Allah'ın semâda olduğuna delil gösterilen hadisin en
muteber kaynağı Müslim'in (261) Sahih'i olarak görülüyor Ayrıca Ahmet b Hanbel (241), Musned'inde; Nesâî (303) ve Ebu
Davûd (275), Sünen'lerinde aynı hadisi rivayet etmişlerdir
Hadisin Müslim'deki metni şöyledir:
Mu'aviye b
el-Hakem es-Sûlemî (r) anlatıyor: Uhud ve Cevvâniye yörelerinde
koyunlarımı otlatan bir cariyem vardı
Birgün onun sürüden bir koyunu kurda kaptırdığını öğrendim Ben de insanım -her insan gibi ben de
üzülürüm - (Üzüntümden) tuttum, cariyeye bir tokat patlattım Sonra Resûlullah'a (s) gittim (Olayı anlattım) Resûlullah (s) beni rıda ismi verilen Osman b Sa'id ed-Dârimî (280) bu fikirleri savunan
seleftendir
Günümüzde ise M
Nasıruddin el-Elbânî yukarıda ilk iki şıkta (a ve b) sıralanan iddiaları
savunan selefi hadis âlimlerindendir
Ancak Elbânî bu iddialardan hareketle "Allah semâdadır"
demeyeni tekfîr etme insafsızlığını göstermemektedir
Biz ise herhangi bir sonuca varmadan önce sözkonusu
hadisi biraz incelemek ihtiyacı duyuyoruz
HADİSİN TENKİDİ VE İRDELENMESİ
Yukarıda verilen Mu'aviye (r) hadisini iki yönden
tenkid ve tahlil etmek gerekmektedir:
a Hadisin
senedinin tenkidi:
Hadisin senedindeki râviler, Yahya b Ebî Kesîr dışında, hepsi hadisçilerce siqa
(sağlam, güvenilir) kişilerdir Senedde
yer alan Yahya b Ebî Kesîr (132) hakkında ise İbn Hacer el-Asqalânî (852)
şunları yazmaktadır: "Siqatun, sebetun lâkinnehu yudellisu ve yursilu:
Güvenilir, sağlamdır ancak tedlîs ve irsal yapar" Tedlîs, hadis rivayetinde yanıltıcı
eksiklikler (karanlık yönler) bırakmaktır
İrsal ise -bazılarına göre- bir ravinin görmediği, buluşmadığı bir
kimseden hadis rivayet etmesidir
Görüldüğü üzere hadisin senedi bütünüyle sağlam
ravilerden oluşmamıştır Ayrıca hadisin,
başka sahabelerce aynı lafızlarla rivayet edilmemesi onun âhâd bir rivayet
olduğunu ortaya çıkarır Âhâd haberin ise
itikadı konularda hüccet sayılmadığı bilinen bir husustur
b Hadis
metninin irdelenmesi:
Hadisi metin yönünden incelerken, aynı olayın
benzeri başka olaylar olup olmadığını araştırmamız gerekmekteydi Araştırmamız sonucunda, âzâd edilmek üzere
Resûlullah'ın (s) huzuruna getirilen ve Resûlullah (s) tarafından imtihan
edildikten sonra âzâd edilmesi emredilen câriye olayının benzerlerini, gene
hadis kitaplarında tesbit etmiş bulunuyoruz
Bu rivayetlerin ravilerini, özelliklerini ve
naklettiğimiz Mu'aviye hadisine nazaran benzerlik ve farklılıklarını şöyle
özetleyebiliriz:
1) Şerîd b
Suveyd es-Saqafi (r) hadisi: Ebu Davud (275), Dârimi (255) ve Ahmed
b Hanbel (241) tarafından rivayet
edilmiştir
yutlarını gözönüne alırsak dört rivayetin de aynı
olayı anlatmakta olduklarına ihtimal verebiliriz
HADİSİN MAKUL BİR YORUMU
Yukarıdaki düşünceler ışığında Mu'aviye hadisi'ni
yeni ve mâkul bir şekilde anlamamız mümkün olmaktadır Şöyle ki:
Sahabeden biri, bir koyunun kaybına sebep olan
Habeşli cariyesini fena halde döver
Sonra vicdan azabı duyarak pişman olur
Olayı Resûlullah'a (s) anlatarak -zaten mü'mine bir câriye âzâd etmeyi
nezretmiş olduğundan- bu cariyeyi mü'mine sıfatıyla âzâd edip edemiyeceğini
öğrenmek ister Resûlullah (s), huzuruna
getirttiği cariyeye Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet edip etmediğini
sorar, câriye; ya Arapçayı iyi konuşamadığından ya da daha önce yemiş oduğu şiddetli
dayaktan ve Resûlullah'ın (s) huzuruna çıkarılmış olmanın verdiği korku ve
heyecandan (gerçek sebebi rivayetlerden netleştiremiyoruz) dolayı ancak parmağı
ile semâya işaret ederek Allah'ın birliğine şahadetini anlatmaya çalışır Resûlullah'ın (s) peygamberliğini itiraf için
de parmağını önce o'na, sonra semâya yöneltir
Yani "Sen Allah'ın elçisisin" demek ister (İşaretin bu mânâsı Ebu Hureyre (r) hadisinde
açıkça ifade edilmiştir ) Resûlullah (s) da cariyenin bu karşılıklarından, onun
putperest olmadığı, muvahhid olduğu sonucuna varır ve kanaatini izhar eder
Olay böyle mâkul cereyan etmiş olmasına rağmen,
nesilden nesile yapılan mânâca şifahi aktarımlar, Mu'aviye (r) hadisindeki
diyalogu "Allah nerededir?: Semâdadır " şekline dönüştürmüş olmalıdır
Hadis kitapları aynı olayı anlattığı halde
birbirinden büyük ayrılıklar gösteren anlatımlarla doludur
Kaldı ki hadis şarihleri de Mu'aviye (r) hadisini
aynen kabul etmiş oldukları halde ondan antropomorfik (teşbîhî/tecsîmi) bir
mânâ çıkarmamışlar, Kur'ân'ın muhkemâtına uygun bir yorumu tercih etmişlerdir
Sünnet – Hikmet İlişkisi Mumsema Sünnet – Hikmet
İlişkisi
Hikmet, din ve felsefe sahalarında kullanılan geniş
kapsamlı bir terimdir Bundan dolayı,
Sünnet – hikmet ilişkisine geçmeden önce, konu bütünlüğü açısından “hikmet”
kavramının tanımı, Kur’an ve hadislerde kullanılışı üzerinde durmak faydalı
olacaktır
Hikmet kelimesinin sözlük anlamı
Hikmetin çok çeşitli ve farklı tanımları
yapılmıştır Klasik sözlüklerde hikmet
kelimesinin “yargıda bulunmak” anlamındaki hukm masdarından isim olduğu
belirtilir; ayrıca “engellemek, alıkoymak, gemlemek, sağlam kıllmak” manâlarına
gelen ihkam masdarıyla anlam ilişkisi kurulur
İbn Düreyd’in tesbitine göre Arapça’daki “el-kelime mine’l-hikme”
deyiminde geçen hikmet kelimesinde “alıkoymak, gem vurmak, sakındırmak” anlamı
daha çok belirgindir Zira Hikmet ile kastedilen şey, insanı iyi olana
yönlendiren, çirkin ve kötü olandan alıkoyan sözdür Böyle ahlâki muhtevalı özlü sözlere
“hikmet”in yanı sıra “hüküm” de denmektedir
İbn Manzur, hikmetin özellikle Allah’a nisbeti
halinde, “eşyayı kâmil ilmiyle bilmek” manâsına geldiğini belirtir İnsana nisbet edilmesi halinde ise hikmet,
“dengeli olma, orta yol üzerinde bulunma, adalet niteliği taşıma” anlamlarına
gelmektedir Nitekim eski Araplar
“muhakkem” kelimesini “hikmetli, tecrübeli, olgun kimse” manâsında
kullanmışlardır
Ragıb el-İsfehani ise hikmet terimini “ilim ve
akılla gerçeği bulma” şeklinde tanımlamaktadır
Hikmet Allah için kullanıldığında “eşyayı bilmek ve onu en sağlam ve
kusursuz biçimde yaratmak”, insan için kullanıldığında “mevcudatı bilip
hayırlar işlemek” anl----- gelmektedir
Hüküm hikmetten daha geneldir
Zira her hikmet hükümdür, fakat her hüküm hikmet değildir Hikmete “ Kur’an tefsiri, Kur’an ilmi” ve
‘nübüvvet” karşılıkları da verilmiştir
Cürcani, “hikmet, insanın gücü ölçüsünde nesnelerin
mahiyet ve hakikatlerini bilmesidir”, şeklinde bir tarifte bulunur O, hikmeti sözlü ve sözlü olmayan hikmet
olmak üzere ikiye ayırır: Birincisi şeriat ve tarikat ilimlerini kapsarken,
ikincisi Hakikat’in sırlarını ihtiva eder
İlimleri kitaplardan öğrenen bilginler ve halk yığınları için hikmetin
bu türü zararlı olabilir; çünkü bunu kavrayamaz veya yanlış kavrarlar İbn Kayyim’de de buna benzer bir taksim görüyoruz O da, hikmeti amelî ve ilmî olmak üzere ikiye
ayırıyor İlmî hikmet, eşyanın perde
arkasına muttali olmak ve sebep ile netice arasındaki ilişkiyi bilmektir Amelî hikmet ise, varlık düzeninde her şeyi yerli
yerince koymak demektir
Tahânevî de hikmetin buna yakın tanımlarını
zikrettikten sonra, hikmeti, “amelî hikmet, münzel (indirilmiş) hikmet, siyasi
ve medeni hikmet” gibi çeşitli bölümlere ayırır
Tahânevî, hikmetin nebevî bir kaynaktan ne’şet ettiğini ve İslâm
dünyasında Meşşai ve İşraki iki kola ayrılıp yayıldığını söyler O’nun, bununla yaptığı tasnif, İslâm felsefe
ekollerinin tasnifi gibidir
Hüküm hikmetten daha geneldir Zira her hikmet hükümdür, fakat her hüküm
hikmet değildir Hikmete “ Kur’an
tefsiri, Kur’an ilmi” ve ‘nübüvvet” karşılıkları da verilmiştir
Kur’an-ı Kerim’de hikmet
Kur’an-ı Kerim’de hikmet, 10 yerde kitap kelimesiyle
beraber olmak üzere 20 defa geçer; ayrıca üç defa “mülk”, birer defa da
“mev’ıza, hayır, âyet” kelimeleriyle birlikte kullanılmıştır; “hikmetün bâliğa”
terkibi ise bizzat Kur’an’ı ifade eder
Bu kelimelerin hikmetle birlikte kullanılması hikmetin hangi anlama
delalet ettiği hususunda çeşitli yorumlara yol açmıştır Kur’an terminolojisine dair günümüze ulaşmış
en eski metinlerden biri olan Mukatil b
Süleyman’ın (ö 150/767) el-Vücuh
ve’n-Nezâir adlı eserinde hikmetin, öğüt, anlayış-ilim, nübüvvet, Kur’an’ı
tefsir edebilme ve bizzat Kur’an’ın kendisi olmak üzere beş vechi olduğu belirtilir
Müfessirler hikmeti çeşitli anlamlarda
yorumlamışlardır Kur’an’da hikmetin,
geçtiği her âyette aynı anlama gelmediği bir gerçektir Dolayısıyla, içinde hikmet kelimesinin yer
aldığı her âyet müstakil değerlendirilmelidir
Meselâ, haha sonra temas edeceğimiz üzere, kitap ve hikmet beraber
kullanılırsa, hikmet sünnet anl----- gelebilir
Kurtubî, Katade’nin bu konudaki görüşüne tefsirinde yer verir
Elmalılı, tefsirinde hikmetin 23 ayrı anlamını
vermektedir Onun açıklamaları, büyük
ölçüde eski müelliflerin yaptığı hikmet tanımlarının tahlilinden ibarettir Bunların başlıcaları: sözde ve fiilde doğruyu
tutturmak; hem bilgi, hem iş; ilim ve fıkıh; anlamak, bilhassa varlıkların
özündeki manâları ve Allah’ın emrini anlamak; icat; varlık düzeninde her şeyi
yerli yerince koymak; güzel ve doğru işlere yönelmek; bilhassa devlet
idaresinde Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak; Allah’ın emirlerini düşünmek ve
onlara uymak; Allah’a itaat; vesvese ile gerçeği birbirinden ayıran nur; doğru
ve hızlı karar verebilme; ruhların sükun ve emniyetinin son durağı; din ve
dünya düzeni; ledünni ilim; ilhama devamlı mazhariyet için sırrı saklamaktır Ve hikmet, bunların hepsidir
Hadis-i şeriflerde hikmet
Hikmet kelimesinin hadislerde de Kur’an’daki
anlamları doğrultusunda çeşitlilik arz ettiği görülmektedir “Hikmet mü’minin yitiğidir, onu bulduğu yerde
alır” hadisi, Müslümanların, işlerine yarayan bilgiyi ve doğru sözü kimden ve
nereden geldiğine bakmaksızın alabileceklerine işaret etmiş, bu durum dış
kültürlerden uygun biçimde faydalanmaya meşruiyet kazandırmıştır “Ben hikmet eviyim, Ali onun kapısıdır”
hadisi, hikmetin ilim, nübüvvet ve sünnet kavramlarıyla bağlantısını ortaya
koyar Efendimiz’in (s a s ) Abdullah
b Abbas hakkındaki, “Allah’ım, ona
hikmeti ve kitabın te’vilini öğret!” duasındaki hikmetten kasdın, Kur’an’la
amel etmek, sünnet, sözde isabet, haşyet, üstün akıl, kendisiyle ilham ve
vesvesenin ayırt edildiği nur olduğu hadis şârihlerince belirtilmiştir Buhari, hikmet, nübüvvetin dışındaki görüş ve
içtihadlarda isabet etmektir fikrindedir
Kamil Miras ise, hadiste geçen “Kitabın te’vili”nden kastedilenin sünnet
olduğunu beyan eder
Hadislerde hikmet belli bir kişiye nisbet edildiği
gibi, bir ülkeye de nisbet edilmiştir
Nitekim Hz Peygamber Yemen’den
gelen bir heyeti karşılarken onlara, “İman Yemenlidir, hikmet Yemenlidir”
şeklinde iltifat etmiştir
Yine bir hadiste, “Hikmetin yayıldığı meclis ne
güzeldir” buyurulurken, bir başka rivayette de Kur’an’ı Kerim “hikmetin nuru”
olarak nitelendirilmektedir
Görüldüğü gibi, hadis-i şeriflerde de hikmet,
birbirine yakın da olsa, değişik manâlarda kullanılmaktadır
Hasan Yenibaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder