30 Ocak 2019 Çarşamba

MEVZU RİVAYETLER- UYDURMA VE YALANLAR


Mevzu Hadisler


Abdulfettah Ebu Gudde

Çeviren: Enbiya Yıldırım

İnsan Yayınları



























 


 

Bismîllahirrahmanirrahim

Âlemlerin Rabbi olan Allah'a (c.c.) hamd olsun. Salât-u selam emîn peygamber, Rasûl efendimiz Muhammed'e, âline, ashabı­na ve kıyamete kadar kendisine hakkıyla tabî olanlara olsun.İmdi, bu eserde anlatılan konular sınırlımevzular olup Lemehât min Târîhi's Sünne ve Ulûmi'l Hadis (Sünnet Tarihi ve Hadis İlimlerine Bakışlar) admı taşımaktadır. Ben bu mevzuları Cezayir Diyanet İşleri Bakanlığı'nın 1982 tarihindeki "İslâmî Düşünce" toplantılar serisinin onaltıncısına katılmak üzere, şahsıma gelen davete icabet etmek suretiyle yazdım. Bu toplantının konusu "Nebevî Sünnet" idi. Benden konuşmamın ve bildirimin "Hadis Uydurma Sebepleri ve Neticeleri" konusun­da olması istendi. Ben de daveti hemen kabul ettim ve (hazır­ladığım) dokümanlarısundum. Daha sonra bunları genişletip güzel ilavelerde bulundum. Konuyu yazmaya hazırlandığımda, bütünlüğü açısından, bir giriş bölümü yanında başka yönlerden de izaha muhtaç olduğu­nu gördüm. Bunun üzerine sünnet-i mutahharanın Kur'an-ı Kerîm'e göre durumunu ve İslâmî yasamadaki konumunu, Kur'an'ın açıklayıcısı ve sarihi olan sünnete olan ihtiyacını kı­saca açıklamaya eğildim. Ayrıca sahâbe-i kiramın fazîletine da­ir vârid olan nasslara, onların İslâm'da önderlik makamında olduklarına, Râsûlullah (s.a.v.) efendimiz hakkında yalan söylemekten ve iftira etmekten berî olduklarına da kısaca temas ettim. Ve Nebî (s.a.v.) hayatındayken yalan uydurulduğu vehmini uyandıran bir grup zayıf ve çürük rivayetleri ayıklamaya ve ten­kide eğildim. Bu rivayetlerin sakatlığını ve bozukluğunu beyan ettim. Aynızamanda isnad ve metin tenkidinin sahabe (r.a.) zamanında ve hicrî birinci asır ortalarında söz konusu olduğunu ortaya koydum. Bu tedkîkattan hadis uydurma işinin ortaya çı­kışının birinci asrın ilk yansının sonuyla sınırlandırılmasının mümkün olduğu neticesine vardım. Bu dönemden sonra ise, fitnelerin yayılması ve bid'at gruplarının türemesiyle iş arttı da arttı. Daha sonra hadis uydurmanın en önemli sebeplerine temas ettim. Bu sebeplerden yedi tanesini izah edip açıkladım. Bunu yaparken, hadis uyduranların uydurmalarına karşı sünnet-i mutahhara hafızlarının ve hadis mütehassıslarının gayretlerini, bazı idarecilerin iftiracılara engel olup, yalancıları cezalandır­malarını da aktardım. Ardından hadis uydurmanın neticelerine, mütehassıs muhaddislerin ortaya koydukları ilmî tenkid metodlannın kaide­lerine temas ettim. Onlar bu kaidelerle hadis-i şerifleri ihata etmişler ve onları iftiracılarla yalancıların oklarından korumuşlardır. Neticede bu kaidelerden aşağıdaki ilimler ortaya çıkmış­tır:

1- İsnad:İsnad, ümmet-i Muhammed'e (s.a.v.) has özelliklerden bir tanesidir. İsnad, rivayet ilimlerinin ardından, dirayet ilimle­rinin kabul edilmesinde de bîr asıl olmuştur. Hatta ahmakların, gafillerin haberleri ile mizah ehli ve tufeyli kimselerin anek­dotlarının toplandığı eserlerde bile isnad kullanılmıştır. Böyle­ce isnad, kendisine ait mütehassısları, hafızları ve bilginleri olan müstakil bir ilim haline gelmiştir.

2- Târîhu'r Ruvât ve'r Rical (Raviler ve Şahıslar Tarihi): Muhaddisler bu konuda ilmî ve kapsamlı kaideler, ilmî ve üs­tün prensipler koymuşlardır. Hadisıstılahları, rical ve cerh-ta'dil kitapları onları içermektedir. Hatta onların tarihî seyriyle ilgili müstakil bazı faydalı risaleler bile yazılmıştır.

3- Ravileri tenkid, tezkiye veya cerh etmek suretiyle halleri­ni beyan etmek: Mütekaddimûn âlimlerin bu hususta çok üs­tün bir üslûbu vardı. Sonrakilerin edebi, onlarınkinin yüceliği­ne ulaşamaz. Yakını, akrabası, dostu veya sevdiği biri olmasına bakmadan, hatır için kayırmadan, çok hayırlı bir hizmeti ger­çekleştirmişledir. Bu hususta hassas kaideler koyup o kaideler üzerinde yürümek suretiyle onlarıhakem tayin etmişlerdir.

4- Hadisin metnini ve mânâsını tedkîk: Daha sahabenin (r.a.) ilk döneminde bile metin tenkidi yapılır, mahfuz (sağlam) ol­mayan hadis mahfuz olanla karşılaştırılırdı. Mahfuz olana itimad edip dayanılırdı. Rasûlullah (s.a.v.) iftira edilmiş uydurma hadislerin bir kısmı onlar zamanında tesbit edilip ortaya çıka­rılmıştır.

5- Cerh-ta'dil ilmi: Bu ilmin meşruluğu kitab ve sünnetin nasslarına dayanmaktadır. Bu çok tehlikeli, nice ayakların ka­yabileceği zor bir ilimdir. Bundan dolayı, pek az muhaddis ve hafızlardan yüksek seviyede âlim olanlar bu mertebeye yüksele­bilmişlerdir. Bu âlimler, müslüman olsun gayr-i müslim olsun, bilginlerin beğenisini kazanan ve zirveyi işgal eden kaideler ve kurallar ortaya koymuşladır. Bu ilimde ta'dilde bulunacak, cerh edecek ve cerh edilecek kimselere dair aranan şartlarızikredip, bu hususta kabul edilip edilmeyecek hususları beyan etmişlerdir.

6- Ilm-u Mustalahİ'l Hadis (Hadis Usûlü İlmi): Bu ilim sened ve metinle başka bir deyişle ravi ve rivayetle ilgili hadis konuları ve kaideleri toplamıdır. Bunların ortaya konması hicrî birinci asrın ortalarında başlamış, dokuzuncu asrın sonlarında kemâle erip olgunlaşarak pişmiştir. Bu konuda sayılamayacak toplanamayacak kadar eser telif edilmiştir. Usûl ilminin konu­larına dair müstakil eserleri ilk yazan kimse olarak İmam Ali bin el-Medinî (234/849) kabul edilir. Onun ardından gelenler ona tabî olup eserler yazmışlar, konuları toplayıp tertîb etmiş­ler, açıklayıp bölümlere ayırmışlardır. Onların isimlerini ve söz­lerini nakletmek çok uzun sürer...

7- Mevzu hadisler, zayıf raviler, mecruh raviler ve hadis uy­duranlarla ilgili eserlerin telif edilmesi: Mütekaddimûn muhaddisler işittikleri andan itibaren tanıtıp öğretmek için yalan ha­disleri yazmışlardır. Daha sonraları bunlarla ilgili eserler telif edilmiştir. Bunların tasnif edilmesinde farklı farklımetodlar benimsemişlerdir. Aynı zamanda zayıf, mecruh, hadis uyduran kimselerle ilgili kitaplar da telif etmişlerdir. Bu eserlerde onla­rın terceme-i halleri altında neyle itham edildiklerini, uydur­dukları veya hata edip Rasûlullah'a (s.a.v.) isnad ettikleri hadisleri vb. hususları zikretmişlerdir. Muhaddisler tüm bu çalışmaları batıl, asılsız hadisleri def etmek, matlûb olan sahih hadisleri korumak için yapmışlardır. Daha sonra, gerek âlim ve gerekse kendi kendine öğrenen öğrenci metoduyla ve gerekse üniversitelerde kabul edilmiş eğitim metodlarıyla olsun, mevzu hadislerden kurtulmayı sağla­yan prensiplere genel hatlarıyla temas ettim. Bilahare âlimlerin mevzu hadisleri tanımada esas aldıklarıemarelerin büyük bir kısmını zikrettim. Bunlar onbir emareye vardı. Sonra da ihtisas sahibi zevatın mevzu, haberi tanımak için istifade ettikleri prensiplerin büyükçe bir kısmından bahsettim. Bu konuların sonunda bu emarelerin ve prensiplerin öğren­cinin fikrini uyandırmadaki etkisine işaret ettim. Bunlar öğren­ciye sahih ve yalan hadisi birbirinden ayırmak hususunda bir meleke kazandırmakta, zihnine makbul ve merdûd hadisleri birbirinden ayırdeden ölçüyü nakşetmektedir Sözü, ilk günden bugüne ve Allah'ın dilediği süreye dek bu kaideleri, kuralları koyan ve bu gayretleri sergileyen âlimlerin gayesinin sünnet-i mutahharayı tahriften, değiştir­mekten, yalandan ve iftiradan korumak olduğuyla bitirdim. Za­ten durumun böyle olduğunun tasdiki Allah Teâlâ'nın şu âyeti­dir:"Şüphe yok ki o zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz- Ve muhak­kak ki onu muhafaza edecek olan da biziz"[1][1]

Riyad, 1983 Abdulfettah Ebu Gudde[2][2]

 


 

Bismillahirrahmanirrahîm

Müslümanların kalplerini sünnet ile hidayete açan Allah'a (cc) hamd olsun. Böylece onların kalpleri sünnete yönel­miş, onu dinleyerek rahatlamışlardır. Salât-u selam tertemiz ve nurlu dosdoğru yoluna davet eden efendimiz Muhammed'e (sav) olsun. Kesin delil kopukluğa uğradıktan sonra onunla kâim ol­muştur. Rasûlullah'ın (sav) sözlerini, fiillerini ve hallerini muhafaza edip bizlere aktaran ashâb-ı kiramdan da Allah (cc) razı olsun. Sünnet onlar vesilesiyle eksik kalmaktan ve kaybolmaktan ko­runmuştur. Hadis-i şerîfleri ahp tebliğ etmiş, dinleyip dinleterek yükle­nen halefin seleften alması suretiyle hiç bozmadan nakleden tabiînden de Allah(cc) razı olsun. Şüphesiz onlar sağlam imanlarıyla ashaba hakkıyla tabî olmuş, seçkin, mübarek, emin ve te­miz insanlar idiler. Hadisler böyle devam ede ede, ondört asır sonra bizlerin eli­ne, temiz, saf, güzel, nurunu ve parlaklığını kaybetmeden ulaş­mıştır.İmdi, ıstılah yönüyle "hadis" şu mânâya gelir: Söz, fiil, tak­rir, sıfat, yaratılış ve ahlâk yönüyle Nebî (as)a gerek peygamberlikten önce ve gerekse peygamberlikten sonra izafe edilen herşeydir. “sünnet”de aynı anlamda kullanılır. Bu yönüyle hadis’in müradifi olan bir kelimedir. Sünnet İslam’da teşriin ikinci kaynağıdır. Rasulullah (sav) zamanındaki durum böyleydi.

Allah Teala Kitab-ıKerim’de şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat ediniz ve peygambere de itaat ediniz.”[3][3]

“Allah’a itaat ediniz; peygambere de itaat ediniz ve (muhalefetten) sakınınız.”[4][4]

“Her kim peygambere itaat ederse muhakkak Allah Teala’ya itaat etmiş olur.”[5][5]

“Rasul size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa da ondan kaçının ve Allah’tan korkun.”[6][6]

“Hayır, Rabbin hakkı için! Onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan (verdiğin hükme gönül hoşluğuyla razı olup) tam anlamıyla teslim olmadıkça inanmış olmazlar.”[7][7]

el Hakim en Neysaburi el Müstedrek’te İbn Abbas’tan (ra) rivayet eder:

“Rasulullah (sav) veda haccında insanlara hutbe irad etti. Hutbesinde şöyle buyurdular:

“Ey insanlar! Sizlere iki şey bırakıyorum. Bunlara yapıştığınız sürece asla sapıtmazsınız: Allah’ın (cc) kitabı ve Nebisinin sünneti.”[8][8]

İkrime‘nin hadisleriyle, hükümlerini tamamlar.

İmam Ebu Davud, İmam et-Tirmizi, İmam İbn Mace, İmam ed-Darimi Sünen’lerinde çarşıların kapıla­rıkapatılmıştı. Bununla beraber zikir ve virdlerin faziletleriyle ilgili hadisler uydurmayı şeytan kendisine süslü göstermiştir. Hatta kendisine 'güzel ahlakla ilgili bu anlatıp durduğun hadis­ler neyin nesidir?' dendiğinde şöyle demiştir: 'Halkın kalplerini yumuşatmak için bunları uydurdum.'[9][9]

el-Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd'âa onun terceme-i ha­linde der ki: "Ebû Dâvûd es-Sicistânî, 'Gulâmu Halil'in Bağ-dâd'ın deccalı olmasından korkarım' derken, Ahmed bin Kâ­mil de 'Guîâmu Halîl 275 yılında Bağdâd'da vefat etti. Tabut Yine el-Hakim, Ebu Hureyre’den şöyle dediğini rivayet etmiştir:“Rasulullah(sav)şöyle buyurdular:Size iki şey bırakıyorum.Onlardan sonra sapıtmazsınız:Allah’ın,(cc) kitabı ve benim sünnetim. “Sünnet ve Kitab ayrılmaz ikilidirler.Şeriat ancak ikisi olursa tamam olur.Sünnet,Kitab’ı açıklayıcı veşerh edicidir.Onun manalarını açıklar,müphem yerlerini tefsir eder.Kitab karşısında onun şerhi mesabesindedir.Onun gayelerini delil tafsil ederrivayet etmişlerdir.Ebu Davud dışındakilerin lafzı şöyledir: “el-Mikdam bin Ma’dikerib’ten(ra);Rasulullah (sav) şöyle buyurdular:Dikkat edin !Koltuğuna yaslanmış [10][10]olarak kendisine benden bir hadis gelen kimse şöyle diyecek midir? ‘Bizimle sizin aranızda Allah ‘ın (cc) kitabı var.Onda helal olarak bulduğumuzu helal sayar,haram olarak bulduğumuzu da haram sayarız. ‘Muhakkak ki Rasulullah ‘ın(sav) haram kıldığı da Allah ‘ın(cc) haram kıldığı gibidir [11][11] Ebu Davud’un lafzı şöyledir "el-Mikdâm bin Ma'dîke-rib'tente]; Rasûlullah(sav)şöyle buyurdular: Dikkat edin! Bana Kur'an ve onunla beraber bir misli verildi. Dikkat edin! Karnı tok kişinin koltuğuna oturup yşöyle demesi ya­kındır: 'Size sadece Kur'an yeter. Onda helal olarak bulduğunuzu helal sayın. Haram olarak bulduğunuzu da haram* kılın. [12][12]Dikkat edin! Ehlî eşek, yırtıcı tırnaklı tüm hayvanlar ve pençeli tüm kuşların etleri ile zimmîlerin yitik mallan sizlere helal değildir. Ancak sahibi bıraktıysa müstesna. Her kim bir topluluğa misafir olursa, onu ağırlamaları/doyurmaları gerekir. Eğer onu doyurmaz­larsa hakkı kadar onlarıcezalandırabilir (o kadarını alabilir)."[13][13] Yine Ebû Dâvûd, et-Tirmizî ve Ibn Mâce Sunen'lerinde ri­vayet etmişlerdir. Lafız Ebû Davud'a aittir. "Ebû Râfi'den; Ra-sûlullahfsavl şöyle buyurdular: "Sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, kendisine em­rettiğim veya nehyettiğim bir haber geldiğinde, 'Bunu bilmiyoruz. Biz Kur'an'da bulduğumuza tabî oluruz' derken bulmaya­yım."[14][14]Hafız es-Suyûtî, Miftâhu'l Cenne fi'l îhticâc bi's Sünne adlı kitabında şöyle der:

1- Ehlî eşek etinin haram olduğu. Yabanî eşeğin (zebranın) eti ise helaldir.

2- Aslan ve kurt gibi vahşi yırtıcı hayvanlar cinsinden olan tırnaklı hayvanla­rın etlerinin haram olduğu.

3- Kendileriyle avlanılan şahin, doğan gibi pençeli hayvanların etlerinin ha­ram olduğu. Çünkü bunlar habis hayvanlardandır.

4- Zimmîlerin yitik mallarmmın haram olduğu.

5- Misafiri yedirip ikram etmenin gerekli olduğu. Bu o zamanlar badiyede yaşa­yan insanların hayatlarının vazgeçilmez bir parçası olan Önemli genel âdetlerden bir tanesidir.

6-Hadîs-işerif aynı zamanda Nebî'yetsav] ait apaçık bir mucizeyi ihtiva etmek­tedir. O da bizden önce ve bugünlerde meydana gelen şu dunımu haber vermesidir: Dinden çıkıp onu terk ederek sünnetle amel etmeyi, onu delil olarak kabul etmeyi inkar edenlerin olacağı.

7-Nebî'^ bu hadis-i şeriflerinde hadisten yüz çevirmenin caiz,olmadığını (...) beyan etmektedir. Çünkü hadisten yüz çeviren Kur'an'dan yüz çevirmektedir. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Rasül size neyi verdiyse onu alın, size neyi ya-sakladıysa da ondan kaçının." Haşr, 59/7.

8-Yine NebîM bu hadislerinde,- Kur'an'da zikredümeyip te Rasûlullah'mf53"] haram kıldıklarının Allah'ın^ haram kıldıkları gibi olduğunu açıklamıştır.

9-Rasulullah’ın(sav) helal olanları anmayıp sadece haram kıldıklarına değin­mesine gelince; bunda bir nassın ayırdıkları hariç eşyada aslolanın mübah olduğu­na işaret vardır."el-Beyhakî, el-Medhalu'ş Sağır diye bilinen el-Medhal ilâ Delâili'n Nübüvve adlı eserinde şöyle der: Hadisin Kur'an'a arz edilmesi hadisine gelince, sahîh değildir, batıldır. Batıl olduğu, hadisin kendisinden ortaya çıkmaktadır. Çünkü, Kur'an'da, sünnetin Kur'an'a arz edilmesine dair bir âyet yoktur."Yine el-Beyhakî ei-Medhalu'l Kebîr diye bilinen el-Medhal ile’s Sünen adlı eserinde de şöyle der: Hadisleri reddeden bir takım kimselerin delil olarak getirdikleri, sünnetin Kur'an'a arz edilmesine dair haberlerin batıl oluşu babı: İmam eş-Şafiî şöylie demiştir:Rasûlullah'tan(sav) gelen bazıhadisleri reddeden bir kimse bana şu hadisi delil olarak gösterdi: 'Benden size gelen haberi Kur'an'a arz edin. Ona uyuyorsa, onu ben demişimdir. Uymu­yorsa onu.ben dememişimdir."O kimseye şöyle dedim:Az çok rivayeti sahîh olan hiçbir kimse bunu rivayet etme­miştir. Bu meçhul bir kimseden gelen munkatı' (senedi kopuk) bir rivayettir. Biz ise böyle rivayetleri her hangi bir konuda delil olarak kabul etmeyiz. el-Beyhakî de şöyle der: İmam eş-Şâfiî de bu sözüyle Hâlid bin Ebî Kerîme'nin Ebû Cafer [15][15] tarikiyle Rasûlulltah'tan(sav) rivayet ettiği hadisi kasdetmiştir. Hadis şöyledir:Bu hususla ilgili nasslar ve açıklamalarıyla ilgili daha fazla bigi istiyorsanız, Aliyyu'l Kârî'nin Mirhâtu'İ Mefâtîh Şerhu Mişkati’l Mesâbih’ıne bakınız. 1/193-8. Bâbu'l i'tisâm bi'l Kitab ve's Sünni'nin ikinci bölümü. Rasulullah(sav) yahudileri çağırır ve onlara sorular sorar. Onlar da anlatırlar. Bu arada Isa(as) iftirada bulunurlar. Bunun üzerine Rasûlullah(sav) minbere çıkar ve insanlara hutbe îrad eder: "Benden sonra hadisler yayılacaktır. Size Kur'an'a muva­fık oiarak.gelen hadisler bendendir Kur'an'a muhalif olarak ge­lenler ise bana ait değildir."el-Beyhakî de der ki:"Bu hadis tamamı zayıf olan başka tariklerle de rivayet edil­miştir."[16][16]es-Suyûtî daha sonra el-Beyhakî'den naklederek, bu hadis ve bununla aynı mânâdaki hadislerin tarîk ve rivayetlerini zik­reder ve el-Beyhakî'den bu hadislerin illetlerini, çarpıklıkları­nı, zayıflıklarınıve sıhhatten düştüklerini aktarır. el-Kâmûsu'l Muhît yazarı Şeyh, Muhaddis el-Fîrûzâbâdî Sif-ru's Seâde kitabının sonunda,şöyle der: "Benden gelen bir.hadis duyduğunmda onu Allah'ın ki­tabına arz edin. Eğer ona muvafıksa kabul edin. Muvafık değil­se reddedin' şeklinde nakledilen sahih ve sabit olmuş bir riva­yet yoktur. Bu, mevzu hadislerin en kötülerindendir. Bilakis bu hadisin hilafına olan bir hadîs, sahihtir: Dikkat edin! Bana Kur'an ve onunla beraber bir misli verildi."[17][17]Mağrib hafızı Ebû Ömer bin Abdülber en-Nemerî el-Endelûsî, Câmiu Beyâni'l Îlm ve Fadlih kitabında senediyle beraber büyük sahâbî İmrân bin Husayn'dantel şunu nakleder: Bir adam kendisine gelip bir sual sorar. O da ona cevap ola­rak bir hadis nakleder. Bunun üzerine adam, 'Bize Kur'an'dan anlatın. Başka şeyden anlatmayın' der. tmrân bin Husayn(ra)' da ona şöyle der: 'Sen ahmağın birisin! Allah'ın(cc) kitabında öğle namazının (farzının) dört rekat olduğunu ve kıraatin cehrî yapılmayacağı­nıbulabiliyor musun îmrân daha sonra ona diğer namazları ve zekatı bu şekilde sıralar ve şöyle der: 'Bunları Kur'an'da açıklanmış halde bulabiliyor musun? Bunları Allah'ın kitabı açıklamamıştır, sünnet açıklamıştır.'[18][18]el-Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî îlmi'r Rivâye'de bu haberi daha geniş rivayet etmiştir, ibaresi şöyledir: Imrân bin Husayn(ra) arkadaşlarıyla beraber oturuyorken, oradaki topluluktan birisi 'Bize sadece Kur'an'dan anlatın' der. Ona 'yaklaşıver' der. O da yanaşır. Sonra ona şöyle der: "Bir düşün! Sen ve arkadaşların Kur'an'la başbaşa bırakılsa-nız, öğle namazının (farzının) dört, ikindinin dört, akşamın üç rekat olacağını ve ilk iki rekatta kıraat yapılacağını onda bulabi­lir miydiniz? Bir düşün! Sen ve arkadaşların Kur'an'la başbaga bırakılsanız, tavafın yedi kere yapılacağını, Safa ile Merve ara­sındaki sâ'yı onda bulabilir miydiniz?" Imrân sonra şöyle sesle­nir: "Ey cemaat! Bizden (hadisleri) alın (öğrenin). Vallahi eğer böyle yapmazsanız sapıtacaksınız!"[19][19]

el-Hatib daha sonra başka bir tarikle şunu rivayet eder: Bir adam îmrân bin Husayn'a "Kur'an'ı bir tarafa bırakıp bizlere rivayet ededurduğunuz bu hadisler neyin nesidir?" diye sorar. îmrân ona şöyle der:Bir düşün! Sen ve arkadaşların sadece Kur'an'ı kabul et­miş olsanız, öğle ve ikindinin rekatlarının şu kadar olduğunu, vakitlerinin şu zaman diliminde olduğunu, keza akşam namazı­nın rekatlarını ve vaktini, Arafat'ta vakfede durmayı, cemre taşlarının şu kadar atılacağını, elin nereden kesileceğini nasıl öğrenecektiniz? Elini bileğine, sonra dirseğine sonra da omuzuna koyarak 'buradan mı, buradan mı yoksa buradan mı kesilecek?' diye sor­du ve ekledi: "Sizlere aktardığımız hadislere tabî olun, yoksa sapıtırsınız." Hafız es-Suyûtî Miftâhu'l Cenne fi'l İhticâc bi's Sünne kita­bında der ki: "el-Beyhakî, el-Medhalu's Sağır diye bilinen el-Medhal ilâ Delâili'n Nübüvve adlıeserinde Habîb bin Ebî Fadâle el-Mâli-kî'den senediyle beraber rivayet eder:İmrân bin Husayn(ra) şe­faat hadisini zikreder. Oradaki topluluktan bir tanesi:"-Ey Ebû Nuceyd! Siz bizlere hadisler anlatıyorsunuz, fakat biz bunlarla İlgili Kur'an'da bîr asıl bulamıyoruz", deyince îm­rân kızar ve adama şöyle der:-Sen Kur'an'ı okudun mu? Evet. Peki Kur'an'ın hiçbir yerinde yatsı namazının (farzının) dört, akşamınkinin üç, sabahınkinin iki, öğleyle ikındininkinin de dört rekat olduğuna rastladın mı?Hayır.Peki bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Rasûlullah'tan(sav) öğrenmedik mi? Keza Kur'an'da "Eski evi (Kabe'yi) tavaf etsinler" [20][20]âyetini okumadınız mı? Peki ora­da, Kabe'yi yedi defa tavaf edin, Makamın arkasında iki rekat namaz kılın, diye bir ifadeye rastladınız mı? Aynı şekilde Allah Rasûlünü(sav) bir hadislerinde buyurduğu şu hususları Kur'an'da bulabildiniz mi? 'Zekat toplayıcısının bir yerde ko­naklayıp elemanlarının gidip zekatları toplayıp ona getirmeleri, zekatını verecek olanların mallarınızekat tahsildarının ayağına kadar getirmeleri, birbirlerine kız kardeşlerini vererek kişilerin mehirsiz evlenmesi (şiğâr) îslâm'da yoktur.' [21][21] Peki Allah Teâlâ'nın kitabında şöyle buyurduğunu duymadınız mı? 'Rasûl si­ze neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa da ondan kaçının. [22][22]İmrân, daha sonra şöyle der:

-Bizim Rasûlullah'tan(sav) öğrendiğimiz fakat sizin bilmediği­niz başka şeyler de var." Yine el-Beyhakî, el Medhalu'l Kebîr diye bilinen el-Medhal ile's Sunen'de, keza el-Hâkim de [23][23]el-Hasanu'l Basrî'den şöyle dediğini rivayet ederler: "îmrân bin Husayn, peygamberimiz Muhammed(sav)in sün­netinden anlatırken, [24][24]birisi: -Ey Ebû Nuceyd! Sen bize Kur'an'dan anlatıver, der. İmrân ona şöyle cevap verir: -Sen ve arkadaşların Kur'an okuyorsunuz. Hadi bana nama­zı, namazda neler okunacağınıve kaç rekat olduğunu anlat ba­kayım? Altının, devenin, sığırın, çeşitli malların zekat miktar­larını söyle hele! Fakat ben bunların miktarlarınıRasûlullahtan(sav) dinledim, fakat sen o zaman yoktun. (Dolayısıyla Kur'an'a bakarak bilemezsin.)" İmrân daha sonra sözüne şöyle devam eder: -Rasûlullah(sav) şu malda şu kadar zekatı farz kılmıştır, der (ve zekat miktarlarını sıralar). O zat da:

-Beni ihya ettin. Allah da(cc) seni ihya etsin, diye dua eder. Bunu rivayet eden el-Hasan der ki: -Bu zat (kendisini fıkıhta öyle yetiştirdi ki) müslümanların fakihlerinden biri oldu ve bu" hal üzere vefat etti." Yine el-Beyhakî,ismi geçen eserinde Umeyye bin Abdullah bin Hâlid'den rivayet eder. Bu zat Abdullah bin Ömer'e sorar: "-Kur'an-ı Kerîm'de ikamette (yolculuğa çıkılmadığında) ve korku halinde namazın nasıl kılınacağını buluyoruz. Fakat se­ferdeyken nasıl kılınacağını bulamıyoruz" İbnu Ömer ona şöy­le cevap verir: -Kardeşcağızımın oğlu! Allah(cc) bizlere hiçbir şey bilmiyorken Hz. Muhammed'i(sav) gönderdi. Bizler Hz. Muhammed'i(sav) nasıl yapıyor gördüysek öyle yapıyoruz." [25][25]Yine el-Beyhakî, senediyle beraber Eyyûb es-Sehtiyânî'den şöyle dediğini rivayet eder: "Bir kişiye birisi bir sünneti rivayet ettiğinde 'Bunu bırak, sen bize Kur'an'dan haber ver', Diğer bir rivayette sen bize Kur'an'dan cevap ver derse, bil ki o sapıktır." el-Evzâî de der ki:"Bunun sebebi sünnetin Kur'an üzerinde hüküm koyucu (yani onu açıklayıcı,tefsir edici) olarak gelmesindendir." el-Beyhakî yine Eyyûb es-Sehtiyânî'den şöyle dediğini riva­yet eder: Bir şahıs, (tabiînin büyüklerinden olan) Mutarrif bin Abdillah'ın yanında 'Bize sadece Kur'an'da olanlardan bahsedin deyince, ona şöyle seslenir: Vallahi biz Kur'an'ın yerine birşey koymak arzusunda deği­liz. Bilakis hadisleri anlatmaktaki gayemiz, Kur'an'ı bizden da­ha iyi bilen(in hadislerini) anlatmaktır. [26][26] Ebû Ömer bin Abdilber, bu tür rivayetleri aktardıktan son­ra şöyle der: "el-Evzâî şöyle demiştir: '(Açıklanmaya ihtiyacı olduğun­dan) Kitab'ın sünnete olan ihtiyacı,sünnetin Kitab'a olan ihti­yacından fazladır.' îbn Abdilber de (kendisini kastediyor) der ki: Sünnetin Kur'an üzerinde hüküm koyucu olduğunu (yani onu tafsîl edip) ne murad ettiğini açıklar demek istiyor. İsa bin Yûnus, el-Evzâî vasıtasıyla Mekhûlden şöyle dediği­ni rivayet eder: "(Açıklanmaya ihtiyacı olduğundan) Kitab'ın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kitab'a olan ihtiyacından fazladır." Yine aynı senedle el-Evzâî'den şöyle demiştir: "Yahya bin Ebî Kesîr şöyle demiştir: Sünnet Kitab üzerinde hüküm koyucudur, Kitab ise sünnet üzerinde hüküm koyucu değildir." [27][27] Sünnet, Kitab'a göre küllün cüzü mesabesindedir. Allah Teâlâ Kitab'ı koruyacağını üzerine almıştır:"Oda zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz ve onun koruyucusu da elbette biziz." [28][28]Hiç şüphe yok ki, sünnetin korunması Kitab'ın korunması cümlesindendir. O da Allah'ın(cc) korumasıyla himaye altında­dır.Allah Teâlâ Rasûlüne(sav) güvenilir bir sahabe topluluğu ve seçkin âlimler cemaati nasib etmiştir. Bunlar Rasûlullahı'n(sav) davetine icabet etmişler, bedenlerini, canlarını, mallarını, ço­cuklarını,şehirlerini, yurtlarını O'nun yolunda feda etmişler­dir. Allah Rasûlünün(sav) sevgisi onların kalpleri ve gönülleriyle mezcolmuştu. Onun hizmetinde ve yardımında canlarını ve kıymetli varlıklarını feda ettiler. Sünnetlerini ve hadislerini ez­berleyip korudular, aslı gibi muhafaza edip bellediler. Nasıl bel-ledilerse aynen aktardılar. Zira Rasûlullah'ın(sav) şu. nidası ve duasısabah, akşam kulaklarında çınlamaktaydı: "Bizden bir hadîs işitip ezberleyerek onu başkasına aktara­nın Allah(cc) yüzünü ağartsın. Çünkü nice bilgi sahibi kimseler bu bilgileri kendilerinden daha bilgili olana aktarır. Nice bilgi sahibi de âlim değildir."[29][29]"Bizden işittiği hadisi işittiği gibi aynen rivayet edenin Allah(cc) yüzünü ağartsın. Kendisine aktarılan nice kimseler dinle­yenden daha iyi beller."[30][30]Allah(cc) onlardan razı olsun, hadisleri O'ndan dinleyip baş­kalarına aktarma edebini tam hakkıyla yerine getirdiler. Öyle ki, büyük küçük işittikleri sözlerini, hareketlerini, duruşlarını, bakışlarını ve tebessümlerini velhasıl Rasûlullah'lah (sav) ilgili herşeyi naklettiler. Öyle ki, onlardan bir hadis işittiğinde san­ki Rasûlullah'tan(sav) bir hadisİşitiyor gibi olursun.işte bu şekil­de hiçbir şey zayi olmadı. Allah Teâlâ bu hayırlı ashabı Nebîsine arkadaşlık için seç­miş, emaneti yüklensinler ve risâletî tebliğ etsinler diye kullarıarasından tercih etmiştir. Onlar da Allah Teâla’nın dilediği, gi­bi olmuşlardır Nitekim Kitab-ı Kerîm’de onlara şöyle hitab et­miştir "Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz."[31][31]Ahmed bin Hanbel Müsned’ inde büyük sahâbî, seçkin İn­san Abdullah bin Mes'ûd'un(ra)' şöyle dediğini rivayet eder: "Allah Teâlâ kullarının kalplerine nazar etti. Muhammed'in(sav) kalbini tüm kullarının kalplerinin en hayırlısı olarak buldu. Onu kendisi için seçti ve risaletle görevlendirdi. Hz. Muhammed’in'(sav) kalbinden sonra kulların kalplerine tekrar nazar etti. Ashabının kalplerini kulların kalpleri içinde en hayırlı kalpler olarak buldu. Onları da Nebîsinin(as) vezirleri kıldı. İşte onlar Allah'ın(cc) dini için savaşırlar.[32][32]Efendimiz Abdullah bin Mes’ud temiz kullar olan sahabe hakkında şunu da söyler: "Onlar Rasulııllah'ın(sav) ashabıdır. En temiz kalp, en derin il­im onlardaydı. İşi zora koşmazlarda hidayet üzere sapasağlam durmuşlardı.Yaşayış olarak da en örnek insanlardı. Onlar bu yönleriyle ümmetin en faziletlileriydiler. Onlar Allah’ın Nebîsi’ne[sav] arkadaşlık ve dini ayakta tutmak İçin seçtiği topluluktu. Bu insanların üstünlüğünü kabul edin, izlerinden gidip yollarına tâbi olun. Gücünüz yettiği kadar onların ahlakını ve yaşamlarını tatbike çalışın. Çünkü onlar doğru yol üzere idiler."[33][33]Hadisler Rasûlullah(sav) zamanında değiştirilmekten, tebdil­den, hariçten birşeyleri içine katmaktan ve yalandan korunup himaye edilmişti. Allah Teâlâ'nın lütfuyla her hangi şüpheli birşey ona karışmadı, hadisler İçinde Rasûlullah(sav) adına yalan ve uydurma söz konusu olmadı. Allah'a(cc) hamd olsun ki sahabeden hiçbir kimsenin Rasûlullah’a(sav) demediği birşeyi nisbet ettiği bilinmemektedir. Allah(cc) onları bundan muhafaza etmiş, şu âyet-İ celîlesiyle onları tam anlamıyla tezkiye etmiştir"(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen muhacirler ve ensar ile bunlara güzelce tâbi olanlar... Allah onlardan razı ol­muştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır."[34][34]Allah Teâlâ onları yalan isnad etmekten ve iftiradan berî kılmış, İslâm'a önce girmelerini, hicrete katılmalarını,Rasûlullah'a yardımcı olmalarını belirterek kendilerinden razı olduğu­nu beyan etmiş ve övmüştür. Onlar için şu tezkiyeden daha yüksek bir tezkiye olamaz ki: "Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır." Onların dereceleri o kadar yükselmiştir ki, Allah'la(cc) karşılıklı olarak birbirlerinden razı olma makamına erişmişlerdir. Büyük âlim ez-Zübeyr bin Bekkâr el-Kureşî ez-Zübeyrî, en-Neseb adlıkitabında şöyle demiştir: "Amcam Mus'ab babası Abdullah bin Mus'ab'ın şöyle dedi­ğini bana nakletti: (Halife) el-Mehdî bana sordu: 'Sahabeyi tahkir eden kimse hakkında ne dersin?' Ona dedim ki: 'Bunu yapanlar zındıklardır. Çünkü, onlar Rasûlullah'ın(sav) bir eksiği­ni söylemeye muktedir olamadıklarından dolayı ashabını tahkîr ettiler. Böyle yapmakla onlar şunu demek istiyor gibiydiler: O(sav) kötü arkadaşlarla dostluk yapan birisiydi."[35][35]el-Hafız el-Hatîb, Târîh-u Bağdâd'da ez-Zübeyr bin Ebîbekr'den [36][36] senediyle beraber şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Amcam Mus'ab bin Abdillah'tan dinledim: Ebü Abdillah bin Mus'ab bana şunu anlattı:Emîru'l Mü'minîn el-Mehdî ba­na şöyle sordu: 'Ey Ebûbekr! Rasûlullah'ın(sav) ashabını tahkîr eden kimse hakkında ne dersin?' Ona dedim ki: 'Bunu yapanlar zındıklardır.' Buna şaşırıp, 'Senden önce böyle diyeni duyma­dım' dedi. Ona dedim ki: Onlar Rasûlullah'a(sav) bir eksiklik nisbet etmek istediler. Fakat bu hususta kendilerine tabî olan bir topluluk bulamadılar. Bunun üzerine ötekilerin çocukları yanında berikileri, berikilerin çocukları yanında da ötekileri tahkire başladılar. Böyle yaparak şunu demek istiyordular: 'Rasûlullah(sav) kötü arkadaşlarla dostluk yapıyordu. Bir insan için kötü arkadaşları olmasından daha kötü ne olabilir?' Bunun üze­rine el-Mehdî, 'Sana katılıyorum' dedi."[37][37]el-Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî İlm’r Rivâye adlı eserinde, Allah ve rasûlünden sahabenin adaleti hakkında gelenler babı­nın sonunda İmam Hafız Ebû Zur'a er-Râzî'nin şu sözünü nak­leder: "Rasûlullah'in(sav) ashabından herhangi bîrini tahkîr eden bir kişi görürsen, bil ki o zındıktır. Sebebi de şudur: Rasulullah(sav) bizim yanımızda hak peygamberdir. Kur'an da hak, Rasûlullah'ın(sav) getirdikleri de haktır. Kur'an'ı ve sünnetleri biz­lere aktaranlar Rasûlullah'ın(sav) ashabıdır. Onlar Kitab ve sün­neti iptal etmek için, ashabı tahkîr etmekle şahidlerimizi cerh etmek istiyorlar. Halbuki, cerh edilmeye onlar daha layıktır. Böyle yapanlar zındıklardır."[38][38]İmam Gazâlî de(rh) el-Mustasfâ min İlmi'l Usûl adlı kitabı­nın sünnet bahislerinde, sahabenin(ra) adaletine dair olan dör­düncü bölümde şöyle der: "Ümmetin selefinin ve halefinin tamamının kabul ettiği şu­dur: Ashabın adaleti Allah Teâlâ'nın onların adil olduklarını belirtmesi ve övmesiyle malumdur. Bizim onlar hakkındaki iti­kadımız budur. Ancak kesin yolla onlardan birisinin bilerek kendisini fıska götürecek bir iş yaptığı sabit olursa o müstesna. Fakat böyle birşey sabit olmamıştır. Bu durumda onların adil olduğunu ispata bile gerek yoktur. Allah Teâlâ da şöyle buyurmaktadır: 'Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.'[39][39]Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: 'Böylece sîzi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık kî bütün in­sanlar üzerine adalet örneği ve hak şahidleri olasınız. [40][40]Bu o dönemde yaşayanlara bir hitabtır. Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Hakikaten Allah ağacın altında sana bey'at etmekte olduk­ları vakit, o müminlerden razı olmuştur. [41][41] Yine Allah Teâlâ '(islâm dinine girme hususunda) öne ge­çen muhacirler ve ensar [42][42]buyuruyor. Allah Teâlâ muhacirleri ve ensarı (böyle) birkaç yerde zikretmiş ve övmüştür. Rasûlullah da(sav) şöyle buyurmuştur: 'Dönemlerin en hayırlısıbenim dönemim, sonra onların pe­şinden gelenlerdir.[43][43]Yine Rasulullah(sav) şöyle buyurmuştur: 'Sizden biriniz yer dolusu akın infak etse, onlardan (ashabtan) birinin infak ettiği bir müd veya yarım müd sevabına ulaşamaz.'[44][44]

Yine Rasûlullah(sav)şöyle buyurmuşlardır: 'Allah Teâlâ bana ashâb, hısımlar ve ensâr seçip ayırdı. [45][45]Noksanlıklardan münezzeh olan Allârnu'l guyûb'un ve Rasûlünün(sav) adil kabul etmesinden daha sağlam, daha tezkiye olmuş ne olabilir ki? Hatta onlar (âyetler ve hadislerde) Övülmeseydi bile, Rasûlullah(sav) sevgisi, O'na yardım etme uğrunda '"hicret, cihad, canlarını vermeleri, mallarını harcamaları, baba­larının ve ailelerinin katledilmesiyle ilgili şöhret bulan ve te­vatür derecesine ulaşan haberler adil olduklarına dair kesin hü­küm vermek için yeterli olurdu.[46][46]İmam Ebû Muhammed bin Hazm ez-Zâhirî(rh) el-îhkâm fî Usüli’l Ahkâm eserinde fakih sahâbîlerin isimleri babında şöyle der.[47][47]"Sahabeye(ra) gelince, bir an bile. olsa Nebî(as) ile oturan, bir kelime veya daha fazlasını ondan işiten veya onun yaptığı bir işi görüp belleyen herkes sahabıdır. [48][48]Münafıklıkları ayrılmaz parçaları olan ve bu halleri ile şöh­ret bulan, bu şekilde ölenler ise buna dahil değildir.

Sahabenin tamamı adil, imam, faziletli ve makbul insanlardır. Yüceltip tazim etmek, sevmek ve onlar için mağfiret dile­mek üzerimize farzdır.[49][49]Onların tasadduk ettiği bir hurma bizlerin sahip olduğu tüm dünyalığı infak etmesinden daha üstündür. Onlardan birinin Nebî(as) ile beraber bir kere oturması, bizden birinin kıyamete kadar yapacağıibâdetinden daha üstündür. Bizden birine ahîrete dek süren uzun bir ömür verilse ve insan bu süreyi sürekli ibadette geçirse, Rasûlullah(sav) ile beraber bir an veya daha faz­la beraber bulunan sahabinin amelinin seviyesine ulaşamaz.[50][50] Rasûlullah(sav) şöyle buyurdular: "Ashabımı bana bırakın. Sizden birinin Uhud dağıkadar altını olsa ve bunu Allah yolunda İnfak etse, onlardan birinin bir müd veya yarım müdlük infakının sevabına ulaşamaz."[51][51]

 

îmam İbn Teymiyye er–Reddu ale’l Ehnai adlı eserinde şöyle der:"Nebî(sav)'in ashabı dini en çok bilen ve Rasûlullah'a(sav) en çok itaat eden İnsanlar idi. Sonrakilerde ortaya çıkan bid'atler onlar zamanında yoktu. Rasûlullah'a(sav) bilerek yalan isnad eden bir sahâbî bilinmemektedir. Her ne kadar içlerinde gü­nahları olanlar olsa da, Nebilerine bilerek yalan isnad etmek Allah'ın(cc) onları koruyup muhafaza ettiği hususlardandır."[52][52]llah(cc) onlardan razı olsun. Ashâb-ı kiram, emaneti yükle­nip Şeriatı insanlara tebliğ İçin Allah(cc) tarafından layık görü­len ve seçilen insanlardır. Onların hiçbirinde Rasûlullah'a(sav) yalan İsnad etme veya mâl etme hadisesi olmamıştır. ralarında yayılıp, dağılmış ve tevatür derecesine varmış olan şu hadis varken böyle birşey nasıl olsun ki! Kim bilerek benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın.[53][53]es-Suyûtî şöyle demiştir: "Bu hadisi yüzden fazla sahâbî ri­vayet etmiştir."[54][54]İbnu Adiyy'in el-Kâmil'inde rivayet ettiği, ondan da İbnu'l Cevzî'nin el-Mevzûât kitabının mukaddimesinde[55][55]zikredip, "kim bilerek benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yeri­ne hazırlansın" hadisinin söylenmesine sebep olarak gösterdiği hadise gelince, bu münker bîr rivayettir. Ona iltifat edilmez, güvenilmez. Bu hadisin iki rivayetinden birisinin ibaresişöyledir: Ali bin el-Müshîr, Salih bin Hayyân, İbn Bureyde tarikiyle Ibn Bureyde'nin babasından nakleder. Babası şöyle demiştir: "Benû Leys kabilesinden bir mahalle Medine'ye İki mil uzak­lıktaydı. Bir adam cahiliyye döneminde onlardan bir kız iste­miş, onlar ise kızı vermemişlerdi. İşte bu zat üzerinde güzel bir elbise ile bunlara tekrar geldi ve dedi ki: Bu elbiseyi bana Rasûlullah(sav) giydirdi ve mâllarınız ve canlarınız hususunda hüküm vermemi (kadılık yapmamı) emretti." Daha sonra da sevdiği kadının evine gitti.Bunun üzerine mahalleliler Rasûlullah’a(sav) haber salıp du­rumu sordurdular. Rasûlullah ise (sav) şöyle buyurdu: "Allah'ın(cc) düşmanı yalan söylemiş!" Rasûlullah(sav) daha sonra bir adam gönderip, şunu emretti: "Sağ bulursan -ki sağ bulacağını san­mıyorum-boynunu vur, ölü bulursan da cesedini yak." Ravi diyor ki: Rasûlullah'ın(sav) gönderdiği adam geldiğinde onu bir engerek yılanı tarafından sokulup ölmüş olarak buldu. Bunun üzerine cesedini ateşte yaktı. Ravi diyor ki: Rasûlullah'ın(sav) "Kim bilerek benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın" hadisinin söyleniş sebebi budur. Bu hadis münkerdir, hiçbir şekilde sahih değildir. Senedin­de Salih bin Hayyân el-Kureşî el-Kûfî vardır. Tehzîbu't Tehzib’teki terceme-i halinde [56][56]göreceğin gibi münekkid hadisçilerin tamamı zayıf olduğunu belirtmiş ve cerh etmişlerdir. Yahya bin Maîn "zayıftır", en-Nesâî "sika değildir" demiş, el-Harbî de "hadisleri münkerdir" diye belirtmiştir. el-Buhârî de onun hak­kında "güvenilirliği tartışılır" demiştir. el-Leknevi’nin er-Ref’ve’t Tekmil’de belirttiği gibi [57][57],el-Buhârî bu ifadeyi ravilerin yalanla itham edilmiş, çok zayıf olduklarımânâsında kullan­mıştır. İbnu Adiy de "Rivayet ettiği hadislerin tamamıkendi­sinden sağlam olan ravilerin rivayetlerine aykırıdır", ed-Dâre kutnî de "sağlam değildir" derken, İbnu Hibbân da "sika kimse­lerden sika kimselerin hadislerine benzemeyen rivayetlerde bu­lunuyor" demiştir.Hafız ez-Zehebî de Mîzânu'l î'tidâl'de onun terceme-i halini vermiş, rivayet ettiği münker hadislerden biri olarak bu hadisi zikretmiş, peşinden de şöyle demiştir; "Bunu sadece Haccâc bin eş-Şâir Zekeriyyâ bin Adiy'den ve yine sadece Zekeriyyâ Sa­lih'ten rivayet etmiştir. Suveyd de hadisin son kısmının bir parçasını Ali'den rivayet etmiştir. Hadisin tamamını es-Sârimu'l Meslûl müellifi [58][58]el-Beğavî, Yahya el-Himmânî, Ali bin Müshir tarikiyle rivayet etmiş ve sahihtir demiştir. Oysa hiçbir tariki sahih değildir."[59][59]el-Heysemî'nin Mecmeu'z Zevâid'de et-Taberânî el-Mucemu'l Kebir'de rivayet etmiştir dediği şu hadis de böyledir: Abdullah bin Muhammed bin el-Hanefiyye... diye devam ediyor, sonunda şu İfade vardır: "... Rasûlullah(sav) kızdı ve ensârdan bir adamı gönderdi. Ona dedi ki: 'Git onu öldür, cesedi­ni de ateşte yak.' O da geldi, baktı ki adam ölmüş ve defnedil­miş. Oradakilere emretti, kabir kazılıp cesedi çıkarıldı ve onu ateşte yaktı. Sonra Rasûlullah(sav) şöyle buyurdu: "Kim bilerek, benim adıma yalan uydurursa..."[60][60]Bu rivayetin senedinde Ebû Hamze es-Sumâlî el-Kûfî var. Adı Sabit bin Ebî Safiyye'dir. Bu ravi hadisleri son derece zayıf, rivayetleri terk edilmiş ve zayıf biri olduğunda İttifak edilmiş biridir. Râfızîdir. İmam Ahmed onunla ilgili olarak 'hiçbir şey değildir' derken Ibn Maîn de aynısını der. Ebû Dâvûd da şöyle demiştir:

"ibnu'l Mübarek kendisine gelip İçinde Hz. Osman'ı yeren bir hadis bulunan bir sahifeyi ona verdi. O da sahifeyi cariyeye geri verip şöyle talimat verdi: Ona söyle: Allah senin de sahifenin de belasını versin.' Onunla ilgili cerh eden başka ifadeler, Tehzîbu't Tehzîb’t terceme-i hali içinde zikredilmiştir. Aynı şekilde Mecmeu'z Zevâid’de belirtildiği gibi [61][61]et-Taberânî'nin el-Mucemul Evsat’ta rivayet ettiği hadis de böyledir: Abdullah bin Amr'dan: "Bir adam Hz. Peygamberin(sav) güzel elbisesi gibi bir elbise giydi...." Bunun senedinde Atâ1 bin es-Sâib el-Kûfî vardır. el-Heysemî'nin ifadesine göre hadisleri bir­birine karıştırmıştır. Ebû Hatim er-Râzî de 'Ömrünün sonlarına doğru aklı karıştı, hafızasında pek çok karıştırmalar oldu' de­miştir. Tehzîbu't Tehzîb'te terceme-i halinde görebileceğin gibi onunla ilgili başka şeyler de söylenmiştir.[62][62]Bunun gibi, İbnu'l Cevzî'nin el-Mevzûât [63][63]mukaddimesinde zikrettiği hadis te böyledir: Dâvûd ez-Zibrikân şöyle demiştir:Atâ' bin es-Sâib Abdullah bin ez-Zubeyr'in şöyle dediğini bana. haber verdi: Abdullah bir gün arkadaşlarına şöyle der: "Şu ha­disin tevili (söylenme sebebi) nedir biliyor musunuz? 'Kim benim adıma bilerek yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazır­lansın. Bir adam bir kadına âşık oldu. Akşam üstü onun kabi­lesine geldi..."Bunun senedinde yine Atâ' bin es-Sâib var. Daha Önce geç­tiği gibi hadisleri birbirine karıştırmıştır. Aynı şekildesenedin­de Dâvûd bin ez-Zibrikân er-Rekâşî el-Basrî var. Zayıf biri ol­duğunda ittifak edilmiştir. Ibn Maîn onunla ilgili olarak 'hiçbir şey değildir1 demiş, îbnu'l Medînî de 'çok zayıftır' demiştir, el-Cûzecânî de 'yancıdır' demiş, Yakub binŞeybe ve Ebû Zur'a ve el-Ezdî 'hadîsleri terk edilmiştir' demişlerdir. el-Bezzâr da 'hadisleri gerçekten münker biridir' diye belirtmiştir. Onunla ilgili başka cerh malumatlarını Tehzîbu't Tehzib’te terceme-i halinde bulabilirsin.[64][64] Bundan da öte, Davud'un Atâ'dan hadis dinlediği dönem karıştırmaya başlamasından sonrasına rastlar. Tehzîbu'tTehzib'te geçtiği gibi Ibn Maîn der ki: 'Şu'be ve es-Sevrî hariç Atâ'dan hadis işitenlerin tamamı,hadisleri karıştırmaya başla­dığı zamanda işitmiştir.' [65][65] Daha önce geçtiği gibi bu hadis hak­kında 'hiçbir tariki sahih değildir' diyen ez-Zehebî'ye Allah(cc) rahmet etsin.İbnu'l Cevzî'nin[rh) tenkîd edildiği hususlardan bir tanesi de şudur: el-Mevzûât kitabının mukaddimesinde [66][66] uydurmanın kötülüğüne delil getirmek İçin Ibn Bureyde ve îbnu'z Zubeyr'in hadislerini kabul edip rivayet eder. Eder ama gördüğünüz gibi her iki hadiste son derece tenkid edilen ve sıhhatine zarar ve­ren illetlere değinmez. el-Mevzûâtu’l Kübrâ müellifi Aliyyu'l Kârî de(rh) eserinin mukaddimesinde[67][67]tıpatıp îbnu'l Cevzî'ye tabî olmuştur. Yuka­rıdaki iki mezkur hadisi delil olarak almış ve yalan uydurmayı yeren hadisin sağlam bir rivayet olduğuna dair sahih bir mesned olarak zikretmiştir. Bu iki hadise ilave olarak da, Abdullah bin Amr ve Abdullah bin Muhammed bin el-Hanefiyye'nin hadislerini hadis uydurmanın kötülüğünü isbat etmek için delil olarak zikretmiştir. Bu iki hadisin sıhhatine zarar veren yönleri yukarıda öğrenmiştiniz.İmdi, burada anılıp dikkat çekilmesi gerekli önemli bir ko­nu var: O da bazı büyük sahâbîlerin(ra) başka büyük sahâbîlerin rivayet etmiş oldukları hadisleri reddetmeleri ve bu hadisi efendimiz Rasûlullah(sav) söylememiştir diye kabul etmemeleri.Bir hakikattir ki hadisi reddeden sahabinin o hadisi reddet­me sebebi kesinlikle ama kesinlikle Allah’ın (cc)lütfu ve hima­yesiyle rivayet eden raviyi yalanla itham etmek veya uydurdu­ğunu düşünmek ya da iftira etmiştir diye kabul etmek değildir. Çünkü sahâbe(ra) bundan uzaktır. Hadisleri reddetmelerinin se­bebi, onlara göre karşıdakinin hata, yanılma ve unutma ihti­mali bulunmasındandır. Yahut da o konuda katî bir nass veya yanında bir hadis bulunması sebebiyle kendi zannı veya ictiha­dı sebebiyle hadisi reddetmektedir. Çünkü kendi kanaatine gö­re bu hadisi bildiği hadise aykırı görmektedir . Yoksa ki, hadisi reddetme, yalan isnadında bulunma ya da uydurmuştur diye it­hamda bulunmak düşüncesinden asla kaynaklanmamıştır. Bu çok önemli ve kıymeti haiz bir açıklamadır. Buna işaret eden başka birini görmedim.[68][68]el-Buhârî ve Müslim Sahîh'lerinde büyük tâbiî Abdullah bin Ubeydillah bin Ebî Muleyke'den rivayet ederler: O şöyle demiştir:Osman bin Affân'ın kızı Ummu Ebân Mekke'de vefat etti. Cenazesinde bulunmak İçin geldik, İbn Ömer ve İbn Abbas da geldiler. Ben İkisinin arasında oturuyordum. Birden evden ses­ler (yani ağlayan kadınların sesleri) geldi. Bunun üzerine Ab­dullah bin Ömer karşısında oturan Amr bin Osman'a "Niye ağlamalarına engel olmuyorsun? Çünkü, Rasûlullah(sav) ailesi­nin ona ağlaması sebebiyle ölüye azap edilir' buyurmuştur.İbn Abbas da dedi ki: "Ömer de bunun gibi söylüyordu... Vurulduğunda Suheyb 'Ah kardaşim! Vay arkadaşım!' diye ağ­layarak yanına girince Ömer ona dedi ki: 'Ey Suheyb! Bana mı ağlıyorsun? Oysa Rasûlullah(sav) 'ailesinin ona ağlamasısebebiy­le ölüye azap edilir' buyurmuştur.ibn Abbas (devamla) der ki: Ömer vefat edince bu hadiseyi Hz. Aişe'ye anlattım. O da şöyle dedi: 'Allah(cc) Ömer'e rahmet etsin. Hayır! Vallahi Rasûlullah(sav) ‘Ailesinin ona ağlaması se­bebiyle ölüye azap edilir' diye buyurmadı. Bilakis Rasûlullah(sav) ‘Allah(cc) ailesinin ağlaması sebebiyle kafirin azabını artırır’ di­ye buyurdu. Aişe daha sonra daşunu ilave etti: "Size Kur'an yeter: Kimse kimsenin günah yükünü taşımaz."[69][69]Müslim rivayetinde şunu eklemiştir: "İbn Ebî Muleyke dedi ki: el-Kâsım bin Muhammed bana rivayet şunu etti: Ömer ve îbn Ömer'in sözleri Hz. Aişe'ye ulaşınca 'Siz yalancı olmayan ve yalan isnad etmeyen iki kişiden bana naklediyorsunuz, ancak kulak hata eder' dedi. Daha sonra el-Buhârî ve Müslim, Hişâm bin Urve vasıtasıy­la babasından şöyle dediğini rivayet ederler: Hz. Aişe'nin ya­nında îbn Ömer'in Rasûlullah’a(sav) nîsbet ederek 'Ailesinin ona ağlaması sebebiyle ölüye kabirde azap edilir' dediği zikredi­linceşöyle der: 'İbn Ömer ya unuttu veya hata etti. Çünkü Rasûlullah(sav) şöyle buyurmuştu: 'Ailesi onun için ağlarken, hata­ları ve günahları sebebiyle ölüye azap edilir.'[70][70] Yine Müslim Hişâm bin Urve vasıtasıyla babasındanşöyle dediğini rivayet eder: Hz. Aişe'nin yanında İbn Ömer'in 'ailesi­nin ona ağlaması sebebiyle ölüye azap edilir' dediği zikredilin­ce, şöyle der: 'Ebû Abdirrahmân'a (bu Ibn Ömer'in künyesidir) Allah(cc) rahmet etsin. Birşey duydu ama güzel ezberlemedi. Zi­ra Rasûlullah'ın(sav) yanından bir Yahudi cenazesi geçiyordu. Yahudiler ona ağlıyorlardı. Bunun üzerine Rasûlullahlsavl şöyle buyurdu: Siz ona ağlıyorsunuz, o ise azap görüyor.'[71][71]Yine Müslim ve Mâlik, Muvatta'da Abdullah bin Ebîbekr, babası tarikiyle Am re bintu Abdirrahmân'dan şöyle dediğini rivayet ederler: Bu hanımın haber verdiğine göre Hz. Aişe'nin yanında Abdullah bin Ömer'in 'hayatta olanların ağlaması se­bebiyle ölüye azap edilir dediği zikredilince, Hz. Aişe şöyle de­miştir: 'Allah’(cc') Ebû Abdirrahmân'ı mağfiret etsin. O yalan söylemedi ancak ya unuttu veya hata etti. Çünkü Rasûlullah{sav] kendisi için ağlanan bir Yahudi kadının kabrinin yanından geçti ve şöyle buyurdu: Ona ağlıyorlar o ise kabrinde azap görüyor.'[72][72] Sıddîk kızı sıddîka Hz. Aişe'nin(ra) Allah'a(cc) yemin ederek efendimiz Hz. Ömer ve oğlu Abdullah'in(ra) Rasûlullah'a(sav) nisbet ederek söyledikleri sözü reddetmesi, kendi görüşüne göre Hz. Ömer ve oğlunun hata etmiş oldukları düşünmesindendir. Yoksa başka bir sebepten dolayı değil. Çünkü Hz. Aişe, Hz. Ömer ve İbn Ömer hakkında 'Siz yalancı olmayan ve yalan is­nad etmeyen iki kişiden bana rivayet ediyorsunuz. Ancak ku­lak hata eder.' Ve yine aynı Aişe 'İbn Ömer unuttu veya hata etti' demiştir. 'Birşey işitti ama iyi. ezberlemedi' derken, 'yalan söylemedi fakat unuttu ve hata etti' diye de söylemiştir, Hz. Aişe'nin başka(ra) sahâbîlere de böyle İtirazları vâki ol­muştur. Bununla ilgili olarak îmam Bedruddîn ez-Zerkeşî'nin el-lcâbe fî me'stedrekethu Aişe ale's Sahabe kitabına bakınız. Hz. Aişe yanında başka sahâbîlerin de diğer sahâbîlerin riva­yetlerinin eksiklerini ikmal ettikleri, bazan reddedip hata ettik­lerini beyan ettikleri olmuştur. Buna göre sahabeden birinden başka bir sahâbînin rivayeti­ni reddettiği ifadesi gelir veya yine bir sahâbî hakkında 'falanca yalan söyledi' ve benzeri İfadeler vârid olursa, bundan kastedi­len onun hata ettiği veya unuttuğudur. Çünkü ehl-i sünnete göre yalan; kasten, unutarak veya hata ederek bir şeyi bulundu­ğu hal dışında başka birşekilde haber vermektir. Böyle durum­larda günah kasten yalan söyleyenedir. Temiz kullar olan sahâ-bîler(ra) ise böyle bir yalanı kasten söylemekten beridirler. Zira Allah(cc) onlardan, onlar da Allah'tan(cc) razı olmuşlardır. Bilgi İçin et-Tehânevî'nin Kavâid fî Ulûmi'l Hadîs'İnde geçen 'Ebû Muhammed yalan söyledi' cümlesiyle ilgili dipnotumuza bakı­nız.[73][73]Evet, sünnet-i mutahhare temiz ve arınmış olarak dört ha­lifeli devrinin sonlarına kadar devam etti. Bu da hicretten sonra kırk yıl kadar eder. Daha sonra Hz. Osman(ra) efendimi­zin şehid edilme fitnesi vuku bulunca, bir takım insanların iç­lerinde siyasî hevesler depreşti. Hadislerin zabtı ve nakline halel gelme gibi bir durum ortaya çıktı. Ancak sahabe haber­leri tam delile dayandırmak ve hakkıyla sıhhatini tesbit et­mek suretiyle bu duruma engel olup hadisleri korudular. Ge­len hadislerin İsnadlarını sordular. Ve öyle oldu ki heva sahip­lerinin arzularınca uydurulan ve katılan hiçbir şey hadislere karışamadı. İmam Müslim Sahîh'inin mukaddimesinde büyük tabiî Mu­hammed bin Sîrîn'den(rh) rivayet ettiğine göre, "Önceleri isna­dı sormuyorlardı.Fakat ne zaman ki fitne patlak verdi, (hadis rivayet edenlere) 'kimden rivayet ediyorsunuz, isimlerini verin1 diye sordular. İsimlerine bakılıyor, eğer ehl-i sünnetten ise ha­disleri alınıyor, ehl-i bid'atten olanların hadisleri alınmıyor­du. [74][74] İsnad ve söyleyeni araştırıp, şüpheli yönlerden berî olduğu­nu tesbit etme bu dönemde yani birinci asrın ilk yarısının son­larında başlamıştır. Hafız el-Heysemî Mecmeu'z Zevâid'de Humeyd'den rivayet eder: "Enes bin Mâlik ile beraberdik. Dedi ki: 'Vallahi sizlere Rasûlullah(sav) rivayet ettiğimiz her hadisi ondan işitmiş de­ğiliz. Ancak birbirimize yalan söylemezdik. et-Taberânî el-Kebîr'de rivayet etmiştir ve ricali el-Buhârî'nin ricalidir."[75][75]Hafız es-Suyûtî de Miftâhul Cenne fi'l îhticâci bi's Sünne kitabında şöyle demiştir: "el-Beyhakî el-Berâ' bin Azib'ten)ra) rivayet etmiştir:'Hepimiz bizatihi hadisleri Rasûlullah'tan(sav) işitemiyorduk. Tarlalarımız, meşguliyetlerimiz vardı. Fakat insanlar o günlerde yalan konuşmuyorlardı.Rasûlullah'tan^(sav) hadisi duyan duyma­yana aktarıyordu.Yine el-Beyhakî, Katâde'den rivayet eder: Enes(ra) bir hadis rivayet edince, bir adam 'sen bunu bizatihi Rasûlullah'tan(sav) İşittin mi?' diye sordu. O da 'evet işittim veyahut da yalan söylemeyen biri bana nakletti. Vallahi bizler yalan konuşmuyor­duk, yalanın ne olduğunu da bilmiyorduk diye cevap verdi.[76][76]Müslim de Sahih’in mukaddimesinde rivayet eder: Mücâhid'den; Buşeyr el-Adevî [77][77] îbn Abbas'a(ra) gelir ve 'Rasûlullah(sav) şöyle buyurdu', 'Rasûlullah(sav) şunu söyledi', 'Rasülullah(sav) buyurdu ki' dedikçe Ibn Abbas onu hiç nazar-ıitibara almadı. Bunun üzerine şöyle dedi: ‘Eyİbn Abbas! Bakıyorum da hadislerimi dinlemiyorsun. Sana Rasulullah’tan(sav) hadis aktarıyorum, sense oralı olmuyorsun bile. İbn Abbas da:Biz önceleri bir adamın Rasulullah(sav) şöyle buyurdu dediğini duyduğumuzda gözlerimizi ona diker, kulaklarımızı kabartırdık. İnsanlar ne zaman ki hırçın develerle, uysal develere binmeye başladı,sadece tanıdığımız kimselerin hadislerini alır olduk dedi.[78][78] Bu haberin yine Müslim’in mukaddimisinde bulunan ikinci rivayetinde, Tavus’tan gelen haber şöyledir: Buşeyr ona hadisleri aktarmaya başlayınca İbn Abbas şu hadisi bir daha tekral et dedi. Onu da tekrar etti. Bunun üzeri de Buşeyr. İbn Abbas’a dedi ki: Anlamadım! Tüm hadislerimi kabul ettin de bunu mu reddettin. Yoksa tüm hadislerimi reddettin de bunu mu kabul ettin? İbn Abbas da der ki:Bizler Rasulullah’tan (sav) hadisler rivayet ediyorduk.[79][79]Çünkü o zamanlar Rasulullah(sav) adına yalan söylenmezdi İnsanlar ne zaman ki hırçın develerle uysal develere binmeye başladı, ondan gelen hadisleri terk ettik.[80][80]Allah(cc) onlardan razı olsun,sahabe-i kiram,aralarındaki doğruluk ve güven hususunda tam itmi’nan içindeydiler.Rasulullah(sav)zamanında, hulefa-i raşidin döneminin büyük bölümünde ,Hz.Osman’ın şehit edildiği fitnenin patlak vermesini yani birinci asrın yarısına kadarki sürede sahabe senedleri sormuyordu.Bundan sonra bazıfırkalar zuhur etmeye başlayınca o zaman senedleri sormaya başladılar.[81][81] Ve haberleri tenkide ve ayıklamaya tabi tuttular. Birinci hicri asrın ilk yarısının sonlarında ortaya çıkan bu tenkid veya ayıklamaişi şu esaslara dayanır;

1- Rivayet edilen haberi, alim sahabinin rivayet ettiği sağlam hadise arz etmek. Makbul ve sağlam olan hadise muvafık olan kabul edilmiş, muvafık olmayan reddedilmiş. İmam Müslim Sahih’in mukaddemesinde İbn Ebi Muleyke’den rivayet eder: “İbn Abbas’a mektup yazıp bazı hususları gizli tutarak bana (hadislerden müteşekkil) bir mektup yazmasını istedim. Benim hakkımda şöyle demiş: samimi bir çocuktur. Yazacağım hadisleri seçiyorum ve bir kısmını ondan gizliyorum.”İbn Ebî Muleyke diyor ki: îbn Abbas Hz. Ali'nin mahkeme kararlarının bulunduğu sahifeyi istetti. Ondan bazi şeyleri yaz­maya başladı. Arada birşeye takılıyor ve şöyle diyordu: "Valla­hi! Ali'nin böyle bir hüküm vermesi için sapıtmış olması gerekir."[82][82]

2- Ravinin durumu ve halinin adalet, zabt, sıdk ve İlave edip etmemesi yönüyle tesbiti.Tabiînden İmam Muhammed bin Sîrîn daha önce zikri geç­tiği gibi şöyle demiştir: "Önceleri isnadı sormuyorlardı.Fakat ne zaman ki fitne patlak verdi, (hadis rivayet edenlere) 'kimden rivayet ediyorsunuz, isimlerini verin' diye sordular. İsimle­rine bakılıyor eğer ehl-i sünnetten ise hadisleri alınıyor, ehl-i bid'atten olanların ise hadisleri alınmıyordu."

3- Az önce imam İbn Sîrîn'in sözünde geçtiği gibi isnadını sormak.Rivayet edilen haberi sağlam olan bir hadise arz etmek; usûl ilminde buna metin tenkidi de denir. Ravinin doğruluk ve ya­lancılık yönüyle tesbiti ise sened tenkidi adıyla anılır. Bu du­rumda gönül rahatlığı ve itmi'nanıyla şöyle dememiz mümkün­dür: Raviyi, rivayeti ve senedi araştırmak hicri birinci asrın ilk yarısının sonlarında ortaya çıkmıştır. Bu sünnet-i mutahharanın korunması hususunda tecellî eden ilâhî bir yardımdır. Seçkin sahâbîler çoktu. Hadisleri onlardan alan tabiîn âlimleri de çoktu. Bu sebeple, bid'at ehli kimselerin yerleşip kabul görmesini ve amel edilmesini arzula­dıkları şeylerin haberlere katılmasına veya yeni rivayetler uy­durulmasına fırsat verilmedi. Bilakis daha ilk günden itibaren bu yönde tenkîd ve ayıklama yapılmıştır.Daha önce özetle anlatılan bilgiler ışığında, hadis uydurma işinin hicrî birinci asrın ilk yarısının sonlarıyla; metin ve sened tenkidinin ortaya çıkışını da sahabe ve tabiînin ilk dönemle­rinden itibarendir diye sınırlarınıbelirlememiz mümkündür. Bundan dolayı, sünnet ile onun emin hafızları arasında, saldır­gan heva ve bid'at sahiplerinin hadislere birşeyler katıp, kat­tıklarıve uydurdukları şeyleri din ve şeriat edinecekleri bir boşluk meydana gelmemiştir.LÜGATTE vedaa'ş şey'e, yedauhû, ved'an uydurdu mânâ­sında kullanılır. Vedaa'r raculu'l hadis* 'iftira edip yalan hadis uydurdu' mânâsındadır. Hadis mevzudur demek, uydurulmuştur, yalandır demektir. Raculün veddâ, "yalancı İfti­racı" mânâsına gelir.[83][83]Hadisçilerin ıstılahında mevzu hadis şudur: "Söz, fiil ve takrîr olarak Rasûlullah'tan(sav) südûr etmemiş fakat hatayla veya kasten veya da bilmeyerek veyahut da dini bozmak için ona izafe edilen hadistir." Keza Rasûlullah'tan(sav) sâdır olmadığı halde ona izafe edilen herşey mevzu hadistir. Bazıları tarifi kısa tutarak "Kasten veya hatayla olsun fark etmez, Rasûlullah(sav) adına yalan söylenen hadislerdir" diye tarif etmişlerdir. Mevzu sözün hadis diye İsimlendirilmesİnde bir sakınca yoktur. Hafız es-Sehâvî'nin el-Makâsıdu'l Hasene fî Beyâni Kesîrin mine'l Ehâdîsi'd Dâire ale'l Elsine kitabının başında dedi­ği gibi lügat mânâsı yönüyle o da hadistir (sözdür). Aynı za­manda uyduranın iddiasına göre araştırıp halini ortaya koyma­dan önce, zahiren her ne kadar ıstılâhen hadis olmasa da, ha­distir.[84][84]Yalan sözün hadis diye isimlendirilmesine İmam Müslim'in mukaddimesinde zikrettiği şu rivayet de şahîdlik etmektedir: Semure bin Cundeb ile el-Muğîre bin Şu'be'den(ra); Rasûlullah(sav) şöyle buyurdu:"Yalan olduğunu görerek (yani bilerek veya yalan olduğunu zannederek) benden bir hadis rivayet eden, iki yalancıdan biri­dir."[85][85]Yani, bu hadisi rivayet eden kimse, yalanıortaya atana yala­nında ortak olur ve günahıyla cezasına o da katılır. Görüldüğü gibi, Rasûlullah(sav) bu hadislerinde yalan sözü hadis dîye isimlendirmiştir.Mevzu hadis bazan uyduranın kendinden uydurup Rasûlullah'a(sav) izafe etmesi şeklinde de olur. Mevzu hadislerin çoğun­luğu böyledir. Bazan da uyduran kimse sahabe ve tabiînden selef~i sâlihînin veya bazı düşünürlerin sözlerini veya Isrârlî bazı haberleri vb. şeyleri alır ve bunu Rasûlullah'a(sav) nisbet eder. Uyduran kişi bazan da senedi zayıf bir hadis alır ve revaç kazandırıp kabul edilmesi için buna sahih bir sened ekler. Bazan da kişi sahabe ve başkalarının bazı doğru sözlerini ha­tayla veya yanılarak Rasûlullah'a(sav) izafe eder. Buna da mevzu hadis denir.

 


 

îmam îbnu's Salâh, Ma'rifetu Envai îlmi'l Hadis kitabında şöy­le der: "Mevzu hadis zayıf hadislerin en şerlisidir. Bunların mevzu olduğunu belirtmeden rivayet edilmesi hangi gayeyle olursa olsun hiç kimse için helal değildir.[86][86]Sahih olma ihtima1i olan zayıf hadisler ise böyle değildir. Bunların tergîb ve terhîb (hayra teşvik, günahlardan sakındırmak) babında rivayet­leri caizdir. (Tabiî ki usûl kitaplarında rivayetlerle ilgili zikredi­len şartlara uyarak.) Bir hadisin mevzu olduğu uyduranın itirafıyla ya da İtirafına yakın bir durumla anlaşılır. Şöyle ki, ravinin veya rivayetin du­rumundaki bir karineden mevzu olduğunu (hadîsçiler) anlarlar. Nitekim lafızlarının ve mânâlarının gevşekliği mevzuluğuna delalet eden uzun uzun hadisler uydurulmuştur."[87][87]Allâme Aliyyu'l Kârî el-Masnû’ fî Ma'rifeti'l Hadisi'l Mevzu kitabında şöyle demiştir: "es-Suyûtî [88][88]îbnu'l Cevzi’den [89][89]nakil­le hadislerinde uydurma, yalan ve asılsız rivayetler bulunanla­rın kısım kısım olduğunu belirtmiştir:

1- Bunlardan bir kısmı, zühd hayatında iyice derinleşmiş, hadisleri ezberlemekten ve sahihiyle mevzusunu birbirinden ayırtetmekten gafil kalmışlardır.

2- Bazılarının kitapları kaybolmuştur. Bunun üzerine hafıza­larından rivayet etmişler fakat hata etmişlerdir.

3- Bazılan sika kimselerdir fakat ömürlerinin sonlarına doğ­ru akılları karışmıştır.

4- Bazılan da yanılarak hatalı rivayet etmiş ancak doğrusunu görüp kabul ettiği halde, 'hataya düşmüştür' denilmemesi için inad ederek bundan dönmemiştir.

5- Bir kısmıda zındıklardır.[90][90] Şeriatı tahrif etmek,şüphe uyandırmak ve dinle oynamak İçin kasten hadis uydurmuşlar­dır. Zındıkların bazıları şeyhin (ravinin) gafletini kollayıp kita­bında olmayan hadisleri ona katardı.

6- Bazılarıda mezhebini desteklemek için hadis uydururdu. Sapık fırkalardan Sâlimiyye'ye [91][91]mensub olan bir kısım İnsan­ların böyle yaptığı zikredilmiştir.

7- Bazılan da Allah(cc) rızası için, hayra teşvik etmek ve kö­tülüklerden sakındırmak için hadis uyduruyordu.

8- Bir kısmıda güzel sözlere sened uydurmaya cevaz vermiş­tir.[92][92]

9- Bazılarıda sultanlara yaklaşmak için hadis uydurmuşlar­dır.

10- Bir kısmı da kıssacılardır. Çünkü onların istedikleri in­sanları hislendiren . ve revaç bulan hadislerdir."[93][93]

 


 

îbn Sîrîn'den,hadis uydurmanın başladığı zaman ve sebebini daha önce aktarmıştım. Uydurmanın başlangıcı hicrî 40 yılı ci­varıdır. Bu iş Hazret-i Osman'ın şehid edilmesiyle zuhur eden fitnenin akabinde ortaya çıkmıştır. Bu ve bunu takip eden diğer fitnelerden ortaya pekçok fit­neler, ihtilaflar, husûmetler ve çekişmeler çıktı. Bu sebeblerden dolayı bid'at gruplarına mensup kimselerin içinde, diğer fırka­lara karşı destek bulmak, onları yermek, diğer fırkalara karşı düşmanlığı körüklemek için ya da bazıdüşmanların içlerinde gizli olan İslâm ve müslümanlara karşı düşündükleri tuzaklarını gerçekleştirmek gayesiyle veyahut da daha sonra açıklama ve izahına değineceğim sebeplerden dolayı hadislere hile, uydur­ma, iftira ve katıştırma düşüncesi doğdu. Bu yanlış düşünceler müslümanların arasında esmeye başla­yınca, birlik İçinde tek saf ve aynıdüşüncede olmanın sağladığı tek vücûddaki bazı insanlarda gizli olan ayrılıklar ve hastalıklar ortaya çıktı. Düşünceler farklılaşıp cemaat ve itaat birliği bozu­lunca bu hasta kalpler hıyanetlerini hayata geçirmek ve düşle­dikleri, tuzağı kurmak için işlerini yapmaya koyuldular. İslâm birliğini parçalamaya, oklarını Kur'an-ı Kerîm'e değil de sünneti mutahharaya çevirmeye başladılar. Çünkü, Kur'an-ı Kerîm mütevatirdir, iki kapak arasında korunmuştur, kalplerde ezber­lenmiştir. Sünnet ise mütevatir değil ve bir kitapta korunmamıştır.Bu sözlerimizden, sünnet-İ mutahharaya çevrilen okların bir yaydan ve bir defada atıldığı sanılmasın. Durum hiç de öyle değildir. Bu iş Hazret-i Osman efendimizin şehid edilmesiyle sızmaya, ortaya çıkmaya ve şurada burada tezahür etmeye baş­ladı, îdârî otorite ve ilminİnsanlarda meydana getirmiş olduğu hakimiyet bozulunca bunlar da aynı oranda artarak yayıldı. Üstad İmam İbn Teymİyye Minhâcu's Sünneti'n Nebeviyye adlı eserinde şöyle der: "Hazret-İ Osman zamanında açık bir bid'at ortaya çıkmadı. Şehid edilip de insanlar fırkalara ayrılın­ca karşılıklı iki bid'at ortaya çıktı: Hazret-İ Ali'yi tekfîr eden Haricî bid'ati ve Hazret-i Ali'ye imamdır, günahlardan bendir veya peygamberdir yahut da ilahdır iddiasındaki Râfızîler, Bunlârdan sonra İbnu'z Zubeyr ve Abdulmelik'in emirlikleri döne­mi olan sahabe asrının sonunda Mürcie ve Kaderiyye bid'atleri ortaya çıktı. Emevî hilafetinin sonları olan tabiînin ilk dönem­leri geldiğinde Cehmiyye, Müşebbihe-Mümessile bid'atleri or­taya çıktı.Oysa sahabe zamanında bunların hiç biri yoktu."[94][94]Eskiden beri âlimler hadis uydurmanın sebeblerini saymışlar ve bu hususta maksadı îfâ eden kitaplar yazmışlardır. Hatta bu mevzudaki çalışmalar genişlemiş ve şimdilerde mevzu hadis ve uydurma sebepleriyle İlgili lisans üstü müstakil tezler yapılmış­tır. Öyle ki şöyle söylememiz doğrudur: Yazanlar ilave edilecek bir şey bırakmamışlardır. Alimlerin yazdıklarından hadis uydurmanın sebeplerinin mühim olanlarını şöylece özetlememiz mümkündür:

 


 

İlk ortaya hadis çıkan uydurma sebebi budur. Efendimiz Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra fitneler kendini gösterdi, bid'atler zayıf insanların gönüllerinde yol bulmaya başladı.Nebî(sav] ile beraber bulunma ve onu görme hazzını tadmayan bazı insanların tavırlarında çeşitli taassub. düşünceleri ortaya çıktı. Saflarda ayrılıklar ve ihtilaflar hareketlenmeye başladı. Fırkalar ve bid'at grupları hizipleşme ve tevil yolunu tuttular. [95][95] Bu in­sanlardan her hizip kendi yerini muhalifine karşı kuvvetlendir­meye çalıştı.Her ihtilaf grubu kendisine dinî bir yol tuttu. Hadis uydu­ranların ilk başvurdukları şey, şahısların faziletlerine dair hadis­ler uydurmak oldu. İmamları ve önderlerinin faziletine dair ha­disler uydurdular.Şiîler efendimiz Hz. Ali'nin faziletine dair pekçok hadisler uydurdular. Onlara karşılık Hz. Ebûbekr'i savu­nanlar da aynı şeyi yaptılar. Daha sonra bu iki fırka işi iyice çı­ğırından çıkardılar. Şianın gayesi efendimiz Ali'ye Rasûlullah(sav] tarafından hilafetin vasiyet edildiğini ispat etmekti. Bu ve başka hususlarda öyle ileri gittiler ki, ancak o kadar olur. Döneminin ehI-i sünnet imamı olan İbnu'l Cevzi, el-Mevzûât kitabında der ki: (Ebûbekr es'-Sıddîk'in faziletine dair bab) "Sünnete yapıştıklarını iddia eden nasipsiz bir topluluk taassu­ba düştü ve Hz. Ebûbekr'in faziletlerine dair hadisler uydurdu­lar. Bunlardan bazıları bunu yaparken Hz. Ali aleyhisselamın faziletleriyle. İlgili hadisler uyduran Râfızîlere karşılık vermeyi murad ettiler. Oysa her iki fırka da hatadadır. Bu iki büyük za­tın faziletlerine dair haklarında varid olan sahih rivayetler var­ken bu tür iftiralara ihtiyaçları yoktur."[96][96]Daha sonra İbnu'l Cevzî aynı kitabta şöyle der: (Ali aley­hisselamın faziletlerine dair bab) "Hz. Ali'nin faziletlerine dair sahih rivayetler çoktur. Fakat bunlar Râfızîleri ikna etmemiş, Hz. Ali'nin kadrini ne düşüren ne de yücelten hadisler uydur­muşlardır. Onunla ilgili doldurdukları şeylerin içi batıla' ihtiyaç duyulan malzemelerle dolmuştur."[97][97] İbnu'l Cevzî efendimiz Hz. Ebûbekr ile ilgili mevzu rivayet­leri 16 sayfada, 1/303 ilâ 319 arası; efendimiz Hz. Ali ile ilgili mevzu rivayetleri de 67 sayfada, 1/338 ilâ 405 arasında topla­mıştır. İbnu'l Cevzî'den sonra zamanında Şia ve Mutezilenin edîbi olan îbn Ebi'l Hadîd gelmiş ve Şerhu Nehci'l Belağa'da özetle şöyle demiştir: "Hadislere pek çok yalan karışmıştır. Bazıları bunları insan­ları dalalete sürüklemek, kalplerini ve akidelerinikarıştırmak gayesiyle söylemiştir. Bazıları da bir topluluğun adınıyücelt­mek için böyle yapmıştır. Bir topluluğun adını yüceltmek (onları medh etmek) İçin uydurmalarının sebebi dünyevî birşeyler koparmaktı. Hadis ilminde otorite olan hadis âlimleri bu hu­susta sükût etmediler, bilakis pekçok hadisin mevzu ve ravilerinin de güvenilmez kimseler olduğunu açıkladılar. Halbuki her iki topluluğun çabalayıp yapmaya gayret ettik­leri şey gereksizdi. Çünkü, Hz. Ali'nin faziletlerine dair sahih 'hadisler vardı. Keza Hz. Ebûbekr'in faziletlerine dair malum sağlam hadisler vardı. Bu durumda taraftarlığa soyunup onlar adına sıkıntıya girmeye hacet yoktu. Allah Teâlâ'dan bizleri bid'ate sapıp taraftarlık sevgisine kapılmaktan korumasını ni­yaz ediyorum."[98][98]el-Kâmûsu'l Muhît müellifi Şeyh, Muhaddis Mecduddîn el-Fîrûzâbâdî Sifru's Seâde kitabının sonunda [99][99]şöyle der: (... Hz. Ebûbekr'in(ra) faziletlerine dair bab) "Bu konudaki mevzu hadislerin meşhurlarının en meşhurları şu gibi hadisler­dir: 'Allah tüm insanlara umûmî tecelli eder, Ebûbekr'e ise hu­sûsî tecelli eder.' 'Allah göğsüme akıttığı herşeyi Ebûbekr'in göğsüne de akıttı.' 'Rasûlullahi(sav) cenneti arzuladığında Ebû­bekr'in saçının beyazlıklarını Öperdi.' 'Ben ve Ebûbekr iki yarış atı gibiyiz.' Ve bunlar gibi batıl olduğu akılla açıkça anlaşılan diğer uydurmalar. (Hz. Ali'nin(ra) faziletlerine dair bab) "Bu konuda sayılama­yacak kadar çok hadis vardır. Bunların en çirkinlerinden bir kısmı da el-Vasâya'n Nebeviyye adlı kitabta toplanmış olan hadislerdir. Bu kitabtaki hadislerin hepsi de 'Ya Ali...', 'Ya Ali...', 'Ya Ali...' diye başlar. Bundaki hadislerden sadece bir ta­nesi sahihtir. O da 'Ya Ali! Benim'yanımda sen Musa'nın ya­nındaki Hârûn gibisin' hadisidir."[100][100].Hafız İbn Hacer Lisânu'l Mîzân mukaddimesinde zayıf ve mevzu hadislerin bulunduğu konulardan bahsederken şöyle der: "Faziletlerle ilgili hadislere gelince, Râfızîlerin ehl-i beytin fazilederiyle ilgili uydurdukları hadisler neredeyse sayılamaya­cak kadar çoktur. Ehl-i sünnetten cahil olanlar da onlara Hz. Muâviye'nin faziletleriyle İlgili hadislerle başlayıp Seyhan'ın (Ebûbekr ve Ömer) faziletleriyle ilgili hadisler uydurarak karşı­lık vermişlerdir. Oysa Alla(cc) her ikisini de bu uydurmalara muhtaç kılmamış, makamlarını bu uydurulanlardan daha âlî eylemiştir."[101][101]Bu konuda uydurulan hadislerden bir kısmı şunlardır: "Ali' beşeriyetin en hayırlısıdır. Böyle kabul etmeyen kafir olur." "Cennetteki her ağacın her yaprağında şöyle yazılıdır: Al­lah'tan başka iiah yoktur. Muhammed Allah'ın rasûlüdür. Ebû­bekr es-Sıddîk, Ömeru'l Fârûk, Osman Zü'n Nûreyn." "Benden sonra ümmetimin başına Ebûbekr gelecek." "Ali ümetimden bana ilk iman edendir. O bu ümmetin hayırlaşerri birbirinden ayıranıdır. Benden sonraki halifemdir." "Emîn kimseler üç kişi­dir: Ben, Cibril, Muâviye.Baştakileri, melikleri ve faziletli kimseleri desteklemek için hadis uydurma işi Abbasî hilafeti zamanına dek sürdü. Abbasi hilafetini desteklemek ve kıyamete kadar bakî kalacağı müjdesiyle ilgili hadisler pek çoktur. Okuyan kimse bunların çokluğu ve soğukluğundan tiksinir. Mevzuat kitapları bunları tamamen açıklamış ve burada zikre mahal birşey bırakmamıştır.

 


 

Bu düşmanlık İçine zındıklar ve onlardan başka yahudiler, mecûsiler, islâm'a içinden kin besleyenler ve İslâm kisvesi altına gizlenenler... girer. Bu düşmanlar her türlü yolu deneyerek çeşitli vesilelerle İs­lâm ve müslümanlardan intikam almak için mevzu hadisler uy­durmuşlardır. Allah'ın(cc) zatı, melekler, gökler, yer, nübüvvet, akide, ibadet, şeriat, akıl, yiyecekler, içecekler, giyecekler, can­lılar, cansızlar, kabir, haşr, cennet, cehennem, dünya ve ahiretle ilgili ve hatta mercimek, soğan, pırasa ve bakla... ile ilgili hadisler uydurmuşlardır.

Üstad, Muhaddis Mecduddîn el-Fîrûzâbâdî Sifru's Seâde'nin sonunda şöyle der: (Mercimek, bakla, peynir, ceviz, patlıcan, nar ve kuru üzüm yemenin faziletiyle ilgili bab) Bu konuda sa­hih hadis yoktur. Bu konulardaki hadisleri zındıklar uydurmuş­lardır. İslâm'ı kötülemek İçin bunları muhaddislerin kitaplarına katıştırmışlardır. Allah(cc) onları perişan etsin."[102][102]Burada dinle alay etmek, İslâm ve müslümanlara tuzak kur­mak ve gafil zayıf akılları dalâlete sürüklemek için hadis diye uydurduklarısaçmalıklardan bazı misaller sunacağız: "Rabbimiz yerden veya semadan değil acı sudandır. Atı ya­rattı ve onu koşturdu. At da terledi. İşte kendini bu terden ya­rattı." Nefr (Mina'dan hareket) günü rabbimî insanların önünde boz bir atın üzerinde gördüm. Üzerinde yünden bir cüppe var­dı." Allah harfleri yarattığında be secde etti, elif kıyamda dur­du." Bu saçmalıklardan bir kısmı da mercimek, bakla, keşkek, patlıcan ve diğer sebze ve yiyeceklerle'ilgilidir. Bir kısmı da ho­rozun fazileti, Abbasî halifeliği, taşlara İtikad etmekle ilgilidir. Şunlar gibi: "Mercimek yiyin. Çünkü o mübarektir, kalbi yumuşatır, göz yaşınıçoğaltır. Yetmiş peygamberin diliyle mukaddes kabul edilmiştir."Patlıcan ne niyetle yenirse ona şifadır."Horoza sövmeyin çünkü o benim dostumdur. însanoğulları onun sesinde ne olduğunu bir bilse tüy ve etini altınla satın alırlardı."Sizden biri bir taş hakkında hüsn-ü zan beslese ondan fay­da bulur."Bu iş (hilafet) Abbasoğullarına geldiği zaman İsa bin Mer­yem veya Mehdî'ye teslim edene dek onlardan çıkmaz.’İslâm'a tuzak kurmak, müslümanlarısıkıntıya sokmak, akıl­lan ve zihinleri bulandırmak için bunlardan başka halleri orta­ya çıkarılmış buz gibi soğuk hurafeler ve sapıklıklar vardır.Hammâd bin Zeyd bu hususta şöyle der: "Zındıklar Peygamber(sav] adına ondörtbin hadis uydurdular."Zındıklardan biri olan Abdulkerîm bin Ebi'l Avca yakala­nıp Basra emîri Muhammed bin Süleyman bin Ali'nin huzuru­na 160 yılından sonra götürülünce, emir boynunun vurulması­nı emretti. Bunun üzerine şöyle dedi: 'Vallahi! Sizlerin arasın­da dört bin hadis uydurdum. Bunlarda helal olanıharam, ha­ram olanı da helal gösterdim.İslâm'ın kılıcı bu zındıkları devamlıkolladı, boyunlarını vurdu. Onlarla ilgili olarak Allah'ın(cc) hükmü olan katl ve sür­günü tatbik etti. Alimler de bu hadisleri araştırmaya girişti Al­lah Teâlâ'nın dinini(cc) ve nebisinin(sav) sünnetini himaye etme­siyle bu hadîsleri tek tek ortaya çıkardılar ve harf harf elediler. Hafız ez-Zehebî, Tezkiretu'l Huffâz'ında, başkaları da diğer yerlerdeİbn Uleyye ve îshâk bin İbrâhîm'den naklederler: Hârûn er-Reşîd bir zındıkı yakalattı ve boynunun vurulma­sını emretti. Zındık ona dedi ki:Ne sebepten boynumu vuruyorsunuz?İnsanları senden kurtarmak için. Ey müminlerin emiri! Sizlerin içinde uydurduğum, bin (Aliyyu'l Kârî dörtbin der) hadisi ne yapacaksın? Onlarda helal olanı haram, haram olanıhelal gösteriyorum. Halbuki bunların" bir harfini bile peygamber söylememiştir. Hârûn er-Reşîd de onaşöyle dedi: Ey Allah'ın düşmanı! Ebû Îshâk el-Fezârî ile Abdullah bin el-Mübârek'e ne diyeceksin peki? Onlar bunlarıharf harf elek­ten geçiriyorlar.[103][103]İşte bu şekilde Allah(cc) her asırda dinini koruyan muhafız­lar bulundurdu. Bunlar dini bozmaya çalışanların katıştırdıkla­rını ve yoldan sapmışların sapıklıklarını uzaklaştırdılar. İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve't Ta'dil kitabında Abde bin Süleyman'dan rivayet eder: "Abdullah bin el-Mübârek'e 'Bu uydurma hadisler ne ola­cak?' diye soruldu. O da şöyle dedi: Mütehassıslar bu iş için ya­şıyor: O zikri (Kur'an'ı)biz indirdik biz ve onun koruyucusu da elbette biziz-[104][104]Yine îbn Ebî Hatim mezkûr kitabında Yahya bin Yemân'dan rivayet eder: "Allah azze ve cellenin yerleri ve gökleri yarattığı günden beri bu hadisler için âmâde olan kullar vardır. Vekî' onlardan biridir."

 


 

Batıl taraftarlığından herhangi bir ümmetin kurtulması nadir­dir. Kendi milletlerinin taraftarlığınıyapıp Arapların durumu­nu hakir görenler (ırkçılar) kendilerini ve durumlarınıöven, Arapları kötüleyen hadisler uydurdular. Uydurdukları hadislerden bir tanesi de şudur: "Allah kızdığında vahyi arapça, razı ol­duğunda Farsça indirir." Arapların cahilleri de aynen bunlara mukabele ettiler ve şu hadisi uydurdular: "Allah kızdığında vahyi Farsça, razı olduğunda Arapça indirir." Bu konuda uydurulan hadislerden bir tanesi de şudur: "Al­lah'ın en kızdığı lisan Farsça'dır.Şeytanların lisanı Hûzîlerin li­sanıdır. Cehennem ehlinin lisanı Buharalıların lisanıdır. Cen­net ehlinin lisanı İse Arapça'dır." Kabir suali ise Süryanicedir" Bazı şehirlerin faziletlerine dair uydurdukları hadislerden: "Cennet kapılarından dördü dünyada açılmıştır: Birincisi Iskenderiyye. Diğerleri Askalân, Kazvîn. Cidde'nin bu şehirlere olan üstünlüğü ise Beytullâhi'l-Harâm'ın diğer evlere üstünlü­ğü gibidir." "Cennet şehirlerinden dört tanesi dünyadadır: Mekke, Medine, Beytu'l- Makdis, Dimaşk (Şam). Cehennem şehirlerinden dört tanesi de dünyadadır: Kostantıniyye, Taberân, yanmış olan Antakya, San'a. Tatlıgüzel suların ve çiçekle­ri tohumlayan rüzgarların kaynağı Beytu'l-Makdis'teki taşın al­tıdır." Bazı imamları övmek veya yermek İçin uydurdukları hadis­lerden: "Ümmetim içinde Muhammed binİdrîs adında biri çı­kacak. O ümmetine İblîs'ten daha şerlidir. Ve yine ümmetim içinde Ebû Hanîfe isimli biri çıkacak. O ise ümmetimin kandi­lidir."işte bunlar gibi Abbasî halifelerinin faziletine dair, Türkle­ri, Habeşîleri ve zencileri yeren, Bağdad, Basra, Küfe, Merv, Askalân, Nasîbeyn (Nusaybîn) ve Munestîr gibi bazı Mağrib şehirlerini medheden hadisler de uydurdular. Belli tarihlerle, ilgili hadisler de uydurdular. Şu hadis gibi: "130 yılı olunca gariblerşunlar olacaktın (Amel etmeyen) zali­min ezberindeki Kur'an, okumayan ailenin evindeki mushaf ve kötü topluluk içindeki sâlih zat." Bunların yanında belli senelerde ve aylarda çeşitli hadiselerin meydana geleceğini haber veren pekçok mevzu hadis de vardır. Şu yıl geldiğinde şu olacak', 'şu ay geldiğinde şu hadise meydana gelecek' gibi.

 


 

insanlara vaaz edip onlara ahiret yurdunu hatırlatmak dinimiz­ce arzulanan bir iştir. Nefisleriıslah için buna İhtiyaç vardır: "Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir."[105][105]Vaaz verecek insanın bilgili, tefsir, hadis, fıkıh ve salihîerin zahidlerin hikayelerini, selefin başından geçenleri iyi bilmesi yanında takva, vera ve zühd sahibi olması, ayrıca vaaz meclîs­lerinde neyi söyleyip neyi söylememesi gerektiğini bilen biri ol­ması gerekir. Eğer böyle olursa vaazı raydalı olur, kalplerde etki bırakır, gönülleri yumuşatıp nüfuz eder, insanlara Öğretir ve ufuklarını açar. Nitekim efendimiz Ömer zamanındaki Mekke kadısı Amr bin Ubeyd (v. 68) böyleydi. Dininin sağlamlığı ve yaşantısının güzelliğiyle meşhur idi. Çok güzel, belîğkonuşur, sahâbî Ab­dullah bin Ömer onun sohbet halkasına oturur, konuşmasın­dan ve ihlasından etkilenerek ağlardı.Fakat üzücüdür ki öteden beri vaizlerin kahir ekseriyeti bu nezîh sıfatlardan uzaktır. Çoğunun ilmi az, bazılarının ise hem aklı hem de dinî bilgisi azdır. Gayeleri cemaattan kendileri için toplanacak paracıklardır. Böyle olunca da, tek gayeleri acaip haberleri, aslı olmayan geçmişe dair korkunç harikulade şeyleri anlatmaktır. Bunlar dinleyenleri dehşete düşürür, ağızları açık, kulakları dikile kalır. Bu asılsız hikâyeler zayıf kimselerin akıllarıyla oynar, kafasızların göz yaşlarını döktürür ve kalplerini hüzne boğar. Bu tür vaazların gayesi ahireti hatırlatıp insanlarıbilgilendirmek değil, insanları toplayıp akıllarını İyice yufkalaştırmaktır.Bu vaizlerden bir kısmı, duyulmamışrivayetlerle, acaip hi­kayelerle halkı kendilerine çekmek için asılsız, yalan hadisler uydurmuşlardır. Böyle yapmalarına rağmen, bu vaizlerin bir kısmıanlatılamayacak kadar terbiyesiz, izah edilemeyecek ka­dar utanmaz idi. İftira edip uydurduklarının yalan olduğunu bi­le bile bu belaları ve musibetleri ortaya dökmüşlerdir. Rasûlullah'a[sav) dolayısıyla Allah'ın dinine iftira ettiklerinden dolayı rabbim izin(cc) katında bunların azapları ve hesapları çok şedîd olacaktır. Bu sebeple bazı âlimler bu tür vaizleri tekfire kadar İşi .götürmüşlerdir: "Uydurduğu yalanı Allah'a isnad edenden daha zalim kim olabilir." [106][106]Kıssacıların uydurdukları mevzu hadislerden bazı örnekler sunuyorum:"Allah, lâ ilahe illellâh diyenin her kelimesinden, gagası al­tından, tüyleri mercandan olan... bir kuş yaratır.". Bu tek hadis yirmi sayfa kadar sürüyor. "Cennette bir ağaç vardır. Yukarısından güzel elbiseler çı­kar. Altından da altın, İnci ve yakuttan semeri olan, büyük ve küçük abdest bozmayan, kanatlı atlar çıkar. Bunların üzerine Allah'ın veli kulları biner ve onları diledikleri yerlere uçurur­lar..."Allah'ın Umâre adlı yakut taşlarından, uzunluğu gözün gö­rebildiği uzaklık miktarınca olan bir ata binmiş bir meleği var­dır. Bu melek şehirleri dolaşır ve çarşılarda durup şöyle seslenir: Dikkat! Şu malın fiyatı artsın. Dikkat! Şu malın fiyatı ucuzla­sın."Büyük abdest veya küçük abdestin akıp gittiği yere düşmüş bir lokmayı alan ve onu yıkayıp yiyen mağfiret olunur "600 yılından sonra doğanlara Allah'ın İhtiyacı yoktur." Bu kıssacılardan bazısı hayret edilecek derecede küstahlık ve yalancılıkta yüzsüz ve son derece cesaretlidir. Hafız lbn Hib­bân'in. Ma'rifetu'l Mecruhin adlı. eserinde bu konuda aktardığı haberler az değildir.Allah ona rahmet etsin, bu eserde aktardıklarından biri de şudur: "Rakka ile Harran arasında bulunan Bâcervân şehrinde­ki Merkez Camii'ne girdim. Namazı bitirince cemaattan bir genç ayağa kalktı ve "Ebû Halîfe bize Ebû'l Velîd, Şu'be, Katâde, Enes tarikiyle rivayet etti: Rasûlullah(sav) şöyle buyurdular:"Her kim bir müslümanın ihtiyacınıkarşılarsa, Allah ona şu ecri verir..." deyip uzun süren bir hadis zikretti. Sözünü bitirince yanıma çağırdım ve 'Bu.hadisi kimden al­dın?' diye sordum. 'Berdea ailesinden aldım' dedi. 'Peki Bas­ra'ya hiç gittin mi?' diye sordum. 'Hayır' deyince, 'Peki Ebû Halîfe'yi hiç gördün mü?' dedim. Yine 'hayır' dedi. 'Nasıl olu­yor da görmediğin kimseden rivayet ediyorsun' dediğimde ise şöyle dedi: 'Bizimle münakaşa etmek mürüvvet noksanlığından kaynaklanır. Ben sadece bu İsnadı bilirim. Duyduğum her hadi­si bu isnada ekler ve rivayet ederim.' Böyle deyince kalkıp ya­nından ayrıldım."[107][107]Ben de diyorum ki, muhtemelen lbn Hibbân onu inkar et­meden, etrafındaki halktan çekinerek kalktı ve bu yalancı kıssacıyıterketti. Çünkü, etrafındaki halk yalancı, cahil ve iftiracı olmasına rağmen, lbn Hıbbân'ın karşı çıkması' ve inkar etmesi durumunda onun yardımına koşarlardı. Bu sebeple îbn Hib­bân’ın susmasının tek sebebi halktan çekinmişolmasıdır. Bu pek çok büyük âlimin başına gelmiş bir olaydır. Seviyesiz halktan çekindikleri için yalancıların yanında sükût etmek zo­runda kalmışlardır.Hafız ez'Zehebî'nİn Mizânu'l İtidal kitabında Esîd bin Zeyd el-Cemmâl (el-Kûfî)'nin terceme-i hali anlatılırken şöyle de­nir:"îbn Main 'yalancıdır', Îbn Hibbân da 'sika kimselerden münker hadisler rivayet eder. Başkalarının hadislerini çalıp kendisine mal eder' demiştir. Abbas ed-Dûrî Yahya bin Maîn'den şöyle dediğini rivayet eder: 'Yanına gitmek için (Bağdâd'daki) Kerh mahallesine gittim. Ona ayakkabıcılar çarşısın­da rastladım. 'Ey yalancı demek istedim ancak ayakkabıcıların usturalarından korktum."[108][108]Yine Mizânu'l İtidâl’de Muhammed bin Abdi'bin Amir es-Semerkandî'nin terceme-i halinde şöyle denir: "300 yılı civarında yaşadı. Hadis uydurmakla tanınır, ed-Dârekutnî 'yalan söylüyor ve hadis uyduruyordu' demiştir.Ca'fer bin el-Haccâc el-Mevsılî de der ki: Muhammed bin Abd, Musul'a gelip münker hadisler rivayet edince, hocalardan bir grup toplanıp rivayetlerini reddetmek için ona gittik. Bir de baktık ki, muhaddisler ve halktan oluşmuş kalabalık bir cema­at içinde. Uzaktan bizi görünce niçin geldiğimizi anladı.ve (mevzu bir rivayet uydurup) şöyle dedi: Kuteybe; îbn Lehîa, Ebû'z Zübeyr, Câbir tarikiyle Rasûlullah'tan(sav) şöyle buyurdu­ğunu rivayet etti: 'Kur'an Allah'ın kelâmıdır, mahluk değildir.' Halktan çekinerek üzerine gitmeye cesaret edemedik ve gerisin geri döndük."[109][109]imam Ebû Muhammed bin Hazm, el-Fısel adlı kitabında aktarır: Kendisi 407 yılında Meriyye şehrinde iken Muhammed bin İsa es-Sûfî el-ilbîrî de şehirdeydi. Bu zat çok ibadet eden, dünyada azla yetinen, güzel konuşan bir vaizdi. Bununla bera­ber atan tutan, doğru söyledikleri az, hataları çok biriydi. Ebû Muhammed bu vaizi bir keresinde şöyle derken dinlemiş: 'Nebî [sav]'e malının zekatınıvermek farz değildi. Çünkü o (Allah'in) köle(si) olarak peygamber olmayı tercih etti. Köleye ise zekat yoktur. Bundan dolayı peygamber miras bırakmadı, varis de ol­madı.'Ebû Muhammed diyor ki: 'İtiraz etmekten geri durdum. Çünkü halk yanındaydı. Onların şamata edip batılı destekleye­rek galeyana gelmesinden çekindim. Yanımda da sadece Yahya bin Abdilkebîr bin Vâfid vardı. Beraber gelmiştik. Kabul etme­ye etmeye sözlerini dinliyorduk.'[110][110]Kassacıların Rasûlullah'ın(sav) lisanıyla yalanları ve uydurma hadisleri çoktur. Mevzuat kitapları bunların uydurdukları İle doludur. Bunları açıklamak için pek çok âlim eser yazmıştır. Üstad îbn Teymİyye bunlardan biri olup, eseri Ehâdîsul Kussâs'dır. Hafız Irâkî'nin de el-Bâis ale'l Halâse min Havadisi'I Kussâs'ı, Hafız es-Suyûtî'nin de Tahzîru'l Havas min Ekâzîbi'l Kussâs'ı vardır. *

 


 

Alimler arasında görüşlerde ve mezheplerde ihtilafların olması kaçınılmaz bir durumdur, insanın fıtratında bu zaten vardır. Ayrıca delillerin kendilerinden de; anlama, sübût, kabul etme, reddetme, tahsis, nesh, takyîd, mutlaktık... gibi yönleriyle bu durum ortaca çıkmaktadır. Önceki alimler ihtilafın sebeplerini açıklayıp, nereden kaynaklandığinı ve buna sebep olan husus­ları açıklamışlardır. İmam îbnu's Seyyid el-Batalyûsî ilginç ki­tabıet-Tenbîh ale'l Esbâbil’letî Ecvebeti'l İhtilâf beyne'l Müslimîn'de, İmam lbn Teymiyye faydalı ve sağlam kitabı Refu'l Melâm ani'I Eimmeti'l E'lâm'da, AllameŞeyh Veliyyullah ed-Dihlevî faydalı eseri el-lnsâf fî Beyâni Esbâbi’l İhtilâf da açıkla­dığı gibi. îmam îbnu's Seyyid mezkûr kitabının mukaddimesinde şu­nu açıklamıştır:"İnsanların hak içinde ihtilaf etmeleri bizatihi hakkın ken­disinde ihtilaf edilmesini gerektirmez. Çünkü hakka ulaştıran yollar ile mürekkeb kıyaslar [111][111]farklı farklıdır. Fakat hak aslında bir tanedir."[112][112]Mezheplerin, ictihadların, görüşlerin ve benimsenen fikirle­rin birden fazla olması durumunda, bu mezheplere müntesip olanlar arasında akılları kıt, ilimleri az, cahil, sorumluluk duy­guları zayıf kimseler her zaman bulunur. Bunlar sırf şeytan adı­na bazı mezhepleri desteklemek, görüşleri teyid etmek için bir takım görüşleri ve ictihadlarıdestekleyen, bunlara aykırı görüş­leri ve ictihadları reddeden hadisler uydurmuşlardır. Böyle birşey vuku bulduğunda bu mezhep için bir ayıp veya kınanacak bir durum değildir. Ayıp ve kınanmaya maruz kala­cak olan, sorumluluk perdesini yırtmış, dini zayıf bu yalancıdır. Çünkü yalancı kimsedir uyduran ve yeni birşey çıkaran. Mez­hep ve mezhep imamı ona birşey emretmemiş veya böyle yap­maya çağırmamıştır. Çünkü mezhep imamı., nasslara tabî olarak ortaya koyduğu hükmü çıkarmıştır. Kendi ictihadı ona nasslardan bu şekilde bir hüküm çıkarttılmıştır. Bu yalan hadisler on­ların istifade ettikleri nasslardan asla değildir. Uyduran sahte­kar için söz konusu olan bir durumu, falanca mezhep hadis uy­durmuştur dîye değerlendirmek doğru olmaz:Suçu işleyen bir başkasıCezayı çekense benim Pişman olanın ısırdığı Masum parmağı gibiyim Uydurma, mezhebin varlığından kaynaklanıyor, mezhep uy­durmanın sebebidir denemeyeceği gibi buna benzer başka bir­şey de söylenemez. Çünkü mezhep ehil olanından sadır olan bir ictihaddır, meşrudur ve buna izin verilmiştir. Bilakis müctehid bunu yapmakla mükelleftir. Müctehidi hadis uydurdu diye düşünmek, hulefâ~i râşidîni de(ra) hadisleri mesela kendilerinin faziletiyle ilgili yalancıların uydurmuşoldukları hadisleri onlar uydurmuşladır diye kabul etmemize götürür. Oysa onlar ve mu­teber mezhep imamları bu denâetten münezzehtir.Yalancılar çeşitli konularda hadisler uydurmuşlardır. Uydur­dukları hadisleri seran sahih sabit çeşitli dini konularla ilgili meselelere yaymışlardır. Bu hadisler kendileriyle ilgili uydurul­duğu için bu meselelerle ilgili bir eksiklik veya kusur düşünüle­bilir mi? Buna dikkat ediniz! Yanlışların ve karıştırmaların ku­yusuna düşmeyiniz. Allah(cc) beni ve sizleri bundan korusun.Uydurdukları hadislerden bir kısmıKur'an-i Kerîm'in duru­mu ve Mutezilenin ortaya çıkardığı fitne halku'l Kur'an (Kur'an'ın mahluk olup olmaması) meselesi diye tanınan ko­nuyla ilgilidir. Şu hadisler gibi: "Kur'an mahluktur diyen kafir olmuştur." "Allah ve Kur'an dışında, göklerde ve yerdeki her­kes ve bu ikisi arasındaki herşey mahluktur. Ümmetimden bir topluluk Kur'an mahluktur diyecektir. Bunu diyen yüce Allah'ı inkar etmiş olur ve dediği an hanımı kendisinden boşolur..."Uydurdukları hadislerden bir kısmı da tazı fıkhı meselelerle ilgilidir. Şu hadisler gibi: "Mazmaza (ağza su vermek) ve iştinşak (burna su vermek) cünub için üç kere yapılması farzdır." "Cibril. Ka'be'nİn yanında bana İmam oldu ve bismillahirrahmanirrahim'i cehrî okudu." "Rükûya giderken ve rükûdan kal­karken ellerini kaldıranın namazıolmamıştır."Hafız İbn.Hacer'in Lisânü'l Mizân'ında uydurucu, yalancıMuhammed bin Ukkâşe el-Kirmânî'nin terceme-İ halinde şöy­le denir:"Güzel görünüşlüydü. Çok ağlardı ye bununla anlatılırdı. Muhammed bin Abdurrahman daşöyle dedi: 'Kur'an okurken ağlar, kalp atışlarını duyardım. En güzel sesli insanlardan biri­siydi.' Ebû îshak Ahmed bin Muhammed bin Yûnus da şunu demiştir: 'Batıl hadisler rivayet ederdi. Bana gelen habere göre, Kirmân'da cumaya gelmiş. İmam bir âyet okuyunca bir sayha atıp oracıkta vefat etmiş.' îbn Asâkir de der ki: '225 yılında sağ idi. el-Hâkim de der ki: 'Bana ulaştığına göre Allah rızası için hadis uyduranlardan biriydi. Kendisine bir topluluğun rükûa gi­derken ve rükûdan kalkarken ellerini kaldırdığı söylenince, şöyle dedi: el-Müseyyeb bin Vâdıh, Abdullah bin el-Mübârek, Yûnus bin Yezîd, ez-Zühr.î, Salim,bin Abdillah bin Ömer, baba­sıtarikiyle RasûlulIah'tan(sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti: 'Rükûa giderken ellerini kaldıranın namazıolmamıştır.'Bu (yalan olması yanında) en kötü yalanlardan birisidir. [113][113]Çünkü bu senedle ez-Zührî'den gelen bir rivayet rükûa gider­ken ve rükûdan kalkarken ellerin kaldırılacağını isbat etme hu­susunda kesinlik arz eder seviyededir. Bu hadis Muvatta'da ve diğer hadis kitaplarında vardır. Ellerin kaldırılması, kendisi İçin delil getirilmesine İhtiyaç olmayacak kadar sağlamdır."[114][114]Tehzîbu't Tekzîb ‘te İmam eş-Şafii’nin(ra) hadis aldığı hoca­larından olan, rivayetleri terk edilmiş yalancı ibrahim bin Mu­hammed bin Yahya el-Eslemî el-Medenî'nin terceme-i halinde şöyle denir:"el-Bezzâr 'hadis uyduruyordu' demiştir. Kendisine çeşitli sözler getiriliyor, o da bunlara sened uyduruyordu. Kaderi idi. eş-Şafiî'nin hadis hocalarından idi.İşte bu bize çok ağır gel­di."[115][115]Ümmetin fırkalara ayrılmasıyla ilgili uydurdukları hadisler­den: "Ümmetim yetmiş küsur fırkaya ayrılacak. Zındıklar fırkası hariç tüm fırkalar cennettedir." "Allah yetmiş peygamberin di­liyle dört gruba lanet etmiştir: Kaderiyye, Cehmiyye, Mürcie ve Râfızîler..." "Kaderiyye, Mürcie, .Râfızîler, Haricîlerden tev­hidin dörtte biri çekilip alınır. Ebedî cehennemde kalacak ka­firler olarak Allah'a varırlar." "Her ümmetin bir yahudi toplu­luğu vardır. benim ümmetimin Yahudileri de Mürciedir."

 


 

İbadet, zühd ve salâh ehli pekçok cahil, Allah Teâlâ'nın ması ve kendi iddialarına göre dine hizmet etmek, insanları hayırlı işlere sevk edip serleri işlemekten sakındırmak gayesiyle bu ha­ram ve fasîd yolu benimsemişler, hayra teşvik ve kötülüklerden sakmdırmakla ilgili hadisler uydurma hatâsına düşmüşlerdi. Bazılarına bu yaptıkları reddedilip kendilerine peygamberini "Kim benim adıma bilerek yalan uydurursa cehennemdeki ye­rine hazırlansın" hadisi hatırlatılınca,şöyle demişlerdir: "Biz onun lehine hadis uyduruyoruz, aleyhine değil." [116][116] Onların bu­nu söylemeleri dinlerinin son derece zayıf, kendilerinin çok ga­fil ve akıllarının kıt olması sebebiyledir.Hadis uydurucularınin bu kesimi, en tehlikeli, ve en zararlı olanlarıdır. Çünkü salih, zahid ve İbadet ehli olarak göründük­lerinden, konuşmalarında Rasûlullah'tan[savl hadis diye aktar­dıkları sözler halk tarafından kabul edilip benimsenir. Çünkü halk yalan söyleyeceklerini düşünmez ve böyle birşey ummaz.Bu gafil, cahil ve yalancı kimselerin akıllarına, hayra teşvik şerden sakındırmak için hadis uydurduklarında, yaptıklarıyla İslâm'a hizmet ettikleri, hayırlı bir iş yaptıkları, sevap kazan­dıkları ve Allah(cc) katında takdir edildikleri düşüncesi yerleş­miştir.Hafız es-Suyûtî, Tedrîbu'r Râvi’de mevzu hadis bahsinde, Allah rızası için uydurulan hadisler bölümünde şöyle der: "Al­lah rızası için uydurulan hadislere misallerden: el-Hâkim Ebû Ammâr, el-Mervezî'ye varan senediyle rivayet etmiştir: (Merv kadısı) Ebû İsme Nuh bin Ebî Meryem'e 'îkrime vasıtasıyla İbn Abbas'tan, Kur'an'daki tek tek tüm surelerin faziletleriyle ilgili rivayeti nereden aldın? Oysa bunlar İkrime'nin talebelerinde yok' diye sorulur. Şöyle cevap verir: 'İnsanların Kur'an'dan yüz çevirip Ebû Hanîfe'nin fıkhı ile İbn îshâk'ın el-Megâzî'siyle meşgul olduklarını görünce Allah rızası için bu hadisi uydur­dum."[117][117]Hafız ez-Zehebî, Mîzânul î'tidâl'de Nûh bin Ebî Meryem'in terceme-i halinde mevzu ve iftira ettiği hadislerden olarak şu hadisi nakleder:"Kim Kur'an'm tamamını hatasız okursa, her harfine kırk sevap vardır. Kim de bir kısmını doğru, bir kısmını hatalı okursa her harfine yirmi sevap vardır. Kim de hepsini hatalı okursa her harfine on sevap vardır."[118][118]

Hafız es-Suyûtî de Tedrîbu'r Râvi’de mevzu hadis bahsinde, Allah(cc) rızası için uydurulan hadisler bölümünde şöyle der: "İbn Hibbân ed-Duafâ'da ibn Mehdî'den şöyle dediğini rivayet eder; Meysere bin Abdirabbih'e dedim ki: 'Şanu okuyana şu kadar sevap vardır şeklindeki hadisleri nereden aldın Şöyle cevap verdi: 'Onlara teşvik İçin uydurdum."[119][119]Aynı zatın Mîzânu’l İ’tidâl deki terceme-i halinde şöyle ge­çer: "Ebû Zur'a dedi ki: Kazvîn'in faziletleriyle ilgili kırk hadis uydurdu. Hem de 'ben bundan ecir bekliyorum' derdi."[120][120]Gulâmu Halîl de zühd ehli, dünya isteklerinden uzak bir zattı. [121][121]Vefat ettiğinde Bağdâd çarşıları hep kapatıldı. Bununla beraber hadis uyduran biriydi. Vefatı anında kendisine "Al­lah'ın sana çok güzel muamelede bulunacağını düşün" tavsiye­sinde bulunuldu. "Nasıl böyle düşünebilirim ki" dedi "Ali'nin faziletine dair 70 hadis uydurdum."[122][122]Yine Hafız es-Suyûtî, Tedrîbu'r Râvi’de mevzu hadis bah­sinde, zühd ve ibadet ehli kimselerce Allah(cc) rızası için uydu­rulan hadisler bölümündeşöyle der: "Ebû Dâvûd en-Nehaî (Süleyman bin Amr el-Bağdâdî) gece en çok ibadet eden, gün­düzleri de en çok oruç tutan kişiydi. Bununla beraber hadis uy­duruyordu."[123][123]Mîzânul İ’tidâl'de terceme-i hali anlatılırkenşöyle denir: "îbn Adiy dedi ki: Alimler Sufyân bin Amr'in hadis uydurdu­ğunda icma etmişlerdir. îbn Hibbân da 'Zahirde salih bir zattı ancak hadis uyduruyordu. Kaderi idi', el-Hâkim de 'Dünyadan elini eteğini çekmesine ve çok ibadet etmesine rağmen hadis uydurduğunda şüphem yok demiştir. Ebû'l Velîd deŞerîk'i şöy­le derken işittim demiştir: 'Amcamız oğlundan (Süleyman bin Amr'ıkastediyor) gördüğümüz hal Rasûlullah(sav) adına yalan uydurduğudur."[124][124]Keza Hafız es-Suyûtî, Tedrîbu'r Râvi’de mevzu hadis bah­sinde, sünneti savunan taassub ehli kimselerce sünnet düşman­larına karşı uydurulan mevzu hadisler bölümünde şunu der: "îbn Hibbân şöyle demiştir: 'Fakih Ebû Bişr Ahmed bin Muhammed el-Mervezî, kendi zamanında sünnete karşı gelenlere karşı en katı olan ve onu en çok savunan ve müsamaha göster­meyenlerden biriydi. Böyle olmasına rağmen hadis uyduruyordu.' İbnu Adiy de şöyle demiştir: 'Vehb bin Hafs (el-Harrânî) salih zevattan idî. Yirmi yıl kimseyle dünya kelamı konuşmadı, fakat fahiş yalan hadisler uydururdu."[125][125]

Allah(cc) rızası için, halkın kalplerini yumuşatmak, hayra teşvik için hadis uyduran kimselerden biri olan Gulâmu Halîl (az yukarıda zikri geçen Ahmed bin Muhammed bin Galib el-Bâhilî) zahid, dünya ve onun isteklerinden uzak, kendini iba­det ve takvaya vermiş, halk tarafından sevilen bir insandı. Hatta vefat ettiği gün üzüntüden Bağdâd'daki içinde Basra'ya götürüldü. Medînetu's Selâm'm (Bağdâd'ın) çarşılarının kapıları kapatıldı. Erkekler, kadınlar, çocuklar ce­nazesinde bulunup namazını kılmak için koştular. Çabucak kı­lınıp götürüldüğünden bazıları yetişti, bazıları da kaçırdı. Bas­ra'da defnedildi ve kabri üzerine bir kubbe yapıldı. Yiyecek ola­rak sadece bakla yerdi' demiştir."[126][126]İşte bunlar salih, Allah rızasını uman olarak gözüken ama hadis uyduranların bir kısmıdır. Bu insanlar yaptıklarını gaflet­le yapmadılar, sevap umarak yaptılar. Uydurdukları hadisler se­bebiyle dalâlet topluluğu olarak değerlendirilmeleri daha uy­gundur.Salihlerden bir topluluk daha vardır. Bunlar kendilerine benzeyenler hakkında "salihlerin gafleti kendisine bulaşmış" denilen kimselerdir. Cahildirler, aptaldırlar, akılları yoktur, uyanık değillerdir ve öğrendiklerinin sıhhatini tedkîke önem vermezler. Bundan dolayı yalan rivayetler, farkında olmadan dillerinde dolaşıyordu. Çünkü işittikleri herşeyi tasdik edip onaylayıp bunu Rasûlullah'tan(sav) rivayet ediyorlardı. Oysa bu rivayetleri gerçekte Nebinin(sav) hadisleri olmayabiliyor da. Fa­kat salih, ibadet ve zühd ehli olmalarından dolayı rivayetleri kabul edilip alınıyordu. Münekkid hadis imamlarının bu gibi kimselerle İlgili sözleri variddir. Müslim, Sahîh'inin mukaddimesinde rivayet eder: "Abdul­lah bin el-Mübârek'ten: Sufyânu's Sevrî'ye dedim ki: 'Abbâd bin Kesîr'in (Abid el-Basrî, Mekke'de ikamet etmişbir zat. 150 civarında vefat etti) halini (salih ve abid bir kişi olduğunu) [127][127]biliyorsun. Hadis rivayet ettiğinde asılsız şeyler atıyor, insanla­rı, ondan hadis almayın diye uyarmak istiyorum, ne dersiniz?' Suryân 'uygun olur' dedi. Abdullah diyor ki: '(Bundan sonra) bir mecliste oturduğumda, Abbâd zikredilirse dinî yaşantısını över fakat ondan hadis almayın derdim."[128][128]Mîzânu'l î'tidâl'de Abbâd bin Kesîr'in terceme-i halinde ge­çer: "îbnu'l Mübarek şöyle demiştir: 'Gördüklerim içinde, çe­şitli hayırlarda Abbâd bin Kesîr'den daha faziletli bir kimse bil­miyorum. Fakat rivayet ettiği hadislere gelirse, bunlar hiçbir şey değildir." Daha sonra Hafız ez-Zehebî, terceme-i halinde onun münker ve mevzu hadislerinden büyük bir demet sunar. Bunlardan biri de şu sözüdür: Nafi' vasıtasıyla Ibn Ömer'den; İbn Ömer Rasûlullah'a(sav) izafe ederek şöyle demiştir: 'Lâ iİâ illallah deyip (lâ derken) se­sini uzatanı Allah, Celâl yurduna yerleştirir.' Ona'Celâl yurdu nedir?' diye sordular. Şöyle cevap verdi: 'Kendisini onunla isimlendirdiği yurddur.' (Nitekim âyette geçer):.'Celâl ve ik­ram sahibi.'[129][129]Ayrıca ona kendi zatına bakmak rızkını ihsan eder." Bu seter 'bundan daha büyük mutluluk olmaz ki? Bundan sonraki hayat (böyle bir şerefe nail olduktan sonra) kimsenin umurunda olur mu?' diye sordular. O da şöyle dedi: '(Öyle di­yorsunuz ama) ahir zamanda bir topluluk olacak ki, bu ve ben­zeri şeyleri inkar edecekler. Allah kıyamet günü bunlarıalem­lerde hiç kimseyi azaplandırmadığı bir azapla cezalandıracak­tır.' Şu sözü de böyledir: el-Hasan vasıtasıyla Enes'ten; Rasûlullah(sav) şöyle buyurdu­lar: 'Kişi orucum, namazım veya haccım sebebiyle insanlar hep beni konuşuyor diye düşünse Allah'ı inkar etmiş olur.' Şu sözü de böyledir: Ebû İshâk; eş-Şa'bî, el-Hâris tarikiyle Ali'den şöyle dediğini bana nakletti: 'Bir bedevi Nebî'ye(sav) geldi ve şöyle sordu: "Yâ Rasûlallah! İnsanların birbirlerine şöyle dediğini duyuyorum: 'Allah sana hayrını versin. Bu hayır nedir?" Rasûlullah: "-Bunu senden önce kimse bana sormadı."Cibrîl geldiğinde Rasûlullah(sav) ona bunu sordu. Cibrîl de şöyle dedi:

"Evet Bu cennette Hayr adlı bir bahçedir. Uzunluğu bir yıl­lık, genişliği de yetmiş yıllık mesafedir. Kırmızı yakuttandır ve ortasında nehir vardır..."[130][130]Müslim de Sahih’in mukaddimesinde rivayet eder:Yahya bin Saîd el-Kattân şöyle demiştir: "Salihlerin, hadis­lerde olduğu kadar başka bir şeyde yalan söylediklerini görme­dik." Müslim de der ki: "Yalan söylemek kasıtları olmadığı hal­de yalan onların dillerinde dolaşır demek istiyor."[131][131]Müslim daha sonra Eyyûb es-Sehtiyânî el-Basrî'den şöyle dediğini rivayet eder: "Bir komşum var" dedi. Sonra onun fazi­letini zikretti. "Ama yanımda iki hurma için şahitlik yapsa şa­hitliğini caiz görmem diye de ekledi." Müslim daha sonra da Abdullah bin el-Mübârek'ten şöyle dediğini rivayet eder: "(önceleri) cennete girmekle Abdullah bin el-Muharrer'i (el-Cezerî er-Rakkî, Rakka kadısı) görmek arasında muhayyer bırakılsaydım, onu görüp öyle cennete gir­meyi tercih ederdim. Onu gördükten sonra ise davar pisliği ba­na daha sevimliydi."[132][132]Hafız ez-Zehebî, Mîzânu'l İ’tidâl'de Abdullah bin Muhar­rerin terceme-i halinde nakleder: "Ibn Hibbân şöyle dedi: 'Al­lah'ın hayırlı kullarındandı. Ancak bilmeden yalan rivayette bulunuyordu- Anlamadan rivayetleri birbirine kanştırıyordu. el-Mansûr tarafından Rakka valiliğine getirildi.' Hilâl bin el-Alâ' da şöyle demiştir: 'Ebû Ca'fer onu Rakka kadılığına getir­di.' Ibn Maîn de 'sika değildir' demiştir." ez-Zehebî daha sonra onun batıl ve münker hadislerinden bir demet nakleder:"Katâde vasıtasıyla Enes'ten: Nebi(sav) secde eden bir adam gördü. Secdede saçını şuşekilde çekiyor, topraktan tozlanma­sın diye topluyordu Rasûlullah da(sav)şöyle buyurdu: 'Allahım saçlarını çirkinleştir.' O an saçları döküldü."[133][133]

 


 

Her donem ve herşehirde sorumluluk duygusunu kaybetmiş, dinî hayatlarında gevşeklik ve zayıflık olan, dünyayı seven, dünyayı dinlerine tercih eden, kralların ve idarecilerin malları­na tamah eden ve onlara yakın olmak isteyenler bulunur. Bunu temin için onlara batıl şeylerle yağ çekerler. Sorumluluk duy­gularının azlığıyla orantılıolarak, üsttekilere zulümlerini, eğ­lencelerini, meskenet veya fesat durumunlarmı destekleyen şer'î nasslar sunarlar. İlim ehli olarak gözüken bu kısım, ümme­tin bünyesinde korkunç bir hastalık, büyük bir beladır. Bu tip insanlardan uzak olan ümmet veya cemaatlar azdır. Hafız es-Suyûtî, Tedrîbu'r Râvi’deşöyle der: "el-Hâkim se­nediyle beraber (el-Mehdî'nin veziri) Ebû Ubeydillah'tanşöyle dediğini nakleder: el-Mehdî der ki: 'Mukâtil'in[134][134] bana ne dediğini görüyor musun? 'istersen sana Abbas'la ilgili hadisler uydurayım' diyor. Ben ise bunlara ihtiyacım yok, dedim."[135][135]Sultanlara yağ çekmek için hadis uydurduğu bilinenlerden birisi de Gıyâs bin Ibrâhîm bin Talk bin Muâviye en-Nehaî'dir. Halife el-Mehdî'den birşeyler koparmaya çalışırdı. el-Meh­dî'nin eğlence veya uygun olmayan türden bir işini görünce hemen onu desteklemeye atılırdı.[136][136]Rical, usûl ve mevzuat kitaplarının pek çoğunda [137][137]zikredil­miştir: (Gıyâs bin İbrahim en-Nehaî) Abbasî halifesi el-Meh­dî'nin huzuruna çıkarılır. el-Mehdî güvercinleri sevip onlardan hoşlanan bir zattı,önünde oynaştığı bir güvercin vardı. Gıyâs'a 'Müminlerin emirine hadis rivayetinde bulun' denince Ebû Hureyre'den bir hadis rivayet eder: 'Kazanana hediye veri­len müsabaka sadece develerle, oklarla ve atlarla yapılır.' Gıyâs buna bir de 'kanatlılarla' ifadesini ekler. el-Mehdî ona onbin dirhem verilmesini emreder. Kalkıp çıkarken ona şöyle der: "Yemin ederim ki senin o kafan Rasûlullah(sav) adına yalan uy­duran bir kafadır. Ne yazık ki buna ben sebep oldum." Hemen güvercinin kesilmesini emreder ve emri yerine getirilir.[138][138]Bu ve diğer yağcı uydurucuların misalleri çoktur. Onları anıp meseleyi uzatacak değilim. Dünyevî istekler için uyduranların uydurdukları hadislerden: "Râsûlüllah(sav) Kur'an dersi vermenin ve ezan okumanın ücretle yapılmasını nehyetti. Kim böyle yaparsaAllah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti ona olsun."Muallimler insanların en hayırlılarıdır.İlmi eskidikçe taze­lerler. Hürmet edin ancak ücret vererek onlari zora sokmayın. Çünkü muallim çocuğa 'bismillahirrahmanirrahîm de' söyledi­ğinde, çocuk da 'bismillahirrahman irrahîm' deyince, Allah ço­cuk, ebeveyni ve muallimi için cehenemden âzad olduklarına dair birer ahidname yazar."

"Dokumacılarla ve muallimlerle istişare etmeyin. Çünkü Allah onların akıllarını almış,kazançlarından bereketi kaldır­mıştır."Râsûlüllahk(sav) muallim Mirdâs'ın yanına uğradı. Ona 'Ço­cuklardan odun ve pide alma. Allah'ın kitabını bir karşılık al­ma şartı koşarak Öğretmekten sakın' diye buyurdu."Hadîs uydurmaya sebep olan başka hususlar da vardır: Bazı ravilerin arkadaşlarını ve dostlarını kendisinden dinleyip alma­ları için, hadise teşvîk etmek kasdıyla uydurmaları gibi. İbn Ebî Habîbe, Hammâd en-Nasîbî, Behlûl bin Ubeyd, Esram bin Havşeb bu günaha düşmüşlerdir Keza, bazı İfsad edici sapıkların bir muhaddisin hadislerini ifsad edip, oniın tarikiyle yalan hadisler yayma çabaları da bu­nun gibidir. Bunlar yaşlı, hafızası veya gözleri zayıflamış bazı ravilerîn, dostluk veya akrabalığından istifade ederek gaflet anla­rını kollarlar ve onun adına hadisler uydurup, o raviye hiç his­settirmeden kağıtlarının ve kitaplarının arasına katıştırırlar. Böyle birşey Hammâd bin Seleme'nin başına gelmiş, Üvey oğ­lu Abdulkerîm bin Ebi'l Avca eliyle bu musibete uğramıştır: Abdulkerîm haberi olmadan onun kitaplarına asılsız hadisler katıyordu. Aynı durum başkalarının da başına gelmiştir.

 


 

Mütehassıs hadis âlimleri bid'at düşüncelerinin or­taya çıkıp yalanların yayıldığı ilk günden beri ilmî ve dînî vecibe olarak batıl ve mevzu hadisleri ortaya çı­karmak, bozucu ve yalancıları faş etmek, yüzlerindeki perdeleri yırtmak, ayıplarınıortaya dökmek için çalıştılar. Sahîh hadisle­ri mevzulardan, sağlamlarıkarıştırılmış olanlardan ayırdılar. Sünnet-i mutahharanın korunması için saldırgan ve ifsad edi­cilere, kin besleyenlere fırsat vermeden sert bir kale oldular. Daha önce zikri geçtiği gibi, bu karıştırıcıların ve yalancıların sünneti ifsad etmeye çalışmalarından korkulduğu için Abdul­lah bin el-Mübârek'e 'Bu uydurma hadisler ne olacak?' diye so­rulmuş, o da şöyle demiştir: 'Mütehassıslar bunun için yaşıyor: O zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz ve onun koruyucusu da elbet­te biziz. [139][139]Allah-u Azîmuşşân hiç şüphesiz doğru buyurmuştur. Yüce rabbim, bu ümmetin bizden önceki dönemlerinde kaya gibi sağlam muhaddisler, münekkid hafızlar ihsan etmiştir. Bunlara geniş ilim, hafıza, süratle anlayan zihin, geniş mütâlâa, doğruyu öğrenmede sıkıntılara sabır, hak yol üzere sebat, sünnetin alı­nıp zabtedilmesinde, tedvininde ve toplanmasındaki cefalara katlanma gücünü vermiş, onlara destek olmuştur. Böylece bu âlimler zikri geçen §u âyeti teyid eden bir âyet olmuşlardır: 'O zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz ve onun koruyucusu da elbette biziz. Bu âlimler mevzu hadis ile bunları uyduranlarıtesbitte bi­limsel, sağlam ve doğru bir ilmî tenkid metoduna dayalı pren­sipler ortaya koymuşlardır. Bu prensipler sayesinde, âlim olsun öğrenci olsun herkes sahih hadisi mevzusundan ayırıp tanıyabi­lir- Bu prensipler insana, yalan olanıdoğrudan, isabetli olanı batıldan, iyi ezberlenmiş olanı ihmal edilmiş olandan ayırtıp gösterir. İşte muhaddisler hadis ilminde hiçbir ilim için nasib olmamışbüyük bir hizmeti gerçekleştirmişlerdir. Hatta şöyle söylenmiştir: "İlim üçtür: Olup yanmayan ilim: Nahiv ve usûl-ü fıkh ilmidir. Hem olmamış hem de yanmamış ilim: Beyân ve tefsir ilmi. Hem olmuş hem de yanmış ilim: Bu da hadis ilmi­dir." Burada 'olmak' ve 'yanmak'la kastedilen şudur: Muhaddis­ler sika, zayıf ve mecruh ravilerin terceme-i halleriyle, onların isimlerinin, neseblerinin ve şehirlerinin nasıl okunacağı ile il­gili, isimleri aynı olup esasında farklı olan kimselerle...'ilgili eserler yazmışlardır. Nebi(sav) 'den hadis rivayet eden sahâbîleri toplayıp beyan etmişlerdir. Sika, adil ravileti, hafızaları zayıf ve mecruh olandan, fasid rivayetleri sahihlerinden ayırıp açıkla­mışlardır. Her ravinin rivayetlerini toplayıp, hocalarını ve ken­disinden hadis alanları, dolaştığı şehirleri, rivayet ettiği hadis­leri tesbit edip saymışlardır. Raviler hakkında küçük büyük ne varsa hepsini tedkîk etmişlerdir. Bundan doİayı hedeflenen ga­yeyi bile aşmışlardır, İşte bu sebeple hadis ilmi için 'hem olmuş hem de yanmış ilimdir' denmiştir.[140][140]

 


 


 

Hadisçiler isnadı"hadisin metnine ulaştıran yolu haber ver­mek", senedi de "hadis metnine ulaştıran yol" diye tarif etmiş­lerdir. Buna sened denmesinin sebebi, hafızların hadislerin sıhhatine veya zayıflığına hükmetmek için ona dayanmalarındandır. Bu kelimeyi kullanırken lügat mânâsını göz önünde tut­muşlardır. Lügat itibarıyla sened, duvar vb. yaslandığın, dayan­dığın şey demektir. Muhaddisler hem senedi hem de isnadı bir­birlerinin yerine kullanırlar. Bununla ne kastedildiği kullanıl­dığı yerdeki karinelerle anlaşılır. Önceleri isnaddan sorulmuyordu. Fitne hadisesi vukua ge­lip, çekişmeler ortaya çıkıp, zındıkların ve sünnete saldırmada onlar gibilerin zuhurundan sonra artık isnadı sormaya başladı­lar. Nitekim büyük tabiî Ebû1 Âliye (Rufey' bin Mihrân er-Riyâhî el-Basrî) şöyle demiştir: "Basra'da iken Rasûlullah'ın(sav) ashabından gelen rivayetle­ri dinliyorduk fakat atlayıp Medine'ye gidip bizatihi onlardan işitmeden razı olmuyorduk."[141][141]Yine büyük tabiî Hişâm bin Urve de şöyle demiştir: "Biri sa­na hadis rivayet edince ona kimden aldığını sor. Çünkü, insan doğruluk ve sağlamlık yönüyle kendisinden düşük olan kimse­den rivayet ediyor olabilir."[142][142]îsnad, ümmet-i Muhammed'e has olan üstün özelliklerden birisidir. Önceki ümmetlerden hiçbirine bu nasîb olmamıştır. îsnad, dinimizde önemli bir yere ve yüksek bir makama sahip­tir. Onun durumu, önemi ve faziletiyle ilgili olarak âlimlerin sözleri pek çoktur, isnadın konumunu teşhis eden en güzel ve en nefis söz İmam Abdullah bin el-Mübârek'in(ra) sözüdür. el-Hatîb el-Bağdâdî Târihu Bağdaşında, başkalarıda [143][143] di­ğer eserlerde rivayet etmişlerdir: Abdân'dan (Abdullah bin el~Mübârek'in talebesi): Abdul­lah bin el-Mübârek'ten şöyle dediğini işittim: 'Benim nezdimde isnad dindendir. [144][144]Eğer böyle olmasaydı, isteyen dilediğini söylerdi. Fakat kendisine 'sana bu hadisi kim nakletti?1 denilin­ce, kalakalır.'[145][145]Abdan diyor ki: Ibnu'l Mübarek bu sözü zın­dıklar ve onların uydurduklarıhadisler sebebiyle söyledi. Yine Ibnu'l Mübarek şöyle demiştir: 'Bizim-diğer topluluk (yani bîd'atçiler ve yalancılar) karşısında sağlam esaslarımız vardır. Bu sözüyle isnadı kasdetmektedir. Sufyânu's Sevrî de şöyle der: 'İsnad, müminin silahıdır. Sila­hı yanında olmazsa ne ile savaşacak?' el-Evzâi de der ki: 'İlmin kaybolması sadece isnadın kaybolmasıyladır.' Büyük tabiî, rau-haddis, münekkid, seçkin insan Şu'be bin el-Haccâc Ebû Bistâm el-Vâsıtî el-Basrî de der ki: 'içinde haddesenâ (bize tahdîs etti) ve ahberanâ (bize haber verdi) bulunmayan her hadis sir-kedir, ottur.' Yani, isnadı olmadığından ona önem verilmez, ucuzdur. İşte bu Şu'be, Irak'ta muhaddislerin durumunu araştı­ran, zayıf ve terkedilmiş kimselerden uzaklaşan ilk kimsedir. İmam Ahmed onunla ilgili olarak şöyle demiştir: 'O bu hususta tek bir ümmettir.' eş-Şâfiî de 'Şu'be olmasaydı Irak'ta hadis ta­nınıp bilinmezdi'der.

Büyük tabiî Muhammed bin Şihâb ez-Zührî de hadis rivayet ettiğinde senedini zikreder ve şöyle derdi: 'Çatıya merdivensiz çıkmak uygun olmaz.' Her haber ve rivayeti naklederken isna­dın gerekliliği ve ona dayanmanın zarûrîliği hususunda tabiîn ve tebeuttâbiînden gelen.sözler çoktur. Bu sözlerin büyük bir yekûnunu "îsnad Dindendir" adlı makalemde [146][146] Ve faziletli İmam Abdulhay el-Leknevî'nin' el-Ecvibetu'l Fâdıla'sına olan dipnotlarımda zikrettim. [147][147]Muhaddislerin isnada önem vermesi, rivayetlerin kabulün­de isnadın Öneminin ortaya çıkması neticesinde tefsir, fıkıh, ta­rih, rical, ensâb, lügat, nahiv, edebiyat, şiir ve hikâyeler gibi di­ğer îslâmî ilimlerde de haberlerin kabulünde isnad şart koşul­maya başlandı. Hatta gafil, ahmak insanlardan gelen tek lafız, komik ve asalak insanlarla ilgili anekdotlar bile isnadla rivayet edilir ol­du. Tefsirde dahi tek kelime isnadla rivayet edilmeye başlandı. İmam İbn Cerîr et-Taberî'nin tefsirinde, el-Hatîb el-Bağdadî'nin et-Tatfil ve Hikâyâtu't Tufeyliyyîn’ inde, el-Buhelâ'sında, [148][148]İbnu'l Cevzî'nin kitapları Ahbârul Hamkâ ve'l Muğaffe-

Iin, Ahbâru'l Ezkiyâ, [149][149] el-Lukat fî Hikâyâti's Sâlihîn ve Zemmu'l Hevâ kitaplarında olduğu gibi. îbnu'l Cevzî'nin bu kitap­larda küçük bir cümleyi veya bir tek kelimeyi sahibinden riva­yet etmek için uzunluğu üç ve daha fazla satır süren sened zik­rettiğini görürsün. Allah(cc) ona rahmet etsin, el-Hassu alâ Hıfzı’ I ilm ve Zikri Kibâri'l Huffâz adlı güzel eserinde, kısa tutmak ve uzatmamak gayesiyle isnadları zikretmediği için özür diler. Seçkin hafızla­rın bahsine dair olan yedinci bölümde şöyle der: 'Bu kitabın gayesi ezberlemeye teşvîk olduğundan dolayı isnadla uğraşma­dım ve uzatmadım..[150][150] Böyle demekle beraber hafızların terceme-i hallerinin kahir ekseriyetinde, zikrettiği kimseyle ilgili haberleri sahiplerine varan senedlerle zikreder. Size selefin bir tek kelime için bile olsa isnada verdikleri önemi göstermek için bir misal vereyim. Meselâ "el-hîn" keli­mesi. İmam Ebû Ca'fer Muhammed bin Cerîr et-Taberî'nin tef­sirinde, Bakara suresi tefsir edilirken, şöyle denir: "Şânıyüce olan Allah Teâlâ'nın 've metâun ilâ hîn' [151][151]kela­mına gelince. Ebû Ca'fer şöyle demiştir: 'Tevil âlimleri bu âye­tin tevilinde (izahında) ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları'sizin için ölüme dek bir nasîb vardır' mânâsında ol­duğunu söylemiştir. Böyle diyenlerin kimler olduğunu zikrede­lim: Mûsâ bin Harun; Amr bin Hammâd tarikiyle Esbât, es-Süddî'den 've metâun ilâ hîn' ayeti hakkında şöyle dediğini bana rivayet etti: 'Ölüme dek bir nasîb vardır.'Yûnus; İbn Vehb, Abdurrahman bin Mehdî, Isrâîl tarikiyle İsmail es-Süddî'den bana rivayet etti. Şöyle demiştir: İbn Abbas'tan. dinleyen kişi onun 've metâun ilâ hîn' âyeti ile İlgili olarak şöyle dediğini bana rivayet etti: '(Hîn) hayattır; el-Müsennâ bin îbrâhîm; Ebû Huzeyfe, Şibl, İbn Ebî Necîh tarikiyle Mücâhid'den, onun 've metâun ilâ hîn' âyetiyle ilgili olarak şöyle dediğini bana rivayet etti: 'Kıyamete kadar, dünya­nın sonuna kadar (sizlere bir nasîb vardır.)"Başkaları da 'ilâhîn' ile İlgili olarak 'belli bir müddete dek demişlerdir. Bunu söyleyenlerin kimler olduğunu zikredelim:Ammâr bin el-Hasan'dan bana rivayet edildi,şöyle demiş­tir: Abdullah bin Ebî Ca'fer, babası vasıtasıyla er-Rebî'den 've metâun ilâ hîn' âyetiyle ilgili olarak şöyle dediğini bana rivayet etti: 'Belli bir müddete dek'."[152][152]İşte bakınız! Sahibine kadar vardırmak için bir tek kelime için İki satır, üç satır isnad zikredildiğini nasıl da göreceksiniz! Çünkü sened onların yanında, sözün dayanağı, kelâmı naklet­menin ve nakledilenin sahîh olması durumunda kabul edilme­sinin yoludur. Verilen bu ve emsal misallerle, selefin yanında isnadın çok kıymetli olduğu, müslümanların Rasûlullah'tan(sav) bir İslâm âliminden, bir edîbten, bir şairden... nakledilen bir kelimeyi sağlamca tesbit için son derece titiz davrandıklarını görmüşoldunuz. Böyle davranmaları gerekiyordu çünkü, nakledilen kelime­nin ihtiva ettiği hükmü alıp, hangi mânâda kullanılmışsa o . şekli tesbît etmek için sahîh bir senedle gelmesi gerekir.Bundan dolayı konuşma ve münazara usûlü kitaplarının ba­şına şu meşhur kaideyi yerleştirdiler: "Naklediyorsan sıhhatini ispat etmen, iddia ediyorsan delinini zikretmen gerekir."

İmam îbnu'l Cevzî el-Lukat fî Hikâyâti's Sâlihîn adlı yazma eserinin mukaddimesinde şöyle der: "Bu kitabta beşyüzden faz­la çeşitli hikayeler topladım. Ve istedim ki bunların beraberinde senedleri olsun. Zira Alî bin Ubeydıllah; Abdullah bin Atâ Ebû'l Kasım Abdullah bin Muhammed bin Seleme, Ebû Alî el-. Hasan bin Ahmed tarikiyle Ebû Muhammed Ahmed bin Mu­hammed el-Edîb el-Esmeî'nin şöyle dediğini bana rivayet etti: "Hikâye, süslü (yani renklerle, nakışlarla ve süslerle güzelleşti­rip bezenmiş) elbise gibidir. îsnad İse elbisenin sırması (üzerin­deki aksesuar) gibidir."Mütekaddimûn nezdin.de ve hatta filologlar nezdinde bir tek kelime için bile isnadın ne derece ehemmiyet taşıdığını öğ­renmen için işte sana küçük bîr haber: ez-Zebîdin’in Tâcu'l Arûs'unda 'Nevf maddesinde, bu kelime açıklanırken şöyle denir: "Müerric'e (es-Sedûsî) nisbet edilen kıraati dinlenmemiş bir kitapta şunu okudum. Nüshanın sıhhat derecesini bilmiyo­rum. Nevf şu mânâdadır; .."[153][153] Bir kitaptaki tek bir kelimeyi (ki bu kelime sahibinden nak­ledilen sıhhati en sağlam sözlerinden olabilir) el-Ezherî(rh) söy­leyenine isnad etmekten çekiniyor. Çünkü kitabın eline geçen nüshasında bu nüshanın müelliften dinlendiği kaydedilmemiş­tir. Bilindiği gibi, semâ da (eseri müelliften dinlemek de) isnaddandır. Lügatla ilgili bir kelimenin nakledilmesinde, ahmak-asalak insanların sözlerini aktarmada dahi isnada verilen bu muazzam önem, geçmiş âlimlerini yanında isnadın ve semânın yerini göstermektedir. Onlar bir haberi veya bir kelimeyi veya da ah­mak insanlarla ilgili anekdotları bile isnadsız kabul etmiyorlar­dı.Madem ki durum böyledir, öyleyse hadis-i şerîf ve tefsîrle il­gili rivayetleri alırkenki tutumları nasıl olur, varın siz hesap edin... Bizim geçmiş ulemamız bu dini, onun ilimlerini bugün­kü kayıt aletlerinin kaydetmesine benzer şekilde kaydedip, bo­zulmadan sağlam olarak bizlere ulaştırdılar. İlmî emaneti ken­dilerinden sonrakilere en iyi şekilde aktardılar. Allah(cc) onlar­dan razı olsun ve ecirlerini kat kat versin.

 


 

Hafız îbnu's Salâh Ma'rifetu Envai ilmi'I Hadis, kitabının alt­mışıncı bölümünde şöyle der:"Sufyânu's Sevrî'den rivayet ettik. Şöyle demiştir: Raviler ne zaman ki yalan söylemeye başladılar, biz de onlara karşıtari­hi kullanmaya başladık. Hafs bin Gıyâs'tan da şöyle dediğini ri­vayet ettik: 'Bir raviyi itham ettiğinizde onu senelerle hesaba çekin.' Yani, onun yaşıyla kendisinden hadis yazdığı kimsenin yaşını tesbît edip karşılaştırın.Bu söz İsmail bin Ayyâş'tan bize rivayet edilenşu rivayetle aynı mânâdadır: Irak'taydım. Hadis ehli bana geldiler ve dedi ler ki: 'Burada bir adam var, Hâlid bin Ma'dân'dan rivayet edi­yor.' Yanma vardım ve kendisine 'Hâlid bin Ma'dân'dan hangi yılda yazdın?' diye sordum. O da 113'de dedi. Ona dedim ki: 'Sen Hâlid bin Ma'dân'dan vefatından yedi yıl sonra hadis işit­tiğini mi iddia ediyorsun?' İsmail diyor ki: Çünkü Hâlid 106'da vefat etmiştir. el-Hâkim Ebû Abdillah'tan rivayet ettik. Şöyle demiştir: Ebû Ca'fer Muhammed bin Hatim el-Keşşî bize gelip Abd bin Humeyd'den hadis rivayet edince, ona kaç yılında doğduğunu sordum. '260' dedi. Ben de arkadaşlara dönüp dedim ki: (Hele bakın!) Bu şeyh Abd bin Humeyd'den vefatından 13 yıl sonra hadîs işitmiş."[154][154]Rical bilgisi önemlidir, sahih hadisi zayıfından ayırıp çıkar­mak için büyük bir öneme sahiptir. Bundan dolayı İmam Alî bin el-Medînî şu kıymetli ve nefis sözü söylemiştir: "Hadisin mânâlarınıanlamak ilmin yarısı, ricali tanımak ta diğer yarısı­dır." Bunu ez-Zehebî Tezhîbu't Tehzîb adlı eserinin başında nakletmiştir. el-Medînî ricali tanımayı ilmin yarısı saymıştır. Durum ger­çekten onun dediği gibidir. Bundan dolayı âlimler ricalin ter-ceme-i halleri ve onlarla ilgili çeşitli tarihlere dair tahdit edile­meyecek ve sayılamayacak kadar eserler telif etmişlerdir. Hatta Allâme Muhammed bin Ca'fer el-Kettânî'nin er-Risâletu'İ Mustatrefe li Beyânı Meşhûri Kütübi's Sünneti'l Müşerrefe adlı eseri bu konuda, kitap isimlerini toplamada geniş ve şümullü olmasına rağmen terceme-i haller ve ricallere dair pekçok eser onun kitabında zikredilmemiştir. [155][155] Bu mevzuyu uzatacak deği­lim. Çünkü açık ve malum olduğundan fazla izaha gerek yok­tur.İlk Önceleri raviler ve ricalle ilgili eserler sika, zayıf ve mec­ruh kimselerin bir eserde toplanması şeklindeydi. Cerh ve tadil imamı Yahya bin Maîn'in et-Tânh'mde, el-Buhârî'nin et-Târî-hu'l Kebîr'inde ve de îbn Ebî Hâtim'in el-Cerh ve't Ta'dil'inde ve diğer eserlerde olduğu gibi.Daha sonra zayıf kimseler sikalardan ayırılarak müstakil eserlerde toplanmıştır. el-Buhârî'nin ed-Duafâul Kebîr'i ile ed-Duafâus Sağîr'inde, en-Nesâî'nin ed-Duafâ'sı ile İbn Hibbân'ın ed-Duafâ ve'l Mecrûhîn'inde ve diğer eserlerde olduğu gibi. Keza sika kimseler de zayıf kimselerden ayırılarak müstakil eserlerde toplanmıştır. Hafız Ahmed bin Abdillah bin Salih el-İclî'nin es-Sikât kitabında, Hafız imam îbn Hibbân'ın es-Sikât adlı eserinde, Hafız îbnŞâhın'in de es-Sikât çalışmasında ve diğer müelliflerin öteki eserlerde yaptıkları gibi. Allâme Mu-hammed bin Ca'fer el-Kettânî bu tür kimselerle ilgili eserlerin çoğunu kıymetli eseri er-Risâletu'i Mustatrefe li Beyânı Meşhûri Kütübi's Sünneti'l Müşerrefe'de toplamıştır. Tarih ve çerh-tadil konularında müstakil olarak Hafız Tâcuddîn es-Subkî tarafından önemli ve faydalı iki risale telif edilmiştir: Kaide fi'I Cerh ve't Ta'dil ve Kaide fi'l Müerrihîn. Bunların hizmetini ve dipnotlarının hazırlanmasını bendeniz gerçekleştirdi. Hafız es-Sehâvî ve Hafız ez-Zehebî'nin diğer iki risalesi ile beraber Erbau Resâil fî Ulümi'l Hadis adıyla ikinci kez basıldılar.[156][156]

 


 

Ana hatlarıyla göz gezdirdiğimiz çalışmamızın baş taraflarında, tenkidin sahâbe-i kirâm(ra) döneminin başlarından itibaren baş­ladığını, tabiîn ve onlardan sonrakilerin dönemlerinde zaman geçtikçe buna olan ihtiyacın artmasından ve de bid'atler, fitne­ler ve ihtilaflar... yayıldığından dolayı, artık bunun çok açık ve netşekilde (uygulanıp) bilindiğini daha önce açıklamıştım.Selefin ilk dönemindekilerin ricalle ilgili sözleri seleften sonrakilerden daha az, daha vecîz ve maksadı daha tatlı ifade eder mahiyettedir. Onların bir kişiyi tezkiye veya cerh ederkenki sözleri hassas ve yumuşak idi; kendi dön emindekiler nezdinde muradlarım tam olarak ifade etmekteydi. Büyük tâbıî Muhammed bin Şîrîn el-Basrî bir kişiyi tezkiye ettiğinde "o Allah'n(cc) murad ettiği gibidir", yine bir kişiyi cerh ettiğinde de "o Allah'ın[cc! bildiği gibidir' derdi. [157][157]Öğrencisi Eyyûb es-Sehtiyânî el-Basrî birisine dokunduracağı zaman şöyle derdi: "Lisa­nı doğru değildi", "haddi aşan biridir."[158][158]imam el-Müzenî'nin (Ebû ibrahim îsmâîl bin Yahya, Mı­sır'ın âlimi) ağzından hocası İmam eş-Şâfiî'nin önünde "falan yalancıdır" lafı çıkınca, Şafiî onu azarlar ve şöyle der: "îbrâhîm! Lafızlarını usturuplu söyle, güzel İfade et. Yalancı deme! 'Hadisi birşey değildir' de."[159][159] Daha sonra âlimler bazı mecruh raviler hakkında kullandık­ları lafızları çoğaltmış, söyledikleri ifadeler sertleşmiştir. Zaman icabı durumlarını ortaya çıkarmak, deccâl olanları ifşa etmek ve haklarında ağır söz kullanmak icab ettiğinden buna mecbur kalmışlardır. Hafız münekkid âlimler hata, zayıflık, karıştırma, birbirine zıt iki hadis rivayet etme, bir rivayetinde fazla lafız bulunması,yanılma ve unutma... gibi haller kendisinden sudur eden ravîyi, babaları,kardeşleri, oğulları, akrabaları ve arkadaşları bile olsa tenkid etmekten çekinmemişlerdir. Bu onların dinlerine bağlı­lıklarını, temiz insanlar olduklarını, emanete sahip çıktıklarını ve sünneti korumanın onlar yanında ne kadar kıymetli bir iş olduğunu gösteriyor. Çünkü hadisler onların nezdinde baba­dan, dededen, çocuktan ve torundan daha kıymetli idî. Bu ko­nuda tam hakkıyla Örnek alınacak kimseler idiler. Hatalardan masum değildiler, ancak kahir ekseriyeti doğruluk ve takva üzere İdî.

İmam Alî bin el-Medînî babasından sual edilince şöyle de­mişti: "Onu benden başkasına sorun." Aynı soruyu yineledikle­rinde "Bu dînî bir konudur (söylemek zorundayım.) O zayıf bi­ridir" deyivermiştir. Vekî bin el-Cerrâh babasıbeytu'l-mâlde görevli olduğu için babasından rivayet etmek istediğinde yanı­na bir başka raviyi daha katıyordu.Sünen sahibi Ebû Davûd es-Sicistânî de "oğlum Abdullah yalancıdır" derken, Zeyd bin Ebî Uneys de "kardeşimden (ya­lancı olduğu zikredilen Yahya'yı kastediyor) hadis almayın" de­miştir. [160][160]Cerîr bin Abdilhamîd ed-Dabbî'ye kardeşi (Enes bin Abdühamîd ed~Dabbî) sorulmuş, o da "Ondan hadis yazılmaz, çünkü İnsanlarla konuşurken yalan söylüyor" demiştir.[161][161]îmam Ebûbekr es-Sıbğî de bahşiş koparmak için koşuştur­duğundan dolayı kardeşinden hadis dinlenilmesini nehyediyordu- [162][162]Tenkîd ehlinin imamı Şu'be bin el-Haccâc da şöyle de­miştir: "Birisine iltimas geçseydim, Hişâm bin Hassân'a geçer­dim. Çünkü eniştemdir. Fakat hadisleri iyi ezberlemiyordu."[163][163]îşte onlar ravileri böyle medheder ve yine böyle tenkid ederlerdi- Onlar bu hususta çok hassas kaideler koymuşlardır. Bu kaideler üzerinde yürüyerek hadisi kabul edilecek veya red­dedilecek, yazılacak veya bırakılacak kimseleri tesbît etmişler­dir. Tüm bu ravileri farklıtabakalara ve birbirini takip eden bir derecelendirmeye tabî tutmuşlardır. Ravinin kendisini, rivayet­lerini, hocalarını, hafızasını, unutkanlığını,zabtını, karıştırma durumunu, zayıflığını, hadisi alabilmedeki ehliyetini, rivayet ederkenki ehliyetini, gençliğini, orta yaşlılığını, İhtiyarlığını,yaşadığı yerleri, yolculukları İle diğer hallerindeki rivayetle bağlantılıdurumlarını hep ele almışlardır. Hattâ onların güzel, latîf yönlerini, ufak tefek hatalarını da anmışlar, bid'atçi ve şe­riata bağlı olanlarızikretmişlerdir. Raviler arasında kıyaslama­lar yapmışlardır: Bir ravi ile ondan daha hafız ve zabtı iyi olanı, daha öncelikli ve birincil olanı, rivayeti önce işitenle sonra İşi­teni, hocayla uzun süre bulunanla kısa süreli bulunanı... karşılaştırmıslardır. Güçleri miktarınca ve çalışmalarının elverdiği ölçü nisbetince ravinin halini ve durumunu en güzel şekilde ortaya çıkarmışlardır. Bu hususta gerçekten çok gayret göster­mişlerdir. Bu çalışmaların bir neticesi de hadis uydurucularını,deccalleri ve zayıf kimselerle gafilleri tam olarak ortaya çıkarmasıydı. Bu ve diğer gayretlerle beraber hadisler birşey karışmasından korunmuştur. Allah'a(cc) hamd olsun. Bu çalışmalar neticesin de, şimdilerde ve daha Önceki dönemlerde keza bundan sonra yaşayacak olup da bu ilimle iştigal edenlerin bir hadis veya ravisi için âdilâne hüküm verme işi kolaylaşmıştır. Muhaddisle-rin hadisleri ravilerden alıp bizler için eserlerde toplamaların­dan itibaren durum böyledir. Elbette istifade edip kolayca ya­rarlanmak kişinin hadis ilmine vukufiyetinin miktarıncadir. Selef ise bu hususta son derece mahir ve kuvvetli idi. Bu husus­ta onlara kimse yetişemez. İçimizdeki üstün ve maharetli olan birİnsan bile onlarla boy ölçüşemez. Rical tenkidi daha sonra müstakil bir hadis ilmi olmuş ve buna cerh-tadil denmiştir. Bu ilim dalında sahâbe-t kiram ve onlara hakkıyla tabî olan tabiîn devrinden itibaren Hafız ez-Zehebî, el-Irâkî ve İbn Hacer'e kadar uzanan son döneme kadarki çizgide çok üstün insanlar yetişmiş ve belli sayıda müte­hassıs âlimler temayüz etmiştir.[164][164]

 


 

Bir önceki maddede anlattıklarımızdan anlaşıldığı üzere, müte­hassıs muhaddisler ravîîeri cerhi tadil, kabul, red... yönünden tenkid etmişler, ravilerle ilgili son dereceşahane kaide ve ku­rallar koymuşlardır. Zeki, uyanık ve anlayışlı akıllar, temiz, pak ve salih ruhlar bunlar karşısında çarpılıp kalır. Bu kaide ve ku­rallar beklentilere göre en güzel noktada, olması gereken titizli­ğe göre de en zirvededirler. Ayrıca olması gereken durum itiba­rıyla da en kifayet eder seviyededirler. Muhaddisler sened veya isnad diğer deyişle ravi tenkidi yö­nünde işte bu şekilde uğraşmışlardır. Onların bu yöndeki mü­him prensipleri ortaya koymaları yanında sahih hadisi sahte­sinden, sağlamını zayıfından ayıran önemli prensipler de ortaya koymuşlardır. Bunların ehemmiyeti bir öncekinin ehemmiye­tinden az değildir. Bazı durumlarda bunlara bakılmadan edile­mez, hatta hakikati ortaya çıkaran ayıraç da bu prensiplerden biri olabilir. İşte bu kaideler toplamına metin tenkidi derler. Bense buna hadisin metninin ve mânâsının tedkiki diyorum.(Hadis târihine dair) bu kısa çalışmamızın baştaraflarında, hadisçilerin ıstılahında metin tenkidi diye zikredilen hususun sahâbe-İ kirâmM zamanında maruf olduğunu zikretmiştim. Ve orada şunu aktarmıştım: "...îbn Abbas Hz. Ali'nin mahkeme kararlarının bulunduğu sahifeyi istetti. Ondan bazı şeyleri yaz­maya başladı. Arada birşeye takılıyor ve şöyle diyordu: "Valla­hi! Ali'nin böyle bir hüküm vermesi için sapıtmışolması gere­kir. Ve yine zikretmiştim ki, bu rivayette, âlim bir sahâbînin ri­vayet edilen bir hadisi kendi nezdinde,sağlam olan bir hadise arz etmesi (karşılaştırması) söz konusudur. Aynen bunun gibi rivayet edilen hadis, sağlam ve makbul olana muvafık ise kabul edilir, aykırı ise terkedilir. Buradaşunu İlave etmek istiyorum: îbn Abbas'tan daha ön­ce Raşid halife Ömer bin el-Hattâb(ra) metin tenkidinde bulun­muştur. Müslim Sahîh'inde büyük tabiî Ebû îshâk es-Sebii el-Hemdânî el-Kûfî'den şöyle dediğini rivayet eder:

(Tabiînin büyüklerinden ve fukahasından) el-Esved hin Yezîd ile beraber Ulu cami'de oturuyorduk. eş-Şa'bî de bizimleydi. eş-Şa'bî (kocası kendisini üç talakla boşamış olan) Fatıma bintu Kays'ın şu hadisini rivayet etti:

'Rasûlullah[sav) benim için ne oturacak ev ne de nafaka yö­nünde hüküm verdi.'Böyle deyince el-Esved yerden bir avuç toprak alıp eş-Şa'bî'nin yüzüne attı ve şöyle dedi: 'Yazık sana! Böyle bîrşeyi ri­vayet ediyorsun Öyle mi! Oysa Hz. Ömer şöyle demişti: Ezber­lediğini veya unuttuğunu bilmediğimiz bîr kadının sözüne ba­karak rahbimizin kitabını ve nebîmizin sünnetini terketmeyiz. [165][165] Ona hem oturacak ev hem de nafaka vardır. Zira Allah azze ve celle şöyle buyuruyor: Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça onları evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar.'[166][166] Bu iki haberden de anlaşıldığı gibi metin tedkîki (rivayetin) Kur'an-ı KerînVe ve sağlam sahîh hadise arz edilmesi suretiyle yapılmaktadır. Eğer rivayet Kur'an'm sarîh nassma yani tevil ihtimali olmayan âyetine veya sahîh sünnete aykırı ise, bu durumda onun zayıflığına veya yalan ve amelden düştüğüne hük­medip, onu terketmişlerdir. el-Evzâî demiştir ki: "Biz hadisi dinliyor ve onu arkadaşlarımıza arz ediyorduk. Tıpkı bozuk dir­hemin kuyumcuya gösterildiği gibi. Onların bildiklerini, alıyor, terkettiklerini de bırakıyorduk."[167][167] Sahabenin ilk dönemlerinden itibaren tesis edilen bu tenkid metodunu (metin tedkîkini) muhaddisler yerleştirmişlerdir. Hadislerin kabul edilmesi için bu hususa son derece bağlı kal­mışlardır. Sahih hadisin tarifinde de "metninin şaz olmaktan ve illetten uzak olması" şartım koşmuşlardır. Mevzu hadisin reddedilmesinde metnin uydurulduğuna delalet eden karinele­re dayanmışlardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Hadisin mânâ­sının bozuk, sağduyu ve müşahede edilen gerçeklere veya tarihî vakıalara aykırı olması. İşte tüm bunlar hadisin metninin tenkidine yönelik hususlardır.Şimdi bunlarla ilgili bazı misaller sunacağız: "Veled-i zina olanlar yedi kuşağa kadar cennete giremez hadisişu âyete muhaliftir: "Kimse kimsenin günah yükünü taşımaz." [168][168] Bu hadisin mevzuluğu metninin tedkikiyle anlaşıl­mıştır. "Benden -ben demişolayım veya olmayayım- hakka muva­fık bir hadis rivayet edildiğinde onu alın." Bu hadis Rasûlullah'ın(sav) şöyle buyurduğu mütevatir hadise aykırıdır: "Kim bi­lerek benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerine ha­zırlansın." "Dediğim şeyi benim adıma söyleyen kimse cehen­nemdeki yerine hazırlansın."Doğan çocuğuna Muhammed adını veren çocuğuyla bera­ber cennettedir" hadisi İle "Kendi kendime yemin ettim. İsmi Muhammed veya Ahmed olanları cehenneme sokmayacağım" kudsî hadisi yalandır. Batıl oldukları tesbît edilmiştir. Çünkü kitab ve sünnette ortaya konmuş kati kaidelere aykırıdırlar. Zi­ra kurtuluş salih amellerle olacak, sadece İsimler ve lakablarla değil. Bu açık seçik yol -metin ve mânâ yönüyle tedkîk- hadisin isnadının varlığında da kaybolması durumunda da faydalı olur. Bu metod yalan haberin halinin ortaya çıkarılmasına götüren yoldur. Çünkü bazan ricalinin tamamı sika olan bir sened hadi­sin başına eklenmiş olabiliyor; yalancı ilaveci kimse uydurduğu yalanını kendisine rivayet ettireceği raviyi ve ondan önceki hocaları özenle seçerek sağlamlaştırır. Böyle yapar ki onlara is-nad edilen bu sağlam sened sebebiyle hadis reddedilmesin. Çünkü böyle yaptığında hadisin senedindeki ricali oluşturan raviler ile hoca ve talebeler sağlam kişilerden oluşmaktadır. İş­te böyle bir durumla karşılaşıldığında, hadisi araştıran kimse metin tedktkine yönelir. Bu metodla hadisin batıl olduğu orta­ya çıkar. Çünkü sünnetullah mahlukâtta şöyle cereyan eder: Her batılda onun batıl olduğunu gösteren bir delil mutlaka vardır. Tesbît edebilen tesbît eder, edemeyen edemez. Mütehassıs hadisçilerle ilgili olarak bu konuda, hayrette bı­rakan ve son derece güzel rivayetler vardır. Bunlardan metin tedkîki altına girip de tarihî bilgiye dayalı olanlarından bir mi­sal vereceğim. Bu birden fazla âlimin naklettiği bir rivayettir. [169][169]"Bir takım yahudiler ortaya bir belge çıkardılar ve bunun Rasûlullah'ın(sav) fermanı olduğunu iddia ettiler. Bu fermanda Hayberlilerden cizyenin kaldırıldığı ve bazı sahâbîlerin de(ra) buna şahitlik ettikleri: yazılıydı.Yahudiler fermanın Hz. Ali'nin yazısıyla olduğunu iddia ediyorlardı. Ferman 447 yılında Abba­si halifesi el-Kâim bi Emrillâh'ın veziri, Reîsu'r Ruesâ Ebû'l Ka­sım Ali bin el-Hasan'a getirilir. Reîsu'r Ruesâ fermanı el-Hafız el-Hatîb el-Bağdâdiye verir. O da buna bakıp bir müddet düşünür ve der ki: "Bu uydurma bir şeydir." "Nereden anladın?" denince derki:"Bunda Muaviye'nin şahitlik ettiği yazılı. Oysa o Mek­ke'nin fethi yılında, hicretten sonra sekizinci yılda Müslüman oldu. Hayber'in fethi ise yedinci yılda idi. Muaviye ise o vakit­ler Müslüman değildi ve Hayber'de meydana gelen olaylara şa­hit olmadı. Keza bu fermanda Sa'd bin Muâz'ın şahitliği yazılı.Oysa kendisi Hayber'in fethinden iki yıl önce, beşinci yılda Benû Kureyza gününde vefat etti."Bu açıklamalar Reîsu'r Ruesâ'nın çok hoşuna gitti. Açıkla­malarını kabul edip onayladı ve batıl-uydurma olduğu ortaya çıktığından dolayı fermanda yazılı olan hususta yahudilere izin vermedi." el-Hafiz el-Hatîb el-Bağdâdî'den daha önce bu fermanın ya­lan ve uydurma olduğunu, Hafız Ibn Kesîr'İn el-Bidâye ve'n Nihâye'de [170][170]naklettiği gibi îmam Ibn Cerîr et-Taberî ortaya çıkarmıştır. Hafız, lbnu'l Kayyım da yahudiler tarafından uydurulan bu fermana Ahkâmu Ehli'z Zimme [171][171] ile el-Menâru'l Munîf fi's ' Sahîhi ve'd Daîf adlı kitabında [172][172]değinmiştir. Bunun yalan ve uydurma olduğunu fermanı tahlîle tabî tutarak on maddede açıklamış ve sonra şöyle demiştir: "Bu ferman Şeyhu'l İslâm Ibn Teymİyye'ye getirildi. Yahudiler etrafını çevirmiş, hassas davranarak tazim ediyorlardı. îpek ve dîbacla sarılmıştı. îbn Teymiyye açıp içindekini düşününce üzerine tükürdü ve 'bu pekçok yönden yalandır' deyip, bunları zikretti. Yahudiler de zelil ve yerin dibine geçmiş olarak yanından kalkıp gittiler."Burada dikkat çekilmesi gereken hususlardan biri de şudur: Bu sahte belgede ve daha önceki hadislerde gördüğün gibi me­tin tedkîkini sadece rivayet, dirayet, İdrak, tarih, tenkid ve ba­siret yönünden iyi yetişmiş ve mütehassıs olan âlimler yapmış­tır, imam Ibn Cerîr et-Taberî, el-Hafız el-Hatîb el-Bağdadî, Şeyhu'l islâm Ibn Teymiyye (rahimehumullahu Teâlâ) bu seç­kin münekkidlerdendir. Hafız İbnu's Salâh(rh) Ma'rifetu Envai îlmi'l Hadis adlıkitabının yirmibirinci bölümü olan mevzu ha­dis bahsinde benim zikrettiklerime benzer sözler söylemiş ve şöyle demiştir:"Bir hadisin mevzu olduğu uyduranın itirafıyla veya İtirafı­na yakın bir durumla anlaşılır. Hadis âlimleri uydurma olduğu­nu ravinin veya rivayet edilen rivayetin halindeki bir karine­den de anlarlar. Uzun uzun hadisler uydurulmuştur ki, lafızları­nın ve mânâlarının bozukluğu mevzuluğunu göstermektedir."Mütehassıs muhaddislerin tam hakkıyla yerine getirdikleri metni ve mânâsını tedkîk metoduyla, "muhaddisler sadece dış tenkîdle (sened tenkîdiyle) ilgilendiler, iç tenkîdle (metin tenkidiyle) ilgilenmediler" diyenlerin iddialarınıçürütürler.Bilakis onlar metne en titiz ilgiyi göstermişlerdir. Çünkü önlerindeki hadisler, en çok sevdikleri, önderleri ve peygam­berleri olan Rasûlüllah'ın(sav) kelâmıdır. Bunlarlaşeriatları, din­leri beyan edilmektedir. Gerçekten de onlar, hadisin zabtı, ez­berlenmesi ve salimen korunmasında insanların en hırslılarıdır. Uydurmaların ve iftiraların hadislere karışması karşısında bu hususa en çok eğilen ve bundan en çok korkan insanlardır. Bunların yanında, hadislerin lafızlarına dikkat gösterdikleri gi­bi mânâlarına da dikkat göstermişlerdir. Onları hadislere Özel ilgi göstermeye iten pekçok sebepler ve yönler vardır. Bunlar beşerden hiç kimsenin sözü için söz konusu olmamıştır. Allâme şeyh Abdurrahman Yahya el-Muallimî(rh) el-Envâru’l Kâşife adlı eserinde şöyle der: "Muhaddisler hadisin kabul edilmesi ve sıhhatinin tesbîtin de aklı da göz önünde bulundurmuşlar mıdır? denecek olursa, ben de derim ki: Evet. Aklı dört yerde göz önünde bulundur­muşlardır: Hadisi dinlerken, rivayet ederken, raviler hakkında hüküm verirken ve hadisler hakkında karar verirken."[173][173]

1-İhtiyatlıdavranan hadisçiler sahih olmayan veya sıhhat­ten uzak bir hadis işittiklerinde onu yazmamışlar, ezberleme-mişlerdir. Eğer ezberlemişlerse de rivayet etmemişlerdir. Bu ha­disi zikretmelerini gerektiren bir maslahat varsa hem hadisin hem de ravinin hangi yönden kusurlu olduğunu tenkîd ederek zikretmişlerdir.

2-îmam eş-Şâfiî er-Risâle'de şöyle demiştir: 'Muhaddisin ri­vayet ettiği bir hadisin oşekilde olmasının caiz olmaması veya kendisinden daha sağlam ve doğruluğuna delalet eden yönleri daha çok olan bir hadise aykırı rivayette bulunmasıyla da bir hadisin doğruluğuna veya yalan olduğuna delil getirilir. [174][174]el-Hatîb de el-Kîfaye fî llmi'r Rivâye adlı eserinde, 'münker ve asılsız hadisleri atmanın gerekli oluşuna dair bab' diye bir baş­lık atar."[175][175]

Bazı raviler hadisleri dinlerken ve rivayet ederken müsama­hakar davranırlar ancak İmamlar ravilerİgözlem alttn'da tutar­lar. Bu sebeple batıl olduğu açık olan. her bir hadisle ilgili olarak, senedindeki bir, iki veya daha çok kimse hakkında imam­ların cerhte bulunduklarını görürsün.

3- İmamlar çoğu kez iki veya daha çok münker hadis riva­yet edeni bırak bir (tek münker hadis) rivayet eden ravileri bile cerhederler. Sahih olmayan veya sıhhatten uzak hadis için

münker veya batıl derler. Bu ifadelere zayıf ravilerin terceme-i hallerinde, ilel ve mevzuat kitaplarında çok rastlarsın, ihtiyatlı davranan muhaddisler hadislerini mukayase edip, tek tek elek­ten geçirmedikten sonra bir ravi .hakkında sika demezler.

4- Hadislere sahihtir diye hüküm verilmesine gelince, onlar bu hususta çok daha fazla dikkatli ve titizdirler. Evet, kendisin­den 'falanca sikadır' veya 'filanca hadis sahihtir1 diye sözü riva­yet edilen herkes İhtiyatlı değildir. Fakat arif olan ve çok ted-kîk eden kimse ihtiyatlı olan kimselerle olmayanları birbirin­den ayırır."

 



 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder