30 Ocak 2019 Çarşamba

HADİS VE SÜNNET DEKİ KAVRAM KARGAŞASI



Hadîs sözlük anlamında ifade edilen söz ve söylem anlamlarına gelmektedir. Ancak daha sonraki süreçte Resulullah’tan rivayet edilen sözler anlamında kullanılmış ve İmam Şafii’nin yorumuyla Sünnet kavramıyla özdeşleştirilmiştir. Hadîs Kur’an’da “hadîs” ve “ahâdis” kipleriyle 28 yerde geçmektedir. (4:42,78,87,140;  6:68;  7:185;  12:6,111;  18:6;  20:9;  23:44;  31:6;  33:53;  39:29;  45:6;  51:24;  52:34;  53:39;  56:81;  66:3;  68:44;  77:50;  79:15;  85:17;  88:1 ) Istılahi anlamın en geniş anlamda sözlük anlamına tabi olduğunu hatırda tutarsak,

 Kur'an, kendisinden başka hiçbir Hadîsin/sözün/söylemin iman edilecek, nass değeri olabilecek bir söz/söylem olamayacağını muhkem biçimde ifade etmektedir. Çünkü her Hadîs söz/söylemdir ancak her söz ıstılahi anlamda “Hadîs/Rivâyeti ân Resûl” değildir. Dolayısıyla Kur’an’ın geniş anlamda kullandığı Hadîs/söz ifadesi Resulullah’a atfedilen sözleri de kapsamaktadır. Kur’an’ın temel ilkelerinden biri de şudur:

Sözlerden/Hadîslerden bir söz olan ancak ahsen'ul hadîs olan Kur’an’ın yanında başka hiçbir sözün/hadîsin ona eş koşulamayacağı yani Kur'an'la aynı değerde kabul edilemeyeceği daha da açarsak: Nass, evrensel dinsel kaynak olarak asla Kur’an dışında bir hadîsin/sözün “iman” edilecek bir söz olamayacağıdır: 

Bundan sonra hangi söze inanacaklar?” (Ar’af 7:185) Artık Allah'tan ve O'nun delillerinden sonra hangi söze inanırlar? (Ahkaf 45:6) "Kuran'dan başka hangi söze inanacaklar?" (Mürselat 77:50) Kur’an uydurulmuş bir söz değildir.  (Yusuf 12:111) “İnsanlar arasında, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır. İşte alçaltıcı azap bunlar içindir”. ( Lokman 31:6)

Kur’an’da anlatılan bu kriter Kur’an öğrencisi/öğretmeni olarak tanınan İbn-i Mesûd’dan aktarılan şu sözle de teyit edilmektedir: “En güzel hadîs Allah’ın Kitabıdır.” (Buhari, 78, Edeb, 70, 6:96, İ’tisam 2, 8:139) Bu tarihi ifadeyi karşılaştırın: Kur’an Zümer 39:18

“Helal, Allah’ın, Kitabında helal kıldıklarıdır. Haram da O’nun, Kitabında haram kıldıklarıdır. Hakkında bir şey söylemeyip susutuğu şeyler de affettiklerindendir (mübah şeylerdir)”’ (Tirmizi, Libas: 6, İbn-i Mace, Atime: 60)

Bu tarihi bilgi de yukarıdaki Kur'an ayetleriyle uyum göstermektedir. Burada vurgulamak istediğimiz şey Kur’an’ın İlahî olması hasebiyle Nass olması Nass olması sebebiyle de Furqan yani doğruyla yanlışı ayırt edebilme cetveli olmasıdır. Yoksa tüm Hadîs rivayetlerini yok saymak, reddetmek değil onların konumunun tarihi/yardımcı bilgiler sınıfında değerlendirilebilecek bir konumda olduğunu belirtmektir. Kur'an dışında hiçbir kaynak Furqan olamaz. Evrensel hükümleri ve ölçüleri koyarak diğer tüm sözleri/hadîsleri ilzam eden, çöpe atılıp atılmamasına, faydalanılıp faydalanılmamasına karar veren tek Furkan Kur’an’dır.

Bu anlam çerçevesini belirledikten sonra Allah Resulü'ne ait olduğu ifade edilen hadis'in ne olduğuna cevap verebiliriz. Hadis metinleri anlamları (mâna ile) rivayet edilen lafızları ise rivayet edenlerin (râvilerin) ifadelerinden oluşan Allah Resulü'nden geldiği rivayet olunan sözlerdir. Belirli isnad zincirleriyle gerçekten Resul'e kadar ulaşıp ulaşmadığı sıhhat derecelerine göre derecelendirilmiş bilgi aktarımlarıdır.

Sünnet (Sûnnah) kelimesi Kur’an-ı Kerim’in sekiz suresinin 14 yerinde geçer. Bunlardan ikisi çoğul, diğer yerlerde ise tekil olarak zikredilir. ‘s.n.n.’ kökünden gelen sünnet kelimesi sözlükte:tutulan yol, hal, tavır, gidişat, tavır, çığır, kanun, adet, hüküm, olaylar ve yol manalarında kullanılır. Kur’an’da ise ‘sünnet’ kelimeleri genelde değişmez kanunlar için kullanılmıştır. Hz Peygamber’in izlediği yol, hareket tarzları ve yaşayış halleridir.  (Al-i İmran 3/137, Fatır 35/43) Dolayısıyla hadis, Hz. Peygamber'e ait olduğu iddia edilen bir "söz rivayeti" iken diğeri yani Sünnet bu sözleri de aşan "uygulamalar" bütünüdür. Aşağıdaki örnekler bunu kanıtlamaktadır:  Abdurrahman b. Mehdî’nin (ö. 198/813) şöyle dedigi rivayet olunmuştur: Sûfyan Sevrî Sünnet konusunda değil, fakat hadis konusunda bir otorite (imam) idi; Evzaî (ö.157/774) için ise aksi sözkonusu idi. İmam Malik (ö.179/795) ise bu iki özelligi şahsında mükemmel bir biçimde bir araya getirmiştir. Ebû Dâvûd (ö. 275/888) “Bu hadiste beş Sünnet bulunmaktadır." Yani amelî kurallar niteliğindeki beş husus bu hadisten çıkarılabilir demektedir.

İmam Mâlik’in, “Bu aynı zamanda bizde olan Sünnettir”, “Fakat bizde olan Sünnet şudur” ya da sıkça bizim uygulamamız (emr veya amel) şudur.” ya da “üzerinde görüş birliğine vardığımız uygulama (emru’l-mûctemâ aleyh) şudur.” Bazen, “yerleşmiş olan Sünnet budur (kad medat es-Sûnnetû) sözlerinden o sıradaki (Medine’deki) uygulamaların Sünnet kapsamında degerlendirildigini anlamaktayız.

Hadis ve Sünnet Konusunda Yanılgılar:


a)    Gelenekçi Yanılgılar:

İlk dönemde İlim ehli arasında yaygın olmayan kavram kargaşası zaman içerisinde şekillenen mezhep çatışmalarının da etkisiyle çeşitli resmî söylemlerin inşâ edilmesine zemin hazırlamıştır. Bu söylemlerin şekillendirilmesi sırasında Hz. Resul ve sonrası "erken İslami çağlarda" yüklenmeyen kimi anlamlar Hadis ve Sünnet kelimelerine yüklenir hale gelmiştir. Yukarıda özetle vermeye çalıştığımız kavram çerçevelerinden bağımsızlaştırıl aştırılmıştır.
  Hadis sanki Allah Resulü'nün dilinden aynen duyulmuş gibi algılanır hale gelmiştir. Böylesi bir algılama hadisleri orta ve geç dönemlerde incelemeye çalışan alimlerin sanki Allah Resülü'nü eleştiriyormuş gibi (!) suçlanmasına sebep olmuştur. Hadislerin "lafız ve mâna ile Allah Resulü'nün sözü" olarak sanılması hadislerin aslında Allah Resulü'nden rivayet olunan ona atfedilen sözler olduğu gerçeğinin unutulmasına yol açmıştır. Bu sebepledir ki hadisin sıhhat derecesi vardır.

Yani "söz konusu rivayetin Allah Resulü'nün sözü olma ihtimalinin olasılığı" Oysa bugün itibariyle herhangi bir hadis kitabını okuyan kimse sanki Televizyonda Resulullah'ı izler gibi, onun ses kaydını dinler gibi hadisleri okumaktadır. Bu yanılgı sebebiyle hadislere ilmi kriterleri gözeterek eleştirel yaklaşan kimi alimler/araştırmacılar sünneti reddetmekle(!) Resul'e itaat etmemekle(!) vb. ağır ithamlarla suçlanabilmektedir. Bu şahsiyetlere Ûstad Muhammed el-Gazâli ve Şehîd Seyyid Kutub örnek gösterilebilir.

   Gelenekçi yanılgıların bir diğeri de Hadis ve sünnetin eşanlamlı olarak kullanılmasıdır. Oysa yukarıdaki anlam alanlarında da gördüğümüz gibi iki farklı şeyi ifade etmektedirler. Sünnet nesilden nesile uygulana gelen Allah Resulü'nün Kur'an uygulamalarıdır. Bir amelin uygulanıyor olması ve bu uygulamanın mütevatir bir biçimde bize kadar yaşanmış olması sağlamlık olarak çok yüksek bir dereceyi ifade etmektedir. Ancak hadis ise bir uygulama değil bazen uygulamalardan da bahseden sözleri/rivayetleri ifade etmektedir.

Ayrıca bu rivayetler sünnetler gibi uygulama ile değil sözel aktarımlarla kitaplara geçmişlerdir. Dolayısıyla uygulamalarla sözleri eş değerde tutamayız. Gelenekçi yanılgı uygulamaların önemine ve sağlamlığına atıf vererek sağlamlık derecesi daha düşük bir konumda olan rivayetleri onunla eş tutmakta ve sünnetin kanatları altında hadisleri dokunulmaz kılmaktadır. Bu ise başta hadis ilmi olmak üzere tahkik ehline haksızlıktır.

b)    Reddiyeci Yanılgılar

Özellikle Modernizmin getirdiği aşağılık kompleksiyle hareket eden ve oryantalist tezlerin yeşile boyanmış kimi tekrarları olarak tanımlayabileceğimiz kimi modernist islam söylemleri ve bunlara ek olarak tamamen samimi ama aceleci olarak ortaya çıkan sadece Kur'an'ı savunan bazı Müslümanlar'ın hadis ve sünnet kavramlarına yaklaşımları da çeşitli yanılgılar içermektedir.   

Örneğin gelenekçi "hadis=sünnet" yanılgısı aynı şekilde tekrarlanmakta ve bu tüm Kur'anî sünnetlerin tasfiyesine mazeret olarak öne sürülmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi tanım olarak ve nitelik açısından birbirlerinden farklı olan iki şey aynı kefede değerlendirilerek aynı kriterler eşliğinde eleştirilmektedir.

Oysa bu teknik bir hatadır. "Kur'an'dan başka hiçbir kaynağa başvurmama" önyargısı hadis metinlerinin muhakak yanlış olması gerektiği, Kur'an'la çatışması gerektiği" önyargılarına yol açmaktadır. Ayrıca bir uygulamanın (sünnetin) Kur'an'a uygun olması ve bizden önceki Müslüman nesillerce kitlesel olarak uygulanarak bize intikal etmesinin bu yaklaşım sahiplerince hiçbir değerinin olmaması sorgulanmamaktadır. Oysa Aklen böylesi uygulamalar üzerinde böylesi kitlesel bir konsensüs bulunuyor olması bu uygulamaların Allah Resulü ve arkadaşlarından bize ulaştığının güçlü bir delilidir. Tıpkı Hz. İbrahim'in sünnetlerinin Hz. Muhammed'e kadar ulaşması gibi. Namazın kılınış şekli, Allah Resulü'nün Kur'an ahkamını uygulayışı da bize bu mütevatirlik eşliğinde ulaşmaktadır. Önce Sünnet=Hadis yanılgısına ortak olup sonra kimi uydurma ve zayıf rivayetler gerekçe gösterilerek başka bir kategorinin reddediliyor olması teknik bir kıyas hatasını ifade etmektedir. Bu açıdan Hadis ve Sünnet reddiyeciliği anlamaya yönelik, doğru olma ihtimalini de gözönüne alan bir yaklaşım değildir. Oysa Hadis rivayetleri incelendiğinde görülecektir ki çoğu metin Kur'an'ın nüzul ortamını anlamamıza, Kur'an kelimelerinin o dönemde nasıl kullanıldığını öğrenmemize yardımcı olmaktadır.

 Hadislere yönelik ikinci yanılgı ise onların 200 yıl sonra yazıya geçirildiği ve bu sebeple güvenilmez metinler oldukları önyargısıdır. Oysa yapılan tarihi araştırmalar göstermektedir ki takriben 80 ilâ 100 yıl içerisinde yazıya geçirilmiştir ve sonrasında toplanmıştır (tedvin). 
Bu süre hadislerin unutulmasına ya da güvenilirliklerinin zedelenmesine yol açmaz çünkü bilinmektedir ki "Musannef"ler bulunmaktadır. Sahife ve Musanneflerden sonra da Muvatta ve diğer kitaplar derlenmiştir. İlmi olarak baktığımızda sözel kültürün güçlü olduğu arap toplumunda rivayetlerin hıfz edilmiş olması ve kısa bir zaman aralığı sonrasında yazıya geçirilmiş olması hadislere yönelik "sonradan yazıldılar doğru olamazlar" iddiasını havada bırakmaktadır. Ayrıca Ehl-i Beyt kanalıyla gelişen başka bir rivayet kültürü de çoğu noktada benzerlik gösteren bilgiler sunmaktadır. Burada seçici olmakla süpürücü olmayı ayırıyoruz. Furkan'ın ilkeleriyle metinlere yaklaşmak gerekiyor. Bu metinlere önceden olumsuz bir bakış geliştirmeden önce bunu yapmak gerekiyor ki adaletli olunabilsin.

   "Hadis sayılarının çok fazla olduğu dolayısıyla bu kadar hadisin Resule ait olamayacağı" yanılgısı. Hadis metinlerinin otoritelerini anlatmak için bazı ehl-i hadis kitaplarında hadislerin rakamları tekrar sayılarıyla birlikte anılarak çok gösterilmiştir. Gelin görün ki bu övünme söylemi süpürücülerin elinde bir silaha dönüşmüştür. Oysa hem sahabelerin (özellikle de Ebu Hureyre'nin) hem de Buhari gibi eserlerin rivayet sayıları tekrarları düşüldüğünde gayet makûl rakamlara ulaşılmaktadır. Örneğin Ebu Hureyre tekrarlarıyla beraber 5374 tekrarsız olarak 1336 başka bir sayıma göre ise tekrarsız 1579 Hadîs rivayet etmiştir. (Bkz. Cevamiu's - Siyre, s. 276)

Bu yanılgıların yanında hiçbir ilmi değere haiz olmayan art niyetli zannî teoriler de yeni önyargıların doğmasına sebep olmaktadır. Örneğin Ebu Hureyre'nin hiç yaşamadığı(!) hadis kitaplarının aslında İslam düşmanlarınca İslam'ı yıkmak için yazıldığı(!) Hadis kitapları yazarlarının Arap olmadığı(!?!) gibi garip, komik ve art niyetli iddialarla desteklenmektedir.

Allah Resulünden rivayet olunan sözlere zaman içinde başka sözlerin karışmış olması, kimi dönemlerde kimi çevrelerin sistematik olarak hadis üretmeleri, rivayetlerin aktarım sürecinde aktaranların örfi öncüllerin metinlere etki etmesi gibi etkenler elbette vakidir.  Ama tüm bunlar yine "hadis ilmi" içerisinde kritiğe tabi tutulmuştur ve bizim sorumluluğumuz bu eleştirel ama saygılı yöntemi sürdürmektir. Bu yöntem sayesinde adaletsizlikten kaçınabiliriz. Bu bağlamda Dünyada Muhammed Abdûh, Tahir b. Aşûr, Muhammed Gazâli, Emin Ahsen Islâhî, Muhammed Imârâ gibi alimlerin temsil ettiği dengeli hattı, kendi coğrafyamızda ise Said Çekmegil, Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu, Mustafa İslamoğlu gibi isimlerin çabalarını örnek olarak gösterebiliriz. Dengeli olmak yanılgılardan bizi azâmi ölöüde uzak tutacaktır. İlim ahlakını kazandıracaktır.
Bülent Şahin Erdeğer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder