Bu önemli sorunun cevabını, Hz. Peygamber'in (sav)
hadislerini ilk ağızdan dinleme ve onların ilk taşıyıcıları olma şerefine sahip
olan sahabenin bu konudaki tutum ve davranışlarını tesbit ve izah ederek vermek
istiyoruz. Çünkü hayatımızın pek çok alanında olduğu gibi bu konuda da sahabe
bizim için oldukça iyi bir model ve örnektir. Onlar, Allah'ın Peygamber'i (sav)
birlikte olmuş, onun sözlerini dinlemiş, hâl ve hareketlerini yakından görmüş,
anlamış ve yaşamışlardır. Resûlullah'a (sav) olan bağlılıkları, Allah'ın dinini
yaşamadaki derin samimiyet ve üstün gayretleriyle Allah’ın ve O’nun
Peygamberi'nin övgüsüne mazhar olmuşlardır. Bu bakımdan onlar dinî yaşantımızda
olduğu kadar hadis-i şeriflere karşı tutumuzu belirlemede de bizim için yegâne
örnek konumundadırlar.
Sahabenin, hadis-i şeriflere büyük değer verdiği ve
"hadisi din kabul" ettiği bilinmektedir. Ebû Hüreyre (ra) [1] ve Hz.
Ali (ra)'den [2] nakledilen, "Bu
ilmi (hadisi) kimden aldığınıza dikkat edin; zira o dindir" sözü;
sahabenin, hadisi din kabul ettiğini göstermektedir. Daha sonra bu söz,
sahabeden tâbiûn nesline geçmiş ve zamanla yayılıp meşhur olmuştur.
Hz. Peygamber de ümmetine, kendine itaat etmelerini
ve kendisinin apaçık yolunu izlemelerini emretmiştir. Ümmetine, sıkıca sarılıp
hidayet üzere kalmaları için "birbirinden ayrılmaz iki şey"
bıraktığını söyleyerek, bunlardan birinin "Allah'ın Kitabı", diğerinin
de "Kendisinin Sünneti" olduğunu haber vermiştir.
Sahabeyi böyle
bir kabul ve inanca
yönelten çeşitli etkenler vardı.
Bunların başında Allah'ın ayetleri
ve Rasûlullah (sav)'ın hadisleri
gelmektedir. Yüce Allah,
Kitabının çeşitli ayetlerinde son peygamberi Hz. Muhammed (sav)'i uyulması
gereken en güzel model olarak göstermiş; [3] O’nun yoluna (sünnetine) tâbi
olunmasını [4] ve ona itaat edilmesini
emretmiştir. [5] Peygamberinin asli görevini de Allah'ın dinini insanlara
eksiksiz olarak duyurma, [6] gerektiğinde açıklama [7] ve Kur'an'da açıkça yer
almamış kimi konularda hüküm koyma [8] olarak belirlemiştir. Benzer şekilde Hz.
Peygamber de ümmetine, kendine itaat etmelerini [9] ve kendisinin apaçık yolunu izlemelerini [10]
emretmiştir. Ümmetine, sıkıca sarılıp hidayet üzere kalmaları için
"birbirinden ayrılmaz iki şey" bıraktığını söyleyerek, bunlardan
birinin "Allah'ın Kitabı", diğerinin de "Kendisinin
Sünneti" olduğunu haber vermiştir. [11] Ayrıca "Bana Kur'ân'la
birlikte onun bir benzeri daha verildi" [12] buyurarak böylelikle
hadislerine kıymet verip
yüceltmiş; onların kesinlikle gereken ilgiden yoksun
bırakılmamasını, ihmal ve terk edilmemesini bildirmiştir.
Hadislerin taşıdığı bu değer ve dinî konumundan
dolayı Hz. Peygamber ayrıca hadisin öğrenim ve öğretiminde ihtiyatlı davranılıp
hadis diye belirtilen sözün, kendisine aidiyetinden ve metninin doğruluğundan
kesin emin olunmadıkça kabul veya nakledilmemesini istemiştir. Abdullah b.
Ömer'e (ra) yaptığı bir tavsiyede, "Ey İbn Ömer, dinine sahip ol, dinine
sahip çık! O senin etindir, kemiğindir. Onu kimden öğrendiğine dikkat et;
istikamet üzere olan kimselerden al, eğri büğrü olanlardan alma!" [13]
buyurmuştur. Burada "din" sözüyle, dinin öğrenilip yaşanacağı temel
kaynaklar sıralamasında Kur’ân-ı Kerîm'den hemen sonra gelen "hadis-i
şerif"in kastedildiği malumdur. Bundan başka, Kendisinin söylemediği bir
sözü hadis diye ortaya atmanın yahut buna göz yummanın cehenneme girmeye sebep
büyük bir günah olduğunu bildirmiş, şöyle buyurmuştur: "Kim bile bile benim
ağzımdan yalan uydurursa, cehennemdeki yerine hazırlansın." [14]
"Benim ağzımdan uydurulmuş, bana ait olmayan bir sözü ben söylemişim gibi
nakleden kişi, iki yalancıdan biridir." [15]
Allah Rasûlü (sav)'nün bu sert uyarıları, sahabeyi
hadis naklinde son derece dikkatli ve
temkinli olmaya sevk
etmiştir. Bu uyarıların muhatapları
olmamak için hadisleri Rasûlullah
(sav)'ın ağzından çıktığı şekliyle nakletmeye büyük özen göstermişler;
hadislerde eksiklik veya fazlalık yapılmasını, hadisin lafızlarının
benzerleriyle/eşanlamlılarıyla dahi olsa değiştirilmesini ve cümledeki
yerlerinden ileri veya geri alınmasını Hz. Peygamber'in ağzından hadis uydurmak
olarak kabul etmişlerdir. Böylece
hadis diye belirtilen
sözü, Hz. Peygamber'e aidiyetinden veya metninin
doğruluğundan emin olmadıkça hadis olarak kabul etmedikleri gibi bunları hadis
olarak nakletmekten de şiddetle kaçınmışlardır. Bu konuda o kadar dikkatli ve
titiz davranmışlardır ki hadiste yapılacak bir hata sebebiyle Rasûlullah (sav)'ın
cehennemle tehdidine muhatap olmaktan duyduğu endişeyle bazı sahabeler
neredeyse hiç hadis nakletmemişlerdir. [16]
Allah Rasûlü (sav)'nün sert uyarıları, sahabeyi
hadis naklinde son derece dikkatli ve
temkinli olmaya sevk
etmiştir. Bu uyarıların muhatapları
olmamak için hadisleri Rasûlullah
(sav)'ın ağzından çıktığı şekliyle nakletmeye büyük özen göstermişler;
hadislerde eksiklik veya fazlalık yapılmasını, hadisin lafızlarının
benzerleriyle/eşanlamlılarıyla dahi olsa değiştirilmesini ve cümledeki
yerlerinden ileri veya geri alınmasını Hz. Peygamber'in ağzından hadis uydurmak
olarak kabul etmişlerdir.
Zübeyr b. Avvam'ın, "Niçin bazı kimselerden
işittiğim gibi senin de Rasûlullah (sav)'tan hadis naklettiğini ettiğini
duymuyorum?" diyen oğlu Abdullah'a verdiği cevap, sahabenin hadis
konusundaki titizliğini göstermektedir: "Ben Müslüman olduğumdan beri Hz.
Peygamber'den hiç ayrılmadım; fakat
O’nun 'Kim bile
bile benim ağzımdan
yalan uydurursa cehennemdeki
yerine hazırlansın' buyurduğunu işittim." [17] Onun bu açıklamasından,
hadis rivayetinden kaçınma sebebinin, hadisin sözlerinde yanlış yapmaktan ve
böylece Hz. Peygamberin söylemediği bir sözü -farkında olmadan- onun ağzından
nakletmekten duyduğu endişe olduğunu anlıyoruz.
Aynı şekilde Abdullah b. Abbas ile Büşeyr el-Adevî
arasında yaşanan aşağıdaki olay da sahabenin hadis konusunda oldukça temkinli
davrandıklarını göstermektedir. "Büşeyr el-Adevî, "Rasûlullah (sav)
şöyle buyurdu, Rasûlullah (sav) böyle buyurdu" diyerek Abdullah b. Abbas'a
hadisler okumaya başlar ancak İbn Abbas ona kulak vermemekte ve onunla
ilgilenmemekteydi. Bunun üzerine Büşeyr, "Ben sana Rasûlullah'tan (sav)
hadis naklediyorum; ama sen dinlemiyorsun!" diyerek İbn Abbas'ın hadislere
karşı umursamaz tutumundan yakınır. Bunun üzerine İbn Abbas ona şu cevabı
verir: "Bizler, bir zamanlar birileri "Rasûlullah (sav) şöyle
buyurdu" dediğinde gözümüzü dört açar, söylenenleri dinlemek
için dikkat kesilirdik.
Fakat insanlar hırçın
ve uysal her deveye binmeye (yani anlamadan ve doğruluğundan emin
olmadan her duyduklarını nakletmeye) başladıklarından beri bildiklerimizden
başkasını onlardan dinlemez olduk." [18]
Sahabenin hadis konusunda gösterdiği bu titizliği
bugün biz de hadislerin kabulünde ve naklinde aynı şekilde gösterebilmeliyiz.
Bize “hadis” diye söylenen yahut hadis
diye okuduğumuz her
sözü -özellikle doğruluğundan
emin olamayıp şüphe ediyorsak- “hadis-i şerif” olarak kabul etmekte acele
etmemeli, ihtiyatlı ve akıllıca hareket etmeliyiz. Eğer yapabiliyorsak bizzat
kendimiz o sözü doğrudan hadis kaynaklarından araştırmalı ve mümkünse
bu iş için
Arapça kaynakları, yoksa
Türkçe temel hadis kaynaklarını tercih etmeliyiz. Fakat
mutlaka ana hadis kaynaklarını kullanmalıyız. Şayet kendimiz
kaynaklarda araştırma imkânına
sahip değilsek, bunun
için gerekli bilgi ve yetkinliği taşımıyorsak, ilmiyle amel eden,
güvendiğimiz bir ilim ehline danışıp sormalıyız. Bunu mutlaka yapmalıyız ki
sahabenin hadisteki titizliğine benzer bir ihtiyat ve tedbiri günümüzde gerçekleştirmiş
olabilelim.
"Hadis okumak" istediğimizde de
okuyacağımız kitaplar temel hadis kaynaklarından olmalıdır. Beden sağlığımız
için gereken ilacı nasıl ki başka bir kimseden veya yerden değil de doktordan
öğrenip eczaneden satın alıyorsak aynı şekilde Allah Rasûlü (sav)'nün
hadislerini de yüzyıllardır İslam dünyasınca genel kabul görmüş temel hadis
kitaplarından okumalı ve öğrenmeliyiz. Günümüzde kaynakların bu
konudaki ihtiyacı fazlasıyla
karşılayacak yeterlilikte Türkçe çevirileri de bulunmaktadır.
Evlerimizde nasıl ki en azından bir adet Mushaf bulunduruyor, onu her fırsatta
okuyorsak aynı şekilde en azından temel bir hadis kitabını
bulundurabiliriz/bulundurmalıyız ve Kur’ân'ın yanısıra okuyabiliriz/okumalıyız.
Hz. Peygamber'in söylemediği fakat hadis diye
bilinen sözler, daha çok vaaz ve nasihat kitaplarında karşımıza çıkıyor. İçinde
sahih, hasen ve zayıf hadislerin yanı sıra uydurma hadislerin de bulunduğu bu
kitapların halk tarafından çokça okunması sebebiyle bu uydurma hadisler zamanla
toplumda iyice yayılmış ve genel kabul görmüştür. Bu sözlerin bir kısmı anlam
olarak doğru olsalar bile asla hadis değildirler ve bu ayırım çok önemlidir.
Hz. Peygamber'in söylemediği fakat hadis diye
bilinen sözler, daha çok vaaz ve nasihat kitaplarında karşımıza çıkıyor. İçinde
sahih, hasen ve zayıf hadislerin yanı sıra uydurma hadislerin de bulunduğu bu
kitapların halk tarafından çokça okunması sebebiyle bu uydurma hadisler zamanla
toplumda iyice yayılmış ve genel kabul görmüştür. Bu sözlerin bir kısmı anlam
olarak doğru olsalar bile asla hadis değildirler ve bu ayırım çok önemlidir. Bu
durumlarda bizi öncelikle ilgilendiren, hadis diye belirtilen sözün anlamı
değil, gerçekten hadis olup olmadığıdır. Bir sözün anlamca doğru olmasının, o
sözü hadis yapmayacağı herkesçe malumdur. Aksi takdirde anlamı doğru olan bütün
sözlerin hadis kabul edilmesi gerekir ki bu, gerçeğe aykırıdır.
Hz. Peygamber’in söylemediği bir sözü O söylemiş
gibi nakletmek, ona iftira atmak olur ki bunun cezasını da Allah Rasûlü (sav)
kendisi, yukarıda naklettiğimiz hadiste geçtiği üzere cehennem olarak
bildirmiştir. Öyleyse hadisler konusunda sahabenin gösterdiği ihtiyat ve
tedbirin benzerini göstermek, en azından hadis diye belirtilen her sözü,
kaynağını öğrenmeden, Hz. Peygamber'e aidiyetinden ve metninin doğruluğundan
emin olmadan nakletmemek yerinde bir davranış olacaktır.
“Hadislerin din olduğu” dikkate alındığında, uydurma
hadislerin dinin doğru anlaşılmasında ve yaşanmasında ne büyük bir tehlike arz
ettiği ortadadır. Bundan dolayı geçmişte hadis âlimlerimiz, hadis diye
uydurulmuş sözleri tespit etmek için büyük çabalar ortaya koymuşlar, bu uydurma
hadisleri listeleyen kitaplar kaleme almışlardır. Ancak bu kitaplar ne yazık ki
daha çok araştırma merkezlerinin, kütüphanelerin ya da yayıncıların raflarında
kalmış, bir türlü halkın gündemine girememiştir.
Önemli bir eksiklik olarak gördüğümüz bu durumun
giderilmesi, halkın dilinde hadis diye dolaşan asılsız sözlerin ayıklanıp
doğrunun ortaya konması uzun zamandır içimizde büyüttüğümüz bir arzuydu. Artık
bu arzumuzu gerçekleştirme yolunda ilk adımızı atmış bulunuyoruz. "HADİS
OLARAK BİLİNEN ASILSIZ SÖZLER" başlığı altında, takip edeceğinizi
umduğumuz, hadis diye uydurulmuş sözlerin araştırılıp incelendiği yazıları
sizinle paylaşacağız. Hadisler hakkındaki yorum ve değerlendirmelerde, İslam
âlimlerinin açıklamalarını dayanak alacak, onları günümüzün
dünyasına taşıyacak ve
bugünün diliyle konuşturacağız. Gerekli görmedikçe kişisel
görüş ve açıklamalarda bulunmayacağız. Bu sebeple hadisler hakkındaki yorum ve
değerlendirmeler öncelikle bize değil, kıymetli âlimlerimize aittir.
Kendilerini bu vesileyle rahmet ve minnetle anıyoruz.
Uydurma hadisleri araştırma ve incelemeyi gaye
edinen bu hadis yolculuğumuzda en büyük yardımcımız elbette Rabbimiz Allah’tır.
O'na güvenip dayanıyor ve yazdıklarımızda bizi hakka ve hakikate ulaştırmasını
O'ndan niyaz ediyoruz. Yüce Allah, Peygamberine ait olan sözlerden ona ait
olmayanları ayırd etmek için gösterdiğimiz bu çabayı, Sevgili Peygamberi'ni de
memnun eden ve böylelikle şefaatine ermeyi umduğumuz bir salih amele
dönüştürsün. (Amin)
arpacukuru@hotmail.com
Dipnotlar:
1- Hatîb el-Bağdâdî, el-Camiu li-ahlâki'r-râvi, I,
129.
2- Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî ilmi'r-rivâye, I,
121.
3- Ahzab (33), 21.
4- En'âm (6), 153.
5- Bu konuda pek çok ayet vardır, bazıları için bkz.
Nisâ (4), 13; Şuarâ (26), 108; Teğâbün (64),
12; Enfâl (8), 1.
6- Mâide (5), 67.
7- Nahl, (16), 44; İbrahim (14), 4.
8- A'râf (7), 157; Tevbe (9), 29.
9- Buhârî, Cihad, 108; Ahkâm 1; İ'tisam 2; Müslim,
İmâre 1835, Fezâil 2283. 10- Buhârî, İ'tisâm 1.
10- Buhârî, İ'tisâm 1.
11- Hâkim, Müstedrek, I, 172; Beyhakî,
es-Sünenü'l-kübrâ, X, 114; Dârekutnî, Sünen, IV, 245.
12- Ebû Davud, Sünnet 6.
13- Ramehürmüzî, el-Muhaddisü'l-fâsıl, s.416; Hatîb
el-Bağdâdî, el-Kifâye, I, 121.
14- Buhârî, İlim 38, Cenâiz 33; Müslim, Mukaddime 2,
3.
15- Müslim, Mukaddime 8, 19.
16- İbn Kuteybe, Te'vîlü muhtelifi'l-hadîs, s.39.
17- İbn Mâce, Mukaddime 4 (36).
18- Müslim, Mukaddime 13.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder