Hadis Müdafası
İbni Kuteybe
108- Aklın Delillerinin
(Hucçetu'1-Akl) İptal Ettiğini Söyledikleri Bir Hadis..I09-Düşüncenin Ve Aklın
Yalanladığını Söyledikleri Bir Hadis
Bundan on
sene önce ilk baskısını yaptığımız ibn Çuteybe'nin "Te'vilu Muhtelifi'I-Hadis"
adlı mühim eserinin ikinci baskısını yaparken,gerek eser gerek tercümesi ile
ilgili bazı açıklamalarda bulunmakta yarar görmekteyim.
Bilindiği
üzere İbn Quteybe sadece bir arap dilcisi veya Hadis ve Kufan ile meşgul olmuş
bir âlim değildir.Kelimenin tam anlamıyla bir ansiklopedist olan yazarımızın el
atmadığı,kalem oynatmadığı ilim yok gibidir.Nitekim onun eserleri de bunu
doğrulamaktadır. İbn Çuteybe'nin bu yönü ise,eserleri içersinde en çok
"Te'vi'inde görülmektedir.Zira bu eserde o,başta hadis olmak
üzere,kelam,akaid,Kut'an ilimleri ve mezhebler tarihi gibi konulara da yer
vermiş, bu konuları işlerken çoğu yerde arab dilindeki ihtisasından
faydalanmış,ayrıca geniş bir kültüre sahip olduğunu da ortaya koymuştur.Eserin
sadece hadisi değil,bu kadar çeşitli ilimleri ve kültürü de ihtiva etmesi,onu
tercüme edecek olan için gerçekten büyük bir güçlüğü de beraberinde
getirmiştir. Zira eser sadece hadisle ilgili olsaydı tercümesi bizim için o
kadar güç olmayabilirdi. Ne var ki "Te'viV'i tercüme etmek sadece arapça
bilmekle veya hadis kültürüne vakıf olmakla başarılabilecek bir
işdeğildir.Buna ilaveten İbn Çuteybe'nin sahip olduğu geniş kültür ve
formasyona da sahip olmak kaçınılmaz bir zarurettir.Bu gerçeği biz.eserin
tercümesini yeniden gözden geçirirken açıkça görmüş bulunmaktayız.
Tercümesi
böylesine zor bir eseri biz,öğrenciliğimizin son yıllarında tercümeye
kalkışmamız ve ilk tercüme denememiz olmasıdolayısıyla bir takım hatala den
tercüme etmiş olduk.Bunu yapmaktaki gayemiz ise,eksikliklerimizin bulunduğunu
itiraf ederek.mümkün mertebe en iyi ve en güzele varma yolunda icab edeni
yapmaktır.[1]
İşe önce
Te'vil'in arapça matbu nüshası hakkında bazıaçıklamalarda bulunmakla başlamak
yerinde olur.
Eserin
naşiri,arapça metni neşre hazırlamada şu üç elyazma nüshayı esas aldığını
söylemektedir ki bunlar:
1. Dımeşq (Şam) nüshasv Bu nüsha H.401
senesinde istinsah edilmiş,ayrıca Cemaleddin el-Qâsımî tarafından tashih
edilmiş olan eski bir nüshadır ve Za-hiriyye kütüphanesinde bulunmaktadır.
2. Bağdad nüshası: Vasıfta H .472
senesinde istinsah edilmiş, aynca Mahmud Şükrü el-Âlusî efendi tarafından
tashih edilmiştir.
3. Mısır nüshası: Ragıp Paşa
kütüphanesi hâfı-zu'l-kütüb'ü olan Mehmed Hulusi efendinin elyazısıy-la olup
H.1253 senesinde istinsahı tamamlanmış- i tır.Mısır'da Hidiviyye kütüphanesinde
bulunmakta- j dır.
Ancak bu üç
nüshaya dayanılarak hazırlanmış olmasına rağmen matbu metnin hatâdan hali
olduğunu söylemek kabil değildir.Zira,nâşirŞüleymaniye kütüphanesinde bulunan
ve bir takımfarkhlıklar ihti-
va eden iki
elyazmasını görmemiştir.Biz,matbu nüshadaki bu eksikliği telafi gayesiyle, bu
iki elyazma nüshadaki farklılıklara gerektiğinde işaret ettik.Bu düzeltmeler
sayesinde matbu nüshadaki bazı yanlışlıklar düzeltilmiş ve tercüme daha da
sıhhatli bir hale gelmiştir. Sözünü ettiğimiz bu iki el yazma nüsha şunlardır:
LEsâd Efendi
Nüshası: Şüleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi bölümü 161 no'da kayıtlı ve
"Muhta-lifel Hadis" adını taşıyan nüsha. 113 yaprak olup,her sayfada
21 satır vardır. Ve 217 x 150 milimetre eba-dındadır. Nesih hat ile yazılmış
olup müstensihi Gu-lam Ahmed b. es-Şeyyid Cafer Bâlî el -Hüseynî
el-Ka-zımî'dir. Bu nüsha, Ezhefden Abdulllatif b. Ahmed ed-Dımeşqî tarafından
H. 1161 senesinde tashih de edilmiştir.
2.
Reisu'l-Kuttâb nüshası: Şüleymaniye Kütüphanesi Reisu'l-Kuttâb bölümü 107
no'da kayıtlı ve "ihtilâf u'l-Hadis ve's-Sunen" adlı el yazma
nüsha-dır.Nüsha 167 varak olup her sayfada 15 satır vardır. 177 x 133 milimetre
ebadvndadvr. Nesih hattı ile yazılmış olup müstensihi belli değildir.
Te'vil'in
Beyrut'ta son yıllarda Dâru'l-Kitâbi'l-Arabi tarafından (tarihsiz) yeni bir
baskısı daha yapılmıştır. Bu aslında, yeni bir baskı olmayıp, tercümede esas
aldığımız nüshanın yeniden dizilerek basılmasından ibarettir. [2]
Te'vil'in bu
ikinci baskısında tercümede bazı değişiklikler yaptığımızdan
sözetmiştik.Bunlar ya bazı hataların düzeltilmesinden ya da tercümede dil ve
üslûb yönünden yapılması gereken değişikliklerden ibarettir. Keza, eserin
Fransızca tercümesine uyularak konan konu başlıkken bu defa metne uygun bir
hale getirilerek değiştirilmiştir.
Ayrıca
birtakım yeni dipnotlar ilave edilmiş, hadislerin kaynaklarında da ilaveler
yapılmıştır.
Tercüme
esnasında matbu nüshayı neşredenin açıklamalarına her zaman itibar
edilmemiş,ancak doğru görülenler gözönünde tutulmuştur. Ay rica matbu nüshanın
bazı dipnotları kısaltılarak tercüme edilmiş, bazen de gereksiz görülen yerler
atlanmıştır. Bizim koyduğumuz dipnotları nâşirinkinden ayırmak için her
dipnotun sonuna (M) yani mütercim kısaltması konulmuştur. Bu kısaltmanın
bulunmadığı dipnotlar ise naşire aittir.
Eserin
birinci baskısı için yazdığımız önsözde, metnin bazı yerlerinde kapalılık ve
anlaşılmazlik bulunduğundan söz etmiştik. Bu baskıda bunların çoğu halledilmiş,
sadece bir-iki yerde tam anlaşılamayan cümleler kalmıştır ki, bunlara yerinde
işaret edilerek okuyucunun uyanlmasıihmal edilmemiştir.
Birinci
baskıya yazdığımız giriş'te Muhtelifi'l-Hadîs ilmi hakkında kısa bir bilgi
vermiş Daha sonra bu konuda bir araştırma yayınlanmış olması dolayısıyla, bu
bilgilere herhangi bir ilavede bulunmaya gerek kalmadığından sadece bu
araştırmaya işaret etmekle yetiniyoruz [3]
îbn
Çuteybe'nin bu mühim eserinin tahlile tabi tutularak değerlendirilmesi de
okuyucu için elbette son derece faydalı olurdu. Ancak bunu yapmak maalesef
mümkün olmamıştır.Burada böyle bir incelemenin lüzumuna hâlâ inandığımızı
tekrar ifade edi-yor, şimdilik yine bu konuyla ilgili bir makaleye işaret
etmekle yetiniyoruz. [4]
Bütün bu
değişiklik,düzeltme ve ilavelerden son-ra,îbn Çuteybe'nin bu mühim
eserinintmümkün olan en iyi bir şekilde Türk okuyucusuna sunulmakta olduğunu
söyleyebiliriz.
Bu
vesileyle,tercümenin kontrolü esnasında metindeki bazı problemlerin hallinde
yardımlarını esirgemeyen sayın Doç.Dr.Salih Akdemir ile fakültemiz arapça
okutmanı sayın Süleyman Baybara'ya teşekkürlerimi arzetmek isterim,
Te'vil'in bu
ikinci baskısıyla,ilmî,ciddî ve titiz tercümecilik anlayışına bir katkıda
bulunmuş olmayı umar,eserin ülkemizdeki İslam kültürüne hizmete vesile
olmasını Allah'tan dilerim.
1.1.1989
Doç.Dr.Mehmet Hayri KIRBAŞOĞLU[5]
Hicrî
birinci asnn sonlarına doğru "Mutezile" adı ile tanınan itikadı bir mezhebin
doğuşu+îslâm düşünce hayatına değişik bir canlılık getirmiştir. Aslında, bu
canlılığı"değişik" kelimesi ile nitelendirmemiz, düşünce
hayatının,Mutezilenin doğuşundan önce donmuş olduğu zannvnı uyandırmamak
içindir. Zira ilk asır tamamlanmadan önce, Hazreti Peygamberi küçük yaşlarda
da olsa gören bir kaç sahabî henüz hayatta bulunuyordu. O sıralarda yaşayan
nesil ise,kamilen, ashap ile birlikte yaşamış akihi ile,muhaddisi ile ve
müessiri ile bütün âlimleri ashabın dizi dibinde yetiş-miş,iman ve itikadda,amel
ve ahlakta onların düşünce ve davranışlarını görüp öğrenmiş ve bu düşünce ve
davranışların geniş ölçüde tesiri altında kalmış kimselerden müteşekkil idi
Tam bir inanç ve kusursuz bir teslimiyetle Hazreti Peygamberi aralarında
barındırmış olan ashabı devrinde İslam düşüncesUdinin gereklerine uygun bir
ihtişam içinde canlılığını sürdürür-ker^aynı ashab ile içice yaşamış olan
tabiileri arasında bu canlılığın yok olabileceğini ileri sürmek elbette mümkin
değildir.
Bununla
beraber,birinci Hicrî asrın sonlarına doğru Mutezile'nin doğuşu
islâm
düşüncesine yön veren,daha doğrusu onu mecrasından saptıran geniş tesirli bir
olay olmuştur.
Mutezilenin ortaya Çıkışı;
Mutezile
nasıl ortaya çıkmıştır? Onun ortaya çıkışını hazırlayan sebepler nelerdir? Bu
sorulara verilecek cevapların ayrıntılarına ve münakaşasına
giriş-meksizinjslâmî kaynakların ittifaka yakın görüşlerine istinaden şunu
belirtelim ki, Mutezile ırak'ın Basra şehrinde,o sıralarda yaygınlaşma istidadı
gösteren iman-küfür ikilisi ile ilgili bir meselenin münakaşasında getirdiği
değişik bir görüşle kendisini hissettirmiştir. Bu münakaşanın esası,üçüncü
halîfe Osman İbn Affan'ın şehtd edilmesinden sonra müslümanlar arasında patlak
veren derin ihtilâf ve kavgalara ve,halîfe olarak bey'at edilmiş olmasına
rağmen hilâfetin Mu'aviye'ye geçişine istinad ediyordu. Daha doğrusu,
başlangıçta iç savaşlara, sonra da izleri zamanımıza kadar süren
görüşayrılıklarına sebep olan kimseler münakaşa konusu ediliyor, sonra da
yargılanıyorlar-dv Hazreti Peygamber tarafından kurulan ve ashabının
yardımları ile tahkim edilen İslâm binasını sarsanlar ve onarılmaz çatlakların
meydana gelmesine sebep olanlar kimlerdi? Hazreti Osman mı ve o olduğu için
mişehid edilmişti? Hz.Ali mi ve o olduğu için mi hilafet elinden alınmıştı ?
Yoksa Hazreti Mu'aviye mi ve o olduğu için mi bu kadar kötüleniyordu? Belki
bunlardan biri, belki de üçü; fakat hepsi de Hazreti Peygamberin yakınları
idiler ve imanlarından ve islâmla dan hiç kimsenin şüphe etmeye hakkı yoktu.
Bununla beraber şüphe edenler çıktı ve hattâ şüpheden de öte, herbiri
muhalifleri tarafından kâfir olmakla itham edildi. Osman hilâfeti esnasında
büyük hatalar günahlar işledi; Ali hilâfeti Mu'aviye'ye teslim etti; Mu'aviye
de Ali'den hilafeti gasbettL Her üçü de bu sebeplerden büyük günah işlediler
ve bu günahlarından tövbe etmeden öldüler."
hamcıların
bu görüşleri müslümanlar arasında büyük tepkilere sebep olmakla beraber, büyük
günah sahibi (murtekibu'l-kebire)nin kâfir sayılıp sayılamayacağı konusunu
münakaşa sahasına çıkarmaktan da geri kalmadı.
Aslında
büyük günah sahibi hakkında İslâm'ın görüşü açık ve kesin idi: Mü'min, Allah'a
şirk koşmak dışında, işlediği günahtan dolayı imanını yitirmiş olmaz. Allah
dilerse, dilediği kimse için günahınıafve-der. Bu açık ve kesin hükme rağmen,
konunun münakaşası yaygınlaştı.Müslümanlar günah sahibinin , mü'min,
ithamcılar ise kâfir olduğu görüşünü müdâfaa ederlerken,
Mutezile;
Basra
camiinde Hasan Basri'nin Vâsıl îbn Atâ ismindeki bir talebesi yeni bir görüş
ortaya attı ve büyük günah sahibinin mü'min de kâfir de sayılamayacağını,belki
iman ile küfür arasındaki bir mertebe (menzile beyne menzileteyn) de
bulunduğunu ileri sürdü. İşte, Vâsılın bu görüşle ortaya çıkması ve hocasının
görüşüne muhalif cephe alması, etrafına toplananlarla yeni bir mezhebin
çıkışına sebep oldu. Bu mezheb Mutezile mezhebi idi
Mutezile
kısa bir zaman içinde geniş taraftar toplayarak büyüdü, gelişti Vâsıldan sonra
Amr İbn Ubeyd (Ö. 143), daha sonraları Bişr el-Merîsi (Ö. 219), en-Nazzâm (Ö.
221), el-Câhız (Ö. 255), Ebu'l-Huzeyl el-AUâf(Ö. 235) ve daha bir çok imamları
ile büyük bir mezheb oldu.
Mezhebin
meşgul olduğu konular, genellikle, akaide taalluk eden konulardı. Bunların en
önemlilerini de kulların fulleri ile Allah'ın sıfatlan teşkil ediyordu. Diğer
akaid meselelerinde olduğu gibi bu iki meselede de Mutezile, Kufân ve sünnete
bağlı müslüman-lara muhalefet ediyorlar ve o zamana kadar hakim olan akaide
cephe alıyorlardı.
Mutezileye
göre kuüannfierl Allah tarafından değil kendileri tarafından yaratılır. Sevab
ve ıkaba müstehak olmaları da bu sebeptendir. Sünnet ehlinin görüşlerinde ise,
kulların fiilleri Allah tarafından yaratılır. Onların bu yaratmada, kendi kesb
ve ihtiyarlagerektirir Sünnet ehli ise,bu sıfatların, Allah'ın zâtı ile kaim
kadîm sıfatlan olduğunu, bunların zâtın aynı da gayrı da olmadığını kabul
ediyorlardı.
Mutezilenin
sıfatlar hakkındaki bu görüşü,başkafer'î görüşlerin ortaya çıkmasına sebep
olmuştur:Kelâm sıfa-tı,madem ki kadîm
değil,hadistir,yani sonradan yaratılmıştır^ halde Allah'ın kelâmı olan
Kur'ân-ı Kerîm de mahluktur sonradan yaratılmıştır İşte bu görüş, mutezile
mezhebinin ,Abbasî halifesi Me'mun eliyle devletin resmî mezhebi olarak ilan
edilmesinden sonra müslümanlara zorla kabul ettirilmek istenen bir akide
olmuş;başia Ahmedİbn Hanbel olmak üzere bir çok imam ve fakîh,Kur'ânın mahlûk
olduğunu ikrar etmeleri için işkenceye tâbi tutulmuşlar dır.Fakat bu
işkencelere ve sünnet ehlinden bazı imamların öldürülmesine rağmen,gerek
Me'mûn'dan sonra yerine geçen. ' kardeşi Mu'tasım (0.227) ve gerekse
Mu'tasım'ın oğlu halîfe Vâsık (Ö.232) ıamanında,bu mutezilî hareket tam bir başarısızlığa
uğramış;Halife Mütevekkil zamanında ise,bu hareketin faydasızlığı
anlaşılarakısrardan vazgeçilmiştir Ne var ki islâm tarihinde "mihne"
tabir edilen bu hâdiseler,kelâm ehlini temsil eden Mutezile ile,sünnet ehlini
temsil eden Hadîsçiler arasında derin uçurumlar açmış ve birbirlerine
yönelttikleri ithamlar giderek yoğunlaşmıştır.
Mutezile,akaide
taalluk eden görüşlerinin müdafaasında Kur'ân ve hadîsten çok akıllarına
dayanıyorlar}aklı her şeyin üstünde görüyorlardı.Halîfe Mansûr,Raşîd ve Me'mün
devirlerinde İran ve bilhassa Yunan dillerinden tercüme edilen felsefe
kitaplarının bunda büyük tesiri olduğunu inkâr etmek mümkin değildir.Nitekim
başlangıçta islâm akaidinin müdafaası için felsefeden faydalanan Mutezilenin,daha
sonraları felsefeyi İslâm akaidi içine sokmaları bunun en açık delilini teşkil
eder.Keza akla bu derece ağırlık vermenin bir neticesi olarak da Mutezile,
"akıl ve nakil tearuz ettiği (çatıştığı) zaman akıl tercih edilir"
prensibini vazetmiş ve bu prensibe istinaden,akıllarına aykırı düşen Kur'ân
âyetlerine ve hadîs metinlerine akıllarının
kabul
edeceği manâlar vermekten geri kalmamışlardır.
Fakat şunu
itiraf etmek gerekir ki,zamanın aristokrat zümresini teşkil eden ve dinî
meselelerde umursamaz bir ilerici görünümü arzeden Mutezile,akıllarını yalnız
Kur'ân âyetleri söz konusu olduğunu zaman yormak lüzumunu hissetmişler ve
onları kendi felsefi doğrultularında manâlan-dırmaya çalışmışladır.Hazreti
Peygamberden rivayet edilmiş hadîsler karşısında ise,bu külfete
katlanmamışlar,onları "sahîh değildir,itibar edilmez" kaydı ve
ellerinin tersi ile reddetmişlerdir.Kanaatımızca bunun tek bir sebebi vardır
;o da ^hadîslerin Kur'ân'ın tefsiri oluşu dolayısıyla daha açık ve daha şümullü
manâları ihtiva etmeleridir Nitekim bu sebepledir ki " sünnetin Kur'ân üzerine kâdî
olduğu fakat bunun aksi olmadığı"bazı hadîsçilerin sözü olarak nakledilmiştir
ki}bununla,bmm işaret etmek istediğimiz husus belirtilmiş olmaktadır.Bunu bir
iki misalle de açıklamak mümkindür:
Mutezile,
Kur' ân'da yer alan "ru'yet" (Allah Ta' âlânın cennette mü'minler
tarafından görülmesi) ile ilgili bazıâyetleri tevîl ederek kendi görüşlerine
uygun manâlar vermeğe çalışmışlar ve "ru'yet" 'i
reddetmişlerdir;çünkü onların felsefesinde ru'yet mümkin değildir.Eğer bu
tevillerinde bir derece başarılı görülebilirlerse - başarılıolduklarını ileri
sürebilmek için kendileri kadar mutezilî olmak gerekir - bu başanları,o
âyetlerin tevile müsait olmaları dolayısıy-ledir.Fakaî ru'yetle ilgili hadîsler
o kadar açık vefiuhârî, Müslim ve diğer sahîh hadîs kitaplarında yer almaları
do-layıstyle o kadar kesindir ki Mutezilenin bunlarıtevîl değil reddetmekten
başka yapabilecek bir şeyleri yoktur. Reddetmeleri de, tabiatiyle, bu
hadîslerin ru'yeti isbat etmeleri dolay ısıyledir.
Keza
Mutezile kaderi reddetmiş ve bu yüzden kendilerine " kaderiyye "
denilmiştir. Kaderi reddederler-ken,Kur'ân-ı Kerîmde kaderi isbat eden âyetleri
de tevîl etmişlerdir.İnsan iradesinin hür olduğunu belirten âyetler gözönünde
bulundwulursa,kaderle ilgili âyetlerin de tevî-le müsait oldukları
söylenebilir.
nndan başka
hiçbir rolleri yoktur.
Mutezilenin
sıfatlar meselesindeki görüşleri de sünnet ehlinin görüşlerine aykırı idi.
Onlara göre Allah, sem', basar, hayat, kudret, kelâm gibi zâtı ile kaim sübût
sıfatlarından münezze Mir; çünkü bunların kadîm olduğunu ileri sürmek kudemânın
teaddüdünü
Fakat sahih
lıadîs kitaplarında kaderin reddi ile ilgili tek bir hadisin bulunmamasma
rağmen kaderi isbat eden hadislerin açık ve kesin bir şekilde yer almaları
Mutezileyi yine çaresiz bırakmış; yegâne çareyi de onların reddinde
bulmuşlardır.
Bu iki
örneğin başka Örneklerini Mutezilenin akaide taalluk eden bütün çarpık
görüşleri için bulmak mümkindir. Bu sebepten denebilir ki mutezili inancın
karşısında dikilen en büyük tehlike Kufön değil hadîslerdir ve onları naîdeden
hadisçilerdir. O halde bunların bertaraf edilmelerinden başka çıkar yol
yoktur. îşte Me'mûn devrinde, İslâmi hiç bir değen bulunmayan Halku'l-Kur'ân
inancını hadîs imamlarına zorla kabul ettirmek için başlatılan işkence
olaylarının sebebi budur, onları bertaraf etmeye matuftur. Eğer bu inanç
hadîsçiler tarafından kabul edilmiş olsaydı, bunu diğer mutezili inançların
teklifi takip edecek ve böylece aksi inançların kaynağınıteşkil eden hadîsler
arak değerini yitirmiş olacaktı.
Yukarıda da
işaret ettiğimiz gibi Mutezilenin baskısıhadîsçilerin direnişi karşısında
başarısızlığa uğradı; fakat Mutezile tarafından hadîsçilere yöneltilen
ithamlar ve kötülemeler onların iktidarlarısüresince devam edip gitti. Bu
ithamların neler olduğu ve nerelere kadar uzandığı, okuyucuya tercemesi
sunulan İbn Kuteybe'nin bu meşhur eserinde görülecektir.
Fakat Mutezilenin hadîsçilere yönelttikleri ithamların
en ağın ve en şiddetlisi, Kuran'a, akla ve birbirine zıt hadîslerin
rivayetidir. Bu itham, bilhassa:
mütenakız
(manâ yönünden birbirini nakzeder] gibi görünen hadîslerin çokluğu itibariyle
daha da ileri gitmiştir. Ancak şuna işaret etmek gerekir ki, bazı hadîslerin
manâ lan arasında görülen tenakuz, basit bir itham ile geçiştirilebilecek bir
mesele değildir. Eğer zıt manâlarda gelen iki hadîsin her ikisi de sahih ise.
hadîsçitere yöneltilmiş olan ithamın Hazreti Peygambere rücû etmesi kaçınılmaz
haldir; çünkü hadîsçiler bu sözleri sadece nakletmişlerdir. Hazreti Peygamber
ise birbirini tutmayan sözler söylemekten beridir. O halde meseleye başka
yönden yaklaşmak gerekir. Hadîs ilmi bu yoldaşımın bütün usûl ve kaidelerini ortaya
koymuştur:
Eğer
manâları birbirine zıt gibi görünen iki sahih hadîs varsa, ya bu hadîslerden
birinin diğerini nes-hettiğine, yani birisi ile getirilen hükmün diğeri ile
getirilen hüküm vasıtasıyla ibtal olunduğuna hükmedilir; bu takdirde iki
hadisin manâları arasında gerçek bir zıtlığın bulunması gayet tabiidir. Nitekim
Hazreti Peygamber bir hadîsinde bazımahzurları gözönünde bulundurarak
kabir ziyaretini menetmiş; bir başka hadîsinde ise, bu mahzurların ortadan
kalktığına hükmederek ziyaret yasağınıkaldırmıştır. Gerçeği bu şekli ile bilen
hiç kimsenin, artık hadîsçileri bu iki hadîsi rivayet ettikleri için
kötülemeye hakkı yoktur.
Yahutta iki
hadîs arasında nesh keyfiyeti yoktur; fakat her iki hadîsin de değişik zaman
ve zeminlerde, değişik meselelere çözüm getirmek maksadıyle söylendiğine
hükmolunur ve hadîslerin telifi cihetine gidilir. Nitekim Hazreti Peygamber bir
hadîsinde cüzam denilen hastalığa yakalanmış kimseden arslandan kaçar gibi
kaçmayı emretmiş; bir başka hadîsinde ise, hastalıklarda sirayet olmadığını
belirtmiştir. Bu iki hadîsin nerede, ne zaman ve ne maksatla söylendiğini
bilmeyen bir kimse aralarında tenakuz bulunduğunu zannedebilir ve "eğer
sirayet yoksa cüzzamlıdan kaçmak niye?" diyebilir. Oysa. iki hadîsin manâları
arasında tenakuz yoktur. Önemli olan,İslâm akaidine vâkıf olarak, bu akaidin
özüne uygun bir şekilde aralarını cem ve telif edebilmektir:
İslâm'a göre
her şey Allah'ın takdiri ile olur. İnsan, bu takdirin gerçekleşmesinde kesb ve
ihtiyar sahibidir. Hastalıkların sirayeti bu yönden incelenecek olursa şöyle
denebilir: İnsan sâri bir hastalığa yakalanmamak için, her şeyden önce, o
hastalığa yakalanmış olan kimseden uzak durmak zorundadır; bu, onun
ihtiyarında, yahut elinde olan bir şeydir. Bununla beraber yine de o hastalığa
yakalanacak olursa, artık burada söz konusu edilecek şey sirayet değil
tak-dir-i ilâhinin tecellisidir. Bu manâda sirayet yoktur; fakat bazı hallerde
de sirayet, hastalığın bir kimsede belirmesi ve dolayısıyla takdir-î ilâhinin tecellisi
için sebep olabilir. Eski bir ArapŞâiri bu gerçeği şöyle dile getirmiştir:
"Tabib, tıbbı ve devası ile kaderi bozmaya muktedir olamaz ve daha önce
tedavi ettiği hastalıktan kendisi ölüf.
Sahih
oldukları halde manâları arasında zıtlık bulunduğu sanılan hadîslerin cem ve
telifi hadîs ilminin önemli konularından birini teşkil eder. Bu konu ile
ilgili olarak kitap telif edenlerin başındaİmam Şâfi'î (O. 204) ile İbn Kuteybe
(Ö. 276) gelir.
Değerli
taleberimizden Mehmed Hayri Kırbaşoğ-lu tarafından Türkçeye tercüme edilerek
okuyucuya sunulan Te'vîhıMuhtelifi'l-Hadîs, İbn Kuteybe'nin telifi olup, hem
Mutezilenin hadîsçilere yönelttikleri haksız ithamları cevaplandırır; hem de
mütenakız hadîs rivayeti ile ilgili ithamlar için, hadisler arasında tenakuz
bulunmadığını,verdiği örneklerin cem' ve telifini yaparak gösterir.
Mehmed Hayri
Kırbaşoğlu, henüz Fakülte sıralarında öğrenci iken gayretti çalışmaları ile bu
eseri bize kazandırmış; daha önemlisi, ilme ve İslâm'a büyük hizmet etmiştir.
Kendisini tebrik eder, başarısının ve hayırlı hizmetlerinin devamını dilerim.
Ankara, 30
Ekim 1978
Prof. Dr.
Talât Koçyiğit[6]
İslâm'ın en
doğru bir şekilde anlaşılmış olduğu devrin, Ashâb, Tâbiûn ve Tebeu't-Tâbün
devirleri olduğu bilinen bir husustur. Kabaca bir tarihle bu devrenin hicrî
ilk iki asır olduğunu söyleyebiliriz. Bu devredeİslâm coğrafyası en geniş
sınırlara ulaşmış; fikhî, itikâdi ve siyasî mezhep ve fırkalar bu devrede
ortaya çıkmış ve gelişmiş; hadis bu devrede tedvin edilmişve en mühim hadis
mecmuaları bu devirde telif edilmiştir. Kısaca bu devir, müteâkib asırlardaki
müslüman-lann gerek nazarî, gerekse tatbiki olsun dini düşünce, anlayış ve
tatbikatları üzerinde şekillendirici bir tesire mâlik olmuştur.
Asrımızda da
yeniden bir "İslama dönüş"hareketi göze çarpmaktadır. Bu harekete
doğru bir istikâmet vermek, zamanımızİslâm araştırmacı ve âlimlerine düşen bir
vazifedir. Bu vazifenin yerine getirilmesi sadedinde üzerinde durulması
gerekli hususlardan birisi, belki de en mühimi İslâmın ilk üç asnna âid görüş
ve düşünceleri bize aksettirecek olan eserlerin gün ışığına çıkarılmasıdır. Bu
devre âid kaynakların pekçoğu bugün elimizdedir. Fakat bunlar İlmî bir şekilde
neşredilmiş değildirler. Bu devre âid pekçok eser de kütüphanelerde yazmalar
halindedir. İşte, gerek matbu, gerek yazma halinde bulunan bu ilk devir
kaynaklarımızın ilmî usullere uygun tenkidli neşirlerini yapmak, bunları
çeşitli dillere çevirmek bugünün ilim adamlarının başta gelen vazifesidir. Her
müslüman, ilmi nisbetinde bu vazifenin mesuliyyetini yüklenmeli, herkes
kendisine düşeni yapmalıdır.
İşte biz de
bu mesuliyyetin idrâkiyle, ilmimizin yetersizliğine bakmayıp, tercüme etmek
cür'etini gösterdik, Allah'ın (C.C)-Iutfu sayesinde tercümeyi tamamlamak
müyesser oldu.
Eser, gerek
"muhtelifu'l-hadîs" ilmi, gerekse hadisin ve Ehl-i Sünnet'in
müdâfaası alanında yazılmış ilk ve mühim bir eserdir denilebilir. Bu balamdan
onu kültürümüze kazandırmakla bir hizmet yapmış olacağımıza inanıyoruz.
Üstelik 'TeVir'in fransızca tercümesinin bundan onbeş sene evvel neşredilmiş
olması, bizim onu tercüme etmede geç bile kaldığımızı göstermektedir.[7]
Tercümede
takibettiğimiz yolla alâkalı olarak açıklamamız icabeden bazı hususlar vardır.
Şöyle ki:
Herşeyden
önce, doğru bir metin elde etmek için Te'vü'in elimizdeki matbu nüshasıyla
yetinmeyip, eserin mevcud elyazmalanndan da faydalandık ve bu nüshalara
dayanarak yaptığımız tashih ve ilaveleri dipnotlarda gösterdik. Bunun için
İstanbul Süleymaniye Kütüphanesinde mevcud iki nüshadan faydalandık. Bu
nüshalar bibliyografyada zikredilmiştir.
Te'vir'in
tercümesinde metne sadâkat esas kabul edilmiştir. Müellifin ifade
hususiyyetleri, türkçernizin verdiği imkân nisbetinde aksettirilmeğe çalışılmıştır.
Metnin birkaç yerinde, ifâdede kapalılık ve an-laşılmazlık varsa da bunlar pek
fazla ehemmiyet ar-zetmezler. Bu, eserin oldukça eski (takriben 1089 sene
öncesine âid) oluşundan ve elimizdeki arapça matbu metnin dayandığı elyazma
nüshalardaki müs-tensih hatalarından ileri gelmiş olsa gerektir..
Tercümede
sâde bir türkçe kullanılmış, ancak türkçede tam karşılığı bulunmayan bazı
kelimeler, tâbir ve ıstılahlar aynen alınmış, ve dipnotlarda gereken açıklama
yapılmıştır.
Tercüme
esnasında tarafımızdan birçok notlar ilâve edilmiştir. Bunlar:
a) Metinde geçen hadislerin hadis kaynaklarındaki
yerlerini,
b)Kendilerinden bir görüş nakledilen
veya mühim görülen isimler hakkındaki kısa biyografik malûmatı,
c) Bâzıbaşlıkları,
d) Metin ile ilgili açıklamaları
ihtiva etmektedir.
Hadislerin
kaynakları: "Te'viTde geçen hadislerin kaynaklan eserin fransızca
tercümesinden aktarılmış, hataya mahal vermemek için gösterilen yerler
tarafımızdan tek tek kontrol edilmiştir. Fransızcaya tercüme edenin bulamadığı
kaynaklardan bir kısmı tarafımızdan bulunup ilâve edilmiştir.
Hadislerin
kaynaklarını gösterirken fransızca tercümede kullanılan kısaltmalar muhafaza
edilmiştir. Kendimiz de bazıkısaltmalar kullandık» bunları topluca veriyoruz:
ABDURRAZZAK
el-Musannef,Abdurrazzak
BUH:
Sahihul-Buhâri (Verilen rakamlar ki-tab/bab numaralandır.)
DÂRİMİ:
Sunenu'd-Dârimî [Verilen rakamlar kltab/bab numaralarıdır.)
EBÛ DÂVÛD:
Sunenu Ebû Dâvud [Verilen rakamlar kitab/bab numaralandır.)
GS:
Gesammelte Schriften, Ignaz Goldziher.
HAN: Musnedu
Ahmed b. Hanbel (Verilen rakamlar cild/sahife numaralandır.)
İBNU SA'D:
Kitâbu't-Tabakâti'l-Kebir (Tabaka-tu İbn Sa'd) (Verilen rakamlar cild/sahife
numaralarıdır.)
İBNU MÂCE:
Sunenu İbnu Mâce (Verilen rakamlar kitâb/bab numaralandır.)
İSL. MEZ.
TAR: İslâm Mezhebleri Târihi (I- ) Neşet Çağatay-îbrahim Agah Çubukçu.
LİSÂN:
Lisânu'1-Arab, İbnu Manzûr.
el-MECRÛHÎN:
Kitâbu'l-Mecrûhîn, İbnu Hıbbân.
el-MUĞNÎ:
el-Muğnî fi'd-Duafâ, ez-Zehebî.
MUS: Sahihu
Müslim (Verilen rakamlar ki-tab/bab numaralandır.)
MUVATTA:
Muvatta, İmam Mâlik (Verilen rakamlar kitab/bab numaralandır.)
(M):
Mütercim..
NESÂÎ:
Sunenu'n-Nesâî (Verilen rakamlar kitab/bab numaralandır)
en-NİHAYE:
en-Nihaye fî Garibi'l-Hadîs.
TAC:
Tâcu'1-Arûs
TECRİD:
Tecrid-i Sarih Tercümesi
TEHZİB:
Tenzibu't-Tehzib, İbnu Hacer.
TIR:
Sunenu't-Tirmizî (Verilen rakamlar kitab/bab numaralarıdır.)
Okuyucunun
arapça metni tercümeyle karşılaştırmasınıkolaylaştırmak maksadıyla 1966 basımı
arapça metnin sahife numaralan tercümede sayfa kenarlarına konulmuştur.
Kitapta
kullanılan bütün tarihler hicri tarihlerdir. Sadece giriş kısmındaki kısa
kronoloji hicri milâdî tarihe göre tertib edilmiştir.
"GİRİŞ"
kısmında "Muhtelifu'l-Hadîs" ilmine dâir bilgi verilmiştir.İbn
Kuteybe'nin hayatıve eserlerine dair kısım, Gerard Lecomte'un "İbn
Qutayba" adlıfransızca eserinden kısaltılarak alınmış, tarafımızdan da
bazı ilaveler yapılmıştır.
Prof. M.
Tayyib Okiç'in tanıtan makalesinin, bizi alakadar eden kısmı aynen alınmıştır.
[8]
Kitabın
sonuna da, "İçindekiler" kısmında gösterilen indeks gurubu ilave
edilmiştir.
Hulâsa,
okuyucunun azamî istifade edebileceği şekilde bir "ilmî usullere uygun
tercüme örneği" takdim etmeğe, çalıştık. Gayet tabii hatalarımız
olacaktır. İlim ehlinin, muttali olduklan kusur ve hatalan bize bildirmek
lütfunda bulunacaktan inancındayız.
Bu kıymetli
eserin ilmî, titiz ve noksansız bir şekilde tercüme edilmesi için bize
teşvikte bulunan ve yardımlarım esirgemeyen hocalarımıza olan şükran borcumuz,
burada kendilerine teşekkür etmekle ödenmiyecek kadar büyüktür. Aynca
tercümeyi, eserin arapça metni ve fransızca tercümesiyle birlikte kontrol etme
imkânını sağlayan Dr. Orhan Karmış hocamıza teşekkürü de bir borç bilirim.
Mehmed Hayri
Kırbaşoğlu[9]
Rasûlullah'tan
sahih isnadla birbirine zıd iki hadis rivayet edildiğini bümiyorum. Kim böyle
iki hadis bitiyorsa, getirsin aralartnıte'lifedeyim.
İmam İbnu
Huzeyme [10]
Makbul
haberler, amel olunan ve olunmayan haberler olmak üzere kısımlara aynlırlar. Eğer bir haber muârazadan salim
bulunursa, yani ona zıd bir haber gelmezse bu habere muhkem denir.
Bunların misali çoktur.
Fakat bir
haberin muarızı veya zıddı bulunursa, bu muânzı da ya kendisi gibi makbul olur
yâhutta merdûd olur. İkincisinin hiçbir tesiri yoktur. Zira zayıf hadisin
muhalefeti, kuvvetli haber üzerine tesir etmez. Eğer muâraza sıhhat yönünden
kendisi gibi bir hadisle olursa, ya iki hadisin mânâları arasında uzak bir
tevile gitmeksizin cem1 ve te'lif mümkün olur; yahut ta bu mümkün olmaz. Eğer
cem' mümkün olursa bu, muhtelifu'l-hadis denilen kısmıteşkil eder [11]
Muhtelifu'l-hadîs,
".Zahiren birbirine zıd hükümleri ihtiva eden, fakat hakikatte tezad
halinde bulunmayan, diğer tabirle; aralan telfik ve cem' edilebilen
(conciliation, harmonisation) iki hadis'e "Muh-telifu'l-hadis"
denir." diye de tarif edilmiştir. [12]
Fakat bu
çetin işe ancak, fikıh ve hadis ilimleri ne vâkıf, ince mânâları bilebilen
âlimler girişebilirler.[13]
Bu telfik
arneliyyesinde birkaç rnetod takibedil-miştir. Meselâ bunlardan biri, umûmî
olan bir keyfiyeti tahsis, mutlak'ı ise takyid etmek veya bir hadisi müteaddid
hâdiselere hamletmek yollarına başvurma metodudur. [14]
İki hadis
arasını cem' etmek mümkün olduğu takdirde, her iki hadisle de amel edilir.
Fakat bu iki hadisin arasını cem1 etmek mümkün olmazsa, bu takdirde iki şık
vardır:
1) Hadislerden birinin nâsih,
diğerinin mensûh olması. Bu bilindiği takdirde nâsih ile amel edilir, mensûh
terkedilir.
2)Hangisinin nâsih, hangisinin mensûh
olduğuna dâir herhangi bir delil bulunmazsa o takdirde iki hadisten birini
tercih etme cihetine gidilir ve ercah olanla (tercih edilenle) amel edilir.
[15]
Bu mühim
mevzua ilk defa ehemmiyet veren ve bu hususta söz söyleyen İmâm eş-Şâfîî ( 204)
olmuştur. Kendisi el-Umm ve er-Risâle adlıeserlerinde muhteliru'l-hadîs'e
müteaddid defalar temas ettiği gibi, bu meseleye dâir bir
defalar
temas ettiği gibi, bu meseleye dâir bir eser de yazmıştır. [16]Ancak eş-Şafiî bütün muhtelif hadisleri
bu kitapta toplamayı gaye edinmemiştir.[17]
İkinci
olarak İmam eş-Şâfîî'nin vefatından on sene sonra dünyaya gelen İBNU
KlTTEYBE'nin hadisteki tezadlan ileri süren muhtelif fırka ve mezheb (bilhassa
Mu'tezile ve ehlu'r-re'y) mümessillerinin iddialarınıçürütmek maksadıyla
kaleme aldığı mühim eserini zikredebiliriz. Kitabın ismi 'Te'vîlu
muhtelifli-hadîs'tir. (Elinizdeki eser). Müellif, itiraza uğrayan ve mutezâd
olarak ileri sürülen hadisleri telif edip aralarında ihtilâfın mevcud
olmadığını isbata büyük gayret sarfetmiştir. Eserin büyük meziyyetlerini
belirten İbnu's-Salâh bilhassa? daha kuvvetli, daha mühim misalleri terketmekle
müellifin hata ettiğini ileri sürmüştür. [18]
Bu iki mühim
eserden başka, aynı mevzua temas eden diğer esefler şunlardır:
İbnu Cerir
et-Taberi'nin ( -301) bu mevzudaki bir eseri[19]
Zekeriyyâ
b.Yahya es Sâci'nin ( -307) eseri, [20]
Ebû Ca'fer
Ahmed b. Muhammed et-Tahavî'nln (320) Muşkilu'l-Âsâr"i[21]
İbn Hıbbân'm
( - 354) "Kitâbul-Cem'i beyne'l-Ahbâri'I-Mutezâdde "si. [22]
Ebu'l-Ferac
Îbnu'l-Cevzi'nin ( -597) "et-Tahkik fi ehâdîsi'l-hılâfı. [23]
Mahmûd b.
Tâhir'in "el-Muğis min muhtelifi'l-Hadîs"i. [24]
Ali b.
Abdillah b. Ca'fer el-Medînî'nin "İhtiiâfu'l-Hadîs"i[25]ve,Osman b. Saîd ed-Dârimî'nin bu
mevzudaki bir eseri şöhret kazanmıştır. [26]
Şiîler de bu
mesele ile eskiden alâkadar olmuşlardır. Bunu Muhammed b. ebî Umeyr
el-Bağdâdî'nîn ( -217) "İhtilâfu'l-Hadîs" adlıeseri teyid etmektedir.
[27]
Adı: İbnu
Kuteybe'nin tam adı, Muhammed b. Müslim b. Kuteybe; künyesi Ebû Abdillah,
nisbetleri el-Kûfî, el-Mervezî ve ed-Dîneveri'dir.Kuteybe, barsak manasına
gelen "kıtbe" kelimesinin ism-i tasgiridir. el-Kuteybi de denmiştir.
el-Kûû denmesi, doğum yerinin Küfe olduğunu söyleyenlere göredir. el-Mer-vezî,
babasının Merv'li olmasından dolayıdır, ed-Dîneverî denmesi de Dînever şehrinde
kadılık yaptığından dolayıdır.
Doğum yeri,
tarihi: Doğum yerinin Bağdâd veya Küfe olduğu biyografik eserlerde
zikredilmiştir. Fakat ekseriya doğum yeri olarak Bağdad kabul edilmektedir.
Ibnu Kuteybe 213/828 senesinde doğmuştur. Onun doğumu Abbasi halifesi
el-Me'mun'un hilâfetinin son zamanlarına tesadüf eder.
Menşei: İbnu
Kuteybe. bizzat kendisinin ifadesiyle "Acem (İranlı)"dır. Babası
Merv'li idi. Dedesinin babasının da muhtemelen İranlı bir mühtedi olduğu
düşünülebilir. İbnu Kuteybe'nin babasıIrak'a yerleşmiş ve Abbasî hanedanını
desteklemiştir.[28]
Çocuklugu:îbnu
Kuteybe'nin çocukluk hayatına dair hemen hemen hiçbir şey bilmemekteyiz.
Sâdece kendi eserlerinde çocukluk devrine âid bir-iki işarete rastlanmaktadır.
(Meselâ bkz. Bu kitap, s: 139).
Meslekî
hayatı: îbnu
Kutebye, edebiyat, lügat, tarih, nahiv, fıkıh, hadis ve tefsir olmak üzere
hemen hemen bütün ilim dallan ile ilgilenmiş ve bu sahalat-da çeşitli eserler
vermiştir. Muasırlan Ebû Hanîfe ed-Dîneyerî (270/885) ve el-Câhız
(150-255/767-868) gibi İbnu Kuteybe'nin de malumatı bütün ilimlere şamil
bulunmaktaydı. Edebî ve tarihi anane bakımından muhtelit yahut İktitafçı
namıverilen Bağdad Nahiv mektebinin ilk mümessilidir. Tahsil arzusunu hisseden
kibar sınıf halkına ve bilhassa o sıralarda devlet teşkilâtı arasında nüfuz
sahibi olmağa başla yan Küttâb'a, Küfe sarf âlimlerinin toplamış olduğu lisani
ve edebi malzeme ile, tarihe dair malumatı arzetmeğe çalışmıştır. Şüpheciliğe
karşı Kur'anı ve Hadisi müdafaa etmek suretiyle zamanının din mücadelesine de
kanşmıştır.[29]
Kendisinin
de dinsizliğinden şüphe edilmiş, [30]Kerrâmiyye inancında olduğu, teşbihe
(=antropho-morphism) meylettiği söylenmiştir. [31]Bu iddialar karşısında kendisini müdafaa
zımnında bilhassa mü-şebbihe taraftarlanndan birinin ithamlannı karşılamak
kasdıyla bunlar aleyhine bir kitap yazmıştır.
İbnu Kuteybe
Dinever kadılığından sonra tekrar Bağdad'a dönmüş ve Ömrünün sonuna kadar
burada eserlerini okutmuştur.
Fıkhı ve
itikadı görüşü: İbnu
Kuteybe'nin fıkhı bakımdan bağlı olduğu mezhep bizce meçhuldür. Elimizdeki
malumatta da bu hususta bir sarahat olmayıp değişik rivayetler öne
sürülmüştür. İbnu Tey-miyye onun Ahmed b. Hanbel'e müstesib olduğunu söylemişse
de[32]bunu destekleyen başka bir ifadeye
rastlanmış değildir. İbnu Kuteybe'nin İshak b. Râhûye'nin mezhebine mensub
olduğu söylendiği gibi, [33]Zekeriyyâ b. Abdul'1-alâ da, onun Mâliki
mezhebinde olduğunu söylemiştir. [34]
Umumi olarak
İbnu Kuteybe'nin Ahmed b. Han-bel ve İmâm Mâlik'in mezhebine yakın; Ebû Hanife
ve İmâm eş-Şâfîî'ye daha uzak olduğu söylenebilir.
İtikâdî
bakımdan da Selefin yolunu takibeden, kalemini Ehl-i Sünnetin hizmetine vermiş
bir EHL-İ SÜNNET ÂLİMİDİR. İbnu Teymiyye onun hakkında: "Mutezile için
Câhız ne ise, Ehl-i Sünnet için de İbnu Kuteybe odur. Câhız mutezilenin hatibi
(hatîbıi'l-mu'tezile) ise, İbnu Kuteybe de Ehl-i Sünnet'in hatibi (hatîbu
ehli's-sünne) dir"[35]demektedir.
Hocaları,
üstadları: İbnu
Kuteybe'nin çeşitli dallarda kendilerinden ilim aldığı üstadlannıbir liste
halinde aşağıda veriyoruz:
1 - Seni b. Muhammed el-Cuşemî
el-Basri, Ebû Hatim es-Sicistânî ( - 248).
2- el-Abbâs b. el-Farac er-Riyâşî
el-Basri, Ebu'l-Fadl ( - 257).
3- İshâk b.İbrahim b. Râhûye ( - 237)
Kendisinden hadis ilmi almıştır.
4- Muhammed b. Ubeyd b. Abdulmelik
el-Ese-di, Ebu Abdullah el-Hamdani. Meşhur bir hadisçidir.
5-Abdurrahman b. Abdullah b. Kurayb,
Ebu Muhammed.
6 - Yezîd b. Amr b.el-Berâ,
el-Ganavl, Ebû Sufy-ân.
7- Muhammed b. Ziyâd b. Ubeydullah b.
Ziyâd b. er-Rabîr ez-Ziyâdî, el-Basrî (- 250) .Hadisçi.
8 - Ziyâd b. Yahya b. Ziyâd el-Hassânî
el-Basrî en-Nukrî el-Adanî, Ebul-Attâb { - 254) .Hadisçi.
9 - Ahmed b. Halil b. Harb b. AbduUah
b. Savvar b. Sabık el-Kuraşî, Ebu Abdullah el-Kumâsî. Hadisçi.
10 - Dı'bil b. Ali el-Huzâî ( - 246).
11 - Zeyd b. Ahzem et-Tâî, el-Basrî,
el-Hâfız, Ebû Talib. Hadisçi.
12 - Amr b. Bahr el-Kinani el-Fugaymî
el-Basrî Ebû Osman EL-CÂHIZ.
13 -Muhammed b. Hâlid b. Hidâs b.
Aclan el-Muhallebi, el-Basri, ed-Darir, Ebu Bekr.
14 - Abda b. Abdullah el-Huzâî
el-Kûfî, Ebu Sehl es-Seffâr ( -257).
15 - İshak b. İbrahim b. Habib b.
eş-Şehid es-ŞEHIDI el-Basri, Ebu Ya'kub ( -257).
16 - İbrahim b. Süfyan b. Süleyman b.
Ebûbekr b. Abdurrahman b. Ziyâd b. Ebih, Ebu İshak b. Ebî Habib ( 249) Nahiv ve
lisan alimi.
17 -Muhammed b. Yahya b. ebî Hazm
(el-Kutaî, Ebü Abdullah el-Basrî ( -253}. Hadisçi.
18 - Ahmed b. Hanbel (164-241).
19 - Şebâbe b. Savvâr el-Fezari, Ebu Amr
el-Me-daini ( -246) .Hadisçi.
20 -el-Hüseyn b. el-Hasen b. Harb
es-Sulemi, Ebu Abdullah el-Mervezi ( -246) Hadisçi.
21 -Muhammed b. Sellâm el-Cumahî
el-Basrî, Ebû Abdullah ( -231).
22 -Muhammed b. Muhammed b. Merzûk b.
Bukeyr b. el-Buhlûl el-Bâhilî el-Basrî ( -248).
23 - Ahmed b. Sâd el-Lihyânî.
24 - Ahmed b. Hâlid ed-Darir el-Bağdâdî,
Ebû Said:
25 - Müslim b. Kuteybe.
26 - Yahya b. Eksem et-Temîmî el-Useydi
el-Mervezi, el-Kadi, el-Fakih, Ebû Muhammed.
27 - İshak b. İbrahim b. Muhammed
es-Savvâf el-Bâhili el-Basri, Ebû Ya'kûb ( -253). Hadisçi.
28 - Harmele b. Yahya b. Abdullah b.
Harmele b. Imrân et-Tugîbî, Ebû Hafs, el-Mısrî (-243).[36]
Vefatı: İbnu Kuteybe'nin biri Zilkade 270
(Mayıs 884) diğeri Receb 276 (Ekim-Kasım 889) olmak üzere iki vefat tarihi
zikredilmektedir. Kûfe'de vefat ettiği söylenmişse de, doğru olanı Bağdad'da
vefat etmiş olmasıdır.
Fiziki
Portresi:İbnu
Kuteybe'nin fiziki portresini "Edebu'l-Kâtib"in'kenarındaki bir
nottan [37]öğreniyoruz.Talebesi Kasım b.Asbağ'a
atfedilen bu not şöyle elemektedir:
"İyi
giyinirdi, uzun, beyaz ve yanaklarını örten bir sakalı vardı.Yakışıklı ve güzel
tenli idi."
Bu
portrenin, İbnu Kuteybe'nin hayatının sonlarına doğru çizildiği
anlaşılmaktadır. Nitekim, Kasım b. Asbağ'ın İbnu Kuteybe'nin vefatından iki
sene önce doğuya geldiğinin bilinmesi, bu hususu doğrular mahiyettedir.
Bu İfadeden,
İbnu Kuteybe'nin ihtiyarlığında bile yakışıklı ve güzel görünüşlü olduğu
anlaşılmaktadır.
Oğulları ve
torunları :İbnu Kuteybe'nin bir oğlu vardır, Oğlunun adı Ahmed, künyesi Ebû
Ca'fer'dir. Oğlu da fakih idi. Mısır'da kadılık yapmış ve İbnu Kuteybe'nin
eserlerinin Mısır'a İntikalini sağlamıştır.İbnu Kuteybe'nin oğlu Ahmed,
biyografilerde Mâliki olarak gösterilmektedir. Kat'iyyete yakın bir ihtimalle
Ahmed, Dineverde doğmuştur.
İbnu
Kuteybe'nin torunu Abdulvâhid ise Bağ-dad'da doğmuştur.
Muasırları:
İbnu Kuteybe'nin muasırı veya ona pek yakın tarihlerde yaşamış olan isimlerden
meşhur olan birkaçı şunlardır:
Buhârî
(194-256/809-869).
Müslim
(206-261/821-874).
Tirmizî
(209-297/824-909).
Ebû Dâvud (
-275/888).
İbnu Mâce
(207-275/822-888).
Dârimî (
-255/868).
Belâzûrîf
-279/892).
Ebû Hanîfe
ed-Dîneverî ( 282/895).
Nesâî
(215-303/830-915).
ESERLERİ: 63
gibi çok ileri sayılmayan bir yaşta vefat etmesine, aynca kadılıkla da meşgul
olmasına rağmen İbnu Kuteybe, oldukça velüd bir müelliftir. Aşağıda
vereceğimiz listede, eserlerinin sayısı60'a varmaktadır.
İbnu
Kuteybe'nin eserlerinin tamamını oğlu Ahmed rivayet etmiştir. İbnu Deresteveyh
el-Fâ^sî ve Abdullah b. Abdurrahman es-Sukrî de onun eserlerini
nakledenlerdendir.
İbnu
Kuteybe'nin eserlerini, çeşitli başlıklar altında tasnif edilmiş olarak
veriyoruz. [38]
1 -Edebu'l-Kâtib.
2 - el-Envâ.
3 -Kitâbul-Arab (veya Kitâbul- Arab
ve'l-Acem- Kitabu't-Tesviye beyne'1-Arab ve'1-Acem).
4 -Kitabul-Eşribe.
5 - Kitabu'l-İhtilâf fîl-lafz
ve'r-redd ala'1-Ceh-miyye ve'1-Müşebbihe.
6 - Kitabu Maâni'ş-Şi'r.
7 -Kitabul-Maârif.
8 -Kitabu'l-Mesâilvel-Ecvibe[39]
9 -Kitâbu'l-Meysir vel-Kıdâh.
10 -Kitâbu'ş-Şi'r ve'ş- Şuarâ.
11 - Kitâbu Tefsiri Garibil-Kur'an.
12 - Kitâbu Te'vîli Muhtelifti-Hadîs
(Elinizdeki eser}.
13 - Kitâbu Te'vili Müşkilil-Kur'ân.
14 - Kitâbu Uyûni'l-Ahbâr. [40]
a) Kendisine âid olduğu kat'î olanlar:
15 - KitâbuĞarîbfl-Hadîs.
16 - Kitâbu Islanıl- Galat fî Ğarîbil-Hadîs
li Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm.
b - Kaybolan veya ona âidiyyeti
şüpheli olan eserler:
aa) Müellif ve başkaları tarafından
zikredilen, fakat mevcud olmayan eserler:
17 - 'Kitâbu Delâili'n-Nubuvve.
18 -Kitâbul-Fıkh.
19 - Kitâbuİ'râbil-1-Kur'ân (İ'râbul-Kıraat?
-Âdâbul-Kırâât?)
20 -Kitâbu'n-Nahv.
21 -Kitâbul-Kalem.
22 -Kitâbu'l-Kırâât.
23 - Kitâbu Ta'bîri'r-Ru'yâ.
bb) Mevcudiyetişüpheli olan eserler:
24 - Kitâbu Âlâti'l-Kuttâb.
25 - Kitâbu Sınâati'l-Kitâbe.
26 - Kltâbu't-Tefkîh.
27 -Kitâbu't-Tefsir.
28 - Kitâbu Uyûni'ş-Şi'r.
cc) Hakkında hiçbir malumat bulunmayan
eserleri:
29 - Kitâbu Âdâbi'1-İşrâ.
30 - Kitâbu Ferâidi'd-Durr.
31 -Kitâbu'1-Hatt.
32 - Kitâbu'l-Hikemve'l-Emsâl.
33 -Kitâbu'l-Hikâye ve'1-Mahkî.
34 - Kitâbuİstimâı'1-Ğınâ bi'1-Elhân.
35 - Kitâbu's-Sıyâm.
dd) İbnu Kuteybe'nin eserlerinden,.başka
isim altında veya kısmî olarak görünenler:
36 -Kitâbu'l-Ebniyâ.
37 - Kitâbu Edebi'l-Kırâa
(İ'râbu'l-Kur'ân'ın diğer bir ismi olabilir).
38 - Kitâbu Divani'l-Kuttâb.
39 -Kitâbu'l Cevâbâti'l-Hadıra (K. el-Mesail'in
başka bir ismi).
40-Kitâbu'l-İbil. 41-Kitâbu'l-îlm.
42-Kitâbuİlmi Menâziri'n-Nucûm.
43-Kitâbuİ'râbi'l-Kırâât.
44-Kitâbu Halkı'l-însân.
45-Kitâbu'l Hayl.
46-Kitâbu .Maâni'l-Kur'ân ,
47-Kitâbu Mu'cizâti'n-Nebî
(Delâilu'n-Nübüvve ile aynı kitab olabilir.)
48-KitâbuMunhatabi'l- Luğa ve
Tevârihi'1-Luğa.
49-Kitâbu Müşkilil-Hadis.
50-Kitâbu'n-Neseb.
51-Kitâbu'r-Redd ala'l-Kâili bi
Halkıl-Kur'ân (K. el-İhtilâf fî'1-Lafz adlı eserin bir bölümün tamamen
aynısıdır.)
52-Kitâbu Takvirhi'l-Lisân.
53-Kitâbu't-Târih.
54-Kitâbu'l-Vahş.
ee)îbnu Kuteybe'ye aidiyyeti şüpheli ve
aid olmadığı kafi olanlar:
55-Kitâbu'l-Elfâzi'l-Muğrabe bil
Elkâbi'l-Mu'rabe.
56-Kitâbul-Cerâsinı.57-Kitâbu'l-İmâme
ve's-Siyâse. 58-Kitâbu Telkini'l-Muteallim fi'n-Nahv. 59-Vasıyye. 60-Kitâbul-Vuzerâ
İbnu
Kuteybe'nin hayatı ve eserleri hakkında gerek Türkçe,gerek yabancı dillerde
yapılmış olan neşriyat ile ilgili olarak şunlarızikredebiliriz: [41]
1- Prof. Muhammed Tayyib Okiç,
A.Ü.İ.F. dergisi (C.XIV/1966) 288-290. sahifelerinde 'Te'vilu
Muh-telifİ'l-Hadis"i, 290-292. sahifelerde de Gerard Le-comte'un "İbn
Qutayba"sını tanıtmaktadır.
2 - slâm Ansiklopedisi (C.V/2, s: 762-763)
"İbn Kuteybe" maddesi.
3 -el-Maârif, İbnu Kuteybe (Tercüme:
Hasan Ege) Şelâle yayınlan, İst. [42]
The life and
Works of İbn Qutayba, İshak Mûsâ el-Hüseynî.
Fransızca:
Rube'yte
ilgili olarak fransızca neşreş birkaç mühim makale için bkz: Prof Muham-med
Tayyib Okiç'in yukarıdaki mezkûr »
Tîbn Quta^ha
rhomme, son oeuvre, ses idees Gerard Lecomte, Damas, 1965. des Divergences du Hadith
d'İbn ı Serard Leco^te, Damas. 1962 (Te'vilu 'l-Hadis'in fransızca tercümesi).
Blİ
İGrcûmeyı ÜgÜi olarak hocamız Prof Dr Mehmed S. Hatiboğlu şöyle demektedir:
[43]
İslâm
kültürünün ilk anlarda sahib olduğu manzarayıkavramakta, o devir ilim
adamlarının yazmış oldukları eserler, şüphesiz temel kaynak hüviyetine
sahibtir. Bu nevi eserlerin, müellif nüshalarına uygunşekilde basımları, nasıl
ilmî araştırmanın ilk yapılacak işini teşkil ediyorsa, onların tahlil ve değerlendirilmelerini
bizzat yapmak veya yapacak olup da, bu eserin yazıldığı dili bilmeyenlere onu
terceme etmek suretiyle yardımcı olmak da ikinci adımı teşkil etmektedir.
Herhangi bir ilmî kitabın muhtevasını daha iyi değerlendirebilecek ehliyette
olanları, o dili bilmemeleri sebebiyle bu işten mahrum bırakmamak, ancak
terceme yoluyla büyük ölçüde sağlanabilmektedir.
Bir
tercemede basan nisbetinin, o eseri anlayacak ve anlatabilecek kültürü
gerektirdiği herkesçe bilindiği içindir ki, ilmî eserleri terceme etmek her
lisan bilenin harcı olmamaktadır. Bu sebepledir kiİbn Ku-teybe üzerinde ilmî
araştırmalarda bulunmuş Gerard Lecomte isimli muasır Fransız şarkiyatçısının
Te'vil'i fransızcaya terceme etmiş olduğunu görmekten ilk bakışta bayağı sevinç
duymuş ve terceme eserin baskı ve tertib şeklinin arzettiği dış güzellikten
de, bir ilim talibi olarak, iftihar etmiştik. Ne var ki arabça aslıyla karşılaştırdığımız
baş kısımları, bu müsbet intibâımızın devamına imkân bırakmamakta, hattâ bazı
basit ibarelerin tercemesinde düşülen çocukça hatalar, sayın fransiz âliminde
görmek istediğimiz seviyeyi sarsacak mahiyet arzetmektedir. Tevil
tercemesininin, sayfalarca sürecek tashih cedvellerine ihtiyâç göstereceğe
benzeyen yanlışlarından vereceğimiz aşağıdaki örnekler, maalesef bu neticeyi
haklı gösterecek istikam kamettedir. [44]
Arabça
metinde (ilk baski, s: 48, ikincisinde, s: 38),İbn Kuteybe, sahâbi Ebû Hureyre
hakkında ileri sürülen şüpheler meyânında muhaliflerin:
"Hz.
Peygamber ile Ebû Hureyre üç sene kadar birlikte bulunduğu halde, (bu zamana
nisbetsiz derecede) Hz. Peygamber'den rivayette bulunmuştur. (Hz.
Peygamber'den) sonra elli sene kadar yaşadı, (Hicrî) 59, senede vefat
etmişti..." dediklerini nakletmektedir. Bu gayet basit ibareyi Lecomte şu
şekilde fransız-caya çevirmiştir:
"Abu
Hurayra fut le Compagnon du Prophete environ trois ans, et la plus grande
partie de la Tra-dition est passee par son canal. (il fut le Compagnon de)
Umar environ cinquante ans, et mourut en 59/679." (p: 44, 42)
Yani:
"Ebû Hureyre üç yıl kadar peygamberin sahâbisi oldu ve Hadisin en büyük
kısım onun tarafından nakledildi. Elli sene kadar Ömer'in (Arkadaşı oldu) ve
59/679'da öldü."
Sayın
mütercim, "ömür verildi, yaşadı" demekolan Uz. Ömer zannettiği
içindir ki, bu gülünçlüğe düşmüş ve cümleyi ziyadeleştirmişbulunmaktadır.
Gülünçtür çünkü, Hz. Peygamberin vefatından sonra, Hz. Ömer ile kimsenin elli
sene arkadaşlık yapamayacağını İslâm tarihinden biraz behresi olan herkes
bilir, ve böyle bir mantıksızlık bir müsteşrikten beklenmemek lazım gelir.
[45]
İbn Kuteybe,
Re'yalere tahsis ettiği bölümde, onîann hadislere pek kıymet vermeyip kendi
şeyhlerinin görüşlerine tâbi olduklarınıileri sürmekte ve misal olarak meselâ
Ebû Hanife'nin hadise uyması gerekirken, kendi hocası îbâhim Nehâî'nin
görüşünü kabul ettiğini ileri sürmektedir:
Mütercimimiz,
yine fıkhı bilgisinin yetersizliğinden olmalıdır ki metinde İbrahim Nehâî'ye
aid olan görüşü tercemesinde Hz. Peygamber'e isnad etmektedir:
"Abu
Hanifa s'ecria lors: -Laisse-nous tran-quilles avec cela: j'ai entendu Hamraâd
dire (d'ap-res İbrahim) que le Prophete avait declare: "II est tenu de la kaffâra!" (p:
58, a 60)
"O
zaman Ebû Hanife bağırdı: "Bırak bununla kafamızı şişirme. Ben
(İbrahim'den naklen) Ham-mad'ı, Hz. Peygamber'in şöyle beyanda bulunduğunu
söylerken işittim: "Ona keffâaret gerekir."
Keza, G.
Lecomte'un fıkıh tarihiyle meşgul olmadığı,İmâm Zufer'in ismini
"Zafr" şeklinde okumasından da belli olmaktadır, (p: 62, a 69) ve
tercemede bunun pekçok emsali vardır.
Maalesef
mütercimin zaman zaman çala kalem terceme yaptığına insanın inanası geliyor.
Abdullah bı
Amr'ın sahifesi (yani hadis risalesi, defteri) ibaresini "La famille
" (p: 87,104) Ailesi" şeklinde yazdıktan bir satır sonra ayin
kelimeyi "une feuille", yaprak, kâğıd diye tercüme etmesi başka nasıl
yorumlanabilir?
Sayın
Fransız orientalistinin kayıdsızlığma deliller bir ikiye inhisar etmediği için
son bir misal daha vererek bu seriyi kapatmak istiyoruz:
Meşhur
Kaderiyye imamlarından Amr b. Ubeyd'in, yine kendi devrinin meşhur
muhaddis-fa-kih'lerinden Eyyûb, İbn Avn, Yûnus ve Teymî hakın-da:
"Bunlar
birtakım pisler, ruhsuz ölülerdir." dediği çeşitli kaynaklarda nakledilir.
İbn Kuteybe,
bu iddiaya verdiği cevaba şöyle başlıyor:
Yani,
"Onun zikrettiği bu dört zat, kendi devirlerinin ilimde, fıkıhta... en
gözde kimseleridir.
"İsimleri
geçen âlimlerin, E. hicrî asrın ortalarında, yani İbn Kuteybe'nin doğumundan
en az yarım asır önce vefat etmişoldukları erbabınca malumdur.
Ne var ki,
bu noktaya dikkat etmeyi lüzumsuz sayan mütercimin fransızcasmdan öğreniyoruz
ki! bu âlimler İbn Kuteybe'nin muasırıdırlar!...
"Abu
Muhammedi dit: Or les quatre personna-ges cites sont l'elite de nos
contemporains en ce qıü touche la selence, le fiq..." (p: 95, Pİ21)
Verdiğimiz
bu misaller Lecomte'un tercemesine pek itimad edilemiyeceğini yeter derecede
göstermekle beraber, bu haliyle dahi onun İslâm ilmine bir hizmet sunduğunu
belirterek kendisine teşekkür etmeliyiz.
Bu vesileyle
şunu da belirtmeliyiz ki İslâm kültürünün gayr-ı müslim aydınlara
tanıtılmasında hüsn-i niyetle çalışan orientalistlerin bulunduğu inkar
edilemez. Onlardan bu nevi çalışmalarında hiç hata yapmamalarını beklemek de
kimsenin hakkı olmamak gerekir. Fakat Dımeşk Fransız Entitüsü'nün pek kıymetli
ilmî neşriyatına büyük meblağlar tahsis ediliyorken, TeVil gibi bir eserin
tercemesinin, bu işleri bilen bir müslüman âlime kontrol ettirilmesinden
kaçınılmış olması herhalde büyük bir eksikliktir.
Bu defa bu
pek değerli eser, İlahiyat Fakültemizin 1978 mezunu Sayın Kırbaşoğlu
tarafından türk-çeye kazandırılmış bulunmaktadır. Ve muhakkaktır İd
fransızcasmdan daha sağlamdır. Bu genç ilim adamımızın yorulmak bilmez araştırıcılığına
eş ilim aşkı ve ihlası, İslâm kültür hayatına daha nice kıymetli hizmetlerde
bulunacağına en sağlam teminattır. Bu İlk denebilecek ilmi hizmetinin,
erbabının iyi niyetli tenkidleriyle değerini tescil ettireceğinden şüphemiz
yoktur.
Bu eseri bastırarak
ilim dünyamıza kazandırmakta emeği geçenlere de ayrıca şükranlarımızı sunmak
borcumuz olacaktır.
Prof. Dr.
Mehmed Said Hatİboğlu
İBN
KUTEYBE'NİN 'TE'VİL'l ile alakalı
olarak kıymetli âlim merhum Prof. Muhammed Tayyib Okiç'in, eserin fransızca tercümesinin
tanıtılmasına dair makalesinin ilgili kısmını aynen aliruz:
"...
Mütercim mukaddimesinde "Kitâbu Ta'vili Muhtalifi'l-Hadith"'in, İbnu
Kuteybe'nin eserleri arasında ayrı ve hususi bir yer işgal ettiğini hatırlatmaktadır.
Aynı zamanda bu kitabın, İbn Kuteybe'nin en son eseri veya en son eserlerinden
biri olduğuna bilhassa işaret etmektedir. Dolayısıyle eserin te'lifi 256/869
ile 276/889 yılları arasına tesadüf eder (yani müellifin Bağdad'a dönüşü ile
vefatı arasındaki zaman içinde, diğer bir tabirle, Halife el-Mutevekkil ve
vezirlerinin Mu'tezile aleyhindeki reaksiyonlarından sonra). Eser,
Ehlu'l-Kelâm, Mutekellimûn, daha doğrusu Mu'tezilenin hadis hususundaki bazı
sapık fikirlerini reddetmek için kaleme alınmıştır. Bu bakımdan, eser bir
nevi polemik kitabıdır. Her babın başındaki "Kalû" (muarızlarımız
derler ki)[46]fıkrasından sonra "Nahnu
nekûlu" veya "Kale Ebû Muhammed" (biz veya Ebû Muhammed, yani
müellif, bunu şöylece cevablandırıyoruz) [47]başlıklıcevabi fıkra gelmektedir.
Müellif eserinde, mu'tezileyi, feylesofları ve bazıahvalde şahsi te'villere
mütemayil görünen Hanefi Fakihlerini hedef edinmektedir. Mukaddimesinde
hadisleri muhtelif gayeler için kullanan Hâriciyye, Mürcie, Kaderiyye,
Râfiziler ve diğer bazı fırkaların hadise tevcih ettikleri itirazlara işaret, etmektedir.
Bilhassa burada Râfiziler başta gelmektedir. Mu'tezile tabirinin eserde ancak
iki defa geçmesi calib-i dikkattir. Bu meyanda Cehmiyye'nin zikredilmeyişinin
sebebi anîaşılamıyorsa da, eserin muhtasarı telakki edilen, müellifin.
"Kitabu'l-ihtilaf fi'1-lafz" adlı kitabında bunlara yer verilmiştir.
(ar-Raddu' ala'l-Cahmiyya wa'l-Muşabbiha). İbn Kutayba, eserin birinci babında,
Mu'tezileye, felsefeye ye Hanefiliğe temas etmektedir. Mu'tezile
kelâmını,İbrahim an-Nazzâm, Abu'l-Huzayl al-Allâf, Ubaydullah ibnu'l-Hasan,
Sumâme ibnu'l-Aşras ve Bakr al-'Ammî; felsefeyi, Muhammed ibnu'1-Cahm al-
Barmakî ve Hanefiliği büyük İmam Abu Hanifa temsil etmektedirler. Ayrıca
Mu'tezileşeklindeki Rafızi ilahiyatını temsil eden Hişam ibn'l-Hakam ve
bilhassa nereye konulabileceği bilinmeyen al-Câhiz, hususi birer yer işgal
etmektedirler. (İbnu Kutayba onu sadece son mütekellim diye adlandırmaktadır.)
İbn Kutayba, Câhiz'in eserlerini fevkalade, iyi bildiğinden onları birkaç cümle
ile ustaca tahlil eder. Hülasa İbn Kutayba, bütün muhaliflerin
naza-riyeyelerini ve doktrinlerini izah ettikten sonra, ikinci babda hadis
ehlinin, üçüncü babda ise bizzat hadisin müdafaasını yapmaktadır[48]
Prof.
Muhammed Tayyib Okiç
İBNU KUTEYBE
nin doğum ve ölüm tarihleri arasındaki vak'alan ihtiva eden ksa bir kronoloji:
Hicri Miladi
212 827
Mutezile görüşünün Halife
Me'mun
tarafından resmi bir mezheb olarak tanınması.
213 828 İBNU
KUTEYBE'NİN DOĞUMU
215 830
Halife Me'mun tarafından
Ankara ve
havalisinin fethi. . Bağdad ve Şam'da birer Rasathane kurularak gökyüzü
hareketlerinin izlenip yazılmasına başlanması-Me'mun tarafından Bağdad'a
öğretim için yollanması istenen Selanikli bir bilgin rahibin Bizans imparatoru
Teofil tarafından gönderilmemesinin Bizanslılara savaş sebebi sayılması.
Halife Me'mun tarafından Bağdad'da "Beytü'l-Hikme" adlı ilim
akademisinin kuruluşu.
216 831
Bağdad'da Zübeyd türbesinin inşası-Palermo'nun Araplar tarafından zaptı (Sicilya'nın
zaptına 825'te başlanmışve 902'de Taormina'mn zaptı ile tamamlanmıştır) Halife
Me'mun'un Anadolu
seferi-Yunanca'dan
tercümelere başlanması- İslâm bilginlerinden bir heyetin Sencar sahrasında iki
boylam derecesi ile ekliptik eğilimi ölçmesi ve yerkürenin büyüklüğünü hesab
etmesi.
218-228
833-342 Halife MUTASIM
218-228
833-842 Halife Mutasım'm, büyükkardeşi Me'mun'un tutumunu devam ettirerek
Kur'an'ın mahluk olduğu davasını kabul ettirmeye uğraşması ve Ehl-i Sünnetin tepkileri.
222 836
Samarra'nm kuruluşu veAbbasi devletine merkez oluşu. -Türklerden bir hassa ordusu
kurulması -Arapların Bâri'ye çıkmaları.
223 837
Kayrevan'da Büyük Camiininşası.
223-228
837-842 Bizanslıların Araplara saldırmalarıve yenilgiyle çekilmeleri.
226 840
Kırgızların Uygurİmparatorluğunu yıkmaları.
228-233
842-847 Halife VASIK
228 842
Samarra'daki Büyük Camiin inşası. -Strasburg yeminleri. Arapların Messina ve
Toranto şehirlerini zaptı.
229 843
Verdün antlaşması.
230 844
Endülüs Emevi devletinde
POSTA
teşkilatı kurulması.
231 845
Güney İtalya şehirlerinin
Arab
istilasını önle-mek üzere birleşmeleri. -Ebu Tem-mam'ın ölümü (doğ. 788 - ?)
(Kasideler, Divan).
232 846
İtalya yarımadasını güneyden istilaya başlayan Arab kuvvetlerinin Roma kapılarına
dayanması.
233-247
847-861 Halife MÜTEVEKKİL
233 847 Türk
muhafız birliklerinin ötekilere üstün tutulmaya başlanması.
235 849
Halife Mütevekkilin Alevileri
ve Mutezile
mensuplarını imha etmek suretiyle dini inançta eski geleneğe dönmesi
-İtalya'da Beneventum şelırinin Araplar tarafından zaptı.
235-236
849-850 Arapların Güney Fransa'daProvence bölgesine akınları.
236 850
Büyük matematikçi Harizmi (Mehmed b. MusaJ'mn ölümü.
237 851 Arab
seyyahı Vahid ile Said'in Çin'e seyahatlan.
241 855
Hanbeli Mezhebi'nin İmamıAhmed b. Hanbel'in (doğ. 780) Bağdad'da ölümü.
244 , 858
Hazarların Hristiyanlığıkabulü.
247 861
Halife Müteveekkil'in ulema ve vükelasının elbirliğiyle öldürülüp yerine oğlu
MUS-TANSIR'm geçirilmesi.
248 862
Halife Mustansır'm zehirle öldürüLrnesi üzerine yerine MUSTAİN'in geçmesi -
Türk Erniru'l-Ümeralarının bütün devlet işlerini ele almaya ve Halifede yalnız
kuru bir unvan bırakmaya başlamaları.
254 868
Mısır'da Tulunlulann (sonu: 905) İran'da Toharistan'da Saffarilerin (sonu: 908)
devlet kurmaları.
255 869
Sicilya'ya yerleşen Araplar tarafından Malta adasının zaptı-Cahız'in ölümü
(doğ. 775-?)- Ünlü Hadis bilgini Buhari'nin (doğ. 810). ölümü-İstanbul'da
dokuzuncu Konsilin toplanması-îstanbul ve Roma kiliselerinin birbirinden
ayrılması(Orto-doksluk-Katoliklik).
256-270
869-883 Güney Irak'ta siyahi esirler(zenciler)in ayaklanması ve bunlarla
mücadeleler. Merkezleri Muhtare'nin zaptı suretiyle haraketin bastırılması.
257 870
İfratçı Şiiliğin bir kolu olan İsmaililik (Batıniler)in yayılmaya başlaması.
258 871
Zencilerin bir Cuma namazı sırasında ani olarak Basra'yıbasmaları.
261 874
Buhara'da Samanoğullarıdevletinin kuruluşu (sonu: 999)
262 875
Şiraz'daki Ulu camiin yapıması.
263-266
876-879 Kahire'de Tulunoğlu camiinin inşası.
264 877
Yunan fen kitaplarınıarapçaya çeviren Huneyn b. İs-hak'ın ölümü-Ahmed b.
Tu-lun'un Filistini ve Suriye'yi işgali.
265 878
Sicilya'ya hakim olan Araplar'ın Papa VIII. Jan'dan vergi almaya başlamaları.
-12. Şii imamı Muhammed el-Muntazar (Mehdi)m ihtifası
268 881 Kudüs
piskoposunun İslamidaresinden şikayetlere başlayarak Avrupa hristiyanla-rını
Haçlı seferlerine hazırlamaya başlaması.
273 886 Din
bilgini (Muhaddis)İbnu Mace (Hafız Ebu Abdullah)ın f ölümü (doğ: 824).
274 887
Fransa'da Feodalizmin başlangıcı.
275 888 .
Hadis bilgini Ebu Davud (Süleyman b. Eş'as'ın ölümü (doğ: 817).
276 889 DİN
BİLGİNİ İBNU KUTEYBE
(MüsHm)in
ölümü-Nişabur camiin inşası.[49]
Hamd,
kendisinde eğrilik bulunmayan dosdoğru Kitab'ı,kulu ve rasûlü Muhammed'e
indiren Allah'a mahsustur. Bâtıl hiçbir cihetten o Kitab'a yanaşamaz. O, Hakim
ve Hamid olan Allah'ın indirdiği bir kitaptır,
Salât ve
selâm da mahlukatın en faziletlisi, hak rasûl olan efendimiz Muhammed'e olsun
ki, Rabbi ona Kur'ân'ı şerhedip açıklamasını şu ayette emretmiştir: "(Ey
Rasûlüm) Sana da Kur'ân'ı indirdik ki, kendilerine indirileni İnsanlara
açıklayasın." (16. en-Nahl: 44) Kullarına da, Rasûlünün açıklamalarıyla
amel etmelerini, onun emirlerine uymalarını,nehyettiklerinden sakınmalarını
şu ayetle emretmiştir: "Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi
yasak ettiyse onu da almayın." (59. el-Haşr: 7)
İlimden
nasibi olan akıl sahibi her müslümana, sünnetin İslâm şeriatındaki yeri-gerek
fıkhı, gerek itikadı cihetten-apâşikârdır. İtikadı ve fikhî sünnet biri
diğerine muhtaç iki cüz'dür.
Kur'an,
şer'î ve itikadı hükümleri mücmelen getirmiş,sünnet de onları açıklamıştır.
Meselâ namazı ele al:
Kur'an-rekât
ve secdelerin sayısından bahset-meksizin-namazın kılınmasını emretmiş, sünnet
de namazın ne şekilde kılınacağını,rekâtlarda ne kadar Kur'an okunacağını,
duaların şeklini, celse (oturuş)-lann sayısını ve celselerde ne okunacağım,
namazın nasıl bitirileceğini açıklamıştır.
Namaz
hakkında söylediklerimiz, İslâmın diğer rükunlan, akaid, edeb, terbiye, aile
nizamı, içtimai adalet, İslâmi siyaset vb. Kur'an'm tafsilatını zikretmediği
her husus için aynı şekilde söylenebilir. Çünkü Kur'an muhkem, külli kaideler
getirmiştir. Bu muhkem (esas) kaideler ile, bu kaidelerin gayelerine aykın
olmayan ve yeni yeni zuhur eden cüz'işeyler arasında bir irtibat (alaka) kurmak
mümkündür.
Lâkin İslâmî
fetihler genişlediğinde bu mağlub milletler îslâmı kabul ettiler. Bunların bir
kısmı müs-lümanlıklannda samimi idi, bir kısmı değildi. Üstelik bu sonuncuların
kalbinde, İslâm'a ve müslümanlara karşı kin ve hilekârlık; İslâm'ın yerle bir
ettiği İran ve Bizans hükümdarlıklarına, darmadağın ettiği saray ve köşklere karşı
içlerinde öyle derin bir hüzün vardı ki, îslâmdan ve müslümanlardan intikam
almaya ve İslâm devletine tuzak kurmaya kalktılar. Bunun için birtakım gizli
cemiyet ve teşkilatlar kurdular. Bu teşkilatların yaptığı ilk iş bu ümmetin
Faruk'u, hulefa-i raşidi-nin ikincisi, Emîru'l-mü'minin Ömer b. el-Hattab'ı öldürmek
olmuştur.
Siyasetteki
mevkii ve hüküm vermede şark ve garbaşamil adaleti darb-ı mesel haline gelen,
batılı alimlerin "Dünyanın ilk demokratik devlet adamı" unvanını
verdikleri Hz. Ömer, işte bu alçak ve rezil teşkilatların kurbanı olmuştur.
Bunların intikamının, Hz. Ömer'in "Rabbim Allah, Rasûlüm Muhammed
(S.A.V.)" diyen bir müslüman arab olmasından,başka bir sebebi yoktu. Lakin
onların Hz. Ömer'i öldürmeleri islâm'ın süratle ilerlemesini durdurabilmiş
inidir? Asla... işte kafaları ve kalpleri İran felsefesi ve putperestmanu üe
dolmuŞ bu güruh 'ilm-i hikmet veakli ilimler dedikleri silah ile İslama
karşıharbetmeğe karar verdiler. Böylece Kur'an ve Hadis hakkında müslümanlan
şüpheye sevketmeye çalıştılar ve kalplerine İslâm'dan hiçbir şey girmemiş olan
dinsizlik ve zındıklığın önderleri müslüman kılığında ortaya çıktılar.
Fakat İslâm
âlimleri bunlara karşı koydular ve ortaya attıkları şüpheleri yok ettiler.
Bunlar da böylece mağlub ve koğulmuş olarak gerisin geriye döndüler.
İşte
mukaddes sünneti müdafaaya girişen İslâm âlimlerinden birisi de Hicri 3. asır
ricalinden Allâme-tu'l İslâm, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Ku-teybe'dir.
Elinizdeki kitabı da bunun için te'lif etmiştir. Fakat bu kitap salih
selefimizin yazdıkları eserler arasında gömülmüş,kaybolmuş idi. Tâki Allah
(C.C.) merhum selefi âlim eş-Şeyh İsmail el-Hatib el-İs'ırdi'yi bizlere
lütfetti. Şeyh İsmail anılmaya lâyık gayretlerle bu eseri H. 1326 senesi
cemaziye'I-ûlâ ayının ortalarında (Haziran 1908) nefis açıklama ve
talikleriyle, titiz ve ilmi bir şekilde neşir dünyasına takdim etti. Güzel
bir tesadüf eseri olarak bu ikinci baskının tarihi, ilk baskının
tarihinerasgeldi. Biz bu baskıyı 25 cemaziye'I-ûlâ 1386 (Ağustos 1966) da
bitirdik. Birinci baskısı da yine cemaziye'1-ûlâ ayında 1326'da bitmiş idi.
[50]
Kitabın ilk
musahhihi (el-İs'ırdi) diyor ki: "Bilinsin ki elimizde bu kitabın
müellifi Ebû Muhammed Ab-dullah b. Müslim b. Kuteybe'ye varan dört isnadı vardır.
Bu dört nüshadan dördüncüsü tahriften ve noksandan salim değildi. Bu mezkur
nüshayı yazan zat da, kitabın müellife varan senedindeki bazı kelimelerin güve
yemesi sebebi ile yok olduğunu, bir kısım kelimelerin ise nokta konmadığı için
hatadan salim olmadığınıve bu kelimeleri doğru olarak okuyup yazdığına
kendisinin de güvenmediğini ifade etmektedir. Bu nüsha sadra şifa vermediği,
"Vefayat" gibi teracüm (biyografi) kitaplarına müracaatİle dahi bu
nüshanın tashihi mümkün olmadığı için biz esas aldığımız üç nüsha ile iktifa
edip dördüncüden vazgeçtik.
Senedden
maksad, kitabın müellife aid olduğunu göstermektir. Bu kitabın ise İbnu
Kuteybe'ye aid olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Nasıl öyle olmasın ki...? Hadis
âlimlerinden pekçoğu -mesela İbnu Hacer el-Askalani "Nuhbe" şerhinde
- onun "Muhtelifu'l-hadis" mevzuunda bir kitabı olduğunu
zikretmektedirler. Müelliften, İmam Ebu'l-Faracİbnu'l-Cewzi ve İmam İbnu Furak
gibilerinin bu kitaptan kendi kitaplarında naklettikleri şeyler aynı ibarelerle
bu kitapta mevcud-dur. İşte kitabın bu üç isnadı:
Birinci
sened:Bize eş-Şeyh
Ebu'l Hasen Ali b. Meymûn el-Askalanî Askalan şehrinde 430 senesi
cemaziye'1-ûlâ ayında haber verdi ve dedi: Bize İbnu Batta ismiyle maruf E^u
Abdillah Ubeydullah b. Muhammed el -Ukberi haber verdi. İbnu Batta dedi ki:
Bize Ebubekr Ahmed b. Muhammed b. el-Hasen ed-Dine-veri tahdis etti. O da dedi
ki: Ebu Abdillah b. Müslim b. Kuteybe'nin huzurunda kendi eserini ona okudum ve
derim ki: "İbnu Kuteybe dedi: Bundan sonra -Allah seni mesud kılsın-
ilah..."
ikinci
sened:Bize eş-
Şeyhu'1-İmam Ebu'l-Ha-sen AH b. İbrahim el-Bağdadi en-Nahhas "Cem'ıyyeMe
haber verdi. en-Nahhas dedi ki: Şeyhu'l-İslam Hafız
Ebubekr
Muhammed b. Ali b. Sabit el-Bağdadi bana yazdığı icazet ile tahdis etti. O da
dedi ki: Bize Ebu Ali b. el-Hasen b. Şihab el-Ukberi, benim ona okumam
suretiyle haber verdi. O da dedi ki: Bize Hemedanşeyhi ve fakihi Ebu Abdillah
Ubeydullah b. Muhammed haber verdi. O da dedi ki: Bize Ebubekr Ahmed b. Huseyn
b. İbrahim ed-Dineveri "Dîneverî" de tahdis etti. O da dedi: Ebu
Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe dedi: "Hamd âlemlerin rabbi olan
Allah'adır. Akıbet müttakiler içindir. Allah, Muhammed'e ve onun temiz ve pak
âline salât etsin. Bundan sonra -Allah seni me-sud etsin-ilâh..."
Üçüncü sened: Fakih, mukri, muhaddis Ebubekr
Muhammed b. Hayri el-İşbili,şeyhlerininçeşitli bilgiler ve muhtelif ilimler
hakkında yazdıkları eserlerin fihristinde bu kitap ile alakalı olarak şunları
söylemektedir. "Kitâbu muhtelifi'l-hadis el-Muddeâ aleyhi't-tenakuzf İbnu
Kuteybe'nin eserdir. Bana bu kitabı eş-Şeyh Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed b.
Ab-diîaziz, Ebu Ali Huseyn b. Muhammed el-Gassani rivayet etti. O da dedi ki:
Ebu'1-Âsî Hakem b. Muhammed b. el-Cuzâmî, Ebu İshak İbrahim b. Ali b. Muhammed
b. Galib et-Temmar'dan o da Ahmed b. Mervani'l-Maliki'den, o da Ebu Muhammed b.
Kuteybe'den haber verdi. Ebu Ali dedi ki: Keza bana Hakem b. Muhammed, Ebu
Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Ab-dilwişahi'den, o da Abduhvahid b. Ahmed b.
Abdillah b. Müslim b. Kuteybe'den, o da babasından ,o da dedesinden rivayet
etti. [51]
Hamd
âlemlerin Rabbi'ne mahsustur, mükâfat da takva sahiplerinedir. Allah, nebilerin
sonuncusu Muhammed'i ve onun pâk ve temiz âlini rahmetiyle kuşatsın.
"İmdi:
Allah seni tâatıyla mesud kılsın, muhafa-zasıyla kuşatsın, rahmetiyle hakka
muvaffak kılsın ve seni kendi ehlinden eylesin. Sen, Kelâmcılarıri hadis-çileri
hor görüp onlara hakaret ettiklerine, kitaplarında Hadisçileri (Ehlu'l-Hadis)
kötülemek için pekçok söz sarfettiklerine, onlan uydurma ve mütenakız rivayetlerde
bulunmakla, dolayısıyla ihtilâfın vukuuna, fırkaların çoğalmasına, (müslümanlar
arasındaki) bağların kopmasına, müslümanlann birbirine düşman olup, birbirini
küfürle itham etmelerine sebep olmak ve (bu uydurma ve mütenakız
rivayetleriyle) her fırkanın kendi mezhebi için birtakım hadislere bağlanabilmelerine
imkan vermekle suçladıklarına dair bildiğin şeyleri bana haber vermek için
yazıyorsun:
1- Bu fırkalardan Hariciler
(hadisçüerin) şu rivayetleriyle kendilerini savunuyorlar:
"Kılıçlarınızı
kuşanın, sonra onların (muhaliflerinizin) cemaatlarını helak edin.[52]
"Ümmetim
içerisinde daima hakka müzahir (yardımcı)bir grup olacaktır. Hiçbir muhalifin
muhalefeti onlara zarar vermez".[53]
"Kim malı
(m koruma) uğrunda Öldürülürse şehiddir".[54]
II- Kaade'nin[55]delilleri ise hadisçilerin rivayet ettiği
şu hadislerdir:
"Cemaata
sanlınız. Çünkü Allah'ın eli (yardımı)cemaat üzerindedir. [56]
"Kim
cemaattan bir kanş aynlırsa, İslâmın ipini boynundan çıkarmış olur. [57]
"Berr
(iyi) ve fâcir (kötü) olsun, her imamın arkasında namazı kılınız"[60]
"Berr
(iyi) olsun, fâcir olsun mutlaka bir imam in bulunması) şarttır.[61]
"Evinden
çıkma. Eğer (seni öldürmek için) evine girerlerse, sen evin yüklüğüne (daha
içeri) çekil. Oraya da girerlerse o zaman hem benim, hem de kendi günahın
senin üzerine olsun, de. [62]
"Allah'ın
öldürülen kulu ol, öldüren (katil) kulu olma... [63]
III- Murcie delil olarak Hadisçilerin şu
rivayetlerini kullanırlar:
"Kim
'Lâ ilahe illallah' derse cenete girer. Zina etse de, hırsızlık yapsa da mı?
denildi. (Evet) zina etse de hırsızlık yapsa da, dedi. [64]
"Kim
ihlas ile 'Lâ ilahe illallah' derse cennete girer, cehennem ateşi ona
dokunmaz. [65]
"Şefaatimi,
ümmetimden büyük günah sahiplerine hazırladım. [66]
IV- Murcie'nin muhalifleri ise
Hadisçilerin şu rivayetlerini delil gösterirler:
"Zina
eden zina ederken mü'min olarak zina etmez. Hırsız da çalarken mü'min olarak
çalmaz. [67]
"Komşusu
kendisinin şerrinden emin olmayan kimse mü'min değildir.[68]
"Dilinden
ve elinden müslümanların emniyette olmadığıkimse mü'min değildir. [69]
"Bir
adam, güzelliği yüzünden gitmiş ve şekli bozulmuşolarak cehennemden
çıkar"[70]
"Bir
kısım insanlar, yanmış olarak cehennemden çıkarlar ve selin getirdiği milîi
toprak (alüvyon) da süratle büyüyen otların veya filizlerin bittiği gibi
biterler" [71]
V- Kaderiyye (Mu'tezilejnin, onların
rivayetlerinden aldıkları deliller ise:
"Her
doğan fıtrat üzre doğar, sonra ebeveyni onu ya hristiyan yapar veya yahudi[72]hadîsi ve Cenab-ı Hakk'ın "Ben
kullarımın hepsini Hanifler olarak (Tev-hid dini üzre) yarattım. Sonra şeytan
onîan dinlerinden saptırdı." sözüdür.
VI- Mufavvıda'şu rivayetleri delil
gösteriyorlar:
"Çalışınız...
Herkes ne için yaratıldı ise onuİşlemeye muvaffak olur. (Eğer) saadet ehli ise
saadeti için çalışır. Şekavet, (dalâlet) ehli ise şekavetine çalışır. [73]
"Allah
Âdem'in sırtını mesnetti (sıvazladı) ve iki avuç aldı (Âdem'in zürriyetini
sulbünden çıkardı). Sağ eliyle aldıklarına: "Rahmetimle cennete...",
sol eli ile aldıklarına: "Cehenneme... mühimsemem", dedi.[74]
"Said
(hidâyette olan} anasının karnında iken sa-id olan; şaki (dalâlette olan) da
anasının kamında şaki olandır", [75]ve buna benzer hadisler.
VII "Râfıza[76]kendilerinin Ashab-ı Kirâm'ı tekfir
etmelerini muhaddislerden aldıkları şu hadislere bağlıyorlar:
"(Kıyamet
günü) havzıma birtakım insanlar gelecek. Sonra önümden çekilip
uzaklaştırılacaklar. Ben de: 'Ey Rabbim.. Ashabcağızım, ashabcağızım...' diyeceğim.
Rabbim de: Onlar senden sonra neler yaptılar bilmezsin. Senin vefatından sonra
hep yüz geri edip dinlerinden döndüler.' diyecek. [77]
"Benden
sonra birbirinizin boynunu vurup küfre dönmeyin"[78]
Hz.Ali'nin
Ashabın en üstünü olduğunu da Ha-disçilerinşu hadisleriyle iddia ediyorlar:
"Ben
kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır. [81]
"Allahım...
Onun (Ali'nin) dostlarının dostu ol, ona yardım edenlere sen de yardım et, ona
düşmanlık edenlere sen de düşman ol... [82]
"Sen
benim vasimsin (ey Ali)". [83]
VIII- Şia'nın muhalifleri de Ebûbekr ve
Ömer'i takdim etmeleri (üstün tutmaları) hususunda Hadis-çilerin şu
rivayetlerini delil getiriyorlar:
"Benden
sonra şu ikisine (Ebubekr ve Ömer'e) uyun. [84]
"Allah,
Rasûlü ve müslümanlar Ebûbekr'den başkasına razı olmazlar. [85]
"Bu
ümmetin, peygamberinden sonra en hayırlısıEbûbekr'dir. [86]
IX- Zenginliği üstün görenler de
onların şu rivayetlerine dayanırlar:
"Allahım.:.
insanın yakasını bırakmayan fakirlikten sana sığınırım".[89]
X- Fakirliği üstün görenler de onların
şu rivayetlerine dayanırlar:
"Allahım,
beni miskin olarak yaşat, miskin olarak ruhumu al ve beni miskinler zümresi
içerisinde hasret. [90]
"Fakirlik
mü'min için atın yanağından sarkan perçemden daha güzeldir. [91]
XI- Bedâ' [92]fikrine taraftar olanlar hadisçilerin şu
rivayetlerini delil gösterirler:
"Sıla-i
rahim ömrü uzatır. [93]Sadaka da, gelmesi muhakkak olan belayı
uzaklaştırır" rivayeti ve
Hz. Ömer'in:
"Ey Allahım... eğer şakiler (defterine) yazdıysan beni sil ve saidler
(defterine) geçir" sözü.
"(Kelâmcılar,
Hadisçileri ithama devam ediyorlar): Bunlara ilaveten, ahkama dair
rivayetlerin çokluğu sebebiyle fakihler farklıfetvalar verdiler. Pekçok fıkıh
meselelerinde Hicaz ekolü ile Irak ekolü ayrıldı ve her biri Hadisçilerin
rivayetlerinden bir esasa dayandılar.
Üstelik
(Hadisçiler) teşbih ifade eden hadisleri rivayet etmekle Allah'a iftira
ettiler. Bu hadisler: "Ara-ku'1-hayl (atın teri)" [94]"zeğabu's-sadr (göğsün kılı)" [95]"nûru'z-zirâayn (iki kolun ışığı,
nuru)" "ıyâde-tu'1-melaike (meleklerin hasta ziyareti)" [96]"arefegününün akşamında boz deve
üzerindeki altın kafes" [97]"önünde (yüzünde) altın örtü bulunan
kıvırcık saçlı genç" [98]""Kıyamet günü, neredeyse
yakalayacakları esnada baldırın açılması" [99]""(Allah) Âdemi kendi suretinde
yarattı" [100]""(Allah) elini iki omuzum
arasına koydu. Öyle ki parmaklarının soğukluğunu iki göğsüm arasında hissettim[101]"ve "mü'minin kalbi, Allah'ın
parmaklarından iki parmağının arasındadır[102]" hadisleridir.
(Hadisçiler)
bütün bu ahmakça rivayetleriyle İslâm düşmanlarını İslâm'ın üzerine kışkırtmış
ve zındıkları güldürtmüşlerdir.İslama girmeye meyli olanları soğutmuş, şüphede
olanların şüphelerini arttırmışlardır.
Hurilerin
kalçası hakkındaki rivayetleri de böyledir: "(Hurilerin kalçaları) bir
mile bir mil (genişliğin-de)dir." Yine: "Kim şu sureyi okur veya, kim
şu şu işi yaparsa çenette yetmişbin köşkte oturur. Her köşkün yetmişbin hususi
odası vardır. Her odada yetmişbin döşek, her döşeğin üstünde de yetmişbin şu,
şu... bulunur", gibi rivayetler de (onların) bu tip rivayetlerin-dendir.
Fare
hakkındaki: "O, Yahudidir. Yahudiler gibi o da deve sütü içmez"
rivayeti de böyledir.[103]
"Karganın
fasık olduğu [104]kedinin arslanın aksırığından, domuzun
filin aksırığından yaratıldığı, İstakozun [105]önceden terzi olduğu, fakat iplikleri
çaldığı için İstakoz haline getirildiği kelerin (büyükçe kertenkele) âsi bir
yahudi olup, mesholunarak keler haline getirildiği, Süheyl yıldızının önceden
Yemen'de bir vergi toplayıcısı [106]Zuhre (Venüs) yıldızının ise fahişe,
baği) olduğu ve İsm-i Ekber (veya Ism-i Âzam) duası ile göğe yükseldiği ve
Allah'ın onu bir yıldız haline getirdiği, zehirli keler'in, İbrahim (AS.)
üzerine ateşi üf le(yip körükle)diği [107]kertenkelenin ise ağzıyla ateşe su
püskürttüğü ,gûl (dev, gulyabani) denen cirminin her-gece Ebu Eyyub
el-Ensarfnin suyuna geldiği, Hz. Ömer'in bir cinni ile güreşip onu yendiği [108]yeryüzünün balığın sırtında olduğu,
cennete girenlerin İlk olarak bu balığın ciğerinden yiyeceği [109]bir vergi toplayıcısını yediği için
kurtun cennete gireceği [110]'Yemeğe bir sinek düştüğü zaman onu
yemeğe daldırın. Çünkü kanadının birinde zehir diğerinde de onun panzehiri
vardır. Sinek önce zehirini, sonra panzehirini akıtır." hadisi [111]ve "Devenin şeytandan yaratıldığı
" [112]gibi anlatılması [113]uzun sürecek pekçok şeyleri (hep bu
hadisçiler) rivayet etmişlerdir.
Yine
Hadisçilerin acaibliklerindendir ki, onlar hadis rivayet eden bir
"Şeyh"i yalancılıkla itham ederler ve sırf Yahya b. Main (158-233) [114]ve Ali b.el-Medini (161-234) [115]ve benzerlerinin kadh'ı (kötülemesi,
cerhetmesi) sebebiyle, muhaddislerin de rivayet ettikleri hadisleri o şeyhten
yazmazlar da, Ömer, Osman ve Âişe (R.A.) kendisini yalanlamasına rağmen Ebu
Hurayra'nın -hiçbir sahabenin kendisini tasdik etmediği- bir hadisini delil
olarak kullanırlar.
Keza,Hz.Ömer
ve Âişe'nin (R.A.) yalanladığı ve Hz. Ömer'in: "Biz Rabbimizin Kltabı'nı
ve Peygamberimizin sünnetini, bir kadının sözü için terkedemeyiz"[116]dediği Faüma binti Kays [117]in sözünü delil olacak kullanırlar.
Bir kimseyi
kadercilik {mu'tezili olmak}la suçlayıp,Ğaylan ( -80) [118]Amr b. Ubeyd (80-144) [119]Ma"bed el-Cuheni ( -80) [120]Amr b. Faid [121]gibilerinden ilim (hadis) almayı kabul
etmezlerken, bunların emsali, fakat kendilerinden olan Katade (61-118) [122],İbnu Ebi Arube ( -156) [123]İbnu Ebi Nuceyh (131) [124]Muhammedb. el-Munkedir (55-131) [125]veİbnu Ebi Zi'b (-159) [126]gibilerinden (bunlar da mu'tezili
fikirler taşıdığı halde) rivayette bulunurlar. Hz. Ali ve Osman'ı bir tutan
veya Ali'yi Osman'dan üstün tutan bir şeyhi (hadis ravisini) suçlarlar da,
Muhtaru's-Sakafı'iîin (l?-68) [127]bayraktan Ebu't-Tufeyl, Âmir b. Vasile
(1 -100) ve Cabiru'l- Culî (-128) [128]ric'at[129]inancına sahip oldukları halde onlardan
rivayette bulunurlar.
(Kelâmcılar
devamla:) Bununla beraber bunlar (Hadisçiler) rivayet ettikleri şeyler hakkında
insanların en cahili ve taleb ettikleri şeylerden en az nasibi olan
kimselerdir. Bu gibiler hakkında şöyle demişlerdir. (Şiir):
"Şiir
hamalları şiirin iyisini, ancak devenin bilgisi kadar bilebilirler. Yemin
ederim ki deve, sabah ve akşam yüküyle yola çıktığında yüklendiği çuvallarda ne
olduğunu bilmez.[130]
Bunlar (Hadisçiler),
ilmin zahiri, dış görünüşü ile, hadisin de sadece ismi ile yetindiler. Bunlar,
"fulan isnadlara ve rivayet usûlüne vakıftır." denilmesini kafî
gördüler. Fakat, "yazu"ığınıbmr veya bildiği ile amel eder."
denilmesine rağbet etmediler. Bu muhaddisler-den, kendisinden ilim alınan, ve
ellli senedir insanların ondan ilim almak için yollara düştükleri birisine,
bir topjuluk içerisinde, içine fare düşmüş olan bir kuyu (nun suyu) sorulsa, o
da kalkıp: "kuyu temizdir. [131] dese, bu adama ne dersiniz?
Bunlardan
bir diğerine, Cenab-ı Hakk'm: beraberinde kavurucu bir soğufc
bulunan
rüzgâr.." (3 Âl-i İmrân: 117) âyetinden sorulsa, "sırr" kelimesinin
kavurucu soğuk mânasına geldiğini bilmez ve: "Burada sırr'dan kasdedilen,
gece öten bir çekirge cinsi olan "sursur"dur, der.
Bir başkası
ise Şu'be ve Sufyan'ı (yazılışlarıbenzediği için, yetmiş yedi manasna gelen)
seb'a ve seb'in diye rivayet eder.
Yine bir
diğeri semerin sırta dî yanan arka kısmı)kelimesini, âhıratu'r-racul (=adamın
arkası) veya âcurratu'r-
racul
(=adamın kiremiü) ile karıştırır ve] "namaz kılan kimse, semerin arka
kısmında binicinin sırtını dayadığı çıkıntıyüksekliğinde sütre edinir[132]cümlesini, "namaz kılan kimse
adamın kiremit! (veya, adamın arkası) yüksekliğinde sütre edinir."
şeklinde rivayet
eder.
Bir başkasına:
Bu vâde[133]ne zaman sona erecek? diye sorulur.
"İlâ kamerayni=İki Ay'a ka-dar"der.Bununla da iki aylık bir müddeti
kasdeder. [134]
Bir diğeri
ise:"...elini ağzına sokar, turpısınr.gibi ısırır." der.Halbuki
kasdı:"..kuvvetli bir hayvanın ısırmasıgibi ısırır." demektir. [135]
Yine bir
diğeri:"...kitabımda-Rasûlullah'ıkasdederek- Rasûl (kelimesinji buldum,
fakat Allah'ı bulamadım." der. Bunun üzerine hadis yazdıran mustemlî [136]Yazın: "Allah hakkında şüpheye
düşmüştür" der.
Buna benzer,
sayılması uzun sürecek daha neler neler...
(Kelâmcılar
devam ederek) dediler ki: Muhaddis ne kadar ahmak olursa, onların
(Hadisçilerin) nazarında o kadar itibarlı olur. Ne kadar telaffuzda hata
yaparsa veya kelimeyi yanlış yazıp okursa, o kadar güvenilir olur. Bir
muhaddisin huyu kötü olsa, çok sert ve öfkeli biri olsa, hadiste çok zorluk ve
titizlik gösterse, hemen onun üstüne üşüşürler. Bu sebeple el-A'meş(61-148) [137]kürkünü ters çevirip giyer ve omu-zuna sofra
bezi atardı. [138]
Adamın biri
el-A'meş'e bir hadisin isnadını sormuş. (el-A'meş) hemen adamın boğazını
tutmuş ve duvara dayayarak: "İşte onun isnadı" demiştir. [139]
Yine
el-A'meş (61-148): "Fıkıhla meşgul olmayan bir hadis şeyhi görünce, ona
bir tokat atasım gelir." derdi. Bunun gibi pekçok ahmaklıklar el-A'meş'den
rvayet edilir. Kanaaümıza göre o bunlarıhadisçiler nazarında itibar kazanmak
için yapıyordu.
EBÛ MUHAMMED: Sen onların (Kelamcılann)
Hadisçüeri (Ashâbu'l-Hadis) suçladıkları hususları ve onlara ettikleri hakaretleri
anlattın. Ve hiçbir kimsenin çıkıp da bu hakaretlere cevap vermediğinden, hiçbir
kimsenin bu hadislere dair, hadisçiler lehine delil aramadığından, bu durumun
böyle devam edip gittiğinden, hattâ Hadisçilerin, ayıp ve kusur ile itham
olunmağa alıştıklarından, iftiralara boyun eğdiklerinden ve sanki yukarıda
zikredilen, şeyleri kabul etmiş biri gibi, cevap vermekten âciz kaldıklarından
yakınıyorsun.
Benim
"Garibu'l-hadis" isimli eserimde bir bölüm bulunduğunu ve , orada,
Kelamcılann nazarında rnutenâkız (çelişik) olanşeylerin bir kısmını zikrederek
onları te'vil e(dip halle) ttiğimi söylüyorsun.Bu yüzden sen, bütün yukarıda
zikredilen (ithamlar) hakkında, bende "Garibu'l-hadis "teki gibi
cevaplar bulabileceğini umdun ve benim Allahtan sevabını umarak bu külfete
girişmemi istedim. Ben de ilmim ve takatim nisbetinde bu işe giriştim. Yazdığım
bu kitabın ta'n(hakaret) etmek istedikleri (hadis) ilmi(in)de tam ,ve noksansız
olması için, diğer eserlerimdeki bu kabil hadisleri de ona ilâve ettim.
Hadislere
geçmeden ve manâlarını açıklamadan önce, Kelâmcılar ve Hadisçilerden her bir
grup hakkında bildiğim malumatı verdim.İlim sahiplerinin hakkı bâtıl
göstermeğe çalıştığıma, hislerime uyduğuma ve hasmıma (hâksızhklık edip)
zulmettiğime muttali olmamalarını umanm. istediğim şey hususunda Allah'a tevekkül
eder, Ondan yardım düerim. [140]
EBÛ MUHAMMED: Allah sana rahmet
etsin-Kelâmcılann dedikleri üzerinde düşündüm ve onların Allah hakkında,
bilmedikleri şeyleri söylediklerini, ortaya attıkları şeylerle insanları
fitneye düşürdüklerini, başkalarının gözündeki çöpü gördükleri halde, kendi
gözlerindeki merteği [141]görmediklerini, başkalarını (hadis)
rivayet(i) hususunda itham ettiklerini, fakat bu rivayet edilen şeyleri te'vil
ederken, kendi şahsi görüşlerini itham etmediklerim gördüm.
Kur'ân ve
Hadis'in manaları ve ihtiva ettikleri ince hikmetler ve garip kelimeler
," tafra[142],tevellüd, araz, cevher ,keyfiyet
kemmiyyet ve eyniyyet (neredelik) [143]"ile anlaşılamaz. Eğer (Kelâmcılar)
Kur'ân ve Hadisteki halledemedikleri müşkülerini, bu ilimlerin ehline havale
etseler idi.hangi yolu takib edeceklerini-ve işin içinden nasıl çıkacaklarını
öğrenirlerdi. Fakat onların baş olma sevdaları insanların kendilerine
uymalarını ve arkadaşlarının söz ve görüşlerine inan malarını istemeleri, buna
engel olmaktadır.
İnsanlar
koyun [144]sürüsü gibidirler, birbirinin ardından
giderler. Bu sebeple biri çıkıp, onlara kendisinin peygamber olduğunu veya
rububîyyet (ilahlık) iddiasında bulunduğunu ilan etse, Rasulullahın son
peygamber olduğu bilinmesine rağmen, yine de bu iddia sahibi, kendisine tabi
ve taraftarlar bulur.
Kıyas ve
mantıklı düşünme metodları hakkında bilgileri olduğunu iddia etiklerine göre,
onların (Ke-lamcılann) da hesap, topografya (alan ölçme) ve geometri uzmanları
gibi ihtilafa düşmemeleri gerekirdi.Çünküfhesap, topografya ve geometri) uzmanlarının
aletleri aynı sayıyı.aynı şekli gösterir.Mütehassıs tabibler de su ve damann
atışı [145]hakkında ihtilafa düşmezler. Çünkü bu
ilmin esasları, onları tek bir noktada birleştirmiştir.
Ya
Kelamcılannjnsanlann en çok ihtilafa düşeni olmalarına, onların ileri
gelenlerinden iki kişinin bile dini bir mevzuda tek bir noktada
birleşememele-rinene demeli...!
Ebu'l-Huzeyl
el-Allâf (135-235), [146]en-Nazzâm'a(160-231) [147] muhalefet eder; en-Neccar ( -230) [148] ise, her ikisine de muhalefet eder.
Hişam b.
el-Hakem de
(vefab Halife Me'mun devri) [149] bunların hepsine muhaliftir. Keza
Sümame { -213) [150] Mu-veys (Ebu'I-Huzeyl'in muasırı) [151]Haşimu'l-Evkas, [152]Ubeydullahb. el-Hasen (-168) [153]Bekr'il-am-mi (en-Nazzamın muasırı) [154]Hafs, [155] Kubbe [156] ve emsalleri de böyledir.
Bunların
herbirinin dinde ayn bir mezhebi vardır ve bunların herbirinin görüşü din
kabul edilir. Herbirinin, kendisine tabi olan taraftarları vardır.
EBÛ
MUHAMMED:Eğer onların
ihtilafları (iti-kadda ve farzlarda değil de ) sünnetlerde ve teferruatta
(furû) olsa idi -kendileri için iddia ettikleri şeylerden dolayıgösterecekleri
mazeretleri olmamasına rağmen- yine de Fikıhçılan (Ehlu'l fıkh) mazur gördüğümüz
gibi, onlan da mazur görebilirdik. Bu suretle onlar, Fıkıhçılarla aynı durumda
olurlardı. Lakin onlar (Kelâmcılar) tevhid, Allah'ın sıfatları, kudreti,
Cennetliklerin nimetleri, Cehennemliklerin aza-bı.berzah aleminin azabı, levh-i
mahfuz ve buna benzer, bir peygamberin büe ancak vahiyle bilebildiği hususlarda
ihtilaf etmişlerdir.
İnsanların
akıl, irade ve ihtiyarlarının birbirinden farklı oluşu sebebiyle dinin bu gibi
esaslarını, insanların (aklına) istihsan, nazar ve kıyasına terket-mekten
dolayı, bu ihtilaflar asla ortadan kalkmayacaktır. Çünkü sen, taklid yolu
hariç, bir tek hususta anlaşan ve birinin kabul ettiğini diğeri de kabul eden,
bîrinin kötülediğini diğeri de kötüleyen iki kişiyi hemen hemen hiç
göremezsin.
İnsanların
şekillerini, görünüşlerini, renklerini, dillerini, seslerini, avuç içi
çizgilerini (veya elyazılan-nı) -bir iz sürücünün (kaif) kadın ile erkeğinkini
ayırabileceği kadar- ayak izlerini değişik yaratan (Allah), insanların
görüşlerini de farklı kılmıştır. İşte görüşleri farklı kılan, insanların
ihtilafını murad eden (Allah) dır. Hikmet ve Kudret her şey zıddı ile
bilinebilmesi için ancak birşeyi ve onun zıddınıyaratmakla tamam olur.
Aydınlık
karanlık ile, ilim cehalet ile, iyilik kötülük ile, fayda zarar ile, tatlı acı
ile bilinir. NiteHm Ce-nab-ı Hakk da: "Arzın bitirdiklerinden, kendi ev-
ladlanndan
ve daha bilmedikleri şeylerden, bütün (erkek ve dişi türlerden ibaret) çiftleri
yaratan Allah çok yücedir." (Yasin,36) buyurmuştur. Çiftlerden murad,
zıtlar ve türlerdir. Dişi-erkek, yaş-kuru gibi. Yine Allahu Teala şöyle
buyurmuştur: "Gerçekten O'dur, erkeği ve dişiyi iki eş yaratan..."
(53,en-Necm, 45).
İşte, eğer
biz -Allah sana rahmet etsin-Hadisçi-lerden (Ashabu'l-Hadis) uzaklaşıp,
ayrılır, Kelamcıla-ra (Ashabu'l-Kelam) rağbet edip onlann tarafına geçersek,
topluluktan ayrılığa, nizamdan, dağınıklığa, ünsiyyetten vahşete, ittifaktan
ihtilafa çıkmış oluruz. Çünkü Hadisçiler (Ashabu'l-Hadis), Allah neyi dilerse
o'nun olacağı, neyi dilemezse onun da olmayacağı hususunda ittifak
etmişlerdir. Yine Allanın, hayrın da şerrin de yaratıcısı olduğu, Kur'an'm
Allah kelamı olup, mahluk olmadığı, Allanın kıyamet günü görüleceği. Hz.
Ebubekr ve Ömer'in (RA.) takdimi (diğer sahabelerden üstün tutulması), kabir
azabına iman edilmesi gibi esaslarda müttefik olup, bu hususlardan
hiçbirisinde ihtilaf etmemişlerdir. Bu hususlarda kim- kendilerinden aynlırsa,
ona muhalefet edip buğ-zetmişler, onu bid'atçı saymışlar ve terketmişlerdir.
Onlann ihtilafı sadece Kur'an'ın telaffuz edilişinde olmuştur. [157]Bununsebebi ise, bu husustaki kapalılık
ve muğlaklıktır. Fakat hepsi de hangi halde olursa olsun, okunan, yazılan,
dinlenen ve ezberlenen Kur'an'ın mahluk (yaratılmış)olmadığında birleşmişlerdir.
Bu ise bir icma'dır.
Kendilerine
uyulması gerekenlere gelince, bunlar:Sufyan es-Sevri (97-161), [158]Malik b. Enes (95-179), [159]el-Evzai (88-157), [160] Şu'be (82-160) [161]eI-Leys b. Sa'd (94-175) [162]gibi ilimde emsallerini geçmiş olan
ulema ile bizden önceki fakihler ve çok ibadet etmekle meşhur zahidler -ki
bunların seviyesine erişmek mümkün değildir ve , İbrahim b. Edhem ( -162), [163]Müslim el-Havas (?-?), Fudayl b. Iyad (
-187), [164]Davud et-Tai ( -165), [165]Muhammed b. en-Nadr el-Harisi (?-?),
Ahmed b. Hanbei (164-241)
[166]Bişru'l Hafi (150-227) [167]ve bunların emsallerinden zamanımıza
yakın olan .İslam memleketlerindeki diğer alimlerdir.
Mütekaddimin
(bizden önce gelenler) ise saymakla ve adedle ifade edilemeyecek kadar çoktur.
Bu alimlerden sonra ise her asırda ve her beldede bulunan ekseriyetin görüşüne
uymak gerekir. Çünkü bir-şeyin hak olduğunun alametlerinden biri de, insanların
onu kabul etmede fikirbirliği edip birleşmeleridir.
Eğer bir
adam, meclislerinde ve çarşılarında on-ların( Hadisçilerin) -yukarıda
anlattığımız- üzerinde ittifak ettikleri fikirlerini anlatsa, onlardan
hiçbirisi bu görüşlere karşı çıkmazdı. Şayet bu kimse bu görüşlere aykın olan,
Kelamcılann inandıkları bir görüşten bahsetse, göz açıp kapamasına fırsat
vermeden onu derhal öldürürlerdi.!? [168]
Kelâmcılara
geldiğimizde baktık ki onlar, kıyas hakkında bilgileri olduğunu, hüsnü nazar
(sağlam düşünce) ve kemal-i irade sahibi oldukların: iddia etmekteler. İstedik
ki onların mezheplerinden birşeyler öğrenelim ve inançlarından bazı şeyleri
kabul edelim. Fakat en-Nazzâmm ahlaksızlardan bir ahlaksız olduğunu gördük.
Yine onun gece gündüz içki içer, sonra da günahlanyla geceler, pisliklere
girer, fuhuş ve haysiyetsizlikleri işler olduğunu gördük. Nitekim:
Tulumun
ruhunu zerafetle almaktayım [169]Yaradan akmayan kanı mubah kılıyorum [170]İki büklüm oldum, tulum ruhsuz atıldı.
[171]
Tulum ruhsuz
bir cesed olduğu halde, benim cesedimde iki ruh var [172]diyen O 'dur.
Sonra
taraftarlan,en-Nazzâm'ın :"Allah dünyayı ve içindekileri,her an.yoketmeksizin
(yeniden) yaratır [173]sözünü.onun hatalarından biri olarak
saydıklarını gördük.
(en-Nazzam'm
taraftarları) dediler ki:"Ona göre Allah Kur'an'da var olanı yarattığını
söylemiştir. O halde var olanı yaratma caiz olursa, yok olanı yok etme de caiz
olur."Bu zayıf görüşlülüğün ve kötü seçimin daniskasıdır.
Yine
ondan.müslümanlarm hata üzerine icma etmelerinin caiz olduğunu naklettiler.Güya.müslümanların
Peygamberimizin-diğer peygamberlerden farklı olarak-bütün insanlığa gönderilmiş
olduğuna dair icmaıbu neviden bir icma imiş. Çünkü ona göre mesele böyle
olmayıp,Allah kimi peygamber gönder-mişse,bütün insanlığa göndermiştir.Peygamberlerin
mucizeleri-iştiharı (herkes tarafından duyulması) sebebiyle-yüryüzünün her
tarafına ulaşmış ve kendisine bu ayetlerin (mucizeler) ulaştığı herkesin de
onu tasdik etmesi ve ona tabi olması gerekmiştir.
en-Nazzam,Peygamberimizm:"Bütün
insanlı-ğa,kırmızıya ve siyaha [174]gönderildim[175]hadisine muhalefet etmiş ;
"Peygamber (S.A.V) sadece kendi kavmine gönderilmişti" diyerek hadisi
te'vil etmiştif.Hadislere muhalefet etmenin sonu kötü olursa, sadece kendi
istihsanı (şahsi görüşü ve düşüncesi) sebebiyle hem hadislere hem de icmaa
muhalefet etmenin sonu nasıl olur...
Yine,
"sen haliye'sin, beriesin, ipin boynunda-dır, mutlaka'sm[176]ve buna benzer lafızlarla vukua gelen
kinaye talak'ın [177]bu kelimelerle talaka (boşamaya) niyet
etsin, etmesin vuku bulmuş olmayacağınısöylemiş ve böylece, müslümanların icmaına
ve hadislere, kendi görüşüne dayanarak muhalefet etmiştir.
Keza
"Fere (tenasül uzvu) veya karın ile zıhar[178]yapanın, zıhar yapmış olmayacağını,
Allanın gayrı ile İlâ [179]yapanın da ilâ yapmış olmayacağını, çün
kü îlâ'nın, Allanın İsminden müştakk (türemiş)oldu-. ğunu, söylemiştir.
Yine:
"Bir adam gecenin başlangıcında taharet (abdest) üzre, yan yatarak,
oturarak veya bağdaş kurarak veya herhangi birşekilde sabaha kadar uyuşa,
abdesti bozulmuş olmaz. Çünkü uyku abdesti bozmaz" demiştir. (en-Nazzam
şöyle) demektedir: "İnsanların, yatarak uyuyunca abdestin bozulacağı
üzerinde İcma etmelerinin sebebi, kendilerinden evvelkilerin, gece uyuyup,
sabah kalkınca temizlendiklerini görmeleridir. Zira sabahleyin büyük ve küçük
hacetini gidermek insanların adetidir. Ayrıca bir kimse uyanınca gözünde
çapak, ağzında koku, yüzünde mahmurluk olur. İnsan, abdesti bozan birşeyden,
gözdeki çapaktan veya ağızdaki kokudan dolayı abdest alır, yoksa uykudan dolayı
değil... İnsanların "Cuma günü gusletmek vaciptir" demelerinin sebebi
de, sabahtan bağ ve bahçelerde çalışmaları ve dinlenmek istedikleri zaman
gusletmeleridir."
(EBÛ
MUHAMMED): Hz. Peygamber (S.A.V.), "Ümmetim hata üzerinde birleşmez.[180]buyurmuşiken bu sözleri ile en-Nazzam,
icmaa ve hadislere muhalefet etmiştir.
(en-Nazzam),
Hz. Ömer'in (RA.): "Eğer bu din kıyas ile olsaydı, mestin üstüne değil
alüna meshedü-mesi daha uygun olurdu. [181]sözünü zikretmiş ve şöyle demiştir:
"Ömer'e gereken, bütün hükümlerinde bu dediğine uygun şekilde amel etmesi
idi. (Hz. Ömer'in) : "Dede'nin mirası hakkında[182](fetva vermeye) en cür'etli olanınız,
ateşe atılmaya da en cür'etü olanınızdır" deyip de sonra bizzat kendisinin
bu meselede yüz değişik hüküm vermesi onun yukardaki sözünden daha çok
şaşılacak birşey değildir.
Yine Hz.
Ebubekr'in (R.A.), kendisine Kur'an 'dan bir ayet hakkında sorulunca: "Ben
Allahın kitabındaki bir ayet hakkında Allahın kasdettiği manadan başka bir
şey söylersem, beni hangi gökyüzü gölgelendirir, hangi arz beni taşır.ben
nereye giderim ve ya ne yaparım...?" dediğini [183]fakat "kelale"den sorulunca
da: "Kendi görüşümü söylüyorum. Eğer isabet edersem Allahtan, hata
edersem bendendir: Kela-le, (mirasçı olarak) babası ve çocuğu olmayan kimsedir"
dediğini zikretmiş ve (en-Nazzam) şöyle demiştir: "Ebubekr'in bu sözü,
birinci sözüne aykırıdır. Bir kimse re'yi ile söz söylemeyi bu kadar büyük bir
mesuliyet olarak görürse, o kimse hükümlerin ona göre verileceği bir görüşü,
bu kadar cür'etle ileri sürmez".
O, Hz.
Ali'nin (R.A.) de, bir eşeği öldüren öküz hakkında sorulunca: "Ben kendi
görüşümü söylüyorum. Eğer Rasulullahın hükmüne muvafık olursa ne âlâ, aksi
takdirde benim görüşüm- değersiz ve adi bir-şeydir" dediğini ve "Kim
cehenneme atılmaktan hoşlanırsa dede'nin miras durumu hakkında (re'yi ile)
fetva versin!" dediğini, fakat kendisinin bu hususta değişik hükümler
verdiğini de zikretmiştir.
Yine
(en-Nazzam) İbnu Mes'ud'un, Birva' binti Vaşık[184]in hadisi hakkında: "Bu hususta ben
kendi görüşümü söylüyorum. Eğer hata ise benden, doğru ise Allahtandır"
dediğini zikretmiş ve: "İşte bu zann ve şüphe ile hüküm vermenin ta
kendisidir. Zann ile şahadet (şahidlik) haram olursa, zann ile hüküm vermek
daha büyük (bir haramidir. Eğer İbnu Mes'ûd, aklını fetva ile meşgul edeceğine,
$aki( dalâlette olan) niçin şaki oluyor, said (hidâyette olan) da niçin said
oluyor? bunun üzerinde düşünseydi, Allaha karşı bu kadar çirkin birşey
söylemez, hatası da büyümezdi ve bu da onun için daha iyi olurdu"
demiştir.
(en-Nazzam,
devamla): "İbnu Mes'ud, Ay'ın ya-nldığmı ve kendisinin de bunu gördüğünü
iddia etmiştir. Bu apaçık bir yalandır. Çünkü Allah, ne sadece onun için, ne
de onunla beraber olanlardan bir başkası için Ay'ı yarmaz. Ancak âlemlere
hüccet, peygamberler için bir delil, kullar için bir teşvik ve bütün beldeler
için bir burhan olması için Ay'ı böler.Nasıl oluyor da Ay'ın bölündüğünü bütün
insanlar bilmiyor, niçin insanlar, bu hadisenin vuku bulduğu seneyi tarih
olarak kaydetmediler, niçin bir şair bunu terennüm etmedi, niçin bunu gören
bir kafir, müslü-man olmadı,niye bir müslüman, bir zındığa karşı bunu delil
getirmedi..? „
Sonra İbnu
Mes'ud, Allanın kitabından iki sureyi de inkar etmiştir. Farzet ki o,
Rasulullahın bu iki sureyi okuduğu sırada hazır değildi, lakin o, bu iki surenin
te'lifinin hoşluğu, Kur'an'm diğer kısımlarının nazmı gibi oluşu ve belagat
sahiplerini, benzerini meydana getirmekten ve onun gibi güzel bir sure
te'li-finden aciz bırakışı ile istidlal etmeli değil mi idi?
Sanki hiç
peygamberimizle birlikte namaz kılmamışveya onunla bulunmamış gibi ölünceye
kadar, rükuda ellerini dizlerinin arasına koymağa (tatbik'e) devam etmiştir.
Müslümanlar,
Zeyd b. Sabitin kıraatim -(Kur'an'm) en son arz edilen şekli olması
sebebiyle-kabul edince onun hakkında kötü sözler sarfetmiştir [185]
Hz. Osman'ın
Mina'da (iki rekat olarak kılması gereken seferi) namazı dört rekat kılıp sonra
yoluna devam ettiği haberi kendisine ulaşınca onu ayıplamıştır. [186]Hz. Osman bu namazı dört rekat olarak
kılan ilk kimse idi. Bu husus kendisine söylenildiğinde: "İhtilaf bir
şer, tefrikacılık da serdir" demiş olduğu halde Hz. Osman pekçok hususta
tefrika meydana getirecek şekilde hareket etmiştir." demiştir. Zeyd'in
kıraatim seçtiğinden beri, (İbnu Mes'ud) Hz.Osman'a kötü sözler söylemeye devam
etmiştir.
Hindlilerden[187]bazı insanları görünce İbnu Mes'ud:
"Bunlar cin gecesi gördüğüm cinlere çok benziyor" demiştir. Bunu
Süleyman et-Teymî (46-143), [188]Ebû Osman en-Nehdî ( -100) [189]den nakletmiş tir.
İbnu
Mes'uda, "Sen cin gecesi Rasulullah ile beraber miydin? dedim, cevaben: O
gece Hz. Peygamberin yanında bizden hiç kimse yoktu." dedi [193]
(en-Nazzam)
Huzeyfetu'bnu'l- Yemân hakkında iseşunları söylemiştir:"Bir çok şey
hakkında Osman'a Allah'a yemin ederek öyle birşey söylemediğini ifade
etmiştir.Fakat onun bunları söylediğini duyanlar vardı.Ona niçin böyle
söylediği sorulunca:"Dini-min tamamının gitmesinden korkarak, bir kısmını
diğer kısmı ile satın alı(p kurtarıyorum." demiştir.Bu-nu Mis'ar b.Kidam
( -155), [194]Abdulmelik b. Meyse-ra'den ( -120),
[195]o da en-Nezzâl b.Sebre (?-?)[196]den rivayet etmiştir.
Ebû Hurayra
hakkında da: "Ömer,Osman,Ali ve Âişe (R.A) onu yalanlamıştır."
demiştir.
Ebû
Hurayra,bir tek mest ile yürümenin aleyhinde bir hadis rivayet etmiş, Hz. Âişe
bunu duyunca bir tek mestle yürümüş ve "Vallahi Ebû Hurayra'ya muhalefet
edeceğim. [197][198]demiştir.
Yine Ebû
Hurayra, "köpek, kadın ve eşek (namaz kılanın önünden geçince) namazı
bozar [199]diye rivayet edince, Hz. Âişe:
"Çoğu zaman olurdu ki, ben sedir üstünde, enine ve kıble ile onun arasında
yattığım halde, Rasulullah sedirin ortasına doğru namaz kılardı."
demiştir.
Hazreti Ali,
Ebû Hurayra'nın, abdestte, elbise giyerken, sağdan başladığını duyunca su
istemiş,sol dan başlayarak abdest almışve:"Vallahi Ebû Huray-ra'ya
muhalefet edeceğim" demiştir.[200]
Ebû
Hureyra:"Bana Halilim(dostum) söyle-di,Halîlim dedi,Halîlimi
gördüm.."derdi.Bunun üzerine Hz.Ali ona:"Ey EbûHurayra.Rasulullah ne
zaman senin halilin oldu?"demiştir.
(en-Nazzam
devamla) Ebû Hurayra:"Kim cünüb olarak sabahlarsa onun orucu yoktur,
"hadisini rivayet edince bunu duyan (Halife) Mervan[201]bu hususu-sormak için Hz.Âişe ve
Hafsa'ya adam göndermiş-tir.Her ikisi de:"Rasûlullah ihtilamsız(yani cinsi
münasebet neticesi)cünüb olarak sabahlardı,sonra da o gün oruç tutardı".[202]deyince gelen adama:Ebû Hu-rayra'ya git
ve bunu ona öğret "demiştir. Ebû Hureyre de bunun üzerine:"Bana bunu
el-Fadl b.Abbas[203]rivayet etti. "demiştir. Bu suretle
Ebû Hureyre bir ölüyü şahid kılmış ve böylece işitmediği halde kendisinin
Rasûlullahtan bu hadisi işittiği zannını uyandırmıştır. [204]
EBÛ MUHAMMED:Ashabın ileri gelenleri hakkında
bu sözleri söyleyen en-Nazzâm,Allah azze ve celle'nin Kitab-ı
Kerimindeki:"Muhammed Allahin Peygamberidir.Onun beraberinde bulunanlar,
.ilâh" (48 el-Feth,29) ve"Hakikaten Allah,(Hu-deybiye'de) ağacın
altında sana biat etmekte oldukları vakit.o mü'minlerden razı olduBöylece
kalplerinde olan sadâkati bildi de,üzerlerine manevi huzuru indirdi."(48
el-Feth, 18) ayetlerini sanki hiç duymamış gibidir.
Eğer
(en-Nazzâm'm)Ashab hakkında anlattığı şeyler,özür,tevil ve açıklama kabul
etmeyecek ve ancak onun dediğinin doğru olmasını gerektirecek derecede
hakikat olsaydı büe,bunları anmamak bunlardan yüzçevirmek daha doğru
olurdu.Çünkü bu gibi şeyler .Ashabın güzel davranışları, pekçok menkıbeleri
ve Rasûlullahla olan sohbetleri ile Allah yolunda mallarını ve canlarını feda
etmeleri yanında pek ehemmiyetsiz kalırdı.
EBÛ MUHAMMED:Benim nazarımda en acaib
şey.en-Nazzam'm kendisi nazar (düşünce ve istidlal) ve kıyas ehli olduğu
halde,Hz.Ömer'in,dede'nin mirastaki hukukî durumu hakkında,yüz değişik hüküm
verdiğini iddia etmesidir.
Hz.Ömer'in.bir
meselede yüz farklı hüküm vermesinin imkansız olduğunu hiç düşünmedi mi? O
halde bu hükümler nerededir?Nerede bu hükümlerin on tanesi.hatta beş
tanesi..?Hadis ravilerinden olup
da bu
hükümlerden beş veya alfasını hiç mi ezberleyen olmadı...?Bir müçtehid,[205]dedenin mirastaki hukuki durumu
hakkında,mümkün olan bütün ihtimalleri toplamaya çalışsa.yine de bu hususta
yirmi hüküm bile getiremez.
Nasıl olur
da bu hadisi-muhal olması sebebiyle-red ve inkar olunan hadislerden addetmez ve
sika(gü-venilir) ravüer tarafından rivayet edilmeyen bu
hadi-si(rivayeti)reddetmez? [206]Bu iddia.Hz Ömer'e beslenilen kin ve
düşmanlıktan başka birşey değildir
EBÛ MUHAMMED:Hz.Ebûbekr,kendisine bir ayetin
manası sorulunca.bu ayetin manası hakkında söz söylemeyi büyük bir mesuliyet
görüp kaçındı.fa-kat sonra da"Kelâle(mirasçı olarak babası ve çocuğu
olmayan kimse)"hakkında kendi re'yi İle söz söyledi, "diye
Hz.Ebûbekir'i ayıplamasına gelince:
Ebûbekr'e
(r.a) birtakım müteşâbih âyetler hakkında sual sorulmuştu.Bu âyetlerin
teVilinifaçıkla-masmı)ise ancak Allah(c.c)ve ilimde rusûh sahibi olanlar
bilebüir. [207]Bundan dolayı Ebûbekr.Allahm muradından
başka bir mana ile bu ayetleri tefsir etmekten korkarak.müteşâbih âyetler
hakkında söz söylemeyi menetmiştir.
"Kelâle"hakkında
re'yi ile fetva vermesine gelince;zira bu.müslümanlann halletmek zorunda oldukları
ve miraslarında bu meselenin halline ihtiyaç duydukları bir husustur.Bu
sebeple Kur'an ve Hadiste açıklık bulunmayan bir hususta İçtihad etmesi mubah
olmuştur.Üstelik,Hz.Ebûbekr,müslümanlann imamı, başlarına gelen zor durumlarda
(mühim me-selelerde)onlann sığınağı idi ve bu yüzden görüşünü ortaya koymağa
mecbur idi.
Hz.Ömer,Osman,AH,İbnu
Mes'ud ve Zeyd b.Sâbit(r.a)de,kendilerine bir mesele sorulunca aynı
şekilde,cevab vermişlerdir.Çünkü onlar.yeni ortaya çıkan meseleler
karşısında.müslümanlann sığındığı önderler idiler.
O halde
onlann ne yapmaları gerekirdi?Yeni çıkan meseleler karşısında, o (en-Nazzam) [208]ve benzerleri gelip bu meseleleri
halledinceye kadar, "kelâ-le"hakkında görüşlerini ortaya koymayı terk
mi etselerdi?!!
Sonra,Ay'ın
varıldığını ve kendisinin bunu gördüğünü söylemesinden dolayı İbnu Mes'ud'u
ayıplamasına ve ona yalan isnad etmesine gelince:Bu,İbnu Mes'ud'u yalancı
saymak değil,aslında Peygamberlik alametlerinden birinin değerini düşürmek ve
Kur'an.ı inkar etmek demektir. Çünkü Allah"Kıyamet yaklaş-tı.Ay
bölündü."(54 el-Kamer, l)buyurmaktadır.Ger-çekten Ay o zaman yarılmamış ve
Cenâb-ı Hakkın kasdı"ileride Ay varılacaktır, "demek olsaydı bu
ayetin arkasından:"Eğer bir mucize görseler.yüz çevirip şöyle derler:Bu
devam edegelen kuvvetli bir sihirdir." el-Kamer,buyurmasının ne gibi bir
manasıolabilirdi?Bu ayet birkısım insanllann Ay'ı yarılmış olarak gördüklerine
delâlet etmez mi?Onlar Ay'ı bu halde görünce:"Bu,onun
(Muhammed'in)sihirlerin-den devamlı bir sihirdir,bir hayaldir,
"demişlerdir. Nitekim Peygamberimizin diğer mucizeleri hakkında da
böyleşeyler söylüyorlardı.
Nasıl olur
da Rasûlullahın mucizelerinden bir mucizeyi peygamberlik alametlerinden bir
alameti-büyük bir topluluğun haricinde-bir veya iki kişinin veya az sayıda
insanın görmesi mümkün olmaz?As habtan biri.kurdun onunla konuştuğunu [209]bir diğeri devenin (sahibini)Rasûlullaha
şikayet ettiğini, [210]bir başkası da.kabrin ölüyü dışarı
fırlattığını[211]haber vermiştir.Bunun gibi.bu meseleyi
de bir,M veya daha çok sayıdaki kimselerin haber vermesi mümkün olamaz mı?
"Muawizeteyn(el-Felâk
ve en-Nâs)"surelerini inkar etti diye İbnu Mes'uda hakaret etmesine
gele-lim:İbnu Mes'udun böyle söylemesinin bir sebebi var-dı.İnsanlar bazan
zanlannda hataya düşebilir, ayaklarısürçebilir.Bu ayak
sürçmesi(zelle)Peygamberler hakkında caiz olursa,onların dışındakiler için
evlevi-yetle caiz olur.
İbnu
Mes'udun bu iki sureyi mushafına dahil etmeyişinin sebebi, Rasuiullahın
(torunları) Hasan ve Huseyn'in kötülüklerden korunması için "Eûzu bi
ke-limâü'llâhi'tâmmeti" duasını okuduğu gibi, "muavvi-zeteyn"i
de Hz. Hasan, Huseyn ve başkalarının, kötülüklerden korunması için okuduğunu
görmüş olması ve bu iki surenin Kur'an'dan olmadığınızannetmesi-dir. Bu sebeple
de bu iki sureyi mushafına dahil etmemiştir.
Buna benzer
bir sebeple Ubeyy.b. Ka'b da Kunut duasının baş tarafinı Kur'an'a dahil etmiş
ve bunu iki ayn sure kabul etmiştir. Çünkü o, Rasuiullahın bu iki dua ile
namazlarda daima dua ettiğini görünce, Ku-nut'un da Kur'an'dan olduğunu
zannetmiştir. [212]
(İbnu Mes'ûd'un namazda) tatbîk[213]yapma sına gelince: Bu namazın
farzlarından değildir. Farz olan "rükû' ve secde ediniz" (22 el-Hacc,
77) ayeti gereğince sadece rükû ve secde etmektir. Kim tatbîk yaparsa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder