30 Ocak 2019 Çarşamba

İBNİ KUTEYBE NİN HADİS MÜDAFASI 4


göğsünün daraldı-ğı,kavminin yaptığı kötülüğe karşı sabrmin taştığı o zamanda,Lût'un (A.S) yanlışlık yaptığını kastetmekte-dir.Halbuki Lût (A.S) bu sözü söylediği anda.en kuv­vetli rükn (=dayanak) olan Allaha sığınmakta.ona da­yanmaktaydı.

(Hadis imamları),"Allah,Lût'tan sonra gönderdi­ği bütün Peygamberleri,kendi kavmi içersinden kendi­sine yardımcı olan ve koruyan bir gurupla birlikte gön­dermiştir." demişlerdir.

Rasûlullahm( S.A.V) 'Yusuf un çağrıldığı şeye çağnlsaydım,elbette (hemen) icabet ederdim" sözüne gelince:Yâni Yusuf (A.S),uzun bir sıkıntı çektikten sonra hapisten çıkması istendiğinde,gelen elçiye "Efendine dön ve ellerini kesen kadınların hali nedir? diye sor" demiş ve o anda (hemen) hapisten çıkmamış-tır.Allah (bu ayette)Yûsuf un sabır ve teennisini gös­termektedir.

Rasûlullah, "Onun yerinde ben olsam ve hapis­ten çıkmam istenseydi,hiç durmaz hemen çıkardım." demiştir.Bu sözü de,onun tevâzuundandır.Rasûlul-lah.Yusuf un yerinde olsaydı ve hemen hapisten çık­saydı,veya Yusuf (A.S) elçi ile beraber hapisten çık­saydı, bu hareket onlar için bir noksanlık veya günah teşkil etmezdi. Yusuf (A.S) hemen hapisten aceleyle çıkmamakla.Allahtan gelen meşakkatlan ağır kabul etmediğini,fakat kendisinin sabır sahibi ve meşakkat­lerin sevabını Allahtan bekleyen biri olduğunu ve bu­nun için hemen aceleyle hapisten çıkmadığını ifade et­mek istemiştir. [429]


İDDİÂ:Ebû Saîdi'l-Hudri, Câbir b.Abdillah ve Enes b.Mâlik 'ten (RA) Rasûlullahın (SAV) yüzüncü seneden bahsederek "Muhakkak ki o gün yeryüzün-de.nefes alan hiçbir insan kalmayacak" [430]dediği­ni rivayet ettiniz.Bu ise bâtıldır.Gören gözlere aşikar­dır ki biz üçyüzüncü seneye girdiğimiz halde[431]in­sanlar (ölmek şöyle dursun)eskisinden daha çoktur­lar.

CEVAB:Biz deriz ki,bu ya unuttukları veya Rasûlullah bunu alçak sesle söylediği ve onlar da bu­nu duymadığı için.râvilerin bir kelimeyi düşürdüğü bir hadistir.

Bize kalırsa-hattâ böyle olduğundan şüphemiz de yok-Rasûlullah 'Yeryüzünde o gün( o zaman) siz­den hayatta kimse kalmayacak" demiştir. Yani burada,bu sözün söylendiği yerde hazır bulunanları veya Ashabın hepsini kasdetmiştir.Râvi de " "..sizden" keli­mesini düşürmüştür.

Bujbnu Mes'ud'un (R.A) "Cin gecesi" hakkında söylediği "O gece ben hariç,bizden kimse bulunmadı" sözüne benzer.Râvi,burada da "ben hariç"sözünü düşürmüştür.

Benim söylediklerimi doğrulayan diğer bir hususşudunEbû Kudeyne, Mutarriften,o da el-Minhâl b. Amr'dan rivayet etti ki:Hz.Ali (R.A) İbnu Mes'ud'a:

"Sen insanlara fetva mı veriyorsun?" dedi.O da "Evet , ve onlara,sonradan gelenlerin (âkibetleri-ninjtehlikeli olduğunu bildiriyorum. "dedi.Ali:"Bana söyler misin,sen bunu Rasûlullahtan işittin mi?de-di.İbnu Mes'ud:"RasûluUahı "Yüzüncü sene geldi­ğinde, yeryüzünde göz açıp kapayan birtek kimse kalmaz " derkenİş!ttim"dedl.

Ali (R.A) "Çukura isabet edemedin (hata et-tin)!Rasûlullah bunu sadece.o gün orada bulunanlar için söyledi.Recâ"[432]da yüz senesinden sonra olma­yacak mıdır? [433] dedi.

Buna benzeyen ve içinde hatâ vuku bulan diğer bir hadis de.Muhammed b. Hâlid b. Hidaş'ın bana tah-dis etüği hadistir.(Muhammed b. Halid şöyle) dedi:Ba-na,babam,Hammâd b.Zeyd'den,o Eyyûb'dan,o da el-Hasen'den,o da Sahr b. Kudâmetu'l-Ukaylî'den (RA) haber verdi. (Sahr):"RasûluIIah,"Yüz senesinden sonra doğanların Allah nazarında bir kıymeti (ehemmiyeti) yoktur" buyurdu'demiştir.

Eyyûb dedi ki;Sahr b.Kudâme (RA) ile karşılaş­tım ve ona bu hadisi sordum. "Bu hadisi bilmiyo­rum, "dedi.

EBU MUHAMMED:İşte içinde hata bulunan ve rivayetlerin birbirini tutmadığı hadis budur. [434]


İDDİÂ:Abdulaziz b.el-Muhtâr el-Ansârî'den,o da Abdullah ed-Dânâc'dan[435]rivayet ettiniz ki (ed-Dânac şöyle) dedi:Ebû Seleme b.Abdirrahman'ı ( 22-94) [436]Basra mescidinde gördüm. el-Hasen (ul-Basrî) (22-110) [437]geldi, onun yanına oturdu.ve ona Ebû Hurayra'dan.RasüluUah'm (S.A.V) "Güneş ve Ay.kıyamet günü dürülüp sarılarak ateşe atılmış iki Öküzdürler[438] dediğini rivayet etti [439]

el-Hasen :Güneş ve ay'ın günahı ne?" dedi.

Ebû Seleme: "Ben sana Rasûlûllahtan hadis riva­yet ediyorum...!dedi ve sustu.

(Dediler ki:) el-Hasen "Güneş ve ay'ın günahıne-dir?"demekte haklı ve doğrudur.Ve el-Hasen 'in bu sö-zü,Ebû Seleme'yi veya Ebû Hurayra'yı reddetmekte­dir.

EBÛ MUHAMEMD:Biz deriz ki:Güneş ve ay.ate-şe sokulduklannda onunla azâb edilmiş olmazki "bu ikisinin günahınedir?"denilsin.Bilakis ikisi de ateşte yaratılmışlardır ve böylece yine ateşe döndürülmüş ol­maktadırlar.

Rasulullah.Allahın kızgın ateşi (olan güneş Jbattığızaman: "Eğer Allahın emrinden,onu (güne-şi)meneden birşey olmasaydı,yeryüzünde ne varsa hepsini helak ederdi"buyurmuştur.[440]

Yine, "Güneş gökte bir kasme (=derece) [441]yükselince,mutlaka ona Cehennem kapılarından bir kapı açılır.Tepeye dikildiği vakitte ise kapıların hepsi açılır." buyurmuştur.

Bu hadis de sana gösterir ki,güneşin sıcaklığıCehennemin galeyana gelmesindendir.Bu sebeple Raslûllah (S.A.V) "(öğle) namazını serinlikte kıhnız.Çünkü sıcaklığın şiddeti Cehennemin galeya­na gelmesindendir[442]buyurmuştur.

Ateşten olan birşey tekrar ateşe döndürüldüğü zaman "Ona azab olunmuştur."denemez...

Ateş,devamlı dönen itaatkâr yörünge (ve geze-gen)ler,dopdolu deniz ve benzerleri gibi.belli bir iş gören varlıkların meydana getirdikleri etkilerden do­layıne azab vaki olur ne de sevab.Bunun misali tıpkı Cenâb-ı Hakkın " ...artık o ateşten sakının ki, onun yakıtı insanlarla taşlardır." 2, el-Bakara :24 ayeti­ni duyan bir adamın 'Taşlatın günahı ne?" demesine benzer. [443]


İDDİÂ:Rasûlullahm "Ne sirayet vardır ne de uğrsuzluk [444]dediğini, bunun üzerine kendisi­ne "Nukbe [445]devenin dudağında belirir, bu yüz­den de bütün sürü uyuza yakalanır." denildiği­ni,onun da (S.A.V):"Peki İlk deveye hastalığı sirayet ettiren nedir? dediğini veya bu manada birşey söyle­diğini rivayet ettiniz.[446]

Sonra da bunun aksine olarak" Hastalıklı olan sakın sıhhatlilerin yanına sokulmasın. [447]Cüz-zamlıdan.arslandan kaçar gibi kaçın.. [448]ve Cüz-zamlı bir adam.müslüman olmak için biat etmeğe Rasulullaha geldi.Bunun üzerine Rasûlullah ona kendisinin biatini kabul ettiğini bildirdi ve geri dönmesini emretti .kendisiyle görüşmesine izin vermedi." ve "Uğursuzluk; kadında,evde ve (binek) hayvanında olur"[449]hadislerini rivayet ettiniz.

Bunların hepsi de birbirine aykırı olup,birbirine benzememektedir.

CEVAB:Biz deriz ki: Bu hadislerde herhangi bir ihtilaf (aykırılık)yoktur.O hadislerin herbirinin kendi­sine has yeri ve zamanı vardır. Herbirisi kendi yerine konulduğu zaman ihtilaf ortadan kalkar.

Sirayet iki çeşittir:

Birincisi:Cüzzamın sirayeti (bulaşması)dır.Zira cüzzamlı kimsenin kötü kokusu fazlalaşır.öyle ki.onunla uzun bir müdet oturan veya birlikte yemek yiyen kimse de hastalığa yakalanır...

Cüzzamlı kimsenin karısı da böyledir.kocası ile birlikte tek örtü altında yatar ve böylece pislik ona da bulaşır ve muhtemelen o da cüzzama yakalanır.

Bunun gibi çccuklan da çoğu zaman babalarına çekerler.

Kendisinde akciğer veremi,verem ve uyuz hasta­lığıbulunan kimse de böyledir.Doktorlar verem ve cüzzam hastaları ile beraber oturulmamasını emre-derler.Fakat bununla .sirayeti kasdetmezler.Onlar bununla sadece kötü kokuyu kasdederler.Zira bu ko-ku,uzun müddet koklayan kimseyi hasta edebilir.

Halbuki uğur veya uğursuzluk inancından en uzak olan kimseler doktorlardır.

Devede olan nukbe yani yaş (irinli) uyuz da böy-ledir. D eve, hemcinsleriyle ihtilât eder ve yarasını diğer develere sürter, onların ağılına vanr ve yarasından akan irin ile uyuzu oraya bulaştırır.Hayvanın pa-lan'mın sürtmesinden meydana gelen yara da buna benzer bir şekilde bulaşır.

İşte Rasûlullahın Hastalıklı olan.sağlam ola­nın yanına sokulmasın, "derken kasdetmiş olduğu mana da budur.Hasta olanın sağlam ile karışmasını ve ona-uyuzdaki gibi pislik ve kaşıntısını bulaştırma­sınıhoş karşılamamışür.

Bazıları .bununla Rasûlullahın, deveye musallat

olan şeyin, (Allah'tan değil) hastalıklı birinden olduğu-t na inanıp da günaha girmemesini kasdettiğini zannetmişlerdir.

Bana kalırsa hadisi bu şekilde açıklamak mümkün değildir. Çünkü biz,benim anlatülanmın doğru ol­duğunu gözlerimizle görmekteyiz.

Sirayetin diğer çeşidine gelince:O da vebanın si­rayetidir .Veba bir yerde ortaya çıkar ve insan vebanın bulaşmasından korkarak oradan kaçar gider.

EBÛ MUHAMMED: Bana Sehl b.Muhammed tahdis etti (ve) dedi:Bize el-Asmaî,Basralı birinden haber verdi ki:O adam vebadan korkup kaçarken,bir eşeğe binerek ailesini Safevân'a [450]doğru götürdüğü sırada, kendisinin arkasından gelen bir deve sürücü­sünün şunlarısöylediğini duymuş:

Allah'tan ne bir eşeğe binilip kaçılabilir, ne de koşucu ve rüzgar gibi bir at üzerinde... Ölüm takdir edilen zamanda gelir de, Allah,gece yol alanın.sabah karşısında oluve­rir."

Rasûlullah: "Bulunduğunuz beldede veba olur-sa,oradan çıkmayın..! ve "Bir beldede veba olursa oraya girmeyin. [451]buyurmuştur.

"Veba bulunan bir beldeden çıkmayın"sözü ile sanki siz,Allahın kaderi (olan veba) dan kaçmakla,Al-lahtan kaçabileceğinizi sanıyorsunuz!..."demek istemiştir. [452]

"Bir beldede veba olursa, oraya girmeyin" sözü ile de,vebâ olmayan beldedeki yeriniz.sizin için daha hu­zurlu ve yaşayışınıza daha elverişlidir..11 demek iste­miştir.

Bu cümleden olarak,kadın ve ev de,uğursuzluk-la bilinir.Adamın başına ,onun hoşuna gitmeyen bir-şey veya bir musibet gelince adam."(Ev veya kadın) uğursuzluğunu bana sirayet ettirdi (bulaştırdı)" der.Rasûlullahın, "sirayet yoktur" dediği sirayet (bu­laşma ) da işte budur.

Ebû Hurayranm Rasûlullahtan rivayet ettiği "Uğursuzluk ;kadında,evde ve (binek) hayvanında olur[453]hadisine gelince;Bu,Ebû Hurayranın hata etmiş olabileceğini.onun Rasûlullahtan birşey işittiği­ni fakat onu iyi anlayamadığını insanın aklına getiren bir hadistir.

EBÛ MUHAMMED:Bana Muhammed b.Yahyâ el-Kat'î tahdis etti (ve) dedi:Bize Abdu'l-A'lâ,Saîd'den,o da Katâde'den o da Ebû Hassan el-A'rac'dan haber verdi ki:iki adam Âişe (R.A) nin huzuruna girdiler ve ona,Ebû Hurayranın Rasûlullahtan "Uğursuzluk ancak kadında,evde ve hayvanda olur dediğini" ri­vayet ettiğini söylediler.Hz.Âişe (R.A) dehşetle (ve esefle):"Kur'anı indirene yemin ederim ki,bu hadisi rivayet eden.Ebûl-Kâsım'a (Muhammed'e) (S.A.V) iftira etmiştir. "Rasûlullah sadece "Cahiliyye in­sanları,uğursuzluk hayvanda.kadmda ve evde olur derlerdi." demiştir." dedi ve "Ne yeryüzünde .ne de sizlere bir musibet gelmez kl.biz onu yaratmazdan önce (o) ,bir kitapta yazılmış olmasın." (57.el-Hadîd:22) ayetini okudu."

Bana Ahmed b. el-Halîl tahdis etti (ve ) dedi:Bize Mûsâ b. Mes'ûd en-Nehdî,îkrime (b. Ammâr) danjs hak'danjbnu Abdullah b. ebî Talha'dan o da Enes b.Mâlik'den (r.a) haber verdi .(Enes) şöyle dedi:Biz den bir adam.Peygamber'e (S.A.V) geldi ve "Yâ Rasûlallah.biz, bir eve taşındık,orada sayımız ço­ğaldı, mallarımız da arttı.Sonra başka bir eve taşın­dık,orada ise hem sayımız,hem de malımız azal-dı'dedi.Bunun üzerine Rasûlullah:"Orayı terkedin ve bırakın .O ev kötü (bir ev) dir.1 'buyurdu.[454]

EBÛ MUHAMMED:Ne bu hadis,birinci hadisi nakzeder,ne de birinci hadis,bu hadisi...

Rasûlullah onlara sadece o evden ayrılmalarınıemretmiştir.Çünkü onlar,o evin havasını ağır bulma­larına ve başlarına gelenşeylere rağmen tedirgin ve sı­kıntılı bir halde orada oturuyorlardi.Bu yüzden Rasû­lullah onlara evi terketmelerini emretmiştir.

Şüphesiz insanların,kendilerine bir kötülüğü dokunan yerin-bu hususta her hangi bir sebep mevT cud olmasa bile-ağırhğınıhissetmeleri,Ailahın onların tabiat ve mizaçlarında yaratmış olduğu bir şeydir.

Keza,kendisine iyiliği dokunan kimsenin-o kim­senin maksadı iyilik etmek olmasa bile-insana sevimli gelmesi; kötülüğü dokunan kimsenin-maksadı kötü­lük etmek olmasa bile-sevimsiz ve kötü gelmesi de Al-lahın insanlarda yaratmış olduğu bir şeydir.

Rasûlullah,nasü olur da cibt( kehânet) kabilin­den olan uğursuzluğa inanabilir...? Cahiliyye ehlinin bile pekçoğıu uğursuzluğun mevcud olmadığı kanaa-tında idiler ve onlar uğursuzluğa inanmayan kimseyi medhederlerdi.

Şâir [455]bir adamı medhederek şöyle demiştir:

"Korkak değildir .Yükünü sardığı zaman, "Bugün bana vâk ve hatim düşman oldu" der, fakat uğursuzluğuna inanan bu adam, bu"şey lerden (vâk ve hâtim'den) yüzçevirdiği za. man, (uğursuzluğuna inandığı şeye rağmen) yo luna devam eder..."

EBÛ MUHAMMED:el-Husarîm, uğursuzluğa inanan kimsedir .Vâk, göç eğen kuşu,hatim de karga demektir.

el-Murakkış [456]da (vâk ve hatim hakkında )şöy-le demiştir:

'Vâk ve hâtim'den dolayı hiç yolculuğa çıkmazken.yola çıkmış bulundum...

Baktım ki uğursuz ile uğurlu, uğurlu ile uğursuz aynıimiş.

Onun gibi,bir kimse için ne devamlı uğur ne de uğursuzluk sözkonusudur."

Bize İshâk b. Râhûye tahdis etti. (ve) dedi :Bize Abdurrazzak,Ma'mer'den,o da İsmail b.Umeyye'den haber verdi ki,Rasûlullah:"Üç şey vardır ki,hiçbir kimse onlardan kurtulamaz:UgursuzIuk,(sû-i) zan ve hasedlik..!buyurxnuş, "Bunlardan kurtulmanın çaresi nedir?" diye sorulunca,"Bir şeyi uğursuz saydın mıo yüzden birşeyden geri dönme,sû-i an'da bulunduğun zaman onu araştırma,hased etti­ğin zaman ( o şeyi) arzu etme!"-bu veya buna benzer birşey söyledi-demiştir.

Bana Ebû Hatim tahdis etti (ve) dedi:Bize el-As-maî.Saîd b.Müslîm'den.o da babasından[457]onun (babasının) uğursuzluğa inanan bir kimseye şaştığını onu şiddetle ayıpladığını ve şöyle dediğini haber ver­di:

"Ben bir tepede dururken.devenin birisi kaçtı[458].Ben onun izini takib ederken,Vâil oğullan kabile­sinden Hâni' b. Ubeyd'le karşılaştım.O hızla gidiyor ve şunları söylüyordu:

"ve şer,tepelerin üzerine sanlıp,sarmalanır. [459]

Sonra kabileden başka bir adamla karşılaştım, o ise:

"Eğer sen bizim üzerimize şakileri salarsan, on­lar bizi (asla) bulamayacaktır. [460]

diyordu. Sonra.küçükken ateşe düşmüş ve ateş­te yandığı için yüzü çirkinleşmiş ve şekli bozulmuş bir çocuğun yanına vardık.Ben çocuğa: "Sürüden kaçan bir deve (gördüğünü) hatırhyormusun?" dedim...Ba-na:Burada bedevilerden buralı olanlar var.onlara bir bak (sor) dedi.Ben de baktım,bir de ne göreyim.deve onlarda ve yavrulamış.Ben de onu ve yavrusunu al­dım.

EBÛ MUHAMMED:el-Fârık,hâmile olan ve ar­kadaşlarından ayrılan deveye denir.

Ikrimede (-150) [461]şöyle demiştir: İbnu Abbâs'm (R.A) yanında oturuyorduk.Öterek bir kuş geçti Oradakilerden bir adam:"Hayır olsun,.hayır ol­sun..!" dedi.İbnu Abbas da:"Ne hayır ne de şer...! Rasûlullah güzel isimleri (9) ve hayır ummayı (el-fe'lû's-sâlih) [462]severdi." dedi. [463]

Bana er-Rakâşî tahdis etti (ve) dedi:Bize el-As-maî haber verdi (ve) dedi:İbnu Avn'a (66-151) [464]Fe'l (hayır umma,uğur) nedir?diye sordum,bana:"Bir kim­senin .hasta olduğu zaman kendisine 'Yâ Salim" [465]dendiğini işitmesi;birşey aradığında da "Tâ Vâcid[466]dendiğini duymasıdır." dedi.(?)

EBÛ MUHAMMED:Bu (anlatılan) da insanların yaratılış icabı hoşlandığı ve ünsiyyet duyduğuşeyler-dir.Bu tıpkı onların âdetleri olan,selâmlaşırken birbir­lerine selâmet dilemeleri,dilek ve temenni hususunda mübalâğa etmeleri,hayırla müjdelemeleri gibidir.Keza "...afiyette olasın,selâmette olasın'Ve " hayırlı,bereket­li sabahlar olsun" denilmesine benzer.İranlılar da:"Bin nevruz (boyunca) yaşayasın!" derler.

Bu sözü işiten kimse.o kimsenin ömrünün uza­yıp kısalmayacağını.artıp eksilmeyeceğini bilir.Lâkin hayn (iyiliği)sevmek,müjdeli haberden,güzel manzaradan,hoşa giden isimden dolayı ferahlık duymak in­sanın tabiatında mevcuddur...

Bazan insan çiçekli bir bahçeye uğrar ve -kendi­sine herhangi bir faydası olmadığı halde-bundan dola­yı sevinir,veya berrak bir su görür, suyu içmediği veya içirmediği halde o su kendisinin hoşuna gider.

Bazı hadislerde Rasûlullahın turunç [467]kırmızı güvercin [468]ve el-fâğıye yani (kına çiçeğin)den hoş­landığı [469]rivayet edilmiştir. [470]

Bu,Rasûlullahın güzel isimden ve hayra yormak­tan hoşlanmasına benzer.

Onun,"ateşin oğullan (=benu'n-nârj","yangının oğullan (=benu hırâk)rı,"Zina oğullan (=benû zinye) ve "hüzün oğulları(=benû huzn) [471]ve buna benzer isimlerden hoşlanmaması da buna benzer bir sebep­ten dolayıdır. [472]


İDDİÂ:Siz,Habbâb b.el-Eretten rivayet ettiniz ki (Habbâb şöyle) demiştir:RasûIuIIaha (S.A.V) sıcağın şiddetinden şikâyette bulunduk,bizim şikâyetimi­zi dinlemedi.".

Yani:Onlar sıcağın fazlalığından ve kendilerinin bundan mutazarrır olduğundan yakındılar ve Rasû-lullahtan namazı.sıcağınşiddeti geçince kıldırmasını istediler. Rasûlullah onların şikâyetlerin kabul etmedi (yani namazın tehir edilmesine evet demedi).

Sonra Rasûlullahtan (S.A.V) bir de :"Namazı ha­va serinleyince kılınız.Çünkü sıcağın şiddeti,Ce­hennemin galeyana gelmesîndendir.[473]hadisini rivayet ettiniz.

İşte bu,apaçık bir ihtilâf ve tenakuzdur.

CEVAB:Biz deriz ki-hamdolsun-burada ne ih­tilâf vardir.ne de tenakuz...Çünkü vakitlerin evvelinde Allanın rızası,sonunda da afvı vardır.Affetmek ise.an-cak bir kusurdan dolayı mevzuubahs olabilir.Vakitle­rin evvelinde (namazların kılınması)te'kidli bir emir­dir. Vakitlerin sonlarında kılınması ise bir ruhsat­tır. Rasûlullahın kendi şahsı için ise.işlerin en âlî (yü­ce) si ve Allaha yakını İle amel etmekten başkası caiz olmaz.O,herhangi bir şeyin caiz olduğunu insanlara göstermek için bir veya iki kere ruhsatla amel edebi lir.Fakat Rasûlullahın, düşük ve ehemmiyetsiz olana devam edib de ,müekked ve efdal (daha üstün vekıymetli)olanı terketmesi caiz olmayacak birşeydir.

Sıcağın şiddetli olduğu bir zamanda,kendisi ile beraber namazı kılan ashabı, sıcağın şiddetinden şikâ­yet edip.sıcak azalıncaya kadar namazın tehir edilme­sini istediklerinde onların bu isteklerini kabul etme­di.Çünkü ashâb o anda kendisiyle beraber bulunu-yordu.Sonra,orada hazır bulunmayanlara,sünnetin-de genişlik ve kolaylık olsun diye namazın hava serin­leyince kılınmasını emretti.Sabah namazının alaca karanlıkta kılınmasını emrettiği halde[474]"Sabah na­mazını ortalık aydınlanınca kılın! [475]buyurması da böyledir.

Rasûlullahın öğle namazını zeval vakti kıldığına namazı (hava serinleyinceye kadar) tehir etmediğine delâlet eden şeylerden birisi de İsmail b.Uleyye'nin Avf dan, onun da el-Minhâl'den,onun da Ebû Ber-ze'den (R.A) rivayet ettiği şu hadistir:

Rasûlullah,ûlâ dedikleri öğle namazını,gü­neş batıya meylettiği vakit,yani zeval vakti kılar­dı. [476]


İDDİÂ:Rasûluilahm:MAslâ hiçbir Peygamber Allahı İnkâr etmemiştir."buyurduğunu ve bir de "Küçük yaşta iken kendisine iki melek geldiği­ni,kalbinden bir kan pıhtısı çıkardıklarını,sonra kalbini yıkadıklarını ve yerine koyduklarıni[477]rivayet ettiniz.

Sonra da Rasûlullahın kırk sene kavminin dini üzre olduğımu,iki kızını,ikisi de kâfir olan Utbe b.ebî Leheb ve Ebu'l-As b.er-Rabî'e nikahladığını rivayet et­tiniz.

Bunda ise ihtilâf ve tenakuz vardır .Ve bu Rasû-lullah için bir nakısa (eksiklik) dir.

CEVAB:Biz deriz ki,manası anlaşılmca,bunda hiç kimsenin - Allaha hamd olsun-bunu tenkid etmesi veya buna dil uzatması meavzûbahis değildir.

Çünkü Yemenliler hariç bütün araplar İbrahim (A.S) oğlu İsmail'in (A.S) neslidir ve dâima İbrahim (A.S) dininden kalma bazıesasları muhafaza edegel-mişlerdir.

Ka'be'yi haccetmek ve ziyaret etmek,hıtan (sünnet olmak),nikâhlanmaktüç kere boşayınca (kat'î) aynhğm vuku bulması.bir veya iki boşamada erkeğin tekrar hanımına dönme hakkının bulunması,öldürü-lenin diyeti olarak yüz deve verilmesi[478]cünüb olunca boy abdesti alınması,hunsâ'nın kadın mı erkek mi sa­yılacağıhususunda bevletme uzvuna bakılması.akra-balık sıhriyet ve soy cihetinden mahrem olanların ni­kahlarının haram kılınması bu kabil esaslardandır ve araplann bunlara uydukları herkes tarafından bilinen bir husustur.

Üstelik onlar (günah ve sevabları) yazan iki me­leğin varlığına da inanıyorlardı.

Cahiliyye şairlerinden el-A'şâ:

"Senin nimetini inkar ettiğimi sanma, şahidim üzre ey Allahın şahidi.şahid ol.." demiştir.

Yani:Dilim üzre ey Allahın meleği,dediklerime şahid ol.."demektir.

Arapların bir kısmı ba's(diriliş)ye hesâb'a da inanırdı.Zuheyr b.ebî Sulmâ Cahilidir,İslama erişme­miştir- Muallakât-ıSeb'a'dan addedilen meşhur kasi­desinde şöyle demektedir:

"...ya geri bırakıhr.bir kitaba (yazılıp) konulur ve hesap gününe saklanır veya geri bırakılmaz,hemen cezalandırılır."

Sahibinin kabri başında ayakları bağlananan ve ölesiye kadar ne yem ne su verilen deve hakkında da"Kıyamet günü sahibi o deveye binerek gelir.Eğer yakınları,kendisi öldükten sonra bunu yapmazlar-sa,çıplak ayakla,yaya olarak gelir."derler.

Ebû Zubeyd de bunu anlatarak şöyle demiştir:

"Başları velâyâ içersinde olan develer gibi,

Yanaklarının pembeliğini sam yeline veren (sev­gili) ler"

el-velâyâ,devenin hamutunun (semerinin) altına konulan örtüye denir.Araplar bunun ortasını oyarlar ve devenin boynuna geçirirlerdi.en-Nâbiğa da şöyle demiştir:

"Mahalleleri İlâh' in canibidir, dinleri de tam­dır. Mükafattan başka birşey de beklemezler,"

en-Nâbiğâ'nm mükâfattan kasdı,amellerin kar­şılığıdır. Mahalleleri de Şam (Suriye) dir[479]

Rasûlullah kavminin dini üzre idi,dendiği zaman kasdedilen,RasûlulIahın,kavmi gibi Allaha iman et mesi; sünnet olmak,boy abdesti almak.haccet-mek, tekrar diriliş e, kıyamet ve amellerin karşılığının görüleceğine inanmak gibi hususlarda onların şeriat-lanyla amel etmesidir.Bununla beraber Rasûlul-lah,putlara yaklaşmaz,onlan ayıplamaz ve "Bana sev­dirilmedi" derdi.

Şu kadar ki Rasûlullah,kendisine vahyolunana kadar,Allahm farz (olan emir)lerini ve kullan için (da­ha sonra} kendisi vasıtasıyla koymuş olduğu hüküm­leri bilmiyordu.

Allahu taâlâ da:"O (Rabbin).sen bir yetim iken (seni) barındırmadı mı?Seni (şeriat hükümlerini) bilmezken (nübüvvet nimeti ileşer'ı) yola koyma-dımi?" (93.ed-Duhâ:6-7) buyurmuştur.Cenâb-ı Hak­kın âyetteki "dâl" lafzından muradı,îman,İslâm ve onun esaslarının tafsilatını bümiyordun,Allah da sa­na yol gösterdi,demektir.

Yine Cenâb-ı Hakkın:" Sen kitap nedir.iman ne-dir,biliniyordun." (42.eş-Şûrâ: 52) ayeti de böyle-dir.Yani:Sen Kur'an nedir,imanm esasları neler dir.bilmezdin, demektir.

Allah bu ayette.ikrar manasına olan imanıkas-detmemiştir.Çünkü Rasûlullahın küfür ve şirk üzre ölen ecdadı Allahıbilirler.O'na inanırlar.O'nun (rızası) için haccederler, (fakat) Allaha yaklaşmak için O'ndan başka ilahlar edinirler ve söylediklerine göre bu ilah­lar onları Allaha yaklaşünrdı.Kezâ zulümden sakınır-lar.zulmün neticelerinden kaçınırlar,ve, "Hiç kimseye karşı haddi aşmayalım ve zulmetmeyelim" diye anlaş­ma yaparlardı.

Habeş meliki (Ebrehe) Abdulmuttalib'e ne istedi­ğini sorduğu zaman,onun"Kaçan develerimi..."deme­sine, Ebrehe, "Nasıl olur da Ka'beyi yıkmamamı istemi­yorsun da (kalkmış develerini istiyorsun)" deyince,Ab-dulmuttaîib:

"Bu evin (Ka*be) yıkılmasına mani olacak bir (sa-hib)i var" demiş veya buna benzer birşey söylemiş­tir.

Onlar Allanın varlığını kabul ederler,O'na inarur-lardı.Böyle olunca,tertemiz ve pâk olan Rasûlullah -vahiyden önce -nasıl olur da Allaha iman etmez?

Bu (bizim anlattığımız) husus,herkese aşikâ-rdır.Hiç kimse Allanın "Sen kitap nedir.iman nedir bilmiyordun"ayetindeki îmân'dan kasdedilenin,ima-nın esasları olduğunu hatırdan uzak tutamaz.

EBÛ MUHAMMED:Bu hadisin mânâsı şu­dur iRasûîullah İbrahim ve İsmâil£A.M.S) dinleri üzre idi.Rasûlullahın kavmi bunlardır yoksa Ebû Cehil ve diğer kâfirler değildir. Çünkü Allah İbrahim'in (A.S)"Kim bana tâbi olur, izimden giderse, iş t e o ben-dendir.Kim de bana isyan ederse,tevbe ettiği tak­dirde muhakkak ki sen çok bağışlayıcı,çok merha­met edicisin" fl4.İbrâhim:36) dediğini Kur'an'da hi­kaye etmiştir.

Cenab-ı. Hak Nûh 'a (A.S)"O senin ailenden de-ğildir."(l l.Hûd: 46) demiş tir. Yani Nuh'un oğlu,baba-sının dininden ayn olduğu için (onun ailesinden değil­dir)

Rasûlullahın iki kızını.iki kâfire nikahlamasına gelince :Bu da Rasûlullahın bilmediği dini hükümler­den idi.Birşey,haram kılınmakla kabin ve çirkin olur,mübah ve helal kılınmakla da güzel olur.Rasûlul-lahın,Allahın kafirlerle nikahlanmayı haram kılma­sından ve bu hususta âyet inzal etmesinden önce kız­larını iki kâfire nikahlamasında, onu Allaha küfretme­ğe götürecek herhangi birşey yoktur. [480]


İDDİA :Rasûlullahm "Ümmetim yağmura ben-zer.başı mı hayırhdır.yokşa sonu mu.bilinmez" [481]

buyurduğunu ,sonra da"İslâm başlangıçta garip idi.Sonra tekrar garip olacaktır." [482]ve"Ümmeti-min hayırlısı benim peygamber gönderildiğim asır­dır. [483]hadislerini rivayet ettiniz.Bu bir ihtilaf ve tenakuzdur.

CEVAB:Biz deriz ki,bunda ne tenakuz vardır ,ne de ihtilaf. Çünkü Rasûlullah "İslâm başlangıçta garip idi.Sonra tekrar garip olacaktır."sözü ile İslâmın zu­huru esnasında müslümanlann az olduğunu,âhir za­manda da az olacağmı,şu kadar ki,bu az olanların ha­yırlı olanlar olduğunu kasdetmiştir.

Bu dediğimizin şahidi de Muâviye b.Amr'ın.Ebûİshak'dan,onun el-Evzâî'den,onun Yahya'dan veya Urve b.Ruvevm'den rivayet ettiği şu hadistir:Rasûlul-lah (S.A.V)"Ümmetimin hayırlıları başı ve sonu­dur .Bu ikisinin arası ise çoğunluğu teşkil edip eğri büğrüdürler. Onlar senden değildir.sen de onlardan degilsin."buyurmuştur.

Bu hususta daha birçok hadis varid olmuş-tur.Bunlardan bazılan:

Rasûlullah (S.A.V) âhir zamandan bahsederek şöyle dedi:"O zaman dinine sanlan.kor ateşi avuç-layen kimse gibi olacaktır. [484]

Başka bir hadiste,o zamanın şehidlerinin Be­dirşehidleri gibi olacağını İfade buyurmuştur. [485]

Bir başka hadiste de,ngaripler"in kim olduğu sorulmuş,"insanların (terketmek suretiyle) öldür dükleri sünnetimi,ihya eden (dirilten)lerdir. [486]buyurmuştur.

"Ümmetimin en hayırlısı,benim Peygamber gön­derildiğim asırdır." hadisine gelince:Onun ashâbı-nın.âhir zamandaki müslümanlardan daha hayırlı ol­duğundan ve insanların hiçbirisine, onlara verilen üs­tünlüğün verilmediğinden şüphe ediyor değiliz.

"Ümmetim yağmura benzer.başı mı hayırlı-dır.yoksa sonu mu,bilinmez" hadisini,onlann derece­sinin Ashabına yakın olduğunu ifade etmek için söyle-miştir.Nitekim,'Bu elbisenin önü mü daha güzel arka­sımı?" denilir.Önü daha güzeldir,ancak sen bununla (güzellik bakımından) elbisenin önü ile arkasını birbi­rine yaklaştırmayı kasdetmiş olursun.Keza,"Bu kadı­nın yüzü mü güzel,yoksa ensesi mi?" demen de buna benzer.Yüzü daha güzeldir, fakat sen güzellikte yüz ile enseyi birbirine yaklaştırmak istiyorsun.

Rasûlullahın Tihâme hakkında[Tihâme) bal-tulumuha benzer,başı mı daha iyidir.yokşa sonu mu büinmez.[487]buyurması da bunun gibidir.

Bal,tulumda;şütün kapta kesilip bozulduğu gibi bozulmaz ki.başı sonundan iyi olsun.Başı da sonu da hemen hemen birdir.Başının sonundan pek fazla bir üstünlüğü yoktur... [488]


İDDİÂ:Rasûlullahm,"Beni Yûnus b. Met tâ (A.S) dan üstün tutmayın.Peygamberler arasında da (bi­rini diğerinden üstün tutarak) tercih yapmayın. [489]buyurduğunu sonra da"Ben Âdem oğullarının efendisiyim-ögünmüyorum ve ben kendisi için yer yarılıp parçalanacak (ve kabirden çıkacak olan) ilk kimseyim-öğünmüyorum[490] dediğini rivayet ettiniz.Bu ise tenakuz ve ihtilaftır.

CEVAB:Biz deriz ki:Burada ne ihtilaf vardır.ne de çelişki.

Peygamberimiz sadece kıyamet günü Âdem oğullarının seyyidi (efendisi) olduğunu kasdetmiş-tir.Çünkü o gün,şâfi'( şefaat edici) veşehîd (şâhid) olan odur.livâu'l-hamd'ın[491]ve Havz (-i Kevser) in sahibidir[492]O kendisi için yer yarılacak (ve kabirden çı­kacak) olan ilk kimsedir.

Rasûlullâh,"Beni Yûnus'dan (A.S) üstün tutma­yın." sözünü tevazu yoluyla söylemiştir.Nitekim Hz.Ebûbekr'in (R.A)" En hayırlınız olmadığım hal-de,başınıza halife oldum" sözü de böyledir (tevazu yo­luyla söylenmiştir)

Rasûlullah,İbrâhim,Mûsâ ve İsâ (A.M.S) gibi peygamberleri değil de derecesi onlardan aşağı olan Yûnus'u zikretmiştir.Bu suretle Rasûlullah "Ben Yûnus'tan bile üstün tutulmamı sevmezken,nasıl olur da Yûnus'dan daha faziletli olan (ulu'l-azm)peygam-berlerden üstün tutulmamıisteyebilirim..!" demek is­temiştir.

Zira Cenâb-ı Hak "Rabbinin hükmüne sabret d e, Yûnus Peygamber gibi olma" (68.el-Kalem:48) buyurmakla,Yûnus'un (A.S) diğer peygamberlerin sabrı gibi bir sabra sahip olmadığını kasdetmiştir.Bu âyette aynca,RasûluUahın Yûnus'dan (A.S) daha üs­tün olduğuna delâlet vardır.Çünkü Allah ona 'Yûnus gibi olmamasını" söylemiştir.

Demek ki Rasûlullah, "Beni ondan üstün tutma­yın." sözünü tevazu yoluyla söylemiştir.

"Beni ondan üstün tutmayın" sözü ile, "Beni amel bakımından ondan üstün tutmayın. Onun amelinin

benden çok olması mümkündür .Beni belâ ve imtihancihetinden de üstün tutmayın.Şüphesiz o,benden da­ha çok belâ ve musibetlere maruz kalmıştır." demek is­temiş olması da mümkündür.

Allahu taâlânın kıyamet günü Peygamberimizi bütün diğer peygamberlerden daha yüce ve faziletli bir mevkiye çıkarması, onun işlemiş olduğu amellerinden dolayı değildir.Bilakis Allahın ona olan fazl-u ihsanın­dan ve bunu ona has kılmasından dolayıdır.Keza onun ümmeti de mihnet (belâ,sıkıntı) bakımından ümmetlerin en kolay (rahat) olanıdır.

Allah,Rasûlünü bu ümmete,kolay olan hanîf di­ni (el-hanefiyyetu's-sehle) ile gönderdi ve İsrail oğulla-rındaki farzlardaki ağırlık ve boyundurukları bu üm­metten kaldırdı. Bununla beraber bu ümmet,-Allanın lütfü ile- insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet­tir.[493]


İDDİA :Rasûlullahın,MKalbinde hardal tohumu kadar kibir bulunan Cennete giremez.Yine kalbin­de hardal tohumu kadar iman olan da Cehenneme girmez. [494]buyurduğunu,sonra da,"Zinâ etse de.hırsızlık etse de," La ilahe illallah" diyen Cenne­te girer. [495]dediğini rivayet ettiniz.Zinâ ve hırsızlık ise Allah nazarında hardal tohumu kadar kibirden daha büyük günahtır.

İşte bu,bir tutarsızlıktır.

CEVAB:Biz deriz ki:Burada herhangi bir tutar­sızlık mevzuubahis değildir .Ve bu hadisler sadece, (sözü edilenlerin) hükmünm ne olduğunu ifade etmek için söylemiştir.

Hadiste kasdedilen, "Kalbinde hardal tohumu kadar imân olan kimsenin hükmü Cehenneme girmek değildir .Ve kalbinde hardal tohumu kadar kibir bulu­nan kimsenin de hükmü Cennete girmek değii-dir.Çünkü kibriyâ (ululukjAllahındır.başkasmın ola­maz." demektir.

Bir kimse ululuk ve büyüklük hususunda Allahu taâlâ ile çekişirse, o kimsenin hükmü Cennete gir­mek olamaz. Fakat Allah bundan sonra ona dilediğini yapar.

Senin,küçük bulduğun bir ev hakkında,"Bu ev­de ümerâ (emirler) kalamaz" demen de buna benzer bir sözdür.Sen bu sözünle o evin ve emsalinin hükmünün "ümerânın orada kalmaması" olduğunu belirtmiş olu­yorsun. Fakat ümerânın o evde kalması da caizdir.

Yine,"Burası,hür bir kimsenin kalamayacağı bir beldedir." sözün ile,o beldenin hükmünün,orada hür insanlann kalmamasıolduğunu kasdediyorsun. Fa­kat hür insanların orada kalmaları da caizdir,

Rasûlullahın, "Kim bütün yıl (fasılasız) oruç tutarsa,Cehennem onu sıkıştırır" hadisi de böyle-dir.Çünkü o kimse,Allahm hediyesine ve sadakasına tenezzül etmemiş ve Allanın verdiği ruhsat ve kolaylık­la amel etmemiştir. Ruhsatı terkeden ise azimeti terke-den gibidir.Her ikisi de-şayet Allah cezalandıracak olursa- cezaya müstehakür.

"Kim bir mü'mini kasden öldürürse,onun ce­zası,içinde devamlı kalmak üzere Cehennemdir. " (4.en-Nisâ:93) ayeti de böyledir.Yani:O kimsenin hük­mü Cehennem üe cezalandınlmaktır.Fakat Allah dile­diğini yapar .Allah,-Ebû Hurayra hadisinde de belirtil­diği gibi-kime bir amel karşılığında sevab vâdetmiş-se,onu verir.Kime de bir amel karşılığında onu ceza­landıracağınıbildirmişse.bu hususta Allah dilediğini yapar, (ister cezalandırır, isterse affeder) [496]

Bana İshak b. İbrahim eş-Şehîdî tahdis etti (ve) dedi:Bİze Kurayş b. Enes haber verdi (ve) şöyle de-di:Amr b.Ubeyd'i (80-144)[497]şöyle derken işit­tim: "Ben kıyamet günü getirilirim ve Allanın huzurun­da durdurulurum. (Allah) bana: "Niçin katil Cehen­nemdedir, "dedin? der.Ben de:"Ey Rabbim bu (nun böyle olduğu)nu sen söyledin"derim,dedi ve"Kira bir mii'mini kasden öldürürse,onun cezası.içinde de­vamlı kalmak üzere Cehennemdir."ayetini okudu.Ben ona -ki evde benden küçük olan yoktu-;Eğer sana Allah.ben, "Doğrusu Allah kendine eş ko­şulmasınıbağışlamaz.Ondan başkasını dilediği kimse İçin bağışlar ve mağfiret buyurur." (4.en-Nisâ;48) dedim.Sen benim,onu (katili) bağışlamak is­temeyeceğimi nereden bildin? derse.ne cevab verirsin dedim.

Kurayş b.Enes (-209) [498]dedi ki:Benim bu su­alim üzerine bana birşey diyemedi..[499]


IDDIÂ: iz,adamın birinin oğullanna:"Ben ölün­ce benim cesedimi yakın ve külünü denize savurun. Ola ki Allaha kendimi unuttururumda kurtulurum)" dediğini,onların da babalarının deçliğini yaptıklan-nı.Allahın da onu(n cesedini) biraraya getirdiğini ve sonra: "Seni bu işi yapmağa zorlayan nedir? (veya bumanada birşey) dediğini ve o adamın da:"(Beni bu işe zorlayan) senin korkundur,Yâ Rab..!" dediğini ve Alla­nın da onu bağışladığını rivayet ettiniz [500]

Halbuki bu adam kâfirdir.Allah da kafiri bağışla-maz.Nitekim Kur'an da böyle söylemektedir.

CEVAB:Biz deriz ki:"(ola ki) Allahı şaşırtırım (=udıHu'llâhe) sözünün manası, "(Ola ki) Allaha kendi­mi unuttururum."demektir.Nitekim sen,"şunu şunu unuttum" veya "şunu unutturdum" (=daleltu keza ve keza, adleltuhu)" dersin.

Cenab-ı Hakkın"(Musa) dedi ki:Onların İlmi Rabbimin katında bir kitaptadır.Rabbim hata et­mez (şaşırmaz) ve unutmaz." (2O.Tâ-Hâ:52) ayeti de böyledir .Yani Rabbim hiçbir şeyi kaçırmaz demektir.

Bu klmse,Allaha iman etmiş.O'nun varlığını ka­bul eden,O'ndan korkan bir adamdır .Ancak Allanın sıfatlarından birini bilmemektedir.Adam,cesedi yakı­lıp rüzgarda savrulunca.Allahtan kurtulabileceğini zannetmiştir .Allah da kendisinin tevbîhini (azarlama­sını)bildiği ve azabından korktuğu için, o adamın.ken-disinin sıfatlarından birini bilmemesini aivetmiştir.

Allanın sıfatlan hakkında bazı müslümanlar da hatâ'ya düşebilir.ancak bu gibilerin Cehennemlik ol­duklarına hükmedilemez.Sadece onların hükmü.on-ları ve niyetlerini en iyi bilene (Allaha) bırakılır. [501]


İDDİA:Rasûlullahm,"Kİmtİntikam alır korku-suyla.yılanlan öldürmeyi terkederse,şüphesiz küf­re girmiş olur. [502]dediğini rivayet ettiniz Halbuki Allah (C.C):"Eğer siz,yasak edildiğiniz günahlarınbüyüklerinden sakınırsanız,sizin diğer kabahatla-rınızı örteriz."(4.en-Nisâ:31) buyurmaktadır.

Eğer bu bir günah ise ,küçük günahlardandır.O halde siz,"Zina eden ve hırsızlık eden bir kimsenin La İlahe illallah derse mümin olduğunu ve Cennete gireceğini.[503]rivayet edip dururken.biz bu şahsı nasıl küfürle itham edebiliriz? Sonra da (bu rivayetini­ze rağmen) yılanları öldürmeyi terkettiğinden dolayı bir kimseyi tekfîr ediyorsunuz.Bunda çelişki ve tutar­sızlık vardır.

CEVAB:Biz deriz kİ:Burada ne bir çelişki ne de tutarsızlık vardır.Burada,yılanıöldürmenin.kişiyi küfre götürecek büyük günahlardan olduğu hususu kasdedümemiştir.Büyük günah.intikam alır korku­suyla yılanı (öldürmeyi) terketmektir.Bu ise Cahiliyye inançlarından idi. Cahiliyye araplan derlerdi ki;Bir yı­lan öldürüldüğünde,cinler o yılanın intikamını almak isterlermiş.Bazan katili Öldürür,bazan aklî dengesini bozar,bazan da katilin çocuğunu öldürürlermiş...

İşte Rasûlullah, (bu hadisiyle) onlara bunun asılsız olduğunu bildirmiş ve kim buna inanırsa küfretmiş olur.demiştir.Bu sözüyle bizim de anlattığı­mız üzre onun batıl fesılsız) olduğuna inanmayıkas-detmiştir.

Küfür bize göre iki kısımdır.

Birisi,dinin asıllarından (esaslarından) birinin meselâ Allah'ı {C.C),peygamberlerini, kitaplarını veya yeniden dirilişi inkar etmek gibi.İşte bu esaslardır ki, bunlardan herhangi birini inkar eden bir kimse.İslam cemaatından çıkmış olur.Ölürse.müslüman akraba­ları ona mirasçıolamaz.cenaze namazı da kılınmaz.

Diğeri iscdinin fürûundan bir fer'i {dinin aslın­dan olmayan birşeyi) tevil yoluyla inkar etmek,Kade-ri.mestlere meshetmeyi,( bir defada yapılan} üç talâ kın vukuunu ve buna benzer şeyleri inkâr etmektir.Bu inkar ile İslamdan çıkılmışolmaz,bunlardan birini in­kar edene de kâfir denmez.Tıpkı münafığa,iman etti denilip de mü'min denilmediği gibi. [504]

18-Aklın .Müşahâdenîn (Gözlemin) ,Kur'ân Ve Hadisin Yalanladığını Söyledikleri Bir Hadis...

İDDİÂ RasûlullarTm (S.A.V)"Benim bu minbe­ri m, Cennet kapılarından bir kapı üzerindedir[505]ve "Benim kabrim ile minberim arası,Cennet bahçe­lerinden bir bahçedir. [506]buyurduğunu rivayet ediyorsunuz...

Halbuki Allah, "Sidretu'l-müntehâ'mn yaninda..Me'vâ Cenneti onun yanındadır."( 53.en~Necm: 14-15) ve .."..eni göklerle yer kadar olan Cennete (koşun).O Cennet müttakiler İçin hazırlanmış-tır.(3.Âl-iİmrân: 133) buyurmaktadır.

Yine pekçok hadiste de Cennetin yedinci kat gökte olduğunu rivayet ettiniz. [507]Bu ise çelişki ve tutarsızlıktır. CEVAB:Biz deriz ki,burada ne bir tutarsızlık ne de bir çelişki vardır.Çünkü Rasûlullah,"Kabrim ile minberim arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir" sözü ile.buramn bizzat Cennet olduğunu kasdetme-miştir.O ancak burada kılınacak namazın ve zikrin in­sanıCennete götüreceğini, onun Cennetten bir parça olduğunu.minberinin Cennet kapılarından bir kapı üzerinde olduğunu kasdetmiştir. (Hadisteki kapı,ya-ni)"et-tur'a,kanal ağzına denir.Yani:Benim minberim sadece Cennete açılan bir kapıdır, demek olur.

EBÛ MUHAMMED:Bize Ebul-Hattâb tahdis etü (ve) dedijBize Bişr b.el-Mufaddal haber verdi (ve) de-di:Bize Gurfa'nın mevlâsı Amr b. Abdillah,Eyyûb b. Hâlid el-Ensârî'den haber verdi. (Eyyûb) dedi ki:Ensâ-rdan Câbir b. Abdillah (RA) dedi ki:Rasûlullah çıka-geldi ve "Cennet bahçelerinde yayılınız" dedi.Cen­net bahçeleri nerede Yâ Rasûlullah ?" dediler."Zikr meclisleridir, "buyurdu.

Bu o'nun başka bir hadisindeki: Hastalan ziya­ret eden Cennet yollan üzerindedir." sözü[508]gibi­dir. (Hadisteki)el-Mahârif "yollar" demektir, tekili "Mahrefe" dir.

Ömer b. el-Hattâb'm (RA) "Sizi develerin yolu gi­bi (=misli mahrafeti'n-naam) bir yol üzerinde bırakıyo­rum, "sözü de böyledir.Mahrafe,yol demektir.

Rasûlullah sadece,hasta ziyaretinin Cennete girmeğe vesile olacağını ve sanki Cennete giden bir yol olduğunu kastetmiştir.Zikir meclisleri de böyle-dir.Cennet bahçelerine girmeğe vesiledir,(yani) o bah­çelerdendir.

Ammâr b. Yâsir'in ( -37) [509]"Cennet bârikaların altındadır." sözü-kılıca mecazen bârika (=şimşekli bulut )denir-ve "Cennet kılıçların gölgesi altındadır. [510]sözü de böyledir...Burada Cihadm-sankİ Cennet onun altında imişçesine -Cennete vesile olaca­ğı kasdolunmaktadır. Bazıları Rasûlullahın kabri ile minberinin arası.Cennet bahçelerinden bir bahçenin hizasındadır ve minberi de Cennet kapılarından bir kapı üzerindedir, diyebilirler ve bu suretle.kabri de minberi de Cennetten addedebilirlerse de, birinci gö­rüş ,benim nazarımda daha güzeldir-Allah en iyi bilen­dir[511]


İDDİÂ: Rasûlullahın "İmamlar Kureyş kabile­sinden olur.[512]buyurduğunu ve Hz.Ebûbekirin de Sakîfetu beni Sâıde (hadisesi) günü.Ensâra karşı bu hadisi delil olarak ileri sürdüğünü rivayet ettiniz. [513]

Sonra da Hz.Ömer'in/vefatı esnasında:"Ebû Hu-zeyfe'nin kölesi Salim hayatta olsaydı hiç tereddüd et­mezdim." dediğini rivayet ettiniz.

Sâlim,Ebû Huzeyie'nin azadlı kölesi değildi.Sa-dece Ansâr'dan bir kadının kölesi idi.Kadm onu azad edip,yetiştirmişti.Ebû Huzeyfe'ye nisbet edilmesi ise aralarındaki anlaşma (hıli) dan dolayıdır.

Siz (Hadis ehli] imameti, Ensâr'in azadh köleleri­ne layık gördünüz.

Eğer Salim Kureyş'in kölesi olsaydı, mümkündür ki siz.bir kavmin azadlı kölesi onlardan ,o kavimden sayılır diyerek delil getirirdiniz.

Bu ise bir çelişki ve tutarsızlıktır.

CEVAB: Biz deriz ki:Bu sözde herhangi bir çelişki yoktur.Şayet Hz.Ömer, "Eğer Salim hayatta olsay­dı, onu sizin üzerinize vali ve başınıza emir yapmakta tereddüd etmezdim." demiş olsaydi.o zaman çelişki olurdu.Hz.Ömer'in "...hiç tereddüd etmezdim." sözü­nün onların anladıklarından başka bir mana ifade et­mesi mümkündür.

Zira Hz. Ömer'in .Rasûlullahın kendilerini Cen­netle müjdelediği Aşere-i Mübeşşere ve Muhacirlerin seçkinleri varken,halife seçimini onlardan birini seçe­cek bir şûraya havale etmemesi ve Sâlim'i (R.A) halife seçmekte tereddüt etmemesi hiç düşünülebilir mi?Bu, hatalı bir söz ve kısır bir görüştür.

Lakin Hz.Ömer, halife seçilmesini onların araların­da yapacaklan meşverete havale edince, onlar kendilerin­den birini imam seçesiye kadar namaz kıldıracak bir imam tayin etmek istedi. Seçim için onlara üç gün mühlet verdi. Oğlu Abdullaha da onlara (şûra heyetine) biran evvel se­çimi yapmalarını söylemesini emretti, ve Sâlim'i hatırla­yarak "Eğer hayatta olsaydı, hiç tereddüt etmezdim." dedi. el-Cârud el-AbdTyi de hatırlamış ve "Eğer Abdu'1-Kays oğullarından Uaymiş ( = A'meşcik) hayatta olsaydı, onu öne geçirirdim." demiştir."..onu öne geçirirdim" sözün­de Hz.Ömer'in Salim hakkında (el-Cârud gibi) onu namaz kıldırması için imam yapmayı düşündüğüne deiiî vardır.

Sonra Hz.Ömer Suheyb b.Rûmi üzerinde karar kıl­mış ve Ashab ittifak edip, içlerinden birini seçinceye ka­dar (namaz için) imamlık yapmasını ona emretmiştir [514]

20-HABER VE İnazarın (RİVAYETLERİN VE AKLIN) YALANLADIĞINI SÖYLEDİKLERİBİR HADİS...

İDDİA;Rasûluüahm "Güneş, şeytanın iki boynuzu arasından doğar. Binaenaleyh, güneş doğarken namaz kılmayınız. [515]buyurduğunu rivayet ettiniz.

Siz, (bu rivayetinizle) şeytanın göklere kadar va­ran boynuzlan olduğunu,yeryüzünden kat kat büyük olan güneşin de onun iki boynuzu arasında hareket ettiğini kabul etmiş oluyorsunuz.

Siz-bununla beraber- bir de şeytanın,insanındamarlarında dolaştığını[516]kabul ediyorsunuz.Bu iki durumda şeytan,hem herşeyden daha latif (ince) ve hem de herşeyden daha büyük olmuş oluyor.

Güneş doğarken namaz kıhnmamasma sebep olarak da güneşin.şeytanın iki boynuzu arasından doğmasını'gösteriyorsunuz.

Güneşin, şeytanın iki boynuzu arasında hareket etmesiyle Allah için namaz kılmanın ne alakası var?Bunda,Allah için namaz kılmaya mani olacak ne var?

CEVAP:Biz deriz ki:Onlann bu hadisi inkar et-meleri,onların, şeytanların ve cinlerin varlığına,Allahın onların terkiblerinde halden hale geçmelerini mümkün kılmasına,cin ve şeytanların bazan bir ihti­yar suretinde.bazan bir genç sûreünde.bazan ateş.ba-zan köpek,bazan bir yılan şeklinde görünmesine,ba-zan göklere ulaşıp.bazan kalplere girdiğine.bazan da insanın damarlarında dolaştığına inanmadıklarından dolayı ise onlar,Kur'ân'ı ve bu hususta Rasûlullahtan ve geçmiş peygamberlerden gelen haberleri,ewelki mukaddes kitapları ve geçmiş ümmetleri inkar ediyor­lar demektir.Çünkü Allahu taâlâ Kur'ân'm'da şeytan­ların gökyüzünde kulak hırsızlığı yapabilecekleri yer­lerde oturduğunu ve kendilerine yıldızlar atıl(alarak yakıl)dıklanm haber vermektedir.

Allahu taâlâ şeytanm-bize görünmediği halde-"Onlan (insanları) gerçekten saptıracağım,kendi Ierini uzun emellere düşürüp, olmayacak kuruntu­larla aldatacağım ve elbette onlara emredeceğimde, davarlann kulaklarını (putlara adamak üzere) kesip ya­racaklar. Çaresiz onlara emredeceğim de Allah in yarattı­ğım (puilaştırarak, aslından çıkararak) değiştirecek­ler. "(4.en-Nisâ: 119) dediğini bize haber vermektedir. Eğer Allahın kendisine verdiği bir kuvvet ile insanın kalbine girmiyorsa- Allahu teâlânın da dediği gibi- bütün bunları şeytan bize nasıl emredebilir, nasıl bize vesvese verebilir, nasıl bizi kuruntulara sevkeder ve bizi uzun emellere dü­şürebilir?

Hadiste de, şeytanın bir kere Neci d'1 i bir ihtiyar su­retinde, bir kere kurbağa, bir kere de yılan şeklinde görül­düğü rivayet edilmektedir.

Allahu taâlâ bizlere rical (= erkekler) dediği gibi cin­lere de "erkekler" adını vermiştir. Allahu taâlâ şöyle bu­yurmuştur:" Doğrusu insanlardan bazı erkekler, Cinler­den bazı erkeklere sığmıyorlardı." (72, el-Cinn: 6).

Hûru'1-ayn (Cennet hurileri) hakkında da Allahu ta­âlâ: "Bu (Cennetteki) kocalarından önce kendilerine ne bir insan dokunmuştur ne de bir cânn (cin)" (55. er-Rahmân:56) buyurmuştur. Bu ayet, insanların cinsi mü­nasebette bulunması gibi, cinlerin de cinsi münasebette bu­lunduklarınıgösterir.

EBÜ MUHAMMED: Biz bu kitapta zındıklara ve Allahın ayetlerim, Peygamberlerini yalanlayan inkarcıla­ra cevap vermeyi gaye edinmedik. Bizim maksadımız, sa­dece müslümanlardan olduğunu söyleyip de, hadislerde tu­tarsızlık, çelişki ve muhal (akıl dışı) şeyler bulunduğunu iddia edenlere cevab vermektir.

Eğer, aklı almadığı, güneşin şeytanın iki boynuzu ara­sında doğmasından dolayı namazı terketmede bir mana gö­remediği için bu hadisi inkar ediyorsa, biz-AUahın izniyle-onun aklına yatacak, onun beğeneceği ve onun nazarında akıl dışı olmayacak olan manayı kendisine gösteririz.

(Rasûlullah)güneş doğarken.namaz kümamayı ancak sununun için menetmiştir. Çünkü ateşe tapan­lar bu vakitte güneşe secde ederler.

Geçmiş ümmetlerden pekçoğu güneşe ibadet ve secde etmişlerdir.Bu kavimlerden birisini Allah bize Sebe' (Sabâ) melikesinin kıssasını hikaye ederken zik-retmiştir.Bu kıssada Hüdhüd .Süleyman' a (A.S):"Onu (Sabâ melikesini)ve kavmini Allâha değil,güneşe tapıyorlar buldum. Şey tan onların amellerini ken­dilerine güzel göstermiş."(27.en-Neml:24) der.

Araplar içersinde de güneşe tapan,ona ta'zim eden ve ona "ilahe" diyen bir kısım insanlar vardı.(Me-selâ) el-A'şâ,güneşi kasderek şöyle demiştir:

"Ona yakın bir şekilde İlâhe'nin önünde eğildi­ğimde duyduğum korku gibi bir korku duymadım."

Kıraat imamlarından kimisi,"Musayı ve kavmi­ni fesadçıhk yapmaları ve Musa'nın hem seni.hem de senin taunlarım terketmesi için mi bu yerde bı­rakacaksın. "(7. el-A'raf: 127) ayetindeki ilahlar mana­sına olan "âlihe" yi, "ilahe" olarak okumuştur.Bu tak­dirde mana"..hem seni,hem de taptığın güneşi terket­mesi..."şeklinde olur.

Rasûlullah da.güneşe tapanların güneşe taptık­larıvakitte bizim namaz kılmamızı istememiş ve şey­tanların veya iblis'in o vakitte güneşin doğduğu yerde bulunduğunu, onların güneşe secde etmekle iblise (veyaşeytana) secde etmekte ve ona uymakta olduk­larını bize bildirmiştir.

Rasûlullah karn (=boynuz) sözüyle.onlarm zi­hinlerinde tasavvur ettikleri sığır veya koyun boynuzu gibi bir boynuz kasdetmemişür.Burada boynuz başın bir tarafıdır. Başın iki tarafi.yanı vardır.

Bana kalırsa başta boynuzun çıktığı yerden çı­kan boynuz'a bu ismin verilmesi sadece birşeye.onun bulunduğu yerin isminin verilmesinden ibarettir.Tıpkı bunun gibi arapiar da bir şeyi, onun yerinin ismi ile ve­ya kendisinin sebebi ile isimlendirirler.

{Meselâ Araplar) "fulan kesik bacağınıkaldırdı" der­ler ve bununla "sesini yükseltti" demek isterler. Çünkü adamın birisinin ayağı kesilmiş ve o da kopuk ayağını kal­dırıp onunla yardım istemiş. Bu sebeple sesini yükselten kimseye de "..kesik bacağınıkaldırdı. demişlerdir. Bu gibi şeyler araplann konuşmalarında pekçoktur.

Maşrık (doğu) ciheti hakkındaki "Şeytanın boynuzu işte buradan çıkar" hadisi de böyledir. Bu sözüyle, bu sö­zü işitenin aklına gelen sığır boynuzu gibi bir boynuz kas-detmemektedir. Ancak "Şeytanın başı işte buradan çıkar" demek istemektedir.

Vehb b.Munebbih {34- 114) [517]de Zulkarneyn hak­kında söyle derdi: "O İskenderiyye halkından biridir. İs­mi el-îskenderus'dur. [518]Bir rüya görmüş, rüyasında güneşe yaklaşmış ve onun biri şarkta ve diğeri garbta olan iki boy­nuzundan tutmuştur. Sonra rüyasını kavmine anlatmış, kavmi de ona "Zulkarneyn = iki boynuzlu" ismini vermiş­tir. "O, güneşin iki boynuzunu tutmakla, güneşin iki ta­rafından tuttuğunu söylemek istemiştir.

Aynı şekilde saç örgülerine de karn ( = boynuz) deni­lir. Saçın her bir örgüsü bir karn (= buynuz)dur. Bundan dolayı Rumlara da "Zâtu'I-kurim (boynuzlular)" denilmiş­tir. Bununla onların saçlarınıuzattıkları kasdedilmiştir.

Rasûlullah da bize, güneşin doğuş vaktinde, güneşe tapan­ların ona secde ettiği zamanda şeytanın, güneş ile beraber mey­lettiğini, güneşin şeytanın başının bulunduğu cihetten hareket ettiğini bildirmek istemişve güneşe tapanların küfre girdikleri .güneşe ve şeytana taptıkları bu vakitte namaz kılmamamızı emretmiştir.

Bu,bizim bilemiyeceğimiz ve bizim ancak bize bildirildiği kadar bilebileceğimiz bir husustur.

İşte sana anlattığım şeyler, hadisin tevilini müm­kün kılan ve onu çirkinlikten uzaklaştıran şeyler­dir .Vallâhu alem...

İnkarcıların bu ve benzeri inkarlarını ileri sür­meleri ancak onların,görmedikleri varlıkları, gör dük­leri varlıklar gibi zannetmelerinden .(görmedikleri )bu varlıkları kendileri ve canlı ve cansızşeyler gibi tasav­vur etmelerinden ve cismi, cüssesi olan varlıklar hak­kındaki hükümleri, ruhanî varlıklar hakkında da tat­bik etmeğe kalkışmalarından dolayıdır..

Meleklerin, omuzlarında Arşı taşıdıklarını, ayak­larının ise yeryüzünün en aşağısında olduğunu duy­dukları zaman.görmüş oldukları şeylere aykırı oldu­ğundan bunu yadırgarlar ve "Bu meleklerin bedenle-ri,gökleri ve arasını .yeryüzünü ve onun üzerini.biz herhangi bir İz görmememize rağmen nasıl geçebilir­ler? Bu büyüklükte bir yaratık nasıl düşünülebilir? Omuzları ve ayakları olan rûhânî varlıklar olur mu? derler.

Cebrail'in Peygamberimize (S.A.V) bazan a'râbî (bedevi) sûretinde,bazan (Ashabdan) Dıhyetul-Kelbî sureünde,bazan genç bir delikanlı suretinde ve bazan da iki kanadı ile şark ile garb arasını kaplamışbir hal­de geldiğini işitince."(Cebrâil) bir şekilden diğer bir şekle nasıl girebilir? Nasıl olur da cisminde.bedeninde ve sıfatlarında bir artma olmaksızm.bazan son derece küçük.bazan da son derece büyük olabilir?"der­ler. Çünkü onlar gözleriyle ancak bu şekilde {cisim ve sıfatlarda bir artma ile birlikte büyüyen) şeyleri gör­mektedirler.

Şeytanın Âdem oğlunun kalbine girdiğini ve ona gizlice vesvese verdiğini işitince de,"(Kalbe] nereden giriyor?Bir cisimde (bedende) iki ruh mu birleşiyor? Damarlarda nasıl dolaşıyor?' derler.

EBÛ MUHAMMED: Eğer onlar görmedikleri şeyle­ri, Allahın kudretinin eseri olan gördüklerişeylere muka­yese etselerdi; yeryüzünü ve yeryüzündeki varlıkları yarattığıandan beri, yeryüzünün sularını denize akıtanın -kî bu sular denizde bir artışveya azalma hasıl etmeksizin denize dökülürler, ve eğer bu yer yüzü sularından Dicle, .Fırat ve Nil gibi bir nehir, bir ay müddetle şehirlere, köy­lere, mamur ve harab yerlere doğru akıtılsa, buralarda hiç­bir hayat izi kalmazdı- işte onların inkar ettikleri şeylerde gücü yeten (Allah) olduğunu anlardı.

Yine, bu büyüklük ve kesafetine (ve ağırlığına) deniz­lerine yüksek, dağlarına ve nehirlerine rağmen, bu yeryü­zünü dağlar parça parça olasıya, sular kuruyasıya, dağlar biryerden bir yere gidesiye (yani kıyamete) kadar- hareket ettirenin takdir ettiği şeylerde lütuf (bağış)ta bulunan (Al­lah) olduğunu;

Küçük ve zayıf olmasına rağmen, insanın gözüne, bü­yüklüğüne rağmen gökyüzünün yarısını, doğudaki yıldızı ve onun tam batısındaki yıldızı ve bu ikisinin arasındaki-leri görebilecek ve gözü (bakışı) ile havada beşyüz senelik mesafeyi katedecek genişliği verenin, insanın kulak memesi ile omuzu arasında bir melek yaratan (Allah) olduğunu an-Iarlardu

O halde onun inkar ettiği ile bilip kabul ettiği ve gör­düğü ile görmediği arasında ne fark vardır? Yaratıcıların en güzeli olan Allah ne yücedir!... [519]


İDDİA: Rasûlullahm, "Her doğan fırat üzre doğar, sonra anası babası onu Yahudi veya Hristiyan yapar. [520]hadisini rivayet ettiniz.

Sonra d a, "Şaki (bedbaht yani cehennemlik) anasının karnında şaki olandır.Saîd (mesud yani cennetlik) da anasının karnında saîd olandır.[521]hadisini;nutfe,çocuğun uzuvları şekillenecek hale gelince Allanın o çocuğun ömrünü,rızkını.bedbaht veya mes'ûd olduğunu yazan iki melek gönderdiği­n[522],Allanın Âdemin sırtını sıvazladığını,bir avuç (zürriyet,nesil) aldığını ve "Rahmetimle Cenne-te!",ve bir avuç daha alıp,"Cehenneme- umurumda değil !" dediğini [523]rivayet ettiniz.

Bu (rivayetler) müslümanlan tefrikaya düşüren bir tezad ve çelişkidir .Ve bununla hem kaderi redde-denler,hem de kabul edenler kendilerini savunmuş­lardır.

CEVAB:Biz deriz ki:Allahın lütfü sayesinde bu­rada ne bir tezad ne de bir çelişki vardır.

Eğer ihtilaf sadece bu hadis yükünden olsay-dı.bu hadisin manasını anladığı takdirde Mutezile,ka­deri kabul edenlerden ayrılmazdı.

Fıtrat-burada-başlamak ve yaratmak demek­tir. "Gökleri ve yeri yaratan Ali ah a hamd olsun"(35.Fâtır: 1) âyetindeki fâtır (= yaratan) kelime-si.yer ve gökleri (n varlığını) başlattıran (yaratan) de­mektir.

"..insanları onun üzerine yarattığı Allanın fit-rat'ı.."(30.er-Rûm: 30) ayeti de böyledir.Cenab-ı Hak,insanlan onun üzerine yarattığı cibilleti (yaradılı­şı) kasdetmektedir.

"Her doğan fıtrat üzre doğar"sözü ile de,babalannın sulblerinde iken insanlardan aldığı "...onları ne fişlerine karşı şahid tutarak: -Ben sizin Rabbiniz değil mi­yim? diye buyurduğu vakit onlar da "-Evet Rabbimizsin" demişlerdi." (7.el-A'râf: 172) misakmın (sözünün) alınma­sınıkasdetmiştir.

Gördüğüm herkes -O'na başka bir isim verse de, ya­hut kendi zannına göre onu Allaha yaklaştıracak olan Al-lahtan başka birşeye ibadet etse de, O'nu, O'na yakışmayan bir sıfatla tavsif etse veya Allanın o şeyden çok yüce oldu­ğu bir şeyi O'na izafe etse dahi- mutlaka kendisinin bir sânii (yaratıcısı) ve müdebbiri (tertib ve idare edeni) bulundu­ğunu kabul etmektedir.

Allah taâlâda "O müşriklere kendilerini: kim yarat­tı? dîye sorsan, elbette "Allah" derler. (43.ez-Zuruf:87) buyurmuştur.

Bu dünyada bütün doğanlar bu ahd ve ikrar üzere­dirler. Bu ahd ve ikrar da yaradılışın başlangıcında vuku bulan ve akılların yaratılması esnasında cereyan eden "hanîflik" (Tek Allaha tapmak) tir. Rasûlullah da, şöyle demiştir: "Allah tebareke ve taâlâ,"-Şüphesiz ben kulla­rımın hepsini hanifler (tek Allaha ibadet edenler) olarak yarattım. Sonra şeytan onları dinlerinden saptırdı. Bun­dan sonra Yahudiler çocuklarını Yahudileştirdi, mecusi-ler de çocuklarını mecusileştirdi." Yani: Yahudilik ve tnecusiliği çocuklarına öğrettiler, buyurdu."

Birinci ikrar hüküm icabettiren veya karşılığında se-vab olan birşey değildir. Görmüyor musun, müşriklerin ço­cuklarından bir çocuk, ana babası ile beraber bulunduğu müddetçe, onun ana babasının dininde bulunduğuna hük-molunur. Eğer çocuk ölecek olsa, cenaze namazı kılınmaz... Sonra bu müşrik çocuğu, ana babasının himayesin­den çıkar ve müslümanlardan birinin mülkiyetine girer ve çocuğun, sahibinin dini üzre olduğuna hükmolunur. Ve eğer ölürse, cenaze namazı kılınır.

Bunun ötesi (yani işin hakikati) ise Allahm ilmine ha­vale olunur.

Bu hadis hakkında.kaderi reddedenlerle,kabul edenler arasındaki fark şudur:Fıtrat,kaderi reddeden­lere göre.İslâm'dır ve onlara göre iki hadis birbirine zıttır.Kaderi kabul edenlere göre ise fıtrat.yaratılırken onlardan alınmış olan ahd (sözJdür.Bu takdirde ise.iki hadis müttefik olup.birbirine muhalif değildir. Ve böy­lece her iki hadisin de ayn ayrı yeri olmuş olur. [524]
22-Dedîklbrine Göre Sonu .Başını Hükümsüz bırakan  hadis

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder