinlerin izlerini, Ateşlerinin kalıntılarını gösterdi............. (K.S. 786 C.4 S.243 B.1988. Alıntıları, Müslim, salat 150(450); Tirmizi, Tefsir, Ahkâf,(3254); Ebu Dâvud, Tahâret 42,(85). )
36- Ma’n İbnu Abdurrahman anlatıyor: “Babam merhumu dinledim. Diyordu ki:
“Mesruk’a sordum: “Kur’an’ı dinledikleri gece, cinler(n geldiğini) Resûlullah a.s.v.’a kim haber verdi?” Bana şu cevabı verdi: “Babam, yani İbnu Mes’ud bana bildirdi ki: “Onların yani cinlerin geldiğini bir ağaç haber verdi.” (K.S. 5589 C.15 S.441 B. 1992, Alıntıları Buhâri, Menâkıbu’l-Ensâr 32; Müslim, Sâlat 153,(450). )
Cinlerin Kur’an dinlemeleriyle ilgili olarak uydurmuş oldukları yukarıdaki sözlerin yanında, bu sözleri sanki hiç söylememişçesine şöyle demeleri gerçekten ibret vericidir:
37- İbnu Abbas (r.a.) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (a.s.v.) Cinlere Kur’an okumadığı gibi, onları görmedi de..........) (K.S. 846 C.4 S.343 B.1988. Alıntıları, Buhari, Tefsir, Cinn 1, Ezan 105; Müslim, Salat 149,(449); Tirmizi, Tefsir, Cinn,(3320). )
<37.> Rivayetin devamın da uzunca anlatım ve ifadelerin içinde, Cinlerin Peygamberin haberi olmadan peygamberden Kur’an dinlemiş olduklarını söylemeleri Kur’an’a uygun olmasına rağmen, insanların kafalarını karıştırma metotlarının gereği olarak uydurmuş oldukları 35 ve 36. Rivayetlerdeki ifadelerle 37. Rivayetteki ifadelerin ayrılık ve çelişkisi dikkat çekici olup, onların zihniyetini yansıtmaktadır.
Cinlerin Kur’an dinlemesiyle ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- De ki! Bana vah yolundu ki, Cinlerden bir topluluk Kur’an dinlediler de şöyle dediler: “Biz hârikulâde güzel bir Kur’an dinledik. 72/1
Yukarıda meali yazılı ifadeler, Cin sûresinde geçmekte olup, buna göre Cinlerin Kur’an dinlediğiyle ilgili olarak, peygamberin ancak vahiyle haberi olmuştur. Bundan dolayı rivayetçilerin uydurmuş oldukları, peygamber kayboldu ve ona ağaç bildirdi gibi sözler, saygısızca uydurulmuş alayvari boş sözlerdir.
VIII- KUR’AN’I ANLAMA ANLAYIŞLARI VE KUR’AN’IN NASIL OKUNMASI GEREKTİĞİ KONUSUNDAKİ RİVAYET ÖRNEKLERİ
38-............ Ebû Hureyre şöyle diyordu: Resûlullah ( S ): “Allah, Peygambere Kur’an’ı teganni etmesi karşılığı kadar hiçbir şey için mükâfat vermemiştir” buyurdu.
Râvi Ebû Seleme’nin bir arkadaşı ona “Yeteğenne bihi” sözüyle “Yecheru bihi (= Demek istiyor)” dedi (; aslında: İstima’ etmemiştir” fakat bundan mûrad bol mükâfattır). (Buhari, Kitabu Fadaili-Kur’an, Hadis 43 S. 5116 C.11 Ötüken 1988 ).
Teganni etmek şarkı makamıyla söylemek demektir, yani Kur’an’ın şarkı sözü gibi söylenmesi gerektiğini rivayet etmişlerdir. Bu ise Kur’an’ın okunuşuyla ilgili olarak, Kur’an’da bildirilen şekle uymamaktadır.
Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Ey örtüsüne bürünen. 73/1
- Geceleyin kalk, yalnız gecenin birazında (uyu). 73/2
- Gecenin yarısın da (kalk) yâhut bundan biraz eksilt. 73/3
- Veyâ bunu artır ve ağır ağır Kur’an oku. 73/4
Görüldüğü gibi, Kur’an’ın ağır ağır yani güzel, tane tane ve açık okunması istenmiştir. Zira “Tartil” kelimesi bu manaya gelmektedir. Bu itibarla, Kur’an teganni edilemez! O şarkı sözü değildir. Rivayet uydurma olup, Kur’an’a uymamaktadır.
39- Ammâr İbnu Yâsir (r.a.) anlatıyor: Resûlullah (a.s.v.) buyurdular ki: (Kur’an’ı Kerimde zikri geçen) sofra gökten ekmek ve et olarak indirildi. Bu mucizeye mahzar olanlara, ihânet etmemeleri ve ertesi gün için, o yiyeceklerden ayırmamaları emredildi. Ancak onlar bunu dinlemediler, hem ihânet ettiler hem de yemeklerden ayırıp ertesi gün için sakladılar. Bunun üzerine ceza olarak maymun ve hınzır sûretine çevrildiler”. (K.S. 597 C.3 S.465 B.1988. Alıntısı, Tirmizi, Tefsir, Maide, (3063) ).
Bu rivayet Kur’an’a uymadığı gibi. İsa Peygamberin ‘ Havarilerine hakaret kastıyla uydurulmuştur. Havarinin kelime manası: Seçilmiş halis kimse olup, Peygamberlere taraftar çıkıp yardım edenler hakkında kullanışı ile şüyu’ bulmuştur.
İsa Peygamberin havarileri ve onlara inen sofrayla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- Ve Ben, Havarilere: “Bana ve elçime iman edin” diye vah yetmiştim. Onlar : “Biz iman ettik, Sen şahit ol ki, biz Müslümanlardanız!” dediler. 5/111
- Havariler demişlerdi ki: “Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” (İsa) : “Eğer mü’min iseniz Allah’tan korkun” demişti. 5/112
- “ İstiyoruz ki, ondan yiyelim, kalbimiz iyice yatışsın, senin bize doğru söylediğini bilelim ve bizzat görenlerden olalım.” dediler. 5/113
- Meryem oğlu İsa da: “Allah’ım, Rabb imiz, bizim üzerimize gökten bir sofra indir ki bizim için, önce ve sonra gelenlerimiz için (o gün) bir bayram olsun ve ( o olay ), senden bir delil olsun. Bizi rızıklandır, sen rızık verenlerin en hayırlısısın.” dedi. 5/114
- Allah buyurdu ki: “Ben onu sizin üzerinize indireceğim, ama ondan sonra sizden kim küfür ederse, ben ona alemlerden hiç kimseye yapmayacağım azabı yaparım.” 5/115
Görüldüğü gibi, İsa peygamberin Havarileri Allah’ın vah yetmesiyle iman etmiş kimseler olup, İsa peygamberin yardımcılarıydılar. Onların sofradan yemek çalmış olmaları söz konusu olmadığı gibi, maymuna ve hınzıra çevrilmiş olduklarının rivayet edilmesi bir iftiradır.
40- Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor:...............Resûlullah (a.s.v) buyurdular ki: Hz. Adem’in yaşı kırk yıl eksik olarak kesinleşince hemen ölüm meleği geldi. Adem (a.s) ona :
“ - Yani benim ömrümden kırk yıl geride kalmadı mı?” dedi. Melek :
“ - İyi ama, dedi, sen onu oğlun Davud’a vermedin mi?” Adem inkar etti zürriyetide inkar etti.........( K.S. 614 C.3 S. 488 B. 1998 alıntısı, Tirmizi, Tefsir, A’raf, (3078) 9.)
Tahdis edilen rivayette, Adem peygamberin ömür süresinden hibe yaptığı ve dolayısıyla ömür süresini bildiği iddia edilmiştir. Bu iddia Kur’an’a uymamaktadır.
Bu hususta Kur’an’dan mealen:
-Eğer Allah, insanları yaptıkları (her) haksızlıkta cezalandırsaydı, yeryüzünde tek canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir süreye kadar erteler. Süreleri geldiği zamanda bir saat dahi ne geri kalırlar, nede ileri geçerler. 16/61
- Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru yağdırır ve rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır. 31/34
Görüldüğü gibi rivayet edilen hadisin aslı yoktur. Zira ecel takdir edilmiş kesin bir süredir, herkesin eceli kendisine aittir. Sürüleri geldiği zamanda bir saat dahi ne geri kalırlar ne de ileri geçerler. Hiç kimsede nerede öleceğini bilmez.
41- Yine İbn’u Âbbâs (r.a)’nın anlattığına göre, kendisine Cenâbı Hâkkın şu mealdeki kelamından sorulmuştur : “ Bilin ki onlar, Kur’an okunurken gizlenmek için iki büklüm olurlar. Bilin ki elbiselerine büründüklerinde bile Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir. Çünkü O kalplerdeki olanı bilendir.”
(Hud 5)
İbnu Abbas (r.a) şu açıklamayı yapmıştır : “ Bunlar helada soyununca avret mahallerinin açılıp, o manzaralarının semaya ulaşmasından, keza hanımlarıyla cinsi mukarenet sırasında soyununca çıplak hallerinin semaya ulaşmasından korkup haya duyan ( Bu yüzden kendilerine sıkıntı veren ) kimseler hakkında nazil olmuştur. (K.S. 660 C. 4 S. 29-30 B. 1988 alıntısı Buhari, Tefsir Hud 1.)
Hud Suresi 5. Ayetinde, Kur’an’dan kaçmak için peygamberden gizlenip saklanan kimseler tenkit edilmiştir. Allah kendisinden hiç bir şeyin gizlenemeyeceğini belirterek bu şahısları tenkit etmiştir. Rivayette ise bu şahıslar, Allah’tan haya duyan şahıslar olarak tarif edilmiş ve kendilerince övmüşlerdir. Bu anlayışlarının Kur’an’la ilgisi olmadığı gibi, Allah’a karşı İslam da bu şekilde bir tesettür anlayışı olmayıp, Allah tan hiç bir şeyin gizlenemeyeceği de açıktır. Haya anlayışları buysa o zaman bilsinler ki, Allah’tan hiçbir şey gizlenemez.
Hud suresinin bu iddialarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Bu konuda Kur’an’dan mealen :
- İyi bilin ki, onlar O’ndan gizlenmek için göğüslerini büker (Allah’ın Resulünü görmemek, Kur’an’ı dinlememek için sırtlarını çevirir)ler. İyi bilin ki onlar, örtülerine büründükleri zaman dahi ( Allah onların) içlerinde gizlediklerini ve açığa vurduklarını hep bilir. Çünkü O göğüslerin özünü bilendir. 11/5
Ayet İslam dan kaçanlar hakkında inmişken, ayetle hiç ilgisi olmayan uydurma bir nüzul sebebi rivayet edilmiş olduğu açıktır.
42- İbnu Abbas (r.a) anlatıyor : “Resulullah (a.s.v)’ın arkasında çok güzel bir kadın namaz kılıyordu. Cemaatten bazıları onu görmemek için ön safa kaçıyor, bazıları da en arka safa geliyor, rüku ya vardığı zaman koltuğunun altından ona bakıyordu. Bu durum üzerinde Cenabı Hakk şu ayeti indirdi : “ And olsun, sizden öne geçenleri de biz biliriz, geri kalanları da biz biliriz” (Hicr,24), (K.S. 671 C.4 S.39 B. 1988 alıntısı, Nesâi, İmamet (2,118);Tirmizi, Tefsir, Hicr, (3122). )
Sahabedeler hakkında saygısızca uydurulmuş bu nüzûl sebebi rivayeti uydurmasının, Hicr Suresiyle hiçbir ilgisi yoktur. Hicr 23-24-25 ayetlerini mealen yazarsak iftira ettikleri ortaya çıkar. Şöyle ki :
-Biziz, elbette biz ki, yaşatır ve öldürürüz : Gerçek vâris olanda biziz. 15/23
-And olsun, sizden önce geçenleri de bildik, sonra gelenleri de bildik. 15/24
-Gerçekten onları toplayacak olan, Rabbin dir. O, hikmet sahibidir, bilendir. 15/25
Allah bu ayetlerle, yaşatıp öldürdüğünü, gerçek olarak mülkün kendisine ait olduğunu, ölüp gidenleri bildiği gibi gelecek olanları ; sonraya tehir edilmiş olanları bildiğini. Ölüp gidenlerle gelecek olanları bir araya toplayacağını bildirmiştir. Bu itibarla bu ayetlerin onların sapık nüzûl sebebi uydurmalarıyla bir ilgisi yoktur.
Hz. Enes (r.a), “ Rabbine and olsun ki hepsini yaptıklarından sorumlu tutacağız” (Hicr 92-93) ayetiyle ilgili olarak: “Onlar ‘ La ilahe İllâllah’ demekten sorumlu olacaklar” demiştir.”
(K.S. 675 C.4 S. 43 B. 1998 alıntıları, Tirmizi, Tefsir, Hicr, (3126); Buhari hadisi bab başlığı olarak kaydetmişti.) )
Bu ayetler, Kur’an’ın bir kısmını kabul edip, bir kısmını red eden kimseler hakkında inmişlerdir. şöyle ki Hicr 89-90-91-92-93-94 ayetlerinin meallerini yazarsak durum açıkça anlaşılır. şöyle ki
-De ki: Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım. 15/89
-Tıpkı o bölücülere indirdiğimiz (azâb) gibi, 15/90
-Onlar ki Kur’an’ı parça parça ettiler. 15/91
-Rabb’ın hakkı için biz onların hepsine mutlaka soracağız: 15/92
-Yaptıkları şeylerden. 15/93
-O halde sen emr olunduğun şeyi açıkça söyle ve ortak koşanlara aldırma. 15/94
Görüldüğü gibi ayetler müşrikler hakkında indirilmişken, Müslümanlar hakkında indiği rivayet edilmiş olup, rivayet asılsız bir iftiradır.
44- Ebu Sa’id el Hudri’den, Resûlullah’a atfen: “(sağcılar) ...........ve kadri yükseltilmiş döşeklerdedirler” (Vâkıa,24) mealindeki ayet hakkında, Resûlullah’ın şunu söylediğini nakleder:” bunların yüksekliği sema ile arz arasındaki mesâfe kadardır. İkisi arasındaki uzaklık ise beş yüz yıllık yürüme mesafesidir.” (K.S. 809 C.4 S.287 B. 1988 alıntısı, Tirmizi, 2543)
Sema ile arz mesafesinin beş yüz yıllık yürüme mesafesi olduğunu ve cennet döşeklerinin yüksekliğine denk olduğunu rivayet etmelerinin hiçbir tutarlı tarafı yoktur, değil beş yüz senelik yürüyüşle semayı kat etmek, kişi günde yüz km yürüse 3500 yılda güneşe dahi varamaz. Cennet döşekleriyle alay etmek için bu rivayeti uyduran bilse ki sema ne kadar yüksektir. Cennet döşeklerinin beş yüz yıllık yol yüksekliğinde olduğu iddiası da keyfi bir iddiadır.
45- Hz. Âişe (r.a) diyor ki: “Resulullah (a.s.v) ölmezden önce bütün kadınlarla nikah kendisine helal kılındı.” (K.S. 751 S.198 C.4 B 1998 alıntısı Tirmizi, Tefsir, Ahzab, (3214); Nesai, nikah 2(6.56) 9.)
Bu rivayet, Ahzab sûresinin 52. Ayetine uymamaktadır. şöyle ki mealen :
-Bundan sonra artık sana (başka) kadınlar(la evlenmek), bunları başka eşlerle değiştirmek helal değildir. İsterse güzellikleri çok hoşuna gitsin, (artık başka kadınlar alamazsın); yalnız elinin altında bulunan (câriye)ler hariç, Allah her şeyi gözetleyicidir. 33/52
Bu itibarla rivayetin aslı yoktur.
46- Esma bin tu Yezid (r.a) anlatıyor: “ Resûlullah (a.s.v) buyurdular ki: “Allah’ın İsmi Azam ı şu iki ayettedir:
1- “İlahınız, tek olan İlahtır, O’ndan başka ilah yoktur. O Rahman ve Rahimdir” (bakara 163)
2-Al-i İmran sûresinin baş kısmı: Elif lam mim. O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. O Hayy ve kay yumdûr” (Âl i İmrân 1-3). (K.S. 1793 C.6 S. 556 b. 1989 alıntısı, Ebû Dâvud, Salât 358 (1496) Tirmizi Da’avât 65, (3472). )
Yaygın bir şekilde, bir çok kimse tarafından şu iddiada bulunulmuştur. Allah’ın isimleri arasında bir tanesi vardır ki, bu O’nun en büyük ismidir. Kim Allah’ın bu ismini söyleyerek, Allah tan bir şey isterse muhakkak o dua kabul olur, velev ki taşın altın olmasını istesin, veya ölüleri kaldırmak istesin derhal yerine gelir. Ve bu ismin hangisi olduğu hususunda bir çok rivayetler uydurulmuş ve iddialarda bulunulmuştur. Bu iddiaların hepsi Allah’a bir iftiradır. Zira Allah’ın bütün isimleri yüce ve güzeldir. Allah duaları kabul ederken şahsın durumuna bakar, dua eden şahıs, duasının kabul edilmesine layıksa Allah duasını kabul eder. Yoksa iyi işler yapmayan veya kafir olan bir şahıs, Allah’ın bütün isimlerini duasında tekrarlasa dahi, Allah onun duasını kabul etmez. Bu konuda Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:
-O dur ki kullarından tövbeyi kabul eder, kötülüklerinden geçer ve yaptıklarınızı bilir. 42/25
-İman eden ve iyi işler yapanların duâsını kabul eder, lütuf ve kereminden onlara (istediklerinden) fazlasını verir. Kafirlere gelince: onlara da çetin bir azab vardır. 42/26
-De ki: “İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız, nihâyet en güzel isimler O’nun dur. Salatında pek bağırma, pekte (sesini) gizleme, bu ikisinin arasında bir yol tut. 17/110
- En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na onlarla (o güzel isimlerle) dua edin ve Onun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın; Onlar yaptıklarının cezasını çekeceklerdir. 7/180
Görüldüğü gibi, ismi âzam konusunda tahdis edilen rivayet uydurma olup, Kur’an’a uymamaktadır. Sadece bu tür rivayetlerle insanları asırlarca boş hayaller peşinde sürüklemiş ve gerçeklerden kopmalarına sebep olmuşlardır. Bu iddialarda bulunan kimseler, Allah’ın İsimleri hakkında eğriliğe sapan kimselerdirler.
47- ..........Abdullah ibn Mesûd ( r ) şöyle demiştir: Peygamber (S) Mekke de iken Ve’n -Necmi Sûresini okudu da bunun sonunda secde yaptı. Onunla beraber olanlarda, bir ihtiyar müstesna (mü’min ve müşrik) hep secdeye vardılar. O ihtiyar kimsede bir avuç çakıl veya toprak alıp alnına götürdü ve: bu kadarı bana yeter, dedi. İşte o kimse ki, ben onu bundan sonra ( Bedirde) kafir olarak öldürülmüş olarak gördüm.( Buhari, Ebvâbu Sucûdil- Kur’an 1. Cilt 3 sayfa 1044 Ötüken 1987)
48- .........Ata, İbnû Kuseyt’a şöyle haber vermiştir: Kendisi Zeyd ibn Sâbit e, Ve’n Necmi sûresinin sonunda ki Sucûddan sormuş. Zeyd te Peygamberin huzûrunda Ven -Necmi sûresini okuduğunu ve Peygamberin bu sûrede secde etmediğini söylemiştir. (Buhari, Ebvâbu Sucûdil -Kur’an 6.cilt 3.sayfa 1044 Ötüken 1987)
Yukarıdaki iki rivayet birbirine aykırı olup, birbirini iptal etmektedirler.
Müşriklerin Ve’n Necmi sûresi, peygamber tarafından okunurken, secde ettikleri konusunda uydurulmuş olan 47 no lu örnekteki rivayetle, benzeri rivayetler etrafında Ğaranik hadisesi adı altında daha bir çok sözler söylenmiş ve uydurulan rivayetlerle ilgili olarak bir çok meşhur kimseler bu konuda fikir beyan etmişlerdir. Günümüzde de bu husus “Şeytan ayetleri” adı altında konu edilmiştir. Bu iddiaları ortaya koyup cevaplandıracak olursak, şöyle ki :
Kur’an tutarsız manalara gelmeyen, apaçık Arapça bir dille, hiçbir Batıni veya çelişik ifade ihtiva etmeyen, kelimelerinin değiştirilmesi Allah’tan başkası için mümkün olmayan bir korunmayla korunmuş olup, peygamberde ancak bu Vahyi tebliğ ediyordu. Zira ona şöyle vahye dilmişti, Kur’an’dan mealen:
- Rabının kitabından sana vahye dileni oku; O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur, O’ndan başka sığınılacak bir kimsede bulamazsın. 18/27
Görüldüğü gibi, O na Rabbının kitabından sana vahye dileni oku diye emredilmişti ve okunması istenende asla değiştirilemezdi. Bizzat, peygamberin kendiside vahyi aynen bildirme hususunda, Allah tarafından sağlamlaştırılmıştı. Zira müşrikler gelen vahyin dışında çeşitli tuzaklar kuruyorlardı. Onlara uymaması için Peygamber bu konuda sebatkar bir kimse olarak sağlamlaştırılmış ve gelen vahye her ne suretle olursa olsun kendi sözünü vahiy diye bildirmesi Allah tarafından engellenmişti, şöyle ki: Kur’an’dan mealen;
-Az daha onlar, seni, sana vah yettiğimizden ayırarak, ondan başkasını bize iftira etmen için fitneye düşüreceklerdi. İşte o zaman seni dost edinirlerdi. 17/73
-Sana sebat vermemiş olsaydık, and olsun ki, azda olsa onlara meyl edecektin. 17/74
-O takdirde de sana hayatında, ölümünde kat kat (azab)ını tattırırdık. Sonra bize karşı bize bir yardımcıda bulamazdın. 17/75
Eğer peygamberin ağzından vahiy olmadığı halde, vahiy diye tek bir söz çıkmış olsaydı, Allah onu düşman kabul edecekti. Hayatında ve ölümünde kat kat azab tattıracak ve Allah’ın azabından kurtulma hususunda hiçbir yardımcıda bulamazdı. Allah böyle bir olayın vuku bulmadığını bu konuda peygamberin yüksek bir şahsiyetle donatılarak sağlamlaştırıldığını bildirmek suretiyle vahye şüpheyle bakılmasını bertaraf etmiştir.
- Sana sebat vermemiş olsaydık, and olsun ki, az da olsa onlara meyl edecektin. 17/74
İfadesiyle belirtilen ayetin meali üzerinde düşündüğümüzde, Allah tarafından sebatkar kılınmayla peygamberin birazcık dahi de olsa vahyin dışına kaymadığı manası açıkça anlaşılır.
Tarih boyunca Kur’an’a ve peygambere bir çok saldırılar yapılmıştır, bunlardan bir tanesi de Ğaranik olayı diye adlandırılan iftiradır. Kur’an karşısında acze düşen kafirler, Kur’an ile hiçbir alakası olmayan ve bizzat Kur’an’a muhalif olan uydurma rivayetleri Kur’an gibi, hatta ondan üstün kabul ederek, İslam'a saldırıda bulunmuşlardır. Böyle yapmalarına delil olarak ta, kendilerine büyük İslam alimi denilen bir takım meşhur kimselerin bu rivayetleri uydurmuş veya onaylamış olmalarıdır. Gerçekte bu rivayetleri uyduran veya onaylayan kimselerin, bu rivayetleri ele alıp İslam'a saldıran kafirlerden hiçbir farkları yoktur. Taraflardan biri kendisine Müslüman deyip, İslam'a iftira yoluyla saldırmakta. Diğer taraf ise bu iftirayı ele alıp kendisine Müslüman demeden İslam'a saldırmaktadır. Bu şeytani ittifakın bir örneği de belirttiğim gibi Ğaranik olayı iftirasıdır. Şöyle iddia etmektedirler;
Önce konuyla ilgili olarak, Necm Sûresinin bazı ayetleri şu şekildedir, mealen:
-Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ yı? 53/19
-Ve üçüncüleri olan öteki Menât ı. 53/20
-Demek erkek size, dişi Allah’a mı? 53/21
-O halde bu insafsıca bir taksim! 53/22
-Bunlar (putlar)sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar zanna ve nefislerinin alçak hevesine uyuyorlar, halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir. 53/23
Necm suresinden mealen yazdığım yukarıdaki ifadelerde görüldüğü gibi, putperestlerin taptığı Lat, Menat ve Uzza putları reddedilmekte ve bunları ilah olarak kabul edenlere ağır tenkitler yöneltilmektedir. Putperestler Meleklere, Allah’ın kızları diyorlardı. Haliyle haşa Allah’ın kızları olmuş olsaydı onlarda ilah olacaklardı. Putperestler bu mantıkla hareket ederek Lat, Menat ve Uzza putlarını Allah’ın kızları dişi melekler telakki ederek onlara tapmışlardır. Halbuki kendilerine bir kız çocuğu olsaydı büyük üzüntüye kapılıp, halk içine çıkmaya utanır veya o kız çocuğunu diri diri toprağa gömerlerdi. Erkek çocukları olduğu zamanda büyük sevinç duyarlardı. Allah bu zihniyette olan putperestlere, “Demek erkek size, dişi Allah’a mı? O halde bu insafsızca bir taksim” demek suretiyle, kendileri için istemediklerini Allah’a isnat eden zalim iftiracılar olduklarını vurgulamıştır. Allah çocuk edinmekten münezzehtir. Durum böyle iken, Rivayetler dininin mensubu bir kısım meşhur kimseler iddia etmektedirler ki, Necm Sûresinin ayetleri inerken peygamber (haşa), Allah tarafından vahye dilmemesine rağmen, şeytanın İlkaysıyla Lat, Menat ve Uzza putları için “Tilke’l garânikat-el ulâ ve inne şafaatehünne le tercâ” yani “Bunlar, dolgun beyaz vücutlu güzel dilberler ve rütbeleri yüksek ilahelerdir. Onların şefaati muhakkak beklenmelidir.” dediğini iddia etmişlerdir. Ğarânik kelimesi Arapça da mana itibariyle, Kuğu kuşu, örülmüş saç topu manalarına gelmekle beraber, bir manası da, bedeni beyaz, dolgun vücutlû güzel dilberler manasına da gelir. Bura da kastedilen mana budur. Zira putperestler ilahelerini dişi melekler olarak telakki ediyorlardı. Şimdi bu iftirayı asıl Necm sûresinin ayet mealleri arasına, parantez içinde ayırarak koyarsak nasıl, mantıken uyum sağlaması imkansız bir durumla karşılaştığımızı görürüz, Şöyle ki:
- Gördünüz mü o lât ve Uzzâ’yı. 53/19
- Ve üçüncüleri olan öteki Menât’ı 53/20
(Bunlar dolgun vücutlu güzel dilberler ve rütbeleri yüksek ilahelerdir. Onların şefaati muhakkak beklenmelidir.)
- Demek erkek size, dişi Allah’a mı? 53/21
- O halde bu insafsızca bir taksim. 53/22
- Bunlar (putlar) sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiç bir delil indirmemiştir. Onlar zanna ve nefislerinin alçak hevesine uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir. 53/23
Övgü ve yerginin tamamen zıt manada ve bir arada ifadelendirilmesinin ortaya koyduğu bu çok çelişik durum, fazlaca izah gerektirmeyecek şekilde açıktır. Değil bir peygamber sıradan bir kimse dahi bu tür ifadeleri bir arada kullanırsa onun delililiğine hükmedilir. Peygamber deli olmadığı gibi, haşa ki böyle bir söz söylemiş olsun.
Denilse ki, hal böyle olunca, bu iddia nereden ortaya çıktı. Rivayetler dinine mensup çok sayıda meşhur kimseler bu rivayetlerine mesnet olarak neyi iddia etmektedirler. Konu şudur:
- (Ey Muhammed) Senden önce hiçbir resul, hiçbir nebi göndermedik ki, o bir temennide bulunduğu zaman, şeytan onun temennisine bir şey sokmuş olmasın, Fakat Allah, şeytanın soktuğu şeyi iptal eder; sonra da ayetlerini sağlamlaştırır. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hikmet sâhibidir. 22/52
Yukarıda mealini yazmış olduğum, Hac sûresinin 22. Ayetini ele alarak demektedirler ki: “Resûlullah, kafirlerin hidayete ermelerini o kadar çok istiyordu ki, onların hoşuna gidecek ve İslam'a yaklaşmalarını sağlayacak vahiylerin gelmesini arzu ediyordu. Bu arzusu içerisinde ve Kureyşlilerin bir toplantısında iken Necm sûresi nazil oldu ve kendisi onu okumaya başladı. “Gördünüz mü o Lat ve Uzzâ’yı, Ve üçüncüleri olan öteki Menât’ı” sözlerine gelince ağzından şu kelimeler dökülü verdi. “ Bunlar, dolgun beyaz vücutlu güzel dilberler ve rütbeleri yüksek ilahelerdir. Onların şefaati muhakkak beklenmelidir.” Bundan sonra, Resûlullah sûrenin diğer ayetlerini normal olarak okumaya devam etti ve sûrenin sonunda secde etti. Onunla birlikte Müslümanlar ile müşrikler beraber secde ettiler. Mekkeli kâfirler dediler ki, artık bizimle Muhammed arasında her hangi bir fark kalmamıştır. Bizde zaten aynı şeyi diyoruz. Kainatı yaratan Allah’tır, fakat ilahelerimiz Allah katında bizim için şefaatte bulunacaklardır. Bilahare akşam Cebrâil gelerek peygambere putları övücü sözleri getirmediğini bildiriyor. Bu olay peygamberi çok üzüyor ve tedirgin ediyor. Taki Hac sûresinin 52. Ayeti indi. Bu ayette Resûlullah teselli edildi. Kendisinden önceki Peygamber ve Resûllerin aynı hataya düştüklerini. Arzlarına şeytanın müdahale ederek karıştığını, fakat şeytanın bu karıştırdığını Allah’ın iptal ettiğini ve sonrada ayetlerini sağlamlaştırdığını vahiyle bildirdi. Bunun üzerine peygamber rahatlıyor.” İşte iddiaları budur.
Bu uydurma rivayet, İbn Cerir’in tarihinde ve diğer birçok müfessirlerin tefsirlerinde, İbn Sa’d’ın “Tabakât’ında, Vahidi’nin “Esbâb-ün Nuzül” ünde, İbn İshâk’ın “Siyeri”inde, Musa bin Ukbe’nin “Meğazi’sinde, İbn Ebi Hâtim, İbn Munzir, Bezzâr, İbn Merdûye ve Taberâni’nin hadis kitaplarında yer almıştır. Başka bir çok kitaplarda konu olarak yer almış ve üzerinde konuşulmuştur.
Hâfız İbn Hacer (Meşhur mühaddis); Ebu Bekr Dessâs (tanınmış Fakih unvanlı); Zemahşeri (Müfessir); ve İbn Cerir gibi tarihçi müfessir ve Fıkıhçı iddialı meşhur kimseler bu rivayetin doğru olduğunda ısrar etmişlerdir. Muhalif olanlar da bunu tam manasıyla eleştirmemişlerdir. Muhaliflerin bir grubu bunu reddediyor zira, bunun kaynakları veya senetleri zayıftır demektedirler. Demek ki bu kimseler de, senetlerin kuvvetli olması halinde bu rivayeti aynen kabul edeceklerdi. Örneğin, İbn Kesir bu hususta şunları yazmıştır. “Bu hikâye hangi senetlerle rivâyet olunmuşsa hepsi, mürsel ve münkat’ı dırlar.” Beyhâki de diyor ki: “ Nakil itibariyle bu hikâye ispatlanmış değildir”. İbn Huzeyme; Kadı İyâz gibi kimseler de aynı fikirdedirler. Mesela: Kadı Iyâz’ın reddetmesine sebep, Kütüb-i Sitte de yer almaması ve senedinin zayıf olmasıdır. Halbuki, 47 örnekte görüldüğü gibi, Buhari Ğaranik kelimesini rivayet etmemekle birlikte Ve’n-Necm süresi okunurken müşriklerin secde ettiğinden bahisle dolaylı olarak değinmiştir.
Bunların esas problemi, Tevhidi ve Kur’an’ı anlamamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Peygamber hakkındaki kanaatleri de içinde bulundukları durum gibidir. Değil mi ki diyorlar, Cebrail bilahare haber verince peygamber yaptığı yanlışın farkına vardı. Bu anlayışları onların durumunu göstermesi bakımından çok manidardır. Zira değil bir peygamber, herhangi bir Müslüman dahi, Allah’a şirk koşmanın manasını bilir ve anında farkına varır. Bunların güya karşı olanları emin oldukları ravilerin söylenmesi halinde, Allah’a şirk koşmakta bir an bile tereddüt etmeyecek kimselerdir. Değil mi ki, bu kimseler kendilerine Allah’ın (haşa) ayağını Cehenneme soktuğu rivayet edilince kabul edip, buna iman ettiler. Bunlara sormak lazım ilahları Allah’mı yoksa raviler mi. Red veya kabul gerekçelerine bakılırsa ravileri ilah edinmişlerdir. Hem bunlara sormak gerekir. Yalan yere rivayet metinleri uyduran kimselerin, ravilerini de uydurmamaya verilmiş bir sözleri veya bir garantileri mi var. Yalan yere her çeşit rivayet uyduran kimselerin, ravileri de uydurduklarını bir çocuk dahi anlıya bilirken. Bunlar o kadar dahi akıllarını kullanamayan ve Kalpleri, Allah tarafından mühürlenmiş, kör ve sağır kimselerdirler. Kendilerine Müslüman deyip, Ğaranik rivayeti iftirası gibi gibi bir çok rivayetler uydurup veya bunlara taraf olup, İslam'a saldırmakta hiçbir mahzur görmezler. Fakat, bazen aynı şeyi kendisine Müslüman demeyen bir kimse ele alıp İslâm’a saldırırsa görünüşte güya çok kızarlar, sanki kendilerinin yaptıkları farklıymış gibi.
Şimdi iddialarını bir başka açıdan ele alıp çürütmek istediğimizde deriz ki: İsra sûresi 74. Ayette gördüğümüz gibi, peygamber Allah’ın kendisini sebatkar kılması sayesinde, azda olsa dahi vahyin dışına çıkmadığı, ağzından vahiy diye vahiy olmayan tek bir kelime dahi çıkmadığı, daha önce belirttiğim gibi açıktır. Şimdi şöyle bir mantık yürütelim, peygamber Ğaranik rivayeti iftirasındaki bozuk ifadeleri sarfetmiş olsaydı, İsra sûresi 74. Ayeti geçersiz olacaktı, bu İslamiyet te öyle mühimdir ki, bir tek ayetin geçersiz boş olması, Kur’an’ın tamamının, Allah sözü olmayıp, kul sözü olduğu manasına gelirdi. İsra sûresi 74. Ayetinin bu iddia edilen iftira olayından önce veya sonra inmesi bir şey değiştirmez. Peygamber zamanın da iman eden ve vefatından sonra yaşayan binlerce sahabe aklı başında sağlam mantıklı kimselerdirler. Bu kadar büyük bir çelişkiyi hemen görürlerdi. Ne bu gün nede o gün tek bir Müslüman bulmak mümkün olmazdı. Tam tersine bu gün olduğu gibi o gün de Müslümanlar bulunduğuna göre böyle bir olay vuku bulmamıştır. Böyle bir olayın vuku bulmadığına dair, Kur’an’dan başka örnekler verecek olursak, şöyle ki; mealen:
- Batmakta olan yıldıza an dolsun ki. 53/1
- Arkadaşınız sapmadı, azmadı. 53/2
- O havadan konuşmaz. 53/3
- İlla ki O, kendisine (Allah tarafından) vahye dilen bir vahiyden başka bir şey değildir. 53/4
- Ona, müthiş kuvvetleri olan biri öğretti. (Cibril) 53/5
- Ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli kalmaz. O halde, ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Dilediğinizi yapın! Kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir. 41/40
-Kendilerine Kitap geldiğinde onu inkâr edenler (şüphesiz bunun sonucuna katlanacaklardır). Halbuki o, eşsiz bir kitaptır. 41/41
- Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah’tan indirilmiştir. 41/42
Ğaranik hadisesi rivayetinin gerçek olmadığına dair bir başka açıdan bakacak olursak: Evvelce belirttiğim gibi, bu uydurma rivayeti, Hac sûresi 52. Ayetiyle ilişkilendirmektedirler. Bu konuda büyük bir mana sapması içerisindedirler, Şöyle ki:
- (Ey Muhammed) Senden önce hiçbir resûl, hiçbir nebi göndermedik ki O bir temennide bulunduğu zaman şeytan onun temennisine bir şey sokmuş olmasın. Fakat Allah, şeytanın soktuğu şeyi iptal eder; sonra da ayetlerini sağlamlaştırır. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir. 22/52
Yukarıda mealini yazmış olduğum, Hac sûresi 52. Ayetinde, dikkat edilirse temenniden bahsedilmektedir. Temenni de istek, dilek veya arzu demektir. Fiiller ise istek veya arzu olmayıp hayata geçirilmiş olaylardır. Başka bir deyişle olması istenen olaylar arzu halinde kaldıkça temenni olarak adlandırılırlar. Eğer o temenni yerine gelirse, artık o temenni olmayıp yapılmış bir iştir. Eğer peygamber onların iddia ettiği gibi öyle bir şey söylemiş olsaydı ki bu mümkün değildir, bu arzu olmayıp yapılmış bir iş olacaktı. Onun için Hac sûresi 52. Ayette bahsedilen temenniyle böyle bir iftira rivayeti ilişkilendirmek mümkün değildir. Zira rivayette bir temenniden değil yapılmış bir işten bahsedilmektedir.
Denilse ki o zaman Hac sûresi 52. Ayette vurgulanan ve Resûlullahtan önceki resûl ve nebilerin de yaşamış olduğu, şeytanın temennilerine bozukluk karıştırma olayının manası nedir? Ben derim ki Kur’an bütün misalleri açık bir şekilde ihtiva eden bir kitab olduğundan, bu soruya cevap teşkil eden örnekleri onda bulabiliriz. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:
- Surat astı ve döndü. 80/1
- Yanına kör bir kimse geldi diye. 80/2
- Ne bilirsin belki o arınacak. 80/3
- Yâhut öğüt dinleyecek de öğüt, kendisine yarayacak. 80/4
- Kendisini öğütten müstağni gören kimse gelince. 80/5
- Sen ona yöneliyorsun. 80/6
- Onun arınmasından sana ne? 80/7
- Fakat koşarak sana gelen. 80/8
- (Allah’tan) korkarak gelmişken. 80/9
- Sen onunla ilgilenmiyorsun. 80/10
- Bir daha bundan sakın; zira Kur’an bir öğüttür. 80/11
- Dileyen onu düşünüp öğüt alır. 80/12
- (Ey Muhammed) Sen, keyfince istediğini doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, istediğini doğru yola iletir. O, hidayete gelecek olanları daha iyi bilir. 28/56
Peygamberin, hidayete layık olmayan kimsenin hidayet etmesinde; kişi hidayete ilgisiz olmasına rağmen ısrar etmesi ve o kişinin hidayete ermesi halinde, bundan hoşlanmış olacağı ile hidayete layık olanla; o kişinin hidayetle ilgilenmesine rağmen, ilgilenmemesi. Şeytanın, Peygamberin insanların hidayete erme temennisine attığı bir yanlış arzudur. Allah bu arzuyu iptal ederek, doğruyu göstermiştir. Dikkat edilirse peygamberin temennisi gerçekleşmemiş yani fiile dönüşmemiştir. Allah’ın istediği gerçekleşmiştir.
Diğer bir örnek, Kur’an’dan mealen:
- İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misâl var; onlar, kavimlerine demişlerdi ki: “ Biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizin(n taptıklarınızı) tanımıyoruz. Siz, bir tek Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda düşmanlık ve nefret belirmiştir.” Yalnız İbrâhim’in babasına: “Senin için mağfiret dileyeceğim, fakat senin için Allah’tan (gelecek) hiçbir şey(i önlemeğ)e gücüm yetmez” demesi hariç. (Bu söz size misâl değildir. Zira kâfire mağfiret dilenmez. Yine onlar demişlerdi ki): “Rabb’imiz, sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş(ümüz) sanadır.” 60/4
Örnekte görüldüğü gibi, İbrahim peygamberin güzel arzuları arasına, şeytan putperest olan babasının affedilmesini talep arzusu katmıştır. Allah, bu hususu örnek almamamızı belirtmiştir. İbrahim peygamberin bu temennisi gerçekleşmemiştir, iptal olmuştur.
Diğer bir örnek, Kur’an’dan mealen:
- Nûh seslendi: Rabb’im dedi, oğlum benim âilemdendir. Senin sözün elbette haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin.”
11/45
- (Allah): “Ey Nûh, dedi, o senin âilenden değildir. Çünkü (onun ameli) iyi olmayan bir ameldir. Bilmediğin bir şeyi benden isteme. Sana câhillerden olmamanı öğütlerim.” 11/46
- (Nûh) dedi ki: “Rabb’im, bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım, Eğer beni bağışlamaz, bana acımazsan ziyâna uğrayanlardan olurum! 11/47
Burada da, Nûh peygamberin, Allah’ın gazabına uğramış oğlunun Affını ve Tufandan kurtulmasını Allah’tan dilemesi. Kendisinin ve yanındaki Müminlerin kurtulması sevinç ve arzusu arasına, şeytanın attığı bir yanlış temennidir. Allah bu temenniyi kabul etmemekle ve Nûh peygambere ihtar etmekle, şeytanın attığını iptal ediyor. Ve Allah doğruyu göstererek ayetlerini sağlamlaştırmıştır.
Diğer bir örnek, Kur’an’dan mealen:
- (Lût kavminin oturduğu Sedom) şehr(inin) halkı, (Lût’un genç konuklarını duyup ) keyif içinde (koşarak) geldiler.
15/67
- (Lût onlara): “Bunlar benim konuğumdur, dedi, beni mahcup etmeyin!” 15/68
- “(ne olur), Allah’tan korkun, beni rezil etmeyin!” 15/69
- “Seni âlemlerden (başkalarının keyfine engel olmaktan) men etmemiş miydik?” dediler. 15/70
- Dedi ki:”Eğer yapacaksanız, işte kızlarım.” 15/71
- (Ey Resûlüm), senin ömrüne andolsun ki, onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı. 15/72
- Güneşin doğma zamânına girerlerken korkunç ses onları yakaladı. 15/73
- (Şehrin) üstünü altına getirdik ve üzerlerine de çamurdan pişmiş taşlar yağdırdık. 15/75
Lût peygamberin konuklarını, cinsi sapık insanların elinden kurtarma arzusu güzel bir temennidir. Fakat buna karşılık kızlarını teklif etmesi, şeytanın onun güzel arzusuna kattığı bir yanlış temennidir. Zira kızları da o cinsi sapık kimselere layık değildiler. Allah o zalim kavmi helak etti ve Lût peygamberin kızlarına da el süremediler. Zaten konuklara da el sürmeleri mümkün değildi. Onlar, onları mahvetmeye gelmiş olan, Allah’ın elçileriydiler. Böylece Lût peygamberin yanlış temennisi iptal edildi ve Allah’ın kavme gazap emri yerine getirilmekle de. Allah ayetlerini sağlamlaştırdı.
Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, Hac Sûresi 52. Ayeti, onların Ğaranik olayı diye iddia ettikleri uydurma rivayetle hiçbir ilgisi yoktur.
49- ........ Ma’kıl b. Yesar’dan (rivâyet olunduğuna göre) Peygamber (s.a.) “ölülerinizin üzerine yâsin okuyun.” buyurmuştur.
Bu (lafız ravi) ibnü’l- Ala’nın lafzıdır. (Ebu Davud, cilt 11 R.3121 S.497 Şamil 1991; İbn Mâce, cengiz, 4. )
Bu uydurma rivayete dayanarak, asırlarca insanlar ölülerinin mezarları başında Kur’an okumuşlardır. Ve Kur’an yaşayanlara hitap eden bir kitap değil de, ölülere okunan bir kitap olarak telakki edilmiştir. Öyle ki yıllarca namaz kılan bir kimse bile yaygın şekilde toplumsal olarak, her rekatta okuduğu Fatiha Sûresinin dahi manasını merak etmez hale düşmüştür. Fakat buna rağmen, ölüsünün başında Kur’an okumak veya okutmak suretiyle, ölüsüne, içki içme, kumar oynama , oruç tut, ahret hayatı hayatı gerçektir gibi ifadelerle, ayetleri tebliğ etmiştir. Sanki ölüsü kumar oynayabilecektir veya ölmemiştir de ahretten şüphesi olmasın gibi şuursuz bir davranış içine girer. Kendisinin öğrenmesi gereken Kur’an bilgilerini ölüsüne öğretmeye çalışır. hal bu ki, ölü kendisine yaşayanlar tarafından yapılan hiçbir hitabı duymadığı gibi. Okunan Kur’an nedeniyle de hiçbir sevap alamaz. Zira, İslam da ameller şahsidirler. Hiç kimse başkası için amel işleyemez. Örneğin: Kim Kur’an okuyorsa ve Kur’an’a göre yaşayıp dinliyorsa, Allah tarafından kabul edilmesi halinde sevabı o şahsa aittir. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:
- İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. 27/53
Evet, görüldüğü gibi insana ancak bir fiil kendi çalıştığı vardır.
Ölülerin yaşayanları duyduğu iddiasına gelince. Böyle bir şey İslam inancına göre mümkün değildir. Bu konuda, Kur’an’dan mealen:
- Allah, eceli gelenlerin ruhlarını ölümleri anında, eceli henüz gelmeyenlerin de uykularında alır. Haklarında ölüme hükmettiklerini tutar, diğerlerini belli bir süreye kadar salıverir. Bunda, düşünebilen kimseler için, muhakkak ibretler vardır.
39/42
Ayet mealinde görüldüğü gibi, ölüm ve uyku aynı şeydir. Şimdi şöyle düşünelim, her ne kadar ölmemiş olan bir kimse, ölüm halini bilmiyorsa da. Uyku uyumuş bir kimse uyku halini bilir. Uyuyan bir kimse için şu kesindir ki, uyanmadığı müddetçe, baş ucunda bulunan kimselerin kendisine yapacakları seslenmeleri duymaz. Duyması halinde uyanmış demektir. İşte ölüler içinde aynı durum söz konusudur. Dirilmedikleri müddetçe dünyada yaşayanlar tarafından kendilerine yapılacak hiçbir seslenmeyi duymazlar. Dünya hayatıyla yaşayanlarla, kendileri arasındaki irtibat veya başka bir ifadeyle iletişim kesin olarak kesilmiştir. İslam Dinine mal ederek, ölülerin dünyada yaşayanları duydukları konusunda uydurulmuş her rivayet Kur’an’a uymayan boş bir iddiadır.
50-........... Bana ibnu Vehb tahdis edip şöyle dedi: Bana Yûnus ibn Yezid, ibn Şihâb’dan; o da Ubeydullah ibn Abdillah’tan; o da ibn Abbâs’tan haber verdi. İbn Abbâs ( R ) şöyle demiştir: Peygamber (son hastalığında) ağrısı şiddetlenince : “Yazı yazacak şey getiriniz, size öyle bir kitap yazayım ki, ondan sonra hiç dalâlette kalmayasınız” buyurdu. Umer ( R ): Peygamberin hastalığı ağırlaştı. Bizim elimizde de Allah’ın Kitâbı vardır. O bize yeter, dedi. Bunun üzerine oradaki sahâbiler ihtilafa düştüler. Sözleri birbirine karıştı. Resûlullah ( S ): “Yanımdan savulun; benim yanımda nizâlaşmak olmaz” buyurdu. İbn Abbâs, bu sözleri râvi Ubeydullah ibn Abdillah’a nakl ettikten sonra odadan çıkmaya davranıp: Âh ne büyük musibettir ki, Resûlullah ile yazmak istediği kitap arasına perde oldu” diyerek dışarı çıktı. (Buhari, Kitâbu’l-İlm 55 Cilt 1 S.267 Ötüken 1987)
Bu rivayet, Peygambere karşı uydurulmuş büyük bir iftira. Ve insanların Kur’an’a olan güvenini sarsmak için uydurulmuş, Kur’an’a yönelik düşmanca bir saldırıdır.
Kur’an ayetlerinin indiği dönemden bu tarafa, kafirler her zaman Kur’an’dan başka bir kitap hasretiyle yaşamışlardır. İşte peygamber son hastalığında, Kur’an’dan başka bir kitap yazmak istedi rivayeti uydurması, bu arzularının tipik bir örneğidir. Bu arzularına Kur’an’dan örnek verecek olursak; mealen:
- Onlara açık açık ayetlerimiz okunduğu zaman, bize kavuşmayı ummayanlar: “Bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir.” dediler. De ki: “Onu kendi tarafımdan değiştirmek imkânsızdır. Ben sâdece bana vahy olunana uyarım. Şâyet ben Rabb’ime karşı gelirsem, büyük günün azâbından korkarım.” 10/15
Bu itibarla, peygamberin Kur’an yerine yeni bir kitap yazmak istediği yolundaki rivayetin aslı yoktur. Zaten bu kadar hadis adı altında rivayetler uydurmaları da bu arzuları nedeniyledir. Zira bunlar hiçbir zaman Kur’an’a razı olmamışlardır. Kur’an’a rakip bir kitap meydana getirmek, kalplerinde ki köklü bir hasrettir. Uydurdukları rivayetler, Müslümanlar faydalansın diye değildir. Eğer düşünülürse, rivayetler Kur’an’ı nesh eder yani iptal eder demeleri çok manidardır. Neyle, neyi yok ve iptal etmek istedikleri gayet açıktır.
Yine bu rivayette, Ömer’in diliyle, “Bizim yanımızda Allah’ın Kitab’ı vardır. O bize yeter.” ifadesi geçiyor ki, Kur’an yönünden gerçeği de öyledir. Peygamberin son hastalığında, Kur’an elde mevcut idiyse ve bunu kendi ağızlarıyla rivayet ediyorlarsa, Peygamberin vefatından sonra, Kur’an’ın ordan, burdan derlendiğini nasıl oluyor da rivayet ediyorlar? (Bak, örnek 15 ) Bu da işlerine geldiği zaman her çeşit ifadeyi aradaki çelişkilere bakmadan kullanabildiklerinin açık bir göstergesidir.
51- Bize Abdullah ibn Mesleme, Mâlik’ten; o da Nâfi den; o da Abdullah ibn Umer ( R )’den Resûlullah ( S )’ın, Kur’an (metni) ile düşman arâzisine sefer edilmesini nefyettiğini tahdis etmiştir. (Buhari, Kitâbul’l-Cihâd ve’s-Siyer Cilt 6 Sayfa 2792 H.195 Ötüken (1987) )
Bu rivayetle, güya Kur’an’a saygısızlık edilmesini önleme gayesi güdüldüğü belirtilmek istenmişse de, işin aslı Kur’an vahyinin tebliğ edilmesini önlemektir. Zira Kur’an vahyinin yazılı olarak, kafirlere tebliğinde bir mahzur yoktur. Süleyman peygamberin Sebâ melikesine gönderdiği mektup, o sıra Sebâ halkı Müslüman olmamasına rağmen, Allah’ın adıyla başlıyordu ve bu ifadeler Kur’an’da ayet olarak mevcuttur. Şöyle ki, mealen:
- (Hüdhüd mektubu götürüp attıktan sonra Sebâ melikesi Belkis) müşâvirlerine dedi ki. “Ey ileri gelenler, bana çok önemli bir mektup bırakıldı.” 27/29
- O, Süleyman’dan (geliyor) ve ‘Rahmân ve Rahim Allah’ın adıyla (başlamakta)dır. 27/30
- “Bana karşı büyüklük taslamayın ve bana teslim olarak gelin ‘ (diye yazıyor)”. 27/31
Bir tebliğ mektubu, Allah adıyla başlanarak gayri mislim lere gönderile biliyorsa. Ayetleri yazıp tebliğ etmenin de bir mahzuru yoktur. Zira, Allah en üstündür, adı da en üstün zikirdir. Allah adı Kur’an’ın bir sözü olarak Kur’an’da yer almaktadır ve Kur’an’da Allah’ın adından daha üstün bir kelime yoktur. Allah adı yazılıp kafirlere gönderile bildiğine göre Kur’an ayetleri de gönderile bilir. Bu itibarla uydurulan rivayetin aslı yoktur.
52- ...........Ebû Hureyre, Nebi (s.a.)den naklen O’nun şöyle buyurduğunu haber verdi: “Orada temiz olmayı arzu eden ve seven kişiler vardır” ( Tevbe ( 9 ), 108 ) âyeti, Kubâ’daki Müslümanlar hakkında nâzil olmuştur”. Ebû Hureyre “ su ile taharetlenmelerinden dolayı bu âyet onlar hakkında nazil oldu” dedi. (Ebû Dâvut, K.Tahâre 1, Bâb 23, Cilt 1 Sayfa 86 H.44, Şamil 1987; Tirmizi, Tefsirü’l-Kurân et-Tevbe 10; İbni Mâce, tahare,28 )
Bu rivayette de İslam'a ve İslam öğretisine bir saldırı ve öğretide amaç saptırması gayesi güdülmüştür. Öyle ki ayette İslami temizlik kastedilmişken, bunu tuvalette temizlenmeyle özdeşleştirmeye çalışmak, İslami değerlere karşı açık bir saygısızlıktır. Tevbe sûresi 108. Ayette şöyle denmiştir, mealen:
( Peygamberin, Dırar mescidin de namaz kalmasını önlemek için, Allah, Tevbe 108. Ayeti indirerek)
- Orada aslâ namaza durma, Tâ ilk günden takvâ üzerine, kurulan mescit, elbette içinde namaza durmana daha uygundur. Onda temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever. 9/108
Ayet mealinde görüldüğü gibi; ayette, “takvâ” konu edilmekle her çeşit kötülükten temizlenmeyi seven kimselerden bahsedilmiş olunmaktadır. Uydurma rivayette bu sevgi, kasıtlı şekilde, tuvalette suyla temizlenme olarak anlatılmıştır.
İSLAMİ DEĞERLERE, PEYGAMBERLERE, ŞAHISLARA, KAVİMLERE, V.S. ye HAKARET İÇERİKLİ SALDIRI ve İFTİRALARINA AİT RİVAYET ÖRNEKLERİ
53- Ebû Seleme’nin yaptığı diğer bir rivayette şöyle gelmiştir: “Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)’nin yanına girmiştim. Yanımda Hz. Aişe’nin süt kardeşi vardı. Kendisine, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)’ın cenâbetten nasıl yıkandığını sorduk. Bir sa’ miktarında bir kap getirtti ve onunla yıkandı. Aişe ile aramızda bir perde vardı. (Yıkanırken) üzerine üç kere su döktü ve dedi ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın zevceleri, saçları kulak memesi civarında olması için saçlarının başlarını alırlardı.” (K.S. 3760 C.10 S.542 Akçağ-1990, alıntıları; Buhari, Gusl 2, Müslim Hayz 41,42, (319-320); Muvatta, Tahâret 68, (1,44,45); Ebu Dâvud, Tahâret 97, (238); Nesâi, Tahâret 144, (1,127) )
İddia ettiklerine göre, bir tanesi ki kim olduğu belli değil, iki kişi Aişe’ye giderek Peygamberin cünüplükten nasıl yıkandığı konusunda soru sormuşlar. Güya, Aişe yıkanarak onlara öğretide bulunmuş. Arada perde vardı demeleri ise lafı dallandırmalarından başka bir şey değildir. Zira yıkanan görünmeyecekse, yıkanmak suretiyle tarifte bulunmanın bir manası yoktur. Görünmesi halinde yıkanarak tarifte bulunması mümkün olur. Nitekim, başına üç kere su döktü demeleri ve saçın kısalığından bahsetmeleri bunu ima etmek içindir. Olay iddiaları sırf başa su dökülmesi olayı da değildir, zira cenâbetten yıkanmada bütün vücudun yıkanması söz konusu olduğundan asıl anlatmak istedikleri, Aişe’nin bu yıkanmayı tatbiki olarak gösterdiğidir. Aişe’ki, müminlerin annesidir. Ona yapılmış bir iftira bütün müminleri derinden yaralar. Yıkanma merak ediliyorsa, neden gidip kendisinden bayan sahabeler sormadı da, erkek sahabeler gidip sorsun. Kaldı ki yıkanmayı bir çocuk bile anlaya bilirken, Aişe yıkanmayı niçin tatbiki olarak erkeklerin önünde göstersin ki? Kaldı ki, belli bir yaştan sonra, İslam dinine göre çocuklar dahi öz anne babalarını çıplak olarak göremezler. Bu konuda daha birçok şey yazılabilir. Fakat konu üzücü olup uzatmak istemiyorum. Zira hakaret kastıyla bu rivayeti uydurdukları çok açıktır.
İslam ahlakıyla ilgili olarak, Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:
- Ey müminler, ellerinizin altında bulunan (köleler, cariye)ler, ve sizden henüz erginliğe ermemiş (çocuk)lar. Üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleden sonra elbiselerinizi çıkar(ıp yat)acağınız vakit ve yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzü açabileceğiniz üç vakittir. Bunların dışında (köle, cariye ve çocukların, izin almadan içeri girmelerinden dolayı) ne size, ne de onlara bir günah yoktur. (Onlar sizin) yanınızda dolaşırlar, birbirinizin yanına girip çıkarsınız. Allah ayetlerini size böyle açıklar, Allah bilendir, hikmet sahibidir. 24/58
Görüldüğü gibi, bir müminin, üstünün açık olabileceği üç vakitte, müminlerin odalarına, köleleri, cariyeleri ve bülüğ çağına ermemişlerse dahi, yeğenleri ve diğer mümin çocukları izin almadan yanlarına giremezler. Kendi öz çocukları da Ergenlik çağına (bülüğe) ermeleri halinde, onların da izin almaları gerekir. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen :
- Çocuklarınız ergenlik çağına erdikleri zaman, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi (kendileri de ) izin istesinler. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor, Allah bilendir, hikmet sâhibidir. 24/59
Bu duruma göre ergenlik çağına ermiş bir çocuk kendi öz anne ve babasını çıplak olarak göremez, dolayısıyla kendi öz anne ve babasından tatbiki olarak yıkanmayı öğretmelerini isteyemez. Bu itibarla, Aişe anamız hakkın da uydurulan rivayetin, İslam dininde yeri yoktur. Ancak ona yapılmış bir iftiradır. Bu tür iftiralar epey yapılmıştır, Şöyle ki:
54- Ebu’s-Semh (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a hizmet ediyordum. Yıkanmak isteyince:
“Bana enseni dön! derdi. Ben de ensemi dönerdim. Böylece ona perde olurdum.” (K.S. 3764 C.10 S.545 B.1990, alıntısı; Nesâi, Tahâret 143, (1,126) )
Bir kimse, şahısla bir cepheden perdelenirse, öbür üç cephesi açıkta kalır. Üç cephesi kapalıysa biz buna oda diyoruz, ya kapı takarız, yada en azından bir bez perde ile örteriz. Kaldı ki, şahıs, şahsa bir cepheden dahi tam olarak perde olamaz, cüsse farkından dolayı ve biraz kıpırdama ile dahi sütre açılır. Hem peygamber yıkanırken hizmetçide olsa başkasının onun yanında ne işi var? Onun için bu rivayet peygambere bir iftiradır.
55-......... Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hâni’nin himâyesinde bulunan Ebû Murre haber vermiştir. O da Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hani’den işitmiştir ki, o şöyle diyordu: Ben fetih yılı Resûlullah’ın yanına gittim ve O’nu yıkanır hâlde buldum. Fatıma da O’nu perdeliyordu. “Bu kadın kimdir?” diye sordu. Ben Ümmü Hâni’im dedim. (Buhari, Kitâbu’l-Gusl 31 s.387 cilt 1, Ötüken 1987)
Bu rivayette aynı şekilde bir iftiradır.
56- ........... Huzeyfe ( R ) şöyle demiştir: Ben kendimi bildim ki, ben peygamber ile berâberce yürüyorduk. Derken Peygamber bir kavmin bir duvar arkasındaki süprüntülüğüne geldi ve herhangi birimizin dikilmesi gibi dikilip işedi. Ben de ondan uzaklaştım. Kendisi bana işâret etti. Ben de yanına vardım ve işemesini bitirinceye kadar topuğunun yanında dikildim. (Buhari, Kitâbu’l-Vudu 88 s.352, c.1 Ötüken 1987)
İşerken arkadaşlar istemese de çağırıp seyrettirmek lazım demek istiyorlar. Peygamber bu kabil bir ahlaktan uzaktır ve bu rivayetin İslam dininde yeri yoktur.
57- Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ı işittim, şöyle demişti: “İki kişi (asıl metinde iki adam) beraberce helaya gidip, avretleri açık kaza-yı hacet ederken konuşmasınlar. Zirâ Allah Teâla Hazretleri, bu hale gadap eder. (K.S. 3556 C.10 S.375 B.1990, alıntısı; Ebu Dâvud, Tahâret 7, (15). )
Uydurdukları bu rivayette, iki kişinin ki, bunlar herhangi iki kişi olabilirler. Beraberce tuvalete gidip avretlerini açabileceklerini, bunun bir mahzuru olmadığı, fakat konuşmalarının büyük günah olduğunu rivayet etmeleri, İslam ahlakına aykırıdır, ve bu rivayet asılsız bir iftiradır. Daha önceki örneklerde belirttiğim gibi, Kur’an’a göre İslam dininde, müminlerin öz çocukları bile, anne veya babalarının odalarına onlar soyunukken giremezler. Anlaşılacağı üzere izin istemek tesettür olayının sağlanması içindir. Anne veya baba soyunuksa, odada tek başlarına iseler dahi, çocuklar odaya girmeden önce örtünmeleri gerekir. Ondan sonra izin verebilirler. Buna rağmen Kütüb-i Sitte’de İslami tesettüre karşı rivayetler uydurulmuştur. Yukarıdaki örnekten başka örnek verecek olursak, Şöyle ki:
58- Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissâlatu vesselâm buyurdular ki: ............. Kim helâya giderse (imkân nispetinde) tesettürde bulunsun, (kuytu bir yer) bulamazsa, hiç olmazsa kum (taş vs., den) bir tümsek yapıp ona arkasını dönsün, zira şeytan, insan oğlunun makatlarıyla (oturak kısmıyla oynar. Kim bunu yaparsa en güzelini yapmış olur, yapmayana bir beis (zararı) yok. (K.S. 3558 C.10 S.376 B.1990, alıntısı Ebu Dâvud, Tâharet 19, (35). )
Görüldüğü gibi, gizlenmeden açıkta tuvalet ihtiyacını görmenin bir mahzuru olmadığı tahdis ettiler.
59- ............. Sehl ( R ) şöyle demiştir: (Bâzı kereler) bir takım erkekler, bellerindeki fûtaları çocuklar gibi boyunlarına bağlamış olarak Peygamber’le birlikte namâz kılarlardı da. (cemâate gelen ) kadınlara: Erkekler doğrulup oturmadıkça başlarınızı secdeden kaldırmayınız, denirdi. (Buhari, Kitab’ul-Salât 14 S.458 C.1 Ötüken 1987 )
Bura da da erkek sahabelerin secdeye gittiklerinde avretlerinin açıldığını, bayanların görmemesi ihtar edilmekle beraber, erkeklerin, bir birinin gösterilmesi ayıp olan yerlerini görmelerinin bir mahzuru olmadığını rivayet etmeleri. İslami tesettüre aykırı asılsız bir iddiadır.
60- ... Amr b. Selime dedi ki, Biz halkın Peygamber (s.a.)’i (ziyârete) gidip geldikleri (yol üzerinde bulunan) bir yerleşim bölgesinde idik. (İnsanlar ziyâretten) dönerlerken bize uğrarlar ve “Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu.” diye konuşurlardı. Ben zeki bir çocuktum. Bu sebeple Kur’an’ı Kerimden pek çok (âyetler) ezberledim. Babam (bir defa) kabilesinden bir heyet içerisinde Peygamber (s.a.)’e elçi olarak gitmişti. (Resûlullah-s.a.-) onlara namazı öğretip: “Kur’an’ı Kerimi)” “en çok bileniniz size imam olsun” buyurdu. (içlerinde) ezberinde en çok Kur’an-ı Kerim bulunan kimse olduğum için, Kur’an-ı Kerimi en çok bilenleri ben idim. Beni öne geçirdiler, onlara üzerimde sarı küçük bir hırkam olduğu halde imamlık yapıyordum. Secdeye vardığım zaman hırka vücudumdan sıyrılıp kısalıyordu. Kadınlardan biri “İmamınızın avret mahallini bizden gizleyiniz” dedi ve bana Umman kumaşından bir gömlek satın alıverdiler. Müslümanlıktan sonra onun kadar hiçbir şeye sevinmiş değilim. Onlara yedi, yahut sekiz yaşında iken imamlık yapıyordum. “Ebû Dâvud, K. Salât (2), Bâb 60 Cilt 2 S.424 H.585 Şâmil-1988. Buhari, Ezan 54; Tirmizi, salâ 60; Nesâi, imâme 3,5,11,43; Kıble 16; İbn Mace, ezan 5; ikâme 46; )
Daha önce ki örnekte, namaz kılan cemaat erkeklerinin secde ederken avret mahallerinin açıldığını rivayet etmişlerdi, bu örnekte ise secdede avret yeri açılan çocuk imam icat ediverdiler. Her halde bu rivayeti bu şekilde uydurmalarının nedeni, yetişkin imamın avret yerinin açıldığı rivayetini kolay yutturamayacaklarını düşünmeleri nedeniyledir.
61-........Bana Ukeyl, İbn Şihâb’dan; o da Urve’den; o da Âise (R)
‘den tahdis etti (ki o şöyle demiştir): Peygamberin zevceleri geceleyin hâceti def’e çıktıklarında (Medine’nin kenârında olan) Menâsı’a kadar giderlerdi. O (Menâsı denilen yer) açık bir yerdir. Umer, Peygambere: Kadınlarını perde arkasına koy (yâni evden çıkmalarını menet),der idi de, Resûlullah ( S ) onun dediğini yapmıyordu. Nihâyet Peygamberin zevcesi Sevde bin tu Zem’a gecelerden bir gece yatsı namâzı vaktinde dışarıya çıktı. Sevde uzun boylu bir kadı idi. Umer, hicap emrinin indirilmesine çok arzu duyduğu için, ona: Yâ Sevde, bilmiş ol ki, biz seni muhakkak tanıdık, diye bağırdı. Bundan sonra Allah “Hicap Âyeti’ni indirdi. (Buhari, Kitâbu’l-Vudû 12, C.1 S.298 Ötüken 1987)
Bu rivayette de, yine Peygamberin zevcelerine ağır iftiralar vardır. Ayrıca iddialarına göre Ömer ayıbı bilmekte ve önemsemekte Peygamberden daha ileri bir seviyede idi. Ve Peygamberin zevceleri gece Medine’nin kuytu bir yerine değil, açık bir yer olan Menâsı’a defi hacet için giderlermiş. Kadın olsun, erkek olsun hiç kimse, eğer defi hacet ihtiyacı varsa, gündüzden geceye, geceden gündüzü bekleyemez. Hatta sıkışan bir insan için birkaç dakika beklemek dahi bir sorun olabilir. Hal böyle olunca, gündüz defi hacet ihtiyacını giderecek gizli yeri olan kimse, gece oldu diye neden şehrin ta açık yerlerine kadar gidip defi hacetini görsün. İnsan gecenin herhangi bir saatinde sıkışa bilir. Yatağından kalkıp defi hacet için şehirde seyahat etmenin ne manası vardır. Hele her çeşit zarar verebilecek, fırsat kollayan kafir ve münafıkların olduğu bir ortamda. Onun için ne böyle bir davranışın pratiği vardır, nede böyle bir olay vuku bulmuştur. Ancak hakaret kastıyla uydurulmuş bir rivayettir.
Peygamber zevcelerinin gizlenme derecelerine bir örnek verecek olursam, Kur’an’dan mealen:
- Ey peygamberin kadınları! Siz başka kadınlardan herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer (Allah’ın azabından) sakınıyorsanız, ince, yumuşak konuşmayın ki kalbinde hastalık olan biri, kötü ümide kapılmasın, sözü ciddi ve güzel söyleyin.
33/32
Görüldüğü gibi, değil Peygamber zevceleri kendilerini haşa teşhir etsin, nasıl konuşmaları gerektiği dahi Kur’an vahyiyle bildirilmiştir.
Bu konuyla ilgili olarak Kur’an’dan bir örnek daha verecek olursam, mealen:
- Ey iman edenler! Hazırlanmasını beklemeyeceğiniz bir yemeğe çağrılmanız hariç, izin verilmeden Peygamberin evlerine girmeyin, Fakat çağrıldığınız zaman girin, Yemek yediğiniz zaman, hemen dağılın, sohbete dalmayın, Çünkü bu durum, Peygamberi üzüyor. O (sizi evden çıkarmaktan) utanıyor. Halbuki Allah, hak olan bir şeyden utanmaz, Peygamberin hanımlarından bir eşya istediğiniz zaman bir perdenin arkasından isteyin. Bu durum, sizin kalpleriniz ve onların kalpleri için daha temizdir. Resûlullah’a eziyet etmeniz, ondan sonra onun hanımlarıyla evlenmeniz asla caiz değildir. Şüphesiz bu durum, Allah katında büyük bir günahtır. 33/53
Bu duruma göre, Sahabelerin bir eşyayı dahi, Peygamberin hanımlarından yüz yüze isteyemeyeceği düşünülürse, yapılmış olan rivayetin ve benzeri rivayetlerin asılsız bir iftira olduğu anlaşılır.
62- Bize Müsedded Yahyâ ibn Said’den: o da Humeyd’den; o da Enes’ten tahdis etti: Enes ibn Mâlik (R ) şöyle demiştir: Umer (R ):
- üç şey hakkındaki dileğim Allah’ın vahyine uygun geldi, yâhut Rabb’im bana muvafakat etti. Ben: Yâ Resûlullah! Makaamu İbrahim’den bir namâz yeri edinseniz! dedim. (Bu lafızla âyet indi.) yine ben: Yâ Resûlullah! Yanınıza iyi ve kütü kimseler giriyor. Müminlerin anaları olan kadınlarınızın örtünmelerini emretseniz! dedim. Bunun üzerine Allah Hicap (el-Ahzâb: 59) âyetini indirdi. (Buhari, Kitâbu’t-Tefsir C.9 H.10 S.4182, Ötüken 1987 )
Bu rivayette de, yine bir iftira mevcuttur. İnsanın aklına şöyle bir soru geliyor. Allah’ın öğretmesiyle, Peygamber mi insanlara iyi ahlakı öğretip örnek oluyordu, yoksa insanlar mı peygambere iyi ahlakı öğretiyorlardı. Rivayetler dininin mensuplarına göre insanlar peygambere öğretiyorlardı. Halbuki ahlak konusunda Kur’an’da onun için şöyle denmiştir; Kûr'an'dan mealen
- Nûn. Kaleme ve yazdıklarına andolsun! 68/1
- Sen, Rabb’inin nimetiyle cinlenmiş değilsin. 68/2
- Senin için kesintisiz bir mükâfat vardır. 68/3
- Ve sen, büyük bir ahlâk üzerindesin. 68/4
- Andolsun Allah’ın Elçisinde sizin için, sizden Allah’ı ve ahret'i arzu eden ve Allah’ı çok anan kimseler için (uyulacak) en güzel bir örnek vardır. 33/21
Yaptıkları iftiralarda diğer bir hususta, özellikle erkeklerin, Peygamber eşlerinden, cenabetten yıkanma, hayız v.s. gibi konularda gidip soru sorduklarını iddia etmeleridir. Bu gibi konuları gidip soracak bayan sahabe yok muydu? Erkek sahabeler gidip Peygamberden veya bu konuda bilgisi olan diğer erkek sahabelerden soramaz mıydılar? Eğer bu gibi hususlar düşünülse asıl maksatlarının bir şeyi sormak değil, Peygamber eşlerine iftira etmek olduğu kolayca anlaşılır. Şimdi bu tür rivayetlerinden başka örnekler verecek olursam:
63- ........... Bize Mâlik, Hişâm’dan; o da babası Urve’den; o da Peygamber’in zevcesi Âişe’den haber verdi (şöyle demiştir): Peygamber (S ) cünüplükten yıkandığı zamân ellerini yıkamaktan başlardı. Sonra namâz için ab dest alır gibi ab dest alırdı. Sonra parmaklarını suya daldırır ve onlarla saçlarının diplerini hilâl lardı. Sonra iki eliyle başı üzerine üç avuç su dökerdi. Ondan sonra suyu bütün bedeni üzerinden akıtırdı. (Buhari, Kitâbu’l-Gusl C.1 H.1 S.370, Ötüken 1987 )
64-.............. İbn Abbâs’tan; o da Peygamber’in zevcesi Meymûne’den tahdis etti. Meymûne (R ) şöyle demiştir: Resûlullah (S ) yalnız ayaklarını yıkamayarak namâz için ab dest alışı gibi ab dest aldı. Bacak aralarını ve oralarına isâbet eden yıkanacak şeyleri de yıkadı. Sonra kendi üzerine su döktü. Sonra ayaklarını yerinden ayırıp yıkadı. Onun cünüplükten dolayı yıkanması işte budur. (Buhari, Kitâbu’l-Gusl C.1 H.2 S.370, Ötüken 1987)
65-............ Bana Eflâh, el-Kaasım’dan; o da Âişe’den haber verdi. Âise (R ): Peygamber (S ) ile ben bir kaptan yıkanırdık, ellerimiz, o kabın içinde gidip gelirdi, demiştir. (Buhari, Kitâbu’l-Gusl C.1 H.14 S.377, Ötüken 1997)
66-............ Bize Şu’be, Hammâd’dan; o da babası Urve ibn Zubeyr’den; o da Âişe’den tahdis etti. Âise (R ): Resûlullah (S ) cünüplükten dolayı yıkandığı zamân ellerini yıkar idi, demiştir. (Buhari, Kitâbu’l-Gusl C.1 H.15 S.377, Ötüken 1997 )
Böylece yıkanan bir kimsenin ellerini de yıkadığını öğrenmiş olduk, bu bilgi kaybolsaydı halimiz nasıl olacaktı. Elleri olup ta, elini yıkamadan vücudunu yıkayan tek bir insan var mıdır veya üç avuç suyla yıkanmak nasıl mümkün olur? Maksatları iftira etmek değil mi, dillerine ne gelirse düşünmeden söylerler.
67-.............İbn Abbâs şöyle demiştir: Meymûne (R ) şöyle dedi: Ben Resûlullah için yıkanacağı suyu koydum. Kendisi elleri üzerine su boşalttı ve onları ikişer defa veyâ üçer defa yıkadı. Sonra sağ eliyle sol eli içine su boşalttı da bu su ile hayâlarını yıkadı. Sonra elini toprakla sürttü. Sonra ağzını çalkaladı ve burnuna su çekti. Sonra yüzünü ve ellerini yıkadı, başını da üç defa yıkadı. Sonra bedeni üzerine su döktü. Sonra yerden ayrıldı da ayaklarını yıkadı. (Buhari, Kitâb’l-Gusl C.1 H.18 S.378, Ötüken 1997 )
68-.............Bize A’meş, Sâlim ibn Ebi’l-Ca’d’den; o da İbn Abbâs’tan; o da Meymûne’den tahdis etti ki (o şöyle demiştir): Peygamber (S ) cünüplükten dolayı yıkandı. Şöyle ki: Eliyle hayalarını yıkadı. Sonra elini duvara sürttü. Sonra elini yıkadı. Sora namaz abesti gibi abdest aldı. Nihayet yıkanmasını bitirince ayaklarını yıkadı. (Buhâri, Kitâbu’l-Gusl C.1 H.13 S.376, Ötüken 1997 )
Burada da yıkanırken elleri duvara sürtüp duvarı kirletmeyi rivayet ediyorlar.
69-..............Bize İbrahim, o da Esved’den; o da Âişe’den (R ) tahdis etti ki (o şöyle demiştir): Ben, Peygamber ile birlikte her ikimizde cünüp iken iken bir kâbdan yıkanırdık. (Hayız olduğumda) O bana emrederdi, bende fûtamı bağlardım. Ben hayızlı iken Peygamber tenini tenime dokundururdu. Kazâ O (mescide) itikafta iken, ben de hayızlı olduğum hâlde başını (itikâf yerinden dışarıya) çıkarırdı da, ben de yıkar idim. (Buhari, Kitâbu’l-Hayz C.1 H.14 S.400 Ötüken 1997)
Bu rivayette de, Âişe’nin erkeklere sevişmeyi anlattığı iftirasında bulunuyorlar, aynı iftirayı ( aynı kaynak s.401 deki rivayetle) Meymûne hakkında uyduruyorlar. Aslında bu tür rivayetleri yazmak ağırıma gidiyor; yüzlerce senedir yazılıp insanlara anlatılan bu yalanları eleştirmek için, istemezsem de yazmak zorunda kaldım. Kitabın başında belirttiğim gibi, uydurmuş oldukları dört bin civarındaki rivayetlerini tekrarlar yapmak suretiyle 35647 rivayete çevirerek ciltler dolusu külliyat haline getirmişler. Bundan dolayı konuları anlatırken fazla detaylara girdiğim de zannedilmesin, konunun özünü bozmadan fazla detaylara girmekten kaçındım, yoksa merak edipte ortaya koydukları külliyata bakan bir kimse eleştiri konusu olabilecek daha başka birçok rivayet bulabilir, verdiğim tipik rivayetlerin az bir kısmı biraz benzer olmakla beraber tıpatıp aynı olmayıp içeriğinde konuyu ilgilendiren farklılıklar vardır. Onlar ciltler doldurdular, ben ise ciltlerle ortaya koyduklarını bir kitap halinde tam olarak ortaya koyup eleştirmeyi hedefledim, başardığıma da inanıyorum.
70- ............. El-Kaasım şöyle diyor:Ben Âişe’den işittim, şöyle diyordu: Biz ancak Hac etmeği düşünerek yola çıktık. Şerif mevkiine geldiğimiz zamân ben hayz oldum..............(Buhari, Kitâbu’l-Hayz C.1 H.1 S.397, Ötüken )
71-.............Bana Hişâm, Urve’den haber verdi ki, Urvetu’bnu’z-Zubeyr’e: Hayızlı kadının bana hizmet etmesi yâhut kadının cünüp iken yanıma gelmesi câiz midir? diye sorulmuş. Urve de : Bana göre bunun hepsi câiz, öyle olan da, böyle olanda bana hizmet eder. Bundan dolayı hiçbir taraf için beis yoktur. Bana Âişe haber verdi ki, kendisi hayızlı ve hücresinde ikamet ederken, Resûlullah da mescide itikâf ettiği zamân, Resûlullah başını uzatır, o da Resûlullah ın başını tarardı. (Buhari, Kitabu’l-Hayz C.1 H.3 S.398, Ötüken 1997 )
Kendi kendilerini yalanlamak üzere birde şöyle bir rivayet uydurdular.
72-............Zerrate şöyle demiş : Âise (r.anhâ)’dan, şöyle demiştir:
“Ben hayızlı olduğum zaman ( Resûlullah’ın) yatağından bir hasır üzerine iner ve temizleninceye kadar Resûlullah (s.a)’a yaklaşmazdım.” (Ebû Dâvûd, K.Tahâre (1), Bâb 106 Cilt 1 H.271 s.479, Şamil 1987)
Böylece bu konuda da kendi kendilerini tekzip etmiş oldular. Zaten rivayet uydurmalarında en sık başvurdukları metotları zıt ve ihtilaflı rivayetler uydurmaktır, bunu da bir konuda sıkıştıklarında veya işlerine geldiğinde kullanmak üzere veya ortalığı karıştırmak için planlı tasarlamışlardır. Sık sık bu tür zıt rivayetlerine örnekler vermeğe çalışacağım. Şimdi iftira rivayetlerini sıralamaya devam edecek olursam:
73- ...........Enes Bin mâlikten rivayet: Uhud harbinde, Yemin olsun ki, Âişe binti Ebi Bekir, ile Ümmü Süleym’i paçalarını sıvamış halde gördüm, Baldırlarının bileziklerini görüyordum. Su tulumlarını sırlarında taşıyor gâzilerin ağızlarına boşaltıyorlardı. ( Müslim, cilt 8 139/655 ter. Ahmed Davudoğlu, Sönmez neşriyat a.ş
Bura da da savaş heyecanıyla kamufle ederek, Âişe’nin ve Ümmü Süleym’in baldırlarını gösterdiği iftirası rivayet edilmiştir.
74- Müslim’in bir diğer rivayetinde : “ Hz. Âise radıyallahu anhaya bir zat misafir oldu. Adam sabahleyin elbisesini yıkamaya başladı. Hz. Âise ona :
“ Sana (meni) bulaşan yeri (gördüysen) orasını yıkaman kâfi idi. Göremediğin takdirde etrafını yıkardın. Ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ın elbisesinden ( meni bulaşığını ) ovalamak suretiyle çıkardığımı biliyorum. O, ( Birde yıkamaksızın ) onun içinde namaz kılardı”.......... (K.S 3517 C. 10 S. 345 Akçağ 1990 alıntısı Müslim, Tahâret 105, 109 (288,290) )
Güya Âişe’ye bir adam misafir olmuşta, Âise adama menisini nasıl yıkayacağını izah etmiş. Biz Âişe’yi böyle bir iftiradan tenzih ederiz. Özellikle cinsel konularda, Âise hakkında rivayetler uydurmuşlardır. Bu da, Âişe’nin şahsında Peygambere ve Ebu Bekr’e olan kinlerini göstermektedir.
75-.........Biz Amr İbn Meymûn, Süleyman İbn Yesâr’dan tahdis etti. O şöyle demiştir: Ben Âişe’ye elbiseye isâbet eden meniden sordum. Âişe: Ben onu Resûlullah’ın elbisesinden yıkardım da, yıkama izi yer yer ıslaklıklar elbisesinde göründüğü halde çıkardı, dedi (Buhari, c. 1 Kitabu’l-Vudu 93 s. 354 Ötüken 1997 )
Bu da önce ki benzerleri gibi iftira içeren bir rivayettir. Erkekler menilerini nasıl yıkayacaklarını Âişe’den başka soracak kimse bulamadılar mı, kaldı ki ahmaklar bile meninin nasıl yıkanacağını bilirler.
76-.........Ben Urve ibnu’z-Zubeyr’den işittin, Peygamber (S) Âişe’ye ( R )’ye:
-”Ebû Bekr’e emret de insanlara namâzı kıldırsın” buyurmuş.
- Ebû Bekr pek yufka yürekli bir adamdır. Ne zamân Senin makamına dikilirse kalbi incelir, demiş.
Peygamber evvelki emrini tekrar buyurmuş, Âise de “Ebu Bekr hüzünlü bir adamdır” sözünü tekrarlamış.
Şu’be ibnü’l Haccâc yukarıdaki senedle dedi ki: Peygamber üçüncü yahut dördüncü defasında:
- Şüphesiz sizler, Yusuf Peygamber’in karşılaştığı kadınlarsınız. Ebû Bekr’e emredin de namâzı kıldırsın.” buyurdu. (Buhari, Kitabu’l Enbiyâ 59 C.7 S.3148-3185, Ötüken-1987)
Burada da, Âişe’ye ne tür bir iftirada bulunduklarını belirtmek için, Yusuf Peygamberin karşılaştığı kadına, Kur’an’dan örnek vereceğim, mealen:
-Yusuf’un evinde kaldığı kadın, onun nefsinden murâd almak istedi ve kapıları kilitleyip: “Haydi gelsene!” dedi. (Yusuf): “Allah’a sığınırım dedi, efendim bana güzel baktı ( ben nasıl onun İyiliği’ne karşı hıyanet ederim), zalimler iflah olmazlar!: 12/23
- And olsun, kadın onu arzû etmişti, eğer Rabb’inin doğruyu gösteren delilini görmeseydi Yusuf da onu arzû etmişti. Böylece biz kötülüğü ve fuhşu ondan çevirmek istedik; çünkü o, ıhlâsa erdirilmiştir (seçkin) kullarımızdandır. 12/24
Görüldüğü gibi, Yusuf Peygamberin karşılaştığı kadın evli olmasına rağmen, Yusuf peygambere zina teklifinde bulunmuştur. Peygamber nasıl olur da Âişe’yi böyle kadınlara benzetir, bu ağır bir ithamdır.
77- Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Ebu’l-Ku’ays’ın kardeşi Eflah, örtünmeyi emreden ayet indikten sonra yanıma girmek için izin istedi. Ben:
“Allah’a yemin olsun, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâmdan izin istemedikçe ben ona girme izni vermeyeceğim! Çünkü o’nun kardeşi Ebu’l-Ku’ays beni emziren kimse değildir. Beni Ebu’l-Ku’ays’ın hanımı emzirdi! dedim. Derken yanıma Aleyhissalâtu vesselâm girdiler.
“ Ey Allah’ın Resûlü dedim, Ebu’l-Ku’ays’ın kardeşi Eflah yanıma girmek için izin istedi. Ben sizden sormadıkça izin vermekten imtina ettim! dedim. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “amcana izin vermekten seni alıkoyan sebep ne?” buyurdular. Ben :
“ Ey Allah’ın Resûlü! dedim. Beni emziren erkek değil. Beni onun hanımı emzirdi” dedim. Resûlullah yine:
“Sen onun girmesine izin ver. Zira o senin amcandır, Allah iyiliğini versin” buyurdular. (K:S 5670 C.16 s.28 alıntısı, Buhari, Humus 4, Şehadet 7, Nikah 20; Müslim, Radâ’2. (1444); Muvatta, Radâ 2, (2.601,602); Tirmizi, Radâ’1, (1147); Ebu Dâvud, Nikah 7, (2055); Nesâi, Nikâh 49,(6,99). )
78-..........Bize Şu’be, el-Eş’as’tan; oda babası Ebû’s-Sa’sâ Selim İbnu’l-Esved’den; o da Mesrûk’tan; o da Âise’(R )’den tahdis etti ki, Âişe’nin yanında bir adam varken Peygamber (S ) içeri girdi. Peygamber bunu hoş görmediğini belli eder gibi yüzünün rengi değişti. Bunun üzerine Âise:
- Bu benim (süt) kardeşimdir! dedi.
Peygamber de:
-”Süt kardeşlerinizin kim olduğuna iyi dikkat ediniz. Çünkü süt, ancak açlıktandır buyurdu. (Buhari, Kitâbu’n-Nikâh, 40 S.519 C.11 Ötüken 1988 )
İddia ettiklerine göre süt amca, süt kardeş gibi kimselerin, serbestçe bayanların yanına girebileceğini rivayet ettiler. Bunun böyle olmadığını Kur’an’dan örnekler vererek gösterecek olursam, mealen:
- Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunan cariyeleri , erkeklerden, kadına ihtiyacı kalmamış (cinsi güçten düşmüş) hizmetçiler, yahut henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz. 24/31
Görüldüğü gibi ziynet eşyalarının gösterilebileceği kimseler arasında, süt kardeş veya süt amca bildiril memeştir. 24 Nur 31 de belirtilen kardeş lafzı öz kardeşler hakkındadır. Zira, Kur’an’da süt kardeşlerden bahsedilirken “süt kardeş” olarak ayrı bir şekilde belirtilmişlerdir. Bunlar nikah yönünden yasaklanmışlardır, fakat nikahlarının haram oluşu, onlara öz kardeş hususiyeti vermemektedir. Yani mümin bayanlar için gizlenme konusunda diğer süt kardeş olmayanlardan bir farkları yoktur. Buna benzer olarak dikkat edilirse, Peygamberin zevceleri, Kur’an’da müminlerin anneleri olarak belirtilmişlerdir. Peygamberden sonra müminlerin onları nikahlamaları ebediyen haramdır. Buna rağmen müminler onlardan yüz yüze eşya dahi isteyemezler, ancak bir perde arkasından olursa, yani aralarında bir perde varsa isteye bilirler. Demek ki bazı akrabalıklar vardır ki gizlenmeyi ortadan kaldırmaz. Müminlere anne olmak gizlenmeyi ortadan kaldırmıyorsa, nasıl olurda süt kardeş olmak, hele kavramı dahi İslamiyet te olmayan, süt amca diye uydurdukları akrabalık, gizlenmeyi ortadan kaldırsın. Şimdi bu hususlara ait Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:
- Size (şunlarla evlenmeniz) haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt kardeşleriniz, karılarınızın anaları , birleştiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer onlarla henüz birleşmemişseniz (kızlarını almaktan ötürü) üzerinize bir günah yoktur- kendi sulbünüzden gelen oğullarınızın karıları ve iki kız kardeşi bir arada almanız. Ancak geçmişte olanlar hâriç. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir. 4/23
Dikkat edilirse süt kardeşler, ismen süt kardeş olarak belirtilmiştir. Öz kardeşler sadece kardeşleriniz olarak isimlendirilmiştir. 24 Nur 31 de süt kardeşlere ruhsat verilmemiş, 4 Nisa 23 te ise nikahlanmaları yasaklanmıştır.
Kûr'an'dan mealen:
- Müminlerin, Peygamberi kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir; onun eşleri onların anneleridir; akraba olanlar, miras hususunda, Allah’ın Kitabında birbirlerine müminler ve muhâcirlerden daha yakındırlar. Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır. Bu Kitab’ta yazılı bulunmaktadır.
33/6
Görüldüğü gibi, Peygamberin eşleri müminlerin anneleridir. Fakat, müminlere anne olma vasıfları gizlenmelerini ortadan kaldırmaz, Kur’an’dan mealen:
- Ey iman edenler! Hazırlanmasını beklemeyeceğiniz bir yemeğe çağrılmanız hariç, size izin verilmeden Peygamberin evlerine girmeyin, Fakat çağrıldığınız zaman girin, Yemek yediğiniz zaman, hemen dağılın, sohbete dalmayın, çünkü bu durum, Peygamberi üzüyor. O, (sizi evden çıkarmaktan) utanıyor. Halbuki Allah, hak olan bir şeyden utanmaz, Peygamberin hanımlarından bir eşya istediğiniz zaman bir perdenin arkasından isteyin. Bu durum, sizin kalpleriniz ve onların kalpleri için daha temizdir. Resûlullah’a eziyet etmeniz, ondan sonra onun hanımlarıyla evlenmeniz ebediyen caiz değildir. Şüphesiz bu durum, Allah katında büyük bir günahtır.
33/53
Bu itibarla, süt amca ve süt kardeş konusunda rivayet edilen hadisler, uydurma olup aslı yoktur.
Süt çocukluğu konusunda iddiaları da, Kur’an’da belirtilenden çok değişiktir. Kûr’an’da çocuk en fazla iki yıl emzirilir, yani iki yaşından sonra öz annesi dahi onu emziremez. Fakat onlar adamlarında emzirilebileceğini rivayet ettiler.
Emzirme ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- Anneler, çocuklarını -emzirmeyi tamamlamak isteyen kimse için- tam iki yıl emzirirler. Onların uygun biçimde yiyeceğini ve giyeceğini sağlamak, çocuğun babasına aittir. Herkes ancak gücü ölçüsünde bir şeyle mükellef tutulur. Ne anne çocuğu yüzünden, ne de çocuğun ait bulunduğu baba, çocuğu yüzünden zarara sokulmasın. Mirasçının da aynı şeyi yapması gerekir. Eğer (ana, baba) anlaşıp danışarak (çocuğu memeden) kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı (süt annesi tutup) emzirmek isterseniz, vereceğinizi güzelce verdikten sonra yine üzerinize bir günah yoktur (emzirirseniz) Allah’tan korkun ve bilin ki, Allah yaptığınız her şeyi görmektedir. 2/233
Çocukların en fazla iki yaşına kadar emzirtilebileceği açıktır, buna rağmen şu rivayette bulundular:
79-.............. Aişe’den naklen rivayet:
Ebû Huzeyfe’nin âzâdlısı Sâlim, evlerinde Ebû Huzeyfe ile ailesinin yanında bulunuyormuş derken, Sehle binti Süheyl, Peygambere gelerek:
- Sâlim artık erkeklik çağına geldi; ve erkeklerin akıl ettikleri şeylere akıl erdirmeye başladı ama yanımıza giriyor. Zannediyorum ki, bundan Ebû Huzeyfe’nin hatırına bir şey geliyor; demiş.
Bunun üzerine peygamber ona:
“Salim’i emzir, ona haram ol da Ebû Huzeyfe’nin hatırına gelen şey gitsin!” buyurmuş.
(Sehle bunu yapmış ve) dönerek:
- Ben onu emzirdim; Ebu Huzeyfe’nin hatırına gelen şey de gitti; demiş. (Müslim, 27/371 Cilt 7 Ahmet DAVUTOĞLU, Sönmez Neşriyat A.Ş.)
Salim’in yaşı konusunda yine Müslim’de şu ifadeler geçmektedir.
- Koskoca adam olduğu halde onu nasıl emzireyim dedi. “Resûlullah gülümseyerek onun koskoca adam olduğunu biliyorum.” cevabını verdi. (Müslim, 26 C.7 Sönmez Neşriyat ).
- Sehle; ama o saçlı sakallı (adam)dır, dedi. (Müslim, 30/373 C.7 Sönmez Neşriyat ) .
80 ............. Âise (Radıyallâhu anhâ)’dan; Şöyle demiştir: (Ebû Huzeyfe’nin karısı) Sehle binti Süheyl (Radıyallâhu anhüm) Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek:
- Yâ Resûlullah! (Evlatlığımız) Sâlim’in yanıma girmesinden dolayı (kocam) Ebû Huzeyfe (bin Utbe)’nin yüzünde cidden bir hoşnutsuzluk görüyorum, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) (Sehle’ye:)
- “Sen Sâlim’e süt emzir” buyurdu. Sehle:
- O, yetişkin bir adam olduğu halde ben nasıl onu emzireyim? dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) gülümsedi ve: - “Ben onun yetişkin bir adam olduğunu şüphesiz biliyorum.” buyurdu. Sehle (Radıyallahu anhâ) (gidip bu işi) yaptıktan sonra Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e )’e gelerek:
Ben (Sâlim’e süt emzirdikten) sonra (kocam) Ebû Huzeyfe (Radıyallahu anh)’ ın yüzünde bir hoşnutsuzluk görmedim, dedi. Sâlim (onun sütünü emmeden önce ) Bedir savaşına katılmış idi.” (İbn’i Mace, H.1943, Sünen-i İbn-i Mace, S.412 C.5 Baskı 1992 Kahraman Yayınları. )
Görüldüğü gibi süt emzirmeyle ilgili iddiaları ve rivayetleri İslam la ilgisi olmayan sapık iddialardır. Hangi kadın göğsünü açıp bir adama kendini emzirirde, bunun adına süt çocukluğu denir. Kur’an öğretisine karşı o kadar kin ve nefret doludurlar ki, dillerine ne gelirse söylemekten çekinmemişlerdir.
Diğer bir rivayet çeşitleri de , İslamiyet’teki, erkeklerin birden fazla kadını nikahlama ruhsatıyla ilgilidir. Bu rivayetlerini sıralarken kendilerince alay etmek amacındadırlar. Zira sarf ettikleri ifadelerden bu anlaşılmaktadır. Bu rivayetlerine konu olarak ta Peygamberleri ele almışlardır, örneğin:
81- Hz. Enes radıyallâhu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselâm, hanımlarına gece ve gündüz aynı saatlerde ziyarette bulunurdu. Onlar on bir tane idiler. Enes’e: “Buna tâkat getirebiliyor muydu? denmişti. O : “Biz ona otuz kişinin gücü verildiğini konuşurduk” diye cevap verdi.” (K.S. 5713 C.16 S.69 alıntısı, Buhari, Gusl 12; Nesâi, Nikâh 1, (6,53,54). )
82- Bize Müseddet tahdis etti. Bize Yezid ibn Zurey’ tahdis etti. Bize Said ibn Ebû Arûbe, Katâde’den; o da Enes (R)’den tahdis etti ki, Peygamber (S)’in dokuz kadını olduğu hâlde, tek bir gece içinde kadınların hepsi üzerine dolaşırdı.
Ve yine bana Halife ibn Hayyât şöyle dedi: Bize Yezid ibnu Zurey’ tahdis etti: Bize Said, Katâde den tahdis etti ki, onlara da Enes, Peygamberden olmak üzere bunu tahdis etmiştir. (Buhari, Kitâbu’l-Nikâh H.6 C.11 S.5163 Ötüken 1988 ).
Görüldüğü gibi iki rivayet birbirleriyle çelişkilidir, birinde on bir eş derken, diğerinde dokuz eş denmiştir. Güya Peygamber Enes’e söylemiştir, peki Enes on birle, dokuzu ayıramıyorsa bunu nasıl tahdis etti. Farz edelim ki, ayrı ayrı zamanlar için tahdis etmiş olsunlar, yani Peygamber iki eş için evlenmiş veya boşanmış olsun. Buna rağmen rivayetlerin herhangi bir temele dayalı ciddiyetleri yoktur. Aile yaşantısı içerisindeki bazı şeyleri insan kendi öz anne babasına söylemezken. Peygamber gibi bir insan aile sırlarını neden gidip Enes’e söylesin. Şimdi bu tür iftiralarını yazmaya devam edecek olursam:
83- Hz. Ebu Hureyre radıyallâhu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Süleyman aleyhisselâm (bir gün)
“Bugün, kesinlikle doksan kadınıma uğrayacağım. Hepsi de Allah yolunda cihad edecek bir yiğit doğuracak! dedi (veya melek) ona:
“İnşaallah de bari!” uyarısında bulundu. Ama Hz. Süleyman inşaallah demedi.
Söylediği gibi, o gün, bütün hanımlarına uğradı. Kadınlarından sadece biri hâmile kaldı. O da yarım insan doğurdu.”
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sözüne devamla:
“Nefsimi elinde tutan Zât’a yemin olsun! Eğer Süleyman aleyhisselâm “inşallah!” demiş olsaydı hepsi de Allah yolunda atlı olarak cihad eden çocuklara sahip olacaktı” buyurdu.” (Buhari, Enbiya 40, Eymân 23,(1654); Nesâi, 39,40,(7,25); K.S. 5825 C.16 S.299 Akçağ 1993 )
84-............. El-A’rac’dan; Ebû Hureyre (R)’den tahdis etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Dâvud’un oğlu Süleymân: Ben bu gece yetmiş kadını dolaşacağım da onlardan her biri Allah yolunda mücahide edecek birer süvâri oğlana gebe kalır, diye kesin konuştu. Arkadaşı olan melek ona: İnşâallah de, dedi. O diliyle inşâallah demedi. O hakikaten o kadınları dolaştı, fakat içlerinden yalnız biri iki şıkkından biri düşük bir oğlana hâmile kalmıştır”.
Peygamber: “Eğer Süleymân İnşâallah deseydi, elbette o çocukların hepsi Allah yolunda cihâd ederlerdi” buyurdu..........
(Buhari, Kitâbu’l-Enbiyâ 97 C.7 S.3237 Ötüken 1987 )
85-.............. Bize Vuheyb, Eyûb’dan; o da Muhammed ibn Sirin’den; o da Ebû Hureyre (R)’den şöyle tahdis etti: Allah’ın Peygamberi Süleymân Aleyhisselâmın atmış tâne kadını kadını vardı. “Ben bir gecede kadınların üzerine dolaşırım da onlardan her bir kadın muhakkak Allah yolunda savaşacak birer süvari oğlan çocuğu doğurur” diye (İnşâallah demeden) yemin sözü söyledi. Hakikaten kadınları üzerine dolaştı. Fakat kadınlardan hiçbiri doğurmadı, yalnız bir kadın eksik doğumlu bir oğlan çocuğu doğurdu. Allah’ın Peygamberi Muhammed (S) : -”Eğer Süleymân Peygamber inşâallah diyerek yemininden bir istisna yapsaydı, kadınlardan her bir kadın muhakkak gebe kalır ve Allah yolunda savaşacak birer süvâri doğururdu” buyurdu. (Buhari, Kitâbu’t-Tevhit 95 C.16 S.7340 Ötüken 1989 ).
Görüldüğü gibi, Peygamberlere iftira ve saygısızlık kastıyla tahdis edilmiş olan bu rivayetler aynı zamanda çelişkilidir. Zira, iddia etmiş oldukları kadın sayıları ihtilaflıdır. Din yönünden Süleyman peygambere ağır sözler içermektedirler, öyle ki bir peygamber olmasına rağmen, Allah adına konuşup, İnşâallah dememekte direnen bir kimse seviyesine indirmektedirler. Bu ise bir peygamber hakkında sarf edilen çok ağır iftiradır. İnşâallahın kelime manası, Allah isterse demektir. Böyle bir şeyi red etmek, Allah istemezse de demek olur ki, bu ise Allah’a şirk koşmak demektir. Süleyman peygamber ise bir müşrik değildi, bu itibarla bu rivayetlerde bir uydurmadır.
86-........... Âise (R) şöyle demiştir: Fâtıma yürüyerek yönelip geldi. Fâtıma’nın yürüyüşü tıpkı Resûlullah’ın yürüyüşü gibidir. ............(Buhari, Kitâbu’l-Menâkıb 126 C.7 S.3393 Ötüken 1987 )
Bir bayanın erkekler gibi yürümesi övünülecek bir şey değildir. Rivayet aslı olmayan bir iftiradır. Hele, rivayeti Peygamber açısından rivayet etmeleri ise peygambere açıkça saldırıdır, zira erkeklerin bayanlar gibi yürümesi de İslam Dininde kabul edilemez.
87-................ Hz. İbrahim zalim birinin diyarına (Mısır’a) beraberinde Sâre de olduğu halde gelmişti, Sâre güzel bir kadındı. Sâre’ye: “Bu cebbâr herif, bilirse ki sen karımsın, senin için bana galebe çalar. Eğer sana soracak olursa, kız kardeşim olduğunu söyle! Çünkü sen, zaten İslâm yönünden kardeşimsin, din kardeşiyiz. Ben yeryüzünde senden ve benden başka bir Müslüman bilmiyorum” dedi.
Bunlar zâlim kralın memleketine gelince, adamlardan biri bunları gördü. Hemen gidip:
“Senin memleketine öyle güzel bir kadın girdi ki, sizden başkasının olması münasip değildir” dedi. Kral derhal adamlar gönderip, Sâre’yi yanına getirtti. Hz. İbrahim namaza durdu. Sâre adamın yanına girince, kral (onu ayakta karşıladı, fakat) elini ona uzatamadı. Eli şiddetli şekilde tutuldu. Sâre’ye :“Elimi salması için Allah’a dua et! Sana zarar vermeyeceğim!” dedi. Sâre de dediğini yaptı. Ama kral tekrar Sâre’ye sataşmak istedi. Eli, öncekinden daha şiddetli tutulup kaldı. Sâre’ye aynı şekilde ricada bulundu. O da kabul etti. (Adam normal hale dönünce tekrar) sataşmak istedi. Eli önceki iki seferden daha şiddetli şekilde tutuldu. Sâre’ye yine: “Allah’a dua et, elimi salsın sana zarar vermeyeceğim!” diye rica etti. Sâre dua etti, adamın elleri açıldı. Kral kadını getiren adamı çağırdı ve ona: “Sen bana insan değil bir şeytan getirmişsin. Bunu diyarımdan çıkar!” dedi. Sâre’ye, Hâcer’i bağış olarak verdi. “Sâra yürüyerek geldi. İbrahim onu görünce “Nasılsın, ne haber?” dedi. Sâre: “Hayır var! Allah cebbârın elini tuttu (bana) bir hâdim verdi!” dedi.” .................. (K.S. 5212 C.15 S.6-7 Akçağ 1992 alıntısı, Buhari, Enbiyâ 9, Büyû’ 100, Hibe 36, Nikâh 6; Müslim, Fezâil 154, (2371); Ebû Dâvud, Talâk 16, (2212); Tirmizi, Tefsir, Enbiya, (3165).)
İddia ettiklerine göre, İbrahim peygamber neyle karşılaşacağını bile bile, kralı zalim olan bir memlekete gitmiş. Kendisinin de önceden tahmin ettiği gibi, karısı “Sâra” kral tarafından kendisinden istenmiş ve karısını krala teslim etmiştir. Canının kurtulmasına sebepte karısını kız kardeşi olarak tanıtması imiş. Güya da, İbrahim peygamber kendisinden ve karısından başka yer yüzünde bir Müslüman bilmiyormuş. Bu İbrahim peygamber gibi bir kimseye karşı hayasızca yapılmış bir iftira ve saygısızlıktır. O İbrahim peygamber ki, Allah rızası için bir kavmin karşısına tek başına dikildi. O’nu ateşe attıklarında dahi çekinmeyecek kadar cesur bir kimse idi. Nasıl gidip namusunu zalim bir krala teslim eder. Allah’ın arzı geniştir, madem ki durumu önceden biliyordu o zaman, zalim kralın memleketine uğramaz, başka bir yere giderdi. Deseler ki zaten hiçbir şey olmadı, ne mahzuru var ki? İslam'a göre durum hiçte öyle değil zira İslam da mümin kadınlara sataşma şiddetle yasaktır ve tesettür olayı vardır ve söyledikleri tesettüre aykırıdır. Öyle ya, kral ve adamları tesettüre rağmen Sâre’nin güzelliğini nasıl gördüler? Bu demek oluyor ki, iddialarına göre İbrahim peygamber ya karısını tesettürsüz gezdiriyordu yada tesettürünün açılmasına ve kendisine sataşılmasına aldırmıyordu. Ben İbrahim peygamberi böyle bir şeyden tenzih ederim. O İbrahim peygamber ki Allah O’nu dost edinmişti. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Hangi insan, din yönünden, iyilik edici olarak yüzünü Allah’a teslim edip dosdoğru İbrahim’in dinine tabi olandan daha güzel olabilir? Allah, İbrahim’i dost edinmişti. 4/125
Diğer bir hususta, olayı uydurmak için sarf ettikleri, güya İbrahim peygamberin karısına: “Ben yeryüzünde senden ve benden başka bir Müslüman bilmiyorum.” ifadesi de, Kur’an’a uymayan ve yalancı olduklarını belgeleyen bir sözdür. Zira kendisine hicretten önce Lût peygamber iman etmişti. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:
- Bunun üzerine Lût ona iman etti ve (kavmine) dedi ki: “Ben Rabb’ime hicret ediyorum; zira O, daima gâliptir; hikmet sâhibidir”. 29/26
Bu itibarla, İslam Dininde ki gerçeklere uymayan bu rivayetlerin aslı yoktur.
88-.............. (İbn ebi Leyle’den naklen, dedi ki:)..... Bize Ali şöyle tahdis etti: ................... Müteakiben biz yataklarımıza girmiş hâlde iken Peygamber bize geldi. Biz hemen yatağımızdan kalkmağa davrandık. Peygamber (S) :
- “Yerinizde durunuz!” buyurdu ve (ikimiz arasına oturdu) hattâ ben göğsümün üzerine dokunan iki ayağının serinliğini hissettim........
......... (Buhâri, Kitâbu’l-Humus 21 C.6 S.2899 Ötüken 1987 )
Bu konuda daha önce belirttiğim gibi, İslam’da yatak odalarına izinsiz girilemez. Bu itibarla, peygamberin, kızının ve damadının yatak odalarına izinsiz ve aniden girdiği yolundaki bu rivayet asılsız bir iftiradır. Hele, yatağa girip aralarına oturması olacak şey değildir.
89- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz buyurdular ki: (Tahâret maksadıyla) taş kullanmak tektir. Şeytana atılan taş tektir. Safa ile Merve arasında say tektir. Öyle ise sizden biri (tahâret için) taş kullanacaksa bunu da tek kılsın.” (K.S. 1493 C.6 S.23 Akçağ 1989 alıntısı, Nesâi, Hacc 202, (5,254) )
Müslümanlarca tavaf edilen, Kabe tavafı ile Sefa ve Merve sa’yi’ni. Tuvalette temizlik için kullandıkları taş ile ve şeytana atılan taşla ilişkilendirmek ve birbirlerine emsal göstermek açık bir saygısızlıktır. Bu itibarla bu rivayette hakaret kastıyla uydurulmuş asılsız bir rivayettir.
90- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, mescide otururken, bir bedevi girip iki rekat namaz kıldı. Sonra da şöyle dua etmeye başladı: “Allah’ım bana da, Muhammed’e de rahmet et. Bizden başka kimseye rahmet etme!”
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm atılıp: “Geniş alanı daralttın!” dedi. Derken adam hemen kalkıp mescidin içine akıtmaya başladı. Halk ta hemencecik üzerine yürüdü. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onları yasaklayıp: “Kolaylaştırıcılar olarak gönderildiniz, zorlaştırıcılar olarak gönderilmediniz. Üzerine bir kova su dökün!” ferman buyurdular.” (K.S. 3509 C.10 S.340 Akçağ 1990 alıntısı, Buhari, Vudû 58; Ebû Dâvud, Tahâret 138, (380); Tirmizi, Tahâret 112, (147); Nesâi, Tahâret 45, (1,48,49, ) )
91- .... Abdullah b. Ömer (r.a.)’den, şöyle demiştir:
“Ben Resûlullah (s.a.) zamanında bekâr bir genç idim ve Mescid de gecelerdim. Köpekler mescide girerler çıkarlar, bevlederler, sahabiler de bundan dolayı hiçbir şey (su) dökmezlerdi.” (Ebû Dâvud K. Tahâre (1), Bâb 137 H.382 C.2 S.97 Şamil 1988, diğer tahdis edenler, Buhari, tabir 36, fedaili ashabın-Nebi 19; Müslim, fedaili’s-sahâbe 140 )
Peygamber mescidini, insanların ve köpeklerin tuvalet olarak kullandığını rivayet etmeleri, İslam dinine ve Müslümanlara duydukları kinin açık ifadesidir. İslam dininde, Allah’ı anma ile temizlik birlikte emredilmiştir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
Rahmân ve Rahim Allah’ın adıyla
- Ey elbisesine bürünen, 74/1
- Kalk, uyar. 74/2
- Rabb’ini tekbir et(O’nun büyüklüğünü an), 74/3
- Elbiseni temizle, 74/4
- Pislikten kaçın. 74/5
İslam dininde iç ve dış temizliğe büyük önem verilmişken, bu tür aykırı rivayetler uydurmaları, Kur’an’a uymadığı gibi yaptıkları aynı zamanda hayasızlıktır.
92- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İbrahim (aleyhisselâm) Kaddûm nâm-bazısı da şeddesiz olarak Kadûm demiştir- mevkide seksen yaşında olduğu halde sünnet oldu.” (K.S. 2150 C.7 S.531 Akçağ 1988 alıntıları, Buhari, İsti’zân 51, Enbiya 8; Müslim, Fedâil 151,(2370). )
Yukarıda ki, metinde de her ne kadar, Kadûm nam mevkide İbrahim peygamber sünnet oldu falan diyorsa da, Metnin aslında, İbrahim peygamber seksen yaşında keserle sünnet oldu şeklindedir. Kaddum keser demektir, “bil Kaddum“, keser ile manasınadır.
93- Useym İbnu Kesir İbni Küleyb an ebihi an ceddihi’nin anlattığına göre (ceddi Küleyb) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelerek: “Müslüman oldum! der. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm; “Üstünden küfür saçını at!” der ve tıraş olmasını söyler. Useym’in babası dedi ki: “Bana bir başka (sahabe)nin bildirdiğine göre Aleyhissalâtu vesselâm, beraberinde olan bir diğerine de; “Üzerindeki küfür tüyünü at ve sünnet ol!” buyurmuştu.” (K.S. 3817 C.11 S.33 Akçağ 1991 alıntısı, Ebû Dâvud, Tahâret 131,(356) )
Bu uydurma rivayetleriyle de, Müslümanların sünnet olması gerektiğini rivayet ettiler. Rivayetlerine delil olarak ta peygambere isnat ettikleri hadiste. İbrahim peygamberin seksen yaşında keserle sünnet olduğu rivayeti ile Müslüman olan bir kimsenin derhal sünnet olması gerektiği rivayetidir. İbrahim peygamber için söyledikleri alay etmekten başka bir şey değildir. Sünnet olayının yaygın bir şekilde uygulandığı toplumlarda dahi, bir kimseye baban seksen yaşında balta veya keserle sünnet oldu deseler bunu hoş karşılamaz alay olarak kabul eder. Böyle bir iddiayı İbrahim peygambere yakıştırdılar. bununla da yetinmediler, kızlarında sünnet olması gerektiği yolunda iddia ve rivayetlerde bulundular. Ayrıca sünnetin kendilerince ne kadar iyi bir şey olduğu konusunda şu tür izahlarda bulundular:
94- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Fıtrat beştir: Sünnet olmak, etek tıraşı olmak, bıyığı kesmek, tırnakları kesmek, koltuk altını yolmak.” ( K.S. 2147 C.7 S.523 Akçağ 1988 alıntısı, Buhâri, Libas 63, 64, İsti’zan 51; Müslim, Taharet 39,(257); Muvatta Sıfatu’n Nebiyy 3,(2,921); Tirmizi, Edeb 14,(2757), Ebû Dâvud, Tereccül 16, (4198); Nesai, Taharet 10,11,(1,14,15,) )
Böylece sünnet olmayı fıtrattan saydılar.
Kızların sünneti için ise:
95- Ümmü Atiyye (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Bir kadın Medine de kızları sünnet ederdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm ) (kadını çağırarak ) kendisine: “ Derin kesme. Zira derin kesmemen kadın için daha çok haz vesilesidir, koca için daha makbuldür” diye talimat verdi.” (Ebû Dâvud, Edeb 179, (5271). ) Rezin rivayetinde Resûlullah şöyle buyurur: “Kızları sünnet ederken üstten kes, derin kesme, bu şekilde kesilmesi yüze daha çok parlaklık , kocaya daha çok haz verir.” (K.S.2153 C.7 S.534 Akçağ 1988 )
Ehli sünnetçe, Kelime-i Şehadet te olduğu gibi, Müslüman ile kâfiri birbirinden ayıran âlamet olarak kabul edilen sünnet ameliyesi, bazı Sünni önderlerce vacip ve hatta farz denecek kadar mühim bir emir kabûl edilmiştir. Şafiiler. “Bülüğ yaşına ermezden önce çocuğu sünnet etmek velisine vâciptir.” derler. Bir kısım önderleri de, sünnet olmadıkça, mühtedinin Müslümanlığının noksan olacağına, sünnetsizin namazının câiz olmayacağına, kestiğinin yenilemeyeceğine, Kabe’yi tavaf edemeyeceğine hükmetmiştir. Hadiste bu hususta “İslama girince küfür tüyünü at, sonra sünnet ol” diye emreder iddiasındadırlar. Hülâsa bazı alim kabul ettikleri kimselere göre: “Hayatına mâl olacak dahi olsa.” yaşlı kişinin bile sünnet olması gerektiği hükmünü verecek kadar bu meseleye ehemmiyet verilmiştir. Muhtar olan zamanda doğumun yedinci günüdür derler.
KIZLARIN SÜNNETİ: Kızlarında sünnetinden bahseden bir hadiste: “Hıtân, erkekler için sünnet, kadınlar için mekrüme (şeref verici) dir.” denmektedir. Ebu Hanife, hadisin zahirine bakarak, sünnet erkekler için mendûb, Şafii ise her ikisi için de vacip hükmünü çıkarmıştır. Her hâl’u kârda sünnet mevzûunda kadınlarla ilgili olarak da farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir kısım kimseler, bu meyânda, Maşrık kadınları ile Mağrib kadınlarının fizyolojik bakımından farklı olduklarını kâbul ederek, Maşrık kadınlarındaki yaratılıştan
gelen fazlalık sebebiyle sünnetle yükümlü olduklarına hükmetmişlerdir. Kızların sünnet edilmesi hakkında, Aliyyu’l Kâri şöyle der: “Kadının yüzünü taze kılar ve güzelliğini arttırır. Şehveti teskin eder, cimayı lezzetli ve câzip kılar, kocanın karısına karşı sevgisini arttırır.” Ebû Dâvud’un da bu konuda söylediği rivayette: “Medine’de bir kadın(ki ismi Ümmü Atiye’dir) kızları sünnet ediyordu, Peygamber ona. “Fazla derin kesme, böyle yapman hem kadın için ahzâ (en ziyâde haz ve lezzet vesilesi) hem de kocası için daha hoştur”der.” ifadesinde bulunuyorlar. Sünnet olayına o kadar ehemmiyet veriyorlar ki, onu Kelime’i Şehadet’le özleştirerek, Müslüman la kafiri birbirinden ayırma ölçüsü âlameti olduğunu, hatta hayatına mal alacaksa dahi bir kimsenin sünnet olması gerektiği şeklinde ısrar etmeleri ve sünnetin çok iyi bir şey olduğu yolunda övgüler ileri sürmelerine asıl temel neden ise. İslam Dininde bu tür ameliyelerin şiddetle yasaklanmış olmasından dolayıdır. Zira bu tür ameliye, Allah’ın yarattığını değiştirme manasındadır. Allah’ın yarattığını değiştirenler ise Kur’an’da şeytanın payı olarak nitelendirilmişlerdir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka her şeyi dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan da uzak bir sapıklığa düşmüştür. 4/116
- O (Allah’a ortak koşa)nlar, O’nu bırakıp birtakım dişilerden başkasına çağırmıyorlar ve onlar, inatçı şeytandan başkasına yalvarmıyorlar. 4/117
- (O şeytan)ki Allah ona lânet etti ve o da, “Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım.” dedi.” 4/118
- Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim: hayvanların kulaklarını yaracaklar; onlara emredeceğim: Allah’ın yaratışını değiştirecekler!” Kim Allah’ın yerine şeytanı dost tutarsa, muhakkak ki açık bir ziyâna uğramıştır. 4/119
- (Şeytan) onlara söz verir, ümit verir, fakat şeytanın onlara va’di, aldatmadan başka bir şey değildir. 4/120
- İşte onların varacağı yer cehennemdir. Aslâ cehennemden kaçmak (imkânı) bulamazlar. 4/121
Görüldüğü gibi, bu konuda şeytanın kendisine, Allah’ın yarattıklarından pay alma tanımlaması; metodu, Allah’ın yarattığını değiştirme yolunda vereceği emirlerdir. Kim şeytanın bu emrini yerine getirirse şeytana pay olmuş olur. İsterse yaptığı değişiklik hayvanların kulaklarını yarma şeklinde olsun fark etmez. Allah, yaratılışı değiştirme olayı çerçevesinde hayvanların kulaklarının yarılmasına müsaade etmiyor. Nasıl olurda sünnet veya başka bir şekilde insanlar üzerinde değişiklik yapılmasına müsaade etmiş olsun. Yaratılışı değiştirme olayı, hiçbir ihtiyaç, hastalık gibi zaruretler olmadan, yaratılış üzerine yapılacak değişiklikleri kapsar. Zira, bir koyun kesilip yenile bilir bu yaratılışı değiştirme manasında değildir. Veya bir kimsenin çürümüş dişi çekile bilir; çürümüş böbreği alına bilir, bütün bunlar zaruret veya tedavi amaçlı ameliyelerdir. Saç sakal veya tırnağı kesmekte öyledir, yaratılışı değiştirme manasında değillerdir. Zira tırnağı kesmekle, parmağı kesmek arasında belli bir fark vardır, biri ihtiyaç içerikli ve geçici, diğeri sakatlayıcı ve kalıcıdır. Bu zamanda sağlıklı genler üzerinde meydana getirilen veya getirilmesine çalışılan değişiklikler yaratılışı değiştirme olayı kapsamına giren işlemlerdir. Ayrıca, nasıl ki bir kimse tipi değişsin diye hayvanların kulaklarını yararsa veya sağlıklı dişini çeker veya törpülerse, vücudunun her hangi bir yerinden sağlıklı bir organı daha güzel olur diye keser veya vücudunun her hangi bir yerinden bu bağlamda bir parça et veya deri keserse, kısırlaştırma veya hadım yaparsa, deriyi tahrip ederek döğme yaparsa, küpe için kulak delerek kulağın yapısını değiştirmek v.s. Gibi ameliyelerde bulunursa, bütün bu tür şeyler yaratılışa müdahale etmek suretiyle, Allah’ın yarattığını değiştirmedir. Bütün bunlar, Allah’a ortak koşmayla eş anlamlıdır. Bunları yapan şeytana pay olduğu gibi, asla cehennemden ebediyen kurtuluş imkanı bulamaz. Sünnet olmak yaratılışa müdahale etmenin onu değiştirmenin tipik bir örneğidir. Zira küçük, büyük, kadın, erkek, sağlıklı bir kimseden bu şekilde parça et koparmanın başka bir izahı yoktur.
Bu itibarla sünnet konusunda uydurmuş oldukları rivayetlerin aslı yoktur.
ŞEHİT VE ŞEHİTLİK KONUSUNDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ
Şehit ve Şehitlik olayını tahkir ile şehitlik kavramını saptırmak için de bazı hadisler uydurmuşlardır. Örneğin: Onlara göre ishalden ölen şehittir veya kusan bir şehit sevabı almaktadır, iddialarında bulunmuşlardır. Tahdis ettikleri rivayetlerde şu şekilde demektedirler:
96- Cabir İbnu Atik’ten, Rasûlullah’a atfen:........................ “Bilesiniz: Tâundan ölen şehittir, boğularak ölen şehittir, yeter ki seferi taatte olsun, Zatülcenp’ten ölen şehittir. İshalden ölen şehittir, yanarak ölen şehittir, yıkık altında ölen şehittir, çocuk karnında ölen şehittir.” (K.S. 5431 C.15 S.254-255 alıntısı, Muvatta, Cenâiz 36,(1,233,234); Ebû Dâvud, Cenâiz 15,(3111); Nesâi, Cenâiz 14,(4,13,14). )
Saydıkları bu hastalık veya kazalardan ölenler şehit oluyor da, niçin diğer kaza ve hastalıklardan ölenler şehit olmuyor. Örneğin: Minareden düşen bir müezzini veya canavar saldırısıyla ölen bir kimseyi, kanserden veya yüzlerce diğer bir hastalıktan ölen bir kimseyi şehit olarak tanımıyorlar. Zira saydıkları şeyler şehitlikle, ishalden ölmeyi özdeşleştirmelerini kamufle etmek için rast gele uydurdukları şeylerdir. Maksatları, şehitlikle ishalden ölmenin aynı olduğunu vurgulamaktır, böylece kendilerince şehit olmayı küçümsemek amacındadırlar. Halbuki Şehitlik İslam dininde büyük bir mertebe olup, ancak Allah yolunda mücadele ederken katl olunan kimseler bu mertebeye erişebilmektedirler. Bunların haricinde hiç kimseye bu isim verilemez.
Bu konuyla ilgili olarak, yukarıdaki rivayetleri gibi başka tipik rivayetleri de vardır. Örneğin:
97- ............. Ümmü Haram (r.anhâ)’dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Denizde başı dönerek kendisine kusma arız olan kimse için bir şehit, boğulan kimse için de iki şehit sevabı vardır. (Ebû Dâvud, K. El_Cihâd (15). Bâb, Hadis 2493 C.9 S.466 Şamil 1989 )
Demek istiyorlar ki, Allah yolunda savaşmaya veya mücadele etmeye ve bu yolda şehit olmaya ne gerek var, bir gemiye binildiğinde deniz tutmasından kusmak bile şehit sevabı almaya yeterlidir, hele o kimse boğulmuşsa onların iddiasına göre iki şehit sevabı alıyormuş. İşin ilginç yanı, evvelki yazmış olduğum rivayetlerine benzer şekilde burada da tiksindirici olması hesabıyla, kusmuğu şehitlik olayına konu etmeleridir. Bu iftiralarıyla da yetinmediler, Mücahide ait atın, mücahitten iki misli daha değerli olduğu rivayetlerini uydurdular. Şöyle ki:
98-.......... İbn Ömer’den, demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) Mücahid ve atı için birisi kendisine ikisi de atına (olmak üzere ganimet mallarından) üç pay vermiştir. (Ebû Dâvud, K.el-Cihâd (15), Bâb 143 Hadis 2733 C.10 S.345 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Buhari, cihâd 51; Meğazi 38; Müslim, cihâd 57;Tirmizi, siyer 6,8; Muvatta, cihâd 21. )
99-... (Ebû Umre’nin) babasından rivayet etmiştir ki: Biz dört kişi, yanımızda bir(er) atla Resûlullah (s.a.)’nin yanına gelmiştik. Bizden herkese bir hisse, her bir at için de iki hisse ayırdı. (Ebû Dâvud,K.el-Cihâd (15), Bâb 143 Hadis 2734 C.10 S.347, Şamil 1990. )
Böylece ganimet dağıtımıyla kamufle ederek, bir atın iki mücahit değerinde olduğu iftirasında bulundular. İslam da atlarda ganimetten pay alır diye bir şey yoktur.
Bir de rivayet ettiler ki, Peygamberin rüyasında görmüş olduğu sığırlar Uhud şehitlerini, kolunda görmüş olduğu iki altın bilezik ise yalancı peygamberleri remz (temsil) ediyormuş, şöyle ki:
100- ................ Bize Ebû Usâme, Bureyd’den; o da dedesi Ebû Burde’den; o da Ebû Mûsâ el-Eş’ari’den zannediyorum ki, o da peygamberden tahdis etti. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Ben ru’yâda kendimi Mekke’den hurmalıkları olan bir arâziye hicret ediyorum gördüm. Düşüncem, o hurmalık arâzinin el-Yemâme yâhud da Hecer olduğuna gitti. Bir de gördüm ki, o, Câhiliyet’te Yesrib denilen Medine’dir. Ben orada birtakım sığırlar gördüm. Allah en hayırlıdır (Allah’ın onlar için yapacağı en hayırlıdır). Sonra gördüm ki, o sığırlar, Uhud günü şehit edilen mü’minlerdir................ (Buhâri, Kitâbu’t-Ta’bir 49 C.15 S.6903 Ötüken 1989 )
101- ............... Ebu Hüreyre şöyle haber verdi: Resûlullah şöyle buyurdu:
- “Ben uyurken ru’yâmda iki kolumda iki altın bilezik gördüm, bunların hâli beni kederlendirdi. Sonra ru’yamda bana bu bileziklere üflemekliğim vahye dildi. Ben de bunlara üfledim; ikisi de uçtu. Ben de bu iki bileziği benden sonra çıkacak iki yalancı peygamber ile tevil ettim. Bunlardan birisi Esved el-Ansi’dir, öbürü de Müseylime’dir.” (Buhâri, Kitâbu’l-Mağazi 370 C.9 S.4069 Ötüken 1987. )
Görüldüğü gibi, rüya tefsiri adı altında yapmış oldukları rivayetlerde. Uhud şehitlerini sığırlara, yalancı peygamberleri altın bileziklere benzetmişlerdir. Bu durum Uhud şehitlerine karşı bir saygısızlık olduğu gibi. Yalancı peygamberleri altın bileziklere benzetmekle de kimleri çok sevdiklerini ifadelendirmişlerdir. Zaten bir çok iftira ve hezeyanları peygambere mal etmeleri ve bunlar olmazsa İslam dini anlaşılamaz demeleri, kendilerince peygamberlik iddia etmelerinden başka bir şey değildir. Yaptıkları bir kısım rivayetlerle de, gazilerin veya gurbetten dönen Müslümanların geceleyin evlerine gitmemeleri gerektiği konusundadır. Şu şekilde demektedirler:
102- Enes b. Malik’ten rivayet, Resûlullah ailesi nezdi ne geceleyin gelmezdi. Onlara ya sabah yahut akşamleyin gelirdi. (Müslim 180/144 C.9 Sönmez Neşriyat A.Ş. )
103- ........... Cabir şöyle demiş; Resûlullah erkeğin gurbeti uzadığı zaman ailesinin yanına geceleyin gelmesini yasak etti. (Müslim, 183/146 C.9 Sönmez Neşriyat A.Ş. )
104- ............. Cabir şöyle demiş: Resûlullah erkeğin seferden geceleyin gelerek ailesinin yanına dalmasını onların hıyânetini anlamak istemesini yahut kusurlarını araştırmasını yasak etti. (Müslim 184/146 C.9 Sönmez Neşriyat A.Ş. )
Bu yalan rivayetleriyle Müslüman aileleri şüphe altında bırakmayı amaçlamaktadırlar. Hangi erkek vardır ki, gurbetten memleketine gelmiş olsun da, o devirde sabaha kadar evine gitmeyip çölde beklesin veya bu devirde dahi gidip bir otel de gecelesin ve evine gitmesin. O nasıl evdir ki bu derece bir erkeğin evinden korkusu olsun, deve kuşu gibi başını kuma gömsün de evine gitmesin. Kaldı ki bir karı kocadan müteşekkil aileler yok denecek kadar azdır. Çoğunlukla, İslam aileleri, ana baba, dede, nine ve çocuklardan teşekkül eder. Komşularında bir birine gözcülüğünü katarsak bir kadın kötülük yapmak taraftarı olsa dahi, istisnalar hariç, İslam toplum yapısında fırsat bulması pek mümkün değildir. Ayrıca İslam aile yapısı ideal bir yapıdır. Kitle olarak, Müslüman erkek ailesinden tedirgin olmadığı gibi, Müslüman kadınlarda kötü değildirler. Bu tür rivayetler iftiradan başka bir şey değildir.
Yapmış oldukları başka bir rivayet bu rivayetleriyle çelişkili olduğu gibi, saygısızlık içermektedir. Şöyle ki:
105-............ Resûlullah’a atfen: (Gaza dönüşü) “Ağır olun! Taki dağınık saçlı kadının taranması, kocası evde olmayanın kasıklarını tıraş edebilmesi için şehre geceleyin yâni yatsı zamanı girelim” buyurdular ve şunu ilâve ettiler:
“Medine ye vardığın zaman cimâ etmeye bak, cimâ etmeye”. (Müslim 57/410 C.7 Sönmez Neşriyat A.Ş. )
Önceki üç rivayetle bu rivayet çelişkilidir. Zira bu rivayette gece vakti evlere girilmesi gerektiğini tahdis etmişlerdir. Ayrıca peygambere ve sahabelere saygısızlık içermektedir. Nasıl olur ki savaş dönüşü büyük ihtimalle, Peygamber yanında iki kayın pederi Ebu Bekir ve Ömer ile damadı Ali varken. Orduda kiminin babası, kardeşi, amcası, dayısı, komşusu ve arkadaşı katledilip şehit edilmişken. Biraz sonra Medine’de bir çok evde savaşta katledilmiş olanlar için, dul kalan kadınlar ve yetimleri ağlaşacakken. Bir peygamber, ordusundakilere böyle sözler söylesin, gidin bol bol cinsi münasebette bulunun sözlerini sarf etsin, bu olacak şey midir? Bu tür sözler, peygamberi ve sahabeleri hafife almak için uydurulmuş hayasızca sözlerdir.
Peygambere saygısızlık için uydurdukları başka bir rivayette şöyle demişlerdir:
106-..... Hukeyme bint Umeyme annesi Umeyme bint Rukayka’nın şöyle dediği rivâyet etmiştir:
“Nebi (s.a.)’in sedirinin altında hurma ağacından yapılmış bir kap vardı. Geceleyin ona küçük abdest bozardı.” (Ebû Dâvud, K.Tahâre (1), Bâb 13-14 H.24 C.1 S.52 Şamil 1987, diğer rivayet eden, Nesai, tahâre 6, )
Daha önce yazmış olduğum rivayetlerde görüldüğü gibi. Peygamber eşlerinin abdest bozmak için, geceleyin Medine dışına gittiklerini tahdis etmişlerdi. İşlerine geldiği zaman peygamber sedirinin altına oturağı koyu verdiler. Bu kadar bol ve çeşitli yalan uydurmak için epey emek vermiş olmalılar, utanma denen olayla da bir ilgileri olmadığı kesin. Bunların yazdıklarına bakan kimse, o devirde Arap evlerinde tuvalet olmadığı zannına kapılabilir, halbuki, Kur’an’da belirtilen abdest bozulmasının şartlarından bir tanesi tuvaletten gelmiş olma olayıdır, bundan da kolayca anlaşılır ki o devirde Arap evlerinde tuvalet mevcut idi. (Bak, 4 Nisâ 43, 5 Maide 6
Bir başka rivayette şöyle dediler:
107- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “ Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm namaz için evinden çıkıp (namaz mahalline gelerek ) tekbir getirdi, sonra ashaba (bekleyin diye) işaret buyurdu. Hemen gidip gusletti geldi. Saçlarından su damlıyordu. Onlara namaz kıldırdı. Namazdan çıkınca:
“Yanınıza cünüp olarak gelmiştim. Namaza duruncaya kadar da durumu hatırlayamadım. (Tam kılacağım anda hatırladım)” buyurdular.” (K.S. 6349 C.17 S.69 Akçağ 1993 alıntısı, İbnu Mace 1220, )
Değil bir peygamber, bir cami imamı dahi böyle bir olay yapsa ne kadar zor durumda kalacağı açıktır. Öyle ki cemaati namaz için saf tutmuş kendiside namaz için tekbir almışken, dolayısıyla hem kendisi hem de cemaat tekbir almakla namaza başlamışken, namazı iptal edip cemaate dönerek hele bekleyin cenabetimden yıkanıp geleyim demesi halkın alay konusu olması demektir. Bu rivayeti uydurmalarından amaçta budur.
Musa peygamber hakkında yapmış oldukları saygısızca bir rivayette şöyle demişlerdir:
108- .......... Bize Abdurrezzâk, Ma’merden; o da hemmâm ibn Münebbihten; o da Ebû Hureyre’den tahdis etti. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “İsrail oğulları çıplak olarak, birbirlerine baka baka yıkanırlardı. Mûsâ ise yalnızca yıkanırdı. İsrâil oğulları: Allah’a yemin olsun, Mûsâ’yı bizimle birlikte yıkanmaktan menşeden, ancak O’nun kasığının çıkık olmasıdır, derlerdi. Mûsâ bir defa yıkanmağa gitti, elbisesini de bir taşın üstüne koydu. Akabinde taş elbisesini alıp kaçtı. Mûsâ: Ey taş elbisemi, ey taş elbisemi! diyerek taşın arkasından koştu. Nihâyet İsrâil oğulları onu (çırılçıplak) gördüler de: Vallâhi Mûsâ’da hiçbir kusur yokmuş, dediler. Ve Mûsâ elbisesini aldı da taşı dövmeğe başladı.”
Ebû Hureyre: Vallâhi o taşta muhakkak altı yâhut yedi dövme izi kalmıştır, dedi... (Buhâri, Kitâbu’l-Gusl 30 C.1 S.386 Ötüken 1987 )
Kavmi, kasığı çıkık dedi diye taş neden Musa Peygamberin elbisesini kaçırsın ki? Böyle bir olay ancak Allah’ın emriyle olabilecek bir mucizedir, böylece Allah peygamberini çırılçıplak kavminin önünde teşhir etsin? İslam dinine göre olacak bir olay değildir. Kaldı ki çırılçıplak beraber yıkanıyorlar dedikleri kimselerde öyle anlaşılıyor ki Müslüman Yahudiler idi, bu İslamdaki tesettür olayına aykırıdır. Maksatları, bir rivayet uydurup Musa peygamberin kavmi önünde çırılçıplak gezindiğini iddia etmektir. Birde kendilerince komiklik yapıyorlar, güya Ebu Hüreyre Allah’ın adını anarak yeminle demiş ki, o taşta muhakkak altı yedi tane dövme izi varmış.
Başka bir rivayette şöyle demişlerdir:
109- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“ Eğer Beni İsrail olmasaydı, et kokuşmazdı. Eğer Havva olmasaydı kadınlar kocalarına hiçbir zaman ihânet etmezdi.” (K.S. 5003 C.14 S.260 Akçağ 1992 alıntıları, Buhari, Enbiya 1,25; Müslim, Radâ’63,(1470) )
Beni İsrail ve Etin kokması öylesine söylenmiş asılsız bir sözdür. Asıl söylemek istedikleri, Havva’nın kadın ihanetinin sebebi olduğu yolundaki iftiradır. Bu sözlerine gerekçe olarak iddia ettiklerine göre, güya Adem’in yasak ağacın meyvesinden yemesini Havva anamız teşvik etmiş. hal bu ki, Adem babamızın yasak ağacın meyvesinden yemesini teşvik eden ve her ikisini kandırıp yasak ağacın meyvesinden yemelerine sebep olan, Havva anamız olmayıp şeytanın kendisidir. Böylece Havva anamızı şeytan yerine koymuş oluyorlar, dolayısıyla kadınları da böyle görüyorlar, unutmasınlar ki onları doğuranda bir kadındır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
-Andolsun biz, daha önce de, Adem’e ahit (emir ve vahiy) vermiştik. Ne var ki o, (ahdi) unuttu. Onda azim de bulmadık. 20/115
- Bir zaman biz meleklere: Adem’e secde edin! Demiştik. Onlar hemen secde ettiler; yalnız İblis hariç. O, diretti. 20/116
- Bunun üzerine: Ey Adem! Dedik, bu, hem senin için hem de eşin için büyük bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra yorulur, sıkıntı çekersin! 20/117
- Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak. 20/118
- Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın. 20/119
- Şeytan ona vesvese verdi ve “Ey Adem! Seni ebedilik ağacına ve son bulmayacak bir devlete delâlet edeyim mi? dedi. 20/120
- Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeğe çalıştılar. (Bu suretle) Adem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı. 20/121
- Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tövbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti. 20/122
(Ayrıca bak. 2 Bakara 34-35-36-37. Ayetler. )
Görüldüğü gibi, uydurmuş oldukları rivayet, Kur’an’a uymamaktadır.
Ayrıca, İnsanlarla yetinmediler Cinlere dahi saldırıda bulunmayı ihmal etmediler. Öyle ki, Cinlerin içinde Müslüman olanları da vardır. Şöyle rivayet ettiler:
110-............. Bana dedem Said ibn Amr, Ebu Hüreyre (R)’den haber verdi: Ebû Hureyre Peygamber’in berâberinde abdest alması ve istincâ’ suyu için küçük bir kırba taşırdı. Bir keresinde Peygamber hâcetini yerine getirmek için çıktığında Ebu Hüreyre arkası sıra kırba ile O’nu takip ederken, Peygamber:
- “Kimdir o?” diye sordu.
Ebû Hureyre:
- Ben Ebû Hureyre! diye cevâp verdi.
Peygamber:
- “Benim için istincâ edeceğim birkaç taş ara, sakın bana kemik ve hayvan gübresi getirme” buyurdu. Ebû Hureyre dedi ki: Ben elbisemin kenârında birkaç taş naklederek kendisine getirdim ve onları yanı başına koydum. Sonra yanından ayrıldım. Nihâyet hâcetini bitirdikten sonra Peygamber’in berâberinde yürüdüm. Yolda kendisine:
- Kemik ve hayvan gübresi ile temizlenmekte ne var ki? diye sordum.
Peygamber:
- “Bu ikisi cinlerin taâmındandır. Şu muhakkak ki, bana Nasibin cinlerinin bir hey’eti geldi. Bunlar ne hoş cinlerdir! Benden azık istediler. Ben de onlar için Allah’a: Cinlerin uğrayacakları her kemik ve tezek makûlesi üzerinde kendileri için muhakkak bir taâm bulmalarına duâ ettim” buyurdu. (Buhâri, Kitâbi’l-Ensâr 80, C.8 S.3610 Ötüken 1987 )
Cinler, yapıları bizden değişik fakat bizim gibi imtihan edilerek, Cennet ve Cehennemle muhatap olan kimselerdir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Bir zamanlar, cinlerden bir grubu, Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Ona geldiklerinde (bir birlerine): “Susun, (dinleyin)” dediler. (Okuma) bitirilince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler: 46/29
- “Ey kavmimiz, dediler, biz Mûsâ’dan sonra indirilen, kendisinden öncekini doğrulayan, Hakka ve doğru yola götüren bir Kitap dinledik.” 46/30
- “Ey kavmimiz, Allah’ın davetçisine uyun, O’na inanın ki (Allah) günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acı azaptan korusun.” 46/31
Görüldüğü gibi, Cinlerden mümin ve takvalı kimseler vardır ve onlar tezek veya çöpten kemik yemeye layık kimseler değildirler. Buna rağmen güya, Müslüman cinlerden bir heyet gelerek peygamberden azık istemişler, peygamberde onların yerlerden toplanmış kemik ile tezek yemeleri için dua ediyormuş. Çok ilginçtir, Cinler tezeğe razı olduysalar, acaba ondan önce ne yiyorlardı? Biz Müslüman Cinleri böyle bir iftiradan tenzih ederiz. Onlar temiz ve güzel rızıklara layıktırlar. Kaldı ki yanında su kırbası varken, peygamber neden suyla taharetlenmedi, bundan da iftira ettikleri bellidir.
Yapmış oldukları diğer bazı rivayetlerle, Peygamber ve Ebû Bekir’in hicret etmek için iki kişi olarak Mekke’den çıktıklarını rivayet ettiler. Buna rağmen şöyle rivayetlerde bulundular
Bu itibarla, Ehl-i Beyt konusunda tahdis etmiş oldukları rivayetler Kur’an’a aykırı olup, uydurmadırlar.
172- ....Ebû Hureyre’den rivayet: Cibril, Peygambere gelerek.
-Ya Resûlullah! İşte Hadice sana yönelmiştir.Beraberinde bir kap vardır ki, içinde katık yahut yiyecek veya içecek vardır.Sana geldiği vakit ona Rabbi’nden ve benden selâm söyle! Hem kendisini Cennette kamıştan bir evle müjdele! O evde ne gürültü olacak ne de meşakkat! dedi. (Müslim 71/287 Cilt 10 Sönmez Neşriyat A.Ş.)
Peygamberin eşi Hadice’ye Cennetten, beğene beğene kamıştan bir evi layık gördüler.Akılları sıra alay etmek istedikleri bellidir.
173-...Câbir b. Abdillah’dan, demiştir ki:”Peygamber Sallallâhu aleyhi vesellem abdest bozmak istediği zaman kendisini hiçbir kimse göremeyecek kadar (gözlerden uzaklaşıp)giderdi.(Ebu Dâvud, K.Tahâre (1), Bâb2 s.12 c.1 Şamil 1987, diğer rivayet edenler. İbni Mace tahare 22)
174-... Hz. Âişe’den rivâyet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Resulullah (s.a.) küçük abdest bozdu. Arkasında su kabı ile ayakta bekleyen Hz. Ömer (suyu uzatınca),
- Bu nedir yâ Ömer? buyurdu.
- Temizleneceğiniz sudur, dedi.
Nebi (s.a.) de cevaben,
- “Ben her bevledişimde su ile temizlenmekle emrolunmadım. Eğer böyle yapsaydım (ümmetime her abdest bozmadan sonra) su ile taharetlenmek sünnet olurdu.” buyurdu. (Ebu Davud K.Tahâre (1) Bâb 22 C.1 S.81 Şamil 1987, diğer rivayet eden, İbn Mâce, tahâre 20 )
İslam Dininde temizlik için esas olan suyla temizliktir. Abdest ve Gûsül için Teyemmüm, suyun bulunmaması halinde ruhsat olarak verilmiştir, suyun mevcut ve kullanılabilir olması halinde, İslam Dinine göre hiç kimse başka bir şeyle temizlik yapamaz. Teyemmümden esinlenerek, zaruret olması halinde başka bir temizlik vasıtasıyla temizlik yapılması. Ancak başka bir çare olmaması halinde mümkün olabilir, bundan dolayı İslam Dininde taharet taşı diye bir şey yoktur. Ancak zaruret varsa mümkündür, zira, Allah hiçbir nefse yüklenemeyeceği bir yük yüklememiştir. Kur’an’dan mealen:
- Biz, hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz. Katımızda hakkı söyleyen bir kitap vardır. Onlara aslâ haksızlık yapılmaz. 23/62
Ayrıca her iki rivayet bir biriyle çelişkilidir. Birincisinde Peygamberin, kimsenin göremeyeceği şekilde uzaklaştığını rivayet ettiler. Diğer rivayette ise Ömer’in ve Aişe’nin huzurunda bevlettiğini rivayet etmeleri bir çelişki ve saygısızlıktır.
175-....... Muhammed b. El-Kâsım’ın azatlı kölesi Yunus b. Ubeyd dedi ki; Muhammed b. El-Kasım Resûlullah (s.a.) bayrağının nasıl olduğunu sormak üzere beni el-Bera b. Âzib’e gönderdi. (el-Bera b. Âzib de), “Bayrak Nemire kumaşından, siyah renkli ve kare şeklinde idi.” diye cevap verdi. (Ebû Dâvud, K. El-Cihâd (15), Bâb 69 C.10 H.2591 S.93 Şamil, ayrıca, Tirmizi Cihad 10. )
176-............ Cabir (r.a.)’den merfu’ olarak rivâyet olunduğuna göre Peygamber (s.a.) Mekke’ye girdiğinde sancağı beyazdı. (Ebû Dâvud, K. El-Cihâd (15), Bâb 69 C.10 H.2592 Şamil 1990, ayrıca Tirmizi, cihad 9,10; Nesâi, menâsik 106; İbn Mâce cihâd 20. )
177- .... Simak’ın haber verdiğine göre, kavminden bir kimse, “Ben peygamber (s.a.)’in bayrağını sarı renkli olarak gördüm” demiştir. (Ebû Dâvud, K. El-Cihâd (15), Bâb 69 C.10 H.2593 S.96 Şamil 1990. )
Bu kimseler gözün açıkça gördüğü bayrak gibi şeyler konusunda bile bu şekilde çelişkili rivayetlerde bulunabiliyorlarsa bu öbür rivayetlerinin durumu hakkında da dikkat çekici bir husustur.
178-. .... İbn Ömer (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre; Peygamber (s.a.) ihrâma girerken başı(nın saçları)nı bal ile toplamıştır. (Ebû Dâvud, K. El-Menâsik (11), Bâb 12 C.6 H.1748 Şamil 1988. )
Görünürde güya peygamberi övüyorlar, hal bu ki saçlara bal sürüp açık havaya çıkmak, hele sıcak iklimlerde, hiçte akıllıca bir iş değildir. Bu şekilde saçına bal sürenin saçları toz toprak dolduğu gibi, ne kadar sinek ve sinek türü böcek varsa onlara davetiye çıkarmış olur. Peygamber böyle aptalca bir hareket yapmaktan uzaktır. Bu rivayet sadece onu uydurmuş olanın aptallığını temsil eder.
179-. ... Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve Sellem:
“Birisi bana selâm verdiği zaman ona karşılık vermem için Allah ruhumu bana iâde eder.” buyurmuştur. (Ebû Dâvud, K. El-Menâsik (11), C.8 S.39 H.2041 şamil 1989. )
Daha önce Kur’an’dan örnek vererek, ölen bir kimsenin, ameliyle ilgili olmadan, Dünyadan, kıyamete kadar artık hiç bir şey duyamayacağını belirtmiştim. Kaldı ki, günde milyarlarca defa peygambere selam edildiği bir zamanda, bu durum peygamberin, ruhunun hiç bedeninden ayrılmadığı manasına gelmektedir. Eğer ki öyle bir durum olmuş olsaydı, Müslümanlar gidip onu mezara koymazlardı. Ona sürekli selâm etmek suretiyle canlı kalmasını sağlar ve aralarında tutma yoluna giderlerdi. Fakat gerçekler bu rivayetin aksi yönündedir, dolayısıyla bu da uydurma bir rivayettir.
180-.... Bize İbrahim ibn Mûsâ tahdis etti. Bize İsâ ibn Yûnus, Hişâm’dan; o da babası Urve’den haber verdi ki, Âise (R) şöyle demiştir: Benû Zureyk Yahûdilerinden Lebid ibnu’l-A’sam denilen bir adam Rasûlullah’a sihir yaptı. Hattâ bâzı işi işlemediği hâlde kendisine onu yaptığı hayâli gelirdi. Nihâyet günün birinde yâhud gecenin birinde benim yanımda iken kendisi duâ etti, yine duâ etti. Sonra şöyle dedi:
- “Yâ Âişe! Kendisinden fetva istediğim şey hakkında Allah’ın bana fetvâ verdiğini bildin mi? Bana iki adam geldi (Cibril ve Mikâil) Bunlardan biri baş ucumda, diğeri de ayak ucumda oturdu. Akabinde bunlardan biri arkadaşına:
- Bu zâtın hastalığı nedir? diye sordu.
O da:
- Sihirlenmiştir, diye cevap verdi.
Öteki:
- Buna kim sihir yapmıştır? dedi.
Öbür melek:
- Lebid ibnu’l-A’sam, diye cevâp verdi.
Sonra:
- Bu sihir hangi şeyde yapılmıştır? diye sordu.
O da:
- Bir tarak, saç sakal tarantısı ve erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı ile, diye cevâb verdi.
- Nerede yapılmış? suâline de:
- Zervân Kuyusu’nda -Bir rivayette: Zû Ervân Kuyusu’nda- diye cevâb verdi”.
(Âise dedi ki:) Sonra Resûlullah (S) sahâbilerden birtakım insanlarla berâber çıkıp bu kuyuya gitti. Oradan dönüp gelince bana:
- “Yâ Âise! O kuyunun suyu kına suyu gibi kırmızımtırak yâhud etrafındaki hurma ağacının uçları şeytanların başları gibidir” buyurdu.
Ben kendisine:
- Yâ Rasûlullah! Sen o sihri oradan çıkarmadın mı? diye sordum.
Rasûlullah:
- “(Hayır çıkarmadım.) Çünkü Allah bana şifâ ve âfiyet vermiştir. Ben o sihri çıkarmakla, halk arasında sihir şerrini yaygınlaştırmamı istemedim” buyurdu.
Âise: Rasûlullah o kuyunun kapatılmasını emretti de kuyu gömüldü, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’t-Tıbb 77 C.12 S.5784-5785 Ötüken 1988, ayrıca Müslim, Selâm 43,(2198) )
181- Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a sihir yapıldı. Bu yüzden günlerce hasta düştü. Sonunda Cebrail aleyhisselâm gelerek:
“Seni Yahudilerden bir adam sihirledi. Yaptığı sihir düğümünü falanca kuyuya attı” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Ali (radıyallahu anh)’yi (bu maksatla oraya) gönderdi. Ali (radıyallahu anh) düğümü oradan çıkarıp çözdü. (Sihir çözülünce) Aleyhissalâtu vesselâm, bağdan kurtulmuş gibi kendine geldi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu, o yâhudiye zikretmedi ve onun yüzünü de hiç görmedi.” (K.S. 2240 C.8 S.100 Akçağ 1989, alıntısı Nesâi, Tahrim 20, (7,112-113). )
182-. ... Âise (R) şöyle demiştir: Rasûlullah’a sihir yapılmıştı. Hattâ kendisi kadınlarına (cinsi münâsebet için) yanaşmamış hâldeyken, onlara yanaşır olduğunu düşünür, zannederdi.
Râvi Sufyân: İşte böyle olduğu zaman bu, sihirden olabilecek rahatsızlığın en şiddetlisidir, demiştir. ............. (Buhâri, Kitabu’l-Tıbb 79 C.12 S.5788 Ötüken 1988. )
Rivayetlerin çelişkili oldukları açıktır, bir rivayette büyü kuyudan çıkarılmadı kuyuya gömüldü derken, diğer rivayette çıkarılıp çözüldü demeleri bil çelişkidir.
Görüldüğü gibi, peygamberin sihirlenmiş olduğunu ısrarla tahdis ettiler ve bu iddialarını daha başka rivayetlerle de tekrarladılar, hem de peygamberin en şiddetli sihirle sihirlenmiş olduğunu iddia ederek. Bu öyle bir iddiadır ki, kesinlikle, Allah ve Peygamber düşmanlarını belirleyen en açık kıstaslardan (ölçütlerden) biridir. Tarih boyunca, İslam dinine karşı delil getiremeyen, müşrik ve kafirler, dini tebliğ eden peygamberlere karşı, onlar sihirlenmiş kimselerdir; delidirler v.s. Deme iftirasına sarılmaktan başka, sözle saldırı için kendilerince geçerli başkaca bir çare bulamamışlardır ve bu gibi şeyleri defalarca tekrarlamışlardır. Şimdi bu gibi kimselerin durumu hakkında Kur’an’dan örnek verecek olursam. Mealen:
- Kur’an okunduğu zaman seninle âhrete inanmayanların arasına kapalı bir perde çekeriz. 17/45
- Ayrıca, onu anlamamaları için kalplerine bir kapalılık ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Sen, Kur’an’da Rabbinin birliğini yâd ettiğinde (tek İlâh inancından hoşlanmadıkları için) arkalarını dönüp kaçarlar. 17/46
- Biz onların, seni dinlerken ne sebeple dinlediklerini, kendi aralarında gizli konuşurken de o zâlimlerin: “Siz sihirlenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz! dediklerini gayet iyi biliyoruz. 17/47
- İşte bak; senin için nasıl misâller verdiler! (Onun için öyle) saptılar ki. Artık bir daha yol bulamazlar. 17/48
- Onlar (bir de) şöyle dediler: “Bu peygambere ne oluyor ki yemek yiyiyor, çarşılarda geziyor? Ona kendisiyle berâber uyarıcı bir melek indirilmeli değil mi?” 25/7
- “Yahut kendisine (gökten) bir hazine atılmalı, yâhut kendisinin bir bahçesi olmalı da ondan (hiç zahmet ve meşakkat çekmeden) yemeli değil mi?” Ve zâlimler: “siz başka değil, sâdece sihirlenmiş bir adama uyuyorsunuz” dediler. 25/8
- Bak, senin için nasıl misâller verdiler de saptılar. Artık bir daha yolu bulamazlar. 25/8
Görüldüğü gibi, Peygamberin sihirlenmiş olduğu iftirasını ancak zalimler ve doğru yolu bulamayanlar yapmışlardır. Bunlar öyle kimselerdir ki, peygamberlik olayını yanlış değerlendirdikleri gibi, Kur’an’ı anlamaktan kesinlikle uzaktırlar, böylece doğru yolu bulamazlar. Bir kimse çıkıp ta, kul sözü, Allah sözünü iptal eder diyebiliyorsa, böyle bir kimsenin durumu ibretle düşünülecek bir durumdur. Böyle kimseler, İslam dini açısından mahvolmuş kişilerin ta kendileridir. Sihirlenmiş iftirasını, Firavun da Mûsa peygambere yapmıştı. Kur’an’dan mealen:
- Andolsun, biz Mûsa’ya açık açık dokuz âyet (mucize) vermiştik. İşte İsrail oğullarına sor: O (Mûsa) onlara gelmiş, Fir’avn ona: “Ey Mûsa, ben seni sihirlenmiş sanıyorum” demişti. 17/101
- (Mûsa) dedi ki: “(Ey Fir’avn) bunları, ancak göklerin ve yerin Rabb’inin, benim doğruluğumu gösteren) deliller olarak insanlara indirdiğini pekâlâ bildin. Ben de sanıyorum ki, ey Fir’avn, sen mahvolmuşsun.” 17/102
Görüldüğü gibi, peygamberlere sihirlenmiş iftirasında bulunmanın karşılığı mahvolmaktır. Böyle kimseler hidayete yol bulamazlar.
183- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a siyah bir bürde (hırka) yaptım, bunu giydi. İçinde terlediği zaman ondan yün kokusu hissetti. Bunun üzerine o hırkayı çıkarıp attı. Aleyhissalâtu vesselâm güzel kokudan hoşlanırdı.” (K.S. 5296 C.15 S.87 Akçağ 1992 alıntısı, Ebû Dâvud, Libâs 22 (4074). )
184- ibnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Hz. Mûsa aleyhisselâmın Rabbi Teâlâ hazretleriyle konuştuğu gün, üzerinde yünden bir şalvar, yünden bir cübbe, yünden bir kisâ, yünden küçük bir serpuş (takke) vardı. Ayağında da ölü eşek derisinden mamul bir ayakkabı vardı.” (K.S. 5299 C.15 S.89 Akçağ 1992 alıntısı, Tirmizi, Libâs 10, (1734). )
Kendilerince yünlü elbise pis kokuludur ve Mûsa peygamber, pis kokulu elbise içinde Allah’la konuşmuştur demeleri saldırı amaçlı bir iftiradır. Kaldı ki yünlü elbiselerde pis koku söz konusu değildir. Hangimiz yünlü elbise giymişte pis kokusundan dolayı çıkarıp atmıştır. Tam tersi, yüksek kalitesinden dolayı yünlü elbiseler diğer elbiselerin çoğundan daha pahalıdırlar. Onun için bu rivayet kasıtlı uydurulmuş olup aslı yoktur.
185- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, sıhhati yerinde iken şöyle diyordu: “Hiçbir peygamber, cennetteki makamını görmeden kabzolunmaz. Bundan sonra hayatı devam ettirilir veya öbür dünyaya gitme hususunda muhayyer bırakılır.” ............. (K.S. 5405 C.15 S.222-223 Akçağ 1992 alıntıları, Buhari, Megazi 83,84, Tefsir, Nisa 13, Marda 19, Da’avât 29, Rikâk 41; Müslim, Fezâil 87, (2444); Tirmizi, Da’avât 77, (3490); Muvatta, Cenâiz 46, (1,238,239). )
İddia ettiklerine göre, Peygamberler ecelleri geldiğinde, ölüp ölmemekte serbesttirler. İsterlerse yaşamaya devam ederler. Bu rivayet Kur’an’a aykırıdır, mealen:
- Allah, eceli geldiği zaman hiçbir nefsi ertelemez, Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. 63/11
Görüldüğü gibi, rivayet Kur’an’la çelişmekte olup, aslı yoktur. Diğer bir hususta, mademki peygamberler iddia ettiklerine göre ölüp ölmemekte serbesttirler, niçin Mûsa peygamberin ölüm meleğinin gözünü çıkardığını rivayet ettiler. Şöyle ki:
186- .............. Ebû Hûreyre (R) şöyle demiştir: Ölüm meleği Mûsâ Peygamber’e gönderildi. Melek Mûsâ’ya gelince, Mûsâ, meleğe bir tokat vurdu. Melek Rabb’ına döndü ve:
- Sen beni ölmek istemeyen bir kula gönderdin, dedi.
Allah, meleğe gözünü iâde etti ve tekrar Mûsâ’ya dön (dedi)..........
(Buhâri, Kitâbu’l-Cenâiz 95 C.3 S.1261 Ötüken 1987. )
Mûsa peygamber madem ki ölüp, ölmemekte serbestti, niçin ruhunu almaya gelen ölüm meleğinin gözünü çıkarsın? Biz Mûsa Peygamberi ve Ölüm meleğini böyle bir olaydan tenzih ederiz, böyle bir olay olmamıştır. Ölüm meleğinin gözünü çıkarmak, bu rivayeti uyduranların içinde ki bir hasrettir, buna da asla güçleri yetmez.
Kur’an öğretisinden insanları uzaklaştırmak için, İsa peygamber gelecek, Mehdi gelecek gibi rivayetlerle, gerek fertleri, gerekse kitleleri, Kur’an öğretisine karşı pasif duruma getirdiler. Böylece insanlar ellerinde Kur’an, Mehdi veya İsa Peygamber beklentisi içine girdiler. Ellerinde Kur’an bulunması onlar için yeterli olmadı, sanki Mehdi veya İsa Peygamber gelecek olsa dahi, Kur’an dışında bir öğretide bulunacak veya ondan daha üstün bir söz söyleyecekte insanlar hidayet bulacak. Reçetesi elinde olmasına rağmen, mevcut olmayan doktoru arayan şaşkın hastalara benziyorlar. İddia ettiklerine göre, kıyamete yakın bir zamanda, 40 gün veya 40 yıl kala, dünya kötülüklerle dolmuşken, kimine göre İsa Peygamber, kimine göre de Mehdi gelecek ve onun gelmesiyle insanlar hidayet bulacaktır. Şimdi bu konudaki rivayetlerinden örnekler verecek olursak:
187-............. Ez-Zuhri tahdis edip şöyle dedi: Bana Said ibnu’l-Müseyyeb haber verip şöyle dedi: Ebû Hureyre (R) Rasûlullah (S)’ten şöyle buyurduğunu işitti: “Meryem oğlu İsâ sizin içinize, hükmünde âdil bir hâkim olarak inmedikçe, sâlibi kırmadıkça, domuzu öldürmedikçe, cizye vergisini kaldırmadıkça ve mal hiçbir kimse kâbul etmeyecek derecede dolup taşıncaya kadar kıyâmet kopmaz”. (Buhari, kitâbu’l-Mezâlim ve’l-Gasp 37 C.5 S.2294 Ötüken 1987 ).
188- Said ibnu’l, Müseyyeb, Ebû Hureyre (R)’den şöyle dediğini işitmiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, muhakkak ileride Meryem oğlu İsâ sizin içinize adâletli bir hakem olarak inecektir. O zamân o, salibi kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak, mal o kadar çoğalacak ki, hiçbir kimse mal kabûl etmeyecek. Nihâyet bir tek secde dünyâ ve dünyâdaki her şeyden daha hayırlı olacaktır”. Bunun ardından Ebû Hureyre (R) şöyle derdi: İster şu âyeti okuyunuz: “Ehli kitâbdan hiçbiri hâriç olmamak üzere, ölümünden evvel, and olsun ona (İsâ’ya) mutlaka imân edecek, o da kıyâmet günü kendileri aleyhine bir şâhit olacaktır.” (en-Nisâ 159) (Buhari, Kitâbu’l-Enbiyâ 118 C.7 S.3263 Ötüken 1987 ).
189- Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Mehdi benim zürriyetimden, kızım Fâtıma’nın evlatlarındandır.” (K.S. 5007 C.14 S.276 Akçağ 1992 alıntısı, Ebû Dâvud, Mehdi 1,(4290). )
190- İbnu Mes’ûd radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Dünyanın tek günlük ömrü bile kalmış olsa Allah, o günü uzatıp, benden bir kimseyi o günde gönderecek.” İbnu Mes’ûd: “Resûlullah yahut da şöyle buyurmuştu der: “...Ehl-i beytimden birini, ki bu zatın ismi benim ismime uyar, babasının ismi de babamın ismine uyar. Bu zat, yeryüzünü, -eskiden cevr ve zulümle dolu olmasının aksine- adalet ve hakkâniyetle doldurur.” (K.S. 5006 C.14 S.275 Akçağ 1992 alıntısı, Ebû Dâvud, Mehdi 1,(4282); Tirmizi, Fiten 52, (2231,2232). )
191- Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:.........Mehdi, Hz. İsa’dan başkası değildir.” (K.S. 4039 C.17 S.547 Akçağ 1993 alıntısı, ibn-i Mace 7219 )
İsâ peygamber bir şahıstır, Mehdinin de var olduğunu farz edersek, o da ancak bir şahıs hüviyetindedir. İkisinin ayrı şahıslar veya aynı şahıs olmaları bu gerçeği değiştirmez. Yani, hangi şekilde rivayet uydurulursa uydurulsun onların insan oldukları gerçeğini değiştirmek mümkün değildir, zira dayandırıldıkları köken rivayetler de yapılan iddia insana dayandırılmıştır. Şimdi hal böyle olunca tekrar dünyaya gelmeleri veya dünyada olup ta insanlarla irtibatlı olacak şekilde açığa çıkmaları ancak kendi ömür süreleriyle sınırlı olacaktır. Yani her ölümlü gibi, bir yaşam süresi sürdürüp öleceklerdir. Peygamberimizin vefatından sonra birçok nesiller, Mehdi veyâ İsâ peygamberle irtibat kurmadan ölüp dünyadan ayrıldılar. Mehdi veya İsâ peygamberin geleceğini farz edersek, yaşamlarını sürüp öldüklerinde, onlardan sonrada birçok nesillerin onlarla irtibat kurmadan yaşam sürmeyeceğini, İslam'a dayalı olarak hiçbir kul iddia edemez, zira bizim inancımıza göre Allah’tan başka hiç kimse kıyametin saatini bilemez. Mehdi veya İsâ peygamberle irtibat kurmadan yaşam süren nesiller açısından İsâ peygamber veya Mehdinin gelip gelmemesinin, bir manası olmadığı gibi, İsâ peygamber veya Mehdinin gelip gelmemesinin, Kur’an mevcut olduğundan İslami yaşam açısından da bir manası yoktur. Onun içindir ki tüm nesillerin yollarını bulabilmek için Kur’an’a yapışmaktan ve onu anlayıp önder kabul etmekten başka çareleri yoktur. Kim Kur’an’ı ardına atıp, başka bir kurtarıcı ararsa veya böyle bir kurtarıcı beklentisi içerisine girerse asla yolunu bulamaz. Onun içindir ki, ne Mehdi diye bir kimse vardır, nede İsâ Peygamber tekrar dünyaya gelecektir. Böyle bir beklenti boş hayalden başka bir şey değildir.
Kendilerine İsâ peygamberin tekrar dünyaya geleceğiyle ilgili olarak Nisâ 159’u delil göstermektedirler, şöyle ki, mealen:
- Andolsun, Kitâb ehlinden hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce ona inanacak olmasın. Kıyâmet günü de O, (İsâ) onların aleyhine şâhit olacaktır. 4/159
Mealini yazmış olduğum Nisa 159 cu âyetini İsâ Peygamberin tekrar dünyaya geleceği şeklinde anlamak mümkün değildir. Zira Âyet mealinden de kolayca anlaşılacağı üzere, tüm kitap ehlinin, yani hem Hıristiyanların, hem de Yahudilerin ölmeden önce Ona yani İsâ Peygambere İman edecekleri belirtilmiştir. Bu olay İsâ Peygamberin tekrar dünyaya gelmesiyle ilgili ise, onunla beraber yaşam sürmeden bu güne kadar ölüp giden Ehli Kitaptan kimselerin durumu nasıl izah edilebilir. Ehli Kitaptan nesillerdir birçok kimse yaşadı ve öldü, halen İsâ peygamber dünyaya gelmiş değildir. Halbuki âyette genelleme yapılmıştır, hepsi kesinlikle inanacak ifadesi kullanılmıştır. Onun için Ehli Kitaptan kimselerin, İsâ peygambere iman etmelerinin, İsâ peygamberin tekrar dünyaya gelmesiyle bir ilgisi yoktur. Diğer bir hususta iman etmelerine rağmen onların aleyhine şahitlik yapacak olmasının âyette belirtilmiş olması hususudur. Yani tamamı iman edecek buna rağmen İsâ peygamber onların aleyhine şahitlik edecektir. Eğer rivayetlerde iddia ettikleri gibi, İsâ peygamber tekrar dünyaya gelip te Ehli Kitabın tamamı ona iman edecekse, o zaman bu demektir ki yalnız gelmeyecek, ölmüş olan tüm ehli kitabı da beraberinde getirecektir, hepsi birlikte içtima edip ona iman edecekse ve dünya adaletle dolacaksa böylesine iyi insanların aleyhine nasıl şahitlik yapmak mümkün olur. Bundan dolayı durum rivayet ettikleri ve anlattıkları şekilde değildir. Ehli Kitaptan kimselerin bu şekilde iman etmeleri, ölüm geldiğinde, İman edilip te geçerli olmayan imandır. Şimdi bu şekilde iman etmeyle ilgili olarak Kur’an’dan örnek verecek olursak, mealen:
- İsrâil oğullarını denizden geçirdik, Fir’avn ve askerleri de zulmetmek ve saldırmak için onların arkalarına düştü. Nihâyet boğulma kendisini yakalayınca (Fir’avn): “Gerçekten İsrâil oğullarının inandığından başka İlâh olmadığına inandım, ben de
Müslümanlardanım!” dedi. 10/90
- “Şimdi mi? Oysa daha önce isyân etmiş, bozgunculardan olmuştun.” (denildi) 10/91
- “Bugün senin (canından ayırdığımız) bedenini, (denizin dibinden) kurtarıp (sahilde) bir tepeye atacağız ki senden sonra gelenlere ibret olsun, Ama insanların çoğu âyetlerimizden gafildir.” 10/92
Görüldüğü gibi, son anda iman etmek veya tevbe etmek, Kur’an açısından geçersizdir.
Kur’an’dan mealen:
- (İnanmak için) ille meleklerin gelmesini, yahut Rabb’inin gelmesini ya da Rabb’ini bâzı âyetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Ama Rabb’inin bâzı âyetleri geldiği gün, daha önce inanmamış ya da imânında bir hayır kazanmamış olan kimseye, artık inanması bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, biz de beklemekteyiz.” 6/158
- Allah’a göre, şu kimselerin tövbesi makbûldür ki, câhillikle bir kötülük yapıp hemen ardından tevbe ederler. İşte Allah onların tövbesini kabûl eder, Allah bilendir, hikmet sahibidir. 4/17
- Yoksa kötülükler yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca: “Ben şimdi tevbe ettim.” diyenlere ve kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur (öylelerinin tövbesi makbûl değildir). Onlar için acı bir azab hazırlamışızdır. 4/18
İşte Nisa 159 da bahsedilen durum da bu şekildedir. İsâ peygamberin tekrar dünyaya geleceğiyle ilgili değildir. Zira İsâ peygamber Vefat etmiş olup, iddia ettikleri gibi tekrar dünyaya gelecek değildir.
Kur’an’dan mealen:
- “Biz Allah’ın elçisi, Meryem oğlu İsâ Mesih’i öldürdük!” demelerinden ötürü... Oysa onu öldürmediler ve asmadılar; fakat (İsâ) onlara benzer gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku içindedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sâdece zanna uyuyorlar. Onu yekinen öldüremediler (onu öldürdüklerini kesinlikle bilemediler). 4/157
- Hayır Allah onu (İsâ’yı) Kendisine yükseltti. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir. 4/158
( ayrıca bak 4/155-6).
Görüldüğü gibi, Kitap Ehli, İsâ peygamberi öldürememiş ve onu asamamışlardır. Allah onu kurtarıp, Kendisine yükseltmiştir. İşte ihtilafta burada başlamaktadır, acaba Allah, İsâ peygamberi vefat ettirmeden canlı olarak mı, Kendisine yükseltti, yoksa vefat ettirerek mi. Rivayetlerde iddia ettiklerine göre vefat ettirmeden Kendisine yükseltmiştir, vefat ancak dünyaya tekrar geldikten sora vuku bulacaktır iddiasındadırlar. Böyle bir iddia ise Kur’an’a uymamaktadır, mealen:
- Allah demişti ki: “Ey İsâ, ben seni vefat ettireceğim, ve bana yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları ta kıyamet gününe kadar inkar edenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz bana olacaktır. Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.” 3/55
Görüldüğü gibi, İsâ Peygamber vefat ettirildikten yani Allah’ın Emriyle öldükten sonra, Allah onu (İsâ’yı) Kendisine yükseltti. Bu duruma göre O’ da ölen herkes gibi, şimdi ölü bulunmaktadır. Tekrar dünyaya gelmek üzere hayatta bulunmamaktadır. Bunun böyle olduğunu Maide 116-117 ayetlerden de görüp anlamak mümkündür, mealen:
- Ve yine Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu İsâ, sen mi insanlara: “Beni ve Annemi, Allah’tan başka iki ilâh edinin” dedin? “Haşa, dedi Seni tenzih ederim; Hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söylediysem Sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben Senin nefsinde olanı bilmem, çünkü gaypları bilen yalnız Sensin, Sen!” 5/116
- “Ben onlara: benim ve sizin Rabb’iniz olan Allah’a kulluk edin, diye senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim. Ben onların içinde olduğum sürece onları kolladım, fakat Sen beni vefat ettirince onları gözetleyen (yalnız) Sen oldun. Sen her şeyi görensin!” 5/117
Görüldüğü gibi, İsâ peygamberin vefatından sonra da, insanlar yine onu ve annesini, Allah’a ortak koşmaya devam edeceklerdir. O zaman İsâ peygamberin tekrar dünyaya gelip, salibi yani haçı kıracağı ve domuzu öldüreceği rivayetinin aslı yoktur. Haçı kırmasının manası artık hiç kimse onu ve annesini, Allah!a ortak koşmayacak manasındadır. Böyle bir iddia ise Maide 116 ve 117. Ayetlere uymamaktadır. Zira bu âyetlerde, İsâ peygamberin vefatından sonra da insanların onu ve annesini. Allah’a ortak koştukları vurgulanmıştır. Bu da, İsâ peygamberin tekrar dünyaya gelip Hıristiyanlıktaki bozuk inancı düzelteceği, dolayısıyla haçı kıracağı iddiasının asılsız olduğunun açık delilidir.
Ayrıca Mehdinin peygamberin zürriyetinden ve Fâtıma’nın evlatlarından olduğunu rivayet etmeleri ile, İsâ peygamberle, Mehdinin aynı şahıs olduğunu söylemeleri bir çelişki ve Kur’an’ı inkardır. Zira, İsâ peygamberin babasız olarak, peygamberimizden önce dünyaya geldiği, Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Uydurdukları rivayette bunun aksini iddia etmektedirler.
Anlaşılacağı üzere, İsâ peygamber vefat etmiş olup, tekrar dünyaya tebliğ ve irşat için gelmeyecektir. Mehdi diye bir kimsede mevcut değildir. Mehdi diye bir kimsenin mevcut olmadığını, bu kitabın devamı olan ikinci kitabımın, İmâmiyye şiasını anlattığım bölümünde daha detaylı bir şekilde izah ettim.
İnsanları, Kur’an’a karşı şüphede bırakmak için şu rivayeti uydurdular:
192- .............. Bize Hişâm ibn Yûsuf, Ma’mer ibn Râşid’den; o da ez- Zuhri’den; o da Ubeydullah ibn Abdillah’tan haber verdi ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S)’in vefâtı yaklaştığı zamân, evde içlerinde Umer ibnu’l-Hattâb’ın da bulunduğu bir takım adamlar varken, Rasûlullah (S) :
- “Gelin size, ondan sonra hiç sapmayacağınız bir yazı yazayım” buyurdu.
Umer:
- Peygamberin hastalığı ağırlaştı, Yanınızda Kur’an vardır. Bize Allah’ın Kitâbı yeter, dedi.
Bunun üzerine evdeki sahâbiler ihtilâf ettiler ve münâkaşa edip çekiştiler. Onlardan kimi: “Yazacak bir şey yaklaştırın da Rasûlullah sizler için ondan sonra sapmayacağınız bir yazı yazsın” diyor; kimi de Umer’in dediği sözü söylüyordu. Nihâyet onlar Peygamberin yanında gürültü ve ihtilâfı çoğalttıkları zamân, Peygamber onlara:
-”Yanımdan kalkın (benim yanımda çekişme lâyık olmaz)!” buyurdu.
Râvi Ubeydullah ibn Abdillah şöyle dedi: İbn abbâs bu hadisin sonunda:
- Âh! Ne büyük musibet ki, gürültü etmeleri ve ihtilâf eylemleri yüzünden o musibet, Rasûlullah ile sahâbiler için yazmak istediği bu yazı arasına perde oldu! dedi. (Buhari, Kitâbu’l-İ’tisâm bi’l-Kitâbi ve’s-Sünnetti 93 C.16 S.7236-7237 Ötüken 1989 ).
Bu uydurma hadisle, Kur’an’ın ihtilafları önlemekte yetersiz kalacağını vurgulamak istedikleri açıktır. Bu da Kur’an’a açık bir saldırıdır. Ayrıca peygamberin vefatı zamanında Kur’an’ın elde mevcut olduğunu söylemekle, Kur’an’ın peygamberin vefatından sonra ordan burdan derlendiğini tahdis ettikleri birçok rivayetleriyle de çelişkilidir. Kur’an’a saldırı amaçlı çeşitli rivayetler uydurmuşlardır, Kur’an’ı anlamış olsalardı bu tür iftiralarda bulunmaktan dolayı utanmaları gerekirdi, nasıl mûazzam bir kitapla karşı karşıya olduklarını bilmiyorlar.
Bu konu da örnek verecek olursam, Kur’an’dan mealen:
- Bu (Kur’an) insanlara bir açıklama, (Allah’tan) korkanlara yol gösterme ve öğüttür. 3/138
- Andolsun biz Kur’an’da insanlara her çeşit misâli türlü biçimlerde anlattık, ama insanlardan çoğu küfürde direttiler. 17/89
- Allah, size Kitâbı açıklanmış olarak indirmiş iken ben O’ndan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine Kitap verdiklerimiz, O (Kur’â)nın, gerçekten Rabb’in tarafından indirilmiş olduğunu bilirler, onun için hiç kuşkulananlardan olma. 6/114
Peygamberin Ay’ı iki parçaya ayırdığını rivayet ederek, Delil olarak, Kamer Sûresinin 1. Âyetini gösterdiler, şöyle ki:
193-........... Bize Şeybân, Katâde’den tahdis etti ki, Enes ibn Mâlik (R): Mekke ahâlisi Peygamberden kendilerine bir mucize göstermesini istediler. Peygamber (S) de onlara Ay’ın ayrılmasını gösterdi, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’t-Tefsir 388 C.10 S.4813 Ötüken 1988. )
194-............ İbn Mes’ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah zamânında Ay, iki parçaya ayrıldı. Bir parçası dağın üstünde, bir parçası da önünde idi. Bunu üzerine Rasûlullah (S):
- “Şahit olun” buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’t- Tefsir 385 C.10 S.4812 Ötüken 1988 )
195-............ İbn Abbâs (R): Peygamber (S) zamânında Ay yarıldı, demiştir. (Buhari, Kitâbu’t-Tefsir 387 C.10 S.4812 Ötüken. )
Yapmış oldukları rivayetlerde, Ay’ın iki parçaya ayrıldığını, bir parçası dağın üstünde, bir parçası da önünde yer aldığını iddia etmişlerdir. Yer kürenin yarıçapı 6366 km dir. Ay’ın yarıçapı da 1738 km dir. Hacim olarak ta Ay’ın hacmi Yer kürenin 50 de biri kadardır. Böylesine büyük bir hacme sahip olan Ay’ın dünyada mevcut olan bir dağ tarafından, dağın üstünde ve önünde olmak üzere ikiye ayrılamayacağı açıktır. Ay’ın gelip iki parça halinde Dünyaya indiğini kabûl etsek dahi, yarısı hangi dağın önünde durursa dursun dağın gözükmesi imkansızdır. Zira Ay’ın yarıçapı 1738 km’dir.Böyle bir durumda Ay dağın önünde yer aldı denmez. Ay ülkeleri kapattı denir. Böylece gerçek olan bir olayı yalan rivayetler uydurmak suretiyle çarpıtmışlardır. Kendi ifadeleriyle, Ay’ın yarılması olayı, Mekke’de hicretten beş sene kadar önce olmuştur, yine kendi ifadeleriyle, kendilerinden rivayette bulundukları, Enes’de, İbn Abbâs da o tarihte henüz doğmamış ya da bebek denecek yaşta idiler.Buna rağmen bu iki şahıs adına rivayet uydurmaktan çekinmemişlerdir.
Olayın aslı ise şu şekildedir: Ay’ın yüzeyi 2000-3000 metre derinlikte ve uzunlukları çok fazla çatlaklar ihtiva etmektedir.Yer küreden bakıldığında tam karşıda oldukları için dünyadan derinliklerini ölçmek güçtür. Fakat kesin bir gerçektir ki nasıl bir karpuz derince çatlarsa Ay’da bugün o şekilde çatlak vaziyettedir. Ve Peygamber’in yaşadığı devirde bu çatlakların mevcudiyetini tespit edecek cihazlar insanların elinde mevcut değildir.Dünya dışında olmuş olan bu olayı Kur’an’ın haber vermiş olmasının büyük bir önemi vardır. Kur’an’ın Allah kelamı olmadığına inanan kimselere sormak lazımdır.O zaman peygamber bu olayı nasıl bildi?
Bu husus Kamer sûresinde şöyle belirtilmiştir, meâlen:
-(Kıyamet) saat(i) yaklaştı, Ay çatladı.54/1
-Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve “süregelen bir büyüdür” derler.54/2
-Yalanladılar, nefislerinin arzû ve heveslerine uydular. Hal bu ki her iş, yerini bulacaktır.54/3
-Andolsun, onlara (bâtılda kalmalarını) önleyecek (ibret verici olayları anlatan) haberler geldi.54/4
-Bunlar üstün bir hikmettir! Fakat uyarılar fayda vermiyor.54/5
Evet, Kur’an, Ay’ın çatlak olduğunu haber veriyor.
Şimdi de şu ifadelere bakalım:
“Ay’daki ovaların en önemlileri Fırtınalar denizi, Soğuk deniz, Dinginlik denizi ve Yağmurlar Denizi’dir. Ovaların ilgi çekici taraflarından birisi, yarıklardır. Ovalarda yer yer nehir yatağını andıran büyük yarıklar vardır. Güneş ışığı diplerine kadar inemediği ve yerküreden bakıldığında tam karşıdan görülükleri için, yarıkların derinliklerini ( bugünkü cihazlara rağmen) ölçmek güçtür. Ancak Ay’da 2-3 km derinlikte büyük çatlaklıklara rastlanmıştır.Bunların uzunlukları da çok fazladır. İncelemeler çatlaklardan bazılarının kenarlarının sarp, bazılarının da meyilli olduğunu göstermiştir.” (Ortaokul Fen bilgisi 1 Yazanlar Ömer BAYIN- Şükran GÜNEY- A. Rıza ÖZGEN, Milli Eğitim basımevi - İstanbul 1987 sayfa 74, M.E.G.S.B. Yayınları 106, Ders kitapları Dizisi 88.)
Görüldüğü gibi olay gerçek olup, rivayetçilerin anlattığı şekilde değildir.
196-......Ebû Hureyre (R) şöyle dedi: Peygamber (S) şöyle buyurdu: “Peygamberlerden hiçbir Peygamber yoktur ki, ona mucizelerden (kendi zamânındaki) insanların inandıkları kadar verilmiş olmasın. Mucize olarak bana verilen ise, ancak Allah’ın bana vahyettiğidir. Bunun için kıyamet gününde ben, peygamberlerin en çok Tâbi’i bulunanı olacağımı ümit ederim.”(Buhari Kitâbu Fedâili’l-Kur’an 3 C.11 s.5076 Ötüken 1988)
Bu rivayetle, Ay’ın Resûlullah tarafından ikiye ayrıldığı rivayeti çelişkilidir. madem ki, mucize olarak Resûlullah’a yalnız Allah’ın vahyettiği verilmiştir, o zaman Ay’ı ikiye ayırdığı ve bir parçasını dağın önüne getirdiği nasıl izah edile bilir.
197-......Ebû Hureyre (r.a.)’den Resûlullah(s.a.)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Babalarınızın, annelerinizin ve putların adları ile yemin etmeyiniz.
Sadece, Allah’ın adı ile yemin ediniz. (Allah’ın adı ile de ancak (sözünüzde) doğru olduğunuzda yemin ediniz.”(Ebû Dâvud, K.el-Eymân ve’n-Nüzûr (21) Bab 4 H.3248 c.12 s. 186 Şamil 1991)
198-...Said b. Ebi Ubeyde’den Şöyle dediği rivayet edilmiştir:
İbn Ömer (r. Anhüma), ”Kabe’ye yemin ederim ki hayır” diye yemin eden bir adamı duyup ona:” Ben Resûlullah (s.a.)’ın; Allah’tan başkasına yemin eden (O’na) ortak koşmuştur, buyurduğunu işittim.”dedi.(Ebû Dâvud, K.el-Eymân ve’n-Nüzûr (21) Bab 4 C.12 H.3251 S.191 Şamil 1991 ayrıca,Tirmizi, Nüzûr 9.)
Görüldüğü gibi, Allah’tan başkası adına yemin edilmeyeceği, yemin edilmesi halinde bunun, Allah’a şirk koşma olduğunu rivayet ettiler. Bu rivayetlerinin yanında birde şu rivayette bulundular:
199-....Talha b. Ubeydullah(r.a.)- bedevinin kıssasını (anlatan) hadiste; Hz. Peygamber (s.a.)’in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
“Babasına yemin ederim ki doğru söylüyorsa kurtuldu.Babasına yemin ederim ki, doğru söylüyorsa Cennete girdi.” (Ebû Dâvud, K. el-Aymân ve’-Nüzûr(21) Bab 5 H. 3252 c.12 s.193 Şamil 1991.)
Bu rivayetle de Peygamberin, bedevinin babası üzerine yemin ettiğini iddia etmişlerdir. Bu rivayetle evvelki iki rivayet çelişkili olduğu gibi, Peygambere dolayısıyla, şirk isnat etme iftirasında bulunmaktan çekinmemişlerdir. Zira, Allah’tan başkası adına yemin etmenin, Allah’a şirk koşma olduğunu ifade ettiler. Buna rağmen, Peygamberin bedevinin babası üzerine yemin ettiğini iddia ettiler. Peygamber onların yapmış oldukları iftiralardan münezzehtir.
Yemin etmenin manası, bir konuda yemin eden kimse doğru olduğuna veya sözünü yerine getireceğine dair kefil, yani koruyucu, gözetleyici, şahit göstermesi demektir. Ayrıca sözü kuvvetlendirmek, garanti etmek olduğu gibi, verilen sözü pekiştirmek veya önemini belirtmek için sözü vurgulamaktır. Yani bir kimse Allah adına bir olayla ilgili olarak yemin ettiği zaman, Allah’ı o olaya kefil göstermiş olmaktadır. Allah bir şey üzerine kasem ettiği zaman olayın kesin ve çok yüksek önemini vurgulamaktadır.
Yemin kelime olarak sağ taraf, bundan da sağ el, bundan da kesin söz manası çıkar. Bundan dolayı üzerine yemin edilenin yeminden dolayı İlâhlaştırılması söz konusu değildir. Zira, Allah yaratıklar üzerine kasem yani yemin etmektedir, bundan anlaşılması gereken konunun önemi ve kesinliğidir. Yoksa, Allah hiç kimseyi kendisine ortak etmez. Kullar ise Allah adına yemin ettiklerinde O’nu kefil göstermiş olmaktadır. Kefalet eşittir İlâhlık manasında değildir. Bundan dolayı, Allah adına yemi eden, yeminini yerine getirmediğinden dolayı kafir olmaz, fakat bilerek ve tasarlayarak yapılan yeminlerin sorumluluğu vardır, lağveden yani kesinlik kastıyla değil de öylesine, ağızdan kaçırmak suretiyle yemin sözü söylenmişse, Allah böylesine yemini affetmiştir. Allah yaratıklar üzerine kasem etmektedir. Bizim yeminlerimizde, bazı ayetlerde kendi adı üzerine yemin etmemizi emretmektedir. Kendim yemin ettiğimde Allah adına yemin ederim, çok gerekli değilse yemin etmem. Ayrıca şunu belirteyim ki bile bile Allah adına yalan yere yeminde edilemez ve her ne kadar, Allah yaratıklar üzerine yemin ediyorsa da, Kur’an’da kulların Allah’tan başkası adına yemin örneği yoktur. Bundan dolayı kulların, Allah’tan başkası adına yemin etmemeleri gerektiğini Kur’an öğretisinden anlamak mümkündür.
Bu konularla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
-Antlaşma yaptığınız zaman Allah’ın ahdini tam yerine getirin (verdiğiniz sözü tutun), pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Çünkü Allah’ı üzerinize kefil (şahit) yaptınız. Allah yaptıklarınızı bilir. 16/91
Yukarıdaki ayet mealinde, yeminle kefalet ilişkisini görmek mümkündür.
-Ey iman edenler! Birinize ölüm gelip çatınca vasiyet esnasında içinizden iki adalet sahibi kişi aranızda şahitlik etsin. Yahut seferde iken başınıza ölüm musibeti gelmişse sizden olmayan, başka iki kişi (şahit olsun). Eğer şüpheye düşerseniz o iki şahidi namazdan sonra alı kor. “Bu vasiyet karşılığında hiçbir şeyi satın almayacağız, akraba (menfaatine) de olsa; Allah (için yaptığımız) şahitliği gizlemeyeceğiz, (aksini yaparsak) bu takdirde biz elbette günahkarlardan oluruz” diye Allah üzerine yemin ettirirsiniz.5/106
-Eğer onların (yalancılıkla) günah işlediklerinin farkına varırsınız, hakkı yenilen taraftan o iki kişinin yerine geçecek daha layık iki kişiyi seçin. “Şahitliğimiz onların şahitliğinden daha gerçektir, biz hiçbir zaman kimsenin hakkını yemiş değiliz. Böyle bir durumda biz zalimlerden oluruz” diye Allah’a yemin etsinler.5/107
Yukarıdaki iki âyet mealinde görüldüğü gibi, Allah adıyla yemin edilmesi emredilmiş, şahitlerin nasıl kimseler olmaları gerektiği konusunda bilgi verilmiş ve vasiyet konusunda bile bile yalan yere yemin etmek zulüm derecesinde bir günah olarak tanımlamıştır.
Bazen de insan, durum olur, kendisine helal olan bir yemeği yemeyeceğine veya yapması gereken bir işi yapmayacağına yemin eder, bu gibi durumlarda düşünerek söylemişse ve yeminini bozmuşsa bu durumda kefâret vermesi gerekir. Lağv olarak, yani söz arasında kasıtsız olarak öylesine yemin etmişse, örneğin: Söz arasında, yalan söyleme kastı olmadan sözü pekiştirmek için nadir de olsa, Vallahi deyiveririz, bu gibi yeminleri Allah af etmiştir. Bu hususlarla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
-Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez. 5/87
-Allah’ın size helal ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah’tan korkun. 5/88
-Allah sizi, yeminlerinizdeki lağvden (kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden) ötürü sorumlu tutmaz. Fakat bilerek yaptığınız yeminlerden ötürü sizi sorumlu tutar. Bunun keffâreti (geleceğe bağlı olarak yaptığınız bir yemini bozduğunuz takdirde bunun cezâsı): Âilenize yedirdiğiniz orta derecesinden on fakiri yedir(ip doyur)mak, yâhut onları giydirmek, ya da bir boyun (köley)i hürriyete kavuşturmaktır. Bunu bulamayan (bunları yapmaya gücü yetmeyen) kimse, üç gün oruç tutsun. İşte yemin ettiğiniz zaman yeminleriniz(i bozman)ın cezâsı budur. Yeminlerinizi koruyun. Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor ki, şükredersiniz. 5/89
Görüldüğü gibi, yukarıdaki ayet meallerinde, yemin kavram olarak söylenmiş, ne üzerine yemin edildiği belirtilmemiştir, buna rağmen keffârete konu edilmiştir. Bundan da anlaşılır ki, kullar yemin ederken muhakkak Allah adı ile yemin etmelidirler.
Şimdi, Allah’ın, bir durumun önemiyle ilgili olarak, yaratıklar üzerine yemin etmesinden örnekler verirsek, Kur’an’dan mealen:
-Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim. 56/75
-Bilirseniz, bu, büyük bir yemindir.56/76
-O, elbette şerefli bir Kur’an’dır. 56/77
-Korunmuş bir kitaptadır. 56/78
-Ona temizlenenlerden başkası dokunmaz. 56/79
-(O), alemlerin Rabbinden indirilmiştir. 56/80
-Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz? 56/81
-(Kur’an’dan istifade edeceğiniz yerde) rızkınızı yalanlamanızdan ibaret mi kılıyorsunuz (sizin ondan elde ettiğiniz nasip, sadece onu yalanlamanız mıdır? Başka türlü ondan istifade edemez misiniz)? 56/82
Ayrıca, Allah kendi zatı üzerine de yemin etmektedir, şöyle ki Kur’an’dan mealen:
-Kafirlere ne oluyor ki sana doğru koşuyorlar? 70/36
-Sağdan, soldan, ayrı ayrı gruplar halinde. 70/36
-Onlardan her biri, nimet cennetine sokulacağını mı umuyor? 70/38
-Hayır! Öyle şey yok! Biz onları bildikleri şeyden yarattık. 70/39
-Yoo, doğuların ve batıların Rabb’ine yemin ederim ki bizim gücümüz yeter: 70/40
-Onları, kendilerinden daha hayırlı olanlarla değiştirmeğe. Bizim önümüze geçilmez (bize engel olunamaz). 70/41
-Bırak onları, kendilerine va’dedilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsın oynasınlar. 70/42
-O gün (kabirlerinden) hızlı hızlı çıkarlar. Onlar dikilen (hedef)lere doğru koşar gibi (koşarlar). 70/43
-Gözleri düşük, yüzlerini zillet bürümüş bir durumda . İşte onlara va’dedilen gün, bugündür. 70/44
Yemin konusuna da bu şekilde deyindikten sonra, tekrar hadis rivayetleri konusuna dönersem, şöyle ki :
200- Buhari’nin Bâb başlığı olarak, Tirmizi’nin Mus’ab ibn Sa’d’dan rivayet ettiği hadis: “İnsanlar içinde belâsı en şiddetli olanlar peygamberlerdir. Sonra sırasıyla fazilette ilk olan, sonra ilk olandır”. (Buhâri, Kitabu’l-Merdâ ve’n_Tıbb, 3- Baâb başlığı C.12 S.5690 Ötüken 1988. )
201- ........... Bize Şu’be, el-A’meş’ten; o da Mesrûk’tan haber verdi ki, Âise (R): Ben Rasûlullah(S)’tan ziyâde hastalığı şiddetli olan hiçbir kimse görmedim, demiştir. Buhâri, Kitabu’l-Merdâ ve’n-Tıbb 6 C.12 S.5689 Ötüken 1988. )
Ve yukarıda yazılı rivayetler gibi birçok rivayette, âmel yönünden en iyi olanlara, en şiddetli bela ve musibet gelir iddiasındadırlar. Hal bu ki, Kur’an’da tam tersi durum söz konusudur, gelen musibetlerin şiddeti işlenmiş olan fanalıklar nedeniyledir, iyilikler nedeniyle değildir. Durum böyle olunca, hem peygamberler, hem de iyi kimseler onların yapmış oldukları iftiradan uzaktırlar. Ayrıca onların bu rivayetlerinde Müslümanları iyilik yapmaktan ürkütme amacı da vardır. İyilik yaparsan veya iyi olmaya çalışırsan başına belalar gelir demeleri, Müslümanları sevap işlemekten uzaklaştırma amacı iledir. Durumun, hiçte iddia ettikleri gibi olmadığına dair, Kur’an’dan örnek verecek olursak, mealen:
- Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. (Allah, işlediklerinizin) birçoğunu da affeder. 42/30
Görüldüğü gibi uydurmuş oldukları, yulardaki rivayetler Kur’an’a uymamaktadır. Zira işlenenlerin bir çoğunun affedildiğine deyinilmesi, işlenenlerin ve dolayısıyla affedilmeyip musibete neden olan âmellerin günahlar olduğu açıkça ortaya çıkar. Çünkü af günahlar için söz konusudur.
202- Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissâlatu vesselâm buyurdular ki: “Muhakkak ki, Allah bu ümmet için, her yüz senenin başında, kendisine dini tecdid edecek kimse(ler) gönderecektir.” (K.S. 5577 C.15 S.427 Akçağ 1992 alıntısı, Ebû Davud, Melahim 1, (4391). )
Bu rivayetlerle, üstü örtülü olarak, her yüz senenin başında peygamber geleceğini iddia etmişlerdir. Bu iddia, İsa peygamber veya Mehdi geleceği yolundaki iddiaların bir benzeridir. Böylece, İslam dininin öğrenilmesinde, esas olanın, Kur’an değil de, özel şahıslar olduğunu vurgulamak istemektedirler. Hal bu ki, Nübüvvet sona ermiş olup, İslam dininin öğrenilmesinde esas olan tek kaynak Kur’an’dır. Tebliğ görevini de, Kur’an’ı öğrenen her Müslüman yerine getirebilir. Kıyamete kadar, en takvalısı dahil olmak üzere, bütün Müslümanların, bütün müminlerin ve İslam dinini öğrenmek isteyen herkesin. İslam dinini öğrenmek konusunda tek bilgi kaynağı Kur’an’dır. Kur’an bilgisi dışında ne özel bir şahıs nede özel bir bilgi kaynağı vardır.
Kur’an’dan mealen:
- Bir zamanlar, cinlerden bir grubu, Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Ona geldiklerinde (birbirlerine) : “Susun (dinleyin)” dediler. (Okuma) bitirilince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler. 46/29
Görüldüğü gibi, Kur’an dinlemek ve böylece onu öğrenmek, uyarıcı olmak için yeterlidir. Bu her devirde yapılabilir, zira Peygamber ve Cinler, Kur’an’ın okunması ve işitilmesi dışında bir birleriyle karşılıklı görüşmemişlerdir. Peygamber, cinlerin Kur’an dinlediğinden habersizdi. Cinlerin, Kur’an dinledikleri kendisine vahiyle bildirilmiştir. Eğer karşılıklı olarak, birbirlerinden haberdar olmak suretiyle görüşmüş olsalardı, Cinlerin, Kur’an dinledikleri, peygambere vahiyle bildirilmeyecekti. Bu olay, sadece Kur’an dinlenilmesinin, İslam dininin öğrenilmesi ve uyarıcı olmak için yeterli olduğunun kesin kanıtlarındandır. Dinleme olayıyla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- De ki: Bana vah yolundu ki, Cinlerden bir topluluk Kur’an dinlediler de şöyle dediler: “Biz hârikulâde (acaib) bir Kur’an dinledik. 72/1
- (O), doğru yola iletiyor, ona inandık. Artık Rabb’imize hiç kimseyi ortak koşmayacağız. 72/2
Dini öğrenme ve öğretme işinin, Peygamberler dışında ki, özel şahıslarla ilgili olmayıp, öğrenmiş olan her şahısla ilgili olduğuna dair.
Kur’an’dan mealen:
- Bütün müminlerin, toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Her topluluktan bir grubun dini iyice öğrenmeleri ve kavimleri kendilerine dönüp geldikleri zaman onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar. 9/122
Dikkat edilirse, mealini yazdığım âyette, her topluluktan bir grup denmiş olup, özel şahıslar söylenmemiştir. Bu itibarla da uydurdukları rivayetin aslı yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder