Allah Âdem’i
kokuşmuş ve zaman içinde kurumuş bir balçıktan yarattı. Âdem kırk gece veya
kırk sene boyunca cansız bir beden (ceset) olarak kaldı. Bu zaman zarfında
İblis onun yanına gelip ayağına vuruyor, Âdem’in henüz cansız olan bedeni de
‘tın, tın’ ses çıkarıyordu. Yine İblis Âdem’in kâh ağzından girip makatından
çıkıyor, kâh makatından girip ağzından çıkıyordu. Derken, Allah Âdem’e ruhundan
üfürdü. İlâhî ruh Âdem’in bedenine baş taraftan girip bütün vücuduna yayıldı.
Böylece Âdem’in çamurdan bedeni et ve kana dönüştü.
Ne var ki,
ruhun Âdem’e girişi çok kolay olmadı. Zira, Allah ruha Âdem’in ağzından içeri
girmesini emretti. Ancak o, ‘Orası çok kuytu ve karanlık bir yer, giremem!’
diyerek ilâhî emre karşı geldi. Allah mezkur emrini iki kez daha yineledi ama
ruhtan yine aynı cevabı aldı. Allah dördüncü ve son kez ruha, ‘Oraya zorla
gireceksin ve zorla çıkacaksın.’ diye emretti. Bunun üzerine ruh Âdem’in
bedenine girdi. Ruh göbek hizasına ulaşınca Âdem bedenini fark etti ve hemen
ayağa kalkmaya yeltendi; fakat başaramadı. Bir başka rivayete göre de ilâhî ruh
ense kökünden içeri girince Âdem’in gözü açıldı ve cennetteki meyvelere baktı.
Ruh karın bölgesine ulaşınca canı meyve çekti ve bir sıçrayışla üç beş meyve
koparmak istedi; ama yine başaramadı. Çünkü ruh henüz belden aşağısına
ulaşmamıştı.
Ruh tüm bedene nüfuz edince Âdem hapşırdı ve
Allah’tan gelen bir ilhamla yahut meleklerin talimiyle, ‘Elhamdülillâh’ dedi.
Allah da ona, ‘yerhamükellâh’ diye karşılık verdi. Daha sonra, aralarında
İblis’in de bulunduğu meleklere, ‘Âdem’e secde edin!’ diye emretti. O âna kadar
dünya semasındaki meleklerin lideri olan İblis hariç diğer bütün melekler bu
emrin gereğini icra etti. İblis ise, ‘Ben onun önünde eğilmem; çünkü ben ondan
daha hayırlıyım. Hem sonra ben ondan yaşça daha büyüğüm ve yaratılış bakımından
da daha güçlüyüm.’ diyerek emre karşı geldi. Böylece ilâhî huzurdan kovulmuş ve
rahmetten ümidini kesmiş bir şeytan oluverdi.
Allah Âdem’e
yeryüzündeki canlı cansız her varlığın ismini öğretip meleklere Âdem’i saygıyla
selamlamalarını emrettikten ve nihayet İblis’i emre itaatsizlik sebebiyle
huzurdan kovduktan sonra, ‘Ey Âdem! Sen ve eşin cennette ikamet edin. Orada
dilediğiniz gibi bolca ve afiyetle yiyin. Ama sakın şu ağaca yaklaşmayın. Aksi
hâlde kendinize yazık edenlerden olursunuz.’ buyurdu. Rivayete göre Allah
Âdem’i ve eşini cennete yerleştirince, onlara söz konusu ağacı (buğday filizi,
üzüm asması veya incir ağacı) yasaklamıştı. Ancak melekler, adeta bir sarmaşık
gibi dalları birbirine geçmiş olan bu ağacın ebedilik meyvesinden yerlerdi.
Âdem ve eşine yasaklanan şey, işte bu ebedîlik meyvesi idi.
İblis, Âdem ve eşini ayartmak suretiyle intikam
almak isteyince cennete girme teşebbüsünde bulundu. Ancak cennetin bekçileri
onu içeri sokmadılar. Derken, yılan çıkageldi. O zamanlar yılan dört bacaklı
olup adeta Horasan devesi gibi bir görünüme sahipti Dahası, o, Allah’ın
yarattığı en güzel hayvanlardan biri idi ve cennette bekçilik yapıyordu. Ama
aynı zamanda İblis’in de yakın arkadaşı idi. Bu yüzden İblis ona, ‘Senin
ağzının içinde cennete girebilir miyim?’ diye bir ricada bulundu. O da İblis’in
ricasına ‘Hay hay!’ deyip onu cennete soktu.
Başka bir
rivayete göre ise İblis Âdem’in cennette ağırlandığını duyunca kıskançlık
krizine girdi ve kendi kendine, ‘Yazıklar olsun! Ben kaç bin senedir Allah’a
kulluk ettiğim hâlde cennet yüzü görmedim; bu adam daha dün yaratıldığı hâlde
Allah ona cennette keyif çattırıyor...’ diye söylendi. Ardından, yaman bir hile
ile Âdem’i cennetten çıkarmanın hesabını yapmaya başladı. Bu maksatla cennetin
kapısının önüne kuruldu ve orada tam üç yüz sene ibadetle meşgul oldu. Sonunda
herkes tarafından âbid ve zâhid bir kul olarak tanındı. İblis bu arada
cennetten birinin çıkması için can atıyordu. Ama Allah tam üç yüz sene boyunca
hiç kimseyi cennetten dışarı çıkarmadı.
Gel zaman git zaman derken, cennetin cümle
kapısından nihayet birisi çıktı. Kapıdan çıkıp gelen varlık Tavus kuşu idi.
İblis, cennetteki kuşların efendisi olan Tavus’u karşısında görünce, ‘Ey
saygıdeğer varlık! Sen kimsin? İsmini bağışlar mısın? Ben bugüne kadar senin
kadar güzel bir varlık görmedim.’ dedi. Tavus, ‘Ben cennet kuşlarından biriyim,
adım Tavus.’ diye karşılık verdi. Bunun üzerine İblis ağlamaya başladı. Tavus,
‘Ya sen kimsin ve niçin ağlıyorsun?’ diye sordu. İblis, ‘Ben üst düzey
meleklerden biriyim. Lakin beni ağlatan şey şu ki, sen bu mükemmel güzelliğini
kaybedeceksin.’ dedi. Tavus, ‘Yani ben bu güzelliğimi kaybedeceğim öyle mi?’
diye sorunca İblis, ‘Evet, tüm varlıklar bir zaman sonra yok olup gidecekler.
Ancak ebedilik ağacından yiyenler müstesna!’ diye cevap verdi. Bunun üzerine
Tavus, ‘Peki o ağaç nerede?’ diye sordu. İblis, ‘Cennette!’ diye cevapladı.
Tavus, ‘Peki onun yerini bize kim gösterecek?’ diye sordu. İblis, ‘Ben, tabii
eğer beni içeri sokarsan…’ diye cevapladı. Tavus, ‘Bu imkânsız!’ dedi; ‘çünkü
cennetin baş muhafızı Rıdvan hiç kimseyi içeri sokmadığı gibi dışarı da
çıkarmaz. Ama yine de ben bu konuda sana yardımcı olacak birini biliyorum.’
dedi. İblis, ‘O kim?’ diye sorunca Tavus, ‘Allah’ın halifesi Âdem’in
hizmetçiliğini yapan Yılan..’ diye cevap verdi. Bu konuşmanın ardından Tavus
cennete geri döndü ve hemen yılana gidip İblis’in söylediklerini ona aktardı.
Yılan bir koşu cennetin kapısına geldi. İblis vakit kaybetmeden sordu: ‘Beni
içeri sokabilir misin?’ Yılan, ‘Peki sen havaya dönüşüp benim ağzıma girebilir
misin?’ diye karşılık verdi. İblis, ‘Evet!’ dedi ve sonunda yılanın ağzında
cennete girdi.
İblis, yılanın ağzında veya karnında cennete
girdikten hemen sonra arz-ı endam etti. Ardından, Allah’ın Âdem ve eşine
yasakladığı ağacın meyvesinden alıp Havvâ’ya getirdi ve ‘Hele bir bak şu ağacın
meyvesine! Kokusu, tadı ve rengi ne kadar güzel değil mi?’ dedi. Havvâ İblis’in
tahrikiyle meyveyi alıp yedi. Sonra Âdem’e götürdü ve ‘Hele bir bak şu meyveye!
Kokusu, tadı ve rengi ne kadar güzel değil mi?’ dedi. Bu söz üzerine Âdem de
onu yedi. İşte tam o esnada Âdem ve Havvâ edep yerlerinin açıkta olduğunu fark
etti. Âdem hemen bir ağacın dalları arasına saklandı. O sırada Allah, ‘Âdem
neredesin?’ diye seslendi. Âdem, ‘Buradayım ey rabbim!’ diye cevap verdi.
Allah, ‘Orta yere çıkmayacak mısın? Yoksa benden mi kaçıyorsun?’ dedi. Âdem,
‘Bilakis ey rabbim, senden utanıyorum!’ diye karşılık verdi. Bunun üzerine
Allah, ‘Kendisinden yaratılmış olduğun toprak artık lanetlendi. Onun meyvesi
dikene dönüştü.’ diye seslendi. Ardından Havvâ’ya yönelip, ‘Ey Havvâ! Sen benim
kulumu ayarttın. Artık çok zor doğum yapacaksın. Karnındakini doğurmak
istediğinde defalarca ölümün soğuk nefesini yanı başında hissedeceksin.’ dedi.
Allah son olarak yılana da şöyle söyledi: ‘O mel’un İblis’i karnında cennete
sokan sen var ya sen; işte sen benim kulumu ayarttın. Bu yüzden sen de
lanetlendin. Bundan sonra karnının üzerinde sürünecek ve sadece toprakla
besleneceksin. Ayrıca, sen Âdemoğlu’nun onlar da senin düşmanın olacak.
Birbirinizle karşılaştığınızda sen onların topuklarını ısıracak, onlar da senin
başını ezecekler.’
Allah’ın bu paylamasından sonra Havvâ ve ondan
türeyen tüm kız çocukları kıyamete kadar şu on beş nâkısaya mahkûm edildi: (1)
Hayız görmek. Rivayete göre Havvâ cennetteki ağacın meyvesini koparınca ağaç
kanadı. Bunun üzerine Allah, ‘Şu ağacı kanattığın gibi sen de her ayın muayyen
günlerinde kana!’ diye beddua etti. (2) Hamilelik meşakkati (3) Düşük ve
sancılı doğum yapmak (4) Din noksanlığı (5) Akıl noksanlığı (6) Mirastan
erkeğin aldığı payın yarısını almak (7) İddet beklemek (8) Erkeklere marabalık
etmek (9) Boşanma hakkından yoksun olmak (10) Cihattan mahrum kalmak (11)
Peygamber olamamak (12) Devlet başkanlığı ve yargıçlık görevine atanmamak (13)
Tek başına yolculuk yapma iznine sahip olmamak (14) Cuma namazı kılmamak (15)
Selam verilmeye değer bir varlık olarak görülmemek.
Allah bu
itabının (azarlama) ardından Âdem, Havvâ, İblis, yılan ve tavus kuşunu
cennetten kovdu. Âdem cennette, müddeti beş bin yıl olan ahiret günlerinden
yarım gün, yani 2500 yıl ikamet ettikten sonra saat dokuzda veya onda kovuldu.
İbn Abbas’a göre ise öğle ile ikindi namazı arasında kovuldu. Âdem gökyüzündeki
cennetten Hindistan’a veya Seylan (Serendib) adasına, Havva Cidde’ye, İblis
Basra civarında bir yere, yılan İsfahan’a, Tavus kuşu da Babil’e düştü. Âdem’e
cennetin kokusu sindiği için Hindistan dünyadaki en hoş kokulu yer oldu. Âdem
cennetten kovulunca gözyaşı hiç dinmedi. O, akan gözyaşlarını cennetten
kovulduğu sırada yanına aldığı Hacer-i Esved’le siliyordu. Âdem cennetten
düşerken yanına örs, çekiç ve kerpeten almayı da unutmadı. Ayrıca hurma, turunç
ve muz da onunla birlikte yeryüzüne düştü. Bütün bunların yanında Allah bir
erkek bir dişi olmak üzere sığır, koyun, keçi gibi sekiz çift hayvanı da
Âdem’le birlikte yeryüzüne indirdi. Bu arada Allah Âdem ve eşinin yeryüzünde
çıplak olduklarını gördü ve onlara cennetten indirdiği koyunlardan birini
kesmelerini emretti. Onlar hemen koyunu kesip yününü kırktılar. Âdem bu yünden
kendisine bir elbise yaptı; Havvâ ise aynı yünden bir entari ve bir başörtülük
kumaş çıkardı.
Âdem Hindistan’a düşünce kendisini çok yalnız
hissetti. Bunun üzerine Allah Cebrail’i gönderdi. Cebrail Hindistan’a gelince
ezan okumaya başladı. İki kez, eşhedü enne muhammeden rasûlullah deyince Âdem,
‘Muhammed kim?‛ diye sordu. Cebrail; O senin peygamberlikle müşerref olan
çocuklarının sonuncusudur’ diye yanıtladı. Âdem Hindistan’a düştüğünde başı
göklere değiyordu. Gökyüzü bu durumdan rahatsızlık duydu. Yeryüzü de Âdem’in
ağırlığından şikâyetçi oldu. Bu şikâyetleri dikkate alan Allah elini Âdem’in
başına bastırarak onun boyunu yetmiş arşın kadar kısalttı. Böylece kilosu da
aynı oranda azalmış oldu.
Âdem
Hindistan’da bir süre kaldıktan sonra hacca gitmeye karar verdi. Bu yolculuk
onun için çok kolay oldu. Çünkü onun her adımı bir köy veya kasabanın yerleşim
alanını kapsayan bir mesafeye tekabül ediyordu. Bu yüzden kısa bir sürede
Mekke’ye ulaştı. Safa kapısından Mekke’ye girdi ve bir hafta boyunca Kabe’yi
tavaf etti. Orada iki rekat namaz da kıldı. Bu arada melekler ona, ‘Ey Âdem!
Haccın kabul olsun’ diye dua edip eklediler: ‘Biz hac vecibesini sen
yaratılmadan iki bin sene önce ifa etmiştik’ dediler. Âdem ile Havvâ Cuma günü
Arafat’ta veya Müzdelife’de buluştular. Ama cennetten kovuldukları için bu
buluşmaya hiç sevinemediler. Bilakis, kaybettikleri mutluluk ve esenlikten
dolayı tam yüz sene boyunca ağladılar. Yine kırk yıl boyunca tek lokma
yemediler, bir damla su içmediler. Ayrıca, Âdem Havvâ’ya tam yüz sene boyunca
hiç yaklaşmadı.
Cennette iken Arapça konuşan Âdem Allah’ın emrine
isyan edince bu dil kendisine unutturuldu. O da zorunlu olarak Süryanca
konuşmaya başladı. Tövbe edince tekrar Arapça konuşmaya başladı. Âdem aşağı yukarı
bin yıla bâliğ olan dünyevî yaşamını Hindistan’da veya Şam’da yahut Mekke’de
noktaladı. Ölmeden önce vasiyetini yazıp oğlu Şît’e teslim eden Âdem’in
cenazesindeki tekfin ve teçhiz işleri meleklerce görüldü. Bu arada Allah
cennetten kefen bezi gönderdi. Melekler onu güzelce yıkayıp üç katlı bir kefene
sardıktan sonra Mekke civarındaki Ebû Kubeys mağarasına veya ‘Büyük Mağara’
denilen bir başka mağaraya defnettiler.
--------------------
Sa‘lebî,
‘Arâisü’l-Mecâlis, 17-27,; Taberî, Câmiu’l-Beyân, c.1. s.512-41.; Suyûtî,
ed-Dürrü’l-Mensûr, c.1. s.126-51. Nak; Mustafa Öztürk, Milel ve Nihal, Sayı;2
(2004) s.158-165.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder