Mevzu
Hadisler
Abdulfettah Ebu Gudde
Çeviren: Enbiya Yıldırım
İnsan Yayınları
7-Mevzu
Hadisler, Zayıf Hadisler, Mecruh Raviler Ve Hadis Uyduranlara Dair Kitapların
Telif Edilmesi
Bismîllahirrahmanirrahim
Âlemlerin Rabbi olan Allah'a (c.c.)
hamd olsun. Salât-u selam emîn peygamber, Rasûl efendimiz Muhammed'e, âline,
ashabına ve kıyamete kadar kendisine hakkıyla tabî olanlara olsun.İmdi, bu
eserde anlatılan konular sınırlımevzular olup Lemehât min Târîhi's Sünne ve
Ulûmi'l Hadis (Sünnet Tarihi ve Hadis İlimlerine Bakışlar) admı taşımaktadır.
Ben bu mevzuları Cezayir Diyanet İşleri Bakanlığı'nın 1982 tarihindeki
"İslâmî Düşünce" toplantılar serisinin onaltıncısına katılmak üzere,
şahsıma gelen davete icabet etmek suretiyle yazdım. Bu toplantının konusu
"Nebevî Sünnet" idi. Benden konuşmamın ve bildirimin "Hadis Uydurma
Sebepleri ve Neticeleri" konusunda olması istendi. Ben de daveti hemen
kabul ettim ve (hazırladığım) dokümanlarısundum. Daha sonra bunları genişletip
güzel ilavelerde bulundum. Konuyu yazmaya hazırlandığımda, bütünlüğü açısından,
bir giriş bölümü yanında başka yönlerden de izaha muhtaç olduğunu gördüm.
Bunun üzerine sünnet-i mutahharanın Kur'an-ı Kerîm'e göre durumunu ve İslâmî
yasamadaki konumunu, Kur'an'ın açıklayıcısı ve sarihi olan sünnete olan
ihtiyacını kısaca açıklamaya eğildim. Ayrıca sahâbe-i kiramın fazîletine dair
vârid olan nasslara, onların İslâm'da önderlik makamında olduklarına,
Râsûlullah (s.a.v.) efendimiz hakkında yalan söylemekten ve iftira etmekten
berî olduklarına da kısaca temas ettim. Ve Nebî (s.a.v.) hayatındayken yalan uydurulduğu
vehmini uyandıran bir grup zayıf ve çürük rivayetleri ayıklamaya ve tenkide
eğildim. Bu rivayetlerin sakatlığını ve bozukluğunu beyan ettim. Aynızamanda
isnad ve metin tenkidinin sahabe (r.a.) zamanında ve hicrî birinci asır
ortalarında söz konusu olduğunu ortaya koydum. Bu tedkîkattan hadis uydurma
işinin ortaya çıkışının birinci asrın ilk yansının sonuyla
sınırlandırılmasının mümkün olduğu neticesine vardım. Bu dönemden sonra ise,
fitnelerin yayılması ve bid'at gruplarının türemesiyle iş arttı da arttı. Daha
sonra hadis uydurmanın en önemli sebeplerine temas ettim. Bu sebeplerden yedi
tanesini izah edip açıkladım. Bunu yaparken, hadis uyduranların uydurmalarına
karşı sünnet-i mutahhara hafızlarının ve hadis mütehassıslarının gayretlerini,
bazı idarecilerin iftiracılara engel olup, yalancıları cezalandırmalarını da
aktardım. Ardından hadis uydurmanın neticelerine, mütehassıs muhaddislerin
ortaya koydukları ilmî tenkid metodlannın kaidelerine temas ettim. Onlar bu
kaidelerle hadis-i şerifleri ihata etmişler ve onları iftiracılarla
yalancıların oklarından korumuşlardır. Neticede bu kaidelerden aşağıdaki
ilimler ortaya çıkmıştır:
1- İsnad:İsnad, ümmet-i Muhammed'e (s.a.v.) has özelliklerden bir tanesidir. İsnad,
rivayet ilimlerinin ardından, dirayet ilimlerinin kabul edilmesinde de bîr
asıl olmuştur. Hatta ahmakların, gafillerin haberleri ile mizah ehli ve tufeyli
kimselerin anekdotlarının toplandığı eserlerde bile isnad kullanılmıştır.
Böylece isnad, kendisine ait mütehassısları, hafızları ve bilginleri olan
müstakil bir ilim haline gelmiştir.
2- Târîhu'r Ruvât ve'r Rical (Raviler ve Şahıslar Tarihi): Muhaddisler bu konuda ilmî ve
kapsamlı kaideler, ilmî ve üstün prensipler koymuşlardır. Hadisıstılahları,
rical ve cerh-ta'dil kitapları onları içermektedir. Hatta onların tarihî
seyriyle ilgili müstakil bazı faydalı risaleler bile yazılmıştır.
3- Ravileri tenkid, tezkiye veya cerh etmek suretiyle hallerini beyan
etmek: Mütekaddimûn
âlimlerin bu hususta çok üstün bir üslûbu vardı. Sonrakilerin edebi,
onlarınkinin yüceliğine ulaşamaz. Yakını, akrabası, dostu veya sevdiği biri
olmasına bakmadan, hatır için kayırmadan, çok hayırlı bir hizmeti gerçekleştirmişledir.
Bu hususta hassas kaideler koyup o kaideler üzerinde yürümek suretiyle
onlarıhakem tayin etmişlerdir.
4- Hadisin metnini ve mânâsını tedkîk: Daha sahabenin (r.a.) ilk döneminde bile metin tenkidi
yapılır, mahfuz (sağlam) olmayan hadis mahfuz olanla karşılaştırılırdı. Mahfuz
olana itimad edip dayanılırdı. Rasûlullah (s.a.v.) iftira edilmiş uydurma
hadislerin bir kısmı onlar zamanında tesbit edilip ortaya çıkarılmıştır.
5- Cerh-ta'dil ilmi: Bu ilmin meşruluğu kitab ve sünnetin nasslarına dayanmaktadır. Bu çok
tehlikeli, nice ayakların kayabileceği zor bir ilimdir. Bundan dolayı, pek az
muhaddis ve hafızlardan yüksek seviyede âlim olanlar bu mertebeye yükselebilmişlerdir.
Bu âlimler, müslüman olsun gayr-i müslim olsun, bilginlerin beğenisini kazanan
ve zirveyi işgal eden kaideler ve kurallar ortaya koymuşladır. Bu ilimde
ta'dilde bulunacak, cerh edecek ve cerh edilecek kimselere dair aranan
şartlarızikredip, bu hususta kabul edilip edilmeyecek hususları beyan
etmişlerdir.
6- Ilm-u Mustalahİ'l Hadis (Hadis Usûlü İlmi): Bu ilim sened ve metinle başka bir
deyişle ravi ve rivayetle ilgili hadis konuları ve kaideleri toplamıdır.
Bunların ortaya konması hicrî birinci asrın ortalarında başlamış, dokuzuncu
asrın sonlarında kemâle erip olgunlaşarak pişmiştir. Bu konuda sayılamayacak
toplanamayacak kadar eser telif edilmiştir. Usûl ilminin konularına dair
müstakil eserleri ilk yazan kimse olarak İmam Ali bin el-Medinî (234/849) kabul
edilir. Onun ardından gelenler ona tabî olup eserler yazmışlar, konuları
toplayıp tertîb etmişler, açıklayıp bölümlere ayırmışlardır. Onların
isimlerini ve sözlerini nakletmek çok uzun sürer...
7- Mevzu hadisler, zayıf raviler, mecruh raviler ve hadis uyduranlarla
ilgili eserlerin telif edilmesi: Mütekaddimûn muhaddisler işittikleri andan itibaren
tanıtıp öğretmek için yalan hadisleri yazmışlardır. Daha sonraları bunlarla
ilgili eserler telif edilmiştir. Bunların tasnif edilmesinde farklı
farklımetodlar benimsemişlerdir. Aynı zamanda zayıf, mecruh, hadis uyduran
kimselerle ilgili kitaplar da telif etmişlerdir. Bu eserlerde onların
terceme-i halleri altında neyle itham edildiklerini, uydurdukları veya hata
edip Rasûlullah'a (s.a.v.) isnad ettikleri hadisleri vb. hususları
zikretmişlerdir. Muhaddisler tüm bu çalışmaları batıl, asılsız hadisleri def
etmek, matlûb olan sahih hadisleri korumak için yapmışlardır. Daha sonra, gerek
âlim ve gerekse kendi kendine öğrenen öğrenci metoduyla ve gerekse
üniversitelerde kabul edilmiş eğitim metodlarıyla olsun, mevzu hadislerden
kurtulmayı sağlayan prensiplere genel hatlarıyla temas ettim. Bilahare
âlimlerin mevzu hadisleri tanımada esas aldıklarıemarelerin büyük bir kısmını
zikrettim. Bunlar onbir emareye vardı. Sonra da ihtisas sahibi zevatın mevzu,
haberi tanımak için istifade ettikleri prensiplerin büyükçe bir kısmından
bahsettim. Bu konuların sonunda bu emarelerin ve prensiplerin öğrencinin
fikrini uyandırmadaki etkisine işaret ettim. Bunlar öğrenciye sahih ve yalan
hadisi birbirinden ayırmak hususunda bir meleke kazandırmakta, zihnine makbul
ve merdûd hadisleri birbirinden ayırdeden ölçüyü nakşetmektedir Sözü, ilk
günden bugüne ve Allah'ın dilediği süreye dek bu kaideleri, kuralları koyan ve
bu gayretleri sergileyen âlimlerin gayesinin sünnet-i mutahharayı tahriften,
değiştirmekten, yalandan ve iftiradan korumak olduğuyla bitirdim. Zaten
durumun böyle olduğunun tasdiki Allah Teâlâ'nın şu âyetidir:"Şüphe yok ki o zikri (Kur'an'ı) biz
indirdik biz- Ve muhakkak ki onu muhafaza edecek olan da biziz"[1][1]
Riyad, 1983 Abdulfettah Ebu Gudde[2][2]
Bismillahirrahmanirrahîm
Müslümanların kalplerini sünnet ile
hidayete açan Allah'a (cc) hamd olsun. Böylece onların kalpleri sünnete yönelmiş,
onu dinleyerek rahatlamışlardır. Salât-u selam tertemiz ve nurlu dosdoğru
yoluna davet eden efendimiz Muhammed'e (sav) olsun. Kesin delil kopukluğa
uğradıktan sonra onunla kâim olmuştur. Rasûlullah'ın (sav) sözlerini,
fiillerini ve hallerini muhafaza edip bizlere aktaran ashâb-ı kiramdan da Allah
(cc) razı olsun. Sünnet onlar vesilesiyle eksik kalmaktan ve kaybolmaktan korunmuştur.
Hadis-i şerîfleri ahp tebliğ etmiş, dinleyip dinleterek yüklenen halefin
seleften alması suretiyle hiç bozmadan nakleden tabiînden de Allah(cc) razı
olsun. Şüphesiz onlar sağlam imanlarıyla ashaba hakkıyla tabî olmuş, seçkin,
mübarek, emin ve temiz insanlar idiler. Hadisler böyle devam ede ede, ondört
asır sonra bizlerin eline, temiz, saf, güzel, nurunu ve parlaklığını
kaybetmeden ulaşmıştır.İmdi, ıstılah yönüyle "hadis" şu mânâya
gelir: Söz, fiil, takrir, sıfat, yaratılış ve ahlâk yönüyle Nebî (as)a gerek
peygamberlikten önce ve gerekse peygamberlikten sonra izafe edilen herşeydir.
“sünnet”de aynı anlamda kullanılır. Bu yönüyle hadis’in müradifi olan bir
kelimedir. Sünnet İslam’da teşriin ikinci kaynağıdır. Rasulullah (sav)
zamanındaki durum böyleydi.
Allah Teala Kitab-ıKerim’de şöyle
buyuruyor:
“Rasul size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa da ondan kaçının
ve Allah’tan korkun.”[6][6]
“Hayır, Rabbin hakkı için! Onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni
hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk
duymadan (verdiğin hükme gönül hoşluğuyla razı olup) tam anlamıyla teslim
olmadıkça inanmış olmazlar.”[7][7]
el Hakim en Neysaburi el
Müstedrek’te İbn Abbas’tan (ra) rivayet eder:
“Rasulullah (sav) veda haccında
insanlara hutbe irad etti. Hutbesinde şöyle buyurdular:
“Ey insanlar! Sizlere iki şey bırakıyorum. Bunlara yapıştığınız sürece asla
sapıtmazsınız: Allah’ın (cc) kitabı ve Nebisinin sünneti.”[8][8]
İkrime‘nin hadisleriyle, hükümlerini
tamamlar.
İmam Ebu Davud, İmam et-Tirmizi,
İmam İbn Mace, İmam ed-Darimi Sünen’lerinde çarşıların kapılarıkapatılmıştı.
Bununla beraber zikir ve virdlerin faziletleriyle ilgili hadisler uydurmayı
şeytan kendisine süslü göstermiştir. Hatta kendisine 'güzel ahlakla ilgili bu
anlatıp durduğun hadisler neyin nesidir?' dendiğinde şöyle demiştir: 'Halkın
kalplerini yumuşatmak için bunları uydurdum.'[9][9]
el-Hatîb
el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd'âa onun terceme-i halinde der ki: "Ebû Dâvûd
es-Sicistânî, 'Gulâmu Halil'in Bağ-dâd'ın deccalı olmasından korkarım' derken,
Ahmed bin Kâmil de 'Guîâmu Halîl 275 yılında Bağdâd'da vefat etti. Tabut Yine
el-Hakim, Ebu Hureyre’den şöyle dediğini rivayet etmiştir:“Rasulullah(sav)şöyle
buyurdular:Size iki şey bırakıyorum.Onlardan sonra sapıtmazsınız:Allah’ın,(cc)
kitabı ve benim sünnetim. “Sünnet ve Kitab ayrılmaz ikilidirler.Şeriat ancak
ikisi olursa tamam olur.Sünnet,Kitab’ı açıklayıcı veşerh edicidir.Onun
manalarını açıklar,müphem yerlerini tefsir eder.Kitab karşısında onun şerhi
mesabesindedir.Onun gayelerini delil tafsil ederrivayet etmişlerdir.Ebu Davud
dışındakilerin lafzı şöyledir: “el-Mikdam bin Ma’dikerib’ten(ra);Rasulullah
(sav) şöyle buyurdular:Dikkat edin !Koltuğuna yaslanmış [10][10]olarak
kendisine benden bir hadis gelen kimse şöyle diyecek midir? ‘Bizimle sizin
aranızda Allah ‘ın (cc) kitabı var.Onda helal olarak bulduğumuzu helal
sayar,haram olarak bulduğumuzu da haram sayarız. ‘Muhakkak ki Rasulullah
‘ın(sav) haram kıldığı da Allah ‘ın(cc) haram kıldığı gibidir [11][11]
Ebu Davud’un lafzı şöyledir "el-Mikdâm bin Ma'dîke-rib'tente];
Rasûlullah(sav)şöyle buyurdular: Dikkat edin! Bana Kur'an ve onunla beraber bir
misli verildi. Dikkat edin! Karnı tok kişinin koltuğuna oturup yşöyle demesi yakındır:
'Size sadece Kur'an yeter. Onda helal olarak bulduğunuzu helal sayın. Haram
olarak bulduğunuzu da haram* kılın. [12][12]Dikkat
edin! Ehlî eşek, yırtıcı tırnaklı tüm hayvanlar ve pençeli tüm kuşların etleri
ile zimmîlerin yitik mallan sizlere helal değildir. Ancak sahibi bıraktıysa
müstesna. Her kim bir topluluğa misafir olursa, onu ağırlamaları/doyurmaları
gerekir. Eğer onu doyurmazlarsa hakkı kadar onlarıcezalandırabilir (o kadarını
alabilir)."[13][13]
Yine Ebû Dâvûd, et-Tirmizî ve Ibn Mâce Sunen'lerinde rivayet etmişlerdir.
Lafız Ebû Davud'a aittir. "Ebû Râfi'den; Ra-sûlullahfsavl şöyle
buyurdular: "Sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, kendisine emrettiğim
veya nehyettiğim bir haber geldiğinde, 'Bunu bilmiyoruz. Biz Kur'an'da
bulduğumuza tabî oluruz' derken bulmayayım."[14][14]Hafız es-Suyûtî, Miftâhu'l Cenne fi'l
îhticâc bi's Sünne adlı kitabında şöyle der:
1- Ehlî eşek
etinin haram olduğu. Yabanî eşeğin (zebranın) eti ise helaldir.
2- Aslan ve kurt
gibi vahşi yırtıcı hayvanlar cinsinden olan tırnaklı hayvanların etlerinin
haram olduğu.
3- Kendileriyle
avlanılan şahin, doğan gibi pençeli hayvanların etlerinin haram olduğu. Çünkü bunlar
habis hayvanlardandır.
4- Zimmîlerin
yitik mallarmmın haram olduğu.
5- Misafiri
yedirip ikram etmenin gerekli olduğu. Bu o zamanlar badiyede yaşayan
insanların hayatlarının vazgeçilmez bir parçası olan Önemli genel âdetlerden
bir tanesidir.
6-Hadîs-işerif
aynı zamanda Nebî'yetsav] ait apaçık bir mucizeyi ihtiva etmektedir. O da
bizden önce ve bugünlerde meydana gelen şu dunımu haber vermesidir: Dinden
çıkıp onu terk ederek sünnetle amel etmeyi, onu delil olarak kabul etmeyi inkar
edenlerin olacağı.
7-Nebî'^ bu
hadis-i şeriflerinde hadisten yüz çevirmenin caiz,olmadığını (...) beyan
etmektedir. Çünkü hadisten yüz çeviren Kur'an'dan yüz çevirmektedir. Zira Allah
Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Rasül size neyi verdiyse onu alın, size neyi
ya-sakladıysa da ondan kaçının." Haşr, 59/7.
8-Yine NebîM bu
hadislerinde,- Kur'an'da zikredümeyip te Rasûlullah'mf53"] haram
kıldıklarının Allah'ın^ haram kıldıkları gibi olduğunu açıklamıştır.
9-Rasulullah’ın(sav)
helal olanları anmayıp sadece haram kıldıklarına değinmesine gelince; bunda
bir nassın ayırdıkları hariç eşyada aslolanın mübah olduğuna işaret
vardır."el-Beyhakî, el-Medhalu'ş Sağır diye bilinen el-Medhal ilâ
Delâili'n Nübüvve adlı eserinde şöyle der: Hadisin Kur'an'a arz edilmesi
hadisine gelince, sahîh değildir, batıldır. Batıl olduğu, hadisin kendisinden
ortaya çıkmaktadır. Çünkü, Kur'an'da, sünnetin Kur'an'a arz edilmesine dair bir
âyet yoktur."Yine el-Beyhakî ei-Medhalu'l Kebîr diye bilinen el-Medhal
ile’s Sünen adlı eserinde de şöyle der: Hadisleri reddeden bir takım kimselerin
delil olarak getirdikleri, sünnetin Kur'an'a arz edilmesine dair haberlerin
batıl oluşu babı: İmam eş-Şafiî şöylie demiştir:Rasûlullah'tan(sav) gelen
bazıhadisleri reddeden bir kimse bana şu hadisi delil olarak gösterdi: 'Benden size
gelen haberi Kur'an'a arz edin. Ona uyuyorsa, onu ben demişimdir. Uymuyorsa
onu.ben dememişimdir."O kimseye şöyle dedim:Az çok rivayeti sahîh olan
hiçbir kimse bunu rivayet etmemiştir. Bu meçhul bir kimseden gelen munkatı'
(senedi kopuk) bir rivayettir. Biz ise böyle rivayetleri her hangi bir konuda
delil olarak kabul etmeyiz. el-Beyhakî de şöyle der: İmam eş-Şâfiî de bu
sözüyle Hâlid bin Ebî Kerîme'nin Ebû Cafer [15][15]
tarikiyle Rasûlulltah'tan(sav) rivayet ettiği hadisi kasdetmiştir. Hadis
şöyledir:Bu hususla ilgili nasslar ve açıklamalarıyla ilgili daha fazla bigi
istiyorsanız, Aliyyu'l Kârî'nin Mirhâtu'İ Mefâtîh Şerhu Mişkati’l Mesâbih’ıne
bakınız. 1/193-8. Bâbu'l i'tisâm bi'l Kitab ve's Sünni'nin ikinci bölümü.
Rasulullah(sav) yahudileri çağırır ve onlara sorular sorar. Onlar da
anlatırlar. Bu arada Isa(as) iftirada bulunurlar. Bunun üzerine Rasûlullah(sav)
minbere çıkar ve insanlara hutbe îrad eder: "Benden sonra hadisler
yayılacaktır. Size Kur'an'a muvafık oiarak.gelen hadisler bendendir Kur'an'a
muhalif olarak gelenler ise bana ait değildir."el-Beyhakî de der
ki:"Bu hadis tamamı zayıf olan başka tariklerle de rivayet edilmiştir."[16][16]es-Suyûtî
daha sonra el-Beyhakî'den naklederek, bu hadis ve bununla aynı mânâdaki
hadislerin tarîk ve rivayetlerini zikreder ve el-Beyhakî'den bu hadislerin
illetlerini, çarpıklıklarını, zayıflıklarınıve sıhhatten düştüklerini aktarır.
el-Kâmûsu'l Muhît yazarı Şeyh, Muhaddis el-Fîrûzâbâdî Sif-ru's Seâde kitabının
sonunda,şöyle der: "Benden gelen bir.hadis duyduğunmda onu Allah'ın kitabına
arz edin. Eğer ona muvafıksa kabul edin. Muvafık değilse reddedin' şeklinde
nakledilen sahih ve sabit olmuş bir rivayet yoktur. Bu, mevzu hadislerin en
kötülerindendir. Bilakis bu hadisin hilafına olan bir hadîs, sahihtir: Dikkat
edin! Bana Kur'an ve onunla beraber bir misli verildi."[17][17]Mağrib
hafızı Ebû Ömer bin Abdülber en-Nemerî el-Endelûsî, Câmiu Beyâni'l Îlm ve
Fadlih kitabında senediyle beraber büyük sahâbî İmrân bin Husayn'dantel şunu
nakleder: Bir adam kendisine gelip bir sual sorar. O da ona cevap olarak bir
hadis nakleder. Bunun üzerine adam, 'Bize Kur'an'dan anlatın. Başka şeyden
anlatmayın' der. tmrân bin Husayn(ra)' da ona şöyle der: 'Sen ahmağın birisin!
Allah'ın(cc) kitabında öğle namazının (farzının) dört rekat olduğunu ve
kıraatin cehrî yapılmayacağınıbulabiliyor musun îmrân daha sonra ona diğer
namazları ve zekatı bu şekilde sıralar ve şöyle der: 'Bunları Kur'an'da
açıklanmış halde bulabiliyor musun? Bunları Allah'ın kitabı açıklamamıştır,
sünnet açıklamıştır.'[18][18]el-Hatîb
el-Bağdâdî, el-Kifâye fî îlmi'r Rivâye'de bu haberi daha geniş rivayet
etmiştir, ibaresi şöyledir: Imrân bin Husayn(ra) arkadaşlarıyla beraber
oturuyorken, oradaki topluluktan birisi 'Bize sadece Kur'an'dan anlatın' der.
Ona 'yaklaşıver' der. O da yanaşır. Sonra ona şöyle der: "Bir düşün! Sen
ve arkadaşların Kur'an'la başbaşa bırakılsa-nız, öğle namazının (farzının)
dört, ikindinin dört, akşamın üç rekat olacağını ve ilk iki rekatta kıraat
yapılacağını onda bulabilir miydiniz? Bir düşün! Sen ve arkadaşların Kur'an'la
başbaga bırakılsanız, tavafın yedi kere yapılacağını, Safa ile Merve arasındaki
sâ'yı onda bulabilir miydiniz?" Imrân sonra şöyle seslenir: "Ey
cemaat! Bizden (hadisleri) alın (öğrenin). Vallahi eğer böyle yapmazsanız
sapıtacaksınız!"[19][19]
el-Hatib daha sonra başka bir
tarikle şunu rivayet eder: Bir adam îmrân bin Husayn'a "Kur'an'ı bir
tarafa bırakıp bizlere rivayet ededurduğunuz bu hadisler neyin nesidir?"
diye sorar. îmrân ona şöyle der:Bir düşün! Sen ve arkadaşların sadece Kur'an'ı
kabul etmiş olsanız, öğle ve ikindinin rekatlarının şu kadar olduğunu,
vakitlerinin şu zaman diliminde olduğunu, keza akşam namazının rekatlarını ve
vaktini, Arafat'ta vakfede durmayı, cemre taşlarının şu kadar atılacağını, elin
nereden kesileceğini nasıl öğrenecektiniz? Elini bileğine, sonra dirseğine
sonra da omuzuna koyarak 'buradan mı, buradan mı yoksa buradan mı kesilecek?'
diye sordu ve ekledi: "Sizlere aktardığımız hadislere tabî olun, yoksa
sapıtırsınız." Hafız es-Suyûtî Miftâhu'l Cenne fi'l İhticâc bi's Sünne
kitabında der ki: "el-Beyhakî, el-Medhalu's Sağır diye bilinen el-Medhal
ilâ Delâili'n Nübüvve adlıeserinde Habîb bin Ebî Fadâle el-Mâli-kî'den
senediyle beraber rivayet eder:İmrân bin Husayn(ra) şefaat hadisini zikreder.
Oradaki topluluktan bir tanesi:"-Ey Ebû Nuceyd! Siz bizlere hadisler
anlatıyorsunuz, fakat biz bunlarla İlgili Kur'an'da bîr asıl bulamıyoruz",
deyince îmrân kızar ve adama şöyle der:-Sen Kur'an'ı okudun mu? Evet. Peki
Kur'an'ın hiçbir yerinde yatsı namazının (farzının) dört, akşamınkinin üç,
sabahınkinin iki, öğleyle ikındininkinin de dört rekat olduğuna rastladın
mı?Hayır.Peki bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de
Rasûlullah'tan(sav) öğrenmedik mi? Keza Kur'an'da "Eski evi (Kabe'yi) tavaf
etsinler" [20][20]âyetini
okumadınız mı? Peki orada, Kabe'yi yedi defa tavaf edin, Makamın arkasında iki
rekat namaz kılın, diye bir ifadeye rastladınız mı? Aynı şekilde Allah
Rasûlünü(sav) bir hadislerinde buyurduğu şu hususları Kur'an'da bulabildiniz
mi? 'Zekat toplayıcısının bir yerde konaklayıp elemanlarının gidip zekatları
toplayıp ona getirmeleri, zekatını verecek olanların mallarınızekat
tahsildarının ayağına kadar getirmeleri, birbirlerine kız kardeşlerini vererek
kişilerin mehirsiz evlenmesi (şiğâr) îslâm'da yoktur.' [21][21]
Peki Allah Teâlâ'nın kitabında şöyle buyurduğunu duymadınız mı? 'Rasûl size
neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa da ondan kaçının. [22][22]İmrân,
daha sonra şöyle der:
-Bizim Rasûlullah'tan(sav)
öğrendiğimiz fakat sizin bilmediğiniz başka şeyler de var." Yine
el-Beyhakî, el Medhalu'l Kebîr diye bilinen el-Medhal ile's Sunen'de, keza
el-Hâkim de [23][23]el-Hasanu'l
Basrî'den şöyle dediğini rivayet ederler: "îmrân bin Husayn, peygamberimiz
Muhammed(sav)in sünnetinden anlatırken, [24][24]birisi:
-Ey Ebû Nuceyd! Sen bize Kur'an'dan anlatıver, der. İmrân ona şöyle cevap
verir: -Sen ve arkadaşların Kur'an okuyorsunuz. Hadi bana namazı, namazda
neler okunacağınıve kaç rekat olduğunu anlat bakayım? Altının, devenin,
sığırın, çeşitli malların zekat miktarlarını söyle hele! Fakat ben bunların
miktarlarınıRasûlullahtan(sav) dinledim, fakat sen o zaman yoktun. (Dolayısıyla
Kur'an'a bakarak bilemezsin.)" İmrân daha sonra sözüne şöyle devam eder:
-Rasûlullah(sav) şu malda şu kadar zekatı farz kılmıştır, der (ve zekat
miktarlarını sıralar). O zat da:
-Beni ihya ettin. Allah da(cc) seni
ihya etsin, diye dua eder. Bunu rivayet eden el-Hasan der ki: -Bu zat
(kendisini fıkıhta öyle yetiştirdi ki) müslümanların fakihlerinden biri oldu ve
bu" hal üzere vefat etti." Yine el-Beyhakî,ismi geçen eserinde Umeyye
bin Abdullah bin Hâlid'den rivayet eder. Bu zat Abdullah bin Ömer'e sorar:
"-Kur'an-ı Kerîm'de ikamette (yolculuğa çıkılmadığında) ve korku halinde
namazın nasıl kılınacağını buluyoruz. Fakat seferdeyken nasıl kılınacağını
bulamıyoruz" İbnu Ömer ona şöyle cevap verir: -Kardeşcağızımın oğlu!
Allah(cc) bizlere hiçbir şey bilmiyorken Hz. Muhammed'i(sav) gönderdi. Bizler
Hz. Muhammed'i(sav) nasıl yapıyor gördüysek öyle yapıyoruz." [25][25]Yine
el-Beyhakî, senediyle beraber Eyyûb es-Sehtiyânî'den şöyle dediğini rivayet
eder: "Bir kişiye birisi bir sünneti rivayet ettiğinde 'Bunu bırak, sen
bize Kur'an'dan haber ver', Diğer bir rivayette sen bize Kur'an'dan cevap ver
derse, bil ki o sapıktır." el-Evzâî de der ki:"Bunun sebebi sünnetin
Kur'an üzerinde hüküm koyucu (yani onu açıklayıcı,tefsir edici) olarak
gelmesindendir." el-Beyhakî yine Eyyûb es-Sehtiyânî'den şöyle dediğini
rivayet eder: Bir şahıs, (tabiînin büyüklerinden olan) Mutarrif bin
Abdillah'ın yanında 'Bize sadece Kur'an'da olanlardan bahsedin deyince, ona
şöyle seslenir: Vallahi biz Kur'an'ın yerine birşey koymak arzusunda değiliz.
Bilakis hadisleri anlatmaktaki gayemiz, Kur'an'ı bizden daha iyi bilen(in
hadislerini) anlatmaktır. [26][26]
Ebû Ömer bin Abdilber, bu tür rivayetleri aktardıktan sonra şöyle der:
"el-Evzâî şöyle demiştir: '(Açıklanmaya ihtiyacı olduğundan) Kitab'ın
sünnete olan ihtiyacı,sünnetin Kitab'a olan ihtiyacından fazladır.' îbn
Abdilber de (kendisini kastediyor) der ki: Sünnetin Kur'an üzerinde hüküm
koyucu olduğunu (yani onu tafsîl edip) ne murad ettiğini açıklar demek istiyor.
İsa bin Yûnus, el-Evzâî vasıtasıyla Mekhûlden şöyle dediğini rivayet eder:
"(Açıklanmaya ihtiyacı olduğundan) Kitab'ın sünnete olan ihtiyacı,
sünnetin Kitab'a olan ihtiyacından fazladır." Yine aynı senedle
el-Evzâî'den şöyle demiştir: "Yahya bin Ebî Kesîr şöyle demiştir: Sünnet
Kitab üzerinde hüküm koyucudur, Kitab ise sünnet üzerinde hüküm koyucu
değildir." [27][27]
Sünnet, Kitab'a göre küllün cüzü mesabesindedir. Allah Teâlâ Kitab'ı
koruyacağını üzerine almıştır:"Oda zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz ve
onun koruyucusu da elbette biziz." [28][28]Hiç
şüphe yok ki, sünnetin korunması Kitab'ın korunması cümlesindendir. O da
Allah'ın(cc) korumasıyla himaye altındadır.Allah Teâlâ Rasûlüne(sav) güvenilir
bir sahabe topluluğu ve seçkin âlimler cemaati nasib etmiştir. Bunlar
Rasûlullahı'n(sav) davetine icabet etmişler, bedenlerini, canlarını, mallarını,
çocuklarını,şehirlerini, yurtlarını O'nun yolunda feda etmişlerdir. Allah
Rasûlünün(sav) sevgisi onların kalpleri ve gönülleriyle mezcolmuştu. Onun
hizmetinde ve yardımında canlarını ve kıymetli varlıklarını feda ettiler.
Sünnetlerini ve hadislerini ezberleyip korudular, aslı gibi muhafaza edip
bellediler. Nasıl bel-ledilerse aynen aktardılar. Zira Rasûlullah'ın(sav) şu.
nidası ve duasısabah, akşam kulaklarında çınlamaktaydı: "Bizden bir hadîs
işitip ezberleyerek onu başkasına aktaranın Allah(cc) yüzünü ağartsın. Çünkü
nice bilgi sahibi kimseler bu bilgileri kendilerinden daha bilgili olana
aktarır. Nice bilgi sahibi de âlim değildir."[29][29]"Bizden
işittiği hadisi işittiği gibi aynen rivayet edenin Allah(cc) yüzünü ağartsın.
Kendisine aktarılan nice kimseler dinleyenden daha iyi beller."[30][30]Allah(cc)
onlardan razı olsun, hadisleri O'ndan dinleyip başkalarına aktarma edebini tam
hakkıyla yerine getirdiler. Öyle ki, büyük küçük işittikleri sözlerini,
hareketlerini, duruşlarını, bakışlarını ve tebessümlerini velhasıl
Rasûlullah'lah (sav) ilgili herşeyi naklettiler. Öyle ki, onlardan bir hadis
işittiğinde sanki Rasûlullah'tan(sav) bir hadisİşitiyor gibi olursun.işte bu
şekilde hiçbir şey zayi olmadı. Allah Teâlâ bu hayırlı ashabı Nebîsine
arkadaşlık için seçmiş, emaneti yüklensinler ve risâletî tebliğ etsinler diye
kullarıarasından tercih etmiştir. Onlar da Allah Teâla’nın dilediği, gibi
olmuşlardır Nitekim Kitab-ı Kerîm’de onlara şöyle hitab etmiştir "Siz,
insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz."[31][31]Ahmed
bin Hanbel Müsned’ inde büyük sahâbî, seçkin İnsan Abdullah bin Mes'ûd'un(ra)'
şöyle dediğini rivayet eder: "Allah Teâlâ kullarının kalplerine nazar
etti. Muhammed'in(sav) kalbini tüm kullarının kalplerinin en hayırlısı olarak
buldu. Onu kendisi için seçti ve risaletle görevlendirdi. Hz. Muhammed’in'(sav)
kalbinden sonra kulların kalplerine tekrar nazar etti. Ashabının kalplerini
kulların kalpleri içinde en hayırlı kalpler olarak buldu. Onları da
Nebîsinin(as) vezirleri kıldı. İşte onlar Allah'ın(cc) dini için savaşırlar.[32][32]Efendimiz
Abdullah bin Mes’ud temiz kullar olan sahabe hakkında şunu da söyler:
"Onlar Rasulııllah'ın(sav) ashabıdır. En temiz kalp, en derin ilim
onlardaydı. İşi zora koşmazlarda hidayet üzere sapasağlam durmuşlardı.Yaşayış
olarak da en örnek insanlardı. Onlar bu yönleriyle ümmetin en
faziletlileriydiler. Onlar Allah’ın Nebîsi’ne[sav] arkadaşlık ve dini ayakta
tutmak İçin seçtiği topluluktu. Bu insanların üstünlüğünü kabul edin,
izlerinden gidip yollarına tâbi olun. Gücünüz yettiği kadar onların ahlakını ve
yaşamlarını tatbike çalışın. Çünkü onlar doğru yol üzere idiler."[33][33]Hadisler
Rasûlullah(sav) zamanında değiştirilmekten, tebdilden, hariçten birşeyleri
içine katmaktan ve yalandan korunup himaye edilmişti. Allah Teâlâ'nın lütfuyla
her hangi şüpheli birşey ona karışmadı, hadisler İçinde Rasûlullah(sav) adına
yalan ve uydurma söz konusu olmadı. Allah'a(cc) hamd olsun ki sahabeden hiçbir
kimsenin Rasûlullah’a(sav) demediği birşeyi nisbet ettiği bilinmemektedir.
Allah(cc) onları bundan muhafaza etmiş, şu âyet-İ celîlesiyle onları tam
anlamıyla tezkiye etmiştir"(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen
muhacirler ve ensar ile bunlara güzelce tâbi olanlar... Allah onlardan razı olmuştur,
onlar da O'ndan razı olmuşlardır."[34][34]Allah
Teâlâ onları yalan isnad etmekten ve iftiradan berî kılmış, İslâm'a önce
girmelerini, hicrete katılmalarını,Rasûlullah'a yardımcı olmalarını belirterek
kendilerinden razı olduğunu beyan etmiş ve övmüştür. Onlar için şu tezkiyeden
daha yüksek bir tezkiye olamaz ki: "Allah onlardan razı olmuştur, onlar da
O'ndan razı olmuşlardır." Onların dereceleri o kadar yükselmiştir ki,
Allah'la(cc) karşılıklı olarak birbirlerinden razı olma makamına erişmişlerdir.
Büyük âlim ez-Zübeyr bin Bekkâr el-Kureşî ez-Zübeyrî, en-Neseb adlıkitabında
şöyle demiştir: "Amcam Mus'ab babası Abdullah bin Mus'ab'ın şöyle dediğini
bana nakletti: (Halife) el-Mehdî bana sordu: 'Sahabeyi tahkir eden kimse
hakkında ne dersin?' Ona dedim ki: 'Bunu yapanlar zındıklardır. Çünkü, onlar
Rasûlullah'ın(sav) bir eksiğini söylemeye muktedir olamadıklarından dolayı
ashabını tahkîr ettiler. Böyle yapmakla onlar şunu demek istiyor gibiydiler:
O(sav) kötü arkadaşlarla dostluk yapan birisiydi."[35][35]el-Hafız
el-Hatîb, Târîh-u Bağdâd'da ez-Zübeyr bin Ebîbekr'den [36][36]
senediyle beraber şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Amcam Mus'ab bin
Abdillah'tan dinledim: Ebü Abdillah bin Mus'ab bana şunu anlattı:Emîru'l
Mü'minîn el-Mehdî bana şöyle sordu: 'Ey Ebûbekr! Rasûlullah'ın(sav) ashabını
tahkîr eden kimse hakkında ne dersin?' Ona dedim ki: 'Bunu yapanlar
zındıklardır.' Buna şaşırıp, 'Senden önce böyle diyeni duymadım' dedi. Ona
dedim ki: Onlar Rasûlullah'a(sav) bir eksiklik nisbet etmek istediler. Fakat bu
hususta kendilerine tabî olan bir topluluk bulamadılar. Bunun üzerine
ötekilerin çocukları yanında berikileri, berikilerin çocukları yanında da
ötekileri tahkire başladılar. Böyle yaparak şunu demek istiyordular:
'Rasûlullah(sav) kötü arkadaşlarla dostluk yapıyordu. Bir insan için kötü
arkadaşları olmasından daha kötü ne olabilir?' Bunun üzerine el-Mehdî, 'Sana
katılıyorum' dedi."[37][37]el-Hatîb
el-Bağdâdî, el-Kifâye fî İlm’r
Rivâye adlı eserinde, Allah ve rasûlünden sahabenin adaleti hakkında gelenler
babının sonunda İmam Hafız Ebû Zur'a er-Râzî'nin şu sözünü nakleder:
"Rasûlullah'in(sav) ashabından herhangi bîrini tahkîr eden bir kişi
görürsen, bil ki o zındıktır. Sebebi de şudur: Rasulullah(sav) bizim yanımızda
hak peygamberdir. Kur'an da hak, Rasûlullah'ın(sav) getirdikleri de haktır.
Kur'an'ı ve sünnetleri bizlere aktaranlar Rasûlullah'ın(sav) ashabıdır. Onlar
Kitab ve sünneti iptal etmek için, ashabı tahkîr etmekle şahidlerimizi cerh
etmek istiyorlar. Halbuki, cerh edilmeye onlar daha layıktır. Böyle yapanlar
zındıklardır."[38][38]İmam Gazâlî de(rh) el-Mustasfâ min İlmi'l Usûl adlı
kitabının sünnet bahislerinde, sahabenin(ra) adaletine dair olan dördüncü
bölümde şöyle der: "Ümmetin selefinin ve halefinin tamamının kabul ettiği
şudur: Ashabın adaleti Allah Teâlâ'nın onların adil olduklarını belirtmesi ve
övmesiyle malumdur. Bizim onlar hakkındaki itikadımız budur. Ancak kesin yolla
onlardan birisinin bilerek kendisini fıska götürecek bir iş yaptığı sabit
olursa o müstesna. Fakat böyle birşey sabit olmamıştır. Bu durumda onların adil
olduğunu ispata bile gerek yoktur. Allah Teâlâ da şöyle buyurmaktadır:
'Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.'[39][39]Yine
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: 'Böylece sîzi seçkin ve şerefli bir ümmet
kıldık kî bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hak şahidleri olasınız. [40][40]Bu
o dönemde yaşayanlara bir hitabtır. Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Hakikaten Allah ağacın altında sana bey'at etmekte oldukları vakit, o
müminlerden razı olmuştur. [41][41]
Yine Allah Teâlâ '(islâm dinine girme hususunda) öne geçen muhacirler ve ensar
[42][42]buyuruyor.
Allah Teâlâ muhacirleri ve ensarı (böyle) birkaç yerde zikretmiş ve övmüştür.
Rasûlullah da(sav) şöyle buyurmuştur: 'Dönemlerin en hayırlısıbenim dönemim,
sonra onların peşinden gelenlerdir.[43][43]Yine
Rasulullah(sav) şöyle buyurmuştur: 'Sizden biriniz yer dolusu akın infak etse,
onlardan (ashabtan) birinin infak ettiği bir müd veya yarım müd sevabına
ulaşamaz.'[44][44]
Yine Rasûlullah(sav)şöyle
buyurmuşlardır: 'Allah Teâlâ bana ashâb, hısımlar ve ensâr seçip ayırdı. [45][45]Noksanlıklardan
münezzeh olan Allârnu'l guyûb'un ve Rasûlünün(sav) adil kabul etmesinden daha
sağlam, daha tezkiye olmuş ne olabilir ki? Hatta onlar (âyetler ve hadislerde)
Övülmeseydi bile, Rasûlullah(sav) sevgisi, O'na yardım etme uğrunda
'"hicret, cihad, canlarını vermeleri, mallarını harcamaları, babalarının
ve ailelerinin katledilmesiyle ilgili şöhret bulan ve tevatür derecesine
ulaşan haberler adil olduklarına dair kesin hüküm vermek için yeterli olurdu.[46][46]İmam
Ebû Muhammed bin Hazm ez-Zâhirî(rh) el-îhkâm fî Usüli’l Ahkâm eserinde fakih
sahâbîlerin isimleri babında şöyle der.[47][47]"Sahabeye(ra)
gelince, bir an bile. olsa Nebî(as) ile oturan, bir kelime veya daha fazlasını
ondan işiten veya onun yaptığı bir işi görüp belleyen herkes sahabıdır. [48][48]Münafıklıkları
ayrılmaz parçaları olan ve bu halleri ile şöhret bulan, bu şekilde ölenler ise
buna dahil değildir.
Sahabenin tamamı adil, imam,
faziletli ve makbul insanlardır. Yüceltip tazim etmek, sevmek ve onlar için
mağfiret dilemek üzerimize farzdır.[49][49]Onların
tasadduk ettiği bir hurma bizlerin sahip olduğu tüm dünyalığı infak etmesinden
daha üstündür. Onlardan birinin Nebî(as) ile beraber bir kere oturması, bizden
birinin kıyamete kadar yapacağıibâdetinden daha üstündür. Bizden birine ahîrete
dek süren uzun bir ömür verilse ve insan bu süreyi sürekli ibadette geçirse,
Rasûlullah(sav) ile beraber bir an veya daha fazla beraber bulunan sahabinin
amelinin seviyesine ulaşamaz.[50][50]
Rasûlullah(sav) şöyle buyurdular: "Ashabımı bana bırakın. Sizden birinin
Uhud dağıkadar altını olsa ve bunu Allah yolunda İnfak etse, onlardan birinin
bir müd veya yarım müdlük infakının sevabına ulaşamaz."[51][51]
îmam İbn Teymiyye er–Reddu ale’l
Ehnai adlı eserinde şöyle der:"Nebî(sav)'in ashabı dini en çok bilen ve
Rasûlullah'a(sav) en çok itaat eden İnsanlar idi. Sonrakilerde ortaya çıkan
bid'atler onlar zamanında yoktu. Rasûlullah'a(sav) bilerek yalan isnad eden bir
sahâbî bilinmemektedir. Her ne kadar içlerinde günahları olanlar olsa da,
Nebilerine bilerek yalan isnad etmek Allah'ın(cc) onları koruyup muhafaza
ettiği hususlardandır."[52][52]llah(cc)
onlardan razı olsun. Ashâb-ı kiram, emaneti yüklenip Şeriatı insanlara tebliğ
İçin Allah(cc) tarafından layık görülen ve seçilen insanlardır. Onların
hiçbirinde Rasûlullah'a(sav) yalan İsnad etme veya mâl etme hadisesi
olmamıştır. ralarında yayılıp, dağılmış ve tevatür derecesine varmış olan şu
hadis varken böyle birşey nasıl olsun ki! Kim bilerek benim adıma yalan
uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın.[53][53]es-Suyûtî
şöyle demiştir: "Bu hadisi yüzden fazla sahâbî rivayet etmiştir."[54][54]İbnu
Adiyy'in el-Kâmil'inde rivayet ettiği, ondan da İbnu'l Cevzî'nin el-Mevzûât
kitabının mukaddimesinde[55][55]zikredip,
"kim bilerek benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerine
hazırlansın" hadisinin söylenmesine sebep olarak gösterdiği hadise
gelince, bu münker bîr rivayettir. Ona iltifat edilmez, güvenilmez. Bu hadisin
iki rivayetinden birisinin ibaresişöyledir: Ali bin el-Müshîr, Salih bin
Hayyân, İbn Bureyde tarikiyle Ibn Bureyde'nin babasından nakleder. Babası şöyle
demiştir: "Benû Leys kabilesinden bir mahalle Medine'ye İki mil uzaklıktaydı.
Bir adam cahiliyye döneminde onlardan bir kız istemiş, onlar ise kızı vermemişlerdi.
İşte bu zat üzerinde güzel bir elbise ile bunlara tekrar geldi ve dedi ki: Bu
elbiseyi bana Rasûlullah(sav) giydirdi ve mâllarınız ve canlarınız hususunda
hüküm vermemi (kadılık yapmamı) emretti." Daha sonra da sevdiği kadının
evine gitti.Bunun üzerine mahalleliler Rasûlullah’a(sav) haber salıp durumu
sordurdular. Rasûlullah ise (sav) şöyle buyurdu: "Allah'ın(cc) düşmanı
yalan söylemiş!" Rasûlullah(sav) daha sonra bir adam gönderip, şunu
emretti: "Sağ bulursan -ki sağ bulacağını sanmıyorum-boynunu vur, ölü
bulursan da cesedini yak." Ravi diyor ki: Rasûlullah'ın(sav) gönderdiği
adam geldiğinde onu bir engerek yılanı tarafından sokulup ölmüş olarak buldu.
Bunun üzerine cesedini ateşte yaktı. Ravi diyor ki: Rasûlullah'ın(sav)
"Kim bilerek benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerine
hazırlansın" hadisinin söyleniş sebebi budur. Bu hadis münkerdir, hiçbir
şekilde sahih değildir. Senedinde Salih bin Hayyân el-Kureşî el-Kûfî vardır.
Tehzîbu't Tehzib’teki terceme-i halinde [56][56]göreceğin
gibi münekkid hadisçilerin tamamı zayıf olduğunu belirtmiş ve cerh etmişlerdir.
Yahya bin Maîn "zayıftır", en-Nesâî "sika değildir" demiş,
el-Harbî de "hadisleri münkerdir" diye belirtmiştir. el-Buhârî de
onun hakkında "güvenilirliği tartışılır" demiştir. el-Leknevi’nin
er-Ref’ve’t Tekmil’de belirttiği gibi [57][57],el-Buhârî
bu ifadeyi ravilerin yalanla itham edilmiş, çok zayıf olduklarımânâsında kullanmıştır.
İbnu Adiy de "Rivayet ettiği hadislerin tamamıkendisinden sağlam olan
ravilerin rivayetlerine aykırıdır", ed-Dâre kutnî de "sağlam
değildir" derken, İbnu Hibbân da "sika kimselerden sika kimselerin
hadislerine benzemeyen rivayetlerde bulunuyor" demiştir.Hafız ez-Zehebî
de Mîzânu'l î'tidâl'de onun terceme-i halini vermiş, rivayet ettiği münker
hadislerden biri olarak bu hadisi zikretmiş, peşinden de şöyle demiştir;
"Bunu sadece Haccâc bin eş-Şâir Zekeriyyâ bin Adiy'den ve yine sadece
Zekeriyyâ Salih'ten rivayet etmiştir. Suveyd de hadisin son kısmının bir
parçasını Ali'den rivayet etmiştir. Hadisin tamamını es-Sârimu'l Meslûl
müellifi [58][58]el-Beğavî,
Yahya el-Himmânî, Ali bin Müshir tarikiyle rivayet etmiş ve sahihtir demiştir.
Oysa hiçbir tariki sahih değildir."[59][59]el-Heysemî'nin
Mecmeu'z Zevâid'de et-Taberânî el-Mucemu'l Kebir'de rivayet etmiştir dediği şu hadis
de böyledir: Abdullah bin Muhammed bin el-Hanefiyye... diye devam ediyor,
sonunda şu İfade vardır: "... Rasûlullah(sav) kızdı ve ensârdan bir adamı
gönderdi. Ona dedi ki: 'Git onu öldür, cesedini de ateşte yak.' O da geldi,
baktı ki adam ölmüş ve defnedilmiş. Oradakilere emretti, kabir kazılıp cesedi
çıkarıldı ve onu ateşte yaktı. Sonra Rasûlullah(sav) şöyle buyurdu: "Kim
bilerek, benim adıma yalan uydurursa..."[60][60]Bu
rivayetin senedinde Ebû Hamze es-Sumâlî el-Kûfî var. Adı Sabit bin Ebî
Safiyye'dir. Bu ravi hadisleri son derece zayıf, rivayetleri terk edilmiş ve
zayıf biri olduğunda İttifak edilmiş biridir. Râfızîdir. İmam Ahmed onunla
ilgili olarak 'hiçbir şey değildir' derken Ibn Maîn de aynısını der. Ebû Dâvûd
da şöyle demiştir:
"ibnu'l Mübarek kendisine gelip
İçinde Hz. Osman'ı yeren bir hadis bulunan bir sahifeyi ona verdi. O da
sahifeyi cariyeye geri verip şöyle talimat verdi: Ona söyle: Allah senin de
sahifenin de belasını versin.' Onunla ilgili cerh eden başka ifadeler,
Tehzîbu't Tehzîb’t terceme-i hali içinde zikredilmiştir. Aynı şekilde Mecmeu'z
Zevâid’de belirtildiği gibi [61][61]et-Taberânî'nin
el-Mucemul Evsat’ta rivayet ettiği hadis de böyledir: Abdullah bin Amr'dan:
"Bir adam Hz. Peygamberin(sav) güzel elbisesi gibi bir elbise
giydi...." Bunun senedinde Atâ1 bin es-Sâib el-Kûfî vardır. el-Heysemî'nin
ifadesine göre hadisleri birbirine karıştırmıştır. Ebû Hatim er-Râzî de
'Ömrünün sonlarına doğru aklı karıştı, hafızasında pek çok karıştırmalar oldu'
demiştir. Tehzîbu't Tehzîb'te terceme-i halinde görebileceğin gibi onunla
ilgili başka şeyler de söylenmiştir.[62][62]Bunun
gibi, İbnu'l Cevzî'nin el-Mevzûât [63][63]mukaddimesinde
zikrettiği hadis te böyledir: Dâvûd ez-Zibrikân şöyle demiştir:Atâ' bin es-Sâib
Abdullah bin ez-Zubeyr'in şöyle dediğini bana. haber verdi: Abdullah bir gün
arkadaşlarına şöyle der: "Şu hadisin tevili (söylenme sebebi) nedir
biliyor musunuz? 'Kim benim adıma bilerek yalan uydurursa cehennemdeki yerine
hazırlansın. Bir adam bir kadına âşık oldu. Akşam üstü onun kabilesine
geldi..."Bunun senedinde yine Atâ' bin es-Sâib var. Daha Önce geçtiği
gibi hadisleri birbirine karıştırmıştır. Aynı şekildesenedinde Dâvûd bin
ez-Zibrikân er-Rekâşî el-Basrî var. Zayıf biri olduğunda ittifak edilmiştir.
Ibn Maîn onunla ilgili olarak 'hiçbir şey değildir1 demiş, îbnu'l Medînî de
'çok zayıftır' demiştir, el-Cûzecânî de 'yancıdır' demiş, Yakub binŞeybe ve Ebû
Zur'a ve el-Ezdî 'hadîsleri terk edilmiştir' demişlerdir. el-Bezzâr da
'hadisleri gerçekten münker biridir' diye belirtmiştir. Onunla ilgili başka
cerh malumatlarını Tehzîbu't Tehzib’te terceme-i halinde bulabilirsin.[64][64]
Bundan da öte, Davud'un Atâ'dan hadis dinlediği dönem karıştırmaya
başlamasından sonrasına rastlar. Tehzîbu'tTehzib'te geçtiği gibi Ibn Maîn der
ki: 'Şu'be ve es-Sevrî hariç Atâ'dan hadis işitenlerin tamamı,hadisleri
karıştırmaya başladığı zamanda işitmiştir.' [65][65]
Daha önce geçtiği gibi bu hadis hakkında 'hiçbir tariki sahih değildir' diyen
ez-Zehebî'ye Allah(cc) rahmet etsin.İbnu'l Cevzî'nin[rh) tenkîd edildiği hususlardan
bir tanesi de şudur: el-Mevzûât kitabının mukaddimesinde [66][66]
uydurmanın kötülüğüne delil getirmek İçin Ibn Bureyde ve îbnu'z Zubeyr'in
hadislerini kabul edip rivayet eder. Eder ama gördüğünüz gibi her iki hadiste
son derece tenkid edilen ve sıhhatine zarar veren illetlere değinmez.
el-Mevzûâtu’l Kübrâ müellifi Aliyyu'l Kârî de(rh) eserinin mukaddimesinde[67][67]tıpatıp
îbnu'l Cevzî'ye tabî olmuştur. Yukarıdaki iki mezkur hadisi delil olarak almış
ve yalan uydurmayı yeren hadisin sağlam bir rivayet olduğuna dair sahih bir
mesned olarak zikretmiştir. Bu iki hadise ilave olarak da, Abdullah bin Amr ve
Abdullah bin Muhammed bin el-Hanefiyye'nin hadislerini hadis uydurmanın
kötülüğünü isbat etmek için delil olarak zikretmiştir. Bu iki hadisin sıhhatine
zarar veren yönleri yukarıda öğrenmiştiniz.İmdi, burada anılıp dikkat çekilmesi
gerekli önemli bir konu var: O da bazı büyük sahâbîlerin(ra) başka büyük
sahâbîlerin rivayet etmiş oldukları hadisleri reddetmeleri ve bu hadisi
efendimiz Rasûlullah(sav) söylememiştir diye kabul etmemeleri.Bir hakikattir ki
hadisi reddeden sahabinin o hadisi reddetme sebebi kesinlikle ama kesinlikle
Allah’ın (cc)lütfu ve himayesiyle rivayet eden raviyi yalanla itham etmek veya
uydurduğunu düşünmek ya da iftira etmiştir diye kabul etmek değildir. Çünkü
sahâbe(ra) bundan uzaktır. Hadisleri reddetmelerinin sebebi, onlara göre
karşıdakinin hata, yanılma ve unutma ihtimali bulunmasındandır. Yahut da o
konuda katî bir nass veya yanında bir hadis bulunması sebebiyle kendi zannı
veya ictihadı sebebiyle hadisi reddetmektedir. Çünkü kendi kanaatine göre bu
hadisi bildiği hadise aykırı görmektedir . Yoksa ki, hadisi reddetme, yalan
isnadında bulunma ya da uydurmuştur diye ithamda bulunmak düşüncesinden asla
kaynaklanmamıştır. Bu çok önemli ve kıymeti haiz bir açıklamadır. Buna işaret
eden başka birini görmedim.[68][68]el-Buhârî
ve Müslim Sahîh'lerinde büyük tâbiî Abdullah bin Ubeydillah bin Ebî Muleyke'den
rivayet ederler: O şöyle demiştir:Osman bin Affân'ın kızı Ummu Ebân Mekke'de vefat
etti. Cenazesinde bulunmak İçin geldik, İbn Ömer ve İbn Abbas da geldiler. Ben
İkisinin arasında oturuyordum. Birden evden sesler (yani ağlayan kadınların
sesleri) geldi. Bunun üzerine Abdullah bin Ömer karşısında oturan Amr bin
Osman'a "Niye ağlamalarına engel olmuyorsun? Çünkü, Rasûlullah(sav) ailesinin
ona ağlaması sebebiyle ölüye azap edilir' buyurmuştur.İbn Abbas da dedi ki:
"Ömer de bunun gibi söylüyordu... Vurulduğunda Suheyb 'Ah kardaşim! Vay
arkadaşım!' diye ağlayarak yanına girince Ömer ona dedi ki: 'Ey Suheyb! Bana
mı ağlıyorsun? Oysa Rasûlullah(sav) 'ailesinin ona ağlamasısebebiyle ölüye
azap edilir' buyurmuştur.ibn Abbas (devamla) der ki: Ömer vefat edince bu
hadiseyi Hz. Aişe'ye anlattım. O da şöyle dedi: 'Allah(cc) Ömer'e rahmet etsin.
Hayır! Vallahi Rasûlullah(sav) ‘Ailesinin ona ağlaması sebebiyle ölüye azap
edilir' diye buyurmadı. Bilakis Rasûlullah(sav) ‘Allah(cc) ailesinin ağlaması
sebebiyle kafirin azabını artırır’ diye buyurdu. Aişe daha sonra daşunu ilave
etti: "Size Kur'an yeter: Kimse kimsenin günah yükünü taşımaz."[69][69]Müslim
rivayetinde şunu eklemiştir: "İbn Ebî Muleyke dedi ki: el-Kâsım bin
Muhammed bana rivayet şunu etti: Ömer ve îbn Ömer'in sözleri Hz. Aişe'ye
ulaşınca 'Siz yalancı olmayan ve yalan isnad etmeyen iki kişiden bana
naklediyorsunuz, ancak kulak hata eder' dedi. Daha sonra el-Buhârî ve Müslim,
Hişâm bin Urve vasıtasıyla babasından şöyle dediğini rivayet ederler: Hz.
Aişe'nin yanında îbn Ömer'in Rasûlullah’a(sav) nîsbet ederek 'Ailesinin ona
ağlaması sebebiyle ölüye kabirde azap edilir' dediği zikredilinceşöyle der:
'İbn Ömer ya unuttu veya hata etti. Çünkü Rasûlullah(sav) şöyle buyurmuştu:
'Ailesi onun için ağlarken, hataları ve günahları sebebiyle ölüye azap
edilir.'[70][70]
Yine Müslim Hişâm bin Urve vasıtasıyla babasındanşöyle dediğini rivayet eder:
Hz. Aişe'nin yanında İbn Ömer'in 'ailesinin ona ağlaması sebebiyle ölüye azap
edilir' dediği zikredilince, şöyle der: 'Ebû Abdirrahmân'a (bu Ibn Ömer'in
künyesidir) Allah(cc) rahmet etsin. Birşey duydu ama güzel ezberlemedi. Zira
Rasûlullah'ın(sav) yanından bir Yahudi cenazesi geçiyordu. Yahudiler ona
ağlıyorlardı. Bunun üzerine Rasûlullahlsavl şöyle buyurdu: Siz ona
ağlıyorsunuz, o ise azap görüyor.'[71][71]Yine
Müslim ve Mâlik, Muvatta'da Abdullah bin Ebîbekr, babası tarikiyle Am re bintu
Abdirrahmân'dan şöyle dediğini rivayet ederler: Bu hanımın haber verdiğine göre
Hz. Aişe'nin yanında Abdullah bin Ömer'in 'hayatta olanların ağlaması sebebiyle
ölüye azap edilir dediği zikredilince, Hz. Aişe şöyle demiştir: 'Allah’(cc')
Ebû Abdirrahmân'ı mağfiret etsin. O yalan söylemedi ancak ya unuttu veya hata
etti. Çünkü Rasûlullah{sav] kendisi için ağlanan bir Yahudi kadının kabrinin
yanından geçti ve şöyle buyurdu: Ona ağlıyorlar o ise kabrinde azap görüyor.'[72][72]
Sıddîk kızı sıddîka Hz. Aişe'nin(ra) Allah'a(cc) yemin ederek efendimiz Hz.
Ömer ve oğlu Abdullah'in(ra) Rasûlullah'a(sav) nisbet ederek söyledikleri sözü
reddetmesi, kendi görüşüne göre Hz. Ömer ve oğlunun hata etmiş oldukları
düşünmesindendir. Yoksa başka bir sebepten dolayı değil. Çünkü Hz. Aişe, Hz.
Ömer ve İbn Ömer hakkında 'Siz yalancı olmayan ve yalan isnad etmeyen iki
kişiden bana rivayet ediyorsunuz. Ancak kulak hata eder.' Ve yine aynı Aişe
'İbn Ömer unuttu veya hata etti' demiştir. 'Birşey işitti ama iyi. ezberlemedi'
derken, 'yalan söylemedi fakat unuttu ve hata etti' diye de söylemiştir, Hz.
Aişe'nin başka(ra) sahâbîlere de böyle İtirazları vâki olmuştur. Bununla
ilgili olarak îmam Bedruddîn ez-Zerkeşî'nin el-lcâbe fî me'stedrekethu Aişe
ale's Sahabe kitabına bakınız. Hz. Aişe yanında başka sahâbîlerin de diğer
sahâbîlerin rivayetlerinin eksiklerini ikmal ettikleri, bazan reddedip hata
ettiklerini beyan ettikleri olmuştur. Buna göre sahabeden birinden başka bir
sahâbînin rivayetini reddettiği ifadesi gelir veya yine bir sahâbî hakkında
'falanca yalan söyledi' ve benzeri İfadeler vârid olursa, bundan kastedilen
onun hata ettiği veya unuttuğudur. Çünkü ehl-i sünnete göre yalan; kasten,
unutarak veya hata ederek bir şeyi bulunduğu hal dışında başka birşekilde
haber vermektir. Böyle durumlarda günah kasten yalan söyleyenedir. Temiz
kullar olan sahâ-bîler(ra) ise böyle bir yalanı kasten söylemekten beridirler.
Zira Allah(cc) onlardan, onlar da Allah'tan(cc) razı olmuşlardır. Bilgi İçin
et-Tehânevî'nin Kavâid fî Ulûmi'l Hadîs'İnde geçen 'Ebû Muhammed yalan söyledi'
cümlesiyle ilgili dipnotumuza bakınız.[73][73]Evet,
sünnet-i mutahhare temiz ve arınmış olarak dört halifeli devrinin sonlarına
kadar devam etti. Bu da hicretten sonra kırk yıl kadar eder. Daha sonra Hz.
Osman(ra) efendimizin şehid edilme fitnesi vuku bulunca, bir takım insanların
içlerinde siyasî hevesler depreşti. Hadislerin zabtı ve nakline halel gelme
gibi bir durum ortaya çıktı. Ancak sahabe haberleri tam delile dayandırmak ve
hakkıyla sıhhatini tesbit etmek suretiyle bu duruma engel olup hadisleri
korudular. Gelen hadislerin İsnadlarını sordular. Ve öyle oldu ki heva sahiplerinin
arzularınca uydurulan ve katılan hiçbir şey hadislere karışamadı. İmam Müslim
Sahîh'inin mukaddimesinde büyük tabiî Muhammed bin Sîrîn'den(rh) rivayet
ettiğine göre, "Önceleri isnadı sormuyorlardı.Fakat ne zaman ki fitne
patlak verdi, (hadis rivayet edenlere) 'kimden rivayet ediyorsunuz, isimlerini
verin1 diye sordular. İsimlerine bakılıyor, eğer ehl-i sünnetten ise hadisleri
alınıyor, ehl-i bid'atten olanların hadisleri alınmıyordu. [74][74]
İsnad ve söyleyeni araştırıp, şüpheli yönlerden berî olduğunu tesbit etme bu
dönemde yani birinci asrın ilk yarısının sonlarında başlamıştır. Hafız
el-Heysemî Mecmeu'z Zevâid'de Humeyd'den rivayet eder: "Enes bin Mâlik ile
beraberdik. Dedi ki: 'Vallahi sizlere Rasûlullah(sav) rivayet ettiğimiz her
hadisi ondan işitmiş değiliz. Ancak birbirimize yalan söylemezdik. et-Taberânî
el-Kebîr'de rivayet etmiştir ve ricali el-Buhârî'nin ricalidir."[75][75]Hafız
es-Suyûtî de Miftâhul Cenne fi'l îhticâci bi's Sünne kitabında şöyle demiştir:
"el-Beyhakî el-Berâ' bin Azib'ten)ra) rivayet etmiştir:'Hepimiz bizatihi
hadisleri Rasûlullah'tan(sav) işitemiyorduk. Tarlalarımız, meşguliyetlerimiz
vardı. Fakat insanlar o günlerde yalan konuşmuyorlardı.Rasûlullah'tan^(sav)
hadisi duyan duymayana aktarıyordu.Yine el-Beyhakî, Katâde'den rivayet eder:
Enes(ra) bir hadis rivayet edince, bir adam 'sen bunu bizatihi
Rasûlullah'tan(sav) İşittin mi?' diye sordu. O da 'evet işittim veyahut da
yalan söylemeyen biri bana nakletti. Vallahi bizler yalan konuşmuyorduk,
yalanın ne olduğunu da bilmiyorduk diye cevap verdi.[76][76]Müslim
de Sahih’in mukaddimesinde rivayet eder: Mücâhid'den; Buşeyr el-Adevî [77][77]
îbn Abbas'a(ra) gelir ve 'Rasûlullah(sav) şöyle buyurdu', 'Rasûlullah(sav) şunu
söyledi', 'Rasülullah(sav) buyurdu ki' dedikçe Ibn Abbas onu hiç nazar-ıitibara
almadı. Bunun üzerine şöyle dedi: ‘Eyİbn Abbas! Bakıyorum da hadislerimi
dinlemiyorsun. Sana Rasulullah’tan(sav) hadis aktarıyorum, sense oralı
olmuyorsun bile. İbn Abbas da:Biz önceleri bir adamın Rasulullah(sav) şöyle
buyurdu dediğini duyduğumuzda gözlerimizi ona diker, kulaklarımızı kabartırdık.
İnsanlar ne zaman ki hırçın develerle, uysal develere binmeye başladı,sadece
tanıdığımız kimselerin hadislerini alır olduk dedi.[78][78]
Bu haberin yine Müslim’in mukaddimisinde bulunan ikinci rivayetinde, Tavus’tan
gelen haber şöyledir: Buşeyr ona hadisleri aktarmaya başlayınca İbn Abbas şu
hadisi bir daha tekral et dedi. Onu da tekrar etti. Bunun üzeri de Buşeyr. İbn
Abbas’a dedi ki: Anlamadım! Tüm hadislerimi kabul ettin de bunu mu reddettin.
Yoksa tüm hadislerimi reddettin de bunu mu kabul ettin? İbn Abbas da der
ki:Bizler Rasulullah’tan (sav) hadisler rivayet ediyorduk.[79][79]Çünkü
o zamanlar Rasulullah(sav) adına yalan söylenmezdi İnsanlar ne zaman ki hırçın
develerle uysal develere binmeye başladı, ondan gelen hadisleri terk ettik.[80][80]Allah(cc)
onlardan razı olsun,sahabe-i kiram,aralarındaki doğruluk ve güven hususunda tam
itmi’nan içindeydiler.Rasulullah(sav)zamanında, hulefa-i raşidin döneminin
büyük bölümünde ,Hz.Osman’ın şehit edildiği fitnenin patlak vermesini yani
birinci asrın yarısına kadarki sürede sahabe senedleri sormuyordu.Bundan sonra
bazıfırkalar zuhur etmeye başlayınca o zaman senedleri sormaya başladılar.[81][81]
Ve haberleri tenkide ve ayıklamaya tabi tuttular. Birinci hicri asrın ilk
yarısının sonlarında ortaya çıkan bu tenkid veya ayıklamaişi şu esaslara
dayanır;
1- Rivayet edilen
haberi, alim sahabinin rivayet ettiği sağlam hadise arz etmek. Makbul ve sağlam
olan hadise muvafık olan kabul edilmiş, muvafık olmayan reddedilmiş. İmam
Müslim Sahih’in mukaddemesinde İbn Ebi Muleyke’den rivayet eder: “İbn Abbas’a
mektup yazıp bazı hususları gizli tutarak bana (hadislerden müteşekkil) bir
mektup yazmasını istedim. Benim hakkımda şöyle demiş: samimi bir çocuktur.
Yazacağım hadisleri seçiyorum ve bir kısmını ondan gizliyorum.”İbn Ebî Muleyke
diyor ki: îbn Abbas Hz. Ali'nin mahkeme kararlarının bulunduğu sahifeyi
istetti. Ondan bazi şeyleri yazmaya başladı. Arada birşeye takılıyor ve şöyle
diyordu: "Vallahi! Ali'nin böyle bir hüküm vermesi için sapıtmış olması
gerekir."[82][82]
2- Ravinin durumu
ve halinin adalet, zabt, sıdk ve İlave edip etmemesi yönüyle tesbiti.Tabiînden
İmam Muhammed bin Sîrîn daha önce zikri geçtiği gibi şöyle demiştir:
"Önceleri isnadı sormuyorlardı.Fakat ne zaman ki fitne patlak verdi,
(hadis rivayet edenlere) 'kimden rivayet ediyorsunuz, isimlerini verin' diye
sordular. İsimlerine bakılıyor eğer ehl-i sünnetten ise hadisleri alınıyor,
ehl-i bid'atten olanların ise hadisleri alınmıyordu."
3- Az önce imam
İbn Sîrîn'in sözünde geçtiği gibi isnadını sormak.Rivayet edilen haberi sağlam
olan bir hadise arz etmek; usûl ilminde buna metin tenkidi de denir. Ravinin
doğruluk ve yalancılık yönüyle tesbiti ise sened tenkidi adıyla anılır. Bu durumda
gönül rahatlığı ve itmi'nanıyla şöyle dememiz mümkündür: Raviyi, rivayeti ve
senedi araştırmak hicri birinci asrın ilk yarısının sonlarında ortaya
çıkmıştır. Bu sünnet-i mutahharanın korunması hususunda tecellî eden ilâhî bir
yardımdır. Seçkin sahâbîler çoktu. Hadisleri onlardan alan tabiîn âlimleri de
çoktu. Bu sebeple, bid'at ehli kimselerin yerleşip kabul görmesini ve amel
edilmesini arzuladıkları şeylerin haberlere katılmasına veya yeni rivayetler
uydurulmasına fırsat verilmedi. Bilakis daha ilk günden itibaren bu yönde
tenkîd ve ayıklama yapılmıştır.Daha önce özetle anlatılan bilgiler ışığında,
hadis uydurma işinin hicrî birinci asrın ilk yarısının sonlarıyla; metin ve
sened tenkidinin ortaya çıkışını da sahabe ve tabiînin ilk dönemlerinden
itibarendir diye sınırlarınıbelirlememiz mümkündür. Bundan dolayı, sünnet ile
onun emin hafızları arasında, saldırgan heva ve bid'at sahiplerinin hadislere
birşeyler katıp, kattıklarıve uydurdukları şeyleri din ve şeriat edinecekleri
bir boşluk meydana gelmemiştir.LÜGATTE vedaa'ş şey'e, yedauhû, ved'an uydurdu
mânâsında kullanılır. Vedaa'r raculu'l hadis* 'iftira edip yalan hadis
uydurdu' mânâsındadır. Hadis mevzudur demek, uydurulmuştur, yalandır demektir.
Raculün veddâ, "yalancı İftiracı" mânâsına gelir.[83][83]Hadisçilerin
ıstılahında mevzu hadis şudur: "Söz, fiil ve takrîr olarak
Rasûlullah'tan(sav) südûr etmemiş fakat hatayla veya kasten veya da bilmeyerek
veyahut da dini bozmak için ona izafe edilen hadistir." Keza
Rasûlullah'tan(sav) sâdır olmadığı halde ona izafe edilen herşey mevzu
hadistir. Bazıları tarifi kısa tutarak "Kasten veya hatayla olsun fark
etmez, Rasûlullah(sav) adına yalan söylenen hadislerdir" diye tarif
etmişlerdir. Mevzu sözün hadis diye İsimlendirilmesİnde bir sakınca yoktur.
Hafız es-Sehâvî'nin el-Makâsıdu'l Hasene fî Beyâni Kesîrin mine'l Ehâdîsi'd
Dâire ale'l Elsine kitabının başında dediği gibi lügat mânâsı yönüyle o da
hadistir (sözdür). Aynı zamanda uyduranın iddiasına göre araştırıp halini
ortaya koymadan önce, zahiren her ne kadar ıstılâhen hadis olmasa da, hadistir.[84][84]Yalan
sözün hadis diye isimlendirilmesine İmam Müslim'in mukaddimesinde zikrettiği şu
rivayet de şahîdlik etmektedir: Semure bin Cundeb ile el-Muğîre bin
Şu'be'den(ra); Rasûlullah(sav) şöyle buyurdu:"Yalan olduğunu görerek (yani
bilerek veya yalan olduğunu zannederek) benden bir hadis rivayet eden, iki
yalancıdan biridir."[85][85]Yani,
bu hadisi rivayet eden kimse, yalanıortaya atana yalanında ortak olur ve
günahıyla cezasına o da katılır. Görüldüğü gibi, Rasûlullah(sav) bu
hadislerinde yalan sözü hadis dîye isimlendirmiştir.Mevzu hadis bazan uyduranın
kendinden uydurup Rasûlullah'a(sav) izafe etmesi şeklinde de olur. Mevzu
hadislerin çoğunluğu böyledir. Bazan da uyduran kimse sahabe ve tabiînden
selef~i sâlihînin veya bazı düşünürlerin sözlerini veya Isrârlî bazı haberleri
vb. şeyleri alır ve bunu Rasûlullah'a(sav) nisbet eder. Uyduran kişi bazan da
senedi zayıf bir hadis alır ve revaç kazandırıp kabul edilmesi için buna sahih
bir sened ekler. Bazan da kişi sahabe ve başkalarının bazı doğru sözlerini hatayla
veya yanılarak Rasûlullah'a(sav) izafe eder. Buna da mevzu hadis denir.
îmam îbnu's Salâh, Ma'rifetu Envai
îlmi'l Hadis kitabında şöyle der: "Mevzu hadis zayıf hadislerin en
şerlisidir. Bunların mevzu olduğunu belirtmeden rivayet edilmesi hangi gayeyle
olursa olsun hiç kimse için helal değildir.[86][86]Sahih
olma ihtima1i olan zayıf hadisler ise böyle değildir. Bunların tergîb ve terhîb
(hayra teşvik, günahlardan sakındırmak) babında rivayetleri caizdir. (Tabiî ki
usûl kitaplarında rivayetlerle ilgili zikredilen şartlara uyarak.) Bir hadisin
mevzu olduğu uyduranın itirafıyla ya da İtirafına yakın bir durumla anlaşılır.
Şöyle ki, ravinin veya rivayetin durumundaki bir karineden mevzu olduğunu
(hadîsçiler) anlarlar. Nitekim lafızlarının ve mânâlarının gevşekliği
mevzuluğuna delalet eden uzun uzun hadisler uydurulmuştur."[87][87]Allâme
Aliyyu'l Kârî el-Masnû’ fî Ma'rifeti'l Hadisi'l Mevzu kitabında şöyle demiştir:
"es-Suyûtî [88][88]îbnu'l
Cevzi’den [89][89]nakille
hadislerinde uydurma, yalan ve asılsız rivayetler bulunanların kısım kısım
olduğunu belirtmiştir:
1- Bunlardan bir
kısmı, zühd hayatında iyice derinleşmiş, hadisleri ezberlemekten ve sahihiyle
mevzusunu birbirinden ayırtetmekten gafil kalmışlardır.
2- Bazılarının
kitapları kaybolmuştur. Bunun üzerine hafızalarından rivayet etmişler fakat
hata etmişlerdir.
3- Bazılan sika
kimselerdir fakat ömürlerinin sonlarına doğru akılları karışmıştır.
4- Bazılan da
yanılarak hatalı rivayet etmiş ancak doğrusunu görüp kabul ettiği halde,
'hataya düşmüştür' denilmemesi için inad ederek bundan dönmemiştir.
5- Bir kısmıda
zındıklardır.[90][90]
Şeriatı tahrif etmek,şüphe uyandırmak ve dinle oynamak İçin kasten hadis
uydurmuşlardır. Zındıkların bazıları şeyhin (ravinin) gafletini kollayıp kitabında
olmayan hadisleri ona katardı.
6- Bazılarıda
mezhebini desteklemek için hadis uydururdu. Sapık fırkalardan Sâlimiyye'ye [91][91]mensub
olan bir kısım İnsanların böyle yaptığı zikredilmiştir.
7- Bazılan da
Allah(cc) rızası için, hayra teşvik etmek ve kötülüklerden sakındırmak için
hadis uyduruyordu.
8- Bir kısmıda
güzel sözlere sened uydurmaya cevaz vermiştir.[92][92]
9- Bazılarıda
sultanlara yaklaşmak için hadis uydurmuşlardır.
10- Bir kısmı da
kıssacılardır. Çünkü onların istedikleri insanları hislendiren . ve revaç
bulan hadislerdir."[93][93]
îbn Sîrîn'den,hadis uydurmanın
başladığı zaman ve sebebini daha önce aktarmıştım. Uydurmanın başlangıcı hicrî
40 yılı civarıdır. Bu iş Hazret-i Osman'ın şehid edilmesiyle zuhur eden
fitnenin akabinde ortaya çıkmıştır. Bu ve bunu takip eden diğer fitnelerden
ortaya pekçok fitneler, ihtilaflar, husûmetler ve çekişmeler çıktı. Bu
sebeblerden dolayı bid'at gruplarına mensup kimselerin içinde, diğer fırkalara
karşı destek bulmak, onları yermek, diğer fırkalara karşı düşmanlığı körüklemek
için ya da bazıdüşmanların içlerinde gizli olan İslâm ve müslümanlara karşı
düşündükleri tuzaklarını gerçekleştirmek gayesiyle veyahut da daha sonra
açıklama ve izahına değineceğim sebeplerden dolayı hadislere hile, uydurma,
iftira ve katıştırma düşüncesi doğdu. Bu yanlış düşünceler müslümanların
arasında esmeye başlayınca, birlik İçinde tek saf ve aynıdüşüncede olmanın
sağladığı tek vücûddaki bazı insanlarda gizli olan ayrılıklar ve hastalıklar
ortaya çıktı. Düşünceler farklılaşıp cemaat ve itaat birliği bozulunca bu
hasta kalpler hıyanetlerini hayata geçirmek ve düşledikleri, tuzağı kurmak
için işlerini yapmaya koyuldular. İslâm birliğini parçalamaya, oklarını
Kur'an-ı Kerîm'e değil de sünneti mutahharaya çevirmeye başladılar. Çünkü,
Kur'an-ı Kerîm mütevatirdir, iki kapak arasında korunmuştur, kalplerde ezberlenmiştir.
Sünnet ise mütevatir değil ve bir kitapta korunmamıştır.Bu sözlerimizden,
sünnet-İ mutahharaya çevrilen okların bir yaydan ve bir defada atıldığı
sanılmasın. Durum hiç de öyle değildir. Bu iş Hazret-i Osman efendimizin şehid
edilmesiyle sızmaya, ortaya çıkmaya ve şurada burada tezahür etmeye başladı,
îdârî otorite ve ilminİnsanlarda meydana getirmiş olduğu hakimiyet bozulunca
bunlar da aynı oranda artarak yayıldı. Üstad İmam İbn Teymİyye Minhâcu's
Sünneti'n Nebeviyye adlı eserinde şöyle der: "Hazret-İ Osman zamanında
açık bir bid'at ortaya çıkmadı. Şehid edilip de insanlar fırkalara ayrılınca
karşılıklı iki bid'at ortaya çıktı: Hazret-İ Ali'yi tekfîr eden Haricî bid'ati
ve Hazret-i Ali'ye imamdır, günahlardan bendir veya peygamberdir yahut da
ilahdır iddiasındaki Râfızîler, Bunlârdan sonra İbnu'z Zubeyr ve Abdulmelik'in
emirlikleri dönemi olan sahabe asrının sonunda Mürcie ve Kaderiyye bid'atleri
ortaya çıktı. Emevî hilafetinin sonları olan tabiînin ilk dönemleri geldiğinde
Cehmiyye, Müşebbihe-Mümessile bid'atleri ortaya çıktı.Oysa sahabe zamanında
bunların hiç biri yoktu."[94][94]Eskiden
beri âlimler hadis uydurmanın sebeblerini saymışlar ve bu hususta maksadı îfâ
eden kitaplar yazmışlardır. Hatta bu mevzudaki çalışmalar genişlemiş ve
şimdilerde mevzu hadis ve uydurma sebepleriyle İlgili lisans üstü müstakil
tezler yapılmıştır. Öyle ki şöyle söylememiz doğrudur: Yazanlar ilave edilecek
bir şey bırakmamışlardır. Alimlerin yazdıklarından hadis uydurmanın
sebeplerinin mühim olanlarını şöylece özetlememiz mümkündür:
İlk ortaya hadis çıkan uydurma
sebebi budur. Efendimiz Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra fitneler kendini
gösterdi, bid'atler zayıf insanların gönüllerinde yol bulmaya başladı.Nebî(sav]
ile beraber bulunma ve onu görme hazzını tadmayan bazı insanların tavırlarında
çeşitli taassub. düşünceleri ortaya çıktı. Saflarda ayrılıklar ve ihtilaflar
hareketlenmeye başladı. Fırkalar ve bid'at grupları hizipleşme ve tevil yolunu
tuttular. [95][95]
Bu insanlardan her hizip kendi yerini muhalifine karşı kuvvetlendirmeye
çalıştı.Her ihtilaf grubu kendisine dinî bir yol tuttu. Hadis uyduranların ilk
başvurdukları şey, şahısların faziletlerine dair hadisler uydurmak oldu.
İmamları ve önderlerinin faziletine dair hadisler uydurdular.Şiîler efendimiz
Hz. Ali'nin faziletine dair pekçok hadisler uydurdular. Onlara karşılık Hz.
Ebûbekr'i savunanlar da aynı şeyi yaptılar. Daha sonra bu iki fırka işi iyice
çığırından çıkardılar. Şianın gayesi efendimiz Ali'ye Rasûlullah(sav]
tarafından hilafetin vasiyet edildiğini ispat etmekti. Bu ve başka hususlarda
öyle ileri gittiler ki, ancak o kadar olur. Döneminin ehI-i sünnet imamı olan
İbnu'l Cevzi, el-Mevzûât kitabında der ki: (Ebûbekr es'-Sıddîk'in faziletine
dair bab) "Sünnete yapıştıklarını iddia eden nasipsiz bir topluluk taassuba
düştü ve Hz. Ebûbekr'in faziletlerine dair hadisler uydurdular. Bunlardan
bazıları bunu yaparken Hz. Ali aleyhisselamın faziletleriyle. İlgili hadisler
uyduran Râfızîlere karşılık vermeyi murad ettiler. Oysa her iki fırka da
hatadadır. Bu iki büyük zatın faziletlerine dair haklarında varid olan sahih
rivayetler varken bu tür iftiralara ihtiyaçları yoktur."[96][96]Daha
sonra İbnu'l Cevzî aynı kitabta şöyle der: (Ali aleyhisselamın faziletlerine
dair bab) "Hz. Ali'nin faziletlerine dair sahih rivayetler çoktur. Fakat
bunlar Râfızîleri ikna etmemiş, Hz. Ali'nin kadrini ne düşüren ne de yücelten
hadisler uydurmuşlardır. Onunla ilgili doldurdukları şeylerin içi batıla'
ihtiyaç duyulan malzemelerle dolmuştur."[97][97]
İbnu'l Cevzî efendimiz Hz. Ebûbekr ile ilgili mevzu rivayetleri 16 sayfada,
1/303 ilâ 319 arası; efendimiz Hz. Ali ile ilgili mevzu rivayetleri de 67
sayfada, 1/338 ilâ 405 arasında toplamıştır. İbnu'l Cevzî'den sonra zamanında
Şia ve Mutezilenin edîbi olan îbn Ebi'l Hadîd gelmiş ve Şerhu Nehci'l Belağa'da
özetle şöyle demiştir: "Hadislere pek çok yalan karışmıştır. Bazıları
bunları insanları dalalete sürüklemek, kalplerini ve akidelerinikarıştırmak
gayesiyle söylemiştir. Bazıları da bir topluluğun adınıyüceltmek için böyle
yapmıştır. Bir topluluğun adını yüceltmek (onları medh etmek) İçin
uydurmalarının sebebi dünyevî birşeyler koparmaktı. Hadis ilminde otorite olan
hadis âlimleri bu hususta sükût etmediler, bilakis pekçok hadisin mevzu ve
ravilerinin de güvenilmez kimseler olduğunu açıkladılar. Halbuki her iki
topluluğun çabalayıp yapmaya gayret ettikleri şey gereksizdi. Çünkü, Hz.
Ali'nin faziletlerine dair sahih 'hadisler vardı. Keza Hz. Ebûbekr'in
faziletlerine dair malum sağlam hadisler vardı. Bu durumda taraftarlığa soyunup
onlar adına sıkıntıya girmeye hacet yoktu. Allah Teâlâ'dan bizleri bid'ate
sapıp taraftarlık sevgisine kapılmaktan korumasını niyaz ediyorum."[98][98]el-Kâmûsu'l
Muhît müellifi Şeyh, Muhaddis Mecduddîn el-Fîrûzâbâdî Sifru's Seâde kitabının
sonunda [99][99]şöyle
der: (... Hz. Ebûbekr'in(ra) faziletlerine dair bab) "Bu konudaki mevzu
hadislerin meşhurlarının en meşhurları şu gibi hadislerdir: 'Allah tüm
insanlara umûmî tecelli eder, Ebûbekr'e ise husûsî tecelli eder.' 'Allah
göğsüme akıttığı herşeyi Ebûbekr'in göğsüne de akıttı.' 'Rasûlullahi(sav)
cenneti arzuladığında Ebûbekr'in saçının beyazlıklarını Öperdi.' 'Ben ve
Ebûbekr iki yarış atı gibiyiz.' Ve bunlar gibi batıl olduğu akılla açıkça
anlaşılan diğer uydurmalar. (Hz. Ali'nin(ra) faziletlerine dair bab) "Bu
konuda sayılamayacak kadar çok hadis vardır. Bunların en çirkinlerinden bir
kısmı da el-Vasâya'n Nebeviyye adlı kitabta toplanmış olan hadislerdir. Bu
kitabtaki hadislerin hepsi de 'Ya Ali...', 'Ya Ali...', 'Ya Ali...' diye
başlar. Bundaki hadislerden sadece bir tanesi sahihtir. O da 'Ya Ali!
Benim'yanımda sen Musa'nın yanındaki Hârûn gibisin' hadisidir."[100][100].Hafız
İbn Hacer Lisânu'l Mîzân mukaddimesinde zayıf ve mevzu hadislerin bulunduğu
konulardan bahsederken şöyle der: "Faziletlerle ilgili hadislere gelince,
Râfızîlerin ehl-i beytin fazilederiyle ilgili uydurdukları hadisler neredeyse
sayılamayacak kadar çoktur. Ehl-i sünnetten cahil olanlar da onlara Hz.
Muâviye'nin faziletleriyle İlgili hadislerle başlayıp Seyhan'ın (Ebûbekr ve
Ömer) faziletleriyle ilgili hadisler uydurarak karşılık vermişlerdir. Oysa
Alla(cc) her ikisini de bu uydurmalara muhtaç kılmamış, makamlarını bu
uydurulanlardan daha âlî eylemiştir."[101][101]Bu
konuda uydurulan hadislerden bir kısmı şunlardır: "Ali' beşeriyetin en
hayırlısıdır. Böyle kabul etmeyen kafir olur." "Cennetteki her ağacın
her yaprağında şöyle yazılıdır: Allah'tan başka iiah yoktur. Muhammed Allah'ın
rasûlüdür. Ebûbekr es-Sıddîk, Ömeru'l Fârûk, Osman Zü'n Nûreyn."
"Benden sonra ümmetimin başına Ebûbekr gelecek." "Ali ümetimden
bana ilk iman edendir. O bu ümmetin hayırlaşerri birbirinden ayıranıdır. Benden
sonraki halifemdir." "Emîn kimseler üç kişidir: Ben, Cibril,
Muâviye.Baştakileri, melikleri ve faziletli kimseleri desteklemek için hadis
uydurma işi Abbasî hilafeti zamanına dek sürdü. Abbasi hilafetini desteklemek
ve kıyamete kadar bakî kalacağı müjdesiyle ilgili hadisler pek çoktur. Okuyan
kimse bunların çokluğu ve soğukluğundan tiksinir. Mevzuat kitapları bunları
tamamen açıklamış ve burada zikre mahal birşey bırakmamıştır.
Bu düşmanlık İçine zındıklar ve
onlardan başka yahudiler, mecûsiler, islâm'a içinden kin besleyenler ve İslâm
kisvesi altına gizlenenler... girer. Bu düşmanlar her türlü yolu deneyerek
çeşitli vesilelerle İslâm ve müslümanlardan intikam almak için mevzu hadisler
uydurmuşlardır. Allah'ın(cc) zatı, melekler, gökler, yer, nübüvvet, akide,
ibadet, şeriat, akıl, yiyecekler, içecekler, giyecekler, canlılar, cansızlar,
kabir, haşr, cennet, cehennem, dünya ve ahiretle ilgili ve hatta mercimek,
soğan, pırasa ve bakla... ile ilgili hadisler uydurmuşlardır.
Üstad, Muhaddis
Mecduddîn el-Fîrûzâbâdî Sifru's Seâde'nin sonunda şöyle der: (Mercimek, bakla,
peynir, ceviz, patlıcan, nar ve kuru üzüm yemenin faziletiyle ilgili bab) Bu
konuda sahih hadis yoktur. Bu konulardaki hadisleri zındıklar uydurmuşlardır.
İslâm'ı kötülemek İçin bunları muhaddislerin kitaplarına katıştırmışlardır.
Allah(cc) onları perişan etsin."[102][102]Burada
dinle alay etmek, İslâm ve müslümanlara tuzak kurmak ve gafil zayıf akılları
dalâlete sürüklemek için hadis diye uydurduklarısaçmalıklardan bazı misaller
sunacağız: "Rabbimiz yerden veya semadan değil acı sudandır. Atı yarattı
ve onu koşturdu. At da terledi. İşte kendini bu terden yarattı." Nefr
(Mina'dan hareket) günü rabbimî insanların önünde boz bir atın üzerinde gördüm.
Üzerinde yünden bir cüppe vardı." Allah harfleri yarattığında be secde
etti, elif kıyamda durdu." Bu saçmalıklardan bir kısmı da mercimek,
bakla, keşkek, patlıcan ve diğer sebze ve yiyeceklerle'ilgilidir. Bir kısmı da
horozun fazileti, Abbasî halifeliği, taşlara İtikad etmekle ilgilidir. Şunlar
gibi: "Mercimek yiyin. Çünkü o mübarektir, kalbi yumuşatır, göz
yaşınıçoğaltır. Yetmiş peygamberin diliyle mukaddes kabul
edilmiştir."Patlıcan ne niyetle yenirse ona şifadır."Horoza sövmeyin
çünkü o benim dostumdur. însanoğulları onun sesinde ne olduğunu bir bilse tüy
ve etini altınla satın alırlardı."Sizden biri bir taş hakkında hüsn-ü zan
beslese ondan fayda bulur."Bu iş (hilafet) Abbasoğullarına geldiği zaman
İsa bin Meryem veya Mehdî'ye teslim edene dek onlardan çıkmaz.’İslâm'a tuzak
kurmak, müslümanlarısıkıntıya sokmak, akıllan ve zihinleri bulandırmak için
bunlardan başka halleri ortaya çıkarılmış buz gibi soğuk hurafeler ve
sapıklıklar vardır.Hammâd bin Zeyd bu hususta şöyle der: "Zındıklar
Peygamber(sav] adına ondörtbin hadis uydurdular."Zındıklardan biri olan
Abdulkerîm bin Ebi'l Avca yakalanıp Basra emîri Muhammed bin Süleyman bin
Ali'nin huzuruna 160 yılından sonra götürülünce, emir boynunun vurulmasını
emretti. Bunun üzerine şöyle dedi: 'Vallahi! Sizlerin arasında dört bin hadis
uydurdum. Bunlarda helal olanıharam, haram olanı da helal gösterdim.İslâm'ın
kılıcı bu zındıkları devamlıkolladı, boyunlarını vurdu. Onlarla ilgili olarak
Allah'ın(cc) hükmü olan katl ve sürgünü tatbik etti. Alimler de bu hadisleri
araştırmaya girişti Allah Teâlâ'nın dinini(cc) ve nebisinin(sav) sünnetini
himaye etmesiyle bu hadîsleri tek tek ortaya çıkardılar ve harf harf elediler.
Hafız ez-Zehebî, Tezkiretu'l Huffâz'ında, başkaları da diğer yerlerdeİbn Uleyye
ve îshâk bin İbrâhîm'den naklederler: Hârûn er-Reşîd bir zındıkı yakalattı ve
boynunun vurulmasını emretti. Zındık ona dedi ki:Ne sebepten boynumu
vuruyorsunuz?İnsanları senden kurtarmak için. Ey müminlerin emiri! Sizlerin
içinde uydurduğum, bin (Aliyyu'l Kârî dörtbin der) hadisi ne yapacaksın?
Onlarda helal olanı haram, haram olanıhelal gösteriyorum. Halbuki
bunların" bir harfini bile peygamber söylememiştir. Hârûn er-Reşîd de
onaşöyle dedi: Ey Allah'ın düşmanı! Ebû Îshâk el-Fezârî ile Abdullah bin
el-Mübârek'e ne diyeceksin peki? Onlar bunlarıharf harf elekten geçiriyorlar.[103][103]İşte
bu şekilde Allah(cc) her asırda dinini koruyan muhafızlar bulundurdu. Bunlar
dini bozmaya çalışanların katıştırdıklarını ve yoldan sapmışların sapıklıklarını
uzaklaştırdılar. İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve't Ta'dil kitabında Abde bin
Süleyman'dan rivayet eder: "Abdullah bin el-Mübârek'e 'Bu uydurma hadisler
ne olacak?' diye soruldu. O da şöyle dedi: Mütehassıslar bu iş için yaşıyor:
O zikri (Kur'an'ı)biz indirdik biz ve onun koruyucusu da elbette biziz-[104][104]Yine
îbn Ebî Hatim mezkûr kitabında Yahya bin Yemân'dan rivayet eder: "Allah
azze ve cellenin yerleri ve gökleri yarattığı günden beri bu hadisler için
âmâde olan kullar vardır. Vekî' onlardan biridir."
Batıl taraftarlığından herhangi bir
ümmetin kurtulması nadirdir. Kendi milletlerinin taraftarlığınıyapıp Arapların
durumunu hakir görenler (ırkçılar) kendilerini ve durumlarınıöven, Arapları
kötüleyen hadisler uydurdular. Uydurdukları hadislerden bir tanesi de şudur:
"Allah kızdığında vahyi arapça, razı olduğunda Farsça indirir."
Arapların cahilleri de aynen bunlara mukabele ettiler ve şu hadisi uydurdular:
"Allah kızdığında vahyi Farsça, razı olduğunda Arapça indirir." Bu
konuda uydurulan hadislerden bir tanesi de şudur: "Allah'ın en kızdığı
lisan Farsça'dır.Şeytanların lisanı Hûzîlerin lisanıdır. Cehennem ehlinin
lisanı Buharalıların lisanıdır. Cennet ehlinin lisanı İse Arapça'dır."
Kabir suali ise Süryanicedir" Bazı şehirlerin faziletlerine dair
uydurdukları hadislerden: "Cennet kapılarından dördü dünyada açılmıştır:
Birincisi Iskenderiyye. Diğerleri Askalân, Kazvîn. Cidde'nin bu şehirlere olan
üstünlüğü ise Beytullâhi'l-Harâm'ın diğer evlere üstünlüğü gibidir."
"Cennet şehirlerinden dört tanesi dünyadadır: Mekke, Medine, Beytu'l-
Makdis, Dimaşk (Şam). Cehennem şehirlerinden dört tanesi de dünyadadır:
Kostantıniyye, Taberân, yanmış olan Antakya, San'a. Tatlıgüzel suların ve
çiçekleri tohumlayan rüzgarların kaynağı Beytu'l-Makdis'teki taşın altıdır."
Bazı imamları övmek veya yermek İçin uydurdukları hadislerden: "Ümmetim
içinde Muhammed binİdrîs adında biri çıkacak. O ümmetine İblîs'ten daha
şerlidir. Ve yine ümmetim içinde Ebû Hanîfe isimli biri çıkacak. O ise
ümmetimin kandilidir."işte bunlar gibi Abbasî halifelerinin faziletine
dair, Türkleri, Habeşîleri ve zencileri yeren, Bağdad, Basra, Küfe, Merv,
Askalân, Nasîbeyn (Nusaybîn) ve Munestîr gibi bazı Mağrib şehirlerini medheden
hadisler de uydurdular. Belli tarihlerle, ilgili hadisler de uydurdular. Şu
hadis gibi: "130 yılı olunca gariblerşunlar olacaktın (Amel etmeyen) zalimin
ezberindeki Kur'an, okumayan ailenin evindeki mushaf ve kötü topluluk içindeki
sâlih zat." Bunların yanında belli senelerde ve aylarda çeşitli
hadiselerin meydana geleceğini haber veren pekçok mevzu hadis de vardır. Şu yıl
geldiğinde şu olacak', 'şu ay geldiğinde şu hadise meydana gelecek' gibi.
insanlara vaaz edip onlara ahiret
yurdunu hatırlatmak dinimizce arzulanan bir iştir. Nefisleriıslah için buna
İhtiyaç vardır: "Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda
verir."[105][105]Vaaz
verecek insanın bilgili, tefsir, hadis, fıkıh ve salihîerin zahidlerin
hikayelerini, selefin başından geçenleri iyi bilmesi yanında takva, vera ve
zühd sahibi olması, ayrıca vaaz meclîslerinde neyi söyleyip neyi söylememesi
gerektiğini bilen biri olması gerekir. Eğer böyle olursa vaazı raydalı olur,
kalplerde etki bırakır, gönülleri yumuşatıp nüfuz eder, insanlara Öğretir ve
ufuklarını açar. Nitekim efendimiz Ömer zamanındaki Mekke kadısı Amr bin Ubeyd
(v. 68) böyleydi. Dininin sağlamlığı ve yaşantısının güzelliğiyle meşhur idi.
Çok güzel, belîğkonuşur, sahâbî Abdullah bin Ömer onun sohbet halkasına
oturur, konuşmasından ve ihlasından etkilenerek ağlardı.Fakat üzücüdür ki
öteden beri vaizlerin kahir ekseriyeti bu nezîh sıfatlardan uzaktır. Çoğunun
ilmi az, bazılarının ise hem aklı hem de dinî bilgisi azdır. Gayeleri cemaattan
kendileri için toplanacak paracıklardır. Böyle olunca da, tek gayeleri acaip
haberleri, aslı olmayan geçmişe dair korkunç harikulade şeyleri anlatmaktır.
Bunlar dinleyenleri dehşete düşürür, ağızları açık, kulakları dikile kalır. Bu asılsız
hikâyeler zayıf kimselerin akıllarıyla oynar, kafasızların göz yaşlarını
döktürür ve kalplerini hüzne boğar. Bu tür vaazların gayesi ahireti hatırlatıp
insanlarıbilgilendirmek değil, insanları toplayıp akıllarını İyice
yufkalaştırmaktır.Bu vaizlerden bir kısmı, duyulmamışrivayetlerle, acaip hikayelerle
halkı kendilerine çekmek için asılsız, yalan hadisler uydurmuşlardır. Böyle
yapmalarına rağmen, bu vaizlerin bir kısmıanlatılamayacak kadar terbiyesiz,
izah edilemeyecek kadar utanmaz idi. İftira edip uydurduklarının yalan
olduğunu bile bile bu belaları ve musibetleri ortaya dökmüşlerdir.
Rasûlullah'a[sav) dolayısıyla Allah'ın dinine iftira ettiklerinden dolayı
rabbim izin(cc) katında bunların azapları ve hesapları çok şedîd olacaktır. Bu
sebeple bazı âlimler bu tür vaizleri tekfire kadar İşi .götürmüşlerdir:
"Uydurduğu yalanı Allah'a isnad edenden daha zalim kim olabilir." [106][106]Kıssacıların
uydurdukları mevzu hadislerden bazı örnekler sunuyorum:"Allah, lâ ilahe
illellâh diyenin her kelimesinden, gagası altından, tüyleri mercandan olan...
bir kuş yaratır.". Bu tek hadis yirmi sayfa kadar sürüyor. "Cennette
bir ağaç vardır. Yukarısından güzel elbiseler çıkar. Altından da altın, İnci
ve yakuttan semeri olan, büyük ve küçük abdest bozmayan, kanatlı atlar çıkar.
Bunların üzerine Allah'ın veli kulları biner ve onları diledikleri yerlere
uçururlar..."Allah'ın Umâre adlı yakut taşlarından, uzunluğu gözün görebildiği
uzaklık miktarınca olan bir ata binmiş bir meleği vardır. Bu melek şehirleri
dolaşır ve çarşılarda durup şöyle seslenir: Dikkat! Şu malın fiyatı artsın.
Dikkat! Şu malın fiyatı ucuzlasın."Büyük abdest veya küçük abdestin akıp
gittiği yere düşmüş bir lokmayı alan ve onu yıkayıp yiyen mağfiret olunur
"600 yılından sonra doğanlara Allah'ın İhtiyacı yoktur." Bu
kıssacılardan bazısı hayret edilecek derecede küstahlık ve yalancılıkta yüzsüz
ve son derece cesaretlidir. Hafız lbn Hibbân'in. Ma'rifetu'l Mecruhin adlı.
eserinde bu konuda aktardığı haberler az değildir.Allah ona rahmet etsin, bu
eserde aktardıklarından biri de şudur: "Rakka ile Harran arasında bulunan
Bâcervân şehrindeki Merkez Camii'ne girdim. Namazı bitirince cemaattan bir
genç ayağa kalktı ve "Ebû Halîfe bize Ebû'l Velîd, Şu'be, Katâde, Enes
tarikiyle rivayet etti: Rasûlullah(sav) şöyle buyurdular:"Her kim bir
müslümanın ihtiyacınıkarşılarsa, Allah ona şu ecri verir..." deyip uzun
süren bir hadis zikretti. Sözünü bitirince yanıma çağırdım ve 'Bu.hadisi kimden
aldın?' diye sordum. 'Berdea ailesinden aldım' dedi. 'Peki Basra'ya hiç gittin
mi?' diye sordum. 'Hayır' deyince, 'Peki Ebû Halîfe'yi hiç gördün mü?' dedim.
Yine 'hayır' dedi. 'Nasıl oluyor da görmediğin kimseden rivayet ediyorsun'
dediğimde ise şöyle dedi: 'Bizimle münakaşa etmek mürüvvet noksanlığından
kaynaklanır. Ben sadece bu İsnadı bilirim. Duyduğum her hadisi bu isnada ekler
ve rivayet ederim.' Böyle deyince kalkıp yanından ayrıldım."[107][107]Ben
de diyorum ki, muhtemelen lbn Hibbân onu inkar etmeden, etrafındaki halktan
çekinerek kalktı ve bu yalancı kıssacıyıterketti. Çünkü, etrafındaki halk
yalancı, cahil ve iftiracı olmasına rağmen, lbn Hıbbân'ın karşı çıkması' ve
inkar etmesi durumunda onun yardımına koşarlardı. Bu sebeple îbn Hibbân’ın
susmasının tek sebebi halktan çekinmişolmasıdır. Bu pek çok büyük âlimin başına
gelmiş bir olaydır. Seviyesiz halktan çekindikleri için yalancıların yanında
sükût etmek zorunda kalmışlardır.Hafız ez'Zehebî'nİn Mizânu'l İtidal kitabında
Esîd bin Zeyd el-Cemmâl (el-Kûfî)'nin terceme-i hali anlatılırken şöyle denir:"îbn
Main 'yalancıdır', Îbn Hibbân da 'sika kimselerden münker hadisler rivayet
eder. Başkalarının hadislerini çalıp kendisine mal eder' demiştir. Abbas
ed-Dûrî Yahya bin Maîn'den şöyle dediğini rivayet eder: 'Yanına gitmek için
(Bağdâd'daki) Kerh mahallesine gittim. Ona ayakkabıcılar çarşısında rastladım.
'Ey yalancı demek istedim ancak ayakkabıcıların usturalarından korktum."[108][108]Yine
Mizânu'l İtidâl’de Muhammed bin Abdi'bin Amir es-Semerkandî'nin terceme-i
halinde şöyle denir: "300 yılı civarında yaşadı. Hadis uydurmakla tanınır,
ed-Dârekutnî 'yalan söylüyor ve hadis uyduruyordu' demiştir.Ca'fer bin
el-Haccâc el-Mevsılî de der ki: Muhammed bin Abd, Musul'a gelip münker hadisler
rivayet edince, hocalardan bir grup toplanıp rivayetlerini reddetmek için ona
gittik. Bir de baktık ki, muhaddisler ve halktan oluşmuş kalabalık bir cemaat
içinde. Uzaktan bizi görünce niçin geldiğimizi anladı.ve (mevzu bir rivayet
uydurup) şöyle dedi: Kuteybe; îbn Lehîa, Ebû'z Zübeyr, Câbir tarikiyle
Rasûlullah'tan(sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti: 'Kur'an Allah'ın
kelâmıdır, mahluk değildir.' Halktan çekinerek üzerine gitmeye cesaret edemedik
ve gerisin geri döndük."[109][109]imam
Ebû Muhammed bin Hazm, el-Fısel adlı kitabında aktarır: Kendisi 407 yılında
Meriyye şehrinde iken Muhammed bin İsa es-Sûfî el-ilbîrî de şehirdeydi. Bu zat
çok ibadet eden, dünyada azla yetinen, güzel konuşan bir vaizdi. Bununla beraber
atan tutan, doğru söyledikleri az, hataları çok biriydi. Ebû Muhammed bu vaizi
bir keresinde şöyle derken dinlemiş: 'Nebî [sav]'e malının zekatınıvermek farz
değildi. Çünkü o (Allah'in) köle(si) olarak peygamber olmayı tercih etti.
Köleye ise zekat yoktur. Bundan dolayı peygamber miras bırakmadı, varis de olmadı.'Ebû
Muhammed diyor ki: 'İtiraz etmekten geri durdum. Çünkü halk yanındaydı. Onların
şamata edip batılı destekleyerek galeyana gelmesinden çekindim. Yanımda da
sadece Yahya bin Abdilkebîr bin Vâfid vardı. Beraber gelmiştik. Kabul etmeye
etmeye sözlerini dinliyorduk.'[110][110]Kassacıların
Rasûlullah'ın(sav) lisanıyla yalanları ve uydurma hadisleri çoktur. Mevzuat
kitapları bunların uydurdukları İle doludur. Bunları açıklamak için pek çok
âlim eser yazmıştır. Üstad îbn Teymİyye bunlardan biri olup, eseri Ehâdîsul
Kussâs'dır. Hafız Irâkî'nin de el-Bâis ale'l Halâse min Havadisi'I Kussâs'ı,
Hafız es-Suyûtî'nin de Tahzîru'l Havas min Ekâzîbi'l Kussâs'ı vardır. *
Alimler arasında görüşlerde ve
mezheplerde ihtilafların olması kaçınılmaz bir durumdur, insanın fıtratında bu
zaten vardır. Ayrıca delillerin kendilerinden de; anlama, sübût, kabul etme,
reddetme, tahsis, nesh, takyîd, mutlaktık... gibi yönleriyle bu durum ortaca
çıkmaktadır. Önceki alimler ihtilafın sebeplerini açıklayıp, nereden
kaynaklandığinı ve buna sebep olan hususları açıklamışlardır. İmam îbnu's
Seyyid el-Batalyûsî ilginç kitabıet-Tenbîh ale'l Esbâbil’letî Ecvebeti'l
İhtilâf beyne'l Müslimîn'de, İmam lbn Teymiyye faydalı ve sağlam kitabı Refu'l
Melâm ani'I Eimmeti'l E'lâm'da, AllameŞeyh Veliyyullah ed-Dihlevî faydalı eseri
el-lnsâf fî Beyâni Esbâbi’l İhtilâf da açıkladığı gibi. îmam îbnu's Seyyid
mezkûr kitabının mukaddimesinde şunu açıklamıştır:"İnsanların hak içinde
ihtilaf etmeleri bizatihi hakkın kendisinde ihtilaf edilmesini gerektirmez.
Çünkü hakka ulaştıran yollar ile mürekkeb kıyaslar [111][111]farklı
farklıdır. Fakat hak aslında bir tanedir."[112][112]Mezheplerin,
ictihadların, görüşlerin ve benimsenen fikirlerin birden fazla olması
durumunda, bu mezheplere müntesip olanlar arasında akılları kıt, ilimleri az,
cahil, sorumluluk duyguları zayıf kimseler her zaman bulunur. Bunlar sırf
şeytan adına bazı mezhepleri desteklemek, görüşleri teyid etmek için bir takım
görüşleri ve ictihadlarıdestekleyen, bunlara aykırı görüşleri ve ictihadları
reddeden hadisler uydurmuşlardır. Böyle birşey vuku bulduğunda bu mezhep için
bir ayıp veya kınanacak bir durum değildir. Ayıp ve kınanmaya maruz kalacak
olan, sorumluluk perdesini yırtmış, dini zayıf bu yalancıdır. Çünkü yalancı
kimsedir uyduran ve yeni birşey çıkaran. Mezhep ve mezhep imamı ona birşey emretmemiş
veya böyle yapmaya çağırmamıştır. Çünkü mezhep imamı., nasslara tabî olarak
ortaya koyduğu hükmü çıkarmıştır. Kendi ictihadı ona nasslardan bu şekilde bir
hüküm çıkarttılmıştır. Bu yalan hadisler onların istifade ettikleri nasslardan
asla değildir. Uyduran sahtekar için söz konusu olan bir durumu, falanca
mezhep hadis uydurmuştur dîye değerlendirmek doğru olmaz:Suçu işleyen bir
başkasıCezayı çekense benim Pişman olanın ısırdığı Masum parmağı gibiyim
Uydurma, mezhebin varlığından kaynaklanıyor, mezhep uydurmanın sebebidir
denemeyeceği gibi buna benzer başka birşey de söylenemez. Çünkü mezhep ehil
olanından sadır olan bir ictihaddır, meşrudur ve buna izin verilmiştir. Bilakis
müctehid bunu yapmakla mükelleftir. Müctehidi hadis uydurdu diye düşünmek,
hulefâ~i râşidîni de(ra) hadisleri mesela kendilerinin faziletiyle ilgili
yalancıların uydurmuşoldukları hadisleri onlar uydurmuşladır diye kabul
etmemize götürür. Oysa onlar ve muteber mezhep imamları bu denâetten
münezzehtir.Yalancılar çeşitli konularda hadisler uydurmuşlardır. Uydurdukları
hadisleri seran sahih sabit çeşitli dini konularla ilgili meselelere
yaymışlardır. Bu hadisler kendileriyle ilgili uydurulduğu için bu meselelerle
ilgili bir eksiklik veya kusur düşünülebilir mi? Buna dikkat ediniz!
Yanlışların ve karıştırmaların kuyusuna düşmeyiniz. Allah(cc) beni ve sizleri
bundan korusun.Uydurdukları hadislerden bir kısmıKur'an-i Kerîm'in durumu ve
Mutezilenin ortaya çıkardığı fitne halku'l Kur'an (Kur'an'ın mahluk olup
olmaması) meselesi diye tanınan konuyla ilgilidir. Şu hadisler gibi:
"Kur'an mahluktur diyen kafir olmuştur." "Allah ve Kur'an
dışında, göklerde ve yerdeki herkes ve bu ikisi arasındaki herşey mahluktur.
Ümmetimden bir topluluk Kur'an mahluktur diyecektir. Bunu diyen yüce Allah'ı
inkar etmiş olur ve dediği an hanımı kendisinden boşolur..."Uydurdukları
hadislerden bir kısmı da tazı fıkhı meselelerle ilgilidir. Şu hadisler gibi:
"Mazmaza (ağza su vermek) ve iştinşak (burna su vermek) cünub için üç kere
yapılması farzdır." "Cibril. Ka'be'nİn yanında bana İmam oldu ve
bismillahirrahmanirrahim'i cehrî okudu." "Rükûya giderken ve rükûdan
kalkarken ellerini kaldıranın namazıolmamıştır."Hafız İbn.Hacer'in
Lisânü'l Mizân'ında uydurucu, yalancıMuhammed bin Ukkâşe el-Kirmânî'nin terceme-İ
halinde şöyle denir:"Güzel görünüşlüydü. Çok ağlardı ye bununla
anlatılırdı. Muhammed bin Abdurrahman daşöyle dedi: 'Kur'an okurken ağlar, kalp
atışlarını duyardım. En güzel sesli insanlardan birisiydi.' Ebû îshak Ahmed
bin Muhammed bin Yûnus da şunu demiştir: 'Batıl hadisler rivayet ederdi. Bana
gelen habere göre, Kirmân'da cumaya gelmiş. İmam bir âyet okuyunca bir sayha
atıp oracıkta vefat etmiş.' îbn Asâkir de der ki: '225 yılında sağ idi.
el-Hâkim de der ki: 'Bana ulaştığına göre Allah rızası için hadis uyduranlardan
biriydi. Kendisine bir topluluğun rükûa giderken ve rükûdan kalkarken ellerini
kaldırdığı söylenince, şöyle dedi: el-Müseyyeb bin Vâdıh, Abdullah bin
el-Mübârek, Yûnus bin Yezîd, ez-Zühr.î, Salim,bin Abdillah bin Ömer, babasıtarikiyle
RasûlulIah'tan(sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti: 'Rükûa giderken ellerini
kaldıranın namazıolmamıştır.'Bu (yalan olması yanında) en kötü yalanlardan
birisidir. [113][113]Çünkü
bu senedle ez-Zührî'den gelen bir rivayet rükûa giderken ve rükûdan kalkarken
ellerin kaldırılacağını isbat etme hususunda kesinlik arz eder seviyededir. Bu
hadis Muvatta'da ve diğer hadis kitaplarında vardır. Ellerin kaldırılması,
kendisi İçin delil getirilmesine İhtiyaç olmayacak kadar sağlamdır."[114][114]Tehzîbu't
Tekzîb ‘te İmam eş-Şafii’nin(ra) hadis aldığı hocalarından olan, rivayetleri
terk edilmiş yalancı ibrahim bin Muhammed bin Yahya el-Eslemî el-Medenî'nin
terceme-i halinde şöyle denir:"el-Bezzâr 'hadis uyduruyordu' demiştir.
Kendisine çeşitli sözler getiriliyor, o da bunlara sened uyduruyordu. Kaderi
idi. eş-Şafiî'nin hadis hocalarından idi.İşte bu bize çok ağır geldi."[115][115]Ümmetin
fırkalara ayrılmasıyla ilgili uydurdukları hadislerden: "Ümmetim yetmiş
küsur fırkaya ayrılacak. Zındıklar fırkası hariç tüm fırkalar cennettedir."
"Allah yetmiş peygamberin diliyle dört gruba lanet etmiştir: Kaderiyye,
Cehmiyye, Mürcie ve Râfızîler..." "Kaderiyye, Mürcie, .Râfızîler,
Haricîlerden tevhidin dörtte biri çekilip alınır. Ebedî cehennemde kalacak kafirler
olarak Allah'a varırlar." "Her ümmetin bir yahudi topluluğu vardır.
benim ümmetimin Yahudileri de Mürciedir."
İbadet, zühd ve salâh ehli pekçok
cahil, Allah Teâlâ'nın ması ve kendi iddialarına göre dine hizmet etmek,
insanları hayırlı işlere sevk edip serleri işlemekten sakındırmak gayesiyle bu
haram ve fasîd yolu benimsemişler, hayra teşvik ve kötülüklerden sakmdırmakla
ilgili hadisler uydurma hatâsına düşmüşlerdi. Bazılarına bu yaptıkları
reddedilip kendilerine peygamberini "Kim benim adıma bilerek yalan
uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın" hadisi hatırlatılınca,şöyle
demişlerdir: "Biz onun lehine hadis uyduruyoruz, aleyhine değil." [116][116]
Onların bunu söylemeleri dinlerinin son derece zayıf, kendilerinin çok gafil
ve akıllarının kıt olması sebebiyledir.Hadis uydurucularınin bu kesimi, en
tehlikeli, ve en zararlı olanlarıdır. Çünkü salih, zahid ve İbadet ehli olarak
göründüklerinden, konuşmalarında Rasûlullah'tan[savl hadis diye aktardıkları
sözler halk tarafından kabul edilip benimsenir. Çünkü halk yalan
söyleyeceklerini düşünmez ve böyle birşey ummaz.Bu gafil, cahil ve yalancı
kimselerin akıllarına, hayra teşvik şerden sakındırmak için hadis
uydurduklarında, yaptıklarıyla İslâm'a hizmet ettikleri, hayırlı bir iş
yaptıkları, sevap kazandıkları ve Allah(cc) katında takdir edildikleri
düşüncesi yerleşmiştir.Hafız es-Suyûtî, Tedrîbu'r Râvi’de mevzu hadis
bahsinde, Allah rızası için uydurulan hadisler bölümünde şöyle der: "Allah
rızası için uydurulan hadislere misallerden: el-Hâkim Ebû Ammâr, el-Mervezî'ye
varan senediyle rivayet etmiştir: (Merv kadısı) Ebû İsme Nuh bin Ebî Meryem'e
'îkrime vasıtasıyla İbn Abbas'tan, Kur'an'daki tek tek tüm surelerin
faziletleriyle ilgili rivayeti nereden aldın? Oysa bunlar İkrime'nin
talebelerinde yok' diye sorulur. Şöyle cevap verir: 'İnsanların Kur'an'dan yüz
çevirip Ebû Hanîfe'nin fıkhı ile İbn îshâk'ın el-Megâzî'siyle meşgul
olduklarını görünce Allah rızası için bu hadisi uydurdum."[117][117]Hafız
ez-Zehebî, Mîzânul î'tidâl'de Nûh bin Ebî Meryem'in terceme-i halinde mevzu ve
iftira ettiği hadislerden olarak şu hadisi nakleder:"Kim Kur'an'm tamamını
hatasız okursa, her harfine kırk sevap vardır. Kim de bir kısmını doğru, bir
kısmını hatalı okursa her harfine yirmi sevap vardır. Kim de hepsini hatalı
okursa her harfine on sevap vardır."[118][118]
Hafız es-Suyûtî de Tedrîbu'r Râvi’de
mevzu hadis bahsinde, Allah(cc) rızası için uydurulan hadisler bölümünde şöyle
der: "İbn Hibbân ed-Duafâ'da ibn Mehdî'den şöyle dediğini rivayet eder;
Meysere bin Abdirabbih'e dedim ki: 'Şanu okuyana şu kadar sevap vardır
şeklindeki hadisleri nereden aldın Şöyle cevap verdi: 'Onlara teşvik İçin
uydurdum."[119][119]Aynı
zatın Mîzânu’l İ’tidâl deki terceme-i halinde şöyle geçer: "Ebû Zur'a
dedi ki: Kazvîn'in faziletleriyle ilgili kırk hadis uydurdu. Hem de 'ben bundan
ecir bekliyorum' derdi."[120][120]Gulâmu
Halîl de zühd ehli, dünya isteklerinden uzak bir zattı. [121][121]Vefat
ettiğinde Bağdâd çarşıları hep kapatıldı. Bununla beraber hadis uyduran biriydi.
Vefatı anında kendisine "Allah'ın sana çok güzel muamelede bulunacağını
düşün" tavsiyesinde bulunuldu. "Nasıl böyle düşünebilirim ki"
dedi "Ali'nin faziletine dair 70 hadis uydurdum."[122][122]Yine
Hafız es-Suyûtî, Tedrîbu'r Râvi’de mevzu hadis bahsinde, zühd ve ibadet ehli
kimselerce Allah(cc) rızası için uydurulan hadisler bölümündeşöyle der:
"Ebû Dâvûd en-Nehaî (Süleyman bin Amr el-Bağdâdî) gece en çok ibadet eden,
gündüzleri de en çok oruç tutan kişiydi. Bununla beraber hadis uyduruyordu."[123][123]Mîzânul
İ’tidâl'de terceme-i hali anlatılırkenşöyle denir: "îbn Adiy dedi ki:
Alimler Sufyân bin Amr'in hadis uydurduğunda icma etmişlerdir. îbn Hibbân da
'Zahirde salih bir zattı ancak hadis uyduruyordu. Kaderi idi', el-Hâkim de
'Dünyadan elini eteğini çekmesine ve çok ibadet etmesine rağmen hadis
uydurduğunda şüphem yok demiştir. Ebû'l Velîd deŞerîk'i şöyle derken işittim
demiştir: 'Amcamız oğlundan (Süleyman bin Amr'ıkastediyor) gördüğümüz hal
Rasûlullah(sav) adına yalan uydurduğudur."[124][124]Keza
Hafız es-Suyûtî, Tedrîbu'r Râvi’de mevzu hadis bahsinde, sünneti savunan
taassub ehli kimselerce sünnet düşmanlarına karşı uydurulan mevzu hadisler
bölümünde şunu der: "îbn Hibbân şöyle demiştir: 'Fakih Ebû Bişr Ahmed bin
Muhammed el-Mervezî, kendi zamanında sünnete karşı gelenlere karşı en katı olan
ve onu en çok savunan ve müsamaha göstermeyenlerden biriydi. Böyle olmasına
rağmen hadis uyduruyordu.' İbnu Adiy de şöyle demiştir: 'Vehb bin Hafs
(el-Harrânî) salih zevattan idî. Yirmi yıl kimseyle dünya kelamı konuşmadı,
fakat fahiş yalan hadisler uydururdu."[125][125]
Allah(cc) rızası için, halkın
kalplerini yumuşatmak, hayra teşvik için hadis uyduran kimselerden biri olan
Gulâmu Halîl (az yukarıda zikri geçen Ahmed bin Muhammed bin Galib el-Bâhilî)
zahid, dünya ve onun isteklerinden uzak, kendini ibadet ve takvaya vermiş,
halk tarafından sevilen bir insandı. Hatta vefat ettiği gün üzüntüden
Bağdâd'daki içinde Basra'ya götürüldü. Medînetu's Selâm'm (Bağdâd'ın)
çarşılarının kapıları kapatıldı. Erkekler, kadınlar, çocuklar cenazesinde
bulunup namazını kılmak için koştular. Çabucak kılınıp götürüldüğünden
bazıları yetişti, bazıları da kaçırdı. Basra'da defnedildi ve kabri üzerine
bir kubbe yapıldı. Yiyecek olarak sadece bakla yerdi' demiştir."[126][126]İşte
bunlar salih, Allah rızasını uman olarak gözüken ama hadis uyduranların bir
kısmıdır. Bu insanlar yaptıklarını gafletle yapmadılar, sevap umarak yaptılar.
Uydurdukları hadisler sebebiyle dalâlet topluluğu olarak değerlendirilmeleri
daha uygundur.Salihlerden bir topluluk daha vardır. Bunlar kendilerine
benzeyenler hakkında "salihlerin gafleti kendisine bulaşmış" denilen
kimselerdir. Cahildirler, aptaldırlar, akılları yoktur, uyanık değillerdir ve
öğrendiklerinin sıhhatini tedkîke önem vermezler. Bundan dolayı yalan rivayetler,
farkında olmadan dillerinde dolaşıyordu. Çünkü işittikleri herşeyi tasdik edip
onaylayıp bunu Rasûlullah'tan(sav) rivayet ediyorlardı. Oysa bu rivayetleri
gerçekte Nebinin(sav) hadisleri olmayabiliyor da. Fakat salih, ibadet ve zühd
ehli olmalarından dolayı rivayetleri kabul edilip alınıyordu. Münekkid hadis
imamlarının bu gibi kimselerle İlgili sözleri variddir. Müslim, Sahîh'inin
mukaddimesinde rivayet eder: "Abdullah bin el-Mübârek'ten: Sufyânu's
Sevrî'ye dedim ki: 'Abbâd bin Kesîr'in (Abid el-Basrî, Mekke'de ikamet etmişbir
zat. 150 civarında vefat etti) halini (salih ve abid bir kişi olduğunu) [127][127]biliyorsun.
Hadis rivayet ettiğinde asılsız şeyler atıyor, insanları, ondan hadis almayın
diye uyarmak istiyorum, ne dersiniz?' Suryân 'uygun olur' dedi. Abdullah diyor
ki: '(Bundan sonra) bir mecliste oturduğumda, Abbâd zikredilirse dinî
yaşantısını över fakat ondan hadis almayın derdim."[128][128]Mîzânu'l
î'tidâl'de Abbâd bin Kesîr'in terceme-i halinde geçer: "îbnu'l Mübarek
şöyle demiştir: 'Gördüklerim içinde, çeşitli hayırlarda Abbâd bin Kesîr'den
daha faziletli bir kimse bilmiyorum. Fakat rivayet ettiği hadislere gelirse,
bunlar hiçbir şey değildir." Daha sonra Hafız ez-Zehebî, terceme-i halinde
onun münker ve mevzu hadislerinden büyük bir demet sunar. Bunlardan biri de şu
sözüdür: Nafi' vasıtasıyla Ibn Ömer'den; İbn Ömer Rasûlullah'a(sav) izafe
ederek şöyle demiştir: 'Lâ iİâ illallah deyip (lâ derken) sesini uzatanı
Allah, Celâl yurduna yerleştirir.' Ona'Celâl yurdu nedir?' diye sordular. Şöyle
cevap verdi: 'Kendisini onunla isimlendirdiği yurddur.' (Nitekim âyette
geçer):.'Celâl ve ikram sahibi.'[129][129]Ayrıca
ona kendi zatına bakmak rızkını ihsan eder." Bu seter 'bundan daha büyük
mutluluk olmaz ki? Bundan sonraki hayat (böyle bir şerefe nail olduktan sonra)
kimsenin umurunda olur mu?' diye sordular. O da şöyle dedi: '(Öyle diyorsunuz
ama) ahir zamanda bir topluluk olacak ki, bu ve benzeri şeyleri inkar
edecekler. Allah kıyamet günü bunlarıalemlerde hiç kimseyi azaplandırmadığı
bir azapla cezalandıracaktır.' Şu sözü de böyledir: el-Hasan vasıtasıyla
Enes'ten; Rasûlullah(sav) şöyle buyurdular: 'Kişi orucum, namazım veya haccım
sebebiyle insanlar hep beni konuşuyor diye düşünse Allah'ı inkar etmiş olur.'
Şu sözü de böyledir: Ebû İshâk; eş-Şa'bî, el-Hâris tarikiyle Ali'den şöyle
dediğini bana nakletti: 'Bir bedevi Nebî'ye(sav) geldi ve şöyle sordu: "Yâ
Rasûlallah! İnsanların birbirlerine şöyle dediğini duyuyorum: 'Allah sana
hayrını versin. Bu hayır nedir?" Rasûlullah: "-Bunu senden önce kimse
bana sormadı."Cibrîl geldiğinde Rasûlullah(sav) ona bunu sordu. Cibrîl de
şöyle dedi:
"Evet Bu cennette Hayr adlı bir
bahçedir. Uzunluğu bir yıllık, genişliği de yetmiş yıllık mesafedir. Kırmızı
yakuttandır ve ortasında nehir vardır..."[130][130]Müslim
de Sahih’in mukaddimesinde rivayet eder:Yahya bin Saîd el-Kattân şöyle
demiştir: "Salihlerin, hadislerde olduğu kadar başka bir şeyde yalan
söylediklerini görmedik." Müslim de der ki: "Yalan söylemek
kasıtları olmadığı halde yalan onların dillerinde dolaşır demek istiyor."[131][131]Müslim
daha sonra Eyyûb es-Sehtiyânî el-Basrî'den şöyle dediğini rivayet eder:
"Bir komşum var" dedi. Sonra onun faziletini zikretti. "Ama
yanımda iki hurma için şahitlik yapsa şahitliğini caiz görmem diye de
ekledi." Müslim daha sonra da Abdullah bin el-Mübârek'ten şöyle dediğini
rivayet eder: "(önceleri) cennete girmekle Abdullah bin el-Muharrer'i
(el-Cezerî er-Rakkî, Rakka kadısı) görmek arasında muhayyer bırakılsaydım, onu
görüp öyle cennete girmeyi tercih ederdim. Onu gördükten sonra ise davar
pisliği bana daha sevimliydi."[132][132]Hafız
ez-Zehebî, Mîzânu'l İ’tidâl'de Abdullah bin Muharrerin terceme-i halinde
nakleder: "Ibn Hibbân şöyle dedi: 'Allah'ın hayırlı kullarındandı. Ancak
bilmeden yalan rivayette bulunuyordu- Anlamadan rivayetleri birbirine
kanştırıyordu. el-Mansûr tarafından Rakka valiliğine getirildi.' Hilâl bin
el-Alâ' da şöyle demiştir: 'Ebû Ca'fer onu Rakka kadılığına getirdi.' Ibn Maîn
de 'sika değildir' demiştir." ez-Zehebî daha sonra onun batıl ve münker hadislerinden
bir demet nakleder:"Katâde vasıtasıyla Enes'ten: Nebi(sav) secde eden bir
adam gördü. Secdede saçını şuşekilde çekiyor, topraktan tozlanmasın diye
topluyordu Rasûlullah da(sav)şöyle buyurdu: 'Allahım saçlarını çirkinleştir.' O
an saçları döküldü."[133][133]
Her donem ve herşehirde sorumluluk
duygusunu kaybetmiş, dinî hayatlarında gevşeklik ve zayıflık olan, dünyayı
seven, dünyayı dinlerine tercih eden, kralların ve idarecilerin mallarına tamah
eden ve onlara yakın olmak isteyenler bulunur. Bunu temin için onlara batıl
şeylerle yağ çekerler. Sorumluluk duygularının azlığıyla orantılıolarak,
üsttekilere zulümlerini, eğlencelerini, meskenet veya fesat durumunlarmı
destekleyen şer'î nasslar sunarlar. İlim ehli olarak gözüken bu kısım, ümmetin
bünyesinde korkunç bir hastalık, büyük bir beladır. Bu tip insanlardan uzak
olan ümmet veya cemaatlar azdır. Hafız es-Suyûtî, Tedrîbu'r Râvi’deşöyle der:
"el-Hâkim senediyle beraber (el-Mehdî'nin veziri) Ebû Ubeydillah'tanşöyle
dediğini nakleder: el-Mehdî der ki: 'Mukâtil'in[134][134]
bana ne dediğini görüyor musun? 'istersen sana Abbas'la ilgili hadisler
uydurayım' diyor. Ben ise bunlara ihtiyacım yok, dedim."[135][135]Sultanlara
yağ çekmek için hadis uydurduğu bilinenlerden birisi de Gıyâs bin Ibrâhîm bin
Talk bin Muâviye en-Nehaî'dir. Halife el-Mehdî'den birşeyler koparmaya
çalışırdı. el-Mehdî'nin eğlence veya uygun olmayan türden bir işini görünce
hemen onu desteklemeye atılırdı.[136][136]Rical,
usûl ve mevzuat kitaplarının pek çoğunda [137][137]zikredilmiştir:
(Gıyâs bin İbrahim en-Nehaî) Abbasî halifesi el-Mehdî'nin huzuruna çıkarılır.
el-Mehdî güvercinleri sevip onlardan hoşlanan bir zattı,önünde oynaştığı bir
güvercin vardı. Gıyâs'a 'Müminlerin emirine hadis rivayetinde bulun' denince
Ebû Hureyre'den bir hadis rivayet eder: 'Kazanana hediye verilen müsabaka
sadece develerle, oklarla ve atlarla yapılır.' Gıyâs buna bir de 'kanatlılarla'
ifadesini ekler. el-Mehdî ona onbin dirhem verilmesini emreder. Kalkıp çıkarken
ona şöyle der: "Yemin ederim ki senin o kafan Rasûlullah(sav) adına yalan
uyduran bir kafadır. Ne yazık ki buna ben sebep oldum." Hemen güvercinin
kesilmesini emreder ve emri yerine getirilir.[138][138]Bu
ve diğer yağcı uydurucuların misalleri çoktur. Onları anıp meseleyi uzatacak
değilim. Dünyevî istekler için uyduranların uydurdukları hadislerden:
"Râsûlüllah(sav) Kur'an dersi vermenin ve ezan okumanın ücretle
yapılmasını nehyetti. Kim böyle yaparsaAllah'ın, meleklerin ve tüm insanların
laneti ona olsun."Muallimler insanların en hayırlılarıdır.İlmi eskidikçe
tazelerler. Hürmet edin ancak ücret vererek onlari zora sokmayın. Çünkü
muallim çocuğa 'bismillahirrahmanirrahîm de' söylediğinde, çocuk da
'bismillahirrahman irrahîm' deyince, Allah çocuk, ebeveyni ve muallimi için
cehenemden âzad olduklarına dair birer ahidname yazar."
"Dokumacılarla ve muallimlerle
istişare etmeyin. Çünkü Allah onların akıllarını almış,kazançlarından bereketi
kaldırmıştır."Râsûlüllahk(sav) muallim Mirdâs'ın yanına uğradı. Ona 'Çocuklardan
odun ve pide alma. Allah'ın kitabını bir karşılık alma şartı koşarak
Öğretmekten sakın' diye buyurdu."Hadîs uydurmaya sebep olan başka hususlar
da vardır: Bazı ravilerin arkadaşlarını ve dostlarını kendisinden dinleyip almaları
için, hadise teşvîk etmek kasdıyla uydurmaları gibi. İbn Ebî Habîbe, Hammâd
en-Nasîbî, Behlûl bin Ubeyd, Esram bin Havşeb bu günaha düşmüşlerdir Keza, bazı
İfsad edici sapıkların bir muhaddisin hadislerini ifsad edip, oniın tarikiyle
yalan hadisler yayma çabaları da bunun gibidir. Bunlar yaşlı, hafızası veya
gözleri zayıflamış bazı ravilerîn, dostluk veya akrabalığından istifade ederek
gaflet anlarını kollarlar ve onun adına hadisler uydurup, o raviye hiç hissettirmeden
kağıtlarının ve kitaplarının arasına katıştırırlar. Böyle birşey Hammâd bin
Seleme'nin başına gelmiş, Üvey oğlu Abdulkerîm bin Ebi'l Avca eliyle bu
musibete uğramıştır: Abdulkerîm haberi olmadan onun kitaplarına asılsız
hadisler katıyordu. Aynı durum başkalarının da başına gelmiştir.
Mütehassıs hadis âlimleri bid'at
düşüncelerinin ortaya çıkıp yalanların yayıldığı ilk günden beri ilmî ve dînî
vecibe olarak batıl ve mevzu hadisleri ortaya çıkarmak, bozucu ve yalancıları
faş etmek, yüzlerindeki perdeleri yırtmak, ayıplarınıortaya dökmek için
çalıştılar. Sahîh hadisleri mevzulardan, sağlamlarıkarıştırılmış olanlardan
ayırdılar. Sünnet-i mutahharanın korunması için saldırgan ve ifsad edicilere,
kin besleyenlere fırsat vermeden sert bir kale oldular. Daha önce zikri geçtiği
gibi, bu karıştırıcıların ve yalancıların sünneti ifsad etmeye çalışmalarından
korkulduğu için Abdullah bin el-Mübârek'e 'Bu uydurma hadisler ne olacak?'
diye sorulmuş, o da şöyle demiştir: 'Mütehassıslar bunun için yaşıyor: O zikri
(Kur'an'ı) biz indirdik biz ve onun koruyucusu da elbette biziz. [139][139]Allah-u
Azîmuşşân hiç şüphesiz doğru buyurmuştur. Yüce rabbim, bu ümmetin bizden önceki
dönemlerinde kaya gibi sağlam muhaddisler, münekkid hafızlar ihsan etmiştir.
Bunlara geniş ilim, hafıza, süratle anlayan zihin, geniş mütâlâa, doğruyu
öğrenmede sıkıntılara sabır, hak yol üzere sebat, sünnetin alınıp
zabtedilmesinde, tedvininde ve toplanmasındaki cefalara katlanma gücünü vermiş,
onlara destek olmuştur. Böylece bu âlimler zikri geçen §u âyeti teyid eden bir
âyet olmuşlardır: 'O zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz ve onun koruyucusu da
elbette biziz. Bu âlimler mevzu hadis ile bunları uyduranlarıtesbitte bilimsel,
sağlam ve doğru bir ilmî tenkid metoduna dayalı prensipler ortaya
koymuşlardır. Bu prensipler sayesinde, âlim olsun öğrenci olsun herkes sahih
hadisi mevzusundan ayırıp tanıyabilir- Bu prensipler insana, yalan
olanıdoğrudan, isabetli olanı batıldan, iyi ezberlenmiş olanı ihmal edilmiş
olandan ayırtıp gösterir. İşte muhaddisler hadis ilminde hiçbir ilim için nasib
olmamışbüyük bir hizmeti gerçekleştirmişlerdir. Hatta şöyle söylenmiştir:
"İlim üçtür: Olup yanmayan ilim: Nahiv ve usûl-ü fıkh ilmidir. Hem olmamış
hem de yanmamış ilim: Beyân ve tefsir ilmi. Hem olmuş hem de yanmış ilim: Bu da
hadis ilmidir." Burada 'olmak' ve 'yanmak'la kastedilen şudur: Muhaddisler
sika, zayıf ve mecruh ravilerin terceme-i halleriyle, onların isimlerinin,
neseblerinin ve şehirlerinin nasıl okunacağı ile ilgili, isimleri aynı olup
esasında farklı olan kimselerle...'ilgili eserler yazmışlardır. Nebi(sav) 'den
hadis rivayet eden sahâbîleri toplayıp beyan etmişlerdir. Sika, adil ravileti,
hafızaları zayıf ve mecruh olandan, fasid rivayetleri sahihlerinden ayırıp
açıklamışlardır. Her ravinin rivayetlerini toplayıp, hocalarını ve kendisinden
hadis alanları, dolaştığı şehirleri, rivayet ettiği hadisleri tesbit edip
saymışlardır. Raviler hakkında küçük büyük ne varsa hepsini tedkîk etmişlerdir.
Bundan doİayı hedeflenen gayeyi bile aşmışlardır, İşte bu sebeple hadis ilmi için
'hem olmuş hem de yanmış ilimdir' denmiştir.[140][140]
Hadisçiler isnadı"hadisin
metnine ulaştıran yolu haber vermek", senedi de "hadis metnine
ulaştıran yol" diye tarif etmişlerdir. Buna sened denmesinin sebebi,
hafızların hadislerin sıhhatine veya zayıflığına hükmetmek için ona
dayanmalarındandır. Bu kelimeyi kullanırken lügat mânâsını göz önünde tutmuşlardır.
Lügat itibarıyla sened, duvar vb. yaslandığın, dayandığın şey demektir.
Muhaddisler hem senedi hem de isnadı birbirlerinin yerine kullanırlar. Bununla
ne kastedildiği kullanıldığı yerdeki karinelerle anlaşılır. Önceleri isnaddan
sorulmuyordu. Fitne hadisesi vukua gelip, çekişmeler ortaya çıkıp, zındıkların
ve sünnete saldırmada onlar gibilerin zuhurundan sonra artık isnadı sormaya
başladılar. Nitekim büyük tabiî Ebû1 Âliye (Rufey' bin Mihrân er-Riyâhî
el-Basrî) şöyle demiştir: "Basra'da iken Rasûlullah'ın(sav) ashabından
gelen rivayetleri dinliyorduk fakat atlayıp Medine'ye gidip bizatihi onlardan
işitmeden razı olmuyorduk."[141][141]Yine
büyük tabiî Hişâm bin Urve de şöyle demiştir: "Biri sana hadis rivayet
edince ona kimden aldığını sor. Çünkü, insan doğruluk ve sağlamlık yönüyle
kendisinden düşük olan kimseden rivayet ediyor olabilir."[142][142]îsnad,
ümmet-i Muhammed'e has olan üstün özelliklerden birisidir. Önceki ümmetlerden
hiçbirine bu nasîb olmamıştır. îsnad, dinimizde önemli bir yere ve yüksek bir
makama sahiptir. Onun durumu, önemi ve faziletiyle ilgili olarak âlimlerin
sözleri pek çoktur, isnadın konumunu teşhis eden en güzel ve en nefis söz İmam
Abdullah bin el-Mübârek'in(ra) sözüdür. el-Hatîb el-Bağdâdî Târihu Bağdaşında,
başkalarıda [143][143]
diğer eserlerde rivayet etmişlerdir: Abdân'dan (Abdullah bin el~Mübârek'in
talebesi): Abdullah bin el-Mübârek'ten şöyle dediğini işittim: 'Benim nezdimde
isnad dindendir. [144][144]Eğer
böyle olmasaydı, isteyen dilediğini söylerdi. Fakat kendisine 'sana bu hadisi
kim nakletti?1 denilince, kalakalır.'[145][145]Abdan
diyor ki: Ibnu'l Mübarek bu sözü zındıklar ve onların uydurduklarıhadisler
sebebiyle söyledi. Yine Ibnu'l Mübarek şöyle demiştir: 'Bizim-diğer topluluk
(yani bîd'atçiler ve yalancılar) karşısında sağlam esaslarımız vardır. Bu
sözüyle isnadı kasdetmektedir. Sufyânu's Sevrî de şöyle der: 'İsnad, müminin
silahıdır. Silahı yanında olmazsa ne ile savaşacak?' el-Evzâi de der ki:
'İlmin kaybolması sadece isnadın kaybolmasıyladır.' Büyük tabiî, rau-haddis,
münekkid, seçkin insan Şu'be bin el-Haccâc Ebû Bistâm el-Vâsıtî el-Basrî de der
ki: 'içinde haddesenâ (bize tahdîs etti) ve ahberanâ (bize haber verdi)
bulunmayan her hadis sir-kedir, ottur.' Yani, isnadı olmadığından ona önem
verilmez, ucuzdur. İşte bu Şu'be, Irak'ta muhaddislerin durumunu araştıran,
zayıf ve terkedilmiş kimselerden uzaklaşan ilk kimsedir. İmam Ahmed onunla
ilgili olarak şöyle demiştir: 'O bu hususta tek bir ümmettir.' eş-Şâfiî de
'Şu'be olmasaydı Irak'ta hadis tanınıp bilinmezdi'der.
Büyük tabiî Muhammed bin Şihâb
ez-Zührî de hadis rivayet ettiğinde senedini zikreder ve şöyle derdi: 'Çatıya
merdivensiz çıkmak uygun olmaz.' Her haber ve rivayeti naklederken isnadın
gerekliliği ve ona dayanmanın zarûrîliği hususunda tabiîn ve tebeuttâbiînden
gelen.sözler çoktur. Bu sözlerin büyük bir yekûnunu "îsnad Dindendir"
adlı makalemde [146][146]
Ve faziletli İmam Abdulhay el-Leknevî'nin' el-Ecvibetu'l Fâdıla'sına olan
dipnotlarımda zikrettim. [147][147]Muhaddislerin
isnada önem vermesi, rivayetlerin kabulünde isnadın Öneminin ortaya çıkması
neticesinde tefsir, fıkıh, tarih, rical, ensâb, lügat, nahiv, edebiyat, şiir
ve hikâyeler gibi diğer îslâmî ilimlerde de haberlerin kabulünde isnad şart
koşulmaya başlandı. Hatta gafil, ahmak insanlardan gelen tek lafız, komik ve
asalak insanlarla ilgili anekdotlar bile isnadla rivayet edilir oldu. Tefsirde
dahi tek kelime isnadla rivayet edilmeye başlandı. İmam İbn Cerîr et-Taberî'nin
tefsirinde, el-Hatîb el-Bağdadî'nin et-Tatfil ve Hikâyâtu't Tufeyliyyîn’ inde,
el-Buhelâ'sında, [148][148]İbnu'l
Cevzî'nin kitapları Ahbârul Hamkâ ve'l Muğaffe-
Iin, Ahbâru'l Ezkiyâ, [149][149]
el-Lukat fî Hikâyâti's Sâlihîn ve Zemmu'l Hevâ kitaplarında olduğu gibi. îbnu'l
Cevzî'nin bu kitaplarda küçük bir cümleyi veya bir tek kelimeyi sahibinden
rivayet etmek için uzunluğu üç ve daha fazla satır süren sened zikrettiğini
görürsün. Allah(cc) ona rahmet etsin, el-Hassu alâ Hıfzı’ I ilm ve Zikri
Kibâri'l Huffâz adlı güzel eserinde, kısa tutmak ve uzatmamak gayesiyle
isnadları zikretmediği için özür diler. Seçkin hafızların bahsine dair olan
yedinci bölümde şöyle der: 'Bu kitabın gayesi ezberlemeye teşvîk olduğundan
dolayı isnadla uğraşmadım ve uzatmadım..[150][150]
Böyle demekle beraber hafızların terceme-i hallerinin kahir ekseriyetinde,
zikrettiği kimseyle ilgili haberleri sahiplerine varan senedlerle zikreder.
Size selefin bir tek kelime için bile olsa isnada verdikleri önemi göstermek
için bir misal vereyim. Meselâ "el-hîn" kelimesi. İmam Ebû Ca'fer
Muhammed bin Cerîr et-Taberî'nin tefsirinde, Bakara suresi tefsir edilirken,
şöyle denir: "Şânıyüce olan Allah Teâlâ'nın 've metâun ilâ hîn' [151][151]kelamına
gelince. Ebû Ca'fer şöyle demiştir: 'Tevil âlimleri bu âyetin tevilinde
(izahında) ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları'sizin için ölüme dek bir nasîb
vardır' mânâsında olduğunu söylemiştir. Böyle diyenlerin kimler olduğunu
zikredelim: Mûsâ bin Harun; Amr bin Hammâd tarikiyle Esbât, es-Süddî'den 've
metâun ilâ hîn' ayeti hakkında şöyle dediğini bana rivayet etti: 'Ölüme dek bir
nasîb vardır.'Yûnus; İbn Vehb, Abdurrahman bin Mehdî, Isrâîl tarikiyle İsmail es-Süddî'den
bana rivayet etti. Şöyle demiştir: İbn Abbas'tan. dinleyen kişi onun 've metâun
ilâ hîn' âyeti ile İlgili olarak şöyle dediğini bana rivayet etti: '(Hîn)
hayattır; el-Müsennâ bin îbrâhîm; Ebû Huzeyfe, Şibl, İbn Ebî Necîh tarikiyle
Mücâhid'den, onun 've metâun ilâ hîn' âyetiyle ilgili olarak şöyle dediğini
bana rivayet etti: 'Kıyamete kadar, dünyanın sonuna kadar (sizlere bir nasîb
vardır.)"Başkaları da 'ilâhîn' ile İlgili olarak 'belli bir müddete dek
demişlerdir. Bunu söyleyenlerin kimler olduğunu zikredelim:Ammâr bin
el-Hasan'dan bana rivayet edildi,şöyle demiştir: Abdullah bin Ebî Ca'fer,
babası vasıtasıyla er-Rebî'den 've metâun ilâ hîn' âyetiyle ilgili olarak şöyle
dediğini bana rivayet etti: 'Belli bir müddete dek'."[152][152]İşte
bakınız! Sahibine kadar vardırmak için bir tek kelime için İki satır, üç satır
isnad zikredildiğini nasıl da göreceksiniz! Çünkü sened onların yanında, sözün
dayanağı, kelâmı nakletmenin ve nakledilenin sahîh olması durumunda kabul
edilmesinin yoludur. Verilen bu ve emsal misallerle, selefin yanında isnadın
çok kıymetli olduğu, müslümanların Rasûlullah'tan(sav) bir İslâm âliminden, bir
edîbten, bir şairden... nakledilen bir kelimeyi sağlamca tesbit için son derece
titiz davrandıklarını görmüşoldunuz. Böyle davranmaları gerekiyordu çünkü,
nakledilen kelimenin ihtiva ettiği hükmü alıp, hangi mânâda kullanılmışsa o .
şekli tesbît etmek için sahîh bir senedle gelmesi gerekir.Bundan dolayı konuşma
ve münazara usûlü kitaplarının başına şu meşhur kaideyi yerleştirdiler: "Naklediyorsan
sıhhatini ispat etmen, iddia ediyorsan delinini zikretmen gerekir."
İmam îbnu'l Cevzî el-Lukat fî
Hikâyâti's Sâlihîn adlı yazma eserinin mukaddimesinde şöyle der: "Bu
kitabta beşyüzden fazla çeşitli hikayeler topladım. Ve istedim ki bunların
beraberinde senedleri olsun. Zira Alî bin Ubeydıllah; Abdullah bin Atâ Ebû'l
Kasım Abdullah bin Muhammed bin Seleme, Ebû Alî el-. Hasan bin Ahmed tarikiyle
Ebû Muhammed Ahmed bin Muhammed el-Edîb el-Esmeî'nin şöyle dediğini bana
rivayet etti: "Hikâye, süslü (yani renklerle, nakışlarla ve süslerle
güzelleştirip bezenmiş) elbise gibidir. îsnad İse elbisenin sırması (üzerindeki
aksesuar) gibidir."Mütekaddimûn nezdin.de ve hatta filologlar nezdinde bir
tek kelime için bile isnadın ne derece ehemmiyet taşıdığını öğrenmen için işte
sana küçük bîr haber: ez-Zebîdin’in Tâcu'l Arûs'unda 'Nevf maddesinde, bu
kelime açıklanırken şöyle denir: "Müerric'e (es-Sedûsî) nisbet edilen
kıraati dinlenmemiş bir kitapta şunu okudum. Nüshanın sıhhat derecesini bilmiyorum.
Nevf şu mânâdadır; .."[153][153]
Bir kitaptaki tek bir kelimeyi (ki bu kelime sahibinden nakledilen sıhhati en
sağlam sözlerinden olabilir) el-Ezherî(rh) söyleyenine isnad etmekten
çekiniyor. Çünkü kitabın eline geçen nüshasında bu nüshanın müelliften dinlendiği
kaydedilmemiştir. Bilindiği gibi, semâ da (eseri müelliften dinlemek de)
isnaddandır. Lügatla ilgili bir kelimenin nakledilmesinde, ahmak-asalak
insanların sözlerini aktarmada dahi isnada verilen bu muazzam önem, geçmiş
âlimlerini yanında isnadın ve semânın yerini göstermektedir. Onlar bir haberi
veya bir kelimeyi veya da ahmak insanlarla ilgili anekdotları bile isnadsız
kabul etmiyorlardı.Madem ki durum böyledir, öyleyse hadis-i şerîf ve tefsîrle
ilgili rivayetleri alırkenki tutumları nasıl olur, varın siz hesap edin...
Bizim geçmiş ulemamız bu dini, onun ilimlerini bugünkü kayıt aletlerinin
kaydetmesine benzer şekilde kaydedip, bozulmadan sağlam olarak bizlere
ulaştırdılar. İlmî emaneti kendilerinden sonrakilere en iyi şekilde
aktardılar. Allah(cc) onlardan razı olsun ve ecirlerini kat kat versin.
Hafız îbnu's Salâh Ma'rifetu Envai
ilmi'I Hadis, kitabının altmışıncı bölümünde şöyle der:"Sufyânu's
Sevrî'den rivayet ettik. Şöyle demiştir: Raviler ne zaman ki yalan söylemeye
başladılar, biz de onlara karşıtarihi kullanmaya başladık. Hafs bin Gıyâs'tan
da şöyle dediğini rivayet ettik: 'Bir raviyi itham ettiğinizde onu senelerle
hesaba çekin.' Yani, onun yaşıyla kendisinden hadis yazdığı kimsenin yaşını
tesbît edip karşılaştırın.Bu söz İsmail bin Ayyâş'tan bize rivayet edilenşu
rivayetle aynı mânâdadır: Irak'taydım. Hadis ehli bana geldiler ve dedi ler ki:
'Burada bir adam var, Hâlid bin Ma'dân'dan rivayet ediyor.' Yanma vardım ve
kendisine 'Hâlid bin Ma'dân'dan hangi yılda yazdın?' diye sordum. O da 113'de
dedi. Ona dedim ki: 'Sen Hâlid bin Ma'dân'dan vefatından yedi yıl sonra hadis
işittiğini mi iddia ediyorsun?' İsmail diyor ki: Çünkü Hâlid 106'da vefat
etmiştir. el-Hâkim Ebû Abdillah'tan rivayet ettik. Şöyle demiştir: Ebû Ca'fer
Muhammed bin Hatim el-Keşşî bize gelip Abd bin Humeyd'den hadis rivayet edince,
ona kaç yılında doğduğunu sordum. '260' dedi. Ben de arkadaşlara dönüp dedim
ki: (Hele bakın!) Bu şeyh Abd bin Humeyd'den vefatından 13 yıl sonra hadîs
işitmiş."[154][154]Rical
bilgisi önemlidir, sahih hadisi zayıfından ayırıp çıkarmak için büyük bir
öneme sahiptir. Bundan dolayı İmam Alî bin el-Medînî şu kıymetli ve nefis sözü
söylemiştir: "Hadisin mânâlarınıanlamak ilmin yarısı, ricali tanımak ta
diğer yarısıdır." Bunu ez-Zehebî Tezhîbu't Tehzîb adlı eserinin başında
nakletmiştir. el-Medînî ricali tanımayı ilmin yarısı saymıştır. Durum gerçekten
onun dediği gibidir. Bundan dolayı âlimler ricalin ter-ceme-i halleri ve
onlarla ilgili çeşitli tarihlere dair tahdit edilemeyecek ve sayılamayacak
kadar eserler telif etmişlerdir. Hatta Allâme Muhammed bin Ca'fer
el-Kettânî'nin er-Risâletu'İ Mustatrefe li Beyânı Meşhûri Kütübi's Sünneti'l
Müşerrefe adlı eseri bu konuda, kitap isimlerini toplamada geniş ve şümullü
olmasına rağmen terceme-i haller ve ricallere dair pekçok eser onun kitabında
zikredilmemiştir. [155][155]
Bu mevzuyu uzatacak değilim. Çünkü açık ve malum olduğundan fazla izaha gerek
yoktur.İlk Önceleri raviler ve ricalle ilgili eserler sika, zayıf ve mecruh
kimselerin bir eserde toplanması şeklindeydi. Cerh ve tadil imamı Yahya bin
Maîn'in et-Tânh'mde, el-Buhârî'nin et-Târî-hu'l Kebîr'inde ve de îbn Ebî
Hâtim'in el-Cerh ve't Ta'dil'inde ve diğer eserlerde olduğu gibi.Daha sonra
zayıf kimseler sikalardan ayırılarak müstakil eserlerde toplanmıştır.
el-Buhârî'nin ed-Duafâul Kebîr'i ile ed-Duafâus Sağîr'inde, en-Nesâî'nin
ed-Duafâ'sı ile İbn Hibbân'ın ed-Duafâ ve'l Mecrûhîn'inde ve diğer eserlerde
olduğu gibi. Keza sika kimseler de zayıf kimselerden ayırılarak müstakil
eserlerde toplanmıştır. Hafız Ahmed bin Abdillah bin Salih el-İclî'nin es-Sikât
kitabında, Hafız imam îbn Hibbân'ın es-Sikât adlı eserinde, Hafız îbnŞâhın'in
de es-Sikât çalışmasında ve diğer müelliflerin öteki eserlerde yaptıkları gibi.
Allâme Mu-hammed bin Ca'fer el-Kettânî bu tür kimselerle ilgili eserlerin
çoğunu kıymetli eseri er-Risâletu'i Mustatrefe li Beyânı Meşhûri Kütübi's
Sünneti'l Müşerrefe'de toplamıştır. Tarih ve çerh-tadil konularında müstakil
olarak Hafız Tâcuddîn es-Subkî tarafından önemli ve faydalı iki risale telif
edilmiştir: Kaide fi'I Cerh ve't Ta'dil ve Kaide fi'l Müerrihîn. Bunların
hizmetini ve dipnotlarının hazırlanmasını bendeniz gerçekleştirdi. Hafız
es-Sehâvî ve Hafız ez-Zehebî'nin diğer iki risalesi ile beraber Erbau Resâil fî
Ulümi'l Hadis adıyla ikinci kez basıldılar.[156][156]
Ana hatlarıyla göz gezdirdiğimiz
çalışmamızın baş taraflarında, tenkidin sahâbe-i kirâm(ra) döneminin başlarından
itibaren başladığını, tabiîn ve onlardan sonrakilerin dönemlerinde zaman
geçtikçe buna olan ihtiyacın artmasından ve de bid'atler, fitneler ve
ihtilaflar... yayıldığından dolayı, artık bunun çok açık ve netşekilde
(uygulanıp) bilindiğini daha önce açıklamıştım.Selefin ilk dönemindekilerin
ricalle ilgili sözleri seleften sonrakilerden daha az, daha vecîz ve maksadı
daha tatlı ifade eder mahiyettedir. Onların bir kişiyi tezkiye veya cerh
ederkenki sözleri hassas ve yumuşak idi; kendi dön emindekiler nezdinde
muradlarım tam olarak ifade etmekteydi. Büyük tâbıî Muhammed bin Şîrîn el-Basrî
bir kişiyi tezkiye ettiğinde "o Allah'n(cc) murad ettiği gibidir",
yine bir kişiyi cerh ettiğinde de "o Allah'ın[cc! bildiği gibidir' derdi. [157][157]Öğrencisi
Eyyûb es-Sehtiyânî el-Basrî birisine dokunduracağı zaman şöyle derdi:
"Lisanı doğru değildi", "haddi aşan biridir."[158][158]imam
el-Müzenî'nin (Ebû ibrahim îsmâîl bin Yahya, Mısır'ın âlimi) ağzından hocası
İmam eş-Şâfiî'nin önünde "falan yalancıdır" lafı çıkınca, Şafiî onu
azarlar ve şöyle der: "îbrâhîm! Lafızlarını usturuplu söyle, güzel İfade
et. Yalancı deme! 'Hadisi birşey değildir' de."[159][159]
Daha sonra âlimler bazı mecruh raviler hakkında kullandıkları lafızları
çoğaltmış, söyledikleri ifadeler sertleşmiştir. Zaman icabı durumlarını ortaya
çıkarmak, deccâl olanları ifşa etmek ve haklarında ağır söz kullanmak icab
ettiğinden buna mecbur kalmışlardır. Hafız münekkid âlimler hata, zayıflık,
karıştırma, birbirine zıt iki hadis rivayet etme, bir rivayetinde fazla lafız
bulunması,yanılma ve unutma... gibi haller kendisinden sudur eden ravîyi,
babaları,kardeşleri, oğulları, akrabaları ve arkadaşları bile olsa tenkid
etmekten çekinmemişlerdir. Bu onların dinlerine bağlılıklarını, temiz insanlar
olduklarını, emanete sahip çıktıklarını ve sünneti korumanın onlar yanında ne
kadar kıymetli bir iş olduğunu gösteriyor. Çünkü hadisler onların nezdinde babadan,
dededen, çocuktan ve torundan daha kıymetli idî. Bu konuda tam hakkıyla Örnek
alınacak kimseler idiler. Hatalardan masum değildiler, ancak kahir ekseriyeti
doğruluk ve takva üzere İdî.
İmam Alî bin el-Medînî babasından
sual edilince şöyle demişti: "Onu benden başkasına sorun." Aynı
soruyu yinelediklerinde "Bu dînî bir konudur (söylemek zorundayım.) O
zayıf biridir" deyivermiştir. Vekî bin el-Cerrâh babasıbeytu'l-mâlde
görevli olduğu için babasından rivayet etmek istediğinde yanına bir başka
raviyi daha katıyordu.Sünen sahibi Ebû Davûd es-Sicistânî de "oğlum
Abdullah yalancıdır" derken, Zeyd bin Ebî Uneys de "kardeşimden (yalancı
olduğu zikredilen Yahya'yı kastediyor) hadis almayın" demiştir. [160][160]Cerîr
bin Abdilhamîd ed-Dabbî'ye kardeşi (Enes bin Abdühamîd ed~Dabbî) sorulmuş, o da
"Ondan hadis yazılmaz, çünkü İnsanlarla konuşurken yalan söylüyor"
demiştir.[161][161]îmam
Ebûbekr es-Sıbğî de bahşiş koparmak için koşuşturduğundan dolayı kardeşinden
hadis dinlenilmesini nehyediyordu- [162][162]Tenkîd
ehlinin imamı Şu'be bin el-Haccâc da şöyle demiştir: "Birisine iltimas
geçseydim, Hişâm bin Hassân'a geçerdim. Çünkü eniştemdir. Fakat hadisleri iyi
ezberlemiyordu."[163][163]îşte
onlar ravileri böyle medheder ve yine böyle tenkid ederlerdi- Onlar bu hususta
çok hassas kaideler koymuşlardır. Bu kaideler üzerinde yürüyerek hadisi kabul
edilecek veya reddedilecek, yazılacak veya bırakılacak kimseleri tesbît
etmişlerdir. Tüm bu ravileri farklıtabakalara ve birbirini takip eden bir
derecelendirmeye tabî tutmuşlardır. Ravinin kendisini, rivayetlerini,
hocalarını, hafızasını, unutkanlığını,zabtını, karıştırma durumunu,
zayıflığını, hadisi alabilmedeki ehliyetini, rivayet ederkenki ehliyetini,
gençliğini, orta yaşlılığını, İhtiyarlığını,yaşadığı yerleri, yolculukları İle
diğer hallerindeki rivayetle bağlantılıdurumlarını hep ele almışlardır. Hattâ
onların güzel, latîf yönlerini, ufak tefek hatalarını da anmışlar, bid'atçi ve
şeriata bağlı olanlarızikretmişlerdir. Raviler arasında kıyaslamalar
yapmışlardır: Bir ravi ile ondan daha hafız ve zabtı iyi olanı, daha öncelikli
ve birincil olanı, rivayeti önce işitenle sonra İşiteni, hocayla uzun süre
bulunanla kısa süreli bulunanı... karşılaştırmıslardır. Güçleri miktarınca ve
çalışmalarının elverdiği ölçü nisbetince ravinin halini ve durumunu en güzel
şekilde ortaya çıkarmışlardır. Bu hususta gerçekten çok gayret göstermişlerdir.
Bu çalışmaların bir neticesi de hadis uydurucularını,deccalleri ve zayıf
kimselerle gafilleri tam olarak ortaya çıkarmasıydı. Bu ve diğer gayretlerle
beraber hadisler birşey karışmasından korunmuştur. Allah'a(cc) hamd olsun. Bu
çalışmalar neticesin de, şimdilerde ve daha Önceki dönemlerde keza bundan sonra
yaşayacak olup da bu ilimle iştigal edenlerin bir hadis veya ravisi için
âdilâne hüküm verme işi kolaylaşmıştır. Muhaddisle-rin hadisleri ravilerden
alıp bizler için eserlerde toplamalarından itibaren durum böyledir. Elbette
istifade edip kolayca yararlanmak kişinin hadis ilmine vukufiyetinin
miktarıncadir. Selef ise bu hususta son derece mahir ve kuvvetli idi. Bu hususta
onlara kimse yetişemez. İçimizdeki üstün ve maharetli olan birİnsan bile
onlarla boy ölçüşemez. Rical tenkidi daha sonra müstakil bir hadis ilmi olmuş
ve buna cerh-tadil denmiştir. Bu ilim dalında sahâbe-t kiram ve onlara hakkıyla
tabî olan tabiîn devrinden itibaren Hafız ez-Zehebî, el-Irâkî ve İbn Hacer'e
kadar uzanan son döneme kadarki çizgide çok üstün insanlar yetişmiş ve belli
sayıda mütehassıs âlimler temayüz etmiştir.[164][164]
Bir önceki maddede
anlattıklarımızdan anlaşıldığı üzere, mütehassıs muhaddisler ravîîeri cerhi
tadil, kabul, red... yönünden tenkid etmişler, ravilerle ilgili son
dereceşahane kaide ve kurallar koymuşlardır. Zeki, uyanık ve anlayışlı
akıllar, temiz, pak ve salih ruhlar bunlar karşısında çarpılıp kalır. Bu kaide
ve kurallar beklentilere göre en güzel noktada, olması gereken titizliğe göre
de en zirvededirler. Ayrıca olması gereken durum itibarıyla da en kifayet eder
seviyededirler. Muhaddisler sened veya isnad diğer deyişle ravi tenkidi yönünde
işte bu şekilde uğraşmışlardır. Onların bu yöndeki mühim prensipleri ortaya
koymaları yanında sahih hadisi sahtesinden, sağlamını zayıfından ayıran önemli
prensipler de ortaya koymuşlardır. Bunların ehemmiyeti bir öncekinin ehemmiyetinden
az değildir. Bazı durumlarda bunlara bakılmadan edilemez, hatta hakikati
ortaya çıkaran ayıraç da bu prensiplerden biri olabilir. İşte bu kaideler
toplamına metin tenkidi derler. Bense buna hadisin metninin ve mânâsının
tedkiki diyorum.(Hadis târihine dair) bu kısa çalışmamızın baştaraflarında,
hadisçilerin ıstılahında metin tenkidi diye zikredilen hususun sahâbe-İ kirâmM
zamanında maruf olduğunu zikretmiştim. Ve orada şunu aktarmıştım: "...îbn
Abbas Hz. Ali'nin mahkeme kararlarının bulunduğu sahifeyi istetti. Ondan bazı
şeyleri yazmaya başladı. Arada birşeye takılıyor ve şöyle diyordu: "Vallahi!
Ali'nin böyle bir hüküm vermesi için sapıtmışolması gerekir. Ve yine
zikretmiştim ki, bu rivayette, âlim bir sahâbînin rivayet edilen bir hadisi
kendi nezdinde,sağlam olan bir hadise arz etmesi (karşılaştırması) söz
konusudur. Aynen bunun gibi rivayet edilen hadis, sağlam ve makbul olana
muvafık ise kabul edilir, aykırı ise terkedilir. Buradaşunu İlave etmek
istiyorum: îbn Abbas'tan daha önce Raşid halife Ömer bin el-Hattâb(ra) metin
tenkidinde bulunmuştur. Müslim Sahîh'inde büyük tabiî Ebû îshâk es-Sebii el-Hemdânî
el-Kûfî'den şöyle dediğini rivayet eder:
(Tabiînin büyüklerinden ve
fukahasından) el-Esved hin Yezîd ile beraber Ulu cami'de oturuyorduk. eş-Şa'bî
de bizimleydi. eş-Şa'bî (kocası kendisini üç talakla boşamış olan) Fatıma bintu
Kays'ın şu hadisini rivayet etti:
'Rasûlullah[sav) benim için ne
oturacak ev ne de nafaka yönünde hüküm verdi.'Böyle deyince el-Esved yerden
bir avuç toprak alıp eş-Şa'bî'nin yüzüne attı ve şöyle dedi: 'Yazık sana! Böyle
bîrşeyi rivayet ediyorsun Öyle mi! Oysa Hz. Ömer şöyle demişti: Ezberlediğini
veya unuttuğunu bilmediğimiz bîr kadının sözüne bakarak rahbimizin kitabını ve
nebîmizin sünnetini terketmeyiz. [165][165]
Ona hem oturacak ev hem de nafaka vardır. Zira Allah azze ve celle şöyle
buyuruyor: Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça onları evlerinden çıkarmayın, onlar
da çıkmasınlar.'[166][166]
Bu iki haberden de anlaşıldığı gibi metin tedkîki (rivayetin) Kur'an-ı KerînVe
ve sağlam sahîh hadise arz edilmesi suretiyle yapılmaktadır. Eğer rivayet
Kur'an'm sarîh nassma yani tevil ihtimali olmayan âyetine veya sahîh sünnete
aykırı ise, bu durumda onun zayıflığına veya yalan ve amelden düştüğüne hükmedip,
onu terketmişlerdir. el-Evzâî demiştir ki: "Biz hadisi dinliyor ve onu
arkadaşlarımıza arz ediyorduk. Tıpkı bozuk dirhemin kuyumcuya gösterildiği
gibi. Onların bildiklerini, alıyor, terkettiklerini de bırakıyorduk."[167][167]
Sahabenin ilk dönemlerinden itibaren tesis edilen bu tenkid metodunu (metin
tedkîkini) muhaddisler yerleştirmişlerdir. Hadislerin kabul edilmesi için bu
hususa son derece bağlı kalmışlardır. Sahih hadisin tarifinde de
"metninin şaz olmaktan ve illetten uzak olması" şartım koşmuşlardır.
Mevzu hadisin reddedilmesinde metnin uydurulduğuna delalet eden karinelere
dayanmışlardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Hadisin mânâsının bozuk, sağduyu
ve müşahede edilen gerçeklere veya tarihî vakıalara aykırı olması. İşte tüm
bunlar hadisin metninin tenkidine yönelik hususlardır.Şimdi bunlarla ilgili
bazı misaller sunacağız: "Veled-i zina olanlar yedi kuşağa kadar cennete
giremez hadisişu âyete muhaliftir: "Kimse kimsenin günah yükünü
taşımaz." [168][168]
Bu hadisin mevzuluğu metninin tedkikiyle anlaşılmıştır. "Benden -ben
demişolayım veya olmayayım- hakka muvafık bir hadis rivayet edildiğinde onu
alın." Bu hadis Rasûlullah'ın(sav) şöyle buyurduğu mütevatir hadise
aykırıdır: "Kim bilerek benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerine
hazırlansın." "Dediğim şeyi benim adıma söyleyen kimse cehennemdeki
yerine hazırlansın."Doğan çocuğuna Muhammed adını veren çocuğuyla beraber
cennettedir" hadisi İle "Kendi kendime yemin ettim. İsmi Muhammed
veya Ahmed olanları cehenneme sokmayacağım" kudsî hadisi yalandır. Batıl
oldukları tesbît edilmiştir. Çünkü kitab ve sünnette ortaya konmuş kati
kaidelere aykırıdırlar. Zira kurtuluş salih amellerle olacak, sadece İsimler
ve lakablarla değil. Bu açık seçik yol -metin ve mânâ yönüyle tedkîk- hadisin
isnadının varlığında da kaybolması durumunda da faydalı olur. Bu metod yalan
haberin halinin ortaya çıkarılmasına götüren yoldur. Çünkü bazan ricalinin
tamamı sika olan bir sened hadisin başına eklenmiş olabiliyor; yalancı ilaveci
kimse uydurduğu yalanını kendisine rivayet ettireceği raviyi ve ondan önceki
hocaları özenle seçerek sağlamlaştırır. Böyle yapar ki onlara is-nad edilen bu
sağlam sened sebebiyle hadis reddedilmesin. Çünkü böyle yaptığında hadisin
senedindeki ricali oluşturan raviler ile hoca ve talebeler sağlam kişilerden
oluşmaktadır. İşte böyle bir durumla karşılaşıldığında, hadisi araştıran kimse
metin tedktkine yönelir. Bu metodla hadisin batıl olduğu ortaya çıkar. Çünkü
sünnetullah mahlukâtta şöyle cereyan eder: Her batılda onun batıl olduğunu
gösteren bir delil mutlaka vardır. Tesbît edebilen tesbît eder, edemeyen
edemez. Mütehassıs hadisçilerle ilgili olarak bu konuda, hayrette bırakan ve
son derece güzel rivayetler vardır. Bunlardan metin tedkîki altına girip de
tarihî bilgiye dayalı olanlarından bir misal vereceğim. Bu birden fazla âlimin
naklettiği bir rivayettir. [169][169]"Bir
takım yahudiler ortaya bir belge çıkardılar ve bunun Rasûlullah'ın(sav) fermanı
olduğunu iddia ettiler. Bu fermanda Hayberlilerden cizyenin kaldırıldığı ve
bazı sahâbîlerin de(ra) buna şahitlik ettikleri: yazılıydı.Yahudiler fermanın
Hz. Ali'nin yazısıyla olduğunu iddia ediyorlardı. Ferman 447 yılında Abbasi
halifesi el-Kâim bi Emrillâh'ın veziri, Reîsu'r Ruesâ Ebû'l Kasım Ali bin
el-Hasan'a getirilir. Reîsu'r Ruesâ fermanı el-Hafız el-Hatîb el-Bağdâdiye
verir. O da buna bakıp bir müddet düşünür ve der ki: "Bu uydurma bir
şeydir." "Nereden anladın?" denince derki:"Bunda
Muaviye'nin şahitlik ettiği yazılı. Oysa o Mekke'nin fethi yılında, hicretten
sonra sekizinci yılda Müslüman oldu. Hayber'in fethi ise yedinci yılda idi.
Muaviye ise o vakitler Müslüman değildi ve Hayber'de meydana gelen olaylara şahit
olmadı. Keza bu fermanda Sa'd bin Muâz'ın şahitliği yazılı.Oysa kendisi
Hayber'in fethinden iki yıl önce, beşinci yılda Benû Kureyza gününde vefat
etti."Bu açıklamalar Reîsu'r Ruesâ'nın çok hoşuna gitti. Açıklamalarını
kabul edip onayladı ve batıl-uydurma olduğu ortaya çıktığından dolayı fermanda
yazılı olan hususta yahudilere izin vermedi." el-Hafiz el-Hatîb
el-Bağdâdî'den daha önce bu fermanın yalan ve uydurma olduğunu, Hafız Ibn
Kesîr'İn el-Bidâye ve'n Nihâye'de [170][170]naklettiği
gibi îmam Ibn Cerîr et-Taberî ortaya çıkarmıştır. Hafız, lbnu'l Kayyım da
yahudiler tarafından uydurulan bu fermana Ahkâmu Ehli'z Zimme [171][171]
ile el-Menâru'l Munîf fi's ' Sahîhi ve'd Daîf adlı kitabında [172][172]değinmiştir.
Bunun yalan ve uydurma olduğunu fermanı tahlîle tabî tutarak on maddede
açıklamış ve sonra şöyle demiştir: "Bu ferman Şeyhu'l İslâm Ibn
Teymİyye'ye getirildi. Yahudiler etrafını çevirmiş, hassas davranarak tazim
ediyorlardı. îpek ve dîbacla sarılmıştı. îbn Teymiyye açıp içindekini düşününce
üzerine tükürdü ve 'bu pekçok yönden yalandır' deyip, bunları zikretti.
Yahudiler de zelil ve yerin dibine geçmiş olarak yanından kalkıp
gittiler."Burada dikkat çekilmesi gereken hususlardan biri de şudur: Bu
sahte belgede ve daha önceki hadislerde gördüğün gibi metin tedkîkini sadece
rivayet, dirayet, İdrak, tarih, tenkid ve basiret yönünden iyi yetişmiş ve
mütehassıs olan âlimler yapmıştır, imam Ibn Cerîr et-Taberî, el-Hafız el-Hatîb
el-Bağdadî, Şeyhu'l islâm Ibn Teymiyye (rahimehumullahu Teâlâ) bu seçkin
münekkidlerdendir. Hafız İbnu's Salâh(rh) Ma'rifetu Envai îlmi'l Hadis
adlıkitabının yirmibirinci bölümü olan mevzu hadis bahsinde benim
zikrettiklerime benzer sözler söylemiş ve şöyle demiştir:"Bir hadisin
mevzu olduğu uyduranın itirafıyla veya İtirafına yakın bir durumla anlaşılır.
Hadis âlimleri uydurma olduğunu ravinin veya rivayet edilen rivayetin
halindeki bir karineden de anlarlar. Uzun uzun hadisler uydurulmuştur ki,
lafızlarının ve mânâlarının bozukluğu mevzuluğunu
göstermektedir."Mütehassıs muhaddislerin tam hakkıyla yerine getirdikleri
metni ve mânâsını tedkîk metoduyla, "muhaddisler sadece dış tenkîdle
(sened tenkîdiyle) ilgilendiler, iç tenkîdle (metin tenkidiyle)
ilgilenmediler" diyenlerin iddialarınıçürütürler.Bilakis onlar metne en
titiz ilgiyi göstermişlerdir. Çünkü önlerindeki hadisler, en çok sevdikleri,
önderleri ve peygamberleri olan Rasûlüllah'ın(sav) kelâmıdır.
Bunlarlaşeriatları, dinleri beyan edilmektedir. Gerçekten de onlar, hadisin
zabtı, ezberlenmesi ve salimen korunmasında insanların en hırslılarıdır.
Uydurmaların ve iftiraların hadislere karışması karşısında bu hususa en çok
eğilen ve bundan en çok korkan insanlardır. Bunların yanında, hadislerin
lafızlarına dikkat gösterdikleri gibi mânâlarına da dikkat göstermişlerdir.
Onları hadislere Özel ilgi göstermeye iten pekçok sebepler ve yönler vardır.
Bunlar beşerden hiç kimsenin sözü için söz konusu olmamıştır. Allâme şeyh
Abdurrahman Yahya el-Muallimî(rh) el-Envâru’l Kâşife adlı eserinde şöyle der:
"Muhaddisler hadisin kabul edilmesi ve sıhhatinin tesbîtin de aklı da göz
önünde bulundurmuşlar mıdır? denecek olursa, ben de derim ki: Evet. Aklı dört
yerde göz önünde bulundurmuşlardır: Hadisi dinlerken, rivayet ederken, raviler
hakkında hüküm verirken ve hadisler hakkında karar verirken."[173][173]
1-İhtiyatlıdavranan
hadisçiler sahih olmayan veya sıhhatten uzak bir hadis işittiklerinde onu
yazmamışlar, ezberleme-mişlerdir. Eğer ezberlemişlerse de rivayet
etmemişlerdir. Bu hadisi zikretmelerini gerektiren bir maslahat varsa hem
hadisin hem de ravinin hangi yönden kusurlu olduğunu tenkîd ederek
zikretmişlerdir.
2-îmam eş-Şâfiî
er-Risâle'de şöyle demiştir: 'Muhaddisin rivayet ettiği bir hadisin oşekilde
olmasının caiz olmaması veya kendisinden daha sağlam ve doğruluğuna delalet
eden yönleri daha çok olan bir hadise aykırı rivayette bulunmasıyla da bir
hadisin doğruluğuna veya yalan olduğuna delil getirilir. [174][174]el-Hatîb
de el-Kîfaye fî llmi'r Rivâye adlı eserinde, 'münker ve asılsız hadisleri
atmanın gerekli oluşuna dair bab' diye bir başlık atar."[175][175]
Bazı raviler hadisleri dinlerken ve
rivayet ederken müsamahakar davranırlar ancak İmamlar ravilerİgözlem alttn'da
tutarlar. Bu sebeple batıl olduğu açık olan. her bir hadisle ilgili olarak,
senedindeki bir, iki veya daha çok kimse hakkında imamların cerhte
bulunduklarını görürsün.
3- İmamlar çoğu
kez iki veya daha çok münker hadis rivayet edeni bırak bir (tek münker hadis)
rivayet eden ravileri bile cerhederler. Sahih olmayan veya sıhhatten uzak hadis
için
münker veya batıl derler. Bu
ifadelere zayıf ravilerin terceme-i hallerinde, ilel ve mevzuat kitaplarında
çok rastlarsın, ihtiyatlı davranan muhaddisler hadislerini mukayase edip, tek
tek elekten geçirmedikten sonra bir ravi .hakkında sika demezler.
4- Hadislere
sahihtir diye hüküm verilmesine gelince, onlar bu hususta çok daha fazla
dikkatli ve titizdirler. Evet, kendisinden 'falanca sikadır' veya 'filanca
hadis sahihtir1 diye sözü rivayet edilen herkes İhtiyatlı değildir. Fakat arif
olan ve çok ted-kîk eden kimse ihtiyatlı olan kimselerle olmayanları birbirinden
ayırır."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder