30 Ocak 2019 Çarşamba

HADİS VE İDDİALAR




Allah'ın semâda olduğuna delil gösterilen hadisin en muteber kaynağı Müslim'in (261) Sahih'i olarak görülüyor  Ayrıca Ahmet b  Hanbel (241), Musned'inde; Nesâî (303) ve Ebu Davûd (275), Sünen'lerinde aynı hadisi rivayet etmişlerdir

Hadisin Müslim'deki metni şöyledir:

Mu'aviye b  el-Hakem es-Sûlemî (r) anlatıyor: Uhud ve Cevvâniye yörelerinde koyunlarımı otlatan bir cariyem vardı  Birgün onun sürüden bir koyunu kurda kaptırdığını öğrendim  Ben de insanım -her insan gibi ben de üzülürüm - (Üzüntümden) tuttum, cariyeye bir tokat patlattım  Sonra Resûlullah'a (s) gittim  (Olayı anlattım)  Resûlullah (s) beni rıda ismi verilen Osman b  Sa'id ed-Dârimî (280) bu fikirleri savunan seleftendir

Günümüzde ise M  Nasıruddin el-Elbânî yukarıda ilk iki şıkta (a ve b) sıralanan iddiaları savunan selefi hadis âlimlerindendir  Ancak Elbânî bu iddialardan hareketle "Allah semâdadır" demeyeni tekfîr etme insafsızlığını göstermemektedir

Biz ise herhangi bir sonuca varmadan önce sözkonusu hadisi biraz incelemek ihtiyacı duyuyoruz

HADİSİN TENKİDİ VE İRDELENMESİ

Yukarıda verilen Mu'aviye (r) hadisini iki yönden tenkid ve tahlil etmek gerekmektedir:

a  Hadisin senedinin tenkidi:

Hadisin senedindeki râviler, Yahya b  Ebî Kesîr dışında, hepsi hadisçilerce siqa (sağlam, güvenilir) kişilerdir  Senedde yer alan Yahya b Ebî Kesîr (132) hakkında ise İbn Hacer el-Asqalânî (852) şunları yazmaktadır: "Siqatun, sebetun lâkinnehu yudellisu ve yursilu: Güvenilir, sağlamdır ancak tedlîs ve irsal yapar"  Tedlîs, hadis rivayetinde yanıltıcı eksiklikler (karanlık yönler) bırakmaktır  İrsal ise -bazılarına göre- bir ravinin görmediği, buluşmadığı bir kimseden hadis rivayet etmesidir

Görüldüğü üzere hadisin senedi bütünüyle sağlam ravilerden oluşmamıştır  Ayrıca hadisin, başka sahabelerce aynı lafızlarla rivayet edilmemesi onun âhâd bir rivayet olduğunu ortaya çıkarır  Âhâd haberin ise itikadı konularda hüccet sayılmadığı bilinen bir husustur

b  Hadis metninin irdelenmesi:

Hadisi metin yönünden incelerken, aynı olayın benzeri başka olaylar olup olmadığını araştırmamız gerekmekteydi  Araştırmamız sonucunda, âzâd edilmek üzere Resûlullah'ın (s) huzuruna getirilen ve Resûlullah (s) tarafından imtihan edildikten sonra âzâd edilmesi emredilen câriye olayının benzerlerini, gene hadis kitaplarında tesbit etmiş bulunuyoruz

Bu rivayetlerin ravilerini, özelliklerini ve naklettiğimiz Mu'aviye hadisine nazaran benzerlik ve farklılıklarını şöyle özetleyebiliriz:

 

1) Şerîd b  Suveyd es-Saqafi (r) hadisi: Ebu Davud (275), Dârimi (255) ve Ahmed b  Hanbel (241) tarafından rivayet edilmiştir

yutlarını gözönüne alırsak dört rivayetin de aynı olayı anlatmakta olduklarına ihtimal verebiliriz

HADİSİN MAKUL BİR YORUMU

Yukarıdaki düşünceler ışığında Mu'aviye hadisi'ni yeni ve mâkul bir şekilde anlamamız mümkün olmaktadır  Şöyle ki:

Sahabeden biri, bir koyunun kaybına sebep olan Habeşli cariyesini fena halde döver  Sonra vicdan azabı duyarak pişman olur  Olayı Resûlullah'a (s) anlatarak -zaten mü'mine bir câriye âzâd etmeyi nezretmiş olduğundan- bu cariyeyi mü'mine sıfatıyla âzâd edip edemiyeceğini öğrenmek ister  Resûlullah (s), huzuruna getirttiği cariyeye Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet edip etmediğini sorar, câriye; ya Arapçayı iyi konuşamadığından ya da daha önce yemiş oduğu şiddetli dayaktan ve Resûlullah'ın (s) huzuruna çıkarılmış olmanın verdiği korku ve heyecandan (gerçek sebebi rivayetlerden netleştiremiyoruz) dolayı ancak parmağı ile semâya işaret ederek Allah'ın birliğine şahadetini anlatmaya çalışır  Resûlullah'ın (s) peygamberliğini itiraf için de parmağını önce o'na, sonra semâya yöneltir  Yani "Sen Allah'ın elçisisin" demek ister  (İşaretin bu mânâsı Ebu Hureyre (r) hadisinde açıkça ifade edilmiştir ) Resûlullah (s) da cariyenin bu karşılıklarından, onun putperest olmadığı, muvahhid olduğu sonucuna varır ve kanaatini izhar eder

Olay böyle mâkul cereyan etmiş olmasına rağmen, nesilden nesile yapılan mânâca şifahi aktarımlar, Mu'aviye (r) hadisindeki diyalogu "Allah nerededir?: Semâdadır " şekline dönüştürmüş olmalıdır

Hadis kitapları aynı olayı anlattığı halde birbirinden büyük ayrılıklar gösteren anlatımlarla doludur

Kaldı ki hadis şarihleri de Mu'aviye (r) hadisini aynen kabul etmiş oldukları halde ondan antropomorfik (teşbîhî/tecsîmi) bir mânâ çıkarmamışlar, Kur'ân'ın muhkemâtına uygun bir yorumu tercih etmişlerdir

Sünnet – Hikmet İlişkisi Mumsema Sünnet – Hikmet İlişkisi

Hikmet, din ve felsefe sahalarında kullanılan geniş kapsamlı bir terimdir  Bundan dolayı, Sünnet – hikmet ilişkisine geçmeden önce, konu bütünlüğü açısından “hikmet” kavramının tanımı, Kur’an ve hadislerde kullanılışı üzerinde durmak faydalı olacaktır 

Hikmet kelimesinin sözlük anlamı

Hikmetin çok çeşitli ve farklı tanımları yapılmıştır  Klasik sözlüklerde hikmet kelimesinin “yargıda bulunmak” anlamındaki hukm masdarından isim olduğu belirtilir; ayrıca “engellemek, alıkoymak, gemlemek, sağlam kıllmak” manâlarına gelen ihkam masdarıyla anlam ilişkisi kurulur  İbn Düreyd’in tesbitine göre Arapça’daki “el-kelime mine’l-hikme” deyiminde geçen hikmet kelimesinde “alıkoymak, gem vurmak, sakındırmak” anlamı daha çok belirgindir  Zira  Hikmet ile kastedilen şey, insanı iyi olana yönlendiren, çirkin ve kötü olandan alıkoyan sözdür  Böyle ahlâki muhtevalı özlü sözlere “hikmet”in yanı sıra “hüküm” de denmektedir 

İbn Manzur, hikmetin özellikle Allah’a nisbeti halinde, “eşyayı kâmil ilmiyle bilmek” manâsına geldiğini belirtir  İnsana nisbet edilmesi halinde ise hikmet, “dengeli olma, orta yol üzerinde bulunma, adalet niteliği taşıma” anlamlarına gelmektedir  Nitekim eski Araplar “muhakkem” kelimesini “hikmetli, tecrübeli, olgun kimse” manâsında kullanmışlardır 

Ragıb el-İsfehani ise hikmet terimini “ilim ve akılla gerçeği bulma” şeklinde tanımlamaktadır  Hikmet Allah için kullanıldığında “eşyayı bilmek ve onu en sağlam ve kusursuz biçimde yaratmak”, insan için kullanıldığında “mevcudatı bilip hayırlar işlemek” anl----- gelmektedir  Hüküm hikmetten daha geneldir  Zira her hikmet hükümdür, fakat her hüküm hikmet değildir  Hikmete “ Kur’an tefsiri, Kur’an ilmi” ve ‘nübüvvet” karşılıkları da verilmiştir 

Cürcani, “hikmet, insanın gücü ölçüsünde nesnelerin mahiyet ve hakikatlerini bilmesidir”, şeklinde bir tarifte bulunur  O, hikmeti sözlü ve sözlü olmayan hikmet olmak üzere ikiye ayırır: Birincisi şeriat ve tarikat ilimlerini kapsarken, ikincisi Hakikat’in sırlarını ihtiva eder  İlimleri kitaplardan öğrenen bilginler ve halk yığınları için hikmetin bu türü zararlı olabilir; çünkü bunu kavrayamaz veya yanlış kavrarlar  İbn Kayyim’de de buna benzer bir taksim görüyoruz  O da, hikmeti amelî ve ilmî olmak üzere ikiye ayırıyor  İlmî hikmet, eşyanın perde arkasına muttali olmak ve sebep ile netice arasındaki ilişkiyi bilmektir  Amelî hikmet ise, varlık düzeninde her şeyi yerli yerince koymak demektir 

Tahânevî de hikmetin buna yakın tanımlarını zikrettikten sonra, hikmeti, “amelî hikmet, münzel (indirilmiş) hikmet, siyasi ve medeni hikmet” gibi çeşitli bölümlere ayırır  Tahânevî, hikmetin nebevî bir kaynaktan ne’şet ettiğini ve İslâm dünyasında Meşşai ve İşraki iki kola ayrılıp yayıldığını söyler  O’nun, bununla yaptığı tasnif, İslâm felsefe ekollerinin tasnifi gibidir

Hüküm hikmetten daha geneldir  Zira her hikmet hükümdür, fakat her hüküm hikmet değildir  Hikmete “ Kur’an tefsiri, Kur’an ilmi” ve ‘nübüvvet” karşılıkları da verilmiştir 

 

Kur’an-ı Kerim’de hikmet

Kur’an-ı Kerim’de hikmet, 10 yerde kitap kelimesiyle beraber olmak üzere 20 defa geçer; ayrıca üç defa “mülk”, birer defa da “mev’ıza, hayır, âyet” kelimeleriyle birlikte kullanılmıştır; “hikmetün bâliğa” terkibi ise bizzat Kur’an’ı ifade eder  Bu kelimelerin hikmetle birlikte kullanılması hikmetin hangi anlama delalet ettiği hususunda çeşitli yorumlara yol açmıştır  Kur’an terminolojisine dair günümüze ulaşmış en eski metinlerden biri olan Mukatil b  Süleyman’ın (ö  150/767) el-Vücuh ve’n-Nezâir adlı eserinde hikmetin, öğüt, anlayış-ilim, nübüvvet, Kur’an’ı tefsir edebilme ve bizzat Kur’an’ın kendisi olmak üzere beş vechi olduğu belirtilir

Müfessirler hikmeti çeşitli anlamlarda yorumlamışlardır  Kur’an’da hikmetin, geçtiği her âyette aynı anlama gelmediği bir gerçektir  Dolayısıyla, içinde hikmet kelimesinin yer aldığı her âyet müstakil değerlendirilmelidir  Meselâ, haha sonra temas edeceğimiz üzere, kitap ve hikmet beraber kullanılırsa, hikmet sünnet anl----- gelebilir  Kurtubî, Katade’nin bu konudaki görüşüne tefsirinde yer verir 

Elmalılı, tefsirinde hikmetin 23 ayrı anlamını vermektedir  Onun açıklamaları, büyük ölçüde eski müelliflerin yaptığı hikmet tanımlarının tahlilinden ibarettir  Bunların başlıcaları: sözde ve fiilde doğruyu tutturmak; hem bilgi, hem iş; ilim ve fıkıh; anlamak, bilhassa varlıkların özündeki manâları ve Allah’ın emrini anlamak; icat; varlık düzeninde her şeyi yerli yerince koymak; güzel ve doğru işlere yönelmek; bilhassa devlet idaresinde Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak; Allah’ın emirlerini düşünmek ve onlara uymak; Allah’a itaat; vesvese ile gerçeği birbirinden ayıran nur; doğru ve hızlı karar verebilme; ruhların sükun ve emniyetinin son durağı; din ve dünya düzeni; ledünni ilim; ilhama devamlı mazhariyet için sırrı saklamaktır  Ve hikmet, bunların hepsidir 

Hadis-i şeriflerde hikmet

Hikmet kelimesinin hadislerde de Kur’an’daki anlamları doğrultusunda çeşitlilik arz ettiği görülmektedir  “Hikmet mü’minin yitiğidir, onu bulduğu yerde alır” hadisi, Müslümanların, işlerine yarayan bilgiyi ve doğru sözü kimden ve nereden geldiğine bakmaksızın alabileceklerine işaret etmiş, bu durum dış kültürlerden uygun biçimde faydalanmaya meşruiyet kazandırmıştır  “Ben hikmet eviyim, Ali onun kapısıdır” hadisi, hikmetin ilim, nübüvvet ve sünnet kavramlarıyla bağlantısını ortaya koyar  Efendimiz’in (s a s ) Abdullah b  Abbas hakkındaki, “Allah’ım, ona hikmeti ve kitabın te’vilini öğret!” duasındaki hikmetten kasdın, Kur’an’la amel etmek, sünnet, sözde isabet, haşyet, üstün akıl, kendisiyle ilham ve vesvesenin ayırt edildiği nur olduğu hadis şârihlerince belirtilmiştir  Buhari, hikmet, nübüvvetin dışındaki görüş ve içtihadlarda isabet etmektir fikrindedir  Kamil Miras ise, hadiste geçen “Kitabın te’vili”nden kastedilenin sünnet olduğunu beyan eder 

Hadislerde hikmet belli bir kişiye nisbet edildiği gibi, bir ülkeye de nisbet edilmiştir  Nitekim Hz  Peygamber Yemen’den gelen bir heyeti karşılarken onlara, “İman Yemenlidir, hikmet Yemenlidir” şeklinde iltifat etmiştir 

Yine bir hadiste, “Hikmetin yayıldığı meclis ne güzeldir” buyurulurken, bir başka rivayette de Kur’an’ı Kerim “hikmetin nuru” olarak nitelendirilmektedir 

Görüldüğü gibi, hadis-i şeriflerde de hikmet, birbirine yakın da olsa, değişik manâlarda kullanılmaktadır
Hasan Yenibaş

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder