30 Ocak 2019 Çarşamba

İBNİ KUTEYBE NİN HADİS MÜDAFASI 3


örüşüm geçen senekinden başkadır, demiştir. [268]

Adam: Bana, gelecek sene başka bir görüşte bu­lunmayacağınıteminet (garanti ver) dermiş.

Ebu Hanife: Bu nasıl olur bilmem ? Cevabını vermiş.

Adam da: Lakin ben, Allanın lanetinin senin üzerine olduğunu biliyorum, demiştir .

el-Evzai (88-157)[269]şöyle derdi: "Biz, Ebu Ha-nife'yi re'y ile hüküm verdiğinden dolayıayıplamıyo­ruz. Nitekim hepimiz re'y ile hüküm veriyoruz. Fakat biz onu, kendisine bir hadis ulaştığı halde (hadis- i bı­rakıp başka bir görüşle) hadise muhalefet ettiğinden dolayı kınıyoruz."

Bana Sehl b. Muhammed tahdis etti. (Sehl) dedi: Bize el-Asmai, Hammad b. Zeyd'den haber verdi.

Haramad (98-179) [270]şöyle dedi: Ebu Hanifeye, İhra­ma giren ve İzar (ihramın alt kısmı) bulamayıp, don giymiş olan bir adamın durumundan sorulduğunda ben de orada idim. Ebu Hanife: "Fidye gerekir" dedi. Ben bunun üzerine: "Subhanallah.. Bize Amr b. Di­nar, Cabir b. Zeyd'den o da İbnu Abbas'dan tahdis etti ki, (İbn Abbas) şöyle demiştir: "Rasulullahı ihrama gi­recek olan hakkında şöyle derken işittim: "İzar bula­mazsa don giyer, na'leyn (ayakkabı, sandalet) bula­mazsa mest giyer. [271]dedim.

Ebu Hanife: "Bırak onu.. Bize Hammad ( -120) [272]İbrahim'den ( -95) [273]tahdis etti ki, İbrahim: "O kimseye kefaret gerekir." demiştir." dedi.

Ebu Asım, Ebu Avane ( -179) [274]den rivayet et­ti ki (Ebu Avane) şöyle demiştir: "Ben Ebu Hanife'nin yanında idim. Kendisine hurma fidesi çalan bir adam(ın cezası) soruldu. Elinin kesilmesi gerekir, de­di. Ben ona: Bize Yahya b. Said, ona Muhammed b. Yahya b. Hıbban, ona da Rafı b. Hudeyc rivayet etü ve dedi ki: Rasulullah (S.A.V.): "Meyvede ve hurma özünde [275]el kesme yoktur. [276]buyurdu, dedim. Ebu Hanife: Benim bu hadisten haberim yok, dedi.

Ben: Fetva verdiğin adamı geri çevir, dedim.

Ebû Hanife:Bırak gitsin..Zaten boz katırlar onu alıp götürdü,dedi."

Ebû Âsım(121-212) [277]Boz katırların adamın kanını ve etini götürmüş olmasından [278]korkarım.demiştir.

Ali b.Âsım(l 05-20 l)[279]dedi ki:Ebû Hanife'ye Abdullah b.Mes'ud'un"Kim halkın yemesi için bir ko­yun keserse,ilk doğacak kızımı ona vereceğim"diyen ve bunun üzerine bir koyun boğazlayan adam hak­kında, "Doğacak kız,koyunu kesenin karısı olur.Kıza da diğer kadınlarının mihri kadar mihir gerekir, "diye hükmettiğini rivayet ettim.Ebû Hanife.bunun üzeri-ne:"Bu şeytanın hükmüdür."dedi.

İbnu Râhûye('veya Râhaveyhjdiye bilinen ,İs hakb.îbrahim el-Hanzali( 166-238) kadar Re'y ehlini diline dolayan,onların kusurlarını ortaya se­ren, onların çirkin görüşlerine karşı insanları kışkır­tan ve uyaran birini görmedim.[280]İbnu RâhûyefRe'y ehli hakkında}:"Allanın Kitabını ve Rasulünün sünnetini attılar_da,kıyasa sarıldüar. [281]derdi.

(İbnu Râhûye)bu hususta daha birçok şeyler söylerdi.Meselâ(Re'y ehlinin)şu görüşlerini zikreder­di: "Bir adam oturarak uyuşa ve uykusu ağırlaşsa bile onun abdest alması gerekmez. "derler.Sonra da"Her kim bayüırsa,onun abdesti bozulmuştur, "diye İcma ederler.Halbuki bu ikisi arasında hiçbir fark yoktur

Üstelik bayılan kimse hakkında bir asıl (nass)yok ki, o asılla abdestinin bozulduğuna delil getirsinler ÎUykunun abdesti bozduğuna dair.pekçok hadis vardır.Rasûlullahın:"Göz dübürün bağıdır göz uyuduğu zaman bu bağ açılır"[282]ve "Kim uyursa abdest aIsın. [283]hadisleri bunlardandır.

Yine (Re'y ehli) yan üstü yatıp,uyku bastınnc abdesti tazelemeyi vacib gördüler de,secde halinde] veya rükû halinde uyuyan ve uykuya dalan kimselef rin abdestini tazelemesini şart koşmadılar.Halbukij yan üstü yatmakdan daha çok rükû ve secde halinde] abdestin bozulmasından korkulur.Onlar bu suretle] ne hadise tâbi oldular ,ne de kıyasa uymuş oldular

Onlar,"Kim teşehhüdden sonra kahkaha ile gü-lerse.namazı tamamdır .Ancak.diğer bir namaz için tekrar abdest almasıgerekir."derler.Hangi hata he­nüz vakti gelmeyen bir namaz için ihtiyatıgözeten, fa­kat kılmakta olduğu namazda ihtiyata riayet etmeyen kimsenin hatasından daha açıktır..!

Keza.vefat eden ve geride dedesini (yani)annesi-nin babasını ve kızının kızını bırakan bir adamın mi­rası hakkında;mal kızının kızının değil dedenin-dir.dediler.Keza dede,onlara göre,bütün mirasçı olan akrabalarla beraberdir.

Hangi hata bundan daha fahiştir?Çünkü de-de.anne vasıtasıyla akrabadır.O halde nasıl olur da kızının kızından efdal olur?Kızınm kızı.kızı vasıtasıy­la akrabadır .Ancak, annesinin babası,, babasının babasma-isimleri aynı olduğu için-benzetilmiş olabi­lir.

EBÛ MUHAMMED:Bizeİshak-İbnu Râhûye-,tahdis etti(ve)dedi:Bize Veki'(129-197)[284]haber ver di ki Ebû Hanife(80-150): (Namaz kılanlarajne oluyor da,her eğiliş ve dogruluşta ellerini kaldırıyorlar?Yok sa uçacaklar mı?demiş,Abdullah b.el-Mubârek(l 18-181) [285]de ona:Eğer(Hanefiler)iftitah tekbirinde uçmayı istiyorsafdiğerleri de) eğilip dogruluşta uç­mak istiyorlar,demektir."diye cevab vermiştir[286]

Sanki çömlek ve cam eşya mal değümiş.ve sanki abanoz,ağaç değilmiş gibi..onun;"Ben Abanoz ve hur­ma salkımında el keserim.fakat kereste ve kütükte el kesmem. Kireçte el keserim, fakat çömlek ve cam eşy­ada el kesmem"demesi gibi dini konulardaki keyfîliği de cabası!

İshak b.Râhûye(166-238)şöyle dedi:Ebû Hani-fe'ye.gümüşkaplama bir kab ile su içmenin hükmü soruldu,Ebû Hanife:"Bir beis yoktur.Bu kap sadece senin parmağmdaki yüzük mesabesindedir ki,elini suya sokar ve parmağmdaki gümüş yüzük ile suyu içersin(Gümüş kaplama kab ile su içmek de buna benzer.)[287]dedi.

İbnu Râhûye,anlatıldığı takdirde kitabı uzata­cak bu gibi pekçok şeyler anlatırdı. [288]


Bundan daha önemlisi (re'y ehlinin)sanki hiç okumuyorlarmış gibi Kur'an'a muhalefet etmeleridir.

Ebû Hanife,kasden öldürülen kimsenin velisi­nin diyet alamayacağınıza kısas istemek ya da affet­mek mecburiyetinde olduğunu söylerdi. [289]Halbuki Allah(C.C)Kur'an'da:"Ey iman edenler! (Kasden) öl­dürülenler hakkında kısas , size farz kılındı.Hüre hür, köleye köle, kadına kadın kısas yapıhr.ÖIdü-ren ölenin velisi olan din kardeşi tarafından affe­dilirse, örfe uymak ve diyeti güzellikle ona öde­mek gerekir. Bu, Rabbin izden size bir kolaylık ve rahmettir.ft(2,el-Bakara, 178)buyu rmaktad ir .Ayet -te,"kim kısastan vazgeçerse, ma'rufa(örfe)uyarak di­yet istesin"buyuruluyor,yani,güzel bir şekilde isteye­ceği diyeti istesin, diyet alacak olan acele etmesin.di yeti verecek olan da vakit geçirmeden ve uzatmadan güzel bir şekilde diyetini versin, denmektedir. Sonra ayet devamla:"Bu Rabbinizden bir kolaylık ve rah-mettir"diyor ki, Yahudiler deki "öldürülenin velisi ya afveder ya da kısas is ter "şeklindeki hükmün,müslü-manlardan kaldırılması suretiyle bir kolaylıktır, de-mektir.Ayet devamla:"Kim bu bağışlama ve diyet alış­tan sonra(katil veya katilin akrabasına düşmanlık yaparak)tecavüzde bulunursa"yani diyet aldıktan sonra katili öldürürse, "onun için ahirette çok acıklı bir azab vardır."demektedir.

(Âlimler) diyet aldıktan sonra katili öldüren kimse,öldürülür ve ondan diyet alınmaz demişler-dir.Rasûlullah(S.A.V)da:Diyet aldıktan sonra katili öldüreni affetmem demiştir.

İşte (rey ehli) bu ve buna benzer hususlar-da.özürsüz olarak Kur'an'a ve Rasulullahm sünneti­ne -böyle bir hadisin mevcudiyetini öğrendikten son­ra dahi-muhalefet etmektedirler.

Feri meselelerde rey ile hüküm vermeğe gelin ce-her ne kadar hükümlerin esaslarının,farzların ve sünnetlerin kaynaklan,akıllarm takdirine ve kıyasa muhalif olsa da-bu daha hafiftir.

Bana ez-Ziyâdî tahdis etti(ve) dedi:Bize İsâ b.Yunus,el-A'meş'den[290]O da Ebû İshak'dan,o da Abduhayr!dan haber verdi.{Abduhayr)dedi:Ali b.ebi Tâlib(r.a)şöyle dedi:"Ben,mestin üstünün altından daha ziyade meshedilmesi gerektiğini,Rasulullahm mestlerinin üstünü meshettiğini görünceye kadar ka­bul etmiyordum[291]

Bana Ebû HâÜm.el-Asmaî'den tahdis etti.(el-Asmaî)dedi:Zufer b,Huzeyri(110-158) [292]birisine on ile yirmi arasım vasiyyet eden bir adam hakkın-da:"pokuz verilir,ne on verilir ne de yirmi.Nasü ki sen:"İki direk arasındaki onundur, "dediğin zaman ,sadece bu iki direk arasıonundur.Bu iki direk ona dahil değildir, "derken işittim?[293]

Biz ona: "Bir adamın başı kınalı[294]bir oğlu ol-sa,adama:Oğlun kaç yaşında?denilince adam da,alt-mış ile altmış iki arasında dese,bu takdirde sizin kıya­sınıza göre adamın oğlu bir yaşında demektir, "de­dik.

ZufenBen bu mevzuda istihsan ile hüküm veri­yorum, dedi.

Bize Muvatta'da Mâlik'den (95-179), [295]o da Ra bia b. ebî Abdirrahman'danf136) [296]rivayet edil­di. (Rabîa)dedi:Saîd b.el-Museyyib'e( -94), [297]Bir ka­dının bir tek parmağının diyeti nedir?"dedim,"On de-ve"dedi.

Ben:İki parmağinki kaç devedir?dedim.

Saîdi'Yirmi deve"dedi.

Ben:Üç parmağınki kaç devedir?dedim.

Saîd:"Otuz deve"dedi.

Ben: "Dört parmağınki kaç devedir?dedim.

Saîd:'Yirmi deve"dedi.

" Ben:Yara büyüyüp,zarar arttıkça diyeti azalıyor [bu nasıl iş?)dedim.

Saîd:Ey kardeşimin oğlu,sünnet böyle.. !dedi.[298]

EBÛ MUHAMMMED: Re'y ve kıyasa karşı Irak ehlinin en serti eş-Şa'bi(17-104) [299]en yumuşak davrananı da Mucâhid(21-103) [300]idi.

Bana Ebu'l-Hattâb tahdis etti(ve)dedi:bana Mâlik b.Said tahdio etti (ve) dedi :bana el-A'meş.Mucâ hid'den haber verdi.Mucâhidşöyle demiştir: "ibadet­lerin efdali.güzelfisabetlijreydir."

Yire bana Muhammed b.Hâlid b.Hıdâş tahdis etti (ve) dedi: (bana babam tahdis etti (ve) dedi;) [301]ba­na Müslim b.Kuteybe[302]tahdis etti (ve) dedi:Bize Mâlik b.Miğvelf -159) [303]haber verdi (ve) dedi:eş-Şa'bire'y ehline baktı-ve bana şöyle dedi: "Bunlar sana Rasulullahın ashabından ne rivayet ederlerse onu kabul et.fakat kendi reyleri (görüşleri) ile söyle­diklerini helaya fırlat..! "

eş-Şa'bi:Kıyastan sakınmız.Çünkü siz kıyas yaptınız mı,haramı helâl.helâh da haram yaptınız de-mektir."derdi.

EBÛ MUHAMMED:Bana er-Rıyâşî tahdis et-ti(ve)dedi:bize el-Asmâî,Ömer b.ebî Zâide'den haber verdUÖmer b.ebî Zâide)( -15?)şöyle dedi:"eş-Şa'bi-ye:"Bu,kıyasa uymuyor!"denildi,bunun üzerine eş-Şa'bi, (erkeğin tenasül uzvunu zikrederek)kıyasa söv­dü.

Bana er-Rıyâşî,Ebû Ya'kûb el-Hattâbî'den,o da amcasmdan,o da ez -Zuhri'den(50-124) [304]tahdis et ti,ez-Zuhrî şöyle demiştir:"Hadis erkektir.onu adam lann erkek olanlann sever.kadın olanları da sevmez­ler. [305]

EBÛ MUHAMMED:Fürû asla tabi olduğuna gö­re,asıllarına uymayan furû (teferruat) meseleler-de,sen nasıl düzenli bir kıyas yapabilirsin?

Nasıl olur da kıyasta, on dirhem çalanın eli kesi­lir de, yüzbin dirhemi gasbedenin eli kesilmez ?.Yine nasıl olur da.facir olan hür bir kimseye iftira edene kazf cezası olarak sopa vurulur da.iffetli (namuslu) bir köleye iftira edene kazf cezası tatbik edilmez?Nasıl olur da cariyelerin rahimlerinin temiz olduğu bir hayz ile anlaşılır da,hür olan kadınların temizliği üç hayız ile anlaşılır?Nasıl olur,bir adam (hür olan)ihtiyar ve çirkin bir kara kadınla evlendiğinde evli sayılır da yüz güzel cariyeye sahip olduğu halde evli sayılmaz ? [306]


EBÛ MUHAMMED:Gelelim el-Câhız'a.[307]O, Kelâmcıların sonuncusu,geçmiş âlimleri ayıpla­yan, kelâmcılar içinde en iyi delil getiren, küçük birşe-yi büyütesiye veya byyük bir şeyi küçültesiye kadar ona en fazla iltifat eden bir kimsedir. Öyle ki o, bu kud­reti sayesinde,birşeyi ve onun zıddını yapabilecek ve siyahların beyazlardan üstün olduğunu ispat edebi­lecek bir seviyeye erişmiştir

Onun bazan Osman taraftarlarını Rafızilere karşımüdafaa ettiğini,bazan da Zeydiyye'yi Osman taraftarlarına ve EhM Sünnete karşımüdafaa ettiğini görürsün.Bazan Ali'yi(R.A.) üstün tutar,bazan da aşağıdüşürür.

"Rasûlullah şöyle dedi"der ve hemen arkasin-dan"el-Cemmâz[308]şöyle dedi.'Veya'lsmail b.Gazvân[309]şöyle dedi,"diyerek bu adamların fahiş (çirkin.kötü) sözlerinifRasûlullahın sözleri ile yan yana)zikre-der .Halbuki Rasûlullah(S.A.V)el-Cemmaz ve İsmail b.Ğazvan'm isimlerinin bulunduğu bir kitapta zikredilmekten münezzehtir.nerede kaldı ki aynı sa-f hifede veya bu isimlerden bir iki satır sonra zikredil sin!

Bir kitap yazar,orada Hristiyanların Müslü-? manlara karşı olan delillerini zikreder.Sıra Hristiyan-| ların hatalarını saymaya gelince,delil getirmektenj vazgeçer.Böyle yapmakla.o adeta,Hristiyanlara,onla-nn bilmedikleri(müslümanlann aleyhine olanjşeyleri göstermek ve imanı zayıf müslümanlan şüpheye dü­şürmek ister gibidir.

el-Câhız'm kitaplarında gülünç ve abes (boş) şeyler yazdığını ve bununla,gençlerin ve nebiz (bir ne­vi içki) içenleri kendisine çekmek istediğini, görür­sün.

Hadislerle öyle alay eder ki.bütün ilim ehli bu­nun alay olduğunu anlar. Meselâ "balığın ciğeri [310]şeytanın boynuzu, [311]Hacer-i Esved'in beyaz oldu­ğu,onu müşriklerin karartüğı,bu takdirde müslü-manlann.müslüman olunca on beyazlatmalan ge­rektiği gibi şeyleri;içinde nda (süt emme) ile ilgili ayet­leri ihtiva eden ve Hz.Âişenin sedirinin altında bulu­nan bir sahifeyi koyunun yemesini [312]zikreder.

Yine karga ve horozun içki başına oturmaları,hüdhüdrkuşunun, anasının cenazesini başının içine defnetmesi, kurbağanın teşbih etmesi,güvercinin boynundaki gerdanlık ve buna benzer şeyler hakkın-daki Ehl-i Kitabın sözlerini zikreder. Bunları inşaallah ileride açıklayacağız.

Bütün bu arattıklarımızla birlikte o.üstelik bu ümmetin en yalancısı ve ençok hadis uyduranı ve ba­tıla ençok yardım edenidir.

Kim sözünün de amelinden sayıldığını bilirse.az ve sadece faydalı şeyler konuşur.

Her kim, telif ettiklerinden ve yazdıklarından mesul olduğunu bilirscbirşeyi ve onun tam tersini yapmaz,ve batıl olduğuna inandığıbir şeyi yerleştir­mek için bütün gücünü sarfetmez.Bu hususta er-Riyâşî şuşiiri söylemiştir:

"Elinle,Kıyamet günü görmekle sevinecek oldu­ğundan başkasını yazma..." [313]


EBÛ MUHAMMED: Duyduğuma göre kelama-lann bazıları şarabın haram olmadığınısöylüyorîar-mış.Gûya Allah(C.G)şarabı te'dib cihetinden nehyet miş imiş. "Elini boynuna bağlafyıp cimri kesiljme ve büsbütün de aç(ıp israf et)me" (17,el-İsra:29) ve"...kendilerini yataklarda yalnız birakın.Yine dinlemezlerse (hafifçe) dövün.."(4,en-Nisa:34) ayetleri de bunun gibi te'dip için imiş.

Onlardan kimisi de,dokuz hür kadınla evlenile-bileceğini söylemekte ve şu âyeti delil getirmektey-miş:"Sizin için helâl olan kadınlardan iki-şer.üçer.dörder olmak üzere nikah edin."(4,en-Ni-sa:3) Diyorlarmış ki;iki,üç ve dördün toplamı dokuz eder.Bunun delili de şudur ki;Rasûlullah vefat et­tiğinde dokuz hanimi vardı.Allah'ın(C.C) Kur'an'da Rasûlüne mubah kıldığı şeyler,bize de mubah kılın­mışolan şeylerdir.

Diğer bazı kelamcılar da domuzun yağ ve derisi­nin helal olduğunu kabul etmekte ve "Çünkü Allah(C.C),"Size,ölü hayvan,akmış kan ve domuz eti haram kıhndi."(5,el-Mâide:3)ayetinde,domuzun an­cak etini haram kümıştır.bunun haricinde başka bir-şeyini haram kıîmamışür. "demektedirler.

Kelamcüardan bir başka gurup,Allah,birşeyi,o şey meydana gelmeden bilemez ve en iyisini araştır­madan birşeyi yaratamaz, demişlerdir.

Bu kadar ihtilaf karşısında bu Kelamcılardan hangisine bağlanılır ve hangisinin mezheb ve fırkası­na tabi olunur...?Bunlann arasından hakkı bulup çı­karmak nazil arzu edilebilir?

Onlar,-günler geçtiği.zaman akıp gittiği halde-hala kıyas ve tartışmalarla uğraşmakta.böylelikle sadece ihtilailan artmışolmakta,haktan ise uzaklaş­maktadırlar.

Ebû Yusuf (113-182)[314]"Kim dini,kelam ilmi üe öğrenmek isterse zmdıklaşır,kim malı simya ilmi ile kazanmak isterse iflâs eder,kim hadislerin garibleri-ni.araştınrsa,yalanlanır."derdi.

EBÛ MUHAMMED:Ben ilk gençlik yıllarımda ve çeşitli ilimleri Öğrenmeye ihtiyaç hissettiğim devir-de,bütün ilimlere bir bağla bağlanmak ve her ilimden nasibimi almak istiyordum.Bazan bunlara (Kelamcı-lara )aldanıp,onlann meclislerine gider,oradan,hayra götüren veya doğruyu gösteren faydalı birşeyi öğren­mişolarak çıkmayı arzu ederdim. Onların Allah'a karşı cür'etlerini.salunmalanmn azlığını,kıyasın dü­zenli olması veya kıyasta kopukluk olmaması için kendilerini günahlara sürüklediklerini görür, oradan hüsran içersinde,pişmanlıkla geri dönerdim.

Şair Muhammed b.Beşir, [315]

Bırak tartmadan söz söyleyeni,

Vera' sahibi böyle bir söz söylemez.

Her fırkanın başlangıcı güzeldir.

Ondan sonra kepazeleşirler.

Ona söylenilebilecek tek şey,

"Hiç duraksamadan konuşurdu."denilmesidir."

derken onlan isabetli bir şekilde vasfetmiştir. Abdullah b.Mus'ab[316]da şöyle demiştir: Adamı görürsün söz söylemek hoşuna gidiyor.

Halbuki kişi için en salim yol konuşmamaktır. Sözün fazlasından sakın,

Çünkü her sözün lüzumsuzu bardır.

Sakın bir bid'atçıya arkadaşlık etme.

Hiçbir zaman da onun dediğini dinleme. onların sözleri gölgelere benzer.

Gölgelerin ise zail olması yakındır.

Allah âyetlerini muhkem kılmıştır.

Rasûl(ullah) de onlara delil olmuştur.

Ve müslümanlara yolu açık eylemiştir.

Sakın bu yoldan başkasını takib etme [317]

Onlar,göğüslerinde şüphe,

İçlerinde ise kin ve hile saklarlar.

Kur'an'la ilgili bir bid'at çıkardıklarında herbiri bu bid'ata sarılıp kendini haklı görür.

O halde bırak onlan ve ahmaklar gibi salına salı­na yürüyenleri

Onlara uzun bir sessizlikle cevap ver.

EBÛ MUHAMMED:Ben Ömer b.Abdilaziz'in "Kim dinin[318]husûmetlere (münakaşalara)hedef ya­parsa , sık sık görüş değiştirmek durumunda kalır. [319]sözünü işitmişidim.Hakikaten,kelâmcılan,"Hak(kıyas ve nazar[düşünce) ile bilinebilir.Kim bir delil ile ilzam olunursa.ona boyun eğmesi gere­kir, "dediklerini işitiyor, fakat sonra onların .araştır­ma ve nazarları boyunca birbirlerini delillerle sustur­duklarını, her mecliste kaç kere müşahade ettiğim halde, onların kendi iddialarından vazgeçmedikleri­ni, iddialarını terketmediklerini görüyordum.

Hişam b.el-Hakem'in [320]taraftarlarından biri bir mu'teziliye şöyle bir soru sorar:

Bana söyler misin,bu âlemin sonu ve hududu var mıdır?

Mu'tezili:"-Son-bana göre- iki kısımdır.Biri, za­manınşu vakitten şu vakte kadar olan sonudur.Diğe-ri.uç ve kenarların (yâni mekânın)nihayeti (sonu) dir ki,âlem de bu iki sıfatla sonludur." dedi.

O:"-Sani (yaratıcı) olan Cenab-ı Hak sonlu mudur?dedi.

Mu'tezilî:-Bu muhaldir, "dedi.

O: "-Sen sonlu olmayan.sonlu birşeyi yaratabi­leceğini mi iddia ediyorsun?dedi.

Mu'tezilî:"Evet,dedi.

O : Sonlu olmayanının sonlu olanı yaratması caiz olduğu gibi, niçin "şey" olmayanın "şey"i yarat­ması caiz olmasm?dedi.

Mu'tezilî : "-Çünkü "birşey"olmayan,yokîuktur veiptaldir."dedi.

O Sonlu olmayan da,yokluk (adem) ve iptal­dir, dedi.

Mu'teziîî O :-"Birşey değildir",demek,"yok" de­mektir, dedi.

O Sonsuz değildir."demek te "yok" demektir.dedi.

Mu'tezilî:-Cehm b.Safvân[321]ve ashabı hariç,insanlar Allah'ın bir "şey" olduğunda ittifak ettiler.dedi.

O İnsanlar onun (Allah'ın) sonlu olduğunda da ittifak etmişlerdir.dedi.

Mu'tezlî :-Mütenâhi (sonlu) olan herşeyin muh-des, masnu'(yaratılmış), ve aciz olduğunu gör­düm, dedi.

OBen de bütün "şeylerin muhdes (sonradan yaratılmış) ve âciz olduğunu gördüm, dedi.

Mu'tezilî:"-Bu "şey'lerin yaratılmış(masnû') olduğu­nu görünce, bildim ki.onlann yaratıcısı da"şey" dir.". dedi.

OBu "şeylerin sonlu olduğunu görünce bildim ki, onların yaratıcısı da sonludur."

Mu'tezilî Eğer (Allah) sonlu olsaydı .yaratılmışolurdu,çünkü her sonlu olan şey yaratılmışür,dedi.

O Eğer (Allah) "şey" olsaydı,yaratılmış ve aciz olurdu.çünkü her "şey" in yaratılmış ve aciz olduğu­nu gördüm,eğer mesele böyle değilse,o halde (Allah ile yaratılanlar arasındaki) fark nedir? deyince, Mu'tezilî sustu..

(Kelâmcılardan)iki kişiden biri,diğerine" ilim "hakkında sordu ve ona:"Sen,,Semi'(işitici) demenin , Alîm (bilici)demek olduğunu mu söylemek istiyor­sun? " dedi.

O da:Evet,dedi.(Bunun üzerine aralarında şöyle bir konuşma cereyan etti):

Allah fakirdir.."diyenlerin sözünü elbette Allah işitmiştir." (3.Â1-İ Imrân: 181) buyurulmuş-tur.Yani Allah, onlar bu sözü söylediklerinde onları işitti mi?

Evet,işitti.

Onlar o sözü söylemeden önce,Allah onlan işit­ti mi?

Hayır, işitmedi.

Onlar söylemeden önce,onlann bu sözü söyle­yeceklerini bildi mi?

Evet...

Öyleyse ben "Semî" den,Alîm manasından baş­ka bir mana anlıyorum, "deyince öbürü cevab vereme­di.

EBÛ MUHAMMED:Ona ve ewelkine:"İkinizi de deliller susturdu.Öyle ise,niçin (yanlış olan) inancı­nızdan vazgeçip de delillerin icabettirdiği şeye inan­mıyorsunuz?" dedim.

Onlardan biri: "Eğer dediğin gibi yapar-sak,hergün kaç kere inancımızı değiştirmemiz gere­kir" dedi.

(Benim bu anlattıklanmjsenin Kelâmcılara hay­ret etmen için kafidir.

BEN (EBÛ MUHAMMED) DERİM Kİ:Madem ki hakikat ancak kıyas ve delil ile bilinmektedir, eğer sen bu ikisine kat'î bir şekilde tabi olup (bunlara dayanı­larak mağlup edildiğinde) boyun eğmezsen kıyas ve delili ne yapacaksın?O zaman senin için taklid [322]da­ha kazançlı ve Rasûlullahın izinden gitmek de daha uygun olur. [323]


Onlar (Kelâmcılarjbir haberin nasıl sabit ola­cağında da ihtilaf ettiler.Bazısı,sadık(doğru)bir kişi ile haber sabit olur,derken diğeri,"iki kişi ile sabit olur.çünkü Allah iki adil şâhid getirmekle emretmiş­tir. "der.Bir diğeri ise "üç kişi ile sabit olur.çünkü Al-lah'Bununla beraber mü'minlerin hepsinin topla­nıp birden savaşa çıkmalarıuygun değildir. Her ka­bileden büyük bir kısım savaşa git m eli, onlardan bir kısmı da dini öğrenmek ve kabileleri savaştan geri döndüğü zaman,onlarıAllah'ın azabı ile uyar­mak için geri kalmalıdır." (9,et-Tevbe:122) buyur­muştur. (Ayette geçenjtâife (=onlardan bir kısmı) ise en az üç kişiden teşekkül eder."der.

Onlar bu sözleriyle iyice sapıtmışlardır. Çünkü "tâife"bir de olur.iki de,üç veya bunlardan daha fazla sayıda da olur.Çünkü taife; kısım,parça manasına-dır.Binâenaleyh.bir kişi de bir kavmin.parçası olabi lir.Nitekim Cenâb-ı Hak "Mü'minlerden bir taife de hazır bulunsun." (24,en-Nûr:2) buyurmaktadır.Bu rada Allah tâife'den,bir veya iki kişiyi kasdetmekte-dir.

(Kelâmcılardan)bir başkası, Cenab-ı Hakkın "Bunun üzerine dört şahid getirselerdi ya..!" (24,en-Nûr: 13} ayetini delil getirerek,bir haberin dört kişi ile sabit olabileceğini söyler...Bir diğeri"...içlerin­den on iki nazır bulundurmuştuk." 5,el-Mâi-de, 12âyeti sebebiyle,haberin on iki kişi ile sabit ola­cağını; bir başkası"...içinizden sabır ve sebat ede­cek yirmi kişi bulunursa, onlar iki yüz kişiye gale-

be eder." (8,eİ-Enfâl:65) âyetiyle istidlal edip.yirmi ki­şi ile sabit olacağını;diğeri ise"Mûsâ (buzağıya tapan arkadaşlarından ötürü özür dilemek üzere} tayin ettiğimiz vakit için kavminden yetmiş adam seç­ti." (7,el-A'râf: 155)ayeti sebebiyle .haberin yetmiş kişi ile sabit olacağını söyler.

Onlar (Kelâmcılar ve re'y ehli),haberin sahih ol­masıiçin delil teşkil edecek her sayı için Kur'an 'dan birer sayı buldular.Herhangi bir kimse.haber ancak sekiz kişi ile sabit olur.çünkü Allah, o zamanın insan­larına hüccet olan Ashâb-ı Kehf hakkmda"Bunlar ye­di kişidir,sekizincileri köpekleridir."(18,el-Kehf:22)buyurmuştur(diyebilir.-Halbuki onların se­kiz olmaları ancak köpeğin onların sekizincileri olma­sıyla mümkündür-veya haber ancak ondokuz kişi ile sabit olur.çünkü Allah,Cehennem bekçilerinden bahsederken"üzerinde ondokuz melek var." (74,el-Muddessir:30) buyurmuştur,diyebilir.Aym şekilde bu rakamlar da.Kur'an'dan çıkarılmış birer sayı ol­muş olur.

Bütün bu tercihler ,ancak insanlaıın akıllarının farklı seviyede olması sebebiyle farkhlaşmış-tır.Herkes aklının seviyesine göre bir sayı kabul et­miştir. Eğer onlar Allah'ın tek bir vakitte,bütün in­sanlara iki,dört,yirmi veya yetmiş değil de bir tek Pey­gamber göndermesine ve ona uymalarını,emirlerini dinlemelerini emretmesine baksalardı.tek bir Pey­gamber nasıl Allah'dan haber verdiği şeylerde sâdık (doğru) ise,aynen âdil ve sâdık bir kimsenin verdiği haberin de tasdik olunması gerekeceğini anlarlardı.

Bu kısımda maksadımız bu olmadığı için sözü daha fazla uzatmayacağız... [324]


EBÛ MUHAMMED:Kur'an'ıen acaib bir şekilde tefsir ettiler.Maksadları da mezheblerini destekle-mek.te'vüleri kendi fırkalarına hamlettnektir.

Onlardan bir fırka,"Onun kürsüsü,gökleri ve yeri kaplamıştır. (2.el-Bakara:255)âyeti hakkında yani "ilmi" kaplamıştır.demiş ve iddialanm isbat için duyulmamış bir delil getirmiştir ki o da şairin şu sözü­dür:

"Velâ Yukersiu ılmallâhi mahlûku"

Sanki bu şiirin manası onlara göre "İnsan.Al-lah'ın ilmini bilemez"demektir.

el-Kursiyyu,hemzesizdir.Yukersiu fiili ise hem-zelidir.

Onlar Allah'ın kürsüsü veya şeriri olduğunu söylemekten ürkerek, Arş'in şerir veya kürsüden baş­ka birşey olduğunu söylemişlerdir.Halbuki araplar arş denilince ancak şeriri (taht'ı),yüksek çatıları ve kuyuların yerden yükselen kısımlarını anlarlar.Nite­kim Allah:MEbeveynini arş üzerine çıkardı." (12,Yûsuf: 100)buyurmaktadır ki.taht üzerine çıkardı demektir.

Umeyye b. ebi's-Salt da (serir taht ile ilgili ola­rak)şöyle demektedir:

Allahı ululayınız,O ululanmağa lâyıktır.

Rabbimiz gökte yüce oldu,

İnsanları aşan en büyük binada.

Ve göğün üzerine bir şerir (taht) kurdu.

(Bu taht öyle Juzundur ki göz ona yetişemez.

O tahtın altında sen,melekleri boyun eğmiş ola­rak görürsün.

Onlardan diğer bir fırka"Kadın gerçekten ona niyetlenmiş ve o da kadına niyetlenmişti." (12,Yûsuf:24) âyetinde, kadının fuhşa niyet ettiğini,

onun E Yusuf un) da kadından kaçmağa veya ona vur-rnağa niyet ettiğini söylemiştir.Nitekim Allah "Eğer Yûsuf,Rabbinin burhanını (ilâhî ihtanjgönnemiş olsaydı,olacak olan olurdu." (12.Yûsuf:24)buyur-rrmştur.Demek ki Yûsuf kaçmak veya kadına vur­mak istemiş ve ,Rabbinin burhanını gördüğü vakit kadının yanında kalmıştı."demişlerdir.

Senin, iki niyetin farklı olduğunu ve sen birine ihanet etmeği kasdederken, o kimsenin sana ikrama niyet edebileceğini kasdederek "fulana niyetlendim.o da niyetlendi" demen caiz değildir.Bu söz ancak iki niyyet aynı olduğu zaman caiz olur.

Diğer bir firka "Âdem, Rabbine âsi oldu da (yolunu) şaşırdı." (20,Tâ,hâ:121) âyetinde Âdem'in ağacın meyvesinden yediği için hastalığa mübtelâ olduğunu söylemiştir.Bu kimseler,sütteri kesilen deve yavrusu,midesi bozulacak kadar süt iç­tiği zaman Arab'ın "ğaviye'l-fasüu,yağvâ,gâvan"de-mesindeki manayıkasdettiler.Halbuki âyetteki (şaştı manasına gelen)ğavâ,"ğavâ-yağvi,ğayyen"fiilidir.On-lann dediği ise.midesi bozulmak manasına gelen "ğa-viye-yağvâ-ğavan"fiilidir. Bir başka fırka da

Yemin olsun ki cin ve insanlardan birçoğunu Ce­hennem için yarattık) ( 57.el-A'raf: 179) yani onları

cehenneme atük,âyetindeki zatına )

insanların (onu savurdu)sözündeki fiil­le aym olduğunu kabul etmişlerdir. fiilinin, fiilinden olması mümkün

"Zu'n-Nûn'u hatırla.Hanİ öfkelenerek gitmiş­ti de.kendisine hiçbir zaman güç yetiremiyeceği-mizi sanmıştı." (21.el-Enbiya:87) âyeti hakkında da Zu'n-Nûn'un -Allah'ın Peygamberlere verdiği ismet sıfatı dolayısıyla"Rabbine kızmış olduğumTsöyle-mekten ürkerek onun, kavmine öfkelenerek çıkıp git­tiğini söylemişlerdir.

Böyle demekle onlar.kavmi iman ettiği zaman Zu'n-Nûn'un öfkelenerek çıktığını söylemiş olmakta ve (âyete) verilmesini çirkin buldukları manaya ben­zer bir mana vermiş olmaktadırlar .Çünkü kavmi iman ettiği zaman,Allah1 in bir Peygamberinin onlara öfkelenmesi nasıl caiz olabilir?Halbuki o.zaten kav­minin iman etmesi

(lVadîn:Genîş bir astar veya iç elbiscsi.Deri sırımların­dan veya kıldan dokunur.Sadece deriden de yapılır.

lunmuştur.Eğer bir Peygamber yüzbin veya daha faz­la sayıda insanın iman etmesine öfkelenecek olur sa,bu takdirde onunla bir Allah düşmanı arasında ne fark kalır?Binaenaleyh o,ne kavmine ne de Rabbine öfkelenerek çıkıp gitmemİştir.Bu husus benim te'li-fim olan "Muşkilu1l-Kur'an"adlı kitabımda açıklan mıştır.[325]

Maksadım bu kitapta.bu gibi hataları anlatmak değildir.Benim gayem, (Kelamcıların ve re'y ehlinin) Allah'ın kitabınıkeyiflerine göre manalandırmak ve kendi fırkalarını destekleyecek şekilde tevilde bulun­mak sur etiyle, Allah'a karşı gösterdikleri cüretkârlık­larını ve cahilliklerini ortaya koymaktır.

Kezâ"AlIah İbrahim'i (AS) halîl (=dost) edin­miştir." (4.en-Nisâ:425) âyetinde dost manasına ge­len "HaliT'i "rahmetine muhtaç" manasına aldılar.Al-lah'a.insanlardan birini halîl(=dost) kılmış olmaktan korkarak halU'in,fakirlik manasına gelen "el-halle-tu'"dan geldiğini söylediler ve sözlerine delil olarak da Zuheyr'in[326]şu beytini ileri sürdüler:....

"Eğer ona isteme günü bir halil(=fakir) gelirse. Der ki:Malım ne ğâibdir ne de memnû(yasak)"

Şimdi, (mesele onların dediği gibi olursa,bu tak-dirdejîbrahîm (A.S)için bu âyette ne gibi bir fazilet mevzubahs olabilir?

Onlar bütün insanların Allah'a muhtaç olduğu­nu bilmiyorlar mı?İbrâhim'e "halîlullah" denme­si,, "Musa kelîmullah'tır" veya "îsâ rûhullahtır" de­mekten farksız değiîmidir?

"Bir de Yahudiler'-Allah'ın eli bağlıdır (cö-merd değildir)dediler."(5.el-Mâide:64) âyetindeki "er.arapların "...bende fulanın eli (yani nimeti ve iyiliği )vardır. "dediği gibi,burada da nimet manası-nadır,dediler.Bu âyetteki "el" in nimet manasına ol­masımümkün değildir, çünkü Allah (âyetin devamın­da), onların dediklerinin aksine.cevab olarak "onla­rın (Yahudilerin) elleri bağlıdır, buyurmuş ve sonra da "Doğrusu Allah'ın elleri açıktır."demişür.(Bu son iki âyette) Allah'ın "..onların nimetleri bağlıdır.Doğ-rusu Allah'ın iki nimeti de açıktır."gibi bir mana kas-detmiş olması caiz değildir.Çünkü nimetler bağlan­maz (cimrileşmez). Zira bilinen bir husustur ki iyilik­ten kinaye olarak "el" kullanılır, fakat "iki el" kullanıl-maz.Ancak birbirinden farklı iki iyilik kasdolunursa o takdirde "benim onda iki el'im (=iyiliğim) vardir"deni-lebilir.

Allah'ın nimetleri ise sayılamayacak kadar çok­tur. [327]


EBÛ MÜHAMMED:Bu (yukarıdaki Jtefsirlerden daha acaib bir tefsir, Rafızilerin tefsirleri ve onların el­lerinde bulunan cifr [328]yolu ile Kur' an'ın bâtın (manas) im bildiklerini iddia etmeleridir ki, bu cifr hakkmda.Zeydiyye'nin reisi olan Harun b.Sa'd el-lclî şöyle demiştir:

Görmedin mi Râfizüerin parçalandığını,

Hepsi de Ca'fer [329]hakkında kötü söylediler.

Bir taife Ca'fer imamdır dedi.

Onlardan diğer bir gurub da ona "mutahhar (temizlenmiş ) bir peygamberdir "dediler.

Benim kabul etmediğim acaibliklerinden biri de onların cifr derileridir.

Onlardan cifr'le uğraşanlarından Rahman'a sığınınm.

Bütün Rafîzilerden Rahman'a sığınırim.

(O rafızîlerki) küfür kapısını görür fakat dindeise şaşıdır.

Ehl-i hak.btr bid'atten el çektikleri zaman,onlar(bidate) devam ettiler.

Onlar (ehl-i hak)hakka müdavim olsalar.bun dan geri kalırlar.

Eğer fll.kelerdir dese tasdik ederler.

Eğer zencinin rengi değişti,kırmızı oldu dese (onu da tasdik ederler.)

Devenin idrarından dana kararsız (düzensiz) dirler.

Zira ileri giderken geri geliverir

Tıpkı Hristiyanîann İsa'ya (a. s) iftira ettikleri gi bi

Cafer'e iftira edenlere de yazıklar olsun.

EBÛ MUHAMMED:Cifr!den maksat,Cifr derişi­dir.

Rafıziler İmâm-ı Câfer'in,kıyamete kadar olacak olan ve kendilerinin bilmesi gereken herşeyi bu deri­ye (cifr) yazdığını iddia etmişlerdir.

(Rafızilerin tefsirlerine gelince:) "Ve Süleyman (A.S) .Davud'a (A.S) vâris oldu." (27.en-NemI:16) âyetindeki "Süleyman" onlara göre" İmam"larıdir ve Peygamberimizin (S.A.V) ilmine vâris olmuştur.

Allahu taalanın "Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor.." (2.el-Bakara:67) âyetindeki boğazlan­ması istenen sığırın Hz.Âişe (R.A) olduğunu, (boğazlanan) sığırın bir parçası ile (katili bi­linmeyen) ölüye vurun." (2.el-Bakara:73) âyetindeki vuran ve vurulanın Talha ile Zubeyr olduğunu,

(Kur'an'da geçen) hamr f şarap) ve meysir (ku-mar) dan kasdedilenin Ebûbekr ve Ömer olduğu­nu...

Cibt ve tâğut (ruhlu ve ruhsuz putlar) [330]dan maksadın Muavtye ve Amr b.el-As olduğunu ve bu­nun gibi -zikretmeyip terkettiğimiz ve bizim bu kitabı mızı görenin Okumaktan vazgeçeceği kadar-acaib şeyler söylemişlerdir,

Ediblerden bazısı, şöyle derdi:Ben Rafızilerin Kur'an'ı tefsir etmelerini, tıpkı Mekke'li birinin yap­mış olduğu şiir teviline benzetirim.Birgün,o,şöyle de­mişti: "Benû Temîm kabilesinden daha yalancısını görmedim. Onlar şâirin:

"İçinde Zurâra,Mucâşi,Ebu'l-Fevâris ve Neh-şel'in bulunduğu bir ev"

(Yani:Temim kabilesi öyle bir kabiledir ki,içer-sinde Zurâra,Mucâşi,Ebu'l-Fevâris ve Nehşel gibi meşhur adamlar mevcuttur.-Mütercim-)beytinin kendi kabilelerinden bazı adamlar hakkında söylen­diğini iddia ediyorlar."dedi.Bunun üzerine kendisine bu beyt hakkında sen ne diyorsun" denilince;el-Beyt (ev) Beytul'lah (Allah'ın evi Ka'bejdir, zurâre ise Hace-r -l Esved'dir,dedi.Peki mucâşi nedir?denildi."Zem-zem"dir,suyu taştığı için mucâşi denmiştir,dedi."E-bu'l-Fevâris"nedir?denildi,o da (Mekke'deki)Ebû Ku-beys dağıdır,dedi."Nehşer'nedir?denildi,"nehşel bun­ların en zoru!"dedi,bir müddet düşündükten sonra,"nehşel"de Ka'be'nin kandilidir.Çünkü uzun ve si­yahtır .İşte nehşel budur, dedi. [331]


Rafıziler bid'at fırkalarının ençok parçalananı ve ençok kollara ayrılanıdır. Onların bir kısmına "Beyân" adı verilen bir adama mensub olmalarından dolayı el-Beyâniyye denilmiştir.Bu adam, taraftarla-nna:Allah"Bu (Kur'an)insanlara bir açıklama.Al-lah'tan korkanlara yol gösterme ve öğüttür." (3.Â1-İ Imrân:138) âyetinde-beyân sözü ile-bana işaret et-nıektedir,demişür.Bu adamlar Kur'an'ın mahluk (ya­ratılmış)olduğunu ilk olarak söyleyen kimselerdir.

Mansûriyye kolu ise.Ebû Mansûr el-Kisf in as­habıdır. Birgün el-Kisf,ashabma:"Eğer gökten bir

parça (kisf), düştüğünü görseler.." (52.et-Tûr:44) âyeti benim hakkımda nazil oldu,demiştir...

el-Hannâkûn ve eş-Şeddâhûn fırkaları da Rafi-zilerdendir.

Rafızilerden.el-Gurâbiyye ise,Hz.Ali'nin,Hz. Pey gamber'cbir karganın (el-ğurâb) diğer bir kargaya benzemesinden daha fazla benzediğini söyleyenler­dir. Gebrâil Ali'ye gönderildiği halde,bu benzerlikten dolayı şaşırıp (vahyi Hz.Muhammed'e getirmekle) ha­taya düştü,derler.

EBÛ MUHAMME: DrBiz bid'at ve hevâ ehli içinde bir beşere ilahlık isnad eden.onlardan başka bir kim­se bilmiyoruz.Çünkü Abdullah b.Sebe Ali'nin rubu-biyetini iddia etmiştir. Hz.Ali cie onlan böyle söyledik lertnden dolayı ateşte yaktırmıştır.Bu hususta Hz.Ali şöyle bir beyt söylemiştir:

"Baktım ki iç kötü bir hale varmış, yaktım ateşimi çağırdım Kanber'i"

Keza o nlardan başka,kendisi için peygamberlik iddia eden bir kimse bilmiyoruz.Zira el-Muhtar b.ebi Ubeyd (es-Sakafî)[332]kendisinin peygamber olduğu­nu iddia etmiş ve Cebrail ve Mîkâü'in kendisine geldi­ğini söylemiş,etrafındakiler de onu tasdik edip ona ta­bi olmuşlardır.Bunlara el-Keysâniyye denilir. [333]


EBÛ MUHAMMED:Hadisçilere gelince.onlar hakkı (hakikatı),bulabilecekleri yerlerde arayıp ,araştırdıIar.Şarkta ve garbta,karada ve denizde Rasûlullahın hadislerini,eserlerini (haberlerini) aramalan ve onun sünnetine uymaları sebebiyle Allah'a yaklaştı­lar.

Onlardan biri.tek bir hadis veya sünnet için,ya-yan yola çıkar ıssız çöllerde konaklar ve bunu sade-ce,o hadisi,nakledenin ağzından işitebilmek için ya­pardı. ..

Sonra hadis çiler, sahihini ve sakîmini (sahih ol-mayanını),nâsihini ve mensûhunu, fukahâdan kim­lerin hadislere muhalif bir görüş ileri sürdüğünü an-layasıya kadar,haberleri (hadisleri )araştırmaya ve incelemeğe devam ettiler.Yukarıdaki hususları açık­layıp bildirmeleri sayesinde "Hak" gizli iken ortaya çıkmış, kaybolmuş iken yayılmış,dağınık bir halde parça parça iken biraraya toplanmıştır .Yine onların bu çalışmalarısayesinde sünnetten yüz çevirenler ona boyun eğmiş,sünnetten haberi olmayan sünnet­ten haberdâr olmuş.önceleri Rasûlullahın hadisleri­ne muhalif olsa bile fulan veya falan kimsenin reyi (iç­tihadı) ile hüküm verirken,bundan sonra Rasûlulla­hın hadisleri ile hüküm verir olmuştur.

Ayıplayanlar,onlan,zayıf hadisleri naklettikleri ve zararlı olan garip hadisleri aradıkları için ayıpla­maktadırlar. Hadis çiler zayıf ve garip hadisleri doğru kabul ederek nakletmiş değillerdir.Bilâkis birbirin­den ayırmak ve her ikisini de bildirmek için çürüğü ile sağlamını,sahihi ile sakimini (zayıfını) biraraya getir-mişlerdir.Bunu yapmışlar ve meselâ merfû bir hadis olan "Aç karnına su içmek vücutta yağyapar."sözü­nün uydurma olduğunu ve bunu Asımu'l-Kevzi'nin uydurduğunu söylemişlerdir.

İbnu Abbâs'ın hokkaya tükürüp.bununla yazı yazdığı şeklindeki hadisi de Âsımul-Kevzi'nin uydur­duğunu söylemişlerdir.

el-Hasen (el-Basri'n) in "Rasûlullah hasta olan kimsenin talâk (boşaması) na cevaz vermedi [334]hadi sinin de uydurma olduğunu ve bunu Sehl es-Serrâc'ın [335]uydurduğunu söylemişledir..

Yine hadisçiler demişlerdir ki:Sehl,el-Hasen'i kabirler arasında namaz kılarken gördüğünü rivayet ederdi.Bu ise bâtıldır.Çünkü el-Hasen el-Basrî kendi­si Rasulûllahm kabirler arasında namaz kılmaktan nehyettiğini rivayet etmiştir. [336]

Keza Enes'in "Rasûlullah, "kişi ayakkabısınıçı­karmadığı müddetçe,hayvana binmiş biri (hükmünde)dir."buyurdu" hadisi de bâtıl (asılsız) dır,ye bunu Eyyûb b. Havt[337]uydurmuştur.demişlerdir!

Amr b.Hurays[338]ın,"Rasûlullahı,bayram gü-nü,huzurunda harbe (mızrak)lar ile oyun oynanırken gördüm[339]hadisinin de bâtıl olup onu el-Munzîr b. Ziyâd [340]uydurduğunu,

İbnu ebî Evfâ'nın [341]"Rasûlullahı.namazda sa­kalım sıvazlarken gördüm" hadisinin de keza el-Munzir b. Ziyâd tarafından uydurulduğunu,

Yûnus'un,el-Hasenu'l-Basrfden rivayet ettiği "Rasûlullah on (aded) künye (kullanılmasını) yasak­ladı" hadisinin mevzu olduğunu ve Merv kadısı Ebû Isme'nin [342]uydurduğunufhep hadisçiler) söylemiş­lerdir.

Hadisçiler, insanların (hadis olmadığı halde ha­dis diye)dillerinde dolaştırdıkları pekçok hadis hak­kında "..ashyoktur"demişlerdir.Bu tip hadislere mi­sal olarak insanlar:

"Sakalının seyrek olması kişinin saadetinden-dir."

"Onları en çok sevdikleri isim ile isimlendiri-niz,ve onlara en çok sevdikleri künyeleri veriniz."

Ticaretinizin en hayırlısı elbise ticareti,işlerini-zin en hayırlısı da terziliktir."

"Dilenen doğru söyleseydi onu geri çeviren iflah etmezdi. [343]

"İnsanlar birbirine denktir,ancak dokumacı ve­ya hacamatçı müstesna.."hadislerini ve bunlara ben­zer -hepsini zikretmek mümkün olmayan- pekçok hadisi rivayet etmişler,hadisçüer de bunları rivayet edip batıl olduklarını söylemişlerdir.

İbnu'l-Mubârek (118-181) [344]Ubeyy b.Ka'b 'm"Kim şu sûreyi okursa ona,şu kadar (sevap) vardır ve kim şu sûreyi okursa ona şu kadar (sevab v.s) var­dır." gibi hadisleri hakkında "Bunlan zındıkların uy­durduğunu zannediyorum" demiştir.

İşte Hadisçilerin (rivayet ettikleri için) sövülüp kötülendikleri "atın terlemesi","göğüs kılları","altın kafes","meleklerin ziyareti[345]hadisleri de uydur-madır.Bunlann hepsi de batıl (asılsız)dır.Onların hiç­birinin sahih bir isnadı yoktur. Bu hadislerin ravileri de yoktur. Onların zındıkların uydurması olduğun­dan hiç şüphe etmiyoruz.

EBÛ MUHAMMED:Muhakkak ki "Mü'minin kalbi Rahman'ın parmaklarından iki parmağı arasın dadır."

"Allah Âdem'i kendi suretinde yaratü.[346]

"Onun (Allah'ın) iki eli de sağ (el) dir."

"Allah yeryüzünü parmağı üzerinde taşır [347]ve parmağı üzerinde onu şöyle yapar."

"Rüzgara sövmeyiniz...Çünkü o,Rahman'm nefesindendir.'Ve

"Kâfirin Cehennemde derisinin kalınlığı iri yanbir adamın (el-Cebbâr) zirâi ile kırk zira'dır"gibi sahih

hadisler de mevcuddur.

EBÛ MUHAMMED:Bu hadislerin açıklamaları mevcuddur.Bunlan,kitapta yeri geldikçe anlataca­ğız, inşâallah. [348]


Bazen Hadisçilerden birisi rivayet ettiği bir ha­disi unutabilir.O hadis kendisinden ezberlenir ve kendisine tekrar hatırlatılınca o hadisi bilemez ve bu durumda bu hadisi rivayet etmiş olduğu kendisine bildirilir.O da-sünnete olan rağbeti ve sağlam bir ha­dise olan hırsısebebiyle-hadisi,kendisinden işiten kimseden rivayet eder.

Rabîa b.ebî Abdirrahman'm,Süheyl b.ebî Sâlih'deruönun babasmdan,onun da dedesinden onun da Ebû Hurayra'dan rivayet ettiği "Rasûlul-lah,bir şâhid ve onun yemini ile hükümde bulundu [349]rivayeti bu tip bir rivayettir.

Rabîa ( -136) [350]dedi ki:"Suheyl'e[351]bu ha­disi hatırlattım.onu hatırlamadı.Bundan sonra o.bu hadisi benden , kendisinden.babasından ve Ebû Hu­rayra'dan olmak üzere rivayet ederdi."

İbnuUyeyne( -198}[352]nin,Vekî '(129-197) [353]ve EbûMuâviye ( -195) [354]den rivayet ettiği iki hadis de böyledir.Bu hadislerden birisi İbnu ebi Nu-ceyh'den,o da Mucâhid'den rivayet edilmiştir.

(İbnu Kuteybe):Bu hadisi bize Muhammed b. Harun tahdis etti.o da dedi ki:Bize İbnu Uyeyne,Ebû Muâviye 'den o, İbnu ebî Nuceyh'den.o da Mucâ­hid'den haber verdi. (Mucahid) (52.et-Tûr:9) âyeti hakkında "yani semâ döner çalka­nır' emiş tir.

Yine Amr (b.Dinar) dan ,o da İkrime rden( 105) [355](V (33.el-Ahzab: 26) kelimesinin 'kale­ler.." manasına geldiğini rivayet etmiştir.

İbn Uyeyne'ye bu iki hadis soruldu .bunlan bile-medi.ve bunlan Vekî ve Ebû Muâviye1 den, ve kendi­sinden rivayet ettiİbnu Uleyye (110-193)[356]İbnu Uyeyne'den.o da Amr b.Dinâr'dan (45-125) [357]o da Ömer b.Abdilaziz'den ( -101), [358]onun "İkrah (zorlama)ile yapılan boşama­nın bir hüküm ifade etmeyeceğini[359]kabul ettiği-nfrivayet etti.İbnu Uyeyne'ye, bu hadisi sordujbnu Uyeyne bu hadisi bilemedi.Bundan sonra artık bu hadisi İbnu Uleyye'den ve kendisinden rivayet etme­ğe başladı.

EBÛ MUHAMMED:Mu'temir b.Süleyman ( -187) [360]şöyle derdi:Munkız [361]bana,benden (ben) Eyyûb'dan o da el-Hasen (u'l-Basri)'den'Vayh"ın rah­met (acıma)bildiren bir kelime olduğunu,rivayet etti.. [362]


Hadisçiler zayıf isnadlan da ( bildirmişler ve )ikaz etmişlerdir.Meselâ:Amr b.Said'in.babasından.o da dedesinden rivayet ettiği bir hadis de böyledir, (za­yıftır).Çünkü Hadisçilere göre bu (bizzat işitilme-yip)kitaptan alınmıştır.

MuğM -136),[363]ne Salim b.ebi'1-Ca'd ( 100) [364]ve Hılâs'ın ( -100) [365]hadisine.ne de Ab­dullah b.Amr'm [366]"Sahife"sine kıymet vermez­di..Mugira: "Abdullah b.Amr'm "Sâdıka"denilen bir (hadis) sahifesi vardı.O sahife iki kuruşa benim olsa bile yine de sevinmem"demiştir.

Yine (Muğira) "Abdullah b.Mes'ud'un ashabının Ali'den (R.A) rivayeti .Ali'nin ashabının Ali'den yaptığı rivayetten daha sahihtir"demiştir.

Keza,Şu'be (82-160) [367]"Şuşu kadar zina et mek benim için Eban b.ebi Ayyâş'dan ( -138) [368]hadis rivayet etmekten daha iyidir, "demiştir.

(Kelamcılarm)Hadisçilere,rivayet ettikleri şeyler hakkındaki malûmatlarının azlığı.lahn ve tasnif (oku­ma ve yazma hatalarının çokluğu sebebiyle hakaret etmelerine gelince:

Muhakkak ki insanların hepsi de bilgi ve fazilet­te müsâvî değillerdir.İnsanlardan hiçbir sınıf yoktur ki.onlann içersinde düşük ve âdî insanlar da bulun­masın!

Nerede ez-Zuhrî [369]gibi ilmin her dalında in­sanların en âlimi olan biri ve Hammâd b.Sele­me, Mâlik b.Enesjbnu Avn.Eyyûb, Yûnus b.Ubeyd,Süleyman et-Teymî,Sufyân es-Sevrî,Yahyâ b.Saîd,İbnu Curayc,el-Evzâî,Şu'be,Abdullah b.el-Mubârek ve emsalUlimde itkân sahibi[370]muhaddis-ler.nerede onlan ayıplayanlarf [371]

İlmin sadece bir dalında ilerleyen bir kimse,di-ğer dallardaki ayak kaymalarından dolayı ayıplana-maz.Bir muhaddis için i'rabta (okunuşta)şaşırmak veya bir fakih için şiirde hata yapmak ayıplanacak birşey değildir.

Her ilim sahibinin,insanlar kendisinin ilmine muhtaç olduğu ve kendisi o sahada söz sahibi oldu­ğu zaman,kendi dalında derinleşip mükemmelleşme-si başlıca vazifesidir.

Bazan da bir kişide pekçok ilim toplanabilir. :

Zira Allah lütfunu dilediğine verir.

Ebû Hanife'ye (80-150) -ki fetva ve görüşünün inceliği hususunda zamanında tek idi- bir kaya par­çasını alıp bir adamın başına vuran ve onu öldüren bir adam hakkında ne dersin? Bu sebeple onu kısas edermisin?denilince, "Hayır (kısas etmem) Hatta ada­mın başına (Mekke'nin )Ebû Kubeys dağını atmış ol­sa bile[372]demiştir.

Bişru'l-Merisi[373]arkadaşlarına:Allah sizin ih­tiyaçlarınızı en güzel ve en rahat bir şekilde yerine ge­tirmiştir" [374]dedi.Kâsımu't-Temmâr[375]bir gurup insanın,Bişrin bu sözüne güldüklerini gördü ve:"Bu (Bişr'in sözü) şâirin:

"Muhakkak ki Allah Suleyma'yı koruyor.o isekendisine verilmeyen birşeye karşılık cimrilikediyor. [376]sözü gibidir, "dedi.

Bişr,re'y (ehlin)in ileri geleni,Kâsımu't-Temmâr ise Kelâmcılarm önde gelenidir.Kâsım'ın,Bişr'i des­teklemek için delil getirmesi, Bişr'in i'rabta hata etme­sinden daha tuhaftır.

Bilâl ( -17-25) [377]Abdu'1-A'lâ b.Abdillah b. Âmir'e [378]karşı yardım isteyen Şebib b.Şeybe'ye

[379]O'nu bana getir."dedi.(Şebib):"(Daha önce de) onu çağırmıştım.Fakat onun hepsi de(=fe küllü zâli-ke) dayattı(gelmedi)"deyince Bilâl:Suç"hepsi"nin dir,dedi[380]

Ben ilim ve edebiyat sahiplerinden, el-Asmaî Ebû Zeyd,Sibeveyhtel-Ahfeş,el-Kisâî,el-Ferrâ,Ebû Amr eş-Şeybâni gibileri olsun veya Kıraat ve Tefsir il­minin imamları gibi olsun.ilminde hata etmeyen bir tek âlim görmedim.

İnsanlar,gerek İslâmda.gerek Cahilliyyedeşair-lerin-Lisan ilminin ehli oldukları ve sözleri delil olarak kullanıldığıhalde-i'rab ve manalarda hata et­melerini kınamışlardır. [381]


Hadisçiler hatalannda.insanların herhangi bir sınıfından hiç de farksız değildir.

Elbette biz kitabımızda onların pekçoğu-nun.yazdıklannı iyice öğrenmeyi ve topladıkları (ha­disler)! iyice anlamayı bırakıp ölünceye kadar (topu topu) bir hadisi on veya yirmi vecih (tarik)ten elde et­me sevdasına düşmelerini kötülemekten geri kalacak değiliz!

Halbuki sahih olan bir veya iki (isnadla gelen bir) hadîs,Allanın ilim sahibi olmasını murad ettiği bir kimse için kâfidir.

Onların bir hadisi on veya yirmi tarik (isnad) dan aramalarından,ellerine,hadisi arayanı yorgun düşü­ren ve geridekilere bir faydası olmayan yolculuklar dan başka birşey geçmemiştir.

Her kim bu tabakadan (bir hadisçi) ise o, bize göre vaktini boşa harcamış ve daha faydalı olanı bira kıp daha az faydalı olanşeylerle uğraşmış demek­tir.

Onlara (Hadisçilere) Haşeviyye,Nâbite,Mucbi re,bazan da Cebriyye denilmiştir.Mecâzi olarak el-Ğusâ' (sel arüklan) ve el-Gusr (insanların en rezilleri) de denmiştir..Bütün bunlar.bir takım lâkablardır ki,bunlarm hiçbiri,Kaderiyye (Mu'tezile) de olduğu gibi bir hadîste zikredilmişdeğildir.Kaderiyye hak­kında ise "onların bu ümmetin mecûsileri oldu­ğu, hastalanırlarsa ziyaretlerine gidilmemesi.ölürler-se cenazelerinde bulunulmaması" Rasûlullahtan ri­vayet edilmiştir [382]

Râfıza hakkında,Meymûn b.Mihrân'm İbnu Ab-bas'tan rivayet ettiği :"Rasulullahı "Âhir zamanda bir-takım insanlar olacaktır.Onlara Râfıza denilir.İsl-âmiyeti fırlatıp atarlar,sadece ismi ile yetinirler.Onla-rı öldürünüz,çünkü onlar müşriktirler.."hadisi [383]

Murcie hakkında: "Ümmetimden iki sınıf insan vardnr ki.şefaatıma nail olamazlar.Onlar yetmiş pey­gamber tarafından lanetlenmişlerdir. Bunlar Murcie ve Kaderiyyedir.. "hadisi,

Hariciler hakkında: "Ok'un yaydan çıkması gibi dinden çıkar lar. Onlar Cehennemliklerin köpekleri­dir"[384]hadîsi vârid olmuştur.

Bunlar Rasûlullah tarafından verilen isimler­dir. Onların (Hadisçilere Jverdikleri isimler ise böyle olmayıp sonradan çıkarılmıştır.

Bazan taassub, onlardan birkısmını "Cebriy­ye, Kaderiyye'dir"demeğe götürmüştür.Eğer bu isim onların olmasıgerekseydi,onlara sadace Kaderiye ismi yeterdi.Eğer bu kaderciler için caiz olsaydı,bu-nun gibi Râfiza,Hârîciler ve Murcie için de (Kaderiyye) demek caiz olurdu.Çünkü bütün bu guruplardan herbiri Hadisçiler hakkında, Kaderiyye ne demişse onu söylemişlerdir.İsimler ise sahibinden başkasına yakışmaz.İsimler ancak ehline yaraşır.

Nitekim ayakkabı tamircisine "ayakkabı boyacı­sı"ve demirciye " marangoz"demek imkânsızdır.

Keza insanların yaratıldıkları fıtratları ve salim düşünce de onların iftiralarının asılsızlığını ortaya çı­karır.

Fıtrata gele!im:Bir adam bir şehre gitse ve orada kaderiyyeyi veya murcieyi kendisine göstermelerini istese, küçük - büyük, kadın veya ihtiyar,avâm veya havas veya sokak takımı hepsi de şüphesiz, bu isimde kim varsa onu gösterirler.Eğer Ehl-i sünnet'i göster­melerini istese insanlar hadisçileri gösterirlerdi.

Eğer içersinde kaderi ( mu'tezüi),sünnî .râfızî ,murciî ve haricînin bulunduğu bir topluluk oradan geçse ve adamın biri kaderiyye aleyhine atıp tutsa.ve-ya lanet etse, onlara göre bu atıp tutma veya lanet ile Hadisçiler (Ashâbu'l-Hadîs) kasdedilmiş olmaz. .Bu ,hiç kimsenin reddedemiyeceği ve inkar edemiyeceği bir husustur.

Salim düşünce'ye (nazar) gelince:Şüphesiz Ka­deriyye kaderi kendilerine izafe etmişlerdir. Başkaları ise kaderi kendilerine değil.Allaha izafe etmişler-dir.Bu sebeple,birşeyin kendisine aid olduğunu iddia eden kimse.o şeyin başkasına aid olduğunu kabul eden kimseden daha ziyade o isme nisbet edilmeye lâyıktır. Çünkü hadîste bize, onların (kaderiyye)bu ümmetin mecûsileri olduğu vârid olmuştur.Gerçek-len onlar Mecüsîlere ençok benzeyen kimseler-dir.Çünkü mecûsiler iki ilâh'ın varlığını .kabul etmek­tedirler. Nitekim Allah onları kasdederek "..iki ilâh edinmeyin.O ancak birİlâh'dır" (I6.en-Nahl : 51) buyurmuştur.Kaderiyye "Biz Allah'ın olmasını iste-

mediği şeyleri ve takdir olunmayan şeyi yapabiliriz T demektedirler.

Duyduğuma göre.Kelâmcılardan birisi,zimm-îlerden birine "Ey fulan müslüman olmuyor mu-sun?der.

Zimmî de:"-Allah murad etmedikçe (müslüman olmam) "diye cevab verir.

Kelâmcı tekrar:"-Şüphe yok ki Allah murad et-mektedir,fakat iblis seni bırakmıyor."deyince zimmî:"Ben o ikisinden (Allah ve iblis)daha kuvvetli olanı ile beraberim."der..

Bana İshak b.îbrahım b.Habib b. eş-Şehîd tah-dis etti:Bize Kurayş b;Enes ( -209) [385]tahdis eti:Amr b.Ubeyd'i [386]işittim.şöyle diyordu:Ben kıyamet gü­nü getirilirim ve Allanın huzurunda durdurulu­rum.Bana "Niçin katil cehennemdedir de-din?"der,ben:"Böyle olduğunu sen söyledin,de-rim"dedi ve sonra şu âyeti okudu:Kira bir mü'mini kasden öldürürse,onun cezası,içinde devamlı kal­mak üzere Cehennemdir." (4.en-Nisâ:93) Ben -ki ev­de benden küçük kimse yoktu-ona:(Allah)sa-na:"Beir'Doğrusu AUah, kendi ne eş koşulmasını ba­ğışlamaz. Ondan başkasını,dilediği kimse için ba­ğışlar." (4. en-Nisâ:48) buyurdum.Sen benim onu (kâtili)affetmek istemeyeceğimi nereden bildin? der-se,sen ne cevab verirsin?dedim,bana hiçbir cevab ve­remedi...

Bana Ebu'l-Hattâb tahdis etti (ve)dedi :Bize Dâvud b.el-Mufaddal,Muhammed b.el-Mufad-dal'dan.o da Muhammed b.Süleyman'dan o da,el-As-bağ b.Câmi'den,o da babasından haber verdi ki baba­sı şöyle demiştir:Ben Ömer b: el-Hattâb ile beraber Ka'beyi tavaf ediyordum.Hz.Ömer.Ka'be kapısı ile

Haceri Esved arasındaki mültezem'e geldi.vücudu nu oraya yapıştırdı ve "Allahım,benim aleyhime tak­dir ettiklerini affetbenim aleyhime takdir etmedikle­rini affetme, "dedi.

Bana Sehl b.Muhammed tahdis etti (ve) dedi:bi-ze el~Asmaî,Muâz b.Muâz'dan haber verdi.Muâz b.Muâz (119-196)[387]şöyle dedi:el-Fadlu'r-Rakâşî[388]bir adamın "Allahım beni (sana teslim olan) müs-lüman kıl (Allâhumme'c'alnî muslimen) .." dediğini işitmiş ve adama, (senin bu dediğin) muhaldir.deyince adam "Ey Rabbimiz,ikimizi sana teslim olmakta sabit kıl. Soyumuzdan da bir topluluğu sana teslim olan bir ümmet yap.." (2.eH3akara:128) âyetini okumuştur. [389]

Bana Sehl tahdis etti (ve) dedi:bize el-As-maî,Ebû Ma'şer el-Medenî'den (-170) (50) Muham-med b.Ka'b el-Kurazî (40-120) nin [390]"KuIlar.Allah dilemedikçe, O 'nun mülkünden herhangi bir şeye sa-hib olamayacak kadar âcizdirler" dediğini haber ver­di.

Bana Sehl tahdis etti (ve) dedirbize el-Asmaî tah­dis etti (ve) dedi:Ebû Amr (68-154) [391]"Allahın dilediğini hidayete erdireceğine,ve dilediğini[392]saptıracağına şehadet ederim.Allah'ın bize karşı hücceti vardır.Kim bana "Gel seninle münakaşa edeceğim"derse,ben ona "kendini benden uzak tut"derim."demiştir.

Bana Ebu'l-Hattâb tahdis etü (ve) dedi:Bize Ebû Dâvud,el-Hasen b.ebî'l-Hasen'in (22-110) [393]şöyle dediğini haber verdi.(el-Hasen) dedi:el-Hacc-âc'ı,"Vâsıt"ta hutbe okurken dinledim,"Ey Alla hım,bana hidâyeti hidâyet olarak göster ki ona uya­yım ve dalâleti de dalâlet olarak göster ki ondan sakı-nayım.Hidayet'im hususunda beni şüpheye düşür-me,o zaman ben uzak (derin)bir dalâlete saparım." di­yordu.

EBÛ MUHAMMED;(el-Haccâc'ın)bu (sözü)Alla-hm "...elbette onları düşmekte oldukları şüpheye yine bırakırdık." (6.el-En'am:9) âyeti gibidir.

Amr b Avn el-Kaysî ( -225) [394]gözleri kör olun­caya kadar ağlayanlardan (el-bekkâûn) idi,şöyle dedi: Saîd b. ebî Arûbe'yi ( -156) [395]"Kur'anda bana, Musa'nın \A.S}"..Onların bu canilikleri,ancak senin İmtihan ve ihtiyanndır.Sen bu imtihanla dilediği­ni sapıklıkta bırakır, dilediğine hidayet verirsin." (7.el-A'raf: I55)sözünden daha ağır gelen bir âyet yok­tur, "derken işittim.Ona "Demek Kur1 an sana ağır ge­liyor hâTVaîlahi seninle ebediyyen bir kelime bile ko nuşmayacağım. "dedim ve ölesiye kadar da onunla konuşmadım.

Bana İshâk b.İbrahim eş-Şehîdî,Yahyâ b.Hamîdft-Tavîrden.o da Amr b.en-Nadr'dan [396]tahdis etti ki (Amrjşöyle demiştinAmr b.Ubeyd'e {80-144) [397]uğradım ve yanma oturdum. Birşeyden bah-setti.bunun üzerine ben:"Bizim ashabımız böyle söy-lemiyor"dedim.O:"Senin ashabın kim?"dedi.Ben de "Eyyûb,İbnu Avn,Yûnus,ve et-Teymı" dedim..."Onlar murdarlardır, pisliklerdir, Ölülerdir,diri değiller-dir."dedi.

EBÛ MUHAMMED:(Amr b.Ubeyd'in)zikrettiği o dört kişi,ilimde,fıkıhta,çokça ibadet etme ve helâl ye­me hususunda zamanının ululan idiler.Ve onlar ken­dilerinden önce gelen Ashab ve Tabiîlerin İzini takib etmişlerdi.Bu gösterir ki(Amr b.Ubeyd 'e göre)Ashab ve Tabiûn da murdardırlar,pisliktirler.

£ğer (kelâmcüar),Ashab ve tabıînin.bu adamla-nn takib etmiş olduğu yolu takib etmediklerini ve As­hab ve tabiînin kader hususunda kendileri gibi düşündüklerini iddia ederlerse,biz onlara"O halde ni­çin el-Hasen,Amr b.Ubeyd ve Gaylân'a bağlandınız? Hz.Ali,(Abdullah)İbnu Mes'ud, Ebû Ubeyde, Muaz, Saîd b.el-Museyyib,ve bunların emsallerine tabi ol­saydınız ya..! Çünkü onlar,kendilerine uyulması ba­kımından Katâde, el-Hasen ve İbnu ebî Arûbe'den da­ha büyüktürler ve delilleri de onlannkinden daha sağlamdır, "deriz.

KelâmcıIarın"Hadisçiler kendilerine (kaderkonusunda) muhalif olan Katâdejbnu ebî Nuceyh ,İbnu ebî Zi'b gibilerinden hadis yazryorlar.fakat bunların emsali olan,Amr b.Ubeyd.Amr b.Fâid ve Ma'bed el-Cuhenî gibilerinden hadis yazmıyor-lar?"demelerine gelince,Hadisçilerin hadis yazdıkları bu kimseler ilim ehli ve rivayette doğru kimseler-dir.Her kim bu mertebede ise,ondan (hadis) yazmak­ta, onun rivayet ettiği ile amel etmekte bir beis yok-tur.Ancak sapık inançları hariçtir.Bu gibi şeyler on­dan yazılmaz ve onunla amel edilmez.

Ancak âdil ve sika (güvenilir) bir ravinin nasıl başkası hakkındaki şehâdeti kabul olunur da kendi şahsı,oğlu,..veya babasıhakkında veya kendisine bir menfaat getirecek veya kendisinden bir zararıdefede­cek hususlarda şehâdeti kabul edilmezse,sâdık (doğ­ru) bir râvinin sözlerinden de sadece ,kendi mezhebi­ne muvafık olan ve hevây-ı hevesine uyan hususların kabul edilmesi menedilir.Çünkü nefsi ona Hakk'ın kendi inandığı şeyde,Allah azze ve celle'ye yakınlığın da bu inancı çeşitli yönlerden sağlamlaştınp destek­lemekte olduğunu gösterir.

Buna ilaveten (kendi mezhebine muvafık riva-yetlerde)tahrif,ziyade ve noksanda bulunmasından da emin olunamaz.

Eğer:"Kelamcılardan her fırka kendi itikadının hak (doğru} olduğuna,muhâlifin ise dalâlet ve hevây-ı nefs üzerinde olduğuna inanır.Hadisçiler de kendi mezhepleri (nin hak olduğu ) hususunda böyledir-ler.Hadisçiler hak üzre (doğru yolda) olduklarını kat'î bir şekilde nasıl bildiler?"derlerse,onlara şöyle cevab verilir:

"Muhakkak ki Kelam ehli (Ehlu'l-Makâlât) her-ne kadar ihtilâf içerisinde olsalar ve onlardan her bir sınıf,hakk'm kendisinin iddia ettiği görüşte olduğunu söylüyor ise de ,yine de hepsi,Allahın kitab'ma san-hp.Rasulullahm sünnetine yapışan kimsenin, (hak-kın)nûr(u) ile aydınlanmış,rüşd (doğruluk)kapısmı açmış ve hakkı tam yerinde aramış olacağıüzerinde ihtilafları olmayıp.bu hususta müttefiktirler.

Hadisçileri bu yolda yürümekten ancak zâlimler alakoyabilir.Çünkü onlar dîni hususların hiçbiri için.ne istihsâna.ne kıyâs ve nazara (aklî muhake­me),ne geçmişlerin felsefe kitaplarına ve ne de sonra­ki Kelamcılara hiçbirşey havale etmezler.

Eğer, yalan ve birbirini nakzeden rivayetleri nakletmelerinden dolayı Hadisçilere hata nisbet edi­lirse, onlara denir ki:

Uydurma, hatalı (yanlış) ve zayıf rivayetlere ge­lince, sana anlattığım gibi, bunlara karşı ikazda bu-lunmuşlardır

Birbirini nakzeden, çelişkili rivayetlere gelin-ce;Bu tenakuzdan kurtulmanın yolunu sana haber vereceğiz,bilmediğin ve görüşünün yetmeyip kısır kaldığı şeylere senin dikkatini çekeceğiz.

Itimâd Allahadır.Yardım istenecek olan da O'dur.".. [398]



İDDİA:Siz Allahu taâlâmn.Âdem'in (A.S)sırtını sıvazladığını,ve sırtından Kıyamete kadar meydana gelecek olan ve güne^ ışığının huzmesinde görülen toz zerreleri gibi sayısız zürriyetini çıkardığını,"Ben sizin Rabbiniz değilmiyim?"diyerek onları kendi nefisleri üzerine şahid kıldığını ve onların da"Evet (sen bizim Rabbimizsin..) dediğim [399]rivayet ettiniz^Bu ise Cenâb-ı Hakkın"Hatırla ki.Rabbin.Âdem oğullan-nın sulblerinden zürriyyetlerini çıkarıp da onları nefislerine karşı Şahit tutarak:" - Ben sizin Rabbi­niz değil miyim? diye buyuduğu vakit onlar da :"-Evet, Rabbimizsin, şâhid oiduk."demişlerdi." (7.el-A'râf: 172)kavl-i şerifine muhâliftir.Çünküha-dis,Cenâb-ı Hakkın,Âdemin zürriyetini.onun (Âde-min) sırtından(sulbünden) çıkardığını, Kur'an ise Âdem oğullarının sırtlarından aldığını haber veri­yor.

CEVAB:Biz deriz ki.bu iş onların sandığı gibi de-ğildir.Bilakis her iki mana-AUahın lütfü sayesinde-müttefıktir.ve her ikisi de doğrudur.Çünkü Kur'anın mücmel ve özet olarak gelen cümlelerini hadis ve sün­net açıklar.

Görmüyor musun ki Allah,hadiste vârid olduğu üzre Âdem'in (A.S) sırtını sıvazlayıp,ondan,Kıyamete kadar olacak ve toz zerreleri gibi sayısız olan zürriye-tini çıkarmıştır ki.bu zürriyetin içersinde tâ Kıyamete kadar meydana gelecek olan çocukları ve çocukları­nın çocukları vardır.Bunların hepsinden ahid (söz) aldığı,ve nefislerine karşı onları şahid kıldığı za-man,bütün Âdem oğullarmdan.onların sırtlarından zürriyetlerini almış ve nefislerini şâhid tutmuş olur..

Cenâb-ı Hakkm"Gerçekten ilk defa sizi (ruh­larınızı]yarattık, sonra size şekil verdik ve sonra da meleklere: "-Âdeme secde edin...!"dedik"(7.el-A'râf: 11) âyeti de buna benzer.Burada Allah,melekle-re söylemiş olduğu "Âdeme secde edin"sÖzünü,"..sizi yarattık" ve "..size şekil verdik"sözlerinden sonra söy­lemiş tir. Şüphe yok ki Allah "..sizi yarattık" ve "..size şekil verdik" kavl-i celîli ile, Âdemi yarattığını ve onaşekil verdiğini, sonra da meleklere "Ademe secde edin" dediğini kasdetmiştir,ve bu da caizdİr.Çünkü Âdemi yarattığı zaman,bizi de onun sulbünde yaratmış ve bizi dilediği şekilde hazırlamış ve bu şekilde Âdemi ya­ratmakla, bizi yaratmış oldu.Çünkü biz hepimiz Âdemdeniz.

Bunun misali şuna benzenBen bir adama bir dişi,bir de erkek iki koyun veririm ve ona:"-Sana pek-çok davar bağışladım. "derim.Burada benim maksa­dım, "Ben sana bu iki koyunu bağışlamakla,bunların yavrulamasından hâsıl olacak pekçok davan bağışla­mışoldum, "demektir.

Ömer b.Abdilaziz ( -101),[400]recezcişâirDu-keyn'e[401]bin dirhem bağışlamış, o da bu parayla bir kaç deve satın almıştı.Allahu Taâla da ona bereket ihsan etü,develer artıp çoğaldı.

Dukeyn,"-Bunlar Ömer b.Abdilaziz'in bağışlan­dır. "derdi.Halbuki o hayvanların hepsini ona.Ömer

b.Abdilaziz vermemişti.O,sadece hayvanların ana ve babalarını vermişti.Dukeyn de.çoğalan bu hayvanları Ömer b.Abdilaziz'e nisbet etmiştir.Çünkü onların hepsi d e, bağışladığı hayvanların yavrularıydı

Buna benzeyen diğer bir söz de el-Abbas b.Ab-dil-muttalib'in [402]Rasûlulah hakkındaki şu sözü­dür. (Şiir:)

"..ondan önce sen,gölgeler altında ve yapraklar la örtünülen emanet yerinde de pâk idin."

Demek istiyor ki:Sen,Cennetin gölgelerinde pâk idin."...emânet yerinde" yani "Âdeme Cennette ema­net (geçici)olarak verilen yerde"... "...yaprakla örtünü­len yer." yani,Âdem ve Havva (A. M. S) nın, Cennet yap­raklan ile örtündükleri yerde.." demektir ve bundan Peygamberimizin o zaman Âdem'in (A.S) sulbünde pâk olduğunu kasdetmektedir.

Sonra devam ederek şöyle demiştir.

"Sonra insan olmayan yerlere tndin.Halbuki da­ha henüz,ne rahimde asılı bir et parçası ne de bir çiğ­nem et parçasıdeğildin."

Demek istiyor ki:Âdem (A.S) yeryüzüne indi,sen de onun sulbünde yeryüzüne indin ve sen o zaman ne bir insan idin,ne bir çiğnem et parçası.ne de rahimde asılı bir et parçası.."

Sonra şöyle dedi:

"Bilâkis bir nufte idin ve Nesr [403]ve ona tapanlar sulara garkolurken sen gemiye binmiştin.'Yani: Sen ,Nûh (A.S) gemiye bindiğinde,onun sulbünde nutfe idin ."

Devam ederek şöyle dedi:

"Sulblerden rahimlere naklonursun; Bir âlem (nesil) kaybolup gittiği zaman.yeni bir nesil ortaya çı­kar."

Yani:"Rasûlullah sulblerde ve rahimlerde inti­kal ediyordu, "demek istiyor.

(el-Abbas),Rasûlullahı daha yaratılmamış iken,pâk olarak nitelemiş, yeryüzüne indirmiş ve ge­miye bindirmiştir.Bundan maksadıise.Rasûlulla-hın.kendilerinin sulblerinden geldiği babalan ve ecd­adıdır. [404]


IDPIÂîRasûlullahın (S.A.V) "Gerek küçük.ge-rek büyük hacetinizi giderirken kıbleye dönmeviniz.[405]dediğini rivayet ettiniz.Bir de Isâ b.Yûnus'dan,o da Ebû Avâne'den.o da Hâlid el-Hazzâ'dan o da Arrâk b.Mâlik'den,o daÂişe'den (R.A)onun "Rasulullaha (S.A.V),l)ir kısım insanla­rın,küçük ve büyük hacet için kıbleye dönülmesi­ni hoş karşılamadıkları söylenince,Rasulullah (S.A.V) kendi helâ'sınin kıbleye döndürülmesin! emretti. [406]dediğini rivayet ettiniz.Bu ise önceki ri­vayetinizin tersinedir.

CEVAB:Biz deriz ki: ikinci hadîsin nesholun-muş olmasımümkündür. Çünkü emir ve nehiyle ilgi­lidir. O halde niçin onlar bu iki hadisin mânâsını kav­rayamadıkları zaman bunlardan birinin nâsih diğeri­nin mensuh olabileceğini düşünmediler?

Bize göre bunlar ne nâsih ne de mensûhtur-lar.Fakat herbir hadîsin kullanılacağı yer vardır.

Büyük ve küçük hâcet'in defi esnasında kıbleye dönülmesi caiz olmayan yerler sahralar ve açık arazilerdir. (Birinci hadiste zikri geçenler)yolculuklan es­nasında namaz için bineklerinden indikleri za-man.bir kısmı namaz için kıbleye dönmüş, diğer bir kısmı ise hacetini gidermek için kıbleye dönmüşler-di.Rasulullah da namazı tenzihen ve kıbleye ikrâmen ne küçük ve ne de büyük hacet esnasında kıbleye dönmemelerini onlara emretti.Bazıları kıbleye dön­menin evlerde ve çukur helalarda da mekruh olduğu­nu zannettiler.Rasulullah da helasının kıbleye döndürülmesini emretti ve böylece evlerde, pisliklerin örtüldüğü çukur yerlerde ve namaz caiz olmayan,boşyerlerde kıbleye dönmenin mekruh olmadığını onlara öğretmek istedi. [407]


IDDIÂ; Vekfden.o el-A'meş'den,o da Ebu Sâ-lih'den, o da Ebû Hurayra'dan o da Rasulullah1 tan (S.A.V) onun Birinîzln ayakkabısının tasması koptuğu zaman,tek ayakkabı ile yürümesin.[408]

dediğini ve sonra da:

Mindel'den,o Leys'den,o da Abdurrahman b.el-Kâsım'dan.o da babasından,o da Âişe'den (RA).onun "Bazan Rasululahın ayakkabısının tasması kopar­dı da onu tamir ettirene kadar tek ayakkabı ile yü­rürdü. [409]dediğini rivayet ettiniz.Bu hadis bir önce­kinin tersidir.

CEVAB;Biz deriz ki: Elhamdülillah burada herhangi bir terslik yoktur. Çünkü bir kimsenin ayak­kabısının tasması koparsa,ya o ayakkabıyı atar veya eline alır ve onu tamir edinceye kadar tek ayakkabı ile yürür.

İki ayakkabı,iki mest ve diğer.ikili olarak kulla­nılan elbiselerdcbunlardan birinin kullanılıp diğeri­nin kullanılmaması çirkin ve hoşkarşılanmayan bir harekettir.

Keza ridâ (abâ,cübbe gibi üste giyilen elbisej'nın sadece bir omuza atılıp,diğer omuzun açık bırakılma­sı da çirkindir.Fakat bir kimsenin tasması kopabilir ve onu tamir ettirene kadar bu halde.bir iki veya üç adım atabilir.Elbette bu,ne çirkindir ve ne de kötü gö­rülen bir harekettir.

Az'ın hükmü,pekçok yerde,çok'un hükmüne muhalif olabilir.GÖrmüyor musun.namaz kılan bir kimsenin rükû halinde iken önündeki boşsaffa doğru bir-iki veya daha çok adım atması caizdir de,yine rükû halinde olduğu halde,yüz veya iki yüz zira'far-şınjyürümesi caiz değildir...

Keza ndâ'sı düşünce onu omuzlarına atıvermesi (namazda)câizdir de.namazda elbisesini toplaması veya uzunca bir iş yapmasıcaiz değildir.

Yine bir kimse namazda tebessüm ederse na­mazıbozulmaz.Fakat kahkaha ile gülerse namazı bozulur. [410]


İDDİÂ:Hz,Âişe (R.A) "Rasulullah (S.A.V) asla ayakta bevletmedi"[411]dediğini, sonra da Huzey-fe'den (R.A) "Rasuîullah'm (S.A.V) ayakta bevlettigini"[412]rivayet ettiniz.Bu ise evvelki hadisin tersidir

CEVAB:Biz deriz ki.burada-Elhamdülillâh-herhangi bir aykırılık yoktur.

Rasulullah, evinde ve Hz.Âişe'nin de bulunduğu yerde asla ayakta bevletmemiştir.Fakat balçık.sulu çamur veya pislik sebebiyle oturmak mümkün olma­yan yerlerde ayakta bevletmiştir.Nitekim Huzeyfe'nin Rasûlullahı ayakta bevlederken gördüğü yer .birileri­nin çöplüğü(mezbeleliği) idi.Orada ne oturmak,ve ne de düzgün bir şekilde durmak mümkün değildi.

Üstelik zaruretin hükmü,iradeye bağlı olanın hükmünün hilâfına (aksine) dır.

EBÜ MÜHAMMED: Bana Muhammed b. Ziyad ez-Ziyâdî tahdis etti,(ve) dedi:bize İsâ b.Yunus haber verdi (ve) dedi:bize el-A'meş,Ebû Vâil'den,o da Huzey-fe'den (R.A) haber verdi. (Huzeyfe şöyle) dedi: "Rasû­lullahı gördüm.Bir kavmin çöplüğüne (subâta) geldi ve ayakta bevletti.Ben uzaklaşmak için geri gittim.ba-na:"-Yaklaş" dedi.Ben de ona yaklaştım ve arkasında durdum.Rasulullah (S.A.V) abdest aldı ve mestleri üzerine mesnetti."...

es-Subâta,mezbele,yani çöplük demektir.el-Kusâha ve el-Kumâme de çöplük demektir. [413]


İDDİÂ:Suryân b.Uyeyne'den,o ez-Zuhrî'den,o da Ubeydullah b.Abdillah b.Utbe'den o da Ebû Hu-rayra.Zeyd b.Hâlid (R.A) ve Şibl'den.rivayet ettiniz ki"Bir adam kalktıve RasÛluUaha (S.A.V) dedi ki: "- Tâ Rasûlallah! Allah İçin.aramızda Allahın kitabı ile hükmetmeni istiyorum." Sonra hasmı kalktı-Bu diğerinden daha zeki İdi-ve:"-Doğru söyle­di,aramızda Allah'ın kltab İle hükmet .yalnız bana müsaade ef'dedi.

Rasûluilah:Iı-Söyle"dedi

Adam;Benim oğlum,bu adamın yanında işçi

idi.Onun karısı ile zina etti.Ben de ondan,yüz ko­yun ve bir köle mukabilinde oğlumu serbest bırak­masını istedim.Sonra İlim ehlinden olanlara sor­dum,bana,"oğluna yüz değnek ye bir sene sürgün cezası,bu adamın karısına İse recin cezası gereke­ceğini" söylediler,dedi.

RasûlullahrNefsimi elinde bulunduran Al­lah'a andolsun ki,ikinizin arasında Allah'ın kitabı ile hükmedeceğim:Yüz koyun ve köle sanaİade edilmiştir.Senin oğluna yüz değnek ve bir sene sürgün cezası, bu adamın karısına İse recm cezası! Yâ Uneys.bu adamın karısına git, eğer suçunu iti­raf ederse onu recmet.dedi.Uneys gitti,kadın su­çunu itiraf etti,o da onu recmetti" [414]

yapar. Bu durumda ise o, kendi kazan cini gözetmiş olur. Yahud da, övgü ve kendi iyiliğinin anlatılması için yapar.Bu takdirde de kendi

EBÛ MUHAMMED:Bunu bana Muhammed b. Ubeydjbnu Uyeyne'den bu şekilde tahdis etti.

Bu hadis Allah azze ve ceîle'nin Kitabına muha-liftir.Çünkü adam,ondan aralarında Allah Taâlâ' run Kitab'ı ile hükmetmesini istedi.O da adama:Nefsimi elinde bulunduran Allah'a andolsun ki.ikinizin ara­sında Allah'ın kitab'ı ile hükmedeceğim,dedi.Sonra da recm ve sürgün cezalan ile hükmetti.Halbuki Kur'an'da ne recm, ne de sürgün cezalarının ismi geç-memektedir.Ya bu hadis asıîsızdır,ya da,şayet doğru ise o zaman Allah'ın kitabından recim ve sürgün ek­silmiş demektir.

CEVAB Biz deriz ki;Rasûlullah (S.A.V) buradaki "...ikinizin arasında Allanın Kitabıile hükmedeceğim" " sözü ile Kur'an'ı kasdetmemiştir.O sadece "ikinizin arasında Allahu taâlânın hükmü ile hükmedece-ğim"demek istemiştir.

Kitap(yazı) kelimesi çeşitli manalarda kullanılır.

Bu manalardan birisi.Allah azze ve cel le'nin"...buiılar,üzerinize Allah yazısı olarak ha ramdır.Haram kılınanların dışında kalanlar size helal kılındı. " (4.en-Nisâ:24) ayetinde de olduğu gibi hüküm ve farz demektir. "... Allah'ın yazısıolarak " demek, Allah'ın sizin üzerinize farzı olarak demek­tir.

Yine Allah "... size kısas yazıldı " (2,el-Bakara, 178) buyurmuştur. Yani size farz kılındı, demektir.

"-Ey Rabbimiz, üzerimize şu savaşı niye yaz-dm ..." dediler. (4.en-Nisa, 77} ayeti,"...niye farz kıl­dın'^ emektir.

Keza "Tevratta İsrail oğulları üzerine şunu yazdık:Cana can." (5.el-Mâide:45) buyurmuştur.Ya-ni "...şunu hükmettik ve farz kıldık" demektir.

en-Nâbiğatul-Ca'dî'de şöyle demiştir:

"Velâ bağlan,bizim (şerefli) soyumuzu lekele-di.Siz de (zâten)lekeliydiniz.Fakat yazdığı zaman Al­lah böyle dememişti."

Yani:Akrabalık bağlan,bizim soylu şerefimizi le­keledi. Hükümde bulunuyorken Allah bunu vâcib kıl­mış değildir, "demektir. [415]


İDDİÂ:ez-Zuhrfden,o Urve'den,o da Âişe'den (R.A):Kadmm biri insanlardan emanet olarak mü­cevher ve süs eşyası alır.sonra da onları satardı.Bu husus Rasulullaha haber verildi.O da.kadının eli­nin kesilmesini emretti.[416]diye rivayet ettiniz.

Halbuki insanlar[417]kendisine emanet edilen kimse olduğu için.emanet alanın elinin kesümiyeceği üzerinde icma etmişlerdir.

CEVAB:Biz deriz ki bu hadis.şüphesiz sahihtir.Şu kadar var ki bir hükmü gerektirmez. Çünkü hadiste "Rasulullah kadınn elini kes(tir)di" denmemiş, sadece "...kadının elinin kesilmesini emretti"denil rniştir.Rasû-lullahın emredip de,emrettiği şeyi yapmaması bazan câizdir.İmamlar (devlet başkanları)da bazan.cezânm tatbik edilmesini istediğinden değil de tahzir ve korkut­ma için böyle emirler verebilir.

Bunun benzeri,el-Hasen'in,Semura b.Cun-dub'dan (R.A) rivayet ettiği hadistir ki,Rasûlullah (S.A.V) şöyle demiştir:"Kim kölesini öldürürse.biz de onu öldürürüz.Kim kölesinin bir uzvunu keserse biz de onunkini keseriz.[418]

Ulemânın hepsi de,bir kişinin kölesine karşılık öl­dürülmeyeceği[419]ve kölesini öldürdüğü için ona kısas tatbik edilmeyeceği görüşündedirler. Onlar ancak.baş-kasının kölesini öldürenin durumu hakında ihtilaf et­mişlerdir. [420]

Rasulullah (S.A.V) köle sahiplerini,kölelerini öl­dürmekten veya uzuvlarını kesip onlara işkence etmek­ten sakındırıp korkutmak istemiştir .Yoksa o cezayı ger­çekten tatbik etmeyi kasdetmemiştir.

Bir hüküm ifade edilebilmesi için hadiste;"..köle­sine karşılık adamı öldürdü veya kölesine karşılık ona kısas tatbik etti" denilmesi gerekir.Fakat Rasûlullahın (S.A.V)."11...kim şunu yaparsa.biz de ona şunu yapa-rız"demesi,şüphesiz bu, bir tahzîr ve korkutmadır.

Kezâ'Kim içki içerse ona sopa vurun.Tekrar içerse yine sopa vurun.Tekrar içerse yine sopa vurun.Eğer tekrar içerse.onu öldürün"[421]hadisi de böyledir ve sadece içki içeni, tekrar o işi işlemesin diye korkutmaktan ibarettir.

Nitekim, dördüncü defa içki içtiğinde adam ken­disine getirilince Rasûlullahın onu öldürmeyerek, sa­dece sopa vurdurması [422]da bunu gösterir.

Ebû Hurayra'nın Rasûlulahtan rivayet ettiği "Al­lah kime sevap vermeyi vâdetmişse.Allah o kimse­ye muamelesinde muhayyerdir (dilerse affeder.di-leise azab eder) [423] hadisine binaen ,biz (Hadislerde geçen) bütün tehdîd ifadeleri hakkında,deriz ki:Bu tehdidlerin yerine getirilmesi de caizdir.getirilmemesi de!... [424]


İDDİÂ Siz ez-Zuhrî'den,o Ebû Seleme'den.o da Ebû Hurayra'dan ,o da Rasûlullahtan.onun (S.A.V) "Ben şüphe etmeğe babam (dedem)İbra-him'den (A.S) daha Iayığım. [425] Allah Lût'a (A.S) rahmet etsin,bulabilseydi "rükn-ü şedîd" e (kuvvet­li bir dayanağa) sığınacaktı. [426]Eğer Yusuf un (A.S) çağırıldığı şeye davet edilseydim kabul eder­dim. [427]"dediğini rivayet ettiniz.Bu ise İbrahim'e (A.S),Lût'a (A.S) ve kendişahsına hakaret etmek de­mektir

CEVAB:Biz deriz ki-Allahın lütfü sayesinde-bu hadiste.onların dediği şeylerin hiçbiri mevcud değil­dir.

Rasûlullahın "Ben şüphe etmeğe babam İbra­him'den (A.S) daha layığım" demesine gelince.bu "Bir vakit İbrahim şöyle demişti:"-Ey Rabbim,ölüleri nasıl diriltirsin?bana göster."Allah" Ölüyü dirilttiğime inanmadın mı?"buyurdu.İbrahim:"Evet inan­dım, fakat kalbim tam yatışsın diye sordum"dedi"

(2.el-Bakara:260) âyeti nazil olurica.bu âyeti duyan bazı kimselerin,"İbrahim (A.S) şüpheye düştü,fakat bizim Peygamberimizşüpheye düşmedi"demeleri üze­rine söylemiştir.

Rasûlullah da tevazuundan ve İbrahim'i (A.S) kendinden üstün tutarak "Ben şüphe etmeğe,babam İbrahim'den daha layığım"demiştir.Yani bu sözüyle "Biz ondan daha aşağı derecede olduğumuz halde şüpheye düşmedik,o nasıl şüphe eder?"demek iste­miştir.

İbrahim'in (A.S)"...fakat kalbim tam yatışsın di­ye.." demesinin manası ise,yani "..(ölünün diriltilmesi-nijyakînen görüp mutmain olmam için.."demektir.Ya-kin de iki türlüdür.Bunlardan biri.işitme sûretiyle,di-ğeri de görmek suretiyle elde edilen yakindir. Görme yoluyla olan yakîn,bu iki yakînin en kuvvetli olam-dır.Bu sebepten Rasûlullah,Musa'nın (A.S) kavminin buzağıya tapmalarından bahsedilince "Haber verilen şey.gözle görülen gibi olmaz.[428]demiştir.

EBÛ MUHAMMED: (Rasûlullahın bu sözünün manası şudur:) Allah (C.C) Musa'ya (A.S) kavminin buzağıya taptığını haber verdiği zaman, Mûsâ elindeki levhalarıatmadı.Fakat.bİzzat gözüyle onların buzağı­ya taptıklarını görünce,kızıp öfkelendi,levhaları attı ve levhalar parçalanıp dağıldı.

Keza mü'minler.Kıyamet.Ba's (dirilme) ,Cen-net,Cehennem.,bütün bunların hepsinin hak olduğu­na yakinen inanırlar. Kıyamet günü ise-Kıyameti gö­rüp müşahade ettiklerinde- onların yakînleri daha kuvvetli olacaktır.

îşte İbrahim (A.S) de iki çeşit yakînin en kuvvet­lisi olan görme suretiyle, kalbinin itminana kavuş msini arzu etmiştir.
Rasûlullahın (S.A.V) "AUah Lût'a (A.S) rahmet et-sin,bulabilseydi bir rükn-ü şedîd'e (kuvvetli bir daya­nağa) sığınacaktı" sözüne gelince:Burada Rasûlul-lah,Lût'un (A.S) kavmine söylediği "Keşke size karşı bir kuvvetim olsa, yahut kuvvetli bir dayanağa (sağlam bir topluluğa) dayansam (sığınsam) " (ll.Hûd: 80) sözünü kasdetmekte,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder