30 Ocak 2019 Çarşamba

SAHİH KİTAPLARDA GEÇEN UYDURMA KURAN'A, AKLA VE İNSAN HASİYETİNE AYKIRI HADİSLER 2



203- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm ) buyurdular ki: “Kim gazve yapmadan ve gaza yapmayı temenni etmeden ölürse nifaktan bir şube üzerine ölmüş olur.” (K.S. 1029 C.5 S.70 Akçağ, alıntısı, Müslim, İmâret 158,(1910); Ebû Dâvud, Cihâd 18, (2502); Nesâi, Cihad 2,(6,8). )

204- Ebu’n-Nadr merhum Abdullah İbnu Ebi Evfâ (radıyallahu anh)’dan naklen anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) düşmanla karşılaştığı günlerden birinde, güneşin meyletmesini bekledi. Sonra kalkıp yanındakilere şöyle dedi: “Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah’tan afiyet dileyin. Ancak karşılaşacak olursanız sabredin, bilin ki cennet kılıçların gölgesindedir. ................... (K.S. 1031 C.5 S.71 Akçağ, alıntıları, Buhâri, Cihâd 156,22,32,112, Temenni 8 ; Müslim, Cihâd 20,(1742), Ebû Dâvud, Cihâd 98,(2631). )

205. ........ Bize Ebû İshâk, Mûsa İbn Ukbe’den, Umer ibn Ubeydullah’ın himâyesinde olan Ebu’n-Nadr Sâlim’den tahdis etti. Bu Ebn’n Nadr,efendisi Umer’in kâtibi idi. Ebu’n-Nadr şöyle dedi:Abdullah ibn Ebi Evfâ (R), efendisi ve kureyş ileri gelenlerinden olan Umer ibnu Ubeydullah’a bir mektûb yazdı da bu mektûbu ben okudum. Bu mektûbun içinde Rasûlullah (S)’ın: (Ey insanlar!) Düşmanla karşılaşmak (harbetmek) temenni etmeyiniz! Fakat Allah’tan harb felâketinden selâmette kılmasını isteyiniz” buyurduğu hadisi vardı. (Buhâri, Kitâbu’t-Temenni 12 C.15 S.7090 Ötüken 1989. )

Görüldüğü gibi rivayetler çelişkili olup, işlerine geldiği gibi uydurmuşlardır. Birinci rivayette savaş temennisi mecburi tutulmuşken, diğer iki rivayette tam tersi olarak, savaş temennisi kaçınılması gereken bir husus olarak tahdis edilmiştir.

206-. ... Ebû Said el-Hudri (r.a.)den rivâyet edildiğine göre, bir bedevi Peygamber (s.a.)’e hicreti sormuş da Peygamber (s.a.):
“Yazık sana, hicret zor iştir. Senin develerin var mı?” buyurmuş. (O kimse de)
- Evet diye cevap vermiş. (Bunun üzerine Hz. Peygamber);
“-Peki onların zekatını veriyor musun?” buyurmuş. (O şahıs da );
- Evet diye karşılık vermiş. (Resûlü Ekrem de).
“- Sen şehirlerden uzakta (Allah’ın emirlerini yerine getirmeye) çalış. Allah senin amelin(in sevabından hiçbir şeyi zâyi etmeyecektir.” buyurmuştur. (Ebû Dâvud, K.el-Cihâd (l5), Bâb 1 H.2477 C.9 S.437 Şamil 1989, diğer rivayet edenler, Buhâri, zekât 36, hibe 35, menakıb’ül-ensar 45, edep 95; Müslim, imâre 87; Nesâi bey’at 11; )

Bu rivayette hicretin mecburi olmadığı rivayet edilmiştir.

207- Ya’la İbnu Ümeyye anlatıyor: “Fetih günü babam Ümeyye’yi getirip: “Ey Allah’ın Resûlü! Babamla hicret şartı üzere bey’at yap!” dedim. Ama O:
“onunla cihad etme şartı üzerine bey’at yaparım, artık hicret sona ermiştir” cevabını verdi.” (K.S.. 5778 C.16 S.202 Akçağ 1993, alıntısı Nesâi, Bey’at 15,(7,145). )

Bu rivayette ise hicretin sona erdiğini rivayet etmişlerdir.

208-. ... Maviye (b. Ebi Süfyan)dan; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.)’ı; ‘tevbe (vakti) sona ermedikçe hicret (vakti) de sona ermez. Güneş battığı yerden doğmadıkça da tevbe sona ermez” buyururken işittim. (Ebû Dâvud, K.el-Cihâd (15), Bâb 2 H.2479 C.9 S.440 Şamil 1989, )

Bu rivayette de, hicretin sona ermediğini, hatta güneş batıdan doğmadıkça da sona ermeyeceğini tahdis etmeleri bir çelişkidir. Anlaşılan odur ki, esas maksatları hicret kavramını belirsiz ve tartışmalı hale getirmektir. Zira , hicretin İslam'da büyük bir önemi vardır. Hicret, Allah’a en iyi şekilde kulluk etmek için, müsait olmayan bir mekandan, daha müsait bir mekana göçmek veya Müslümanların bir araya gelip toplum oluştura bilmelerinin ilk şartıdır. İşte bu kadar büyük önemi olan hicret kavramını belirsiz hale getirmek için müteaddit rivayetler uydurmuşlardır. Bunlardan bir tanesi de,hicretin, Allah’ın yasakladığı şeyi terk etme manasında olduğunu iddia ettikleri  rivayettir, şöyle ki:

209- Abdullah İbnu Amr İbni’l-As (radıyallahu anh) hazretleri. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmedikleri. Muhâcir de Allah’ın yasakladığı şeyi terk edendir. (K.S. 33 C.2 S.250 Akçağ 1988, alıntıları, Buhari, İman 4; Müslim, iman 64,(40); Ebû Dâvud, Cihâd 2,(2481); Nesâi, İman 9, (8,105). )

Daha öncede belirttiğim gibi en sık kullandıkları yöntem, bir konu hakkında birbirlerine zıt ve çelişkili rivayetler uydurmaktır. Böylece, kavram ve konuları tartışmalı ve belirgin olmayan bir hale getirmeyi amaç edindikleri gibi, ortam ve duruma göre bu zıt rivayetlerden işlerine geleni kullanmaktır. Asırlardır, İslam Dini adına birçok ayrılıkların meydana gelmesi ve birçok tartışmaların yapılmasının ana temeli, bunların ortaya atmış oldukları bu kargaşa fitnesidir.

210-. ... Üsame b. Zeyd’den demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) bizi bir seriyye olarak el-Hurakat (denilen kabileler) üzerine gönderdi. Onlar (bizim kendilerine yaklaşmakta olduğumuzu, bizim kendilerine saldırıya geçeceğimizi) hissederek kaçtılar (bunlardan) bir adama yetiştik. Biz üzerine çullanınca adam, “Lâ ilahe illallah (Allah’tan başka başka ilah yoktur)” deyiverdi. Biz ona, öldürünceye kadar (kılıçlarımızla) vurduk. Sonra bunu peygamber (s.a.)’e anlattım.
-”Kıyamet gününde (bu adamın söylediği) lâ ilahe illallah (kelimesi) karşısında senin için (yardımcı olabilecek) kim vardır?” buyurdu. Ben de:
Ey Allah’ın Resûlü o bunu ancak silah korkusuyla söyledi, dedim.
-”Biri onun kalbini yarsaydın da (kalbinin) bu sözü korkudan dolayı söyleyip söylemediğini (iyice bir) bilseydin. (Yarın) kıyamet gününde “lâ ilâhe illallah” (sözü) karşısında senin için ( yardımcı olabilecek) kim vardır?” buyurdu. Bu sözü (tekrar tekrar) söylemeye o kadar devam etti ki (daha önce) Müslüman olmayıp ta o gün Müslümanlığa (yeni) girmiş olmamı arzu ettim. (Ebû Dâvud, K. El-Cihâd (15), Bâb 95 H.2643 C.10 S.174 Şamil 1990, diğer rivayet edenler; Buhari, meğâzi 45, diyât 2; Müslim, imân 158; İbn Mâce, fiten 1: )

Bu rivayette, savaş anında, müşriklerin arasında bulunup ta kelimeyi tevhidi söyleyenin öldürülemeyeceğini tahdis etmişlerdir.

Birde şöyle rivayette bulundular;

211-. ... Cerir b. Abdillah’dan demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) Hasemin kabilesine (baskın yapmak üzere) bir seriyye gönderdi. O kabileden bazı kimseler (Müslüman olduklarını belirtmek) için secde ederek korunma yoluna başvurdular. Bu (durum) onları öldürmeyi (daha da) hızlandırdı. (Cerir b. Abdillah rivayetine devam ederek) dedi ki: Durum Peygamber (s.a.)’e ulaşınca onlar için yarım diyet (ödenmesini) emretti ve;
- “Ben müşrikler arasında ikamet eden her Müslüman’a uzağım” buyurdu. ........... (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 95 H.2645 S.178 C.10 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Tirmizi, siyer 41; Nesâi, kasâme 27. )

Bu rivayette ise, savaş anında müşriklerin arasında ikamet eden Müslümanların öldürülebileceğini rivayet etmişlerdir. İki rivayet bir biriyle çelişkili olduğu gibi, son rivayet kendi içinde çelişkilidir. Şöyle ki, Peygamber bu gibi kimselerden uzak olduğunu belirtmişse, neden onlar için yarım da olsa diyet ödesin? Bu bir çelişkidir, ayrıca Kur’an’a uymamaktadır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Her kim bir mümini kasden öldürürse onun cezâsı, içinde ebedi kalmak üzere (gideceği) cehennemdir. Allah ona gazabetmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azâb hazırlamıştır. 4/93

- Ey müminler, Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın, dinleyin, size selâm verene, dünyâ hayâtının geçici menfaatini gözeterek: “Sen mü’min değilsin!” demeyin. Çünkü Allah’ın yanında çok ganimetler vardır. Önceden siz de öyle idiniz, Allah size lütfetti. O halde iyice anlayın (dinleyin, peşin hüküm vermeyin). Çünkü Allah yaptıklarınızı haber almaktadır.  4/94

Görüldüğü gibi, kim bir mümini kasden yani müteammiden katlederse, öldürenin cezası, Allah’ın gazabı ile lanetine uğramak ve büyük azab içerisinde cehennemde ebedi kalmaktır.

212-....... Yahya (b.Main) Hz. Aişe’den naklen (şöyle) demiştir. (Müslümanlar, Bedir savaşına çıktıklarında) Bir müşrik Hz. Peygamberle birlikte savaşmak için yanına vardı. (Hz. Peygamber de onun bu teklifini reddederek), - “geri dön” dedi. (Hadisin bundan) sonra (ki kısmını Yahya b. Main ile Müseddet) aynı lafızlarla rivayet ettiler. (Bu iki ravinin ittifakla rivayet ettiklerine göre Hz. Peygamber o müşrike şöyle) buyurmuştur: - “Biz bir müşrikten yardım istemeyiz.” (Ebû Dâvud, K. El-Cihâd (15), Bâb 143 H. 2732 s.343-344 Şamil 1990, diğer rivayet edenler Müslim, cihâd 142, 150 ; Tirmizi, siyer 10 ; İbn Mace , cihâd 27.

Bu rivayette, müslümanlar la müşriklerin savaşta ittifak edemeyeceğini rivayet etmişlerdir.

213- Zuhri anlatıyor:”Resûlullah (Aleyhissalâtu vesselâm), kendisiyle birlikte savaşmış olan Yahudilerden bir gruba, ganimetten pay ayırdı”. (K.S. 1107 C.5 S.194 Akçağ, alıntısı, Tirmizi, Siyer 10,(1558). )

Bu rivayette, müşriklerle, müslümanların ittifak edebileceğini rivayet etmekle çelişkiye düşmüşlerdir.

214-...Yezid İbn Hürmüz demiştir ki:
Necdetü’l-Harûri, İbn Abbas’a (bir mektup) yazarak ona “Kadınlar Rasûlullah (s.a.)’le birlikte savaşa katılırlar mıydı? Rasûlullah (s.a.) onlara (ganimetten) bir pay ayırır mıydı?” diye sordu. (yezid b. Hürmüz rivayetine devam ederek şunları) söyledi: ibn Abbas’ın Necdet’e (gönderdiği) mektubunu ben (bizzat kendi ellerimle ve şu şekilde) yazdım:”Kadınlar da Rasûlullah (s.a.)’la birlikte savaşa katılırlardı. (ganimetlerden) pay (ayırmay)a gelince (işte bu) yoktu, fakat onlara razh (az bir miktar) verilirdi. (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 141 C.10 s.339 Şamil 1990. )

Bu rivayette kadınlara ganimetten pay verilmeyeceğini tahdis ettiler.

215-...Haşrec b. Ziyad’ın baba annesi (Ümmü Ziyad el-Eşçiyye)nden demiştir ki; kendisi Rasûlullah (s.a.) ile birlikte (Hayber savaşına katılan) altı kadının altıncısı olarak Hayber savaşına çıkmıştır. (Hz. Ümmü Ziyad sözlerine ) şöyle devam etti: Bizim de erkeklerle birlikte savaşa çıktığımız haber olarak Resûllah (s.a.)’e erişince bize (emir) gönderip (yanına çağırdı) biz de (emre uyup huzuruna) vardık. Kendisinde öfke (alametleri) gördük. (Bu savaşa)
-”Kiminle ve kimin izniyle çıktınız?” dedi. Biz de “Ey Allah’ın Resulü biz yün eğirerek (savaşa) çıktık. Bununla Allah yolunda hizmet edeceğiz. Ayrıca bizim yanımızda yaralıları (tedavi) için (birtakım) ilaçlar da var, (ganimetlerden) hisse alırız (halka buğday ve arpadan yapılmış) sevk (denilen bir şurup) içiririz” dedik. (Bu hadisi Hz. Ümmü Ziyad ‘dan naklen Haşrec, sözlerine devam ederek şunları) söyledi (Bu konuşmadan sonra) “Kadınlar kalktılar” (gittiler, Hz. Ümmü Ziyad sözlerine devam ederek bana) “Allah, peygamberine Hayber’in (kapılarını) açınca bize de erkekler gibi (ganimetten) pay verdi” dedi. Ben de ona: “Ey nineciğim (Hz. peygamberin size verdiği) bu şey ne idi?” dedim. “Hurma” (idi) diye cevap verdi. (Ebû Dâvûd, k.el-Cihâd (15), Bâb 141 C.10 s.340 H.2729 Şamil 1990)

Bu rivayette ise, evvelki rivayetin aksine, Kadınlara ganimetten erkekler gibi pay verilmesi gerekir demekle çelişkiye düşmüşlerdir.

Tahdis ettikleri bir rivayette, Peygamberin, Allah’tan üç dilekte bulunduğunu ve bu dileklerin içerik olarak.

1- Allah’ın Muhammed ümmetine kendi dışında bir düşman musallat etmemesini, dolayısıyla musallat edecekse kendi içinden bir düşman musallat etmesini.

2- Allah’ın, Muhammed ümmetini toptan suda boğmamasını, dolayısıyla diğer helak şekilleri için talepte bulunmadığını. Örneğin, Peygamber, Allah’tan, toptan helak edici her türlü felaketten korumasını isteye bilirdi.

3- Allah’tan, ümmetinin kendi aralarında savaşmamasını talep ettiğini ki, bu birinci şıktaki taleple çelişkilidir. Ayrıca, Allah’ın bu duayı red ettiğini de tahdis etmişlerdir.

Rivayet şu şekildedir:

216- Hz. Mu’âz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: “Bir gün, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm , bir namaz kılmış ve namazı çok uzatmıştı. Namazdan çıkınca biz: “Ey Allah’ın Resûlü! Bu gün namazı çok uzattınız!” dedik. Şu açıklamayı yaptılar: “Ben bugün, bir ümit ve korku namazı kıldım. Ben (namazda) aziz ve celil olan Allah’tan ümmetim için üç şey talep ettim. Allah bunlardan ikisini verdi, birini vermedi. Ben Allah’tan ümmetime, kendileri dışında bir düşman musallat etmemesini talep ettim, bu talebimi kabul etti. Allah’tan ümmetimi (eski ümmetler gibi) toptan suda boğarak helak etmemesini talep ettim. Allah bunu da kabul etti. Allah’tan ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını talep ettim Allah bunu reddetti.”  (K.S. 7187 C.17 S.526 Akçağ 1993 alıntısı, İbn-i Mace 3950 )

Peygamberin, ümmeti için böyle bir duada bulunduğunu iddia etmek, hem peygambere bir iftira hem de İslam düşmanlarının Müslümanlara olan kinlerinin açık bir göstergesidir. Hadis diye uydurdukları rivayette kendi içinde çelişkili olduğu gibi, gerçeklere de uymamaktadır, şöyle ki: Peygamber hem, Allah’tan ümmetinin yalnız kendi aralarında savaşmalarını talep edecek (Zira kendi dışlarında bir düşman musallat etmemesini, Allah’tan istemesi kendi aralarında düşman olabilirler manasını içermektedir). Buna rağmen üçüncü duasında kendi aralarında savaşmamaları yolunda duada bulunacak, bu bir çelişkidir. Diğer bir husus, birinci duanın kabul olunduğunu belirtmişlerdir, yani Muhammed ümmetine dışından, Allah bir düşman musallat etmemek üzere duayı kabul etti diye belirtmişlerdir. Bu dua kabul oldu ise asırlardır Müslümanlara saldıran çeşit çeşit kafirlerin saldırıları nasıl izah edilebilir. Peygamber bir dua kabul oldu dediyse muhakkak kabul olmuştur. O zaman bu rivayet peygambere bir iftiradır.
Müslümanların dikkatini dış düşmanlardan çevirip, kendi içlerinde, kendilerine döndürmeyi amaçlayan bu rivayetler. Müslümanların dışa karşı kendilerini savunmalarını kırmayı amaçlamaktadır. Bundan dolayı bir çok rivayet uydurmasıyla, şehitlik kavramını belirsiz hale getirmek için yoğun çabalara girmişlerdir. Şöyle ki:

217- .... Cabir b. Atik(in Atik b. El-Harise) bildirdiğine göre, Rasûlullah (s.a.) (Bir gün) Abdullah b. Sabit’i hasta iken ziyarete gelmiş te onu baygın bir halde bulmuş, bunun üzerine Rasûlullah ona seslenmiş (fakat o baygın olduğu için) karşılık ver(e)memiş. Bunu üzerine Rasûlullah (s.a.)
“-İnalillahi ve inna ileyhi râci’un. Ey Ebu’r-Rabi biz(im) senin yanında (yapabilecek bir şeyimiz yok. Çünkü Allah’ın kaza ve kaderine) mağlup olduk” dedi. Bunun üzerine kadınlar feryad edip ağlaştılar. İbn Atik de onları susturmaya çalıştı. Derken Rasûlullah (s.a.) “Onları(kendi hallerine) bırak. (Çünkü sesleri fazla çıkmıyor, Fakat vacib olunca) hiçbir kadın ağlamasın” buyurdu. (Orada bulunanlar) “Ey Allah’ın Resûlü vacib olmak nedir?” dediler. “Ölmektir”  buyurdu. (O sırada Abdullah b. Sabit’in) kız kardeşi (onun hakkında ey kardeşim):
“Ben senin şehit olacağını ümit ediyordum. Çünkü sen (ahiret için) gereken ihtiyaçlarını hazırlamıştın.” diye söylenmeye başladı. Rasûlullah (s.a.) de
“-Aziz ve celil olan Allah ona niyeti ölçüsünde şehit sevabı verecektir. (buyurdu ve) siz neyi şehitlik sayıyorsunuz?” diye sordu. (Onlar da)
“-Allah yolunda katlolmayı” dediler. Rasûlullah (s.a.)’da.
“-Allah yolunda katlonunmaktan başka yedi (tane daha) şehitlik vardır. Taundan ölen şehittir. Boğularak ölen şehittir. İshalden ölen şehittir. Yanarak ölen şehittir. Göçük altında kalarak ölen şehittir. Doğum üzerine ölen şehittir.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, K. El-Cenaiz 73; Müslim, imare 164,165; Tirmizi, cenaiz 65; İbn-i Mace, Cihad 17, K.S.5431)

218- İbnu Abbâs radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Gurbette ölmek şehitliktir.” (K.S.6498 C.17 S.151 Akçağ 1993 alın tası İbn-i Mace 1614 ).

219- Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim hasta halde ölürse şehit olarak ölmüştür ve kabir azabından korunmuştur, sabah akşam cennetten rızıklandırılır.” (K.S.6499 C.17 S.151 Akçağ, alıntısı İbn-i Mace 1615.)

Görüldüğü gibi, şehitlik kavramını saptırmak için birçok hususları şehitlik olarak tanımlamışlardır. Öyle ki, İshalden ölen bir kimse için şehit dedikleri gibi, herhangi bir hastalıktan ölene de şehit demişlerdir. Hatta gurbette ölmeye de şehitlik demişlerdir. Bu tanımlamalara göre, Müslüman olan bir kimsenin şehit olarak ölmemesi imkansız hale gelmiş olmaktadır, dolayısıyla Müslüman olarak ölen herkes şehittir iddiasındalar. Zira insanlar ya bir kaza geçirerek veya hastalanarak, evinde veya gurbette ölmektedirler, hasta hane de ölme olayını rivayetlerine eklememelerinin nedeni, hasta hane diye bir şeyin varlığından pek haberdar olmamalarından olsa gerektir. Hal böyle olunca şehit olmak için, Allah yolunda savaşıp katl olunmanın mecburiyeti kalmamış olmaktadır. Bu iddiada olanlara o zaman şunu sormak lazım, örneğin: alkol veya uyuşturucu alması nedeniyle veya zina edip zührevi hastalık kapan bir kimse bu hastalıktan öldüğünde, günah işlediği anda ölmesi de gerekmez, faraza altı aylık bir tedaviden sonra ölürse şehit mi olmuş olmaktadır? Bu gibi iddialar, Kur’an’dan çok uzak iddialardır. Kur’an’da şehitlik konusunda şöyle denmektedir, mealen:

- Allah, müminlerin mallarını ve canlarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar, katlederler ve katledilirler. Bu , Allah’ın üzerine bir borçtur. Gerek Tevrat’ta, gerek İncil’de, gerek Kur’an’da (Allah, yolunda çarpışanlara cennet vereceğini vadetmiştir) Allah’tan daha çok ahdini yerine getiren kim olabilir? O halde O’nun la yaptığınız bu alışverişinizden ötürü sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kurtuluştur. 9/111

Görüldüğü gibi, Allah’ın şehitlik vadi kendi yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşıp katlonunanlaradır. Yoksa evinde ishalden ölenlere değildir.

220- Talha İbnu Ubeydullah radıyallahu anh anlatıyor: “Beli (kabilesinden) iki kişi Aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına geldiler. İkisi beraber Müslüman olmuştu. Biri gayret yönüyle diğerinden fazlaydı. Bu gayretli olanı, bir gazveye iştirak etti ve şehit oldu. Öbürü, ondan sonra bir yıl daha yaşadı. Sonra o da öldü.” Talha (devamla) der ki: “Ben rüyamda gördüm ki: “Ben cennetin kapısının yanındaydım. Bir de baktım ki yanımda o iki zat vardır. Cennetten biri çıktı ve o iki kişiden sonradan ölene (cennete girmesi için) izin verdi. Aynı vazifeli zat, bir müddet sonra yine çıktı, şehit olana da (içeri girme) izni verdi. Sonra, adam benim için geri geldi ve: “Sen dön, senin cennete girme vaktin henüz gelmedi!” dedi. Sabah olunca Talha bu rüyayı halka anlattı. Herkes bu rüya(da şehit olan zâtın sonradan cennete girmesine) şaştı. Bu, Resûlullah’a kadar ulaştı, rüyayı ona anlattılar. (Dinledikten sonra) Aleyhissalâtu vesselâm:” Burada şaşacak ne var?” buyurdular. Halk: “Ey Allah’ın Resûlü!” Bu zat (din için) çalışmada öbüründen daha gayretli idi ve şehit de oldu. Ama cennete öbürü ondan evvel girdi” dediler. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Berikisi ondan sonra bir yıl hayatta kalmadı mı?” dedi. “Evet!” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: “Ve o ramazan idrak edip oruç tutmadı mı, bir yıl boyu şu şu kadar namaz kılmadı mı?” Halk yine: “Evet!” deyince, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Şu halde ikisinin arasında bulunan mesâfe gök ile yer arasındaki mesafeden fazladır!” buyurdular. (K.S. 7173 C.17 S.517 Akçağ 1993, alıntısı İbn-i Mace 3925. )

221-. ... Ubeyd b. Halid es-Sülemi’den; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) iki adam arasında kardeşlik kurmuştu. Bunlardan biri (Allah yolunda) öldürüldü. Bir hafta ya da haftaya yakın bir zaman sonra da öbürü öldü. Onun cenaze namazını kıldık. Rasûlullah (s.a.) (bize onun hakkında)  “-Nasıl dua ettiniz?” diye sordu. Biz de;
-Ey Allah’ım! Onu bağışla ve kardeşi(nin derecesi)ne eriştir diye dua ettik. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.); (ilk ölenin) namaz(lar)ından sonra (ikinci ölenin kıldığı) namaz(lar), - (ilk ölenin) oruç(lar)ından sonra (ikincinin tuttuğu) oruç(lar)ı - (ilk ölenin hayırlı) amel(ler)inden sonra (ikinci ölenin işlemiş olduğu hayırlı) amelleri nerede. İkisi arasında gök ve ile yerin arası kadar (fark) vardır.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, K. El-Cihâd (15), Bâb 27 H.2524 C.9 S.520,521 Şamil 1988, diğer rivayet eden, Nesâi cenaiz 77. )

Bu rivayetlerle, Allah yolunda cihad etmeyenlerin, Cihad eden ve şehit olanlardan daha üstün olduğunu iddia ettiler. Şehit olmayan, daha fazla namaz kılması, oruç tutması ve sevaplar işlemesi halinde, bu amelleri dolayısıyla. Onunla şehit olan arasında gök ile yerin arası kadar derece farkı var dediler. Bu uydurma rivayetlerle Müslümanları Allah yolunda cihattan caydırmak istedikleri açıktır. Söylediklerinin doğru olmadığıyla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler, size ne oldu ki: “Allah yolunda topluca savaşa çıkın! Dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? Yoksa âhireti bırakıp ta dünya hayatına mı razı oldunuz? Hal bu ki dünya hayatının geçimi, ahiretin yanında pek azdır. 9/38

Görüldüğü gibi, topluca savaşa çıkıldığında, (sakatlık v.s. Gibi mazereti olmadan) savaşa katılmamak demek, O kişinin dünya hayatına razı olduğu ve ahiret hayatını kayıp ettiği, yani cehennemlik olduğu manasındadır. Böyle bir durumda, kıldığı namaz veya tuttuğu oruçlar onu Allah’ın azabından kurtaramaz. Topluca savaşa çıkılmaya ihtiyaç olmayan durumlar da, yine, Allah yolunda cihad edenler, etmeyenlerden üstündür, şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Müminlerden özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, mallarıyla canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah hepsine de güzellik va’detmiştir ama mücahitleri, oturanlardan çok daha büyük ecirle üstün kılmıştır. 4/95

Bu itibarla uydurdukları rivayetler, Kur’an’a uygun olmayıp, asılları yoktur.

222-. ... Abdullah b. Amr’dan; demiştir ki: Bir adam Peygamber (s.a.)’e gelerek;
- Ey Allah’ın Resûlü ben cihada çıkabilir miyim? dedi. (Peygamber (s.a.)’de );
“- Senin annen baban var mı?” diye sordu. (O kimse de);
- Evet diye cevap verdi (Bunan üzerine peygamber);
“- Öyleyse onların hizmetinde (bulunarak) cihâd et!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 31 H.2529 C.10 S.8 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Buhâri, cihâd 138, Edeb 3, Tirmizi cihâd 2; Müslim, birr 5. )

223- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü, dedim, cihâdı amellerin en faziletlisi görüyoruz, biz de cihâd etmeyelim mi?” Şu cevabı verdi:
“Ancak, cihâdın en Efdal ve en güzeli hacc-ı mebrûrdur. Sonra şehirde kalmaktır”. Hz. Aişe der ki: “Bunu işittikten sonra haccı hiç bırakmadım. (Buhari, Hac 4, Cezâu’s-Sayd 26, Cihâd 1; Nesâi, Hacc 4,(5,113); K.S. 1163 C.5 S.278 Akçağ ) (“Sonra şehirde kalmak” cümlesi Buhari’de yok. )

Bu iki rivayette de müminleri cihâd dan uzaklaştırmayı ve cihâdın kavram olarak manasını karıştırmayı amaçlamışlardır, yoksa Hac ile Cihâd ayrı hususlardır, hele şehirde oturmanın ne Hacla nede Cihâd’la bir ilgisi yoktur. Bu rivayetleri uydurmalarının esas amaçlarından biri de müslümanların, kendi putperest toplumlarına karşı savaşmalarını engellemek içindir. Bu onların barışçıl, müslümanların saldırgan olduğundan değildir, kendileri saldırıp savaşa sebebiyet verdiklerinde karşılarında zayıf bir müslüman ordu olmasını istemelerindendir, yoksa İslam dininde asla saldırganlık yoktur.

Müslümanların kendileriyle değil de, ehli kitapla savaşmalarını teşvik için uydurdukları aşağıdaki rivayet kimlikleri açısından manidardır, Şöyle ki:

224- . ......... Sabit b. Kays Şemmas’dan; demiştir ki: Ümmü Hallad diye anılan bir kadın (yüzü) peçeli olarak Peygamber (s.a.)’e gelip şehit düşen oğlu(nun Allah yanındaki durumu)nu sordu. Peygamber (s.a.)’in (orada bulunan) Sahâbelerinden birisi (o kadına hitaben);
“- Oğlunu sormaya yüzün kapalı olarak mı geldin?” dedi. O da;
- Oğlumu kaybettiysem de utanma duygumu hiçbir zaman kaybetmeyeceğim, diye karşılık verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.);
“- Senin oğlun için iki şehit sevabı vardır” buyurdu. Kadın ;
- Ya Rasûlullah bu niçindir? diye sordu. (Hz. Peygamber de)
“- Çünkü onu kitab ehli öldürdü” cevabını verdi. (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 8 C.9 H.2488 S.457 Şamil 1988.)

Evet, yüzünü örttü diye suçlanan bir şehit anası ve Ehli kitab katletti diye, kendisine iki şehit sevabı verilen şehit iddiası, yani demek istiyorlar ki, Ehli kitapla savaşmak sevap yönünden iki misli daha fazladır. Bu tür iddialar İslam dininden uzak iddialardır.

225- ............ İbn Ömer’den demiştir ki:
Rasûlullah (s.a.) mücahit ve atı için birisi kendisine ikisi de atına (olmak üzere ganimet mallarından) üç pay vermiştir. (Ebû Dâvûd K.el-Cihâd (15), Bâb 143 C.10 H.2733 S.345 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Buhâri Cihad 51; Meğazi 38; Müslim Cihad 57; Tirmizi Siyer 6,8. )

226- ... (Ebû Umre’nin) babasından rivayet etmiştir ki: Biz dört kişi, yanımızda bir(er) atla Rasûlullah (s.a.)’in yanına gelmiştik. Bizden herkese bir hisse, her bir at için de iki hisse ayırdı.” (Ebû Dâvûd K.el-Cihad (15), Bâb 143 C.10 H.2734 S.347 Şamil 1990 )

227- Ümmü Harâm (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Deniz tutması sebebiyle (gemide) kusan kimseye şehit sevabı verilir. Boğularak ölene de iki şehit sevabı vardır”. (K.S. 1151 C.5 S.260 Akçağ, alıntısı Ebû Dâvûd Cihad 10,(2493) )

Mücahidin atı, mücahit ten iki kat daha değerlidir ve deniz tutmasından kusana bir şehit sevabı, boğularak ölene iki şehit sevabı verilir şeklinde uydurdukları rivayetlerin aslı olmayıp, hakaret kastıyla uydurulmuşlardır.

228-. ... Necde b. Nüfey’den; demiştir ki: İbn Abbas’a şu;
“Eğer topluca (savaşa) çıkmazsanız (Allah) size (acı bir şekilde) azab eder... (malindeki, Tevbe 39 ) âyeti sordum da;
- Onlardan yağmur kesildi. (Yağmur kesilmesi) onların azabıydı diye cevap verdi. (Ebû Dâvûd K.el-Cihad (15), Bab 18 H.2506 S.489 Şamil 1988. )

Bu rivayette, topluca (seferberlik) savaşa katılmak istemeyenlere cesaret vermek için 9 Tevbe 39 da yapılan tehdidi basit bir yağmur kesilmesi şeklinde göstermeyi amaçlamışlardır.

Kur’an’da ise şöyle denmiştir, mealen:

- Ey iman edenler, size ne oldu ki: “Allah yolunda topluca savaşa çıkın!” dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? Yoksa âhireti bırakıp ta dünya hayatına mı razı oldunuz? Halbuki dünya hayatının geçimi, ahiretin yanında pek azdır. 9/38

- Eğer topluca (savaşa) çıkmazsanız, (Allah) size acı (bir şekilde) azab eder ve yerinize sizden başka bir topluluk getirir. O’na hiçbir zarar veremezsiniz, Allah her şeyi yapabilendir.  9/39

Görüldüğü gibi, topluca yapılan savaşa (mazeretsiz) katılmayanlara yapılan tehdit. Dünya ve Ahirette mahvolacakları şeklindedir. Bu itibarla yapmış oldukları rivayetin aslı yoktur.

Rivayet ettiler ki: “Facir veya büyük günahlar işleyen her emirin komutasında cihad etmek mecburidir. Bir kavme İslam Dinini tebliğ etmeden ansızın saldırmak caizdir. Kuşatılan bir kale halkına isteseler bile, Allah’ın hükmü uygulanamaz, kul hükmü uygulanır.”

Bu tür rivayetlerinin İslam Dininde yeri olmayıp, Peygambere karşı iftirada bulunmuşlardır. Böyle yapmalarının nedeni ise, Müslüman adı takınarak insanlara zulmen saldırdıklarında, bunun meşru bir hareket olduğu hususunda kendilerine gerekçe uydurmak içindir. Bu konuda uydurdukları rivayet örnekleri:

229-. ... Ebû Hureyre (r.a.)’den; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
“İyi olsun facir olsun her devlet reisi ile birlikte cihad üzerinize (düşen) kaçınılmaz bir görevdir.......... (Ebû Dâvûd K.el-Cihâd (15), Bâb 34 C.10 H.2533 S.14 Şamil 1990. )

Facir yahut büyük günah işleyen kimselere itaat etmemek lazım olduğuna dair Kur’an’dan mealen:

- Rabb’inin hükmüne kadar sabret ve onlardan hiçbir günahkara, yahut hiçbir kafire itaat etme. 76/24

- Nefsini, sabah akşam rızasını isteyerek Rab larına yalvaranlarla bir tut . Dünya hayatının süsüne kanarak gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi zikretmekten gâfil kıldığımız kendi nefsinin arzusuna uyan ve işi aşırılık olan kimseye itaat etme.
18/28

Görüldüğü gibi, İslâm'da günahkara itaat etmek yasaktır. Onlarsa “Facir” kimseye itaate çağırıyorlar. Zira rivayetin Arapça aslında itaat edilmeye çağırdıkları kimseyi “Facir” olsa dahi diye belirtmişlerdir. Facir ler hakkında ise Kur’an’da şöyle denmiştir, mealen:

- Şerefli katipler, 82/11

- Her yaptığınızı bilirler. 82/12

- İyiler mutlaka nimet içindedirler, 82/13

- Facirler de yakıcı ateş içindedirler, 82/14

- Ceza günü oraya girerler. 82/15

- Onlar oradan (hiçbir yere kaçıp) kaybolacak değillerdir.  82/16

Facirler, Cehennemde ebedi kalacak olan büyük günah sahibi kimselerdirler. Bunlar öyle kimselerdir ki, yer yüzünde fesat çıkarırlar.

Kur’an’dan mealen:

- Yoksa, iman edenleri ve salih amel işleyenleri, yeryüzünde fesad çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yahut ta Allah’tan korkanları facirler gibi mi tutacağız? 38/28

Görüldüğü gibi, “Facirler”, Allah’tan korkmayan kimselerdirler. Allah’tan korkmayana ise itaat olmaz. Zira o kimse zalimlik yapar. Zalime uymak zulme iştirak etmektir. Nûh peygamber, duasında “Facirlerle”, “Kafirleri” denk tutmuştu. Kur’an’dan mealen:

- Nûh dedi ki: “Rabb’im, yeryüzünde kafirlerden tek kişi bırakma,” 71/26

- “Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; yalnız facir, kafir (kimseler) doğururlar. 71/27

Bu itibarla uydurdukları rivayet Kur’an’a uygun olmayıp, buna göre bir mümin kimse bir facire itaat edemez.

230-. ... İbn Avn dedi ki: Ben Nâfi’ye bir mektup yazarak, ona harb den önce müşrikleri (İslam'a) davet etmeyi sordum, o da bana: “İslamın başlangıcında idi. (Nitekim daha sonraki tarihlerde) Allah’ın peygamberi Müstakil oğullarına, gafil bulundukları, hayvanlarının suya götürüldüğü bir sırada baskın yaptı. Savaşabilecek olanlarını öldürdü, zürriyetlerini de esir aldı. Haris’in kızı Cüveyriye’yi de o gün aldı. Bu hadisi bana (o sırada) kendiside o ordunun içinde olan, Abdullah (b.Ömer) rivâyet etti, diye mektup yazdı. (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 91 H.2633 C.10 S.158-159 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Buhari İtk 13; Müslim Cihad 1. )

Bu rivayetleriyle İslam’dan haberi olmayan kimselere aniden saldırı yapılabileceğini iddia etmişlerdir. Hal bu ki değil İslam’dan haberi olmayana, haberi olup ta İslam'ı kabul etmemiş olan kimselere dahi, eğer kendileri savaş açmamışlarsa, haksızcasına Müslümanlar onlara savaş açamazlar. Kur’an’dan mealen:

- Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın; fakat haksız yere saldırmayın, çünkü Allah haksız yere saldıranları sevmez. 2/190

Hatta, Müslümanlığı kabul etmemiş olanlar savaş istemeyip, barışa yanaşırlarsa, Müslümanlar da barışa yanaşmak zorundadırlar.

Kur’an’dan mealen:

- Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a dayan, çünkü O, işitendir bilendir. 8/61

Görüldüğü gibi hiçbir kavme, dolayısıyla hiçbir şahsa veya şahıslara da Müslümanlar haksız yere saldırıda bulunamazlar, hatta barış taraftarı olmak zorundadırlar. Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayetin aslı yoktur.

Kendileri de bu rivayetlerini yalanlayan bir rivayet uydurdular. Fakat bu rivayetin sonunda, Allah’ın hükmü yerine kul hükmü uygulanması gerektiğini iddia ederek, kendi nefisleri üzerine kafir olduklarına şahitlik ettiler. Zira, Kur’an öğretisine göre Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.

Bu husustaki rivayetleri şöyledir:

231-. ... Süleyman b. Büreyde babası (bireyde) den; şöyle demiştir: Rasûlullah bir seriyenin yahut da bir ordunun başına bir  kumandan gönderdiği zaman ona kendi nefsi hakkında Allah’tan korkmayı, (yine ona) yanında bulunan Müslümanlar hakkında hayrı tavsiye eder ve (şöyle) buyururdu: “Müşriklerden olan düşman(lar)ınla karşılaştığınız zaman, onlara şu üç yoldan birine çağırınız. Bunlardan hangisinde sana icabet ederlerse onu kabul et ve kendilerini bırak. Onları (önce) İslam’a çağır, eğer icabet ederlerse (bunu) onlardan kabul et ve kendilerini (serbest) bırak. Sonra onları ülkelerinden muhacirlerin ülkesine göçe davet et ve bunu yaptıkları takdirde, muhacirler için (tanınmış) olan (haklar)ın onlar için de (tanınacağını) muhacirlerin üzerine (getirilmiş) olan (yükümlülükler)in onların hakkında da (geçerli) olduğunu kendilerine bildir. Eğer (bunu) kabule yanaşmazlar da kendi yurtlarını tercih ederlerse, onlara müslüman bedeviler gibi olacaklarını, kendilerine Allah’ın müminler üzerine cereyan eden hükmünün uygulanacağını, Müslümanlarla birlikte cihad etmeleri dışında harac ve ganimetten hiçbir hisselerinin olamayacağını bildir. Eğer İslâm'ı kabul etmezlerse onları cizye vermeye çağır. Eğer buna yanaşırlarsa (bunu) onlardan kabul ve kendilerini (serbest) bırak. Eğer kabul etmezler artık Allah’tan yardım dileyip onlarla savaş, eğer bir kale halkını kuşattığında senden kendilerine, Allah’ın hükmünü uygulamanı isterlerse (bunu) onlara uygulama. Çünkü siz Allah’ın onlar hakkındaki hükmünün ne olduğunu bilemezsiniz. Yalnız onlara kendi hükmünüzü uygulayınız. Sonra onlar hakkında dilediğiniz hükmü veriniz.” (Ebû Dâvûd, k.el-Cihad (15), Bâb 82 H.2612 C.10 S.122-123 Şamil, diğer rivayet edenler, Müslim, Cihad 3 ; Tirmizi, siyer 47; İbn Mâce, 38. )

İslam'ın başlangıcında, peygamberin başında olmadığı bir ordu teşekkülü mümkün olmadığından, bu rivayet Medine dönemi veya Medine döneminin Mekke’nin fethinden sonra ki dönemiyle ilgili olarak uyduruluştur. Hal böyle olunca müşrikleri üç yoldan birine çağırmak nasıl şart olur. Örneğin yeni bir ülke İslam topraklarına katılırsa ve halkı Müslümanlığı kabul ederse niçin ve nereye göç ettirmek mümkün olur. Göç veya başka bir ifadeyle hicret, şartların zorlamasıyla İslam'ın yaşanmasına uygun olmayan yerden uygun yere veya İslam toplumu oluşturmak amaçlı bir olay için bir yerden uygun bir yere gitmektir. Yoksa sırf hicret için hicret değildir. İslam'a ait bir toprak içerisinde hicretin manası nedir? Bir evvel ki rivayette tebliğsiz ani saldırıyı  meşru kabul etmişlerdi. 231 no.lu örnekteki rivayette üç şart vardır diye rivayette bulunmaları bir çelişkidir.

Hüküm konusunda ki iddialarına gelince, bu da Kur’an’a uymamaktadır. Zira İslam'da hüküm yalnız ve yalnız Allah’a aittir; Allah’tan başkası hüküm koyamaz, bundan dolayı kul hükmü uygulanır diye bir şey İslam da mümkün değildir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- O, kendisinden başka ilâh olmayan Allah’tır. İlkte de, sonda da (dünyada da, ahirette de) hamd O’na mahsustur; Hüküm de O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz. 28/70

- Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet, onların keyiflerine uyma ve onların, Allah’ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın! Eğer dönerlerse bil ki Allah, bazı günahları yüzünden onları felakete uğratmak istiyor olmasındandır. Zaten insanların çoğu yoldan çıkmışlardır. 5/49

- Gerçekten Tevrat’ı biz indirdik, onda yol gösterme ve nûr vardır. (Allah’a) teslim olmuş peygamberler, onunla Yahudilere hüküm verirlerdi, Rablerine teslim olmuş, bilginler de Allah’ın kitabından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi. Tevrat’a Şahit tiler. O halde insanlardan korkmayın, benden korkun, Ayetlerimi az bir fiyata satmayın (Ve bilin ki) kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir.  5/44

Görüldüğü gibi, Kur’an öğretisine göre hüküm ancak ve ancak Allah’a aittir. İslam dinine göre, Allah’tan başka kimse hüküm koyamaz ve Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmek mecburidir. Aksini yapanlar Kur’an’da kafirlerin ta kendileri olarak tanımlanmışlardır. Hal böyle olunca, Allah’ın hükmüyle değil, kendi hükmünle hükmet diye rivayet uydurmak apaçık küfürdür.


CENNETLİKLER VE CEHENNEMLİKLER HAKKINDA
UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

 232-........... Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): “Bana Rabb’ım tarafından gelen (Cibril) geldi de: Ümmetimden her kim Allah’a hiçbir şeyi ortak tanımayarak ölürse, o kimse cennete girer, diye haber verdi -veyâ bununla beni müjdeledi-” buyurdu. Ben:
 - (Yâ Rasûlullah!) O adam zinâ ettiği ve hırsızlık yaptığı takdirde de (yine cennete girer) mi? dedim.
- “(Evet) zinâ ettiği ve hırsızlık yaptığı takdirde de” (Buhâri, Kitâbu’l-Cenâiz 1 C.3 S.1174 Ötüken 1987. )

233-.............. Abdullah ibn Mes’ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): “Allah’a bir şeyi ortak sayarak ölen kimse cehenneme girer” buyurdu. Ben de: Allah’a hiçbir şeyi ortak kılmayarak ölen kimse cennete girer, dedim. (Buhâri, Kitabu’l-Cenâiz 2 C.3 S.1175 Ötüken 1987)

234- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Beni gören veya beni göreni gören bir müslümana ateş değmeyecektir. (K.S.4364 C.12 S.242 Akçağ, alıntısı Tirmizi, Menâkıb, (3857). )

Bu tür rivayetlerle, bir kimsenin yalnız iman etmiş olmasından dolayı cennete gireceğini, kesinlikle cehenneme girmeyeceğini iddia etmişlerdir. Böylece müslümanların iyi veya kötü amel işlemiş olmalarının önemi yoktur demekle, müslümanlar arasında fesadın yayılmasını amaçlamışlardır. Bunun yetinmeyerek bu rivayetlerine ters düşen başka rivayetler uydurmak suretiyle, iyi ve kötü amel kavramlarını belirsiz hale getirmek ve müslümanları bu konuda şaşkın bir duruma sokmak için çaba harcamışlardır. Zaten onların ana metodu kavramları bozabilmek için bir konu hakkında çelişkili rivayetler uydurmaktır.

Allah’ın affıyla umutlandırmak suretiyle, insanları dini görevlerinden uzaklaştırmak isteyenlere karşı Allah, Kur’an’da şöyle demektedir, mealen:

- Ey insanlar! Rabb’inize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evladı, ne evladın babası için bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah’ın va’di haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı (şeytan), Allah’ın affına güvendirerek sizi aldatmasın. 31/33

- Ey insanlar, Allah’ın va’di gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan), Allah(ın affına güvendirmek sûreti) ile sizi aldatmasın. 35/5

Görüldüğü gibi, Allah, şirk koşmayan herkesi ne kadar kötü amel
Allah’ın, her şirk koşmamış olanı muhakkak bağışlayacağım diye verilmiş bir sözü yoktur. Ancak şirk işlemiş olanlar hariç olmak üzere, istediklerimin günahını bağışlarım demiştir. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur. 4/48

- Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka her şeyi dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan da uzak bir sapıklığa düşmüştür. 4/116

Görüldüğü gibi, Allah her şirk koşmayanın değil de, şirk koşmayanlardan dilediğinin günahını bağışlayacağını va’d etmiştir.

- De ki: “Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin, Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” 39/53

- “Size azab gelip çatmadan Rabb’inize dönün, O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.” 39/54

- “Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada, size azab gelmezden önce Rabb’inizden size indirilenin en güzeline (Kur’an’a) uyun.” 39/55

Evet, görüldüğü gibi, Allah’ın af vadine muhatap olan zümreden olmak için, Allah’a dönülüp teslim olunacak. Bunun içinde Kur’an’a uymak şarttır. Yani kişi yaşantısını Kur’an’a göre düzenleyecektir. Yoksa, Kur’an’da gösterilen yolu boş verip günahlara dalarak, Allah’ın rahmetini ummak boş bir hayaldir. Böyle bir iddiada bulunan ancak Kur’an ile alay etmiş olur ki, kendisi kaybeder. Şöyle ki, yukarıda mealleri yazılı ayetlerin devamında; mealen:

- Ki nefisler demesin: “Allah’tan yana yaptığım eksikliklerden dolayı bana yazıklar olsun! Ben gerçekten (Kur’an ile) alay edenlerden idim.” 39/56

Kim günaha batarsa, o mahv olmuştur. Cehennemde ebedi kalacaktır. Kurtulanlar ise inanıp yararlı iş işleyenlerdir, onlarda Cennette ebedi kalacaklardır. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Evet kim bir günah kazanır da suçu kendisini kuşatmış olursa işte onlar, ateş (cehennem) halkıdır, orada ebedi kalacaklardır. 2/81

- İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennet halkıdır, orada ebedi kalacaklardır. 2/82

Kur’an’da hal böyleyken, buna rağmen şu rivayeti uydurdular:

235- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “ Resûlullah ((aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mü’min, Allah indindeki ukûbeti bilseydi, cennetten ümidini keserdi. Eğer kafir Allah’ın rahmetini bilse idi, cennetten ümidini kesmezdi”. (K.S.1682 C.6 S.355 Akçağ 1989, alıntısı Müslim Tevbe 23, (2755); Tirmizi Da’avât 108, (3536). )

Böylece, Müminleri Allah’ın rahmetini ummaktan dışladılar, kafirlerin ise cennete girebileceğini imâ ettiler. Zira, ümit kesmemek bir ihtimal varsa mümkündür. İhtimal olması halinde kafirlerinde cennete gire bilmesi mümkün demektir. Bu ise Kur’an’a uymayan bir iddiadır. Rahmet edilecek olanlar konusunda Kur’an’dan mealen:

- İşte bu (Kur’an) bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. O’na uyun ve Allah’tan korkun ki size merhamet edilsin. 6/155

İslam Dinine göre kafirler, Allah’tan korkmadıkları gibi, Kur’an’a da uymazlar. Bu itibarla Allah’ın rahmetini ummaya hakları yoktur, Kur’an’dan mealen:

- Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenle -İşte onlar- benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir ve onlar için acıklı bir azap vardır. 29/23

236- Bir diğer rivayette: “Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan bir kimse cehenneme girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse de cennete girmez.” (K.S. 5219 C.15 S.24 Akçağ 1992 alıntısı, Müslim iman 147; Ebû Dâvûd Edep 29,(4091); Tirmizi Birr 61, (1999). )

237-.......Bize Ebû Avâne, Abdurrahmân İbnu’z-Esbahâni’- den; o da Ebû Sâlih Zekvân’dan; o da Ebû Said (R)’den şöyle tahdis etti........
 Resûlullah, kadınlara:
- “İçinizden hiçbir kadın yoktur ki, çocuklarından üç tânesini âhirete kendisinden önce yollasın da bunlar cehenneme karşı onun için bir perde olmasın!” buyurdu.
Bunun üzerine kadınlardan biri:
- Yâ Rasûlullah! İki tânesi de öylemi? Dedi.
Ebû Said: Kadın “İki tâne” sözünü iki defa tekrar etti, dedi. Sonra Rasûlullah üç kere tekrar ederek:
- “İki tâne de, iki tâne de, iki tâne de öyledir” buyurdu. (Buhari, Kitâbu’l-İ’tisam bi’l-Kitâbi ve’s-Sünneti 41 C.16 S.7194 Ötüken 1989)

Bu tür rivayetlerle, müslüman olsun, kafir olsun herkesin cennete gireceğini çokça iddia ve insanlara umut verdiler. Bu tür rivayetlerini dikkate almadan da şu rivayetlerde bulundular.

238- Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim namazı kılar, zekatı verir ve Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölürse, ona mağfiret etmek Allah üzerine bir hak olur. Hicret etse veya doğduğu yerde ölse de!” .......... (K.S.4662 C.13 S.243 Akçağ 1992 alıntısı, Nesâi, Cihâd 18,(6,20). )

Bu rivayette, genelleme dışına çıkarak, namaz kılma ve zekat verme ile şirk koşmamayı şart saydılar. Yalnız bu rivayette içerik olarak asıl amaçları hicret etmeyi önemsiz göstermektir. hal bu ki, Kur’an’da gerektiğinde gücü yetip te hicret etmeyenler hakkında şöyle denmiştir, mealen:

- Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: “Ne işde idiniz” dediler. Bunlar: “Biz yeryüzünde çaresizdik” diye cevap verdiler. Melekler de: “Allah’ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş(yeri)dir. 4/97

- Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır. 4/98

Demek ki, hicret etmek, iddia ettikleri gibi keyfe bağlı bir olay değildir. İslam da, hicretin şartları oluştuğunda, gücü olup ta aksine davrananların barınağı cehennemdir.

238- Ebu Miczel rahimehullah anlatıyor: “Hz. Muâviye radıyallahu anh, İbnu’z-Zübeyr ve İbnu Amir (radıyallahu anhüm)’in yanlarına geldi. İbnu Âmir ayağa kalktı, İbnu’z-Zübeyr oturdu (kalkmadı). Hz. Muâviye radıyallahu anh, İbnu Âmir’e:
“Otur, zira Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam)’ın: “İnsanların kendisi için ayağa kalkmalarından hoşlanan kimse ateşteki yerini hazırlasın” buyurduğunu işittim” dedi.” (K.S. 3320 C.10 S.116 Akçağ 1990, alıntıları Ebû Dâvûd, Edeb 165, (5229); Tirmizi, Edeb 13, (2756). )

239- Nesâi’nin bir rivayetinde Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Üç kişi vardır, cennete girmeyecektir: Anne babasının hukukuna riayet etmeyen kimse; içki düşkünü olan kimse; verdiğini başa kakan kimse.” (K.S. 5876 C.16 S.348 Akçağ 1993, alıntısı Nesâi, Zekat 69, (5,81). )

240- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam ölmüştü, diğer biri, Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın işiteceği şekilde onun için şöyle söyledi: “Cennet mübarek olsun!” Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sordu: “Nereden biliyorsun? Belki de o mâlâyâni (lüzumsuz, boş) konuştu veya kendisini zengin kılmayacak bir miktarda cimrilik etti!” (K.S. 5912 C.16 S.377 Akçağ, alıntısı Tirmizi, Zühd 11. (2217). )

241- Ebû Dâvûd’da Hârise radıyallahu anhtan gelen bir rivayette, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurmuştur: “Cennete ne zengin cimri, ne de kaba merhametsiz girer.” (K.S. 5142 C.14 S.458 Akçağ 1992, alıntısı Ebû Dâvûd, Edeb 8, (4801). )

242- Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kattat (söz taşıyan) cennete girmeyecektir.”
Müslim’in rivayetinde “nenmâm cennete girmeyecektir” şeklinde gelmiştir. (K.S. 4328 C.12 S.128 Akçağ, alıntıları, Buhari, Edeb 50, Müslim, İman 169,(105); Ebû Dâvûd, Edeb 38,(4771); Tirmizi, birr 79,(2027). )

243- Hz. Câbir ve Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ne fâsık ne de mücâhir (günahı açıktan işleyen) kimse için söylenen gıybet sayılmaz. Mücâhir olan hariç, bütün ümmetim affa mazhar olmuştur.” (K.S. 4327 C.12 S.126 Akçağ, alıntısı Müslim, Zühd 52(2290), Buhari’de ikinci kısım mevcuttur Edep 60. )

Günahı gizli işlemek şartıyla ne yapılırsa yapılsın affedilmiştir diyorlar. Bu da Allah’ın görmesi mühim değildir, yeter ki kullar görmesin manasındadır. hal bu ki, insanlardan gizlenip Allah’tan utanmayanlar hakkında Kur’an’da şöyle denmiştir, mealen:

- Kendilerine hâinlik edenleri savunma; zira Allah, daima hainlik yapıp günah işleyen kimseleri sevmez! 4/107

- (Kötü fiillerini) insanlardan gizliyorlar da Allah’tan gizlemiyorlar. Oysa geceleyin O’nun istemediği şeyi kurarlarken O, onlarla berâberdir. Allah, onların yaptıkları her şeyi kuşatmıştır (Hiçbir şeyi O’ndan gizleyemezler). 4/108

- Haydi siz dünya hayatında onları savundunuz (diyelim); ya kıyamet günü onları Allah’a karşı kim savunacak, ya da kim onlara vekil olacak? 4/109

Demek ki bu rivayetleri de Kur’an’a uymayan boş iddiadır.

244- Ebu Osmân en-Nehdi anlatıyor: “Sa’d İbnu Ebi Vakkâs radıyallahu anh’ı dinledim. Demiştir ki: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“İslâmda bir kimse asıl babası varken bir başkasının babası olduğunu söylerse ve bu iddiasını da o kimsenin babası olmadığını bilerek yaparsa, cennet ona haramdır.” (K.S. 5323 C.15 S.122 Akçağ, alıntıları Buhari, Ferâiz 29, Megâzi 56; Müslim İman 114,(63); Ebû Dâvûd, Edeb 119,(5113). )

245- Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İçki müptelası cennete giremez.” (K.S. 7004 C.17 S.432 Akçağ 1993, alıntısı İbn-i Mace 3376. )

246- Ebu Bekr es-Sıddık radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Mü’mine zarar veren veya hile yapan melûndur.” (K.S. 5886 C.16 S.358 Akçağ, alıntısı Tirmizi Birr 27, (1942). )

Görüldüğü gibi bu konuda örneğini vermiş olduğum ilk hadis örneklerinde, Müslüman olan herkesin muhakkak Cennete gireceğini, Kesinlikle Cehenneme girmeyeceğini, hatta kafirlerin dahi Cennete girmeyi umabileceğini iddia etmişlerdi. Buna rağmen, sonraki  örneklerde ise Müslüman olup ta günah işleyen kimselerin Cehenneme gireceklerini hatta, hiç Cennete girmeyeceklerini rivayet etmeleri açık bir çelişkidir. Kur’an gerçeklerini anlatma kaygıları olmadığı için, daha öncede dikkat çektiğim gibi, bu gibi çelişkili rivayetler uydurarak, havaya ve ortama göre işlerine gelen rivayeti halka söyleme ortamı kendilerine sağlarlar. Hani nasıl derler, gerçeklere göre değil de, nabza göre şerbet vermeye çalışırlar, takdim ettikleri şerbetin İslami ölçülere göre zehirli olup olmaması onların umurunda bile değildir.

Bu konudaki rivayetlerine başka açıdan örnekler verecek olursam, şöyle ki:

247- İbnu Mes’ûd (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm ) buyurdular ki: “Çocukları diri olarak toprağa gömen de gömülende ateştedir.” (K.S. 858 C.4 S.373 Akçağ, alıntısı Ebû Dâvûd, Sünnet 18,(4717). )

248- Ebû Dâvud’un bir diğer rivayetinde geldiğine göre, “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a: “Ey Allah’ın Resûlü, kim cennete girecektir?” diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: “Peygamber cennetliktir, şehit cennetliktir, Çocuk(ken ölen) cennetliktir, diri diri gömülen çocuk cennetliktir. (K.S. 1024 C.5 S.57 Akçağ, alıntısı Ebû Dâvûd, Cihâd 27, (2521). )

Bu iki rivayet çelişkilidir, diri olarak gömülen çocuk birinde Cennetlikken, öbüründe ise Cehennemlik olarak belirtilmiştir.

Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir, ölen küçük çocukların İslam dinine göre durumu nedir? İslam dinine göre daha sorumluluk yaşına gelmeden ölen, Müslüman veya Kafir çocuğu ayırımı var mı? İnsanların dünya hayatında ki yaşam süreleri bir birinden farklı olduğu gibi, gelişme açısından davranış kabiliyetleri de genelde bu yaşam süreleriyle ilgilidir. Örneğin yeni doğmuş bir bebekle, yetişkin bir insanın davranış kabiliyetleri bir birlerinden farklıdır. İnsan uzun yıllar yaşadığı gibi, bebekken, hatta doğar doğmaz veya daha anne karnındayken ölebilmektedir. Ve İslam dininde her nefsin sorumluluğu sahip olduğu güce göredir. Allah hiçbir nefse yüklenemeyeceği yükü yüklemez. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

-Biz, hiçbir nefse gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz. Nezrimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır, ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. 23/62

İslam dinine göre bir insanın sorumlu olması için, İlâhi mesaja muhatap olmuş ve İlâhi mesajdan öğüt alabilecek bir ömür müddetine sahip olması gerekir. Kur’an’dan mealen:

- İnkar edenlere gelince de cehennem ateşi vardır. (Orada) onlara ne (ölümle) hükmedilir ki, ölsünler ve ne de onlardan cehennem azâbı biraz hafifletilir. İşte Biz, nankör kafirleri böyle cezalandırırız. 35/36

- Onlar orada: “Rabb’imiz bizi çıkar (önce) yaptığımızdan başkasını yapalım” diye feryâd ederler. “Öğüt alacak olanın, öğüt alacağı kadar bir süre yaşatmadık mı sizi? Size uyarıcı da geldi (fakat inanmadınız). Öyle ise tadın (azâbı), zalimlerin yardımcısı yoktur.” 35/37

İnkar edenler, bölük bölük cehenneme sürüldüler. Oraya geldikleri zaman, cehennemin kapıları açıldı, cehennemin bekçileri onlara şöyle dedi: “Kendi aranızdan, Rabb’inizin ayetlerini size okuyan ve sizi bu gününüzle karşılaşacağınız hakkında uyaran elçiler gelmedi mi?” “Evet, geldi dediler, ama kafirlere azap sözü hak oldu.” 39/71

- “O halde içinde ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Kibirlenenlerin yeri ne kötüymüş!” denildi.
39/72

- Kim Rabb’ine suçlu olarak gelirse onun için cehennem vardır; orada ne ölür ne de yaşar. 20/74

Cehennem halkı öyle kimselerdir ki, Allah tekrar onları dünyaya gönderip, İman edip iyi ameller işlemelerine fırsat verse, İman etmeyip tekrar eski yaptıklarına döneceklerdir. Zira onlar yalancıdırlar. Kur’an’dan mealen:

- Onların, ateşin başında durdurulmuş iken: “Ah ne olurdu keşke biz (dünyâya) geri çevrilseydik de Rabb’imizin ayetlerini yalanlamasaydık, iman edenlerden olsaydık!” dediklerini bir görsen! 6/27

- Hayır, daha önce gizlemekte oldukları, onlara göründü. Geri gönderilselerdi yine men’olundukları şeyi yapmağa dönerlerdi, çünkü onlar yalancılardır. 6/28

- Kim yola gelirse kendisi için yola gelmiş olur, kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü taşımaz (herkes kendi günahını çeker). Biz, elçi göndermedikçe azab edecek değiliz. 17/15

Görüldüğü gibi, bir insanın sorumlu olması için, Allah tarafından bir elçinin getirdiği vahye muhatap olması, bu vahyi normalde öğrenebilecek durumda olması ve öğüt alması, dolayısıyla düşünebilmesi için yeterli bir ömür müddetine sahip olması gerekir. Bunun böyle olmasının nedeni, insanların Allah’a karşı bir bahânelerinin olmaması içindir. Kur’an’dan mealen:

- Daha önce sana anlattığımız elçilere ve sana anlatmadığımız elçilere de (vahyetmiştik). Ve Allah, Musa ile konuştu. 4/164

- (Bunları) Müjdeleyici ve uyarıcı olarak (gönderdik) ki, peygamberler geldikten sonra insanların, Allah’a karşı bahaneleri kalmasın. Allah üstündür, hikmet sahibidir. 4/165

Görüldüğü gibi, dini sorumluluk yüklenmemiş çocuklar, müslüman çocuğu olsun veya olmasın cehenneme girmeyeceklerdir.

Cehennemde olmadıklarına göre cennette olabilirler mi. Kur’an’dan mealen:

- Kim de O’na (Allah’a) iyi işler yapmış bir mümin olarak gelirse, işte onlar içinde yüksek dereceler vardır. 20/75

- Altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri. Orada sürekli olarak kalırlar. İşte (günahlardan) arınanların mükâfatı budur! 20/76

- İman edenler ve iyi iş işleyenler ise, onları (Ağaçları) altından ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Onlar için orada tertemiz eşler vardır. Onları koyu gölgeliklere sokacağız. 4/57

- (Allah’ın azâbından) korunanlara da: “Rabb’iniz ne indirdi?” dendi. “Hayır (indirdi) dediler. Dünyâda güzel iş yapanlara güzellik vardır, (onlar için) âhiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takvâ sahiplerinin yurdu ne güzeldir. 16/30

- Adn cennetleri(ne), altlarından ırmaklar akan o cennetlere girerler. Orada onlar için diledikleri her şey var. İşte Allah, takva sahiplerini böyle mükâfatlandırır. 16/31

Yukarıdaki ayet meallerinde görüldüğü gibi ve Kur’an’daki daha bir çok ayette, cennet ehlinin vasıfları olarak, iman etme ile birlikte salih amel işleme ve dolayısıyla takva gösterilmiştir. Bunun içinde yeterli yaşam süresi içinde, İlâhi vahyi kabul ve ona uygun davranıp imtihanı kazanmak gerekir.

Şimdi çocukların durumunu incelerken, daha anne karnındayken veya doğar doğmaz ölen bir çocuğun durumunu ele alarak, o açıdan diğer dini yönden mükellef olmamış çocukları dikkate alalım. Böyle bir kimsenin yukarıda bahsi geçen cennet ehline ait vasıflara sahip olamayacağı açıktır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Allah sizi annelerinizin karnından çıkardı(ğı zaman) hiçbir şey bilmiyordunuz, size işitme (duyusu) gözler ve gönüller verdi ki şükredesiniz. 16/78

Bu durumda ölenlerin kendi tercihleri olarak işlenmiş iyi veya kötü amelleri yoktur. Zira tercih bilmeyi gerektirir, bunlarsa bir şey bilmemektedirler. Dini sorumluluk yaşına gelmemiş veya dini teklif altına girmemiş akıl özürlülerin durumu da bunlar gibidir. Bu durumda ölenlerin kafir veya müslüman çocukları olmaları arasında fark yoktur. Dolayısıyla günahları da yoktur. Kur’an’dan mealen:

- Ve sorulduğu zaman o diri diri toprağa gömülen kıza:  81/8

- “Hangi günah(ı) yüzünden öldürüldü?” diye. 81/9

Onları diri diri toprağa gömenleri eleştiri mahiyetinde ki bu ayetler, aynı zamanda bu çocukların günahsız olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla kafir çocukları olmalarına rağmen günahları yoktur.

Bu durumda. Cennetle mükafatlandırılanlardan veya cehennemle cezalandırılanlardan değillerse, o zaman bahsi geçen çocuklar veya onların konumunda olanlar nerededirler?

Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Çevrelerinde, ebedi yaşama erdirilmiş çocuklar dolaşırlar;  56/17

- Kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehleri onlara sunarlar. 56/18

- Cennetin gölgeleri, üzerlerine yaklaşmış devşirmeleri (meyveleri) da aşağı eğdirildikçe eğdirilmiştir. 76/14

- Yanlarında gümüşten kaplar, billûr kupalar dolaştırılır. 76/15

- Gümüşten kadehler ki onları türlü ölçü ve biçimlere koymuşlardır. 76/16

- (Bu), orada bir çeşmedir ki adına sel sebil denir. 76/18

- Çevrelerinde de ebedileşmiş çocuklar dolaşır ki, onları görsen, kendilerini saçılmış inci sanırsın. 76/19

- Nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün.  76/20

Cennet ehline hizmet eden bu çocuklar Kur’an’da tanımlanırken “Vilden” yani doğumla çoğalmış olarak belirtilmişlerdir, ayrıca “ebedileşmiş” olmalarının belirtilmesi de, onların önceden ölümlü oldukları ve ölümü tattıklarını belirtir. Ebedileşmiş olmaları sonradan kazandıkları bir vasıftır. Durum böyle olunca, bence anlaşılan odur ki, cennet ehline hizmet eden bu çocuklar, din teklifine muhatap olmadan ölen çocuklardır. Ayrıca, yetişkinlik yaşına kadar yaşam sürmelerine rağmen akıl özürlü olup dini teklif altına girmeyenleri de bu çocuklar konumunda düşünmemiz mümkündür. Ancak yaşamlarının ancak belirli bir süresinde akıl özürlü olanlar, özürlü olmadıkları yaşam sürelerinde ki amelleriyle yükümlüdürler.

İslam inancına göre ölenler yaşları ne olursa olsun ikinci bir sefer tekrar imtihan için dünyaya dönmezler. Dini teklif altına girmek suretiyle sorumluluk almamış olan bu kimselerin günahkarlıkları olmadığı gibi, yetişkin insanların bilerek işledikleri amelleri gibi iyi amelleri de yoktur. Bundan dolayı cennetteki konumları dünyadaki yaşamlarına uygundur. Dünya yaşamında çiçek neyse, küfür ve günaha bulaşmamış bu masum çocuklar da onlar gibidir. Onlar, Ahrette de cennetin güzel süslerindendirler, Allah onların bu durumlarını saçılmış inci benzetmesiyle bize bildirmiştir. Böylece de cennet ehli çocuksuz kalmamış olmaktadırlar.

Ölenlerin ikinci defa dünyaya imtihan edilmek üzere dönmeyecekleriyle ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
 
- İnkar edenlere de bağrılır: “Allah’ın (size) kızması, sizin kendi kendinize kızmanızdan daha büyüktür. Zira siz imana çağrıldınız da inkâr ederdiniz!” 40/10

- Dediler ki: “Rabb’imiz, bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin. Günahımızı itirâf ettik, Şimdi (şu ateşten) çıkmak için (bize) bir yol var mı (acaba)?” 40/11

- Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki, siz ölüler idiniz, o sizi diriltti; yine öldürecek, yine diriltecek; sonra O’na döndürüleceksiniz. 2/28

Görüldüğü gibi Kur’an’da iki ölüm ve iki diriliş bildirilmiştir. İlk ölüm dayaya gelmeden önce , Ruh’un dünyaya gelmeden önceki bedensiz halidir. Daha önce Kur’an’dan örnek vererek uyku ve ölüm bağıntısından bahsetmiştim. Uyku ve Ölüm Ruh’un yok olması değil, bedenden ayrılmasıdır. Ruhla beden canlılığı da aynı şey değildir, zira insan uykudayken kıpırdar, Ölmüş halde de tırnaklar ve saç uzar, fakat bedende Ruh mevcut değildir. Bundan dolayı konunun anlaşılması açısından bedenin canlılığını ve Ruh’un varlığını karıştırmamak lazımdır. Örneğin aniden kopan bir el veya ayak kısa bir müddet te olsa hareket edebilir bu onun bir parça canlılık taşıdığını gösterir, buna rağmen koptuğu bedenin benliğinde bir noksanlık meydana gelmez. Bundan dolayı Ruh’la canlılığın ayrı şeyler olduğu görülebilir. İkinci ölüm dünya hayatından ayrıldığımızda bildiğimiz ölüm halidir. Birinci diriliş dünyaya geldiğimiz haldir. İkinci diriliş, Ahrette dirildiğimiz haldir. Bundan dolayı, Kur’an’a göre, ikinci bir diriliş haliyle imtihan için tekrar dünyaya dönülüp dirilme yoktur. Tenasüh veya Reenkarnasyon inancı Kur’an’a göre geçersizdir.

Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir, madem ki İslam dini açısından dünya imtihanı bir seferle sınırlıdır, o zaman yetişkin olarak yaşam süren akıl özürsüz her insan dini tebliğ almakta veya alabilecek durumda mıdır. Yoksa, bazı insanlar dünyanın ücra veya bazı yerlerinde dini tebliğden uzak ve habersiz olarak yaşam sürüp ölmekte midirler?

Kur’an’ı esas alarak konuya bakacak olursak, her ümmete muhakkak bir uyarıcının (Nezir, başka bir ifadeyle peygamber) gönderildiğini görürüz. Kur’an’dan mealen:

- Biz seni gerçek ile birlikte müjdeleyici ve uyarıcı olarak  gönderdik. Her ümmet içinde mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur. 35/24

- Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez. 10/47

- Andolsun ki biz, “Allah’a kulluk edin ve Tâğût’tan sakının” diye (emretmeleri için) her ümmete peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, yalanlayanların sonu nasıl olmuştur! 16/36

Peygamberimiz ise alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.bunun manası, gelmesiyle birlikte bütün alemlerin peygamberi olduğudur, bundan dolayı bütün alemler Kur’an’a uymakla yükümlüdür. Peygamberimizden sonra peygamber gelmeyeceğinden, kendisine ulaşmanın tek yolu getirdiği Kur’an’a uymaktır. Peygamberler din tebliğinde, yanlış tebliğden masum idiler, onların dışında olan bizler böyle bir vasfımız olmadığından söylediğimiz bütün dini sözlerin Kur’an ölçüsüne göre denetlenerek, uygun olduğu görüldükten sonra kabul edilmesi gereklidir, uygun değilse İslam dini açısından geçerliliği olmadığından red edilmesi gerekir. İslam dinini anlaşılmasında tek kaynak ve tek ölçü Kur’an’dır.

Kur’an’dan mealen:

- (Ey Muhammed), biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. 21/107

Peygamberin getirmiş olduğu tebliğden istifade edip, hidayet bulmak için, Kur’an’dan mealen:

- Tâğût’a ibadet etmekten kaçınan ve Allah’a yönelenlere müjde var. Müjdele kullarımı: 39/17

- Onlar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar aklıselim sâhipleridir. 39/18

- O’dur ki size âyetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor. Ancak (Allah’a) yönelen öğüt alır. 40/13

- Kafir olanlar diyorlar ki: Ona Rabbi’nden bir âyet (mucize) indirilmeli değil miydi? De ki: Kuşkusuz Allah dilediğini saptırır. Kendisine yönelenleri hidayete erdirir. 13/27

- “Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye Nuh’a tavsiye ettiğini sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi Allah size din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu(din), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir. 42/13

- Hiçbir musibet, Allah’ın izni olmadıkça isabet etmez. Kim Allah’a iman ederse, Allah da onun kalbine hidayet verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. 64/11

Bir insanın hidayet bulması için, Allah’a yönelmesi, doğru yolu arzu etmesi gerekir. Allah, kendisine iman edenin kalbine hidayet verir. Bunun için insanın, dünyanın neresinde olduğu veya hangi devirde yaşadığı mani teşkil etmez.

Daha öncede Kur’an’a dayalı olarak belirttiğim gibi, insan fıtrat yani yaratılış olarak muvahhid tir. Allah’ın tek İlâh olarak Rabb’i olduğu gerçeğinin üzerini örtmeyip, buna iman eden kimse, Allah’ın hidayet vermesiyle kalbinde hidayet bulur. Rabb’inin kim olduğunu ve hayat gerçeğinin manasını amel olarak öğrenme olayına giriştiğinde, örneğin, kendisini kimin yarattığını, dünyaya nereden geldiğini, dünyada bulunmasının amacını ve öldükten sonra nereye gideceğini merak ederek öğrenmeyi araştırdığında, doğrulardan hoşlanıp benimseme isteğinde bulunması halinde, Allah onun kalbine hidayet ederek, Vahiyden istifade etmesinin yollarını açar.

İnsanın fıtrat en hanif yani Allah’ı bir tek İlâh olarak kabul etmeye uygun yaratıldığı hususunda, Kur’an’dan mealen:

- Sen yüzünü, Allah’ı birleyici (hanif) olarak doğruca dine çevir. Allah’ın yaratmasına (fıtratına) ki, Allah insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. 30/30

Bu konuyla ilgili olarak İbrahim peygamberi örnek gösterecek olursak, Kur’an’dan mealen:

- İbrahim, babası Âzer’e demişti ki: “Sen putları ilâhlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum.” 6/74

- Böylece biz İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu (iç yüzünü) gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun. 6/75

- Üzerine gece basınca (İbrahim) bir yıldız gördü; “Budur Rabb’im” dedi. Yıldız batınca: “Batanları sevmem”, dedi. 6/76

- Ay’ı doğarken görünce: “Budur Rabb’im” dedi. O da batınca “Rabb’im beni doğru yola iletmezse, muhakkak sapıklığa düşmüş topluluktan olacağım” demişti. 6/77

- Güneşi doğarken görünce: “Budur Rabb’im, bu daha büyük” dedi. (O da) batınca dedi ki: “Ey kavmim, ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” 6/78

- Ben hanif olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim. 6/79

Böylece hidayet buldu, Allah ona peygamberlik verdi ve onu dost edindi. Kur’an’dan mealen:

- İşlerinde doğru olarak kendini Allah’a teslim eden ve İbrahim’in, Allah’ı bir tanıyan (hanif) dinine tabi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahim’i (kendine) dost edinmişti. 4/125

Hidayet bulmayanların durumuna gelince, bunlar hidayeti istemeyip hidayete götüren gerçeklere gözünü kapatıp, bu gerçeklerin üzerini örten kimselerdir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Gece ve gündüzün değişmesinden ve Allah’ın, göklerde ve yerde yarattığı şeylerde (Allah’ın azabından) korunan bir topluluk için nice deliller (ayetler) vardır. 10/6

- Bize kavuşmayı ummayan, dünya hayatına razı olup onunla yetinenler ve ayetlerimizden de gâfil olanlar, 10/7

- İşte kazandıkları işlerden dolayı onların varacakları yer, ateştir! 10/8

- Dünya hayatından sâdece (görünen) dış yüzünü bilirler; âhiretten ise onlar tamâmen gafildirler. 30/7

- Kendi nefislerinde hiç düşünmediler mi ki Allah, gökleri, yeri ve aralarındakileri ancak hak ile ve belli bir süre ile yaratmıştır. İnsanlardan çoğu, Rab’lerine kavuşmayı inkâr etmektedirler. 30/8

Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar her ayeti görseler de ona inanmazlar. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler, ama azgınlık yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu onların ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlara karşı gâfil olmalarındandır. 7/146

Görüldüğü gibi, hidayet bulmayanların, hidayet bulmamalarının nedeni bilgi kaynaklarının noksanlığından değil de, hidayeti bulmak istememelerindendir. Bunlar öyle kimselerdir ki, Allah’a kavuşmayı ummazlar, dünya hayatına razı olup onunla yetinerek, ayetleri boş verirler. Yer yüzünde büyüklenip, ayetleri yalanlayarak umursamazlar.

İnsanın bizzat kendisi, yer gök ve bunlar arasında bulunanlar bir harikalar alemidir. İnsan nereye dönüp baksa kendisini hayretlere düşürecek bir olayla karşılaşır, yeter ki bakmasını bilsin. Bizzat yaratıkların var olmasının varlığı bir harika olaydır. Varlık üzerinde derinleşerek bakanların hayretler içinde kalacağı bir çok olaylar olduğu gibi, dikkatlice biraz bakanların da hayretler içinde kalacağı olaylar mevcuttur. Örneğin: çok kolay bir şekilde, gözün ve tırnakların yaptıkları işe, yapılarına ve yerleşim yerlerine bak, hayretler içinde kalmamak mümkün mü? Başını kaldır ve gökyüzüne bak, güneşin, ayın ve yıldızların yaptıkları işe ve yerleşim yerlerine dikkat et, hayretler içerisinde kalırsın. Hele alemin yaratılışını ve var olmasını imkanlar nispetinde derinlemesine incelediğinde sonsuza kaçan bir hayretler zinciriyle karşılaşırsın. Alemde hiçbir şey boş, manasız sebepsiz değildir. Hele hayatın kendisi! Biz kimiz, nerden geldik, bu dünya ve içerisinde bulunduğu alem neresidir, ölüp te buradan ayrıldığımızda nereye gitmekteyiz, ölü bedenlerin genelde mezara taşındığını herkes bilebilir, fakat konu bu değildir zira biz bedenden ibaret değiliz, bedenle birlikte ruh denen bir varlığımız vardır, mahiyetini bilmediğimiz bu varlığın ölüm halinde bedende mevcut olmadığını gözlemlerimizle göre bilmekteyiz. Ölü bedenle bir arada, canlı haldeki gibi mezara gitmediği kesin ulan bu varlık, ölüm olayı meydana geldiğinde ne olmakta veya hangi konuma girmektedir, biz bunu duyularımızla ve gözlem araçlarımızla görememekteyiz. O zaman bu dünya hayatının ötesinde ne vardır ve bizi ne beklemektedir, biz aleme baktığımızda manasız hiçbir şey bulamıyoruz, hayatımızın bir manasının olmaması mümkün değildir. Bütün bunların sahipsiz ve başıboş olması da mümkün değildir. Hele büyük bir düzene sahip olan alemde, bir adaletin olmaması da mümkün değildir, örneğin bir çok zalim bu dünyada ceza görmeden, zulmünü sürdüre sürdüre ölüp gitmekte, birçok iyi kimsede, bu dünyada iyiliğinin karşılığını tam görmeden iyilik yapmayı sürdürerek ölüp gitmektedir. Ne zalimin cezasız nede iyi kimsenin mükafatsız kalmaması adaletin gereğidir. O zaman bu adalet nerede ve kimin tarafından gerçekleştirilmektedir. İnsan bu şekilde, Allah’ın varlığının ve birliğinin, ahret hayatı denen olayın işaretlerini bulabilir. İlâhın tek olması ve Takdir ettiği Adaletinde tek olması şarttır. İlâh, birden fazla olursa alemde üstün gelme mücadelesini yansıtan bir çatışma baş gösterirdi, fakat böyle bir şey görememekteyiz. Takdir ettiği adalet birden fazla olmuş olursa, iyi ve kötü, güzel ve çirkin belirsiz hale gelirdi fakat böyle bir şey de mevcut değildir, basitçe şöyle diyeyim, her nefis kendisine şeker veren ile, dayak atanı kolayca bir birinden ayıra bilir. Öyleyse iyi ve kötüyü tayin eden adalette birdir. Bizi sayamayacağımız kadar çok nimetlerle, rızıklandıran Allah, faydamıza olan bilgiyle de rızıklandırmıştır. Bunun için, Allah bir rahmet olarak, insanları bir çok konuda bilgilendirmek için peygamberleri göndermiştir. Hem de dini sorumluluk taşıyabilecekler arasında fert bazında olsa dahi bir boşluk meydana getirmeden, Yeter ki, insan hidayeti gerçek manada istesin ve yönelsin ve böylece rızıklansın, dünyanın neresinde ve hangi devirde olursa olsun, Allah ona hidayet eder. Hidayeti boş verip dünya hayatına razı olursa varacağı yer ateştir. Ayrıca boş vermekle kendisine layık gördüğü elbise hiçliktir.

Peygamberlerin fertlere ve kitlelere erişmeleri açısından örnek verecek olursak, Kur’an’dan mealen:

Rahmân ve Rahim Allah’ın adıyla.

- Yâsin 36/1

- Hikmetli Kur’an’a andolsun. 36/2

- Sen elbette gönderilmiş elçilerdensin. 36/3

- Doğru bir yol üzerinde. 36/4

- Üstün ve çok merhametli Allah’ın indirdiği (Kur’an yolu) üzerindesin. 36/5

- Babaları korkutulmamış ve gafil bulunan bir kavmi (kendisiyle) uyarman için gönderildin. 36/6

- (Mûsâ’ya) seslendiğimiz zaman sen Tur’un yanında değildin. Fakat Rabb’inden rahmet olarak (orada geçenleri sana bildirdik)ki senden önce bir uyarıcı (peygamber) gelmemiş olan kavmi uyarasın; belki düşünüp öğüt alırlar. 28/46

Peygamberin uyardığı kavme, önceden uyarılmamış olan babaları da dahildir. Yoksa ondan önce Araplar hiç uyarılmamış demek değildir. Kâbe’nin temellerini, İbrahim ve İsmâil peygamberlerin yükselttiğini düşün, Kur’an’dan mealen:

- İbrahim, İsmâil’le berâber Ev’in (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor: “Rabb’imiz bizden kabûl buyur, şüphesiz sen işitensin bilensin.” 2/127

Peygamberin, 36 Yasin 6 ve 28 Kasas 46 da bildirilen bizzat kendisinin tebliği ve kavimle ilişkisi, çağdaşlık ve yakın çevreyi uyarı ilişkisidir. Yoksa getirmiş olduğu vahiy kıyamete kadar tüm insanlar ve cinler için olup, kendisi alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.

Kendisinden önce de, bütün ümmetlerin mutlaka peygamberi vardı.

Kur’an’dan mealen:

- Andolsun senden önce, evvelki (millet)lerin kolları içinde de elçilere gönderdik. 15/10

- Biz seni gerçek ile birlikte müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Her ümmet için mutlaka uyarıcı (gelip) geçmiştir.
35/24

- Andolsun ki, biz senden önce peygamberleri kavimlerine gönderdik; onlara deliller getirdiler ve biz, (onları dinlemeyip) suç işleyenlerden öç aldık. Müminlere yardım etmek üzerimize borç idi. 30/47

- Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez. 10/47

Görüldüğü gibi her ümmet için mutlaka bir uyarıcı vardır. Ümmet, herhangi bir hususiyet ile bir araya gelmiş olan her cemaate ümmet dendiği gibi, ayrı hususiyetleri olan tek bir fert bile bir ümmettir, bundan dolayı fert olsun topluluk olsun herkese mutlaka uyarıcı gelmiştir, uyarıcının gelmesi getirdiği mesajın ulaşması demektir, örneğin Kur’an kime ulaşırsa sanki peygambere muhatap olmuş gibi, getirdiği mesajı almış demektir.

Ümmet konusunda Kur’an’dan mealen:

- İbrahim Allah’a itaât eden, O’nu birleyen bir ümmet idi, Ortak koşanlardan değildi. 16/20

Bu da gösteriyor ki yetişkin insanların tamamının dini vahiyden istifade imkanı vardır. Eğer bir kimse gerçek manada hidayeti arzu ederse, Allah ona işittirir ve hidayet eder.

Tekrar Kütüb-i Sitte’deki konularımıza dönecek olursak:

249- Ahnef İbnu Kays radıyallahu anh anlatıyor: “Şu adamı kastederek (evden) çıkmıştım. Yolda Ebu Bekre radıyallahu anh’a rastladım. “Ey Ahnef nereye gidiyorsun?” dedi. “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın amca oğluna yardım etmeyi arzu ediyorum!” dedim. “Dön! Dedi. Zira ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şöyle söylediğini işittim: “İki müslüman kılıçlarıyla birbirlerinin üzerine yürürlerse öldüren de ölende ateştedir!”......... (K.S. 4805 C.13 S.475 Akçağ 1992 alıntısı, Buhâri, Diyât 2, Fiten 10; Müslim Fiten 14,(2888); Ebû Dâvûd, Fiten 5,(4268); Nesâi, Tahrim 29,(7,125). )

Bu rivayetleriyle, zulmen saldırıya uğrayıp ta meşru müdafaa hakkını kullananın hakkını inkar etmişlerdir. Bu Kur’an’a uymayan bir iddiadır. Bu hususta Kur’an’da şöyle denmiştir, mealen:

- İşte böyle, Her kim, kendisine verilen eziyetin dengi ile karşılık verir de, bundan sonra kendisine yine bir tecâvüz ve zulüm vâki olursa, emin olmalıdır ki, Allah ona mutlaka yardım edecektir. Hakikaten Allah çok bağışlayıcı ve mağfiret edicidir.
22/60

- Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin. Kim zulmen öldürülürse, onun velisine yetki verdik. (öldürülenin hakkını arar. Ancak o da) öldürmede aşırı gitmesin (katil yerine, katilin akrabasını veya katille beraber bir başkasını öldürmesin) Çünkü kendisine yardım edilmiş (yetki verilmiş)tir. 17/33

- Eğer Müminlerden iki grup vuruşurlarsa onların arasını düzeltin; şayet biri ötekine saldırırsa Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla vuruşun. (Allah’ın buyruğuna) dönerse artık adâletle onların arasını düzeltin ve (her hususta) âdil olun. Allah, adâlet(le hareket) edenleri sever. 49/9

Bu itibarla uydurdukları rivayet Kur’an’a uymadığı gibi, şu rivayetleriyle de çelişkilidir:

250- Abbâs İbnu Mirdas es-Sülemi radıyallahu anh’ın anlattığına göre: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,.................. “Allah’ın düşmanı İblis, Rab Teâla hazretlerinin, ümmetimin hepsini mağfiret buyurduğunu öğrenince, yerden toprak alıp kendi yüzüne saçtı ve “Yazıklar olsun bana! Helak oldum, her emeğim boşa gitti!” diye bağırıp çağırmaya başladı. Onun bu korku ve üzüntüsünü görmek beni güldürdü” (K.S. 6901 C. 17 S.379 Akçağ 1993 alıntısı, İbn-i Mace 3013)

Yukarıda ki rivayette, Allah’ın zalim olsun mazlum olsun tüm Muhammed ümmetini af ettiğini söylemeleri evvelki rivayetleriyle çelişkilidir. Ayrıca, bütün Muhammed ümmetinin affedildiği şeklindeki rivayetlerinin asılsız olduğunu evvelce belirtmiştim.

251- Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Müslüman bir kimse öldü mü, Allah ona bedel bir Yahudi veya Hıristiyan’ı cehenneme koyar.” (K.S. 4514 C.13 S.75 Akçağ, alıntısı Müslim, Tevbe 50,(2767). )

Bu rivayet, Allah’a karşı yapılmış büyük bir iftiradır. Bir kimse bir suçu işlememişse o suçtan dolayı, Allah ona azap etmez. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- De ki: “Bizim işlediğimiz suçtan siz sorulacak değilsiniz; biz de sizin işlediğinizden sorulacak değiliz.” 34/25

- Yoksa kendisine haber mi verilmedi: Mûsâ’nın sahifelerinde (yazılı) olan. 53/36

- Ve çok vefâlı İbrahim’in (sahifelerinde yazılı şu gerçekler): 53/37

- Ki hiç bir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez.  53/38
 Bu itibarla tahdis etmiş oldukları rivayet, Kur’an’la çelişkili olup aslı yoktur.

252- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:  “kıyamet günü, ateşten bir parça, boyun şeklinde uzanır. Bunun, gören iki gözü, işiten iki kulağı, konuşan bir dili vardır. Der ki: “Ben üç takım (insanı cezalandırmak) için vazifelendirildim: Allah’la birlikte bir başka ilaha dua eden kimse, bile bile zulmeden cebbâr, tasvirciler.” (Resim, heykel v.s. Yapanlar) (K.S. 5121 C.14 S.440 Akçağ, alıntısı Tirmizi, Cehennem 1, (2577) )

253- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:  “................ Kim bir sureti tasvir ederse (Kıyamet günü) azaba uğrar ve bu yaptığına ruh üflenmesi emredilir, ama üfleyemez.” (Bu cehennemde ebedi kalacağı manasındadır) (K.S. 5895 C.16 S.364 Akçağ, alıntısı Buhari, Ta’bir 45; Ebû Dâvûd, Edeb 96, (5024); Tirmizi, Rü’ya 8, (2284). )

Bu iddialarının aslı yoktur. İslam Dininde değil resim yapmak, heykel yapmak dahi men edilmemiştir, hatta övülmüştür. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen :

- Süleyman’a sabah gidişi bir ay(lık mesâfe), akşam dönüşü bir bir ay(lık mesafe) olan rüzgarı boyun eğdirdik ve onun için erimiş bakırı da kaynağından sel gibi akıttık. Rabb’inin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim buyruğumuzdan sapsa, onu alevli azâbı taddırırdık. 34/13

- Ona dilediği gibi kaleler, heykeller, havuzlar kadar (geniş) leğenler, sâbit kazanlar yaparlardı. “Ey Davud âilesi, şükredin!” kullarımdan şükreden azdır. 34/13

Görüldüğü gibi, heykel yapılması kötülenmemiş, aksine şükredilmesi gereken bir nimet olarak tanımlanmıştır. Zira yasak olan heykel yapmak değil, heykele tapmadır, bunların ikisi aynı şey değildir.

254- İyâs İbnu Sa’lebe el-Hârisi radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
 “Kim müslüman bir kimsenin hakkını, yemini ile ele geçirirse artık onun için cehennem vacib olmuştur. Allah Teâla ona cenneti de mutlaka haram kılmıştır.”
“Ey Allah’ın Resûlü! Az bir şey olsa da mı?” diye sormuşlardı.
“Misvak ağacından bir çubuk bile olsa! cevabını verdi.” (K.S. 5822 C.16 S.295-296 Akçağ, alıntısı Müslim, İmân 218,(137); Nesâi, Kadâ 29,(8,246). )

255- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “İki kişi Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın huzurunda murâfaa olundular. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm müddeiden (davacıdan) beyyine (delil, şahit) talep etti. Adamın bey yinesi yoktu. Bunun üzerine davalıdan yemin talep etti. O, kendisinden başka ilah bulunmayan Allah’a kasem etti. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
“Hayır, sen (iddia edileni) yaptın. Ve lâkin La ilahe İllallah sözündeki ihlas sebebiyle mağfiret olundun!” buyurdu.” (K.S. 5832 C.16 S.308 Akçağ, alıntısı Ebû Dâvûd, Eymân 16,3275). )

İki rivayetin çelişkili olduğu açıktır. Birinde yalan yemin eden ebedi cehennemlik olurken, diğerinde peygamber huzurunda muhakeme edilirken yalan yere yemin eden af ediliyor.

256- Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:  “Hakkıyla cehennemlik olan cehennemlikler var ya, onlar cehennemde ne ölürler ne de yaşarlar. Lâkin günahları -yahut hataları denmiştir- sebebiyle ateşe dûçar olan bir kısım kimseler vardır ki, ateş onları tamamen öldürür. Yahut kömür olduktan sonra, kendilerine şefaat edilme izni verilir. Böylece grup grup getirilirler ve cennet nehirlerine dağıtılırlar. Sonra:  “Ey cennet ehli! Bunların üzerine su dökün” denilir. Bunlar, sel yatağında biten bir ot gibi yeniden biterler.” (K.S. 5152 C.14 S.467 Akçağ, alıntısı Müslim, İman 306, (185). )

257- İmrân İbnu Husayn radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şefaati ile bir kısım insanlar cehennemden çıkacak, cennete girecektir. Bunlara cehennemlikler denecektir.” (K.S. 5154 C.14 S.469 Akçağ, alıntıları Buhari, Rikâk 513, Ebû Dâvûd, Sünnet 23,(4740); Tirmizi, Cehennem 10,(2603). )

258- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cehenneme giren iki kişinin oradaki bağırtıları şiddetlenecek. Allah Teâla Hazretleri: “Çıkarın bunları!” buyuracak. Onlara: “Niçin bağırıyorsunuz?” diye soracak. Onlar: “Bize merhamet edesin diye böyle yaptık!” diyecekler. Rab Teâla: “Benim size rahmetim gidip kendinizi ateşe atmanız şeklindedir!” buyuracak. Onlar gidecekler. Biri kendisini ateşe atacak. Allah da ateşi ona soğuk ve selametli kılacak. Diğeri kalkar fakat kendisini ataşe atamaz. Allah Teâlâ hazretleri: “Arkadaşının attığı gibi, seni de kendini atmaktan alıkoyan nedir?” diye sorar. Adam: “Ey Rabbim, beni ondan çıkardıktan sonra oraya bir kere daha göndermeyeceğini ümit ediyorum!” der. Allah Tealâ hazretleri: “Haydi ümidini verdim!” der. İkisi de Allah’ın rahmetiyle cennete sokulurlar.” (K.S. 5155 C.14 S.469-470 Akçağ, alıntısı, Tirmizi, Cehennem 10,(2602). )

Daha önce verdiğim örneklerde Mümin olarak ölen kimselerin günahı ne kadar çok olursa olsun cehenneme hiç girmeden cennete gireceğini, hatta Peygamberi gören veya peygamberi göreni gören kimseye ateş değmeyeceğini iddia ettiklerini rivayet örnekleriyle birlikte vererek yazmıştım. Yukarıdaki rivayetlerde bir kısım kimselerin ateşe girdikten sonra çıkacaklarını iddia etmeleri çelişkilidir.

Bu tür rivayetlerle, cehenneme giren bir kısım insanların bir müddet azab gördükten sonra ordan çıkarılıp cennete götürüleceklerini iddia ettiler. Güya bir kısmı peygamberin şefaat etmesiyle ve hatta bir kısmı da bağırıp feryat etmekle cehennemden kurtulmasının mümkün olduğunu tahdis ettiler. Bu ise, insanları boş umutlara sürükleyen, onların takvalı olmamalarına sebep olan bir iddiadır. Cehenneme girdikten sonra, oradan çıkarılıp cennete götürüleceğine umut bağlayan bir çok kimse. Ben müslümanım bu bana yeter deyip, dini görevlerini yerine getirmediği gibi, haramlardan da kaçınmamaktadır. Hal bu ki durum hiçte öyle değil. Cehenneme azap görmek üzere giren bir kimse ebediyen, ne azaptan kurtulur, nede cehennemden çıkar. Bu husus çok önemli olduğundan tekrar belirtmemde fayda vardır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Suçlular, cehennem azâbında ebedi kalacaklardır.  43/74

- Kendilerinden (azâb) hiç hafifletilmeyecektir. Onlar azâb içinde ümitsizdirler 43/75

- Biz onlara zulmetmedik; fakat onlar kendileri zâlim idiler. 43/76

- “Ey Malik! Rabbin bizim işimizi bitirsin!” diye seslenirler. Malik de “Siz böyle kalacaksınız!” der. 43/77

Görüldüğü gibi, cehennem ehlinin cennete gidip girmeye umutları olmadığı gibi. Azaptan kurtulmak için yok olmayı istiyorlar o dahi kabul edilmiyor. Allah tarafından af edilenler, cehenneme hiç girmeden, cennete gidip girerler. Cennete girdikten sonra ordan da bir daha çıkmak çıkmak söz konusu değildir. Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayetlerin aslı yoktur.

259- ........... Bana kardeşim Abdulhamid, Süleymân ibn Bilal’dan; o da Sevr’den; o da Ebû’l-Gays’tan; o da Ebû Hüreyre (R)’den tahdis etti ki, Peygamber(S) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü ilk çağrılacak kimse Âdem Peygamberdir. Zürriyeti ona arz olunup görürler. Onlara:
- Bu, babanız Âdem’dir! denilir.
Âdem:
- Lebbeyke ve sa’deyke (yâ Rabb)! der.
- Zürriyetinden cehennem kafilesini çıkar(gönder)! buyurur.
Âdem:
- Yâ Rabb! Ne kadar çıkarayım? der.
Allah:
- Her yüz kişiden doksan dokuzu çıkar buyurur”. ........... (Buhari, Kitâbu’r Rikaak H.116 C.14 S.6442 Ötüken 1989 )

260-............ Ebû Said (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Allah Taâlâ:
- Yâ Âdem! buyurur.
Âdem hemen cevâp olarak:
- Yâ Rabb, mükerreren icâbet eder, her emrini yerine getirmeye dâimâ kıyâm eylerim. Ve her hayır Sen’in iki elinde(emir ve nehyinde)dir, der. Allah Teâla:
- Ateşe girecekleri (halk arasından) çıkarıp gönder! der .
Âdem:
- Yâ Rabb, ateşe göndereceklerinin miktarı ne kadardır? diye sorar.
Allah Taâlâ:
- Her bin kişiden dokuzyüzdoksandokuzu! diye cevâb verir. .......” (Buhari, Kitâb’r-Rikaak H.117 C.14 S.6443-6444 Ötüken 1989)

Bu iki rivayet çelişkilidir, birinde yüz kişiden bir kişi kurtulacak derken, öbüründe bin kişiden bir kişi kurtulacak denmiştir. Arada tam on misli fark vardır. Rivayetleri incelediğimde dikkatimi çeken şeylerden biri; bu rivayetleri uyduranların rakamlarla aralarının pek barışık olmadığıdır. Bu itibarla, rakamsal çelişkiye düşülen bu rivayetlerinde aslı yoktur.

Ayrıca, hesap günü cehennemlikleri bir araya getirmek ve cehenneme sürmek Adem peygamberin işi olmadığı gibi, insanlar hesaba çekilmek üzere ayrı ayrı gruplar teşkil ederek ve her insanın kendi imamıyla olması şeklindedir. Her insan hayattayken kimi önder kabul edip onun peşinden gitmişse, ahrette de hesabını almaya onunla birlikte gider. Kıyamet günündeki durumlarla ilgili olarak Kur’an’dan bazı ayet örnekleri, mealen:

- Sûra üflendi. İşte bu, o tehdid(in gerçekleşmesi) günüdür. 50/20

- Her can, yanında bir sürücü ve bir şâhitle geldi. 50/21

- (Allah ona): “Andolsun, sen bundan gaflet içinde idin. Biz sen(in gözün)den perdeni açtık: bu gün artık gözün keskindir.” (dedi). 50/22

- Yanındaki arkadaşı : “İşte yanımdaki hazır” dedi. 50/23

- (Allah sürücü ve şâhide buyurdu ki): “Haydi ikiniz atın cehenneme her inatçı nankörü!” 50/24

- Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağırdığımız o günde kimin kitabı sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak kitaplarını okurlar. 17/71

- Her insanın (amel) kuşunu boynuna doladık, kıyâmet günü onun için açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkarırız:  17/13

- “Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter!” (deriz). 17/14

- Kitab (ortaya) konulmuştur. Suçluların, onun içindekilerden korkarak: “Vah bize, bu kitap da ne oluyor, ne küçük, ne de büyük hiçbir şey bırakmıyor, her (yaptığımız ) şeyi sayıp döküyor!” dediklerini görürsün. Yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Rabb’in kimseye zulmetmez. 18/49

Uydurdukları rivayetlerin Kur’an’a uymadığı açıktır.

261- Ebu Hüreyre radıyallâhu anh anlatıyor: “Resulûllah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah Teâla Hazretleri cenneti yarattığı zaman Cibril aleyhisselâma :
“Git ona bir bak! Buyurdular. O da gidip cennete baktı ve: “(Ey Rabbim!) Senin izzetine yemin olsun, onu işitip de ona girmeyen kalmayacak, herkes ona girecek!” dedi. (Allah Teâla Hazretleri) cennetin etrafını mekruhlarla (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) çevirdi. Sonra: “Hele git ona bir daha bak!” buyurdu. Cebrail gidip ona bir daha baktı. Sonra da:  “Korkarım ona hiç kimse girmeyecek!” dedi. Cehennemi yaratınca, Cebrâil’e: “Git, bir de şuna bak!” buyurdu. O da gidip ana baktı ve:
“İzzetine yemin olsun, işitenlerden kimse ona girmeyecektir!” dedi. Allah Teâla hazretleri de onun etrafını şehvetlerle (nefsin arzuladığı, câzip şeylerle) kuşattı. Sonra da: “Git ona bir kere daha bak!” dedi. O da gidip ona baktı. Döndüğü zaman:
“İzzetine yemin olsun, tek kişi kalmayıp herkesin ona gireceğinden korkuyorum!” dedi.” (K.S. 5124 C.14 S.442-443 Akçağ, alıntıları Ebû Dâvûd, Sünnet 25,(4744); Tirmizi, Cennet 21,(2563); Nesâi, Eymân 3, (7, 3). )

Ayrıca, Müslim ve Tirmizi’nin Enes’ten tahdis ettiklerini söyledikleri rivayette de:

262- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cennetin etrafı mekârihle (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) sarılmıştır. Cehennemin etrafı da şehevi (nefsin arzuladığı, câzip) şeylerle sarılmıştır. (K.S. 5125 C.14 S.444 Akçağ, alıntısı, Müslim ve tirmizi. )

Cennetin etrafında olanların hoş şeyler olmadığını söylemekle, Cennete gitmeye sebep olan tüm amellerin, örneğin, İman etme ile güzel ameller işlemenin nefse hoş gelen şeyler olmadığını. Fakat, Cehenneme gitmeye sebep olan, şirk, küfür, fısk, zülüm ve isyanın nefse hoş gelen şeyler olduğunu iddia etmişlerdir. Bu ise kafir ve
 müşrik olduklarının kendi ağızlarından itiraflarıdır. Çünkü, mümin ve takvalı bir kimse cennete götüren amellerden hoşlanır, cehenneme götüren amellerden hoşlanmaz. Bu ise iddia ettiklerinin tersine bir durumdur. Bu konuda örnek verecek olursam, Kur’an’dan mealen:

- Hem bilin ki, içinizde Allah’ın elçisi vardır. Şâyet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu kalplerinize ziynet yapmıştır. Küfrü, fıskı ve isyânı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır. 49/7

- (Bu, size) Allah’tan bir lütuf ve nimettir. Allah bilendir; hikmet sâhibidir. 49/8

Yukarı da, mealini yazmış olduğum ayetlerle, yapmış oldukları rivayetler bir birine terstir. Bu itibarla yapmış oldukları rivayetlerin aslı yoktur.

263- Mutarrıf İbnu Abdillah’ın anlattığına göre, bu zatın iki hanımı vardı. Bunlardan birinin yanından çıkmıştı. Geri dönünce, hanımı: “Falan hanımın yanından geliyor olmalısın!” dedi.mutarrıf: “Hayır, dedi İmrân İbnu Husayn’ın yanından geliyorum. O bana Resûlullah’ın şu sözünü nakletti: “Cennet sakinlerinin en azı kadınlardır.” (K.S. 3309 C.10 S.98 Akçağ 1990, alıntısı Müslim, Zikir 95, (2738). )

264- Usâme İbnu Zeyd (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “(Mirâç sırasında) cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya girenlerin büyük çoğunluğunun miskinler olduğunu gördüm. Dünyadaki imkân sahiplerinin cehennemlikleri ateşe gitmeye emr olun muşlardı, geri kalanlar da mahpus idiler. Cehennemin kapısında da durdum. Oraya girenlerin büyük çoğunluğu da kadınlardı.” (K.S. 2075 C.7 S.449 Akçağ 1988 alıntısı, Buhari, Rikak 51, Müslim , Zühd 93, (2736). )

Uydurmuş oldukları bu rivayetlerle ve daha birçok rivayetlerde kadınları İslam dininden soğutmayı amaçladıkları gibi, tipik kadın düşmanlığı sergilemişlerdir. O kadar yoğun ve aşağılayıcı bir şekilde uydurma rivayetleriyle kadınlara saldırmışlardır ki, İslam dinine saldırmaları konusu bir tarafa, şiddetle kadınları kötülemeye gayret etmişlerdir. Ayrıca yine bir çok rivayetleriyle maddi imkan sahiplerini kötüleyip miskinleri övmüşlerdir. Miskinliğin manası: Fakirlik ve yokluktan doğan acizliktir. Bu iki hususu hangi toplum veya ülke benimseyip uygularsa yıkımdan kurtulamaz. İslam dininde, ne cinsiyet ne ırk ne zenginlik nede fakirlik cennete veya cehenneme gitmek için ölçü değildir. Ölçü olan takvadır. Cennet ve cehennem dışında ceza olarak mahpusluk diye bir şey yoktur.

Kadın düşmanlıklarıyla ilgili olarak Kur’an’dan mealen:

- Onlardan birine dişi (çocuğu olduğu) müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. 16/58

- Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. (şimdi ne yapsın) onu, hakaretle tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün! Bak ne kötü hüküm veriyorlar.  16/59

İşte kadınlar hakkında bu rivayetleri uyduranlar da, mealini vermiş olduğum ayetlerde belirtilen kimseler gibi kadınlardan, başka bir ifadeyle dişi cinsten nefret eden kimselerdirler. Kadınlara karşı olan nefretlerini, çok azı müstesna çoğu cehenneme gidecek, çok azı cennete gidecek demek suretiyle tatmin etmek istemişlerdir. Hal bu ki, İslam dinin de önemli olan, erkek veya dişi olmak değil de, inanç ve amel, başka bir ifadeyle takva önemlidir. Kur’an’dan mealen:

- İnanıp iyi işler yapanlar, - ki hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz- İşte onlar cennet halkıdır, onlar orada ebedi kalacaklardır. 7/42

  KEVNİ KONULAR HAKKINDA UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ

265- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Hz. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün) aya bakarak: “Ey Aişe, şunun şerrinden Allah’a sığın. Bu, (ayet’i kerimede geçen) ğâsıktır. (Ayet): “Kaybolduğu zaman ayın şerrinden...” demektir”. (K.S. 901 C.4S.427 Akçağ 1988, alıntısı, Tirmizi, Tefsir, Muavvizateyn, (3363) )

Ay ve güneş, büyük faydalarının yanında, gök yüzünün iki süsüdür, bunlara dahi saldırmaktan kendilerini alamamışlardır. Zira onlar güzel olan her şeye düşmandırlar. Ay’a yapmış oldukları saldırılarına delil olarak 113 Felâk 3 ncü ayetini göstermişlerdir. Bu ayette bahsi geçen, Ay olmayıp, bastıran karanlıktır. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

  Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla

- De ki: Sığınırım ben, karanlığı yarıp sabâhı ortaya çıkaran Rabb’e: 113/1

- Yarattığı şeylerin şerrinden, 113/2

- Bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, 113/3

Görüldüğü gibi, Ay dan bahsedilmeyip çöken karanlıktan bahsedilmektedir. Öyle ki, karanlık çökmesi, beraberinde bir çok tehlikeleri getirebilmektedir. Ay’dan ise Kur’an’da karanlık olarak değil, Nur olarak bahsedilmiştir. Yani, Ay’ın vasfı karanlık olmayıp nurdur. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- “Görmediniz mi Allah nasıl yedi göğü, birbiri üstünde tabaka tabaka yarattı ? 71/15

- “Ve Ay’ı bunların içinde bir nur yaptı. Güneşi de bir lâmba yaptı.” 71/16

Görüldüğü gibi Ay şerli değildir, bundan dolayı uydurmuş oldukları rivayetin aslı yoktur.

Güneşe de saldırıda bulunarak onu da şeytana taç yapma yönün de rivayetler uydurmuşlardır. Bu rivayetlerini maskelemek için de, namazı öne sürmüşlerdir veya kafirler Güneş’e doğuşu ve batışı zamanlarında secde ediyorlar bahanesini uydurmuşlardır. Bu tür şeyler boş iddialardır. Zira Dünyanın tamamını düşündüğümüzde günün her anında, Güneş bir yerde batarken bir başka yerde doğmaktadır. Yani dünyanın dönüşüyle birlikte dünyanın tamamına yakın bir kısmında güneş kesintisiz bir doğuş ve batış halindedir. Bu duruma göre, güneş şeytanın boynuzları arasından doğar ve batar şeklinde iddia da bulunmak, güneşin, şeytanın boynuzları arasından günün her saati hiç ayrılmıyor manasındadır. Bu konuda uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler verecek olursam:

266- ........... İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Güneşin hâcibi (yani ışığı) göründüğü vakit, güneş iyice meydana çıkıncaya kadar nâmazı bırakınız. Güneşin hâcibi battığı zamân da tâ kayboluncaya kadar nâmazı yine bırakınız. Kılacağınız namazınız için güneşin ne doğma zamânı, ne de batma zamânını tercih ediniz. Çünkü o bir şeytânın-yâhud şeytânın- iki boynuzu arasından çıkar.” ............. (Buhâri, Kitâbu Bed’i’l-Halk C.7 S.3070 H.81 Ötüken 1987. )

267- Abdullah es-Sunâbihi (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Güneş, beraberinde şeytanın boynuzu olduğu halde doğar, yükselince ondan ayrılır. Bilahare istiva edince (tepe noktasına gelince) ona tekrar mukarenet (yakınlık) peydah eder. Zevalden sonra (tepe noktasından ayrılıp batıya meyletti mi) ondan yine ayrılır. Batmaya yakın tekrar ona yakınlık peydah eder, batınca ondan ayrılır.” Resûlullah (aleyhissâlâtu vesselâm) işte bu vakitlerde namaz kılmaktan men etti.” (K.S. 2418 C.8 S.303 Akçağ, alıntısı, Nesâi mevâkit 31, (1,275). )

268-. ... Amr b. Abese’den demiştir ki:
- Ben (resûl-i Ekrem’e hitaben): “Ey Allah’ın Resulü, gecenin hangi saatinde (ibadet ve) dua daha makbuldür?” dedim. (O şöyle) cevap verdi: “-Gecenin son vaktinde. Sabah namazını kılıncaya kadar ve istediğin (nâfileyi) kıl. Çünkü (bu vakitte kılınan) namaz, (ve sevabı) yazılmıştır. (Sabah namazını kıldıktan) sonra, güneş doğup da bir veya iki mızrak boyu yükselinceye kadar (namaz kılmayı) bırak. Çünkü güneş şeytanın boynuzları arasından doğar ve kâfirler güneşe (o saatte) tapınırlar. Sonra mızrak gölgesiyle bir oluncaya kadar ve istediğin kadar kıl. Çünkü (bu saatte kadar kılınan ) namaz şahitlidir (ve sevabı) yazılmıştır. Mızrak gölgesiyle bir olduktan sonra namazı bırak. (Çünkü o saatte) cehennem kızdırılır ve kapıları açılır. Güneş (batıya) meyledince ikindi namazını kılıncaya kadar (ve) istediğin (nafiley)i kıl. Çünkü bu (saatte kılınan) namaz şahitlidir. (ikindi namazından) sonra güneş batıncaya kadar namazı bırak. Çünkü (güneş) şeytanın boynuzları arasında batar ve kâfirler ona (o saatte) tapınırlar.” (Ebû Dâvud, k. Salâtu’t-Tatavvu’(5),Bâb 10 H.1277 C.5 S.41-42 ayrıca, Buhari, be dul-halk 11, Müslim, müsâfirin 290,294; mesacid 174; Nesâi, mevâkit 35,40; İbn Mâce, ikâme 148. (Şamil 1988) )

Görüldüğü gibi, güneşin şeytanın iki boynuzu arasında doğduğu ve battığı hususunda karar kılmışlardır. Bu ise güneşe karşı hem saldırganlık hem de nankörlüktür.

Uydurmuş oldukları diğer bazı rivayetler, güneşin gece nereye gittiği konusundadır. Günün her anında ve her vakit dünyada  mevcut olduğunu bilmediklerinden, gece sabah oluncaya kadar Güneş’in, arşın altına gittiğini zannetmişlerdir. hal bu ki, dünyada bir yer gece iken diğer bir yer gündüzdür. Güneş ışığı dünya üzerinden ayrılmamaktadır. Bu gerçeğe aykırı olarak uydurdukları rivayetlerden örnek verecek olursam:

269-.......... Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) güneş battığı zamân bana:
“Güneş nereye gider, bilir misin?” diye sordu.
Ben: Allah ve Resûlü en bilendir, dedim.,
Resûlullah şöyle buyurdu:
- “Güneş gider, tâ Arş’ın altında secde eder (âdetince doğudan doğmak üzere) izin ister de ona izin verilir (ve doğu tarafından doğar. Bununla berâber insanların günahları üzerine doğmayı fenâ görür). Ve bu hâlde secde etmeye yaklaşır. Fakat secdesi kabûl olunmaz. (Doğacağı yerine gitmeye) izin ister; izin verilmez. Ona: Artık nereden geldinse oraya dön! denilir. O da battığı taraftan doğar. ................ (Buhari, Kitâbu Bed’i’l-Halk H.9 C.7 S.3017 Ötüken 1987. )

Tabiat gerçeklerine uymayan bu rivayetler asılsızdır.

Daha önce, Ay’ın fiilen iki parçaya ayrılarak, bir parçası dağın arkasına bir parçası da önüne gittiği şeklinde uydurmuş oldukları rivayetten bahsetmiştim. (K.S. 5607)

Mevsimler konusunda ise, Yaz ve Kışın, cehennemin nefesinden olduğunu iddia ederek, şu şekilde rivayetler uydurmuşlardır:

270-. .......... Bize Sufyân (ibn Uyeyne) tahdis edip şöyle dedi: Biz bunu ez-Zuhri’den ezberledik, o da Said İbnu’z-Müseyyeb’den; o da Ebû Hureyre’den. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Sıcak şiddetli olduğu zamân namâzı serinliğe bırakın. Çünkü sıcağın şiddeti cehennemin kaynamasındandır. Cehennem ateşi Rabb’ına şikâyet arz etti de: Yâ Rabb, bir kısmım bir kısmımı yedi, (yâni ben beni yiyiyorum, izin ver) dedi. Allah da iki defa nefes almasına izin verdi. Nefesin biri kışın, diğeri yazın. İşte hissetmekte olduğunuz sıcağın en şiddetlisi ile soğuğun en şiddetlisi budur”. (Buhâri, Kitâbu Mevâkiti’s-Salât H.14 C.2 S.607 Ötüken 1987. )

Bilindiği gibi, mevsimlerin oluşması dünya ekseninin güneş düzlemine eğik olması dolayısıyladır. Güneş ışınlarının dünyaya dik veya eğik gelmesi, mevsimlerin oluşmasına neden olmaktadır. Dünyada bazı yerler kış mevsimini yaşarken, bazı yerlerde yaz mevsimini yaşamaktadırlar. Onun için iddia ettikleri gibi, bütün dünyayı kapsayacak şekilde yaz ve kış sıralaması yoktur. Ayrıca, asırlardan beri kutuplar devamlı buzla kaplıdır. Bunların iddialarıyla bunu izah etmek mümkün değildir. Diğer bir hususta Yaz ve Kış cehennemin nefesiyle ilgiliyse, ilkbahar ve sonbahar neyle ilgilidir? Onun içindir ki, uydurmuş oldukları bu tür rivayetler, gerçeklerle bağdaşmayan boş iddialar olmaktan öteye gidemezler.

Ayrıca Kur’an öğretisine göre cehennemin soğuk olma vasfı yoktur. Kış soğuğuyla cehennem arasında ilişki kurmaları da Kur’an’a aykırıdır. Kur’an’dan mealen:

- Solun adamları (amel defterleri, sol tarafından verilenler), nedir o solcular! 56/41

- Delikçiklere işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, 56/42

- Kara dumandan bir gölge altında, 56/43

- Ki ne serindir, ne de faydalı. 56/44

HADLER VE KISAS HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYET      ÖRNEKLERİ

Bir toplumun sağlıklı bir şekilde ayakta durabilmesi için, o toplumda sağlam bir disiplin olması şarttır. Sağlam bir disiplin de ancak adaletli, hakkaniyetli ve güçlü bir ceza hukukuyla mümkündür. Bir topluma uygulanan ceza hukuku adaletsiz ve zalimane şekilde sert olursa, uygulandığı toplumu ezmek suretiyle öldürür. Eğer adaletsiz, gevşek ve belirsiz ise bu sefer toplum bir birini ezmeye başlar. Bunun da neticesi diğerinden farklı değildir. Sonuç yine o toplumun ölümüyle neticelenir. Onun için bir topluma yapılacak en büyük saldırılardan bir tanesi o toplumun adaletli ceza hukukunu bozmak veya o toplumu adaletli bir ceza hukukundan yoksun bırakmaktır. Böylece suç ve ceza denkliği kaybolur ceza ya isabetli olmaz yada suçtan caydırıcı olmaktan çıkar. Rüşvetler yayılır, Aynı suça aynı ceza verilmez, suçu işleyen şahsa göre ceza verme yoluna gidilir. Örneğin: maddi gücü olana ayrı ceza, maddi gücü olmayana ayrı ceza verilir. Bununda serbest bir şekilde uygulana bilmesi için çelişik ve bir birine uymayan  hükümlerin elde bulunmasına ihtiyaç vardır. Böylece yargıç keyfine göre içlerinden seçip uygulama imkanına sahip olmuş olur. İşte, hadis adı altında rivayet uydurmacıları, İslam ceza hukuku yönünde tam bu noktada İslam toplumuna saldırıda bulunmuşlardır. Bu konu da uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler verecek olursam, şöyle ki:

271- Ubâdetu’bnu’s-Sâmit (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bir vahiy geldiği zaman, vahiy sebebiyle ona bir gam ve keder alır, yüzünün rengi uçardı.Bir gün Cenab-ı Hakk yine vahiy indirmişti ki aynı hal onu sardı. Keder hâli açılınca: “Zina haddiyle ilgili hükmü) benden alın. Allah onlar hakkında yol kıldı (yani çok açık şekilde had beyan etti) : Bekâr bekârla zina yapmışsa cezası yüz sopa ve bir yıl sürgündür. Dul dulla zina yaparsa yüz sopa ve recm’dir.” (K.S. 544 C.3 S.389 Akçağ 1988, alıntıları Müslim, Hudud 13,1690.H; Ebû Dâvud, Hudud 23, 4415; Tirmizi, Hudud 8, 1434. )

272-............ Zeyd ibn Hâlid ile Ebû Hureyre(R)’den; şöyle demişlerdir: Peygamber (S): “Yâ Uneys (ibni’ d-Dahhâk), şu zinâ suçu isnad edilen kadına git, eğer o kadın zinâ ettiğini itiraf ederse ona racm cezâsı uygula” buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’t-Vekâle H.14 C.5 S.2145 Ötüken 1987. )

273-............ Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Umer İbnu’l-Hattâb (R) şöyle dedi:  -Ben insanlar üzerine zamânın uzayıp da herhangi bir sözcünün: “Biz Allah’ın Kitâbı’nda recmi bulmuyoruz” demesinden ve böylece Allah’ın indirmiş olduğu bir farizayı terk etmek sûretiyle sapmalarından endişe etmişimdir. Dikkat ediniz! Evli olduğu hâlde zinâ eden kimse üzerine buna beyyine delâlet ettiği yâhud gebelik yâhud itiraf olduğunda recm cezâsı sâbit olmuş bir haktır! dedi. Sufyân ibn Uyeyne: Ben bunu böylece ezberledim: Umer: -Dikkat edin! Rasûlullah (S) recm etmiştir. O’ndan sonra biz de recm yaptık, dedi, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Muhâribin min Ehli’l-Küfri ve’r-Riddeti H.24 C.14 S.6680-6681 Ötüken 1989. )

274- ............. İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme ibn Abdirrahman, Câbir ibn Abdullah (R)’tan şöyle tahdis etti: Eslem kabilesinden (Mâiz ibn Mâlik isminde) bir adam, Rasûlullah(S)’a geldi aleyhine dört defâ şahâdet etti. Bu şahâdetler üzerine Rasûlullah  emretti de o adam recm olundu. Bu adam evli olduğu hâlde zinâ etmişti. (Buhari, Kitâbu’l- Muhâribin min Ehli’l-Küfri ve’r-Riddeti H.13 C.14 S.6667 Ötüken. )

Yukarıda yazmış olduğum dört rivayet örneğinde görüldüğü gibi. Bekarın bekarla zina etmesi halinde verilecek cezanın yüz sopa ve bir yıl sürgün olduğu. Erkeklerden veya kadınlardan evlenip de zina eden kimseler zina ettikleri zamanda dul dahi olsalar uygulanacak olan cezanın recm cezası olduğunu kesin olarak iddia ettiler. Yani tahdis ettiklerine göre böyle kimseler ölünceye kadar taşlanacaklardır. Bu cezanın Kur’an dışında bir ayet olduğunu iddia ile, bunu uygulamayan kimselerin sapıklığa düşeceğini ve ayet her ne kadar Kur’an’da yer almamışsa dahi yine de uygulanmasının farz olduğunu iddialarına mesnet yaptılar. Bu iddiaları gerçeğe uymamaktadır. Eğer müslümanlar Kur’an’da yer almayıp nesh edilmiş, yani iptal edilmiş ayetlerden sorumlu iseler, bu ayetleri uygulamamaları halinde sapacaklarsa o zaman nesh edilmiş ve Kur’an’da yer almayan ayetlerin aranıp bulunması mecburiyeti doğmuş olur. Bunun manası Kur’an dışında Kur’an aramaktan başka bir şey değildir. Hem bu öyle bir arayıştır ki bulunan eldeki Kur’an ayetlerini nesh yani iptal edebilmektedir. Tahdis ederek var ve geçerli olduğunu iddia ettikleri recm ayeti, kendi ifadeleriyle mensuh olduğunun söylenmesine rağmen, değil mi ki recm ayeti mensuh olarak Kur’an dışında vardır deyip, Kur’an’da mevcut ayetlerden üstün tutmaktadırlar. Böylece bir rivayetten başka bir şey olmayan bu iddialarını Kur’an’a üstün tutmakla, rivayetlerinin Kur’an’dan üstün olduğunu söylemiş olmaktadırlar. Zaten daha önce de belirttiğim gibi rivayetleri din olarak kabul edenlerin temel hareket noktası rivayetlerin Kur’an’ı nesh yani iptal edebileceğini iddia etmeleridir ve bunu da önderleri ağzından açıkça söylemekten de çekinmemişlerdir. Dikkat edilirse, rivayetleri uydurmalarında ki temel amaç müslümanları Kur’an’dan uzaklaştırmaktır, burda da yapmak istedikleri ayni şeydir, bundan dolayı eldeki Kur’an dışında, elde ki Kur’an’dan daha üstün ayetler ihtiva eden Kur’an Külliyatı vardır ve siz bundan sorumlusunuz demektedirler.

Bilindiği gibi nesh iptal manasındadır, buna rağmen Allah tarafından iptal edilmiş bir ayetin uygulanması gerektiği nasıl iddia edilebilir, bu durumda iptalin hiçbir manası kalmaz, bu da açık bir  çelişki meydana getirir. Kur’an ise çelişkilerden uzak bir kitaptır. Allah tarafından nesh edilen veya unutturulan her ayetin yerine mutlaka, Allah tarafından Kur’an’a bir ayet getirilmiştir. Kur’an’da boşluk olması mümkün değildir. Onun için Kur’an dışında gidip ayet aramanın gerektiğini veya Kur’an ayetidir deyip Kur’an dışında hüküm uygulamayı önermek, şeytanın bir hilesinden başka bir şey değildir.

Nesih konusunda Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- Biz, bir ayeti nesh edersek, yahut unutturursak, ondan daha hayırlısını, yahut onun dengini getiririz. Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin? 2/106

Görüldüğü gibi iddiaları Kur’an’a uymamaktadır. Ayrıca recm konusunda da çelişkili iddialar içerisindeler. İşlerine geldiği zaman recm cezası uygulamamak için rivayetler uydurmuşlardır. Bu tür rivayetlerine örnek verecek olursam:

275- Şa’bi (rahimehumullah) anlatıyor: “Hz. Ali (radıyallahu anh), kadını recm ettiği zaman onu perşembe günü dövdü, Cuma günü de recm etti. Ve şunu söyledi: “Onu Kitabullah(ın hükmü) ile celde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın sünneti ile de recm tatbik ettim”. (K.S. 1611 C.6 S.246 Akçağ 1989 alıntısı Buhâri, Hudud 21. )

Bu rivayette recmin farz olmayıp sünnet olduğunu tahdis etmekle, evvelki rivayetleriyle çelişkiye düşmüşlerdir.

276- Ebu İmâme (radıyallahu anh) anlatıyor: “ Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraber mescide idik. O esnada bir adam geldi ve: “Ey Allah’ın Resûlü, ben bir hadd işledim, bana cezasını ver!” dedi. Resûlullah adama cevap vermedi. Adam talebini tekrar etti. Aleyhissalâtu vesselâm yine sükut buyurdu. Derken (namaz vakti girdi ve) namaz kılındı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazdan çıkınca adam yine peşine düştü, ben adamı takip ettim. Ona ne cevap vereceğini işitmek istiyordum. Efendimiz adama:
“Evinden çıkınca abdest almış, ab destini de güzel yapmış mıydın?” buyurdu. O:
“Evet ey Allah’ın Resûlü!” dedi. Efendimiz:
“Sonra da bizimle namaz kıldın mı?” diye sordu. Adam:
“Evet ey Allah’ın Resûlü!” deyince, Efendimiz:
“Öyleyse Allah Teâla haddini - veya günahını demişti-  affetti” buyurdu”. (K.S. 2320 C.8 S.214 Akçağ 1989, alıntıları. Buhari, Hudud 27, Tevbe 44, 45,(2764,2765); Ebu Dâvût, Hudud 9,(4381). )

277- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanında idim. Bir adam huzuruna gelerek:“Ey Allah’ın Resûlü, dedi, ben bir hadd(suçu) işledim, cezasını tatbik et!”  Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama (bir şey) sormadı. Derken namaz vakti girdi. Rasûlullah’la birlikte o da namaz kıldı. Aleyhissalâtu vesselâm namazını tamamlayınca, adam yanına geldi ve: “Ey Allah’ın Resûlü dedi, ben hadd (çeşidine giren bir suç) işledim. Bana Allah’ın kitabını tatbik et!”  “Efendimiz: “Öyleyse git. Zira Allah, senin günahını affetti” veya -haddini affetti” dedi.” (K.S. 2321 C.8 S.217 Akçağ, alıntısı. Buhari, Hudud 17; Müslim, Tevbe 44, 45, (2764-2765), Hudud 24,(1696). )

Bu son iki rivayette, kişi hadd cezası gerektirecek ne suç işlerse işlesin, eğer namaz kılıyorsa affedilmiştir demektedirler, böylece had cezasını gerektirecek her ne suç işlemiş olursa olsun böyle bir kimseye kesinlikle had cezası uygulanamaz, zira rivayetlerde kendisine hadd cezası uygulanmasını talep eden ve namaz kıldığından dolayı affedildiği söylenen şahıs, hadd cezasını gerektirecek hangi suçu işlediğini söylememiştir. Buda zina dahil bütün hadd cezalarının namaz kılan kimse hakkında uygulanamayacağı manasındadır. Böylece işlerine geldiği zaman hadd cezasını kişi namaz kılıyor diye uygulamaya bilirler. Veya hadd cezası uygulanacak şahıs suç işledikten sonra namaza başlasa dahi bu rivayetlere göre kendisine hadd cezası uygulanamaz. Böylece iddialarına göre namaz kılan şahıslar serbestçe zina edebilirler veya başkaca had suçu işleyebilirler.. Örneğin bu konuda bir rivayette şöyle demişlerdir:

278-............ İbn Mus’ûd (R) şöyle demiştir: Bir kimse (yabancı) bir kadından bir öpücük aldı. Müteâkiben o zat Peygamber’e geldi ve olan işi ona haber verdi. Bu hâdise üzerine Aziz ve Celil olan Allah, şu âyeti indirdi:  “Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namâz kıl. Çünkü güzellikler kötülükleri (günâhları) giderir. Bu, iyi düşünenlere bir öğüttür” (Hûd 114) Bunun üzerine o kimse: Yâ Rasûlullah, bu yalnız benim için mi? Diye sordu. Rasûlullah (S): “Ümmetimin hepsi için, bütün ferdleri içindir” buyurdu. (Buhari, Kitâbu Mevâkiti’s-Salât H.5 C.2 S.600-601 Ötüken 1987. )

İstedikleri zaman istedikleri cezayı uygulamamak ve insanları, Allah yolundan saptırmak için, kişi eğer sevap işliyorsa kötülük işlemek ona zarar vermez iddiasında bulundular. İddialarına delil olarak ta Hûd sûresi 114 ayetini gösterdiler. Hal bu ki, Hûd Sûresi 114. Ayetinde kastedilen, iyilik edenlerin veya başka bir deyişle, hayır işleyenlerin, işlemiş oldukları sevapları, onlardan kötülükleri uzaklaştıracağı yani bu kimselerden kötü işlerin uzaklaşacağı, böylece bu kimselerin günah işlememek için dirençlerinin artacağı şeklindedir. Dikkat edilirse Hûd Sûresi 114. Ayette bu husus için Namaz örnek gösterilmiştir. Durumun onların iddia ettikleri gibi olmadığını belirtmek için , Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namaz kıl; çünkü iyilikler, kötülükleri uzaklaştırır. Bu, ibret alanlara bir öğüttür. 11/114

- Kitab’dan sana vahye dileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz, kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir. Allah’ı anmak, elbette en büyük (ibadet)tir. Allah, ne yaptığınızı bilir. 29/45

Demek ki, kastedilen, sevabın varsa günah işlesen sana zararı olmaz manasında değildir. Sevap işlersen takvalı bir kimse olursun, kötülük işlememek için direncin artar, kötülükler senden uzaklaşır manasındadır.

İslami konular da o kadar ciddiyetsiz ve saldırgandırlar ki, karışıklık çıkarmak için akıllarına gelen her çeşit bozukluğu rivayet etmekten çekinmezler. Örneğin recm konusunda şu rivayeti naklettiler:

279- ............. Amr İbn Meymûn şöyle demiştir: ben Câhiliyet devrinde zinâ etmiş olan maymunun üzerine birçok maymunların toplanmış olduklarını gördüm. Maymunlar o zina eden maymunu recm ettiler. Ben de maymunlar topluluğunun berâberinde zinâ eden maymuna taş attım. (Buhari, Kitâbu Menâkıbi’l-Ensâr H.68 C.8 S.3600-3601 Ötüken 1987. )

Recm cezasının uygulanmasını savundukları rivayetlerde, uygulanma şartını şahsın evlenmiş olup olmadığı hususuna bağlamışlardır. Böylece karşı tarafın durumu hiç dikkate alınmamıştır. Öyle ki, kendisiyle zina edilen kimse cinsiyet yönünden erkek midir, kadın mıdır, veya zina bir hayvana mı uygulanmıştır, veya namuslu bir kadın mı saldırıya uğramıştır, veya küçük bir çocuk mu zorla zina olayına alet edilmiş veya zina olayın da zinayı işleyen iki taraf bunu anlaşarak gönüllü olarak mı yapmışlardır. Bu gibi hususlar hiç dikkate alınmamıştır. Örneğin, bekar olup hiç evlenmemiş bir kimse, namuslu bir kadına veya kıza saldırıp zorla tecavüz ederse buna uygulanacak cezanın yüz sopa ve bir yıl sürgün olduğunu, fakat evlenmiş olan veya evlenmiş olup ta dul kalmış bir kimsenin bir fahişeyle anlaşarak zina etmesi halinde bu kimseye uygulanacak cezanın recm olduğunu hatta fahişenin de evlenmiş olması durumunda ona da aynı cezanın uygulanacağı iddi ve rivayet etmeleri adaletsiz bir uygulamadır ve Kur’an’ın bu hususlarda ihtiva ettiği hükümlere uymamaktadır. Kur’an’ın bu hususlarda ihtiva ettiği ayetlerden örnekler vererek konuya bakacak olursak durum şudur, mealen:

- Zina eden kadın ve zinâ eden erkeğin her birine yüz değnek vurun; Allah’a ve âhiret gününe inanan (insan)lar iseniz Allah’ın dini(ni uygulama hususu)nda sizi, onlara karşı acıma duygusu tut(up engelle)mesin. Müminlerden bir grup da yapılan azaba şahit olsun. 24/2

Yukarıda meali yazılı bu ayet, başkaları tarafından hiçbir zorlama olmadan kendileri isteyerek nefislerine uymak suretiyle karşılıklı anlaşarak zina eden erkek ve kadınlar hakkındadır. Evli veya bekar olmaları bu durumu değiştirmez. Yani, karşılıklı anlaşmak suretiyle zina eden erkek ve kadının her birine, evli olsunlar veya bekar olsunlar verilecek ceza aynıdır. Ancak müslüman bir kimseyle evli olup ta zina eden mümin cariyelere, hür olup ta zina eden kadınlara verilen cezanı yarısı verilir, bu da gösteriyor ki, zina eden evli kadınlar recm edilemez, zira recm ölünceye kadar taşlanmak demektir. Durum böyle olunca, zina eden ve bir müslümanla evli olan bir mümin cariyeye nasıl yarım recm uygulamak mümkün olur, çünkü recm ederek yarı öldürmek diye bir şey mümkün değildir. Kur’an’dan bu hususta örnek verecek olursam, mealen:

- İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse elleriniz altında bulunan inanmış genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz bir birinizdensiniz ( hepiniz adem soyundansınız. İnsanlık bakımından aranızda bir fark yoktur). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartıyla sahiplerinin izniyle onlarla evlenin, ücretlerini (mehirlerini)de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara hür kadınlara yapılan cezanın yarısı (uygulanır). Bu(cariye ile evlenme), içinizden sıkıntıya düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha iyidir. Allah bağışlayan, esirgeyendir. 4/25

Görüldüğü gibi rivayetleri, Kur’an’la çelişmektedir. Zira yarım recm cezası uygulanması mümkün değildir. Eğer iddia ettikleri gibi zina eden evlilere recm cezası uygulanması gerekiyorsa, aynı suçu işleyen cariyelere yarım recm uygulaması nasıl izah edilebilir.

Daha önce belirttiğim gibi zina suçu işlendiğinde verilecek cezayı, işleyenler yönünden evli olup olmamaları esasına bağlamışlardır. Bu esasa göre bekar olup ta mümin kadınlara zorla tecavüz eden kimselere yüz değnek ve bir yıl sürgün cezası, evli olup ta bir bir fahişeyle zina eden kimseye, velev ki dul olsa dahi recm cezası uygulanacağını iddia etmişlerdir. hal bu ki, Kur’an’a göre durum hiçte öyle değildir. Mümin kadınlara değil saldırıp tecavüz etmek, onlara sözle iftira edipte eziyet edenlere, bu hallerinden vazgeçmemeleri halinde, Kur’an’a göre uygulanacak ceza yakalandıkları yerde öldürülmeleridir! Bu hususta Kur’an’dan, mealen:

- Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, bir şey yapmadıkları halde eziyet edenler, bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir. 33/58

- Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınmaması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. 33/59

- Andolsun iki yüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haberler yayanlar (bu hallerinden )  vazgeçmezlerse seni onlara musallat ederiz (onlarla savaşmanı ve onları şehirden sürüp çıkarmanı sana emrederiz); sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler. 33/60

- Lanetlenirler; nerede rastlansalar yakalanır öldürülürler.  33/61

- Allah’ın önceden geçen milletler hakkında da sünneti (kanunu) budur, ve Allah’ın sünnetinde bir değişme bulamazsın. 33/62

Görüldüğü gibi, müminlere iftira edenlere, bu huylarından vazgeçmemeleri halinde verilecek ceza o iftiracıların öldürülmesidir. Bu duruma göre fiilen saldıranlara nasıl olurda yüz değnek vurulacağı iddi edilebilir. Bu Kur’an’a uymayan asılsız bir iddiadır.

Recm konusun da, Kur’an’dan örnek aldığımızda, bu cezanın erkek, erkeğe sapık cinsi ilişki içinde olan, Lût kavmine verildiğini görürüz. Yaptıklarının kötü bir şey olduğu kendilerine bildirilmiş olmasına rağmen, ıslah olmayan, Lût peygamberin kavmi üzerine Allah taş yağdırmıştı. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Lût’u da (gönderdik). Kavmine dedi ki: “Siz, sizden önce âlemlerden hiç birinin yapmadığı fuhuş'u mu yapıyorsunuz?  7/80

- “Siz, kadınları bırakıp erkeklere şehvetle gidiyorsunuz ha! doğrusu siz, israfçı (azgın) bir kavimsiniz! 7/81

- Kavminin cevabı: “Onları (şu Lût ve taraftarlarını) kentinizden çıkarın, çünkü onlar, fazla temizlenen insanlardır” demekten başka olmadı. 7/82

- Biz de onu ve âilesini kurtardık, yalnız karısı(nı kurtarmadık). Çünkü o, geride kalanlardan oldu. 7/83

- Ve üzerlerine bir (taş) yağmur(u) yağdırdık; bak işte suçluların sonu nasıl oldu! 7/84

Ayrıca bu cezayı emsal olarak aldığımızda, benzer sapık ilişkilerinde bu ceza kapsamına girdiğini görürüz. Örneğin, kişinin kendi öz annesiyle, öz kardeşiyle, küçük çocuklarla veya eşiyle normal olmayan yoldan veya hayvanlarla yapacağı cinsel ilişkiler bu tür ilişkilerdendir, bu ve bu gibi ilişkiler recm cezası kapsamına girer. Şu kadarla ki kişi yaptığının suç olduğunu bilmiş olmalı, yani uyarılmış veya uyarılmış olduğundan şüphe olmamalıdır. Eğer kişi kesin olarak  yaptığının suç olduğunu bilecek konumda ise, suç konusunda uyarıldığı ve buna rağmen direterek suç işlediği kabul edilir.

Lût kavminin uyarıldığı konusunda Kur’an’dan mealen:

- Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık, uyarıl(ıp da yola gelmey)enlerin yağmuru hakikaten çok kötü oldu! 26/173

- Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık. 11/82

- (O taşlar:) Rabbin katında işaretlenerek (yağdırılmıştır). Onlar zalimlerden uzak değildir. 11/83

Ceza hukukuyla ilgili olarak, diğer hadis rivayetlerinden örnekler:

280- Habib İbnu Sâlim (rahimehumullah) anlatıyor: “Abdurrahman İbnu Huneyn denen bir adam karısının câriyesine temasta bulundu. Hâdise, Kûfe emiri Nu’man İbnu Beşir (radıyallahu anh)’e götürüldü. “- Ben, dedi, hakkınızda, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın hükmüyle hükmedeceğim: “Eğer zevcen, cariyeyi sana helâl ederse, yüz deynek yiyeceksin, helâl etmezse recm edileceksin...”
Sonra (tahkik etti) karısının câriyeyi adama helâl ettiğini görünce, emir yüz deynek vurdu”. (K.S. 1598 C.6 S.224 Akçağ, alıntıları, Tirmizi, Hudûd 21,(1451); Ebu Dâvud, Hudûd 28,(4458,4459); Nesâi, Nikâh 70,(6,124); İbnu Mâce, Hudûd 8,(2551). )

281- Seleme İbnu Muhabbak (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), hanımının câriyesine temas eden bir adam hakkında şöyle hükmetti: “Eğer, adam câriyeyi zorladı ise, câriye hürdür, adam, câriyenin efendisine (yani karısına) mislini borçlanmıştır, câriye rıza göstermişse, câriye adamın olur, câriyenin efendisine, onun bir mislini borçlanır.” (K.S. 1599 C.6 S.225 Akçağ, alıntıları, Ebu Dâvûd, Hudud 28,(4460,4461); Nesâi, Nikâh 70,(7,124); İbnu Mâce, Hudûd 8,(2553). )

Her iki rivayette işlenen olay aynı olmasına rağmen verilen hükümler bir birleriyle çelişkilidir. Birinci rivayette yüz değnek veya recm söz konusu iken, ikincisinde sadece cariyenin bedeli borçlandırılmıştır.

282- ........... Âise (R): Peygamber (S) zamânında hiçbir hırsızın eli mıcenn denilen yâhud hacefe denilen bir kalkan bedelinden daha
 aşağıda bir mal için kesilmemiştir. Hâlbuki bu kalkanlardan her biri kıymetli şeylerdi, demiştir. (Buhari, Kitâbu’l-Hud^d H.24 C.14 S.6652 Ötüken 1989. )

283- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Allah, bir yumurta çalıp da eli kesilen, bir ip çalıp ta eli kesilen hırsıza lânet etsin”. (K.S. 1626 C.6 S.263 Akçağ, alıntısı, Buhari, Hudûd 13,7; Müslim, Hudud 7,(1687); Nesâi, Sârik 1, (7, 65). )

Her iki rivayet bir birleriyle çelişkilidir. Birincisinde kıymetli bir mal olmasa hırsızın eli kesilmez denmişken, öbüründe, bir yumurta veya ip için kesilir denmesi çelişkidir.

284- Abdurrahman İbnu Avf anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Muhtelis (yankesici) kimseye el kesme cezası verilmez.” (K.S. 6798 C.17 S.321 Akçağ 1993, alıntısı, İbn-i Mâce 2592. )

Yankesicilik hırsızlığın ta kendisidir, onun için bu rivayetin aslı yoktur. Bilindiği gibi yankesiciler ellerini kullanmak suretiyle, sinsice insanların ceyblerinden paralarını v.s. çalan kimselerdir. Bundan dolayı yankesicilik hırsızlıktan başka bir şeyle tanımlanamaz.

285- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bir hırsız getirilmişti.
“- Öldürün onu!” diye emretti. Kendisine:
“-Ey Allah’ın Resûlü, bu adam sadece çaldı” denildi. Bunun üzerine:
“- Öyleyse (elini) kesin!” dedi ve derhal eli kesildi. Sonra aynı adam ikinci sefer getirildi. Yine:
“-Öldürün onu!” diye emretti. Kendisine:
“-Ey Allah’ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı” dendi. Bunun üzerine:
“-Öyleyse kesin!” dedi ve derhal (sol ayağı) kesildi. Sonra üçüncü defa getirildi ve hırsızlık yaptığı söylendi. Hz. Peygamber:
“- Öldürün onu! diye emretti. Kendisine
“-Ey Allah’ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı” denildi. Bunun üzerine:
“(Sol elini) kesin! Diye emretti. Sonra aynı adamı dördüncü kere getirdiler.
 “- Öldürün onu!” buyurdu. Kendisine:
“-Ey Allah’ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı” dediler. Bunun üzerine:
“-(Sağ ayağını da) kesin! diye emir buyurdu. Aynı adam beşinci sefer getirildi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
“-Öldürün onu! diye emretti. Hz. Cabir (radıyallahu anh) der ki: “Adamı götürüp öldürdük. Sonra götürüp bir kuyuya attık, üzerine de taşla doldurduk”. (K.S. 1631 C.270-271 Akçağ, alıntıları, Ebu Dâvûd, Hudud 20, (4410); Nesâi Sârik 15,(8,90,91).

Kur’an’da, hırsıza kaç kere hırsızlık yaparsa yapsın, öldürme cezası hükmedilmemiştir. Ayrıca hiçbir şey sormadan, peygamberin yanına getirilen şahsa ölüm cezası vermesi ve çevresindekilerin, bu şahıs sadece hırsızlık yapmıştır diyerek uyarması üzerine, ölüm cezasını geri aldığı yolundaki iddiaları, peygambere karşı yapılmış bir iftiradır. Suçlunun suçunu öğrenmeden, onu muhakeme etmeden, peygamberin bir şahsa ceza vermesi olacak şey değildir. Zira peygamber bir zalim değildi. Zalim olanlar uydurma rivayetleriyle ona böyle bir şey yakıştıranlardır.

Hırsızlara verilecek ceza konusunda, Kur’an’dan mealen:

- Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından bir cezâ olarak, ellerini kesin. Allah Güçlüdür, Hakim’dir. 5/38

- Ettiği zulümden sonra tevbe edip düzelen kimse bilsin ki Allah onun tövbesini kabul eder. Allah şüphesiz Bağışlayandır, merhametli olandır. 5/39

Kur’an’a göre, hırsızlık yapan erkek ve kadınların elleri kesilir. Kesme derecesi suçun ağırlığıyla orantılı olarak, koparma şeklinde olabileceği gibi, yaralama şeklinde de olabilir, zira hırsızlık azdan çoğa doğru ve işlenen şekliyle ilgili olarak geniş bir sahayı kapsar. Ancak 5 Mâide 39 da görüldüğü gibi, hırsızlık yapmış olanların tevbe edip ıslah olmalarından bahsedilmiştir, bu husus yakalanmadan önce tevbe etmiş olanlarla ilgilidir. Yoksa yakalandığı anda ben şimdi tevbe ettim diyenlerle ilgili değildir. Hırsızlık yapmış olan kimseler yakalanmadan önce tevbe etmişlerse onların eli kesilmez.

Kur’an’a göre, kesme kelimesinin hangi manaya geldiğini bilme açısından, geçtiği diğer ayetlerden örnek vererek, hem koparmayı hem de yaralamayı kapsadığını gösterecek olursam. Kur’an’dan mealen:

- (Kafirlerin) Hurma ağaçlarından herhangi bir şeyi kesmeniz, yahut kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah’ın izniyle ve (O’nun) yoldan çıkanları cezâlandırması içindir. 59/5

Yukarıdaki ayet mealinde görüldüğü gibi, kesme kök üzerinden ayırma yani koparma olarak tarif edilmiştir.

- Şehirde bir takım kadınlar: Vezir’in karısı, uşağının nefsinden murâd almak istemiş! Sevda onun bağrını yakmış! Biz onu açık bir sapıklık içinde görüyoruz! dediler. 12/30

- (Kadın), onların (dedi-kodu yaparak kendisini dile düşürme) düzenlerini işitince, onlara (adam) gönderdi (yemeğe dâvet etti). Onlar için dayanacak yastıklar hazırladı ve her birine de bir bıçak verdi. (Kadınlar, önlerine konan meyvaları soyup yemekle meşgûl iken) Yûsuf’a çık karşılarına! dedi. Kadınlar Yûsuf’u görünce onu (gözlerinde) büyüttüler (ona hayranlıklarından ötürü) ellerini kestiler ve: “Allah için, hâşâ bu insan değildir; bu ancak güzel bir melektir!” dediler. 12/31

Yukarıdaki ayet mealinde görüldüğü gibi, kesme elin dalgınlıkla yaralanması manasına da gelmektedir.

Hırsızlık yapanların yakalanmadan önce tevbe etmeleri halinde ellerinin kesilmeyeceği konusunda Kur’an’dan mealen:

- Allah ve elçisiyle savaşanların ve yeryüzünde fesad çıkarmaya çalışanların cezâsı: (ya) öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin, ayaklarının çapraz kesilmesi veyâ bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyâda çekecekleri rezilliktir. Âhirette ise onlara büyük azâb vardır. 5/33

- Ancak sizin onları ele geçirmenizden önce tevbe edenler, bundan müstesnâdır. Zira biliniz ki Allah, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. 5/34

Yukarıda ki ayet mealinde görülen hususları işleyenler, yakalanmadan önce tevbe etmişlerse ceza görmezler. Hırsızlığın cezası Kur’an’da özel olarak bildirilmekle beraber, hırsızlık, yeryüzünde fesad çıkarıcı olayların kapsamına girmektedir, dolayısıyla bu fiili işleyenlerin ceza görmemek için, yakalanmadan önce tevbe etmiş olmaları gerekir. Hırsızlığın yeryüzünde fesat çıkaran olaylardan bir tanesi olduğuyla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- (Yûsuf) onların yüklerini hazırlarken su tasını (öz) kardeşinin yükü içine koydu. (Kervan hareket ettikten) sonra bir ünleyici şöyle seslendi: “Ey kervan siz hırsızlarsınız!” 12/70

- Bunlara döndüler: “Ne kaybettiniz, (ne arıyorsunuz)?” dediler. 12/71

- Dediler ki: “Melikin su tasını kaybettik (onu arıyoruz). Onu getirene bir deve yükü (mükâfat) var. Ben buna kefilim”  12/72

- (Yûsuf’un kardeşleri): “Allah, Allah! dediler, herhalde siz de bilmişsinizdir ki biz, bu yere fesat çıkarmak için gelmedik. Ve biz hırsız değiliz!” 12/73

- (Şuayb, kavmine demişti ki ): “Ölçeği tam yapın. Eksiltenlerden olmayın.” 26/181

- “Doğru terazi ile tartın.” 26/182

- “İnsanların mal ve haklarından bir şey eksiltmeyin. Yeryüzünde fesatçılık yaparak karışıklık çıkarmayın.” 26/183

Tekrar rivayetlerle ilgili konulara dönecek olursak:

286- Semure radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim kölesini öldürürse, biz de onu. Kim de kölesinin (burnunu, kulağını keserek) sakatlarsa, biz de onun (burnunu, kulağını keserek) sakatlarız.” (K.S. 4962 C.14 S.177 Akçağ 1992, alıntıları, Ebu Dâvûd, Diyât 7,(4515, 4516,4517,4518); Tirmizi, Diyât 18, (1414); Nesâi, Kasâme 9,(8,21). )

287- Kays İbnu Ubâd radıyallahu anh anlatıyor: “Ben ve el-Eşter en-Nehâi, Hz. Ali radıyallahu anhüm’ün yanına gittik. Kendisine:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bütün insanlara şâmil olmayan hususi bir tâlimatta bulundu mu?” dedik. Bize:
“Hayır! Ama şu sahife de bulunanlar var! dedi ve kılıncının kabzasından bir sahife çıkardı. İçerisinde şunlar vardı: “Müminlerin kanı eşittir. Onlar içlerinden en âdilerinin verdiği emana uyarlar. Haberiniz olsun: Mü’min, kâfir mukabilinde öldürülmez;............ (K.S. 4964 C.14 S.181 Akçağ 1992, alıntıları, Ebu Dâvûd, diyât 11, (4530); Nesâi, Kasâme 8,(8,19). )

Yukarıda yazılı iki rivayet birbirleriyle çelişkilidir. Birincisinde, kölesini öldüren, öldürülür denmiştir. Kölenin sahibi mümin, kölesi de kafir olabilir, kafir kölenin mümin sahibi tarafından öldürülmesi halinde, bu rivayete göre müminin kafir karşılığında öldürülmesi gerekir. Buna rağmen ikinci rivayette, mümin, kafir mukabilinde öldürülmez denmesi bir çelişkidir.

Konuya, Kur’an’a göre bakacak olursak, İslam’da hiçbir zulüm korunmamıştır, zira Allah zalimleri sevmez. Suç işleyen ceza görmeye hak kazanmıştır. Velev ki, bir mümin, bir kafire zulmetmiş olsun, durum değişmez. Allah’ın hükmüne göre adalet isteyen muhakkak ki, hakkını almaya hak kazanmıştır. Bu insanın, zengin, fakir, hür veya köle, müslüman veya gayri müslim olması durumu değiştirmez.

Bu konularla ilgili olarak Kur’an’dan mealen:

- Biz sana Kitâbı hak ile indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği biçimde hüküm veresin; hâinlerin savunucusu olma! 4/105

- Allah size emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah, işiten, görendir. 4/58

Görüldüğü gibi adalet tüm insanlar içindir. Kur’an’da belirtildiğine göre Kitâb ehlinden bazı kimseler, bizim, bizim dışımızda olan ümmilere karşı bir sorumluluğumuz yoktur. Onlara ne istersek yaparız demişlerdi. Allah bu düşünceyi red etmekte, dolayısıyla bize de bizim dışımızda olanlara karşı sorumlu olduğumuzu, onlara herhangi bir haksızlık yapmamamızı bildirmektedir.

Kur’an’dan mealen:

- Kitâb ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle emânet bıraksan, onu sana öder. Onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar versen, devamlı olarak başına dikilmeden onu sana ödemez. “Ümmilere karşı bize sorumluluk yoktur.” dedikleri için böyle yapıyorlar ve Allah’a karşı bile bile yalan söylüyorlar.  3/75

İslam dinine göre, müslüman olsun veya olmasın hiç kimseye hiçbir şekilde haksız yere saldırı olmaz. Hiçbir müslüman, müslüman olmayan bir kimseye haksız yere saldırarak, canına, malına, ailesine zarar veremez. göz önünde bulundurulması gereken olay, müslüman olmayan kimsenin, ilk önce saldırıp saldırmadığıdır. Saldırmamışsa, hiç kimse ona sırf inancından dolayı veya maddi varlık sahibi olmasından dolayı saldıramaz. Bir kimse saldırıp ta haksız yere ona zarar vermişse ve zarar gören veya zarar görenin yakınları affetmeyip davacı iseler, saldıran, kısas olarak verdiği zarar kadar ceza görmeye hak kazanır.

Savaşta dahi, müslümanlar kendilerine savaş açmamış olanlara savaş açamazlar. Bundan dolayı, İslam dinine kılıç dinidir diyenler, derin bir yanılgı ve haksızlık içindedirler.
İslam dinine göre, insan dünyada bir imtihan içerisindedir ve bu imtihanı sürdüğü müddetçe, doğruyu bulması için kendisinden aklını kullanması suretiyle mevcut imkanlardan istifade ederek hakikati bulmaya çalışması ve bulduğunda da kabul ederek, bu hakikatin gösterdiği doğru yolda gitmek suretiyle gereğini güzel bir şekilde yerine getirmesi onun görevidir. Bundan dolayı, İslam dininde iman ve iyi amel çok önemli iki olaydır.Bir insanın aklını kullanabilmesi için, malının ve çoluk çocuğunun saldırıya uğraması ve saldırıya uğrayamayacağından emin olması çok önemlidir. İslam'a göre, bir kimse müslüman olmuyor diye, inancından dolayı saldırıya uğrayamaz, inancını değiştirmesi konusunda zorlanamaz. Müslümanların tam olarak hakim oldukları coğrafyada, canından, malından emin olarak inancını yaşaya bilir. Ne zaman ki, yeryüzünde bozgunculuk yapar, saldırıda bulunursa cezaya müstahak olur. Cezadan önce yakalanmamış veya yenilmemiş olmasına rağmen ıslâh olmuşsa veya yakalanmasına rağmen öldürmede ve yaralamada zarar görenler tarafından af edilmişse, kendisine hiç ceza uygulanmaz. Kısasın uygulanmasında, haksızlığa uğrayanın hakkını talep etmesi veya suçlunun ceza görmesi inancına bağlı değildir. İslam hukukunda bu konuda fark gözetilmez. Bir kimsenin müslüman olup, olmaması durumu değiştirmez.

Bu hususla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Allah ve elçisiyle savaşanların ve yeryüzünde fesad çıkarmaya çalışanların cezâsı: (ya) öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin, ayaklarının çapraz kesilmesi veyâ bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyâda çekecekleri rezilliktir. Âhirette ise onlara büyük azâb vardır. 5/33

- Ancak sizin onları ele geçirmenizden önce tevbe edenler, bundan müstesnâdır. Zira biliniz ki Allah, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. 5/34

Görüldüğü gibi, Kur’an’a göre bir insanın ceza görmesi için bir suç işlemesi ve yakalanmadan önce tevbe etmemiş olması gerekir.

Allah’a ve peygambere, dolayısıyla müslümanlara savaş açanlar konusunda Kur’an’dan mealen:

- Eğer andlaşma yaptıktan sonra andlarını bozarlarsa ve dininize sataşırlarsa, o küfür önderleriyle hemen savaşın. Çünkü andları yoktur; böylece (saldırıdan) vazgeçerler. 9/12

- Andlarını bozan, resûlü (Mekke’den) çıkarmağa yeltenen ve ilk önce kendileri siz(inle savaş)a başlamış olan bir kavimle savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer gerçekten mümin kişiler iseniz, kendisinden korkmanıza en lâyık olan Allah’tır. 9/3

Savaş için, ilk saldırının kafirlerden gelmesi gerekir. İlk saldıranlar kendileri olmasına rağmen barışa yanaşırlarsa, Allah barış yapmayı emretmektedir. Kur’an’dan mealen:

- Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sende ona yanaş ve Allah’a tevekkül et, çünkü O, işitendir, bilendir. 8/61

Eğer, müslüman olmayanlar, müslümanların dinine, malına, canına saldırmaktan vaz geçerlerse, barışa yanaşırlarsa onlarla barış yapılır.

Bir kısmı da vardır ki, savaş konusunda tarafsız olup, ne kendi kavimlerine, ne de müslümanlara saldırmak istememektedirler. Bu kimselere de müslümanlar savaş açmazlar. Kur’an’dan mealen:

- Ancak aranızda anlaşma bulunan bir topluma sığınanlar, yâhut ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak (istemediklerin)den yürekleri sıkılarak size gelenler hâriç. Allah dileseydi, onları sizin başınıza musallat ederdi, sizinle savaşırlardı. O halde onlar, sizden uzak durular, sizinle savaşmazlar ve sizinle barış içinde yaşamak isterlerse, Allah size onlara saldırmak için bir yol vermemiştir. 4/90

- Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adâletli davranmaktan menetmez. Çünkü Allah, adâlet yapanları sever. 60/8

- Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselerle dost olmaktan men eder. Kim onlarla dost olursa işte zâlimler onlardır. 60/9

İslam dininde eman dileyen müşrik kimselere de, saldırı olamadığı gibi, kendilerine, güvenlikleri konusunda yardım edilir. Kur’an’dan mealen:

- Ve eğer ortak koşanlardan biri eman dileyip yanına gelmek isterse, onu yanına al ki, Allah’ın sözünü işitsin sonra onu güven içinde bulunacağı yere ulaştır. Böyle (yap), çünkü onlar bilmez bir topluluktur. 9/6

Ayrıca saldırıya uğramış olsalar dahi, Allah, müslümanlara savaşta aşırı gitmemelerini emretmiştir. Kur’an’dan mealen:

- Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın; fakat haksız yere saldırmayın, çünkü Allah haksız yere saldıranları sevmez. 2/190

- Haram ayı, haram aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır. Kim size saldırırsa, onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın; Allah’tan korkun, bilin ki Allah muttakilerle (sakınanlarla) beraberdir. 2/194

İslam dininde savaş ortamında bile barışa teşvik edilir. Saldırganlara, saldırılarından vaz geçmemeleri çağrısında bulunulur.

Kur’an’dan mealen:

- İnkâr edenlere eğer, (savaştan) vazgeçerlerse, geçmişlerinin bağışlanacağını ve tekrar başlarlarsa evvelkilerin hükmünün uygulanacağını söyle. 8/38

Buna rağmen savaşta ısrar ederlerse, müslümanlar da kendilerine yapılan saldırıları önlemek, inançlarını hür olarak yaşamak için Allah’ın dinine yapılan tüm saldırıları engellemeye çaba gösterirler. Bu arada amaçlarından taviz vermeden, barış yolunu da açık tutarlar.

Kur’an’dan mealen:

- Fitne kalmayınca ve din tamâmen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Eğer vaz geçerlerse muhakkak ki Allah yaptıklarını görmektedir. 8/39

- Eğer dönerlerse, bilin ki Allah sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahib, ne güzel yardımcıdır! 8/40

İslam dininde hiç kimseye haksız yere saldırmak kabul edilmemiştir. bundan dolayı, Müslüman olmayan bir kimseye Müslüman olmuyor diye değil savaş açmak, baskı yapmak, yani zorlamada bulunmak dahi kabul edilemez. Her insan kendi inancını yaşayabilir, fakat şu da bilinmelidir ki, inanç yeryüzünde fitne çıkarmakta değildir. Yani bir kimse çıkıp ta benim inancım insanlara afyon satmaktır veya insanların mallarını haksız yere almaktır diyerek başkalarına zarar veremeyeceği gibi, nasıl ki kendisine haksız yere kimse saldırmıyorsa, o da hiçbir şekilde yer yüzünde haksız bir zorba olarak saldırıda bulunamaz. Aksi takdirde cezayı hak eder.

İnanca baskı yapılamayacağı ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tâğût’u reddedip, Allah’a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.  2/256

Bir işte veya bir olayda hareket noktası çok önemlidir. İslam dininde inançla ilgili olarak, peygambere verilen yetki tebliğ yani duyurmaktır. Bu konuda peygambere hesap sormak yetkisi verilmemiştir. İnanç ve farzlarla ilgili amel konusun da hesap sormak Allah’a aittir.

Kur’an’dan mealen:

- İyi bilin ki Allah’ın cezası çetindir ve Allah bağışlayıcı, esirgeyicidir. 5/98

- Resûle düşen, sadece duyurmaktır. Allah, neyi gizleyip neyi açığa vurduğunuzu bilir. 5/99

- Onlara va’dettiklerimizin bir kısmını sana göstersek de, seni (bundan önce) vefat ettirsek de sana düşen, duyurmaktır. Hesap görmek de bize düşer. 13/40

Görüldüğü gibi, İslam dininde haksız yere saldırı ve zulüm yoktur. İnsanlara iyilikleri için tebliğ yapılır, fakat ister kabul ederler veya etmezler, kabul etmemeleri halinde onlardan hesap sormak ancak Allah’a aittir.

Bütün bunlara rağmen, bir kimse Müslüman olsun veya olmasın, başkalarına haksızca saldırıp zulmederse! Kur’an’dan mealen:

- Kötülüğün cezâsı, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder, bağışlarsa onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zâlimleri sevmez. 42/40

- Kim zulme uğradıktan sonra kendini savunursa böyle hareket edenlerin aleyhine bir yol yoktur. 42/41

- Ancak şunların aleyhine yol vardır ki, insanlara zulmeder ve yeryüzünde haksız yere saldırırlar. (İşte bunlar kınanırlar ve) öylelerine acı bir azab vardır. 42/42

- Fakat kim sabreder, (kendisine yapılan kötülüğü) affederse, şüphesiz bu, çok önemli işlerden biridir. 42/43

Herhangi bir nefsi katletmemiş veya yer yüzünde fesat çıkarmamış bir kimseyi katleden kimse, İslam dinine göre büyük bir suç işlemiş olur. Müslüman olmayan bir kimse bir müslümanı bu şekilde katledemeyeceği gibi, inanca baskı yapılmasını dahi kabul etmeyen Allah, hiç bir Müslüman’a, Müslüman olmayan bir kimseyi haksız yere katletme yetkisi vermez. Haksız yere saldırı İslâm dinide büyük bir suçtur. Kur’an’dan mealen:

- Bundan dolayı İsrâil oğullarına şöyle yazdık: Kim, bir nefsi katletmemiş, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir nefsi katlederse, sanki bütün insanları katletmiş gibidir. Kim de onu(n hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur. Andolsun elçilerimiz onlara açık delillerle geldiler, ama bundan sonra da onlardan çoğu, yine yer yüzünde isrâf etmekte (aşırı gitmekte) dirler. 5/23

İslam dininde kısas gereken hallerde, zarar görenler affa teşvik edilmekle beraber, zarar görenlerin davacı olmaları halinde kısas uygulanır. Bu husus adaletin gereği olduğu gibi, ceza görme korkusu da suçtan caydırıcı bir etkendir. Kısas sistemi cana can , göze göz, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşı yaradır. İslam dinide, devletin hapishaneler kurmak suretiyle, suç işleyenleri cezalandırması ön görülmemiştir. Hapishaneler kurmak, hem devlete hem de halka yük getiren bir sistem olduğu gibi, kısastaki suç, ceza denkliğini ihtiva etmez. Ayrıca suçların yaygınlaştığı zamanlarda, hapishanelerde büyük yığılmalar olduğu gibi, disiplinin sağlanamadığı hallerde hapishane içerisinde çeşitli suçların işlenmesine neden olmaktadır. Hapishane sistemini yığılmalar nedeniyle taşıyamayan yöneticiler, zarar görenlerin rızası hilafına, suçluları af edip hapishanelerden tahliye edebilmektedirler. Bu da intikam duygularının ve hareketlerinin toplum içerisinde yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Kısas konusunda Kur’an’dan mealen:

- Onda (Tevrat’ta) onlara: cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılık kısas (ödeşme) yazdık.

Kim bunu bağışlar (kısas hakkından vazgeçer)se o kendisi için kefâret olur. Ve kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte zâlimler onlardır. 5/45

Faillerin şahıs olarak kesin belli olduğu münferit olaylarda, kısasa dahil suç işleyen bizzat verdiği zar kadar ceza görür. Fakat öyle olaylar vardır ki, bir topluluk tarafından başka bir topluluğa karşı işlenmiş olabilir. Bu iki topluluk, Mümin iki toplulukta olabilir. Örneğin, iki Mümin aşiret veya kabile gibi.

Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Eğer müminlerden iki grup vuruşurlarsa onların arasını düzeltin; şâyet biri ötekine (barışa yanaşmayıp) saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla vuruşun. (Allah’ın buyruğuna) dönerse artık adâletle onların arasını düzeltin ve (her hususta) âdil olun, Allah, adâlet(le hareket) edenleri sever. 49/9

- Muhakkak müminler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki size rahmet edilsin. 49/10

Zarar veren topluluk tek bir fert gibi sayılarak, zarar görenler tarafından veya katl olma olayı olmuşsa katl olunanın akrabaları tarafından af edilmemişse, kısas uygulanır. Kısas uygulanırken yine denklik gözetilir.

Kur’an’dan mealen:

- Eğer bir ceza ile mukabele edecek olursanız size reva görülen cezanın misli ile ceza verin. Eğer sabrederseniz bu, tahammül edenler için daha hayırlıdır. 16/126

Yukarıda meali yazılı âyet her çeşit kısas cezası için genel hükümdür.

Toplumsal olaylarda, katletme konusunda suçlu toplumun tek bir şahısmış gibi dikkate alınarak verdiği zarar kadar cezalandırılması. Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler, katletmede kısas size farz kılındı. Hürre karşılık hür, köleye karşılık köle, kadına karşılık kadın. Ama kim kardeşi tarafından affedilirse, o zaman (affedenin örfe göre) uygun olanı yapma(sı uygun diyeti istemesi, affedilenin de) güzelce onu ödeme(si) gerekir. Bu, Rabb’iniz tarafından bir hafifletme ve rahmettir. Kim bundan sonra da saldırıya kalkarsa artık onun için acı bir azap vardır. 2/178

- Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (suç işlemekten) sakınırsınız. 2/179

Görüldüğü gibi, kısasta af etmek teşvik edilmiştir, fakat garanti edilmeyerek zarar görenin hakkı korunmuş ve suçtan caydırıcı bir adalet olması sağlanmıştır.

İslam dini barışçı ve affı teşvik eden bir dindir. Hiç kimseye haksız yere saldırıyı kabul etmez. Ve mümin dahi olsalar haksızlık edenleri korumaz.

Mümin olmayan bir kimse, bir müddet sonra mümin olabileceği gibi, kendisi mümin olmasa bile nesiller sonra dahi onun soyundan gelen kimseler mümin olabilirler. Mümin olan bir kimsede bir müddet sonra kafir olabilir. Dünya hayatında insanlar imtihan şartları içerisinde düşünülür, kendilerine düşünme fırsatı verilir. Mallarına, canlarına haksız saldırı İslam dininde tasvip edilmediği gibi. İslam dışı inançlara baskıyı da İslam dini tasvip etmez.

KÖLELERİN DURUMU KONUSUNA GELİNCE: İnsanlar Adem ve Havva’nın çocukları olarak aynı ana babadan dünyaya gelmelerine rağmen, tarihte çok yaygın olarak bir birlerini köle yapmışlardır. İnsanların, insanları köle edinme kaynaklarını başlıca üç şekilde tasnif edebiliriz:

1- Savaş veya baskın neticesinde, yenilen veya ele geçirilen tarafın köleleştirilmesi.

2- Köle sahiplerinden satın almak yoluyla köle edinilmesi.

3- Köle sahiplerinin, köleleri üretmek suretiyle çoğaltıp, yeni köleler edinmesi.

Bu suretle bir insan, diğer bir insanı köle edinmekte ve hürriyetine el koyabilmektedir. Bu durum köle olmuş insan için çok zor bir olaydır. Köle olmuş insanları, kölelikten kurtarmanın iki yolu vardır. Bunlardan bir tanesi herkes hürdür deyip köleliğin reddedilmesi, ikincisi ise kontrollü şekilde sosyal doku içinde eritmek suretiyle azalta, azalta mücadele edilmesidir.

Herkes hürdür deyip kölelik ret edildiğinde, köleliğin yaygın olduğu devirlerde, bir çok sosyal patlamalar meydana gelecektir. Örneğin: Toplumda hür fakat birçok işsiz, evsiz, aç insanlar doluşacak, efendileri eliyle azat edilmiş köleler, efendilerinden intikam alma durumuna gelebilirler. Hatta bir araya gelip eski efendilerini köle yapmaya kalkışa bilir ve daha birçok olaylara sebebiyet verebilirler.

Kölelikle sosyal doku içerisinde eritmek suretiyle azalta azalta mücadele edilmesi durumu ise, toplumu sarsmayan ve hatta İslam toplumu dışındaki köleci toplumlarla etkili bir mücadele yöntemidir. Zira Müslümanların, korku duymadan o toplumlardan köle satın alıp hürriyete kavuşturmalarına olanak vermektedir.

Kölelikle mücadele edilmesiyle ilgili olarak, Kur’an’da bir dizi tedbirler vardır, bunlardan örnekler verecek olursam:

Kur’an’dan mealen:

- (Savaşta) kâfirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı Salıverin. Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda katledilenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz. 47/4

Böylece, savaş esirlerinin köleleştirilmesi, İslam’da yasaklanmış olmaktadır. Zira savaşın bitiminde esirler ya karşılıksız yada fidye karşılığı serbest bırakılacaklardır. Böylece savaş yoluyla köle alınması önlenmiş olmaktadır.

Köle sahibi olan kafirlerin ellerindeki kölelerden satın almak, kölelerin müslümanların eline geçmesine ve böylece hürriyete kavuşmaları için kendilerine bir kapı açılmış olmaktadır. Zira, İslam dininde kölelerin hürriyete kavuşmaları teşvik edildiği gibi, diyet şartına da bağlanmış, sadakalardan kendilerine pay verilmesi farz kılınmış, ayrıca kendilerinden hayır beklenen bir kölelerin mükatebe yapmak suretiyle hürriyetine kavuşturulması ön görülmüştür. Cariyelerin zorlanıp zinaya sürüklenmesi yasaklanmış, köle ve cariyelerden salih olanların evlendirilmesi emredilmiştir. Böylece bir dizi tedbirlerle, köleliğin ortadan kaldırılması yolu açılmıştır. Bu hususlarla ilgili olarak örnekler verecek olursam,

Kur’an’dan mealen:

- (İnsan), hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? 90/5

-(Gösteriş ve övünme için) “Ben birçok mal telef ettim” diyor. 90/6

- Kimse kendisini görmedi mi sanıyor? 90/7

- Biz ona vermedik mi: İki göz 90/8

- Bir dil, iki dudak? 90/9

- Ona iki yolu (doğru ve eğriyi) göstermedik mi? 90/10

- Fakat o, sarp yokuşu geçemedi. 90/11

- Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin?  90/12

- Bir boynu (kölelik zincirinden) çözmek, 90/13

- Yahut doyurmaktır: açlık gününde, 90/14

- Akraba olan yetimi, 90/15

- Yâhut hiçbir şeyi olmayan yoksulu, 90/16

- Sonra inanıp birbirlerine sabır tavsiye eden ve merhamet tavsiye edenlerden olmak. 90/17

Doğru yolda olmanın bir şartı olarak, köle azat etmek gösterilmiştir. (Ayrıca bak. 2 Bakar 177. )

Kefâret şartı olarak köle azat etmenin farz kılınması.

Kur’an’dan mealen:

- Kadınlarına zıhar edip sonra söylediklerinden dönenler, karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuştursunlar. Size öğütlenen (hüküm) budur. Allah yaptıklarınızı haber almaktadır. 58/3

(Ayrıca bak. 4 Nisa 92 ; 5 / M3aide 89 )

Kölelerin, ihtiyaçlarını karşılamak üzere, kendilerine sadakadan farz olarak pay verilmesi. Kur’an’dan mealen:

- Sadakalar, Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, düşkünlere, onlar üzerinde çalışan (sadaka toplayan) memurlara, kalpleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara, kölelik altında bulunanlara, borçlulara, Allah yoluna ve yolcuya mahsustur. Allah bilendir, hikmet sâhibidir. 9/60

Köle ve cariyelerin evlendirilmesi ve mükatebe konusunda Kur’an’dan mealen:

- İçinizden bekârları ve köle ve câriyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah, lûtiyle onları zengin eder. Allah geniş (nimet ve lütuf sahibi)dir. (her şeyi) bilendir.  24/32

- Evlenme (imkânı) bulamayanlar, Allah kendilerini lûtfundan zengin ed(ip evlenme imkânına kavuştur)uncaya kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında (köle ve câriye)lerden, mükâtebe (akdi) yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir iyilik görürseniz mükâtebe yapın. Ve Allah’ın, size verdiği malından onlara da verin. Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, nâmuslu kalmak isteyen câriyelerinizi zinaya zorlamayın. Kim onları (zinaya) zorlarsa, şüphesiz Allah, zorlanmalarından sonra (0 cariyelere karşı) bağışlayıcı, esirgeyicidir. 24/33

Yukarıdaki ayet meallerinde görüldüğü gibi, İslam dininde köleliğin sona erdirilmesiyle ilgili çok önemli yaptırımlar vardır. Bir insanın dünyada en çok isteyeceği şeylerden bir tanesi, hürriyet ve ev bark sahibi olmasıdır. İslam dininde bunlarla ilgili sağlam esaslar getirilmiştir, köle ve cariyelerden salih olanların evlendirilmesi emredilmiştir. Ayrıca cariyelerin zinaya zorlanması yasaklanmış olup, zinadan uzak aile kadını olmalarına olanak sağlanmıştır. Köleliği kesin ortadan kaldıran bir husus olarak, kölelerle mükatebe akdi yapılması emredilmiştir. Bu mükatebe akdinin tek şartı, hürriyeti verilecek kölenin, kendisinde iyilik görünen bir kimse olmasıdır. Kölelik altında yaşamış olan ve kendisinden iyilik görünmeyen bir kimsenin hürriyete kavuşturulması, İslam toplumuna zararlı olacağından, köleliğin tasfiyesi olayında bu benimsenmemiştir. Bunun dışında kişi kendisinden hayır görünen bir kimse ise, hür olması için mükâtebe akdi yapmak üzere müracaat etmesi yeterlidir. Kendisiyle yapılan mükâtebe akdi, hürriyete kavuşma akdidir; bir hürriyet belgesidir. Bu akit hürriyete kavuşan köleye baş edemeyeceği mali yük getiren bir akitte değildir, tam tersi, toplumda tutunabilmesi için kendisine malen yardım edilmesi emredilmiştir. Zira, hiçbir maddi imkana sahip olmadan hür olması, kendisini köleliği arayacak hale getirebilir, bu mali yardım yapılmak suretiyle önlenmiştir. Ayrıca, kölelik müddeti içerisinde, köle sahibi, kölesine kısas kapsamına giren bir zarar verdiği zaman, kölenin affetmeyip kısas istemesi halinde, kölesine verdiği zarar kadar kendisine kısas uygulanır. Ferdi olaylar için, kısas uygulamasında, Kur’an’da, efendi köle ayırımı yapılmamıştır.

Kaldığımız yerden rivayetleri incelemeye devam edecek olursak, şöyle ki :

288- Abbâs İbnu Abdulmuttalib anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki : “Ne me’mûne (beyin zarına ulaşan yara)da, câife (bedenin iç kısmına ulaşan yara)da, ne de münakkıla (kemiği kırıp yerinden kaydıran yara)da kısas vardır. (Yani başkasını bu çeşit yaralarla yaralayan kimseye kısas uygulanmaz, diyet alınır).” (K.S. 6812 C.17 S.330, alıntısı, İbn’i Mace 2637. )

Yukarıda ki rivayette, ağır yaralamaların kısas dışı olduğunu iddia etmekle, kısasın bu husustaki caydırıcılığını ve adaletli bir karşılık olma olayını ortadan kaldırmayı amaçlamışlardır.

Zarar görenin affetmemesi halinde, kısas yoluyla her çeşit yaraya karşı, denk bir yara açılması gerektiği Kur’an’da belirtilmiştir. Yaralarda istisna yapılan rivayetin aslı yoktur.

Kur’an’dan mealen:

- Onda (Tevrat’ta) onlara: cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılık kısas (ödeşme) yazdık. Kim bunu bağışlar (kısas hakkından vazgeçer)se o kendisi için kefaret olur. Ve kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte zâlimler onlardır. 5/45

Görüldüğü gibi, yaralarda istisna yapılmamıştır. Ayrıca hiçbir şahıs istisnası da yapılmamıştır, bundan dolayı, oğul'a, babası sebebiyle kısas uygulanmaz diye uydurdukları şu rivayetin de aslı yoktur:

289- Süreka İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın, oğlu sebebiyle babaya kısas uyguladığına, fakat oğluna, babası sebebiyle kısas uygulamadığına şahid oldum.” (K.S. 4957 C.14 S.174 Akçağ 1992 alıntısı, Tirmizi, Diyât 9, (1399). )

Hem de bu rivayette çok ilginç bir husus vardır. Oğul babasını dövse, yaralasa, öldürse, oğul'a hiçbir kısas cezası verilemeyeceği, fakat aynı şekilde baba çocuğa zarar verirse babaya kısas uygulaması gerektiğini rivayet etmişlerdir. Hal bu ki, değil ana, babayı dövmek, yaralamak v.s. Onlara çocukları, Kur’an’a göre “öf” dahi diyemezler, bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Rabb’in yalnız kendisine tapmanızı ve anaya babaya iyilik etmenizi emretti. İkisinden birisi, yâhut her ikisi, senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşır (ihtiyarlık zamanında senin yanında kalırlar)sa sakın onlara “öf” deme, onları azarlama! Onlara güzel söz söyle. 17/23

Ayrıca, İslam’da ki kısas hukukunu ortadan kaldırmak için, haklı olarak kısas isteyenin, bu isteğinden dolayı suçlu olacağını iddi ettiler, hal bu ki haklı olmakla suçlu olmak zıt şeylerdir. Haklı olan, hakkını istemekten dolayı asla suçlanamaz.

Bu konuda uydurdukları rivayetlerden örnekler:

290- Resûlullah’a adam öldürmüş birini getirdiler. O da öldürenin velisine kısas hakkı tanıdı. Bunun üzerine veli onu alıp gitti. Boynunda tasma vardı; onu çekiyordu. O dönüp gittikten sonra. Resûlullah:
“Katille maktul cehennemdedir” buyurdular. Derken biri o adama giderek Resûlullah’ın sözünü söyledi. O da katili bırakıverdi. (Sahihi Müslim C.8 H.33/322 Sönmez Neşriyat A.Ş. Ahmed Davudoğlu. )

291- Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a bir adam getirip:
“Bu adam kardeşimi öldürdü” diye şikayette bulundu. Rasulûllah da:
“Git sen de öldür, tıpkı kardeşini öldürdüğü gibi!” buyurdular. Adamcağız şikayetçiye:
“Allah’tan kork, beni affet! Çünkü af senin için büyük bir ücrete sebeptir. Senin için de, kardeşin için de Kıyamet günü daha hayırlıdır!” dedi. Adam onu salıverdi. Durum Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a haber verildi. Resûlullah (onu çağırıp) sordu. Adam (caninin) kendisine söyledikleri haber verdi.” (Râvi devamla) der ki: “(Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm): “Onu azat et! Aslında onu azad etmen, onun için, kıyamet günü onun sana yapacağından daha hayırlıydı. O gün: “Ey Rabbim! Diyecek, şuna sor bakalım, beni niye öldürmüştü?” (K.S. 4983 C.14 S.200 Akçağ, alıntısı, Nesâi, Kasâme 6(8,18). )

Rivayetin sonunda ki tehdit ifadesine dikkat edildiğinde, kısas hakkını talep eden, bu isteğinden dolayı suçlu duruma düşürülmek istenmiştir.
Kısastan vazgeçip affetmek iyi bir şeydir. Fakat kısas hakkını talep edende hiçbir zaman suçlu duruma düşmez; hiçbir şekilde suçlanamaz. Zira bu onun hakkı olan bir husustur. Onların bu rivayeti uydurmaktan kasıtları affı teşvik etmek değildir. Kısasın uygulanmasını kökten yok etmektir. Çünkü kısas yok edilip uygulanmasa suç işleme artar, adalet, Kur’an ölçülerine göre yerine getirilmemiş olur. Suçların engellenmesinde caydırıcılık yönünden kısas çok etkilidir. Toplumsal asayişin sağlanmasında kısasın büyük önemi vardır. Onun için müslümanlar arasında fitnelerin yayılması için kısası yok etmek bakımından rivayetler uydurmuşlardır.

Kur’an’da kısas konusunda şöyle denmiştir, mealen:

- Ey akıl sâhipleri, kısasta sizin için hayat vardır, böylece korunursunuz. 2/179

Mealini yazdığım 2 Bakara 179 ayetinden durum gayet net bir şekilde anlaşıla bilir.

292- İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah’tan başka İlah olmadığına ve benim de Allah’ın Resûlü bulunduğuma şahadet eden kimsenin kanı, üç hal dışında helal değildir:
1- Zina yapan dul.
2-Cana can kısas.
3-Dinden çıkıp cemâatten ayrılan.”
(K.S. 4931 C.14 S.140 Akçağ, alıntısı, Buhari, Diyât 6; Müslim, Kasâme 25,(1676); Ebu Dâvûd, Hudûd 1,(4352); Tirmizi, Diyât 10,(1402); Nesâi, Tahrim 5,(7,90,91), Kasâme 5,(8,131). )

Zina yapan dulla, cana can kısas konusuna değindim. Bu rivayetin üçüncü şıkkında mürteddin öldürüleceğini tahdis etmişlerdir, hal bu ki Kur’an’da bazı durumlarda mürte de tevbe fırsatı verilmiştir. İrtidat eden katledilirse, tevbe etmesi nasıl mümkün olur. Kaldı ki , inandıktan sonra inkar edip, inkarlarını arttırdıklarından dolayı tövbeleri kabul edilmeyenler hakkında dahi Kur’an’da ölüm cezası öngörülmemiştir. Kur’an’dan mealen:

- İman ettikten, Resûlün hak olduğunu gördükten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra, inkar eden bir kavme Allah nasıl yol gösterir? Allah, zalim, kavmi doğru yola iletmez.  3/86

- İşte onların cezası: Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerindedir! 3/87

- O (lanet)in içinde ebedi kalacaklardır. Onlardan azab hafifletilmeyecek ve onlara asla bakılmayacaktır. 3/88

- Ancak ondan sonra, tevbe edip uslananlar başka. Çünkü Allah, bağışlayan, merhamet edendir. 3/89

- Onlar ki, inandıktan sonra inkar ettiler, sonra inkarları arttı, onların tövbeleri kabûl edilmeyecektir ve işte onlar sapıkların ta kendileridir. 3/90

Dinden çıkıp cemaatten ayrılana ölüm cezası verilmesi halinde, irtidat edenler inkarlarını gizleyeceklerdir, bu da münafıkların artmasına sebep olacaktır. Münafıkların artması, İslam toplumu için iyi bir şey değildir. Kaldı ki, değil inançtan dolayı öldürmek, İslam da inanca baskı yani ikrah dahi yoktur. İsteyen inanır, isteyen inanmaz, kullar inanmayandan inanmadığından dolayı hesap soramazlar, bu konuda hesap sormak Allah’a aittir.

293- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim hayızlının fercine veya bir kadının dübürüne (arka uzvuna) temas ederse veya kâhine uğrarsa Muhammed’e indirilenden teberri etmiş yüz çevirmiş) olur.” (K.S. 3823 C.11 S.44 Akçağ, alıntısı Tirmizi, Tahâret 102, (135); İbnu Mâce, Tahâret 122,(639). )

Bir kadının dübürüne temas eden kimse, Lût kavminin sapık ameline benzer bir amel işlemiş olur, dolayısıyla böyle kimseler müslüman değillerdir, bu konuya evvelce değinmiştim. Bir kâhine uğrayan yani fal açtıran kimsede o kahinin gaybı bildiğini kabul etmiş olmakla, kâhini Allah’a ortak koşmuş olur, zira gaybı İslam inancına göre ancak Allah bilir. Hayızlı kadına temasta bulunmak, İslam dininde günah sayılan bir harekettir, fakat dinden çıkarıcı bir hareket değildir.

Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Sana âdet görmeden soruyorlar. Deki: “O eziyettir.” Âdet hâlinde kadınlardan çekilin, temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman Allah’ın emrettiği yerden onlara varın. Allah tevbe edenleri sever, temizlenenleri sever.  2/222

Ayrıca , hayızlı kadına temas konusunda ki tekfir iddialarıyla, tahdis ettikleri şu rivayetler çelişkilidir:

294-. ...... İbn Abbasi (r.a.) demiştir ki:
“(Bir kimse), kanın başlangıcında karısına yaklaşırsa bir dinar, kanın kesilmesi sırasında (yaklaştığında) cima ederse yarım dinar sadaka versin.” (Ebû Dâvûd C.1 S.472 H.472 H.265 K.Taharet (1), Bâb 105 Şamil 1987.)

295- Bir rivayette şöyle denmiştir: “Kişi hanımına kanama hâlinde temasta bulunmuşsa bir dinar, kanın kesilme hâlinde temas etmişse yarım dinar tasadduk eder.” (K.S. 3834 C.11 S.50 Akçağ, alıntıları. Tirmizi , Tahâret 103, (136,137); Ebu Dâvud. Tahâret 106,(264, 265,266); Nesâi, Tahâret 182,(1,153); İbnu Mâce, Tahâret 123,(640). )

Görüldüğü gibi rivayetler çelişkilidir, bir taraftan söz konusu fiili işleyen tekfir edilirken, diğer taraftan ceza olarak bir veya yarım dinar tasadduk öngörülmüştür. Küfretmenin karşılığı yarım dinar veya bir dinardır demek açık bir çelişkidir.


 HAYVANLARLA İLGİLİ OLARAK UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

Bilindiği gibi, dünyada yaşam süren birçok canlı bulunmaktadır. İslam inancında, İnsanlar ve Cinler dünya yaşantılarında imtihan
geçirmekte olup, amellerine göre Cennetlik yada Cehennemlik olmaktadırlar. Rivayet uydurmacıları, insanlara ve cinlere has olan bu imtihan şeklini insanlar nazarında amacından saptırmak için, bimtihanın içeriğinde bulunan iyi ve kötü kavramlarını hayvanlara da yüklemek suretiyle amacından saptırmaya çalışmışlardır. Bu amaçlarına ulaşmak için, hayvanların davranışlarını dini ölçülere göre değerlendirme yoluna gitmişlerdir, halbuki değil hayvanların davranışlarını dini ölçülerle değerlendirmek, ne yaptığını bilemeyen akıl özürlü insanların davranışları bile, İslam dinine göre dini ölçülerle değerlendirilemez. Bu hususlarda uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler verecek olursam, şöyle ki:

296- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “Yılan fasık tır, akrep fasık tır, karga fasık tır.”
Kâsım İbnu Muhammed İbni Ebi Bekr radıyallahu anh’a: “Karga yenilir mi?” diye sorulmuş. Şu cevabı verdi: “Resulullâh aleyhissalâtu vesselâm’ın ona “fasık” demesinden sonra onu kim yer?” (K.S. 6954 C.17 S.408 Akçağ, alıntısı. İbni Mace 3942. )

297- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Hayvanlardan beş tanesi vardır ki bunların her biri fâsık tır. Harem bölgesinde olsun, Hill (denen Harem dışı) bölgesinde olsun bunlar öldürülür: Karga, çaylak, Akrep, sıçan, kelb-i akûr. (K.S. 4938 C.14 S.149 Akçağ, alıntısı Müslim, Hacc 66-67, (1198); Tirmizi, Hacc 21,(837); Nesâi, Hacc 113,(5,208). )
Müslim’in bir rivayetinde Hz. Aişe şöyle demiştir: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beş fâsığın Hill’de ve Haremde öldürülmesini emretti........ (K.S. 4938 notu. )

Görüldüğü gibi fasık lık günahını bazı hayvanlara yüklemişlerdir. Kur’an’da ise fasıklar hakkında şöyle denmiştir: Mealen:

- Andolsun ki sana apaçık ayetler indirdik. Onları fasıklardan başkası inkar etmez. 2/99

Böylece, dediklerine göre çaylak, Akrep, sıçan v.s. Fasık olmakla ayetleri inkar edenlerden olmuş oluyorlar. Fasıkların ahirette erişecekleri netice ise Kur’an’da helak olarak belirtilmiştir.

Kur’an’dan mealen:

- O halde peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar va’dedildikleri azabı gördükleri gün sanki dünyada gündüzün sadece bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu, bir tebliğdir. Fasık topluluktan başkası helak edilir mi hiç? 46/35

Bu duruma göre, hayvanlar için fasık lık iddia etmeleri, Kur’an’a uymamaktadır.

298- Fâkih İbn’i-Muğire’nin azadlı cariyesi Saibe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Hz. Aişe radıyallahu anhâ’nın yanına girmiştim. Odasında, yere konulmuş bir mızrak gördüm. “Ey müminlerin annesi! Bununla ne yapıyorsun?” diye sordum. Şu cevabı verdi:
“Biz bununla şu kelerleri öldürüyoruz. Çünkü Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize bildirdi ki, Hz. İbrahim aleyhisselâm ateşe atıldığı zaman yerdeki bütün hayvanlar ateşin sönmesine katıldı, sadece keler katılmadı. Dahası o, ateşi (yanması için) üflüyordu. Bu sebeple Aleyhissalâtu vesselâm bunun öldürülmesini emir buyurdu. (K.S. 6949 C.17 S. 405 Akçağ alıntısı, İbn-i Mace 3231. )

Bu rivayette belirttiklerine göre keler (kertenkele) büyük bir İslam düşmanı olmuş oluyor. Bunlar öylesine iddialardır ki, Kur’an’ın evrensel mesâjını, keler şöyledir yok kertenkele şöyledir diyerek, akılları sıra çoluk çocuk oyununa döndürmeye çalışmaktadırlar. Müslim’in kertenkele hakkında uydurmuş olduğu rivayetler, bu konuda ki amaçlarını açıkça ortaya koymaktadır. Örneğin:

299- Resûlullah’a atfen: “Her kim kertenkeleyi ilk vuruşta öldürürse ona şu ve şu kadar sevaba vardır, ve her kim onu ikinci vuruşta öldürürse, birinciden aşağı olmamak üzere ona şu kadar sevap vardır. Ve her kim onu üçüncü vuruşta öldürürse ona da ikincisinden aşağı olmamak üzere şu ve şu kadar sevaba vardır.” buyurdular. (Müslim 146/695 C.9 Sönmez Neşriyat A.Ş. )

Sanki bahsettikleri kertenkele değil de, Müslümanlara saldıran yedi başlı ejderha, öyle ki, Müslim’in 147. Rivayetinde (Cilt 9) belirttiğine göre, birinci vuruşta kertenkeleyi öldürene yüz sevap verilecekmiş. Hal bu ki, İbrahim peygamberin atılmış olduğu ateş hiçbir yaratığı müdahalesi olmadan. Yalnız, Allah’ın ateşe emretmesiyle, ateş serin ve selametli bir hal almıştır, yani kertenkele haricindeki diğer yer yaratıklarının ateşi söndürmeye çalıştığını iddia etmeleri de, Kur’an’a uymayan bir iddiadır.  Kur’an’dan mealen:
 
- Dediler: “Onu yakın, ilahlarınıza yardım edin, eğer bir iş yapacaksanız.” 21/68

- Biz de “Ey ateş, İbrahim’e serin ve esenlik ol!” dedik.  21/69

Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayetlerin aslı yoktur.

300- İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm av veya koyun veya çoban köpeği hariç diğer bütün köpeklerin öldürülmesini emretti.”
İbnu Ömer radıyallahu anh’a: “Ebu Hüreyre, “veya ekin köpeğini de diyor!” denilmişti, bunun üzerine: “Onun ekini var da ondan!” cevabını verdi ve ilave etti:
“Biz Medine ve civarına gider, tek köpek bırakmaz hepsini öldürdük. Hatta biz, çölden gelmiş kadına refakat eden arkadaş köpeği bile öldürdük.” (K.S. 4949 C.14 S.159 Akçağ, alıntıları. Buhari, Bed’ül-Halk 14; Müslim, Musâkât 45,(1570); Muvatta, İstizân 14,(2,969) Tirmizi,Sayd 4,(1488); Nesai,Sayd 9,(7,184). )

 301- Resûlullah’a atfen: Resûlullah köpeklerin öldürülmesini emir buyurdu ve köpekler öldürülsün diye Medine’nin nahiyelerine haber gönderdi. (Sahihi Müslim 44/24 C.8 Sönmez Neşriyat A.Ş. )

302- Resûlullah’a atfen: Resûlullah bize köpekleri öldürmeyi, emir buyurdu. Hatta kadın köpeği ile çölden gelirdi de biz o köpeği bile bile öldürdük . Sonra peygamber köpekleri öldürmeyi yasak etti ve:
- Halis siyahını, iki noktalısını öldürmeye bakın, çünkü o şeytandır; buyurdu. (Müslim 47/25 C.8 Sönmez Neşriyat A.Ş. )

303- Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm ) buyurdular ki:
“Kişi, önüne semer kaşı kadar bir şey bırakmadan namaz kılarsa; (önünden geçtiği takdirde ) siyah köpek, kadın, eşek, namazını bozar...”
Ebu Zerr’e dendi ki:
“Siyahın kırmızıdan, beyazdan farkı nedir?” Şu cevabı verdi:
“Ey kardeşimin oğlu! Sen bana, benim Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)a sorduğum şeyi sordun. Efendimiz:
“Siyah köpek şeytandır” buyurmuştu.” (K.S. 2743 C.9 S.39 Akçağ, alıntıları. Müslim, Salât 265, (510); Ebû Dâvûd, Salât 110,(702), Tirmizi Salât 253,(338); Nesâi Kıble 7,(2,63); İbni Mâce, İkâmetu’s-Salât 38,(952). )

Bu rivayetleriyle, tüm siyah köpekleri şeytan saydıkları, dolayısıyla eşeklerle, kadınları da özdeşleştirerek şeytan saymışlardır, bu husus özellikle kadınlara büyük bir hakarettir ve İslam'da yeri yoktur.

Bizimle beraber dünyada yaşayan tüm hayvanlar, Allah’ın gerekli görüp yarattığı ve çeşitli işlevleri olan yaratıklardırlar. Bu canlılar, dinsel tebliğ dışında olmakla, onların şeytanlıkla veya vahyi reddetmeyle ilgileri yoktur. Allah tarafından kendilerine yükletilen işlevleri yerine getirirler, örneğin, arının bal yapması gibi. Ayrıca bizim tam olarak bilmediğimiz veya bilemeyeceğimiz görevleri de olabilir. Şu kesindir ki, Allah hiçbir şeyi boşu boşuna yaratmaz. Ve yaratmış olduğu hiçbir canlı türünü gereksiz yere yok etmemizi bize emretmez. Tüm canlılar bizim gibi birer ümmet olup, kendilerine has yaşamlarını sürdürürler.

Kur’an’dan mealen:

- Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, (onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz kitap da hiçbir şeyi eksik bırakmadık . Sonra (onlar), Rab’leri(nin huzûru)na toplanacaklardır.  6/38

Hal böyle olunca, peygamberin hiçbir gerekçe göstermeden köpeklerin öldürülmesini emrettiği yolunda ki rivayetlerin aslı yoktur. Ayrıca, siyah köpeklerin şeytan olduklarını rivayet etmelerinin İslami hiçbir yönü yoktur. Daha başka rivayetlerinde de, zaman, zaman bazı hayvanların şeytan olduğunu rivayet etmişlerdir. Böyle yapmalarının nedeni, dikkatleri şeytandan ve şeytanın verdiği zararlardan başka yöne
çevirmek, insanların şeytan tehlikesini hatife almalarını sağlamak ve böylece şeytanın onları aldatmasını kolaylaştırmak içindir. Özellikle de köpeklerin ve develerin şeytan olduklarını rivayet etmişlerdir, zira, köpek Ashabı Kehf’e bekçilik etmişti, Devede bir kavme, Allah tarafından imtihan vasıtası yapılmıştı. Onun içindir ki bu iki hayvana kin duymuşlardır.

Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- (Ashabı Kehf) Uykuda oldukları halde sen onları uyanıklar sanırsın. (Uyudukları yerde) onları sağa sola çeviririz. Köpekleri de girişte iki kolunu (ön ayaklarını) uzatmıştır. Çıkıp da onlara baksaydın, mutlaka onlardan dönüp kaçardın. Ve onlardan için korku dolardı. 18/18

- Semûd (kavmin)e de kardeşleri Sâlih’i (gönderdik): “Ey kavmim dedi, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabb’inizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah’ın dişi devesi, size mûcizedir, bırakın onu Allah’ın arzında yesin (içsin) sakın ona kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azab yakalar.”   7/73

Hal bu ki onlar deve için şöyle dediler.

304- Resûlullah’a atfen: “Koyun ağıllarında namaz kılın, zira koyunlar mübarek (hayvanlar)dır. Deve damlarında namaz kılmayın. Zira onlar şeytanlardır.” (K.S. 2696 C.8 S.536 Akçağ, alıntısı. Ebu Dâvud, Salât 25,(493). )

305- Berâ (radıyallahu anh)’nın rivayetlerine göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle demiştir:
“Deve ağıllarında namaz kılmayın, çünkü onlar şeytandandır.”
Koyun ağıllarından soruldu:
“Oralarda kılın, çünkü onlar berekettir” buyurdular.” (K.S. 3689 C.10 S.478 Akçağ, alıntıları. Ebu Dâvud, Tahâret 72,(184); Tirmizi, Tahâret 60,(81). )

Köpeklerle, develerin şeytan olduğu yolundaki rivayetlerinin aslı yoktur.

306- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Melekler, içinde köpek ve çan bulunan kâfileye arkadaşlık etmezler.” (Müslim, Libâs 103,(2113,2114); Ebû Dâvûd, Cihâd (2555,2556); Tirmizi, Cihâd 25,(1703). K.S. 2196 C.8 S.33 Akçağ. )

307-.......... Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdis edip: Ben bunu senin şurada bulunduğun gibi ez-Zuhri’den ezberledim, o şöyle dedi: Bana Ubeydullah ibn Abdillah, İbnu Abbâs’tan; o da Ebû Talha Zeyd ibn Sehl’den (Allah onlardan râzı olsun) haber verdi ki, Peygamber (S): “Melekler, içinde köpek ve sûret bulunan bir eve girmezler” buyurmuştur. (Buhari, Kitâbu Bed’i’l-Halk H.126 C.7 S.3099 Ötüken 1987. )

İddia ettiler ki, Melekler içinde, çan, köpek ve sûret (resim, heykel) bulunan yere gitmeyip ordan uzak dururlarmış. Bu devirde insanların tamamına yakını, resimli kimlik kartlarını üzerlerinde taşımaktadırlar, kullandıkları çoğu paraların üzerinde resimler vardır ve denebilir ki,  dünyada içinde insan veya hayvan resmi olmayan hemen hemen hiçbir ev yoktur. Hal böyle olunca, ölüm melekleri resimlere rağmen insanların canlarını nasıl almaktadırlar. Eğer iddiaları doğru olmuş olsaydı, üzerinde resim bulunan insandan uzak durmak suretiyle veya içinde resim olan eve ölüm melekleri girmeyeceklerinden insanların ölmemeleri gerekirdi ve bunun gibi başka misaller verilebilir. Gerçekler onların iddiaları hilafınadır.

Canları meleklerin aldığına dair Kur’an’dan mealen:

- Nefislerine zulmeden kimselere, canlarını alırken melekler: “Ne işte idiniz?” dediler. (Bunlar): “Biz yer yüzünde âciz düşürülmüştük.” diye cevap verdiler. Melekler dediler ki: “Peki, Allah’ın yeri geniş değil miydi ki onda göç ed(ip gönlünüzce yaşayabileceğiniz bir yere gid)eydiniz?” İşte onların durağı cehennemdir, ne kötü bir gidiş yeridir orası! 4/97

Bu itibarla tahdis etmiş oldukları rivayetlerin aslı yoktur.

308- Selman radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a çekirgeler sorulmuştu:
“Onlar, Allah’ın en kalabalık ordularıdır. Onu ne yerim ne de haram kılarım” buyurdular.” (K.S. 3913 C.11 S.154 Akçağ, alıntıları. Ebu Dâvud, Et’ime 35,(3813); İbnu Mace, Sayd 9,(3219). )

309- Rezin rahimehullah Hz. Câbir radıyallahu anh’tan naklediyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm çekirgelere beddua etti ve dedi ki:
“Allah’ım! Çekirgeleri helâk et, büyüklerini öldür, küçüklerini
helâk et, nesillerini kes ağızlarını geçimimiz ve rızkımızdan (uzak) tut. Sen duaları işitensin.”
(Orada bulunan) bir adam:
“Ey Allah’ın Resûlü! Çekirgelere nasıl böyle beddua ediyorsunuz, onlar ki Allah’ın ordularından bir ordudur” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm da cevaben:
“Çekirge, denizdeki bir balığın hapşırığıdır” buyurdular.” (K.S. 3914 C.11 S.154 Akçağ, alıntıları. Tirmizi, Et’ime 23,(1824); İbnu Mâce, Sayd 9,(3221). )

Çekirgelerin, Allah’ın en kalabalık orduları olduğunu rivayet etmişlerdir. Buna rağmen, peygamberin, çekirgelerin mahvolmaları için dua ettiğini rivayet etmeleri bir çelişkidir. Peygamberin, Allah’ın en kalabalık ordusunun mahvolması için dua etmesi mümkün değildir. Ancak çekirgelerin zararından korunma yününde dua eder. Güya kendisine bir şahıs, Allah’ın ordularından bir ordu olan çekirgelere niçin beddua ediyorsunuz demişte, peygamber, cevap olarak, onlar denizde ki bir balığın hapşırığıdır cevabını vermiş. Sorulan soruya verilen cevap uygun olmadığı gibi, çekirgelerin balık hapşırığı olmadığı bilinen bir gerçektir, öyle bir iddia gerçeklere uymaz. Diğer bir hususta çekirgelerin, Allah’ın en kalabalık ordusu olduğu iddiası, bu iddia da Kur’an’a uymayan bir iddiadır. Zira Allah’ın ordularını, Allah’tan başka kimse bilmez. hal böyle olunca, peygamber bilmediği orduların en kalabalık olanının hangisi olduğunu bilemez. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Biz cehennemin bekçilerini hep melekler yaptık. Onların sayısını da inkar edenler için bir imtihan kıldık ki kendilerine Kitap verilmiş olanlar iyice inansın, inanananların imanını arttırsın. Kitap verilmiş olanlar ve inananlar şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlar ve kafirler de: “Allah bu misalle ne demek istedi?” desinler. Böylece Allah, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu, insanlara bir tebliğdir. 74/31

Görüldüğü gibi, Allah’ın ordularını, Allah’tan başkası bilmez. Bu itibarla, bu hususta uydurdukları rivayetlerin aslı yoktur.

310- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bir katır hediye edilmişti, ona bindi. Ben kendisine:
“Eşekleri atlara aşırtırsak da bunun gibi katırlar elde etsek olmaz mı?” dedim. Şöyle cevap verdi:
“Bunu bilmeyenler yapar.” buyurdu. (K.S. 2230 C.8 S.75 Akçağ, alıntıları. Ebû Dâvûd, Cihâd 59,(2565); Nesâi, Hayl 10,(6,224). )

Bu rivayette, katır üretmenin iyi bir şey olmadığını tahdis etmişlerdir. Hal bu ki, Kur’an’da Allah, katırları süs olarak yarattığını bildirmiştir. Bundan dolayı iddiaları Kur’an’a uymamaktadır, zira iyi olmayan bir şey süs olarak tanımlanamaz. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- (Allah), Binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri (yarattı) ve sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır. 16/8

Bu itibarla uydurdukları rivayetin aslı yoktur.

311- Ümmü seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm fareye fuveysika der ve şunu ilave ederdi:
“Ben bunu meshe uğramışlardan biliyorum. Çünkü o, kendisine (içmesi için) deve sütü konulsa onu içmez. Ama koyun sütü verilirse onu içer.” (K.S. 5965 C.16 S.442 Akçağ 1993, alıntısı. Rezin tahriç etmiştir. Buhari’de kaydedilmiştir, Bed’ül-Halk 15; Müslim, Zühd 62, (2997). )

312- İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Ey Allah’ın resulü! Maymun ve domuzlar, Allah Teâla’nın mesh ettiği insanlardan mı?” diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi: “Allah Teâla hazretleri bir kavmi helak etti mi ona nesil (devam) vermez. Maymun ve domuzlar daha öncede vardı.” (K.S. 5966 C.16 S.444 Akçağ, alıntısı, Müslim, Kader 33,(2663). )

Bu iki hadis çelişkilidir. Madem ki meshe uğrayanların nesli devam etmiyorsa. Meshe uğrayan farelerin nesli nasıl devam etmiştir. Zira farelerin deve sütü içmemeleri mesh edilmiş olmalarına delil olarak gösterilmiş, bu olay farelerin tümüne mal edilmekle, meshe uğrayan farelerin soyu devam ediyor demektir. Buda iki rivayetin çelişkili olduğunu açıkça belirtir.

313- Ebu’l-Müseyyeb anlatıyor: “(Bir gün) Ebu Said radıyallahu anh’ın yanına girmiştim, namaz kılıyor buldum. Onu beklemek üzere oturdum. Derken evin bir köşesinde tavanı örten hurma dalları arasında bir kıpırtı gördüm. Oraya bakınca bir yılan olduğunu
gördüm. Öldürmek üzere atıldım. Ebu Said oturmam için işaret etti. Tekrar yerime oturdum. Namazdan çıkınca bana evde bir oda gösterdi ve: “Bu odayı görüyor musun? diye sordu. Ben: “Evet!” deyince devam etti:
“Onda bizden evlenmesi yakın bir genç vardı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile birlikte Hendek (harbi)e gittik. Genç, o gün ortasında ehline uğramak için Aleyhissalâtu vesselâmdan izin istiyordu. Bir gün ondan yine izin istedi. Aleyhissalâtu vesselâm ona:
“Silahını beraberine al, ben Kureyza’dan sana bir zarar gelir diye korkuyorum!” buyurdular. Adam silahını aldı. Ailesine geldi. Hanımı iki kapı arasında ayakta duruyordu. Elindeki mızrağı ile, dürtmek üzere kadına eğildi. Adama kıskançlık gelmişti. Kadın onu:
 “Mızrağını geri çek! Hele eve gir, beni dışarı çıkaran şeyi bir gör!” dedi. Adam içeri daldı. Bir de ne görsün: Yatağın üzerine çöreklenmiş iri bir yılan! Mızrağıyla ona yöneldi ve yılana sapladı. Sonra çıkıp, süngüyü avluya dikti. Derken yılan üzerine atıldı. Bilemiyoruz hangisi evvel öldü; yılan mı, genç mi? Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelip, bu durumu anlattık ve: “Dua edin, Allah ona tekrar hayat versin!” dedik. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Arkadaşınız için istiğfar ediverin! Buyurdular. Sonra şu açıklamada bulundular:
“Medine’de Müslüman olan cinler var. Onlardan birini görürseniz, kendisine üç gün ihtarda bulunun. Eğer bundan sonra yine de görünürse onu öldürün. Çünkü o bir şeytandır.” (K.S. 4942 C.14 S.14 S.154 Akçağ, alıntısı. Müslim , Selam 139,(2236); Ebu Dâvud, Edeb 174,(5256, 5257); Tirmizi, Ahkâm 2,1484); (Bazı Tirmizi nüshalarında Sayd bölümünde (17.bab’ta) gelmiştir. )

İslam dininde cinler yılan olarak tanımlanamayacağı gibi. Bu rivayette belirttiklerine göre, bir yılan gördüğümüzde, gitmesi için ona üç gün ihtarda bulunacakmışız, gitmediği takdirde de, şeytan olduğuna karar verip onu öldürecekmişiz. Bu o kadar ciddiyetten uzak bir rivayettir ki, aklı başında olan hiç kimse bunun pratiğini yapmaya kalkışmaz, zira aklı başında bir kimse kimse üç gün süreyle benden uzak dur diye bir yılana hitap etmez. Böyle bir şeye kalkıştığı takdirde deliliğine karar verilir. Diğer bir hususta, yılanın bir evde bulunduğunu ve evden ayrılmadığını farz edersek, üç gün dolmadan o yılanın ev sahiplerinden herhangi birine zarar vermeyeceğinin güvencesi nedir?

Gerçeklerle bağdaşmayan bu rivayetin aslı yoktur.

314- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim, yılanı (intikam) arar diye (öldürmez) bırakırsa bizden değildir. Biz onlarla harb ettiğimiz günden beri onlarla sulh yapmadık.” (K.S. 4944 C.14 S.14 S.156 Akçağ, alıntısı. Ebu Dâvud, Edeb 174, (5250). )

315- İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
 “Yılanların hepsini öldürün. Kim yılan(ın intikam alacağın)dan korkarsa, benden değildir.”
Bir rivayette şöyle burulmuştur: “Gümüş çubuk gibi olan uzun yılan hâriç bütün yılanları öldürün.” (K.S. 4943 C.14 S.156 Akçağ, alıntıları. Ebû Dâvûd, Edeb 174, (5249,5261); Nesâi, Cihad 48, (6,51). )

Bu iki rivayetle, bir evvelki rivayet çelişkilidir. Evvelki rivayette yılana üç gün ihtar edilmesi gerektiği belirtilmişken, son iki rivayette ihtarsız öldürülmeleri gerektiği ve onlarla barış yapılamayacağı belirtilmiştir.

316- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir güvercinin peşine düşüp onunla eğlenen bir adam görmüştü: “Bir şeytan bir şeytaneyi takip ediyor!” buyurdular.” (K.S. 5331 C.15 S.135 Akçağ, alıntıları. Ebû Dâvûd, Edeb 65, (4940); İbnu Mâce, Edeb 44,(3765). )

( Not: Tahdis etmiş oldukları birçok rivayette, Ebû Hûreyre gibi uydurmuş oldukları birçok hayali raviye Hz. Ve Radıyallahu anh ifadelerini kullanmışlardır, iktibas gereği bu ifadeleri yazmak zorunda kaldığımı ve uydurmuş oldukları hayali şahıslara bu tür ifadeleri kullanmalarını tasvip etmediğimi belirtmek isterim.)

Güvercin, hayvanların en güzellerindendir. Bir insan onu sevebilir, yakalamak isteye bilir, hiç bir zaman bir güvercini yakalamak istiyor diye, bir kimseye bu yaptığından dolayı şeytan denemez. Hele güvercin gibi zararsız bir hayvana şeytan demeleri de, ciddiyetten ne kadar uzak olduklarını göstermeye kafidir. Asıl amaçları ise, daha öncede belirttiğim gibi şeytan kavramını belirsiz hale getirmek istemeleridir.

317- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Horozun öttüğünü işittiğiniz vakit Allah’tan lütuf ve ikramını talep edin. Zira onlar bir melek görmüştür. Merkebin anırmasını işittiğiniz zaman şeytandan Allah’a sığının. Çünkü o bir şeytan görmüştür.” (K.S. 5950 C.16 S.421 Akçağ 1993, alıntıları. Buhari, Bed’ü’l_halk 15; Müslim, Zikr 82,(2729); Ebû Dâvûd Edeb 115,(5102); Tirmizi, Da’avat 58,(3455). )

Horozların canları çektikçe sık sık ötmeleri bir tarafa. Eşeklerin, dişi eşek görünce anırmalarına ne demeli, o zaman bütün dişi eşekler şeytan olmuş olur ki, bu da boş bir iddiadan başka bir şey değildir.

318- ......... Ben Ebû Hureyre (R)’den işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S) : “Sizden birinizin içeceği içine sinek düştüğü zamân, o kişi sineğin her tarafını batırsın, sonra onu çıkarsın (atsın). Çünkü sineğin iki kanadının birisinde hastalık, diğerinde şifâ vardır” buyurdu. (Buhari, Kitâbu Bed’i’l-Halk Bab 17 H.124 S.3098 C.7 Ötüken. )

Rivayet müdafaacıları, sineğin bir kanadında hastalık ve bir kanadında ilaç olduğunu uzun uzadıya savunarak, bunun bilinmesinin bir peygamberlik mucizesi olduğunu iddia etmişlerdir. Sineğin herhangi bir kanadında eğer ki ilaç özelliği taşıyan bir madde olsaydı, bu çağda tespit edilerek ondan sentetik ilaç üretme yoluna gidilirdi. Fakat böyle bir şey bilinmemektedir. Esasında bu rivayeti uydurmaktan amaçları sineğin kanadında ilaç olup olmadığı olayı değildir. Amaçları müslümanların yemek içmek zevkleri konusunda insanları tiksindirmektir. İçtiğim bir kahveye sinek düştüğünde o sineği kahveye batırıp, o kahveden içmeyi düşünmek bile midemi bulandırmaya yetiyor. Bu durum karşısında sineğin değil bir kanadında iki kanadında ilaç olsa ne olur. Kaldı ki, dünyada bir içeceğe tek kanadı üzerine düşüp te öylece kalan sineği kim görmüş, zaten hayvan sıvıya düşer düşmez, kurtulmak için çırpınacak ve kendiliğinden her iki kanadını batıracaktır. Bu itibarla, gerçeklerle bağdaşmayan bu rivayetin aslı yoktur.

319- .... Câbir b. Abdillah’tan demiştir ki:
Hz. Peygamber (s.a.) kurban bayramı günü hayaları buruk, alacalı (ve) boynuzlu iki koç kesti... (Ebû Dâvûd, K.ed-Dahâyâ (16), Bâb 3-4 H.2795 C.10 S.472 Şamil 1990,diğer rivayet eden, İbn Mâce, edahi 1. )

320- ........... Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: peygamber (S) deve ahırında zekât develeriyle meşgûl bulunduğu bir sırada yeni doğan kardeşim Abdullah’ı teberrük en hurma çiğnemeye damağını oğalaması için yanına getirdim. Bu sırada Peygamber’i zekât koyunlarına -öyle sanırım ki- kulaklarına- damga vururken gördüm. (Buhâri, Kitâbu’z-Zebâıh ve’s-Sayd Bab 35 H.67 C.12 S.5607 Ötüken 1988.)

Bu hadis uydurmasının yorumunda şöyle demektedirler: “Bu hadis alametin yüzden başka yere , bilhassa koyunlarda kulağa damga vurulması hususunda nâstır. Bu sebeple memleketimizde ve bütün İslam Âlemi’nde sürü sahipleri koyunlarını kulaklarından alâmetler ler. Bu, Peygamberin fiiline uygundur.” Kur’an’da ise bu gibi hususlarla ilgili olarak özellikle hayvanların kulaklarını yaranların tenkit edilmesi gerçekten ibret vericidir.

Daha öncede belirttiğim gibi, gerek tedavi etmede, gerekse Allah’ın meşru kıldığı şekilde, kesilmesi helal olan hayvanların, yenmek üzere kesilmesi helaldir. Hatalık durumunda tedavi amaçlı olmak üzere, insanlar gerekli ameliyatları yapabilirler. Bu gibi hususların ötesinde, gerek insanları gerek hayvanları burmak, vücutlarına döğme yapmak, dağlamak, kulaklarını kesmek, sünnet etmek gibi hususlarla. Bu çağda bazılarının çaba gösterdiği gibi genler üzerinde oynamak suretiyle yaratılışı değiştirme olayları. Onların yaratıldıkları şekli değiştirmek demektir ve bu gibi hususlar Kur’an’da şiddetle yasaklanmıştır. Ayrıca herhangi bir insanın veya hayvanın burulması; hadım edilmesi sadizmi simgeleyen vahşetin ta kendisidir. Kur’an’dan mealen:


- Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka her şeyi dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan da uzak bir sapıklığa düşmüştür. 4/116

- O (Allah’a ortak koşa)nlar, O’nu bırakıp birtakım dişilerden başkasına çağırmıyorlar ve onlar, inatçı şeytandan başkasına yalvarmıyorlar. 4/117

- (O şeytan)ki Allah ona lânet etti ve o da, “Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım.” dedi.” 4/118

- Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim: hayvanların kulaklarını yaracaklar; onlara emredeceğim: Allah’ın yaratışını değiştirecekler!” Kim Allah’ın yerine şeytanı dost tutarsa, muhakkak ki açık bir ziyâna uğramıştır. 4/119

- (Şeytan) onlara söz verir, ümit verir, fakat şeytanın onlara va’di, aldatmadan başka bir şey değildir. 4/120

- İşte onların varacağı yer cehennemdir. Aslâ cehennemden kaçmak (imkânı) bulamazlar. 4/121

Görüldüğü gibi, bu husustaki rivayetleri, Kur’an’la uyuşmamaktadır.

321- ......... Ümmû Kürs’el-Ka’biyye demiştir ki:
“Resûlullah (s.a)’i, (Akika kurbanı olarak) erkek çocuğu için yaşça birbirine denk olan iki koyun, kız çocuğu için de bir koyun (kesilir) derken işittim.” (Ebû Dâvûd, K.ed-Dahâyâ (16), Bâb 20-21 H.2834 C.10 S.539 Şamil 1990, ayrıca Nesai, akika 1,3,4. )

322- ... Selmân b. Amr’ed-Dabbiyyi’den demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) (şöyle) buyurdu:
“(Yeni doğan her) bebekle beraber bir akika bulunur. Öyleyse her doğan çocuk için bir akika kurbanı kanı akıtınız ve kendisinden ezâyı kaldırın.” (Ebû Dâvûd, K.ed-Dahâyâ (16), Bâb 20-21 H.2839 C.10 S.549 Şamil 1990, ayrıca. Buhâri, akika 2; Tirmizi, Edâhi 16; Nesâi, Akika 2; İbn Mâce, Zebâih 1. )

Birinci rivayette erkek çocuk için iki akika kurbanı kesilir denmişken, ikinci rivayette bir akika kurbanı kesilir denmesi bir çelişkidir.

323- ... Ebû Hüreyre’den rivâyet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.v.)
“-Fera’ ve atire yoktur.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, K.ed-Dahâyâ (16), Bâb 19-20 C.10 S.536 Şamil, ayrıca. Buhari, akika 3,4; Müslim, edâhi 38; Tirmizi, edahi 15; Nesâi, Fera’l ; İbn Mâce, Zebâih 2. )

324- ........ (Amr b. Şuayb b. Muhammed b. Abdullah b. Amr b. As’ın) dedesinden demiştir ki: .................
“-Fera’ haktır,”............... (Ebû Dâvûd, K.ed_Dahâyâ (16), Bâb 20-21 H.2842 C.10 S.553 Şamil. Ayrıca, Nesai, akika 1. )

325- ... Said (b. El-Müseyyeb)’den demiştir ki:
“Fera’ ilk yavrudur, (Araplar) hayvanların doğurduğu ilk yavruyu keserlerdi. (Ebû Dâvûd, K.ed-Dahâyâ (16), Bâb 19-20 H2832 C.10 S.537 Şamil. )

Birinci rivayette, Fera’ olmadığı belirtilmişken, ikinci rivayette şart koşulması bir çelişkidir.

326- ..... Adiyy b. Hatim’den demiştir ki:
Peygamber (s.a.)’e biz köpeklerle avcılık yapıyoruz. (bu hususta ne buyurursunuz?), diye sordum. Bana:
“-Eğer (avın üzerine) eğitilmiş köpeklerini gönderiyorsan ve (onları gönderirken) üzerlerine besmele çekiyorsan, sana yakaladıkları avlardan yiyebilirsin, isterse (avı yakalayan köpek onu) öldürmüş olsun, fakat köpek (yakaladığı hayvanın bir kısmını) yerse, o başka. Eğer köpek (avın bir tarafını) yemişse sen (onu) yeme. Çünkü (köpeğin) onu kendisi için yakalamış olmasından korkarım.” cevabını verdi. (Ebû Dâvûd, K.es-Sayd (16), Bâb 22-23 H.2848 C.11 S.20 Şamil, ayrıca. Buhari, vudu 33, buyû’3, zebâih 2-3, 7-10, tevhit,13; Müslim, sayd 1-3; Tirmizi, sayd 1,6; İbn Mâce, sayd 3. )

327- ...... Adiyy b. Hâtim’den demiştir ki:
Peygamber (s.a.) :
“Eğittikten sonra besmele çekerek (av üzerine) gönderdiğin bir köpek ya da şahinin senin için yakaladığı avı yiyebilirsin” buyurdu.
Ben de:
-(Avı) öldürmüşse de mi? diye sordum.
“- Eğer onu öldürmüş de onun hiçbir tarafını yememişse onu ancak senin için yakalamış demektir.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, K. Es-Sayd (16), Bâb 22-23 H.2851 C.11 S.25 Şamil. Ayrıca, Tirmizi, Sayd 3. )

328- ... Ebu Sa’lebe’tü’l Huşeni’den demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) köpeğin avladığı av hakkında (şöyle) buyurdu:
“Köpeğini (avın üzerine) besmele çekerek göndermişsen (onun yakaladığı avı) yiyebilirsin. İsterse o avın bir tarafını yemiş olsun. Kendi ellerinle avladığını da ye!” (Ebû Dâvûd, K.es-Sayd (16), Bâb 22-23 H.2852 C.11 S.26 Şamil. Ayrıca, Ahmed b. Hanbel, IV-195. )

Birinci ve ikinci rivayetlerde, av köpeği yakaladığı avdan yemişse o avın kesinlikle yenemeyeceğini belirtmişlerken, üçüncü rivayette yenebileceğinin rivayet edilmesi bir çelişkidir.

Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Kendileri için nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar; de ki: “Bütün iyi ve temiz şeyler size helal kılınmıştır.” Allah’ın size öğrettiğinden öğretip avcı hale getirdiğiniz hayvanların sizin için yakaladıklarından da yeyin ve üzerine Allah’ın adını anın (besmele çekin). Allah’tan korkun. Allah’ın hesabı pek çabuktur. 5/4

Dikkat edilirse, yukarıda meali yazılı 5 Mâide 4 te, av için yetiştirilmiş hayvanların, avı yakaladığında avdan yemişse istisnası yapılmamıştır.


İMAN VE AMELLER HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

Kur’an öğretisine göre, cennetlik olabilmek için, iman edip,yararlı amel işlemek şarttır. Bunda da başarılı olabilmek için, İman ve Salih amel kavramlarının net bir şekilde bilinmesine ihtiyaç vardır.

İslam dininde, İman ve Salih amel iki ayrı kavram olmalarına rağmen, birinin yokluğu halinde diğeri de geçersiz olur. Örneğin: Kişi İman etmiş olmasına rağmen iyi amelleri yoksa Ahrette kurtuluşa eremeyeceği gibi. İyi amelleri olmasına rağmen iman etmemişse, iyi amelleri geçersiz olup yine kurtuluşa eremez.

Kur’an’dan mealen:

- Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabb’inin gelmesini yahut Rabb’inin bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabb’inin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz bizde beklemekteyiz! 6/158

Yukarıdaki ayet mealinde görüldüğü gibi, iman etmiş olmasına rağmen, imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye imanı fayda vermez.

Kur’an’dan mealen:

- Rablerini inkâr edenlerin durumu (şudur): Onların amelleri fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şeyi elde edemezler. İşte bu, (haktan) uzak sapıklığın kendisidir. 14/18

Yukarıdaki ayet mealinde görüldüğü gibi, imanın yokluğu halinde, yapılan iyi ameller, fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu kül gibi yok olarak onları işlemiş olan şahsa fayda vermezler.

Kur’an’dan mealen:

- Erkek veya kadın kim mümin olarak salih amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz. 16/97

Yukarıdaki ayet mealinde İman ve Salih amelin, kurtuluş için birlikte olması gerektiği görülür. Rivayet uydurmacıları bu iki kavramı saptırmak için birçok rivayetler uydurmuşlardır. Özellikle vermek istedikleri mesaj, iman etmiş olan bir kimsenin ameli ne olursa olsun hiç cehenneme girmeyeceği ve cennete gireceği şeklindedir. Böylece iyi amelleri önemsiz, kötü amelleri zararsız göstermek suretiyle fesat meydana getirmeyi amaçlamışlardır. Eğer ki bu öğrettiklerini yutturamadıkları kimseler olursa, iman etmiş olan bir kimsenin günahı sebebiyle cehenneme gireceğini fakat orda imanı sebebiyle ebedi kalmayacağını söyleyip, ileri sürecekleri rivayetlerde uydurmuşlardır. Uydurdukları her çeşit rivayet için çeşitli seviyede alternatif rivayetler uydurmaya büyük gayret sarf etmişlerdir, böylece karşılarındaki şahsın beklentilerine göre işlerine gelen rivayeti ortaya koyarak, uydurdukları diğer alternatifleri gizleme yoluna giderler, böylece hadis külliyatlarının içeriğinden habersiz kimseleri kandırmaya çalışırlar.

Ameller konusunda bir diğer iddiaları da amelin şahsa bağlılığını iyi ameller yönünden ortadan kaldırarak, şahısların bir birleri yerine, hac etme, sadaka verme gibi ameller işleyebileceğini rivayet etmişlerdir. Bu hususlarda uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler verecek olursam:

329- ........... Katâde şöyle demiştir: Biz Enes ibn Mâlik (R) şöyle tahdis etti:

Muâz ibn Cebel, deve üstünde Peygamberin terkisinde iken, Peygamber (S):
- Yâ Muâz ibn Cebel! diye nida etti.
Muâz:
- Lebbeyk yâ Rasûlullah, ve sa’deyk, dedi.
Peygamber yine:
- Yâ Muâz! diye çağırdı.
Muâz:
- Lebbeyk yâ Rasûlullah ve sa’deyk, dedi.
Bu üç kere vâki’ oldu. Üçüncüde Rasûlullah.
 - Hiçbir kimse yoktur ki, kalbinden tasdik ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Rasûlullah olduğuna şahâdet etsin de Allah onu ateşe hâram etmesin buyurdu.
Muâz:
- Yâ Rasûlullah, bunu insanlara haber vereyim de sevinsinler mi? dedi.
- Haber verdiğin takdirde buna güvenirler, buyurdu.
Muâz ibn Cebel, bunu ölümüne yakın günâhtan sıyrılmak için haber verdi. (Buhâri, Kitâbu’l-İlm H.68 Bab 50 C.1 S.281 Ötüken 1987. )

330- .......... Ben Enes (R)’ten işittim, şöyle dedi: Bana zikr olundu ki, Peygamber (S), Muâz’a.
- Allah’a hiçbir şey ortak kılmayarak Allah’a kavuşan kimse, cennete girdi, buyurmuştur.
Muâz:
- Bunu insanlara müjdeleyeyim mi? dedi.
Rasûlullah:
- Hayır, çünkü ben onların buna güvenmelerinden endişe ederim buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’l-İlm H.69 Bab 50 C.1 S.281 Ötüken. )

331......... Ebû Zerr (R) Şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu:
- “Cibril bana: ‘Ümmetimden her kim Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayarak (tevhit inancıyla ) ölürse cennete girer -yâhut ateşe girmez’ dedi”.
- Eğer o kişi zinâ etse ve hırsızlık yapsa da mı? dedi.
Peygamber:
- “Eğer (bu günâhları işlese de)” buyurdu. (Buhâri, Kitabu Bed’i’l-Halk H.32 Bab 6 C.7 S.3037 Ötüken 1987. )

332- İbnu Amr İbni’l-Âs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Aziz ve celil olan Allah (kıyamet günü), ümmetimden bir adamı mahlûkatın üstünden seçer ve onun için doksan dokuz büyük defter açar. Her defterde, gözün alabildiği kadar büyüktür. Rab Teâla adama sorar: “Bu defterlerde yazılı olanlardan bir şey inkâr ediyor musun? Muhafız kâtiplerim (olmadık şeyler yazarak sana) zulmetmişler mi?” Kul:
 “Ey Rabbim! Hayır! (Hepsi doğrudur!)der. Rabb Teâlâ sorar:
“(Bunları yapmada beyan edeceğin) bir özrün var mı?” Kul der:
“ Hayır! Ey Rabbim!” Aziz ve celil olan Allah:
“ Evet! Senin bizim yanımızda (makbul, büyük) bir de hasenen var. Bugün sana zulüm yapmayacağız! Buyurur. Hemen bir etiket çıkarılır. Üzerinde “Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve Eşhedu enne Muhammed en Rasûlullah (şahadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve şahâdet ederim ki Muhammed Allah’ın elçisidir.” yazılıdır.”
Sonra, Rabb Teâla der: “Ağırlığını (yani amellerin ağırlığını) hazırla!” Kul sorar:
“Ey Rabbim! Bu defterlerin yanındaki bu etiket de ne?” Rabb Teâle der: “Sana zulmedilmeyecek! Hemen defterler Mizan’ın bir kefesine konur, etiket de diğer kefesine. Tartılırlar. Sonunda defterler hafif kalır, etiket ağır basar. Esasen Allah’ın ismi yanında hiçbir şey ağır olamaz.” (K.s. 5077 C.14 S.390 Akçağ 1992, alıntısı, Tirmizi, İman 17, (2641). )
Bu rivayetlerde görüldüğü gibi, iman etmiş olan bir kimseye hiçbir günahın zarar vermeyeceğini, isterse günahları gözün alabildiğine, doksan dokuz defter doldurmuş olsun, böyle bir kimsenin hiç cehenneme girmeden, cennete gireceğini rivayet ettiler. Bu şekilde rivayetler uydurup, insanları aldatmalarının Kur’an’a uyan hiçbir yönü olmadığı gibi. Bu şekilde insanları boş umutlarla aldatmaya, Kur’an’da şeytan aldatması olarak tanım getirilmiştir. Bu husus ta, Kur’an’dan mealen:
- Ey insanlar, Allah’ın va’di gerçektir; sakın dünyâ hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan). Allah (ın affına güvendirmek sûreti ) ile sizi aldatmasın. 35/15
- Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı, ne evladın babası için bir şey ödiyemiyeceği günden sakının. Allah’ın va’di gerçektir. Dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı (şeytan), sizi Allah’ın affına güvendirerek aldatmasın. 31/33

Şeytan, Allah’ın affına güvendirmek suretiyle insanları dünya hayatıyla aldatır ve Salih amel işlememeleri için çaba gösterir. İblisin bu aldatmasından ancak Allah’ın, Hâlis (ihlas sahibi) kulları korunmuştur. Bu konuda, Kur’an’dan mealen:
 - (İblis) dedi: “Senin izzet ve şerefine and olsun ki, onların tümünü azdıracağım.” 38/82
- “Yalnız onlardan hâlis, (ihlâs sahibi) kulların hariç.”  38/83
- (Allah) Buyurdu ki: “Gerçek (benim andımdır), ve ben gerçekleri söylerim,” 38/84
- “Senden ve onlar içinde sana uyan kimselerden cehennemi dolduracağım!” 38/85
Görüldüğü gibi, iblisin gücü yalnız, Allah’ın hâlis (ihlas sahibi) kullarına yetmemektedir. Peki bu, Allah’ın ihlas sahibi kulları, yalnız iman eden kimseler midir, yoksa iman etmekle beraber, iyi ameller işleyen ve fuhuş ile kötülüklerden korunan kimseler midirler. Bu hususta, Kur’an’dan mealen:

- (Yusuf’un), evinde kaldığı kadın, onun nefsinden murad almak istedi ve kapıları kilitleyip: “Haydi gelsene!” dedi. (Yusuf): “Allah’a sığınırım dedi, O benim Rabb’imdir. O bana iyi bir mevki vermiştir. O zalimleri iflah etmez!” 12/23

- And olsun, kadın onu arzû etmişti, eğer Rabb’inin doğruyu gösteren delilini görmeseydi Yusuf da onu arzû etmişti. Böylece biz kötülüğü ve fuhşu ondan çevirmek istedik; çünkü o, ihlâsa erdirilmiş (seçkin) kullarımızdandır.
12/24

- İnanan ve iyi işler yapanlar da halkın hayırlılarıdır.   98/7
- Rab’leri katında onların mükâfatı, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Bu (mükâfat) Rabb’inden korkan kimselere mahsustur. 98/8
Demek ki, İmanla beraber Salih amel işlemek şarttır ve Allah’ın ihlâslı kulları, kötülükten ve fuhuştan korunmuşlardır, ihlâslı kul olmanın göstergesi bu günahları işlememektir.
Yalnız iman edipte bu imanlarıyla hayır kazanmamış olanlar hakkında Kur’an’dan mealen:
- Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabb’inin gelmesini yahut Rabb’inin bazı alâmetlerinin
gelmesini bekliyorlar. Rabb’inin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz bizde beklemekteyiz! 6/158
Görüldüğü gibi imanla hayır kazanmak şarttır, yoksa yalnız başına iman, iman etmiş olan kimseye fayda vermez. Nasıl olur ki bir şahıs iman etmiş olurda, hiçbir hayır kazanmaz ve kötülükleri işleyip durur, böylece günahlarının çokluğundan amel tartısı hafif basar. Hayır ihlaslı olmak bu değildir. Kim, Allah’ın affına güvendirerek insanları kötülüklere sürüklerse, o ancak İblisin çığırtkanlığını yapmış olmaktadır. Allah, Kur’an’da iyiyi ve kötüyü detaylı bir şekilde göstermiştir, iyiliğin ve kötülüğün kurtuluş için etkisi yoktur iman etmek yeterlidir demek bunları hiçe saymak demektir. Böyle bir iddia küfrün ta kendisidir.

Ameller konusunda uydurdukları rivayetlerden daha da örnekler vermekte ve bu konuda Kur’an’dan ölçülerini göstermekte fayda olduğunu düşünüyorum, zira hem dünyadaki durumumuz hem de ahretteki durumumuz yapmakta olduğumuz amellerle doğrudan, doğruya ilgilidir. Bu konu öylesine önemlidir ki, Rivayetçiler, İslam Dinini, amelleri dışlamak suretiyle, imana indirgemeye ısrarla çaba göstermişlerdir.
333-............ Muâz ibn Cebel (R) şöyle demiştir: ben bir seferde Peygamberin bindiği Ufeyr denilen bir eşek üstünde Peygamberin terkisinde idim, Peygamber (S) bana:
- “Yâ Muâz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkı ve kulların da Allah üzerindeki hakkı nedir bilir misin?” diye sordu.
Ben de:
- Bunu Allah ile Resûlü en bilendir, dedim.
Resûlullah:
-”Allah’ın kulları üzerinde sâbit olan hakkı Allah’a ibadet etmeleri ve Allah’a hiçbir şeyi ortak kılmamalarıdır. Kulların Allah üzerinde ki hakkı da, kendisine hiçbir şeyi ortak kılmayan kişiye azâp etmemesidir (yâni bu husûstaki lutrudur)” buyurdu.
Bunun üzerine ben:
- Yâ Resûlullah! Bunu ben insanlara müjdelemeyeyim mi? diye sordum.


Hiç yorum yok:



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder