Siz
“Güvenilir” Diye İman Ettiğiniz (Emre DORMAN)
Hadislerin
Farkında Mısınız?
Özellikle
Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace gibi hadis
derleyicilerinin sahih kabul edilen hadis kitaplarında, Kur’an’a uygun olan
rivayetlerin yanında Kur’an ayetiyle doğrudan çelişen pek çok rivayetin de
bulunduğunu görmek zor değildir. Esasen söz konusu hadisçiler tarafından
derlenen hadis kitaplarında dinin tek kaynağının Kur’an olduğunun, yani din
adına Kur’an’ın yeterli olduğunun ve Kur’an dışında hidayet kaynağı arayanın
sapıtmış olduğunun vurgulandığı rivayetler de yer alır: “Benden Kur’an
haricinde hiçbir şey yazmayınız. Kim benden bir şey yazdıysa onu imha etsin.” Müslim, Zühd 72, (3004)” Ömer, Peygamber’den
halkın doğru yoldan sapmamaları için kendisine bir şeyler söyleyip yazmasını
istediğinde, Peygamber ‘Allah’ın Kitab’ı bize yeter’ dedi.” Buhari İtisam 26, İlim 39, Cenaiz 32, Merza 17;
Müslim Cenaiz 23, Vasaya 22. “Kur’an’dan başka hidayet kaynağı arayan
sapıtmıştır. ” 10 Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 13, (2906)”...Size, sıkıca
sarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız bir şey bırakıyorum: Allah’ın
Kitab’ı.” 11
Müslim, Hac 147 (890); Ebu Davud, Menasik 57 (1905); İbn Mace, Menasik 84
(3074). Bir başka rivayette ise
peygamberimizin söylemediği bir sözün ona isnat edilmesi en büyük iftira olarak
ifade edilmiştir: “En büyük iftiralar, bir kimsenin babasından başkasına nesep
iddiasında bulunması, görmediği rüyayı gördüğünü iddia etmesi ve Resulullah’ın
söylemediği bir sözü ona isnat etmesidir (söylemediği bir şeyi. ona söyletmesidir).” Buhari, Menakıb 5. Görüldüğü gibi Kur’an’a
uygun olan bu türden hadis rivayetleri, din adına Kur’an dışında kaynaklara
ihtiyaç duyanların önüne aşılması mümkün olmayan bir set çekmektedir. Buna
rağmen Allah’ın bu konudaki apaçık ayetlerini yok sayanlar, güvenilir kabul
ettikleri kaynaklarda geçen ve peygamberimizden geldiğini kabul ettikleri bu
türden rivayetleri de yok saymaktadırlar. Din adına Kur’an’ın yeterli olduğunu
destekleyen hadis rivayetleri de peygamberimize ait olmayabilir. Aynı
kaynaklarda hem Kur’an ayetleri ile hem de kendi aralarında çelişen ama aynı
zamanda Kur’an ile uyumlu olan rivayetlerin de bulunduğu görülmektedir. Bu
yüzden hem Allah’ın apaçık ayetlerine rağmen hadis rivayetlerini esas alanların
hadis kaynaklarındaki Kur’an’ın yeterli olduğu türünden rivayetleri görmezden
geldiklerinin gösterilmesi hem de kendi aralarındaki çelişkileri sebebiyle
hadis rivayetlerinin dinin kaynağı olamayacağının ortaya konulması için bu
rivayetler kullanılmıştır. Hadis rivayetlerini dinin olmazsa olmaz bir kaynağı
olarak kabul eden çevrelerin Kur’an ayetleri ile uyumlu ve kendi algıları ile
çelişen birtakım rivayetleri görmezden gelmelerinin nedeni, sadece yaygın
olarak yaşanan ve kendilerine öğretilen din anlayışını haklı çıkartacak hadis
rivayetlerini esas almak istemeleridir. Bu sebeple esas aldıkları bu
rivayetlerin aksini söyleyen rivayetleri dikkate almayarak kendileri ile
çelişmektedirler. Örneğin bir hadis rivayetinde peygamberimizin şöyle söylediği
iddia edilir: “Bana Kur’an ve bir o kadarı daha verildi. Yakında karnı tok,
koltuğuna yaslanmış birisi, ‘Size Kur’an yeter; onda neyi helal bulursanız onu
helal kabul ediniz. Onda neyi haram bulursanız, onu da haram biliniz’ diyecek.
Şunu iyi bilin ki, Allah’ın Resulü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı
gibidir.” 13 Ebu Davud, Sünnet, 6, (4604); Tirmizi,
İlm 60, (2666); İbn Mace, Mukaddime 2,
Bu
türden rivayetlerin, din adına uydurmalar baş gösterdiğinde insanları Allah’ın
Kitabı’na çağıran ve hükmün ancak Allah’ın vahyi ile verilebileceğini, peygamberimizin
de gerçek yolunun bu olduğunu söyleyenleri susturmak ve bastırmak için
uyduruldukları çok açıktır. Din adına Kur’an’ın yeterli olamayacağı türünden rivayetlerin
ve “İleride şöyle diyenler çıkacak” türünden kehanetlerin, daha ilk günden
insanların Kur’an’ın yanına başka din kaynakları konulmasından rahatsız olarak
“Kur’an bize yeter” ya da “Kur’an dışında hüküm arayan sapıtmıştır” demeleri
sebebiyle uydurulduğunu anlamak zor değildir. Kısacası minareyi çalanlar
kılıfını da hazırlamışlardır. Bu konularda çıkan tartışmalarda bu türden
rivayetleri delil olarak sunarak “Bakın zaten peygamberimiz sizin gibi
sapkınlardan haber vermiştir” türünden savunmalar yapılması, bu gerçeğin fark
edilememiş olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte peygamberimiz bu türden gelecek
ile ilgili haberler veremezdi çünkü peygamberimiz gaybı bilmezdi: “De ki: ‘Ben
size, Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem…” (En’am
Suresi 50). “De ki: Allah’ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir
şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı
arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı.” (A’raf Suresi 188). Dolayısıyla
geleneksel dini savunanlar, inanmak istedikleri dine uygun olan rivayetleri esas
alarak kendi inandıkları ile çelişenleri göz ardı ediyorlar. Oysa bu durum
Kur’an’ı dinin tek kaynağı gören kişiler için söz konusu değildir. Bir ayetin
esas alınıp başka bir ayetin göz ardı edilmesi mümkün değildir. Böyle yapan
kişiler aynı şekilde kendileri ile çelişir. Oysa geleneksel dini savunanların
yöntemi ve kendi içindeki tutarsızlıkları tam da bu şekildedir. Aynı
kaynaklarda, söz konusu hadis rivayetlerinin tam aksini söyleyen ve bir anlamda
Kur’an’ın din adına yeterliliğini destekleyen rivayetler, rivayetlerin kendi içlerindeki
tutarsızlık ve çelişkilerine örnektir. Bir hadis rivayetinde peygamberimizin şöyle
söylediği iddia edilir: “Allah’ın Kitabı’nda helal kıldığı helal, haram kıldığı
haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını
kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir.” Ebu Davud Etime 39; Tırmizi Libas 6.” Bir başka rivayette de
sahipleri ile arasındaki borcun kaldırılması hususunda Hz. Aişe’den yardım talep
eden bir kölenin durumu peygamberimize arz edildiğinde peygamberimizin Hz.
Aişe’ye şöyle söylediği iddia edilmiştir: “(Resulullah) ‘Sen satın al, sonra da
azad et. Vela (kölelik bağı) hakkı, azad edene aittir’ buyurdu. Bunu
söyledikten sonra Resulullah ayağa kalkarak şu hitabede bulundu: İnsanlara ne oluyor
ki, alışverişlerinde Kitabullah’ta (Kur’an’da) bulunmayan şartları koşuyorlar?
Kitabullah’ta olmayan bir şart koşana bu helal olmaz. Böyle biri yüz şart da koşacak
olsa Allah’ın şartı daha doğru, daha sağlamdır.” 15 Buhari, Mesacid 70,
Zekat 61, Büyu 67, 73, Itk 10, Mekatib 2, 3, 4, 5, Hibe 7, Şurut 3, 10, 13, 17,
Talak 16, Kefaratü’l-iman 8, Feraiz 19, 20, 22, 23; Müslim, Itk 5, (1504); Ebu
Davud, Itk 2, (3929-3930); Nesai, 85, 86 (7, 300); Tirmizi, Büyu 33, (1256),
Vesaya 7, (2125); İbn Mace, Itk 3, (2521).
Bu sözü peygamberimiz söylemişse de
söylememişse de söz Kur’an’a uygundur. Gerçekten de dini bir konuda Allah’ın
Kitabı’nda olmayan bir şartı ileri sürenin şartının kabul edilemeyeceği
açıktır. Peygamberimizin birbiri ile tam olarak çelişen iki farklı yaklaşımda
bulunması söz konusu edilemeyeceğine göre ya bu sözleri peygamberimiz hiç söylememiştir
ya da bunlardan biri kesin olarak yalandır. Hangisinin yalan olduğunu anlamak
ya da şayet bu sözler peygamberimiz tarafından söylenmişse hangisini söylemiş
olabileceğine dair bir karara varabilmek için Allah’ın Kitabı’na başvurmaktan
başka çıkar yol olmadığı açıktır. Söz konusu rivayetleri Allah’ın Kitabı’na
sunduğunuzda ise “Allah’ın Resulü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir”
şeklindeki rivayetin peygamberimiz üzerinden uydurulmuş büyük bir iftira
olduğunu anlamak son derece kolaydır. Bu durum aynı zamanda güvenilir kabul
edilen hadis kitaplarındaki çelişkileri net bir şekilde ortaya koymakta ve
gerçekte hiç de güvenilir olmadıklarını açık bir şekilde göstermektedir. Bununla
birlikte şayet uydurma olduğu son derece açık olan söz konusu bu rivayet doğru
kabul edilecekse o zaman madem peygamberimize Kur’an ile birlikte bir o kadarı
daha verilmişti ve madem peygamberimizin haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı
gibiydi neden peygamberimiz kendisine Kur’an dışında verilenleri ve Allah’ın haram
kıldığı gibi haram kıldığı şeyleri kayıt altına aldırmadı? Şayet iddia
ettikleri şey doğruysa o zaman bu iddia sahipleri aynı zamanda peygamberimizin
kendisine verilen risalet görevini hakkıyla yerine getirmediğini yani Allah’tan
almış olduğu emaneti insanlara tam olarak iletmek ve onları kayıt altına
aldırmak noktasında yetersiz kaldığını söylemektedirler. Mahmud Ebû Reyye’nin,
söz konusu iddia ile ilgili yaklaşımı son derece isabetlidir: “Bu babtaki
sözlerimize son vermeden önce hadisleri vahiy gibi göstermek isteyenlerin
naklettikleri bir hadise değinmek istiyoruz: “Dikkatinizi çekerim, bana Kitab
ve onunla beraber benzeri verildi.” Başka bir rivayette: “… bana Kur’an ve
onunla beraber bir benzeri verildi.” Rivayet meselesinin ürettiği hadislerin en
garibi bu olsa gerek! Zira eğer Resul’e Kitab/Kur’an ile birlikte bir benzeri
verilmişse bu; Din’in tamamlanması için Kur’an’ın bir tamamlayıcısı olmuş
demektir. Peki, durum böyleyse Resul Kur’an’a gösterdiği özeni bu “benzer/ hadis”e
acaba neden göstermemiştir? Niçin Kur’an gibi onu da inişi anında kaydedecek
kâtipler tutmamıştır? Resul neden hadisi ihmal ederek onun yazımını yasaklama
yoluna gitmiştir? Neden “Benden Kur’an dışında bir şey yazmayın! Kim benden
Kur’an dışında bir şey yazmışsa onu yok etsin” demiştir? … Resul ölüm döşeğinde
iken kendisine indirilen: “Bugün sizin Dininizi tamamladım, nimetimi bütünledim
ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim” (Maide Suresi 3) ayeti dile getirilirken
üstteki hadis acaba neredeydi? Resul o gün yanındakilere şunları buyurmuştu: “Allah’a
yemin ederim ki, aleyhime söyleyebileceğiniz hiçbir şey kalmadı. Kur’an’ın
helal kıldığı hiçbir şeyi de haram kılmadım. Onun haram kıldığı hiçbir şeyi de
helal kılmadım.” Sonra Ebu Bekir halka hitaben: “Allah’ın Kitabı aramızda; onun
helalini helal kılın, haramını haram kılın!” derken bu hadis neredeydi? Ömer Resul’den,
halkın doğru yoldan sapmamaları için kendisine bir şeyler söyleyip yazmasını
istediğinde; Allah’ın Resulü: “Allah’ın
Kitabı
bize yeter!” derken bu hadis neredeydi?” Mahmud
Ebu Reyye, Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması, çev: Muharrem Tan, Yeni Zamanlar
Yayınları, s.30-31.
Kur’an’a birebir uygun olan diğer hadis
rivayeti de peygamberimiz tarafından söylenmemiş olabilir. Din adına Kur’an’ın
yanına kaynaklar ilave edenler ortaya çıkınca belki de din adına Kur’an’ın
yeterli olduğunu peygamberimiz üzerinden de ispat etmek için bu türden sözler iyi
niyetli inananlar tarafından peygamberimize isnat edilmiş olabilir. Yine de
niyeti ne olursa olsun birinin söylemediği bir şeyi o söylemiş gibi göstermek doğru
değildir. Üstelik söz konusu kişi Allah’ın resulü ise bu hiçbir şekilde kabul
edilemez. Öte taraftan kesin olan bir gerçek vardır ki bu da söz konusu hadis
rivayetinin ifade ettiği şeyin zaten Kur’an’da ayet olarak yer alıyor
olmasıdır. Dolayısıyla “Allah’ın Kitabı’nda helal kıldığı helal, haram kıldığı
haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir…” şeklindeki hadis rivayeti peygamberimiz
tarafından söylenmiş olsa da olmasa da Kur’an’a uygunluğu sebebiyle
peygamberimiz tarafından söylenmesi muhtemel olan bir sözdür. Rabbimiz
Kur’an’da açıklandıkça hoşunuza gitmeyecek ya da bize ilave yükümlülükler
getirecek şeyleri sormamamızı, onların affedildiğini söylüyor: “Ey iman sahipleri!
Size açıklandığında canınızı sıkacak şeylerle ilgili soru sormayın. Kur’an
indirilmekteyken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetmiştir.
Allah çok bağışlayıcıdır, çok yumuşak davranandır.” (Maide Suresi 101). Yine
bir hadis rivayetinde de benzer bir duruma dikkat çekiliyor: “Mescide
uğramıştım, gördüm ki halk, zikri terk edip boş ve yararsız konulara dalmış,
konuşuyor. Hz. Ali’ye çıkıp durumdan haberdar ettim. Bana: ‘Doğru mu
söylüyorsun, öyle mi yapıyorlar?’ dedi, Ben: ‘Ben Resulullah’ın şöyle
söylediğini işittim: ‘Haberiniz olsun bir fitne çıkacak!’ Ben hemen sordum: “Bundan
kurtuluş yolu nedir Ey Allah’ın Resulü?” Buyurdu ki: “Allah’ın Kitabı (na
uymak)dır. O’nda sizden önceki (milletlerin ahvaliyle ilgili) haber, sizden sonra
(kıyamete kadar) gelecek fitneler ve kıyamet ahvali ile ilgili haberler mevcut.
Ayrıca sizin aranızda (iman-küfür, itaat-isyan, haram-helal türünden) cereyan edecek
ahvalin de hükmü var. O, hak ile batılı ayırt eden ölçüdür. O’nda her şey
ciddidir, gayesiz bir kelam yoktur. Kim akılsızlık edip O’na inanmaz ve O’nun ile
amel etmezse Allah onu helak eder. Kim O’nun dışında hidayet ararsa Allah onu
saptırır. O Allah’ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru yoldur…
Âlimler ona doyamazlar. Onun çokça tekrarı usanç vermez, tadım eksiltmez. İnsanı
hayretlere düşüren mümtaz yönleri son bulmaz, tükenmez… Kim ondan haber getirirse
doğru söyler. Kim onunla amel ederse ücrete mazhar olur. Kim onunla hüküm
verirse adaletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa doğru yola çağrılmış olur…” Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an
14, (2908).
Görüldüğü
gibi söz konusu bu hadis rivayeti de yukarıda örneği verilen “Bana Kur’an ve
bir o kadarı daha verildi” şeklindeki hadis metni ile çelişmekte ve birçok Kur’an
ayeti ile örtüşmektedir. Hz. Ali’den rivayet edildiği kabul edilen bu sözlerin
peygamberimizin
ağzından
çıkmış olması muhtemeldir. Kur’an’ı yeterli görmek istemeyenler haliyle aynı
kaynaklarda geçen bu hadisleri dikkate almaz ve kendileri ile çelişirler. Bu
hadis rivayetleri, Kur’an’ın yeterli olduğuna delil olarak değil, hadislerin
kendi içindeki tutarsızlıklarını göstermek için verilmektedir. Kur’an’ın
yeterli olduğunun delili bizzat Kur’an’ın kendisidir. Bu yüzden bunu destekleyecek
bir hadise ihtiyaç yoktur. Yine başka bir hadis rivayeti de şu şekilde
gelmektedir: “Resulullah muhtazar (ölmeye yakın) iken evde bir kısım erkekler vardı.
Bunlardan biri de Ömer İbnu’l-Hattab idi. Resulullah: ‘Gelin, size bir şey
(vasiyet) yazayım da bundan sonra dalalete düşmeyin!’ buyurdular. Hz. Ömer:
‘Resulullah’a ızdırap galebe çalmış olmalı. Yanınızda Kur’an var, Allah’ın
Kitabı sizlere yeterlidir’ dedi…” Buhari, Megazi 83, İlm 39, Cihad 176, Cizye 6,
İ’tisam 26; Müslim, Vasiyye 22, (1637).
Şayet bu şekilde bir olay gerçekleşmişse Hz.Ömer’in
ortaya koymuş olduğu net tavrın sebebi, peygamberimizin bu konudaki net tavrını
bilmesidir. İddia edilen bir sözün peygamberimize ait olup olmadığı konusunda
doğrudan Kur’an’a başvurmak suretiyle gereken hassasiyet ve titizlik gösterilmediği
için gerçek ile yalanın birbirine karıştığı rivayetler toptan bir şekilde kabul
edilerek söz konusu hadis kitaplarına girmiş ve bu sayede birçok uydurma, peygamberimiz
üzerinden dinselleştirilmiştir. Peygamberimize isnat edilen rivayetler ile
ilgili tek geçerli hakem Kur’an olması gerekirken, söz konusu hadisleri
toplayan kişiler yaptıkları elemeleri hadis metninin Kur’an’a uygunluğu
üzerinden değil, rivayet ettiği kabul edilen kişi zincirlerinin güvenilirliği
üzerinden gerçekleştirmişlerdir. Kimi zaman bir rivayetin doğrudan Kur’an ayetleri
ile çelişiyor olması, bazen bir konu ile ilgili farklı rivayetlerin varlığı ya
da bir başkasının “Ben şunu da söylediğini işitmiştim” ya da “Şunu işitmedim”
diyerek mevcut rivayete ekleme-çıkarma yapması da söz konusu rivayetlerin açık
ve net olmadıklarının ya da aktarılırken değişime uğradıklarının delilidir. Söz
konusu rivayetler toplanırken yalnız Kur’an’ın ölçü alınması hassasiyeti
gerektiği gibi gösterilmediği için bazı hadisçilerin de dikkat çektiği gibi en
sahih kabul edilen hadis kitaplarındaki hadisler de dâhil olmak üzere tam
anlamıyla güvenilir kabul edilebilecek hadis, yok denecek kadar azdır. Hadislerin
kendi içlerindeki güvenilirlik derecelerine göre yapılan tasniflere göre en
güvenilir kabul edilebilecek bir hadis için bile en fazla denilebilecek olan
şey peygamberimize ait olma ihtimali olduğudur. Hiçbir hadis için bu kesin
peygamberimize aittir denilemez. Bazı hadisçilerin de ifade ettikleri gibi bir hadisin
sahih olduğunun söylenmesi, Hz. Peygambere ait olma ihtimalinin, ait olmama
ihtimalinden fazla olduğunu vurgulamak içindir. Bunun dışında kesin olarak
peygamberimize ait olduğunun söylenmesi söz konusu değildir. Peygamberimizin
dilinden tebliğ edildiği kesin olan tek hadis vardır, o da ilahi kelam olan
Kur’an’dır. Kur’an dışındaki tüm rivayetler zan ihtiva ederler. Güvenilir kabul
edilen hadis kitaplarındaki kimi rivayet ve ifadeler, bir kez olsun Kur’an’ı anlayarak
ve ayetleri üzerine düşünerek okumuş biri tarafından bile uydurma oldukları kolayca
anlaşılabilecek türdendir. Dolayısıyla din adına uydurulan şeyleri fark
edebilmek için akıl ve vicdan sahibi olmak ve Kur’an’ı doğru bir şekilde
anlayarak okumak yeterlidir. Ebu Hanife’nin Hadis Rivayetlerine Yaklaşımı Bu
noktada İmamı Azam Ebu Hanife’nin (ö. 767) hadislere yaklaşımına dikkat çekmek
gerekir. Ebu Hanife’nin, el-Alim ve’l-Muteallim isimli eserinde talebesi ile
arasında yaşanan bir diyalog son derece önemli ve dikkat çekicidir. Talebe
hocasına sonradan Kütüb-i Sitte hadisleri arasına da girecek olan bir rivayet
ile ilgili görüşünü sormaktadır: Talebe: ‘Zina eden bir Müminin imanı elbisenin
sıyrılması gibi başından çıkar. Sonra tövbe ederse imanı ona iade edilir’ şeklindeki
rivayet için ne dersin? Ebu Hanife: “Ben buna inanmam. Benim bu sözlere inanmamam
ve bu sözleri reddetmem, Nebi’yi tekzip etmek (yalanlamak) değildir. Nebi’yi tekzip
etmek ancak ‘Ben Nebi’nin sözüne inanmıyorum’ demekle olur. Eğer bir kimse:
“Ben Nebi’nin her söylediğine inanıyorum, ancak Nebi haksız yere konuşmaz ve
Kur’an’a muhalefet etmez’ derse bu, onun Nebi’yi tasdikettiğini ve Nebi’yi
Kur’an’a muhalefetten tenzih ettiğini gösterir. Şayet Nebi Kur’an’a muhalefet
etse ve yüce Allah’a karşı haktan başka bir şey söyleseydi, yüce Allah: “Eğer
Muhammed, bize karşı ona (Kur’an’a) bazı sözler katmış olsaydı, biz onu kuvvetle
yakalardık, sonra da onun şah damarını koparırdık, hiçbiriniz de onu
koruyamazdınız!” (Hakka Suresi 44-47) kavline uygun olarak, onu kuvvetle yakalar
ve şah damarını koparırdı. Allah’ın Nebisi, Allah’ın Kitabı’na muhalefet etmez.
Allah’ın Kitabı’na muhalefet eden kimse de Allah’ın Nebisi olamaz! Rivayet
edilen bu haber Kur’an’a muhaliftir. Çünkü Allah Teala Kur’an’da “Zina eden
kadın ve zina eden erkek…” demiş ama zani ve zaniyeden iman vasfını
nefyetmemiştir. Keza “Sizden fuhuş yapanların her ikisini de…” ayetindeki
‘sizden’ ifadesi ile Yahudileri veya Hıristiyanları değil Müslümanları
kastetmiştir. O halde Kur’an’a aykırı Nebi’den hadis nakleden herhangi birini reddetmek
Nebi’yi reddetmek veya Nebi’yi tekzip etmek değildir. Bilakis Nebi adına batıl
bir şey rivayet eden kimseyi reddetmek demektir. İtham Nebi’ye değil, sözü
nakleden kimseye yöneliktir. Bu nedenle Nebi’nin söylediği her şey, işitelim
veya işitmeyelim başımızın gözümüzün üstündedir. Biz onların hepsine iman ettik.
Onların Allah’ın Nebisinin söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz. Ve yine
şehadet ederiz ki, O, Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmemiş, Allah’ın
kullarına ulaştırılmasını emrettiği bir şeye de mani olmamıştır. O, hiçbir şeyi
Allah’ın tavsif ettiğinden (belirttiğinden) başka bir şekilde tavsif etmez.
Yine şehadet ederiz ki, O, bütün işlerinde Allah’ın emrine muvaffak etmiş, hiçbir
bid’at ortaya koymamıştır. Allah’ın söylemediği hiçbir şeyi de Allah’a isnat
etmemiştir. İşte bu yüzden Allah Teala: “Kim Resul’e itaat ederse Allah’a itaat
etmiş olur!” buyurmuştur.” 19 Ebu Hanife, El-Âlim Ve’l-Müteallim, çev: Mustafa Öz, M.Ü.
İlahiyat Fakültesi
Vakfı
Yayınları, s. 23-24.
Görüldüğü
gibi Ebu Hanife’nin rivayetler konusundaki ölçüsü ve tavrı son derece nettir ve
bugün kendilerini “Hanefiler” olarak niteleyenlerden oldukça farklıdır. Üstelik
diyaloğa konu olan rivayet dikkate alındığında söz konusu bu rivayetin Ebu Hanife
tarafından reddedilmesinin sebebi, rivayetin Kur’an’a aykırı olması değil, Kur’an’da
hiç yer almayan bir şeyi iddia ediyor olması yani Kur’an’a ilave yapıyor
olmasıdır. Dolayısıyla daha önce de dikkat çekildiği gibi bazı rivayetler
doğrudan bir Kur’an ayeti ile çelişmese de dine ilave getiren ya da başka bir ifadeyle
dinde olmayan bir şeyi varmış gibi sunan her iddia, Kur’an ile çelişiyor
demektir. Hadislere karşı son derece net bir tavra sahip olan Ebu Hanife’nin en
meşhur hadisçiler tarafından ağır ithamlar ile eleştirildiği ve hakkında birçok
reddiyeler yazıldığı görülmektedir. Buhari’nin (ö. 869) Ebu Hanife’yi
güvenilmezlik ve yalancılık ile suçladığı ve küfre girdiğini iddia ettiği, İmam
Malik’in (ö. 795) ise Ebu Hanife’yi ümmetin en şerlisi olarak tanımladığı bilinmektedir.
Yine örneğin Ahmet b. Hanbel (ö. 855), Ebu Hanife ve öğrencileri için şu şekilde
sözler sarf etmiştir: “Onlar(Ebu Hanife ve takipçileri) bidatçi ve sapıktırlar,
sünnete ve esere (hadise) düşmandırlar, hadisleri iptal edip Resulullah’a karşı
çıkarlar. Ebu Hanife ve onun gibi düşünenleri imam ve onların dinini din
edinirler. Onlar, Resulullah’ın hadislerini, ashabının yolunu terk edip Ebu Hanife
ve taraftarlarının yoluna tabi olmuşlardır.” Ebu Hanife’nin maruz kaldığı bu
iftira ve iddialar, günümüzde din adına Kur’an’ın tek kaynak olduğunu ve
peygamberimizin de yolunun bu olduğunu söyleyen kişilerin maruz bırakıldıkları
iddia ve iftiralar ile aynıdır. Garip olan ise İslam âleminin en büyük mezhebi
Hanefilik olmasına rağmen bu mezhebi takip edenlerin kabul ve uygulamalarının
Ebu Hanife’ye değil onu eleştiren ehli hadise benzer olmasıdır. Kur’an’dan
sonra en güvenilir olduğu kabul edilen hadis derlemesinin sahibi Buhari’nin, en
büyük mezhep olan Hanefiliğin kurucusu olduğu iddia edilen Ebu Hanife’yi
güvenilmez ve yalancı olarak itham etmesi ise geleneksel din algısının içler
acısı halini, kendi içindeki tutarsızlığını ve Kur’an dışı kaynakların güvenilmezliğini
ortaya koymaktadır. Din, tarih ve tıp bilgini olan İbnu’l Cevzî’nin (ö. 1201) peygamberimize
isnat edilmek suretiyle gelen rivayetlerin dinin esası, akıl ve mantık ölçülerine
uygunsuzluğu karşısındaki tavrı son derece nettir: “Biz muhaddislerin usulü
gereğince, onlar tarafından uydurulduğu belli olsun diye ravilerini cerhe tabi
tuttuk. Yoksa bu tür hadislerin ravilerini araştırmaya bile gerek yoktur; çünkü
aklen ve mantıken muhal olan bir şeyi sika (güvenilir) raviler bile rivayet etse
yine de reddedilir ve onların hata ettikleri kabul edilir. Nitekim bir grup
sika (güvenilir) ravi bir araya gelerek, devenin iğne deliğinden geçtiğini
söyleseler, muhal olan bir şeyi rivayet ettikleri için, güvenilir olmaları
hiçbir şey ifade etmez ve onların rivayetlerini kabul etmeyi gerektirmez. O
halde, akıl ve mantık ölçülerine uymayan veya dinin temel esaslarına aykırı bir
hadis görürsen, bil ki, o uydurmadır, onu araştırmak için ayrıca zaman
harcama.” Hadislerin birileri tarafından inkâr edilmelerine gerek yoktur. Zaten
birçok hadis hem Kur’an ile hem de kendi arasında çelişerek kendi kendilerini
inkâr etmektedirler. Hadisleri savunanlar, hadisleri bilmiyorlar. Bilenler ise
işin içinden çıkamadıkları ya da işlerine gelmediği için gerçeğin üzerini
örtüyorlar.
Buhari Elden Giderse
Din De Elden Gider Mi?
Kimi
kişi ve çevrelerin maksadını son derece aşan bir şekilde Buhari elden giderse
dinin elden gideceğini, Buhari ve Müslim çökerse İslam’ın çökeceğini söyledikleri
görülmektedir. Belli ki bu kişiler söyledikleri şeyin ne anlama geldiğini
bilmeden Allah’ın dinini, muhtemelen kendi içinde iyi niyetle, ortalıkta gezen
yüz binlerce hadis arasından derleme yapan hadis derleyicilerine mahkûm
ederler. Hem Buhari’yi, hem de kendi kriterlerine göre yapmış olduğu seçimler
sonucunda derlemiş olduğu çalışmayı kutsamak, Kur’an’ın yanına (kimi zaman da
önüne geçirerek) ve dinin merkezine koyarak onsuz Kur’an’ın anlaşılmayacağını ya
da dinin eksik kalacağını iddia etmek, Allah’a iftira etmektir. Bu iddia aynı
zamanda Allah’ın indirdiği ve resulünün tebliğ ettiği dini, Buhari’nin insafına
bırakmak ve yine şayet Buhari diye biri çıkıp mevcut hadis rivayetlerini derlemeseydi,
ortada Allah’ın dini diye bir şeyin kalmamış olacağını söylemektir. Bunun son
derece yakışıksız bir iddia, Allah’a ve ayetlerine yönelik çok çirkin bir
iftira olduğunu görmek zor olmasa gerek. Özellikle Buhari’nin hadis derlemesinin
Kur’an ayetlerinin anlaşılması için olmazsa olmaz bir kaynak olduğu
savunuluyor. Hatta içerisinde birçok Kur’an ayeti ile doğrudan çelişen hadis rivayetleri
bulunmasına rağmen Kur’an’dan sonra en güvenilir ve en sahih kitap olduğu kabul
ediliyor. Oysa Buhari’nin hadis derlemesi içinde Kur’an’daki kimi sureler ve birçok
ayet ile ilgili herhangi bir açıklama olmadığı görülmektedir. Bu da iddia
edildiğinin aksine Buhari’nin de Kur’an’ı anlamada yeterli olmadığını ortaya koymaktadır.
Yine bilindiği gibi Buhari tarafından hazırlanan el-Camiu’s-Sahih’in, Buhari (810-870)
tarafından düzenlenen müellif nüshası günümüze ulaşmamıştır. Günümüzdeki mevcut
Sahih-i Buhari nüshaları, Buhari’den yüzlerce yıl sonraki Ali b. Muhammed
el-Yunini (ö.1301) tarafından Buhari’nin meşhur talebelerinden el-Firebri’nin nüshasından
hareketle hazırlanan nüshaya dayanmaktadır. Bununla birlikte bazı nüshalar
arasında farklar olduğu da bilinmektedir. Yunini’nin, Firebri’den gelen Buhari
nüshaları arasındaki farkların giderilmesine çalıştığı da bilinmektedir. Esasen
“Buhari elden giderse din elden gider” diyenler, kendi içinde haklı bir gerçeği
itiraf ederler. Buhari elden giderse elden gidecek olan, din adına uydurulanlardır.
Allah’ın dini, Buhari’ye de bir başkasına da mahkûm değildir. Vahyedildiği gibi
dimdik ayaktadır. Buhari, kendi ifadesiyle altı yüz bin hadis arasından seçtiği,
tekrarlar çıktığında dört bin civarı hadisin şüphesiz bir şekilde
peygamberimize ait olduğuna dair Allah’tan bir onay mı almıştır? Buhari’nin
böyle bir iddiası var mıdır? Maalesef bazı kişi ve çevreler, Buhari’nin
derlemiş olduğu kitaba iman etmeyi, Kur’an’a iman etmekle bir tutuyorlar. Yine
kimi insanlar aşırıya giderek Buhari’nin ve ortaya koymuş olduğu hadis kitabının
güvenilir olduğunu ve hiç tereddütsüz bunlara da iman edilmesi gerektiğini
söylüyor ve bu durumu çok büyük bir iman göstergesi olarak sunuyorlar. Oysa şayet
bir Müslüman bu kadar kesin ve net bir iman iddiasında bulunacaksa ona yakışan,
böyle bir cümle kurarken o cümledeki Buhari’nin yerinde Allah’ın, Buhari’nin
derlemiş olduğu hadis kitabının yerinde de Kur’an’ın olmasıdır. Buhari’nin
el-Camiu’s-Sahih’inin İslam dünyası içindeki yeri ve görmüş olduğu ilgi üzerine
anlatılan şeyler ise içindeki bunca uydurma rivayet sebebiyle insanı hayrete
düşürmektedir. Muhtemelen Kur’an’ın yanına konulmasının sebebi Buhari’nin eserinin
kutsallaştırılmasıdır: “İslâm dünyasında Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en büyük
ilgiyi Buhari’nin el-Camiu’s-Sahih’i görmüştür. Hadislerinin titizlikle seçilmesi,
mükemmel bir tertibe sahip olması, muhtevasının zenginliği ona bu itibarı
kazandırmıştır. el-Camiu’s-Sahih sevap kazanmak maksadıyla olduğu gibi maddî ve
manevi sıkıntılardan, hastalık ve belâlardan kurtulmak ve her türlü murada nail
olmak arzusuyla da okunmuştur. Kirmânî (ö. 786/1384), kendi devrinde İslâm
ülkelerinden birinde sultanın rahatsızlandığını ve şifa bulma ümidiyle Sahih-i
Buhari okunmasını arzu ettiğini haber vermektedir. Sahih-i Buhari’nin sıkıntılı
günlerde okunduğu takdirde insanları huzura kavuşturduğunu, deniz seyahatine çıkarken
birlikte götürülmesi halinde geminin batmadığını söyleyen İbn Ebû Cemre (ö.
699/1300), bütün bu meziyetleri duası makbul bir kişi olan Buhari’nin
okuyucularına dua etmesiyle açıklamaktadır. 1281 yılında Tatarlar Suriye’ye girdiği
zaman Melik Mansûr Kalavun, onlara karşı koymak üzere yola çıkmadan önce Sahih-i
Buhari okunmasını emretmiş, âlimler de hatim günü cumaya gelecek şekilde eseri
muhtelif celseler halinde okumuşlardır… O devirlerde Mağrib’de düşmana karşı
zafer kazanıldığı zaman yapılan merasimlerde Kur’an-ı Kerîm ile birlikte
Sahih-i Buhari hatimleri yapıldığı, hatta yemin merasimlerinde Kur’an-ı Kerîm
üzerine olduğu kadar Sahihayn (Buhari ve Müslim’in kitapları) üzerine de yeminedildiği
bilinmektedir.”M.
Yaşar Kandemir, el-Camiu’s-Sahih, DİA, Cilt: 07, s. 117-118.
Allah’ın
vahyi, Allah’ın evrende yaratmış olduğu ayetleri ile tam anlamıyla uyum
içerisindedir. Allah’ın indirdiği ayetler ile evrende yarattığı ayetler
çelişmez. Dolayısıyla Allah’ın Kitabı’ndaki ifadeler, evrendeki ayetler ile de,
akıl ve fıtrat ile de çelişmez. Ancak en güvenilir kabul edilen hadis
kitaplarında, hem evren ayetleri ile hem de akıl ve fıtrat ile çelişen binlerce
uydurma hadisi gördüğünüzde aynı durumun hadis kitapları için geçerli
olmadığını anlarsınız. Kur’an bu konuda net bir şekilde uyarır: “Kur’an’ı iyice
düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasının
katından olsaydı elbette içinde birçok çelişki bulacaklardı.” (Nisa
Suresi 82). Demek ki Allah katından olmayan hadis kitaplarının içindeki çelişkilere
şaşırmamak gerekir. Bir düşünelim. Neden sürekli olarak ‘seçme hadisler’
kullanılıp kaynak olarak gösteriliyor? Neden örneğin cami girişlerine ya da
dini yayınlara, kadınlara yönelik aşağılayıcı ifadelerin yer aldığı hadisler yazılmıyor?
Yoksa bu türden hadislerden utanılıyor mu? Oysa bu hadisler de sıklıkla
kullanılan diğer hadislerle aynı kaynaklarda geçiyorlar. Neden Diyanet İşleri
Başkanlığı’nda görevli olan yetki sahibi kişiler çıkıp da “Sahih kabul edilen
kaynaklarda birçok uydurma var” diyemiyor? Yoksa sakınılıp korkulması gerekenin
Allah olduğu unutularak, halkın tepkisinden mi korkuluyor? Birkaç yıl önce
hadis ayıklama projesine girişildi ama gelen tepkiler sebebiyle anında askıya
alındı bu proje. Peki, tüm bunların hesabını sorduğunda ne söyleyeceğiz Allah’a?
“Allah’ım ben senin indirmiş olduğun halis dine bulaştırılan lekeleri
temizlemeye cesaret edemedim. İnsanlardan korktum” mu diyeceğiz? Üstelik
Rabbimizin bunca uyarısına rağmen: “…Öyleyse insanlardan korkmayın, benden korkun
ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim Allah’ın indirdiğiyle
hükmetmezse işte onlar gerçeği örtenlerdir.” (Maide Suresi 44), “O inananlar ki,
insanlar kendilerine, “Halk size karşı bir araya gelmiş, korkun onlardan!”
dediklerinde, bu onların imanını artırdı da şöyle söylediler: “Allah bize yeter.
Ne güzel koruyucudur O!” (Ali İmran Suresi 173), “…Yoksa onlardan korkuyor
musunuz? Eğer gerçekten inanan insanlar iseniz, kendisinden korkmanıza en lâyık
olan Allah’tır.” (TövbeSuresi 13).
MEŞHUR ALTI HADİS KİTABININ (KÜTÜB-İ
SİTTE) İÇERİKLERİ VE HADİS SAYILARI
Daha
önce de dikkat çekildiği gibi Kütüb-i Sitte hadisleri (Buhari, Müslim, Ebu
Davud, Tirmizi, Nesai ve İbn Mace) ve bunlardan özellikle Buhari ve Müslim
tarafından toplanan hadisler, geleneksel yorumda Kur’an’dan sonra en güvenilir
kaynaklar olarak kabul edilmektedirler. Bu hadislerin toplanış yöntemlerindeki
sıkıntıların yanında kendi ifadeleri ile kitaplarına aldıkları hadisleri yüz binlerce
hadis arasından ayıklamaları da ayrı bir problemi ortaya çıkarmaktadır. Örneğin
Müslim’e göre sahih olan bazı hadisler Buhari’ye göre sahih kabul edilmemiştir.
Oysa bu iki kitap, en sahih iki hadis kitabı (Sahihayn) olarak
isimlendirilmişlerdir. En sahih kabul edilen iki kitap dahi birbirlerine benzer
birçok hadis ihtiva etmelerine rağmen yine de kendi aralarında uyum
gösterememektedirler. Yine bununla birlikte Buhari’nin eserinin hacmini
büyütmemek düşüncesiyle sahih hadislerin tamamını kitabına almadığı ifade
edilmektedir. Bu da ayrı bir garipliktir. Çünkü buna göre Kur’an’dan sonra en
güvenilir olduğu iddia edilen Buhari’nin eseri, sahih hadisleri içerme konusunda
eksiktir. Yine Müslim de eserinde sahih rivayetlerin hepsini derlemek gibi bir
çaba içine girmemiş ve eserinde yer almayan rivayetleri zayıf kabul etmediğini özellikle
belirtmiştir. M. Yaşar Kandemir,
el-Camiu’s-Sahih, s. 114.
Buhari’nin
‘El-Câmiu’s Sahih’ isimli kitabında tekrarsız rivayetlerin sayısı dört bin
civarıdır. Buhari kendi ifadesiyle bu hadisleri altı yüz bin hadis arasından
seçmiştir. Müslim’in ‘El- Câmiu’s Sahih’ isimli kitabında aynı şekilde
tekrarlar hariç dört bin civarı hadis vardır ve Müslim kendi ifadesi ile bu
hadisleri üç yüz bin hadis içinden ayıklayarak seçmiştir. Ebu Davud’un ‘El-Sünen’
isimli kitabında dört bin sekiz yüz hadis vardır ve Ebu Davud bu hadisleri beş
yüz bin hadis içinden seçtiğini söylemiştir. Tirmizi’nin ‘El-Sünen’ isimli
kitabında ise yine dört bin civarı hadis bulunmaktadır. Nesai’nin ‘El-Müctebâ’
isimli kitabında seçilmiş beş bin yedi yüz civarı hadis bulunmaktadır. Tirmizi’nin
eserine aldığı Kur’an’a uygun olmayan bunca rivayete rağmen eserini “Kimin
evinde bu kitap bulunursa onun evinde konuşmakta olan peygamber var demektir”
sözü ile ilim âlemine takdim etmekten çekinmediği görülmektedir. İ. Lütfü Çakan, el-Câmiu’s-Sahîh, DİA, Cilt:
7, s. 129.İbn Mace’de ise dört bin üç
yüz civarı hadis rivayeti yer almaktadır. İbn Mace’nin es-Sünen’indeki üç bin
civarı hadis, Kütüb-i Sitte müelliflerinin tamamı ya da bir kısmı tarafından
eserlerine alınmıştır. Buna rağmen İbn Mace’de, diğer beş kitapta yer almayan bin üç
yüz
kırk
kadar hadis bulunduğu bilinmektedir. Görüldüğü gibi söz konusu hadis kitapları,
ortalıkta gezen ve sayıları milyonu geçen hadis rivayetleri arasından yapılan ve
yöntemi zannedildiği gibi sağlıklı olmayan seçimler ile yazılmışlardır.
Seçtikleri hadisleri birbirinin benzeri olan ya da belirlemiş oldukları yönteme
uygun bulmadıkları için dikkate almadıkları yüz binlerce hadis arasından
seçmişlerdir. Birinin güvenilir bularak kaydettiğini, bir başkası dikkate
almamıştır. Yani binlerce hadis rivayeti hadisçiler tarafından inkâr
edilmiştir. Kütüb-i Sitte yazarlarını hadis rivayeti inkâr etmekte ya da onları
ayıklamakta hak sahibi görenler onları dokunulmaz kılmakta ve eserlerine almış
oldukları hadis rivayetlerinin eleştirilip inkâr edilmesine karşı
çıkmaktadırlar. Üstelik bu eserlerdeki hadisleri inkâr etmeyi peygamberimizi
inkâr etmek olarak sunmaktadırlar. Oysa örneğin Buhari’deki hem Kur’an ayetleri
ile hem de kendi aralarında çelişkili olan hadisleri inkâr etmek peygamberimizi
değil, Buhari’ye bu rivayetleri nakleden kişileri inkâr etmek ve Buhari’nin
hatalarını ifade etmektir. Hiçbir hadis kitabı yazarı hatasız ve kusursuz
değildir. Bunları peygamberimizden işitmiş de değildir. Hadis rivayetlerinin toplandıkları
dönemin peygamberimizden yaklaşık iki-üç yüz yıl sonra olması, söz konusu metinleri
daha da problemli hale getirmektedir. Belki bu çalışmalar, kendi dönemlerinde
ortaya çıkan kargaşalar sebebiyle iyi niyetle yapılmış olabilir. Yine siyasi
baskılar sebebiyle de birçok hadis rivayet ettirilip kayda geçirtilmiş
olabilir. Ancak söz konusu rivayetler toplanırken Kur’an’a uygunluğu ve metin içeriğinden
çok, rivayetin geliş zincirine dikkat edildiği için hem Kur’an ile hem de kendi
aralarında çelişen birçok rivayet söz konusu kitaplara girmiş ve bu kitaplar
geleneksel anlayış açısından dinin olmazsa olmaz temel kaynağı haline gelmiştir.
Hadislere verilen önem Kur’an’ın önüne geçmiş, hadisler olmadan Kur’an’ın eksik
ve yetersiz kalacağına inanılmış ve bu anlayışın acı bir sonucu olarak Kur’an,
hadislerin gölgesinde bırakılarak hadislerin açıklamalarına mahkûm zannedilmiştir.
Oysa hadis rivayetleri kendi kendilerini açıklamaktan acizdir. Kur’an ise ilahi
bir bildirim olması sebebiyle kendisinden başka açıklamaya ihtiyaç duymayacak
şekilde Allah tarafından açıklanmıştır.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hadis Rivayeti ve Rivayet Şampiyonu Ebu
Hureyre
Peygamberimizden
sonra kendisine isnat edilen birçok iddianın, kısa zaman içinde Müslümanlar
arasında çıkan ayrılık ve tartışmalardan kaynaklandığı görülmektedir. Örneğin
siyasi sebeplere dayalı olarak birçok rivayet uydurulmuştur. Muhammed Abduh’un,
‘Tevhid Risalesi’ isimli kitabındaki konu ile ilgili sözleri dikkat çekicidir: “Bundan
sonra olaylar peş peşe gelmiştir ve Ali’ye biat edenlerin bir bölümü yaptıkları
biat akdini bozmuşlardır. Müslümanlar arasında vuku bulan kanlı savaşlardan
sonra sulta, Emevilerin eline geçmiştir. Ancak cemaat yapısı zedelenmiş,
Müslümanlar arasındaki birlik kulpları kopmuş ve hilafet hususunda fırkalara ayrılarak,
her grup kendi görüşünü teyit edecek nakiller aramaya yönelmiştir. Herkes gerek
söz ve gerekse fiille kendi görüşünü muhalifinkinden üstün kılmaya çalışıyordu.
Rivayette icat ve uydurma başlamış, tevilcilik yayılmıştır. Her grup
aşırılaşıyor, halk fırka fırka bölünüyordu.” Dine sokulan ilavelerin ve hadislerin
uydurulmalarının birçok sebebi olduğu görülmektedir. Muhtemelen dini bozmak ve
özünden uzaklaştırmak için özellikle münafıklık edenler tarafından kasıtlı olarak
yapılan uydurmalar en başta gelmektedir. Siyasi ayrılıklardan kaynaklanan
uydurmalar da oldukça önemli etkenlerden biridir. Allah’ın serbest bırakmış
olduğu konularda dini anlamda eksiklik olduğu inanç ve düşüncesi ile kendince
dini kurtarmaya çalışanlar tarafından da birçok şeyin uydurulmuş olduğu
görülmektedir. Öte taraftan mezheplerini ve görüşlerini doğru çıkarmak için
uyduranlar, mevcut yönetimlerin baskı ve zorlamaları altında uyduranlar, maddi
ya da manevi çıkar sağlamak için uyduranlar, gelenek ve görenekleri
dinselleştirmek için uyduranlar ve önceki dinlerdeki uydurmaları dinimize
taşıyanların uydurmaları ve yine bununla birlikte dini sevdirmek ve teşvik
etmek için yapılan uydurmalar, hadis rivayetlerinin ortaya çıkmalarının temel
sebeplerindendir. Görüldüğü gibi hadislerin ortaya çıktığı ve yaygınlık kazandığı
söz konusu dönemler birçok açıdan güvensiz bir döneme denk gelmektedir. Daha
peygamberimiz hayattayken bile onun üzerinden birtakım söz ve hükümlerin
uydurulduğu görülmekteyken, peygamberimizden sonra bu durumun ne boyutlara
geleceğini anlamak güç değildir. Gerek peygamberimiz hayattayken gerekse vefatından
sonra birçok samimi inanan bu uydurmalar ile baş etmeye çalışmış ve uydurmalara
karşı vahiy ile mücadele etmişlerdir. Ancak zamanla iktidar hırsına sahip
kişilerin hışmına uğramışlar ve özellikle Emevilerin iktidara geldiği dönemde
hadisler daha fazla rivayet edilmeye başlanmıştır. Bilindiği gibi peygamberimize
en fazla hadis atfeden kişi Ebu Hureyre’dir. Buradaki asıl sorun, beş binin
üzerinde hadis rivayet ederek en fazla hadis rivayet eden kişi olmasına rağmen
Ebu Hureyre’nin peygamberimizin yanında sadece bir yıl dokuz ay (başka bir
rivayette kendi ifadesine göre sadece üç yıl) gibi bir süre bulunmuş olması ve
kimsenin işitmediği ve hatta çoğu kişinin itiraz ettiği türden birçok uydurmayı
nakletmiş olmasıdır. Bunun yanında Ebu Hureyre’nin güvenilir bir kişi olmadığı,
İsrailiyat ve Mesihiyat kaynaklı kimi uydurmalarını rivayet ettiği, sonradan
Müslüman olan Yahudi kökenli Ka’b el- Ahbâr’dan edindiği bilgilerle birçok
İsrailiyat öğretisini İslam dininin içine soktuğu da ifade edilmiştir. Ka’b
el-Ahbâr’ın İslam’a girmesinin arka planında münafıklık ederek dini bozmak ve Allah’ın
Resulü’ne iftiralar isnat etmek olduğu görülmektedir. Mahmud Ebu Reyye, “Muhammedi
Sünnetin Aydınlatılması” isimli çalışmasında Ebu Hureyre ile ilgili çok önemli
hususlara dikkat çekmektedir. Mahmud
Ebu Reyye, Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması, s. 213-243.
Öncelikle Ebu Hureyre’nin gerçek ismi, geçmişi
ve Müslüman olmadan önceki durumu ile ilgili net bilgiler bulunmamaktadır.
Ancak kendi ifadelerinden hareketle yetim büyüyen, yoksul bir kişi olarak karın
tokluğuna çalışan biri olduğu anlaşılmaktadır. Otuz yaşlarında Medine’ye
geldiği ve fakirliğinden dolayı kendi ifadesiyle karnını doyurmak için peygamberimiz
tarafından Mescid-i Nebevi’nin duvarına bitişik olarak kurulmuş olan ve ‘suffe’
adı verilen gölgelikte yaşayan; genellikle genç, bekâr ve yoksullardan oluşan
Ashab-ı Suffe grubuna katıldığı bilinmektedir. Tarihi kaynaklar Ebu Hureyre’nin
çok yemek yiyen obur biri olduğunu, her gün peygamberimizin ya da ashaptan
birinin evinde karnını doyurduğunu, bazen de insanları rahatsız eden hareketleri,
vakitli vakitsiz evlerine dalıp yemek istemesi sebebiyle bazı kişilerin
kendisinden nefret ettiğini ve bazı sahabelerin ondan yüz çevirip kaçtıklarını
ifade etmektedirler. Mizahı, şakalaşmayı ve aslı olmayan hikâyeleri gerçekmiş
gibi paylaşmayı seven birisi olduğu, bol hadis rivayeti ve hikâye anlatımları
ile insanları oyalayıp eğlendirdiği ve bu sayede onların sempatisini topladığı
ifade edilmiştir. Hz. Ömer’in, asılsız birçok sözü peygamberimize isnat etmesi sebebiyle
Ebu Hureyre’yi cezalandırdığı ve bu durumundan vazgeçmesi için onu sürgün ile
tehdit ettiği kaydedilmiştir. Hz. Ömer hayattayken onun korkusundan rahat
hareket edemeyen Ebu Hureyre, Hz. Ömer’in vefatından sonra aslı esası olmayan birçok
hadis rivayet etmeye başlamıştır. Kendisi de bu gerçeği şu sözleri ile ifade
etmiştir: “Size rivayet ettiğim şu hadisleri Ömer zamanında rivayet etseydim
değneği ile beni döverdi.” Bir başka rivayette ise şöyle söylediği
aktarılmıştır: “Ömer ölünceye kadar ‘Allah Resulü buyurdu ki’ diyemedik. Ömer
hayatta olsaydı bu hadisleri size rivayet edebilir miydim? Vallahi, asla! Çünkü
o takdirde sopasının sırtımı okşayacağını kesin olarak biliyorum. Ömer şöyle
derdi: Kur’an ile ilgilenin! O, Allah’ın kelâmıdır.” Reşid Rıza da bu konuda
şöyle söylemiştir: “Eğer Ömer’in ömrü Ebu Hureyre’nin ölümüne kadar olsaydı
bize bu kadar çok hadis ulaşmazdı.” Yine onun çelişkili olan hadislerinin de
hiçbir şekilde dini anlamda dayanak teşkil edemeyecek bir mahiyette olduğunu
söylemiştir. Yine Ebu Hureyre’nin insanlara bir şeyler anlatıp aktarırken hem
peygamberimizden duyduğu bazı şeyleri hem de Ka’b el- Ahbâr’dan dinleyip
öğrendiklerini birbirine karıştırarak aktardığı, insanların da o gittikten
sonra bu haberleri birbirine karıştırdıkları ifade edilir. İbn Kuteybe, Ebu
Hureyre ile ilgili şöyle söylemiştir: “Sahabe’den hiçbirinin, benzerini rivayet
etmediği sayıda yüklü hadis rivayet eden Ebu Hureyre, bu yüzden ithama uğramış
ve bazılarınca yadırganmıştır. Onlar kendisine şunu sorarlardı: ‘Bunu nasıl
yalnız sen duyuyorsun? Seninle bunu duyan kimdir?’ İkisinin de ömrü uzun olması
itibarıyla Ebu Hureyre’nin bu bol sayıda rivayetini en fazla kınayan Hz. Aişe
olmuştur.” Yine Ebu Hureyre’yi yalancılık ile itham edenlerin başında Hz. Ömer,
Hz. Osman ve Hz. Ali gelmektedir. Kaynaklar, Hz. Aişe’nin Ebu Hureyre’ye: “Sen
Resul’den duymadığın sözleri rivayet ediyorsun!” dediğinde ona edep ve hayadan
uzak bir cevap verdiğine dikkat çekmektedir: “Ayna ve sürme seni Resul ile ilgilenmekten
uzak tuttu.” Yine Hz. Ali’nin de Ebu Hureyre için “Dikkat edin o, insanların en
yalancısıdır.” ve başka bir rivayette ise “Yaşayanlar arasında Allah Resulü’ne
en fazla yalan isnat eden Ebu Hureyre’dir.” dediği kaydedilmiştir. Yine Ebu Hureyre’nin
“Sevgili dostum bana haber verdi ki…” şeklinde konuştuğunu duyunca ona “Resul
ne zaman senin sevgili dostun oldu?” dediği kaydedilmiştir. Ebu Hanife’nin
talebelerinden olan Ebu Yusuf’tan şu şekilde bir rivayet gelmiştir: “Ebu
Hanife’ye şöyle derdim: “Bize Resul’ün hadisi geliyor ve kıyasımızla çelişiyor.
Bunu ne yaparız?” Dedi ki: “Eğer o hadisi sika (güvenilir) raviler aktarmışsa
onu alır, reyi terk ederiz.” Dedim ki: “Ebu Bekir ve Ömer rivayeti hakkında ne
dersin?” Dedi ki: O ikisinden iyisini nereden bulacaksın!” Dedim ki: “Peki Ali
ve Osman?” Dedi ki: “Aynı şekilde.” Bütün sahabeyi saymaya başladığımı görünce
şöyle dedi: “Bazı adamların dışında, sahabenin tümü adildir.” İstisnalar olarak
Ebu Hureyre ve Enes b. Malik’i zikretti.” Mahmud Ebu Reyye, Hz. Ömer ve Ebu
Hureyre arasında geçen bir tartışmayı şu şekilde aktarmıştır: “Ömer 21. yılda
Ebu Hureyre’yi Bahreyn valiliğine atadı. Ne var ki, Ebu Hureyre’nin adil bir
valiye yakışmayacak bazı ihlallerde bulunduğunu duyunca görevinden azlederek
yerine Osman b. Ebi’l Âs b. Bişr es-Sekafî’yi atadı. Ebu Hureyre’yi çağırttı ve
kendisine şöyle dedi: “Biliyor musun? Seni Bahreyn’e vali yaptığımda ayağında
bir çift ayakkabı yoktu! Sonra duydum ki sen 1000 dinara, 600 dinara atlar
satın almışsın!” Ebu Hureyre şu cevabı verdi: “Bizim sürekli çoğalan atlarımız ve
ardı arkası kesilmeyen hediyelerimiz vardı!” Ömer: “Senin rızkını ve geçim
masrafını belirlemiştim. Bu anlattıkların fazlalıktır, onları ver.” Ebu
Hureyre: “Onlar sana düşmez!” Ömer: “Tam tersi. Yoksa yemin ederim ki sırtını
acıtırım.” Ömer, sopasıyla kalktı ve onu kan çıkıncaya kadar dövdü ve: “Onları
getir!” dedi. Ebu Hureyre: “Onları kendime ait kıldım.” dedi. Ömer: “Bu
yaptığım, helalinden almadığın şeyleri itaatkâr bir şekilde vermen içindi! Sen
Bahreyn’in en ücra köşesinden, insanlar vergilerini; Allah ve Müslümanlar için
değil de senin için versinler diye mi geldin?” Ebu Hureyre’nin bizzat
kendisinin aktardığı bir rivayette ise Hz. Ömer’in kendisine şöyle söylediği görülmektedir:
“Ey Allah’ın Kitabı’nın düşmanı! Allah’ın malını çaldın değil mi? Yoksa senin on
bin dinarın nereden olacak?” Hz. Ömer’in vefatından sonra Ebu Hureyre her
anlamda daha serbest kalmış ve Hz. Osman’ın yumuşak huylu tabiatından da güç
alarak asılsız olan birçok rivayeti yaymaya başlamıştı. Hz. Ali ve Muaviye
arasındaki mücadelede, Muaviye’nin türlü planlar ile zaman içinde iktidarı ele
geçirmesi ile birlikte Ebu Hureyre de altın çağını yaşamaya başlamıştı. Mahmud
Ebu Reyye bu durumu şu sözleri ile ifade etmektedir: “Resul, Ebu Bekir ve Ömer
döneminde yaşanan güçlü günlerden sonra fırkaların türemesinin akabinde Muaviye
ile Ali, diğer bir deyişle Emeviler ile Abbasiler arasında savaş patlak verip
Müslümanlar gruplaşmaya başlayınca Ebu Hureyre, tabiatının yatkın olduğu gruba
yakınlaştı. Bu grubun arzuları da onunkilerle çakışıyordu. Bu, Muaviye’nin
grubuydu. Bütün lüksü, savleti ve varidatıyla Muaviye’nin grubu; fakirlik,
açlık ve zühtten başka bir şeye sahip olmayan Ali’nin grubuyla karşılaştırıldığında
Ebu Hureyre gibi bir hayat süren kişinin yapabileceği en muhtemel tercihti.
Ali’ye giden yoldan uzaklaşıp, oburluğunu Muaviye’nin rengârenk sofralarında ve
ihtirasını onun değerli hediyeleri ile tatmin etmek: İşte Ebu Hureyre’nin bütün
isteği. Açlıktan baygınlıklar geçiren ve etrafındakilerin “deli” diyerek
boğazına bindikleri Ebu Hureyre’nin, saltanata ve lezzetli yemeklere sahip Emevi
Devleti’ni bırakıp yiyeceği peksimet olan yoksul, zahit Ali’ye meyletmesi
düşünülebilir miydi? Emeviler, Ebu Hureyre’nin iyiliklerini itiraf etmiş, kendilerine
gösterdiği yakınlığı takdir ederek onu hediyelere ve bağışlara boğmuşlardı. Çok
geçmeden Ebu Hureyre’nin durumu düzelerek dar günlerden müreffeh günlere, fakirlikten
zenginliğe kavuşmuştur. Bir zamanlar vücudunu yırtık Yemen abasıyla örten Ebu
Hureyre, artık ipek ve keten elbise giyiyordu. Emeviler’in, yardımına karşılık
Ebu Hureyre’ye verdikleri ilk ödül, Bisr b. Artae tarafından Medine valiliğine
atanmasıdır. Ona bu görevi veren Bisr, Muaviye’nin emri ile Hicaz halkına yapmadığını
bırakmamış biridir. Mervan b. Hakem de ara sıra Ebu Hureyre’yi Medine valiliğine
niyabetle bırakırdı. Zamanla Emevilerin Ebu Hureyre üzerindeki etkileri artmış
ve onun için el-Akik’te bir köşk inşa ederek, kendisine arazi vermişlerdir. Bununla
da yetinmeyerek, onu yoksul günlerinde karın tokluğuna hizmet ettiği prens
Atebe b. Gazvan’ın kızı, Büsre bn. Gazvan ile evlendirmişlerdir. Kibir ve böbürlenmesi
onu daha da aşağı bir hale getirmiş, aslı ve mayası ortaya çıkmıştı… Ebu
Hureyre’nin Muaviye’ye yaptığı destek kılıçla veya malla değildi. Onun yardımı;
ancak ve ancak Ali ve taraftarlarını kötüleyen, eleştiren hadisleri rivayet
edip bunları yaymak biçiminde gerçekleşiyordu. Bunun yanı sıra Muaviye’yi ve
devletini öven hadisler de söylüyordu. O yaptığı bu propagandayla halkın
Ali’den uzaklaşmasını ve Muaviye’ye ılımlı bakmasını sağlıyordu.” Görüldüğü
gibi durumun ve söz konusu dönemdeki rivayetlerin nasıl ortaya çıktıklarının
daha iyi anlaşılabilmesi için örnek olarak aldığımız Ebu Hureyre, en fazla
hadis rivayet eden ancak peygamberimizin en yakınlarındakiler tarafından
“yalancı ve güvenilmez” olarak görülen bir kişidir. 5374 tane hadis rivayet ettiği
bilinen Ebu Hureyre’den gelen hadislerin 446 tanesi Buhari tarafından kayıt
altına alınmıştır. Peygamberimizin en yakınındaki arkadaşları tarafından
rivayet edildiği kabul edilen hadis sayısı ise rivayetlerin asılsız şekilde ne
boyutlara ulaştığını görebilmek açısından son derece dikkat çekicidir. Mahmud
Ebu Reyye’nin dikkat çektiği gibi Hz. Ebu Bekir’in yüz kırk iki hadis rivayet
ettiği iddia edilmekte, Buhari’nin ise bunlardan sadece yirmi ikisini eserine
aldığı kabul edilmektedir. Hz. Ömer’in elli civarında hadis rivayet ettiği
iddia edilmiştir. Hz. Ali’nin de elli civarında hadis rivayet ettiği kabul
edilmekte, Buhari ve Müslim’de Hz. Ali’ye ait olduğu iddia edilen yirmi kadar
hadis bulunduğu görülmektedir. Buhari, Hz. Osman’dan dokuz, Müslim ise beş
hadisi rivayet etmiştir. Yine Buhari, ez-Zübeyr b. El- Avvâm’dan dokuz, Talha
b. Ubeydullah’tan dört, Abdurrahman b. Avf’tan dokuz, Zeyd b. Sâbit’ten sekiz,
Selmân el-Fârisi’den dört hadis rivayetini almıştır. Söz konusu sahabelerden
rivayet edildiği kabul edilen hadislerin de ne kadar onlara ait olduğu şüphelidir.
Bu rivayetlerin metnine bakılmalı ve Kur’an’a uygun ise işte o zaman “gerçekten
söylemiş olabilirler” denilmelidir. Bununla birlikte Saîd b. Zeyd b. Nufeyl ve
Ubeyy b. Amâra gibi sahabenin ileri gelenlerinden bazılarının, peygamberimizden
hiçbir hadis rivayet etmediklerine de dikkat çekmek gerekir. Bu konuda bir
rivayet dikkat çekicidir: “Amr İbnu Meymun anlatıyor: Ben, İbnu Mesud ile perşembe
akşamları karşılaşmayı hiç aksatmazdım. Bu gelişlerimde, onun herhangi bir şey hususunda:
‘Resulullah buyurdular ki’ dediğini hiç duymadım. İşte bu akşamlardan birinde,
‘Resulullah buyurdular ki’ diyerek (söze başladı, fakat arkasını getirmeyip)
başını öne eğdi. (Biraz bekledikten sonra) kendisine baktım. Gömleğinin
ilikleri çözülmüş, gözlerinden yaşlar boşanmış, avurtları şişmiş vaziyette
ayakta duruyordu. (Bir müddet bu vaziyette kaldıktan sonra) sözünü şöyle
tamamladı: Resulullah öyle veya onun berisinde veya yukarısında veya ona yakın
veya ona benzer bir şey söylemişti.” İbrahim Canan hocanın söz konusu rivayet
ile ilgili yapmış olduğu açıklamanın bir kısmı şu şekildedir: “Bu hadis, İbnu
Mesud’un hadis rivayetindeki titizliğini göstermektedir. Ashabın, birçoğu, hata
yapma korkusuyla rivayetten hayatları boyu kaçınmışlardır. Bu rivayet, söylenen
hususta İbnu Mesud’la ilgili canlı bir misal vermektedir. Hâlbuki İbnu Mes’ud
Ashab’ın büyüklerinden, tanınmış âlimlerinden biridir. Onun İslam’daki ilkliği,
Resulullah’a yakınlığı ve ilimdeki ileri mevkii, onu hadis rivayetinde rahat davranmaya
cüret ve cesarete sevk etmemiştir. Çünkü bir sözü Resulullah’a nisbet etmenin
mesuliyeti büyüktür.” 24 İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 16/485-486.
Şayet rivayet edildiği gibi bu şekilde bir
olay yaşanmış ise peygamberimizin en yakınındakilerin bir şeyi peygamberimize isnat
etmek hususunda ne kadar hassas olduklarını ve bundan kaçındıklarını görmek
mümkündür. Buna rağmen zamanla rivayetlerin nasıl katlanarak çoğaldıklarını, Kur’an’a
ve peygamberimizin Kur’an’ı en güzel şekilde tebliğ edip uygulayışına aykırı
birçok rivayetin nasıl dinimizin içine sızdığını anlamak zor değildir. Her
dönemde olduğu gibi o dönemde de dünya hırsı, menfaat ve iktidar arzusunun,
inananlar arasında fitne ateşini yaktığını ve o ateşin telafisi mümkün olmayan
zulümlere sebep olduğunu görmek mümkündür. Bu gerçekleri yok saymak ve Allah’ın
bunca apaçık ayetini hiçe sayan rivayetleri sırf “güvenilir” zannedilen
kitaplarda geçiyorlar diye kabul etmek, bu ateşe ve zulme ortak olmak demektir.
Bununla birlikte sahabe kabul edilen kişilerin tamamının adil ve güvenilir
olduğu yönündeki yaygın kanaatin de son derece temelsiz olduğu görülmektedir.
Peygamberimiz ile birlikte Allah yolunda canı ile malı ile mücadele eden ve
hiçbir yılgınlık göstermeden İslam’ı en güzel şekilde yaşamaya gayret eden
sahabelerin olduğu ve her ne kadar isimleri verilmese de bu kişilerden
Kur’an’da da övgü ile bahsedildiği bir gerçektir. Buna rağmen yine isimleri verilmese
de daha peygamberimiz hayattayken bile birçok münafığın türediği ve
peygamberimize manevi anlamda eziyet edenlerin olduğu ayetler ile
bildirilmiştir. Bununla birlikte geleneksel kaynaklarda “sahabenin tümünün adil
olduğu” iddiasını geçersiz kılacak şekilde kimi sahabelerin birbirlerini tekfir
ederek yalanladıkları örneklerin görülmesi de mümkündür. Yine peygamberimizin
yanındakilerin beşer oldukları gerçeği unutularak, hataları olabileceği,
unutabilecekleri, yanılabilecekleri ya da nefislerine uyarak hareket
edebilecekleri gibi insani yönleri yok sayılmıştır. Bu konuda Mahmud Ebu Reyye
şu şekilde bir yaklaşımda bulunmuştur: “Âlimler ravilerin hallerinin araştırılmasının
elzem olduğunu söylemişlerdir fakat sahabenin eşiğinde kalakalmışlar oradan
öteye geçememişlerdir. Çünkü onların tamamını adil kabul etmişler ve ashabı
tenkit caiz olmaz, onları cerhe yönel inmez demişlerdir. Sahabe hakkında
söyledikleri sözlerden birisi de “onların defteri kapandı” ifadesidir. Esasen
çok ilginçtir; sahabe birbirini tenkit edip tekfir ederken, bunlar bu noktada
duraksamışlardır. Sahabeden kabul ettikleri kimseler içinde, toplanan zekâtlar hususunda
Resulullah’a imalı itirazda bulunanlar, ona eziyet edenler, onun için ‘(o her
söyleneni dinleyen) bir kulaktır’ diyenler, Mescid-i Dırâr’ı yapanlar vardır.
Keza içlerinde Tebuk gazvesine katılmayıp mazeret beyan edenler var ki,
bunların sayısı seksen küsurdur. Hz. Peygambere savaşa katılmayıp mazeret beyan
ederek yemin etmişler, Allah’ın Resulü de onların zahiri mazeretlerini kabul
etmiş ve haklarında şu ayet inmiştir: “Siz yanlarına geldiğiniz zaman
kendilerinden vazgeçesiniz diye Allah’a yemin edecekler. Onlardan vazgeçin,
çünkü onlar pisliktir. Kazandıkları işlerin cezası olarak varacakları yer de cehennemdir.”
(Tövbe Suresi 95). Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de el- Munâfikûn isimli surenin olması
yeterlidir.” Meşhur müfessir Fahreddin er-Râzî’nin (ö. 1210) hadis rivayetleri ve
bunlara yaklaşım konusundaki sözleri dikkat çekicidir: “Bir grup mülhidin
(inançsız, münafık) hadis uydurup onları sahih hadisler arasına karıştırdığı
ümmet arasında bilinen bir husustur. Hadisçiler iyi niyetleri sebebiyle bunları
tanıyamadılar ve onların bu rivayetlerini kabul edip naklettiler. Allah ve
sıfatları hakkında münker unsurlar ihtiva eden bu tür haberlerin kesin olarak
uydurma olduğunu bilmek gerekir. Buhari ve Müslim gaybı bilmezlerdi. Onlar
güçleri yettiğince içtihat edip, sahih hadisleri seçmeye çalıştılar. Onların
Hz. Peygamber’den başlayıp kendi dönemlerine kadar her şeyi bildiklerini aklı başında
hiç kimse iddia edemez. Biz, onlar ve rivayette bulundukları kimseler hakkında
hüsnü zan ederiz; ancak münker bir haberle karşılaştığımızda, onun Resulullah’a
ait olmayıp mülhidler tarafından uydurulduğundan da şüphe etmeyiz.”
Hadis
konusuna eleştirel yaklaşmak ve Kur’an’dan referans alamayan hadis
rivayetlerinin peygamberimize ait olamayacaklarını ifade etmek gerçeğin peşinde
olan her inanan için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Bunun aksini iddia etmek
ise hadis rivayetlerindeki iftira ve problemi yok saymak ve Allah’ın apaçık kıldığı
ve hidayete yönlendiren güzel dinine yapılan bunca zulmü görmezden gelmek
demektir. Geçmişteki hadis âlimleri tarafından sahih olan hadislerin
olmayanlardan ayıklandıklarını iddia etmek suretiyle hadis rivayetlerini
dokunulmaz kılarak bu konuda söylenecek her şeyin söylendiğini ve konunun
kapandığını iddia etmek kabul edilebilir değildir. Çünkü bu iddianın hakikat
adına bir şey ifade etmediği ortadadır. Söz konusu kişiler tarafından derlenmiş
olan ve en güvenilir rivayetleri içerdikleri zannedilen hadis kitapları,
uydurmalar ile doludur.
Musa Carullah
Bigiyef’in (ö. 1949) bu konudaki yaklaşımı
önemlidir:
“Raviler kasten yalan söylemezler. Fakat nakilde bir kusur bulunabilir. Yoksa
kulak varken insanın aklına ihtiyaç kalmazdı. Bir haberi tefekkürsüz ve
mülahazasız kabul etmektense onu tefekkür ve mülahaza sonunda inkâr etmek daha
iyidir. İslamiyet’in esaslarına dokunur bir hadis hakkında serbestçe fikir
yürütmek ve mülahazada bulunmak, her Müslümanın elbette mukaddes hakkıdır.
“Sabit oldu, iş bitti, artık sükût!” gibi küçük çocukları tedipte (yola
getirmekte) kabul kılınabilen sözün böyle hususlarda kıymeti bulunmasa
gerektir.”
İsmâ’îl Mansûr ise konuya çok daha keskin bir şekilde
eleştirel
yaklaşmış ve şöyle söylemiştir: “Bazı ilim adamlarının
hadis ilmi diye inşa ettikleri şey (mutlak bir tarafsızlıkla söylemek gerekirse),
temeli olmayan bir vehim ve doğru olmayan bir zandan başka bir şey değildir.
Çünkü bu, kelimenin tam anlamıyla bir ‘ilim’ değildir; zira sabit (objektif)
esasları yoktur. Sadece hüsnü zanna dayalı birtakım bakış açılarından
ibarettir.” Allah’ın Sözlerinden Başka Hangi Söze İnanıyorsunuz? Kendi
indirdiği dini O’na öğretmeye kalkanlara şöyle buyuruyor Rabbimiz: “Siz Allah’a
dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, gökte ne var, yerde ne var hepsini
bilir. Allah her şeyi çok iyi bilmektedir.” (Hucurat Suresi 16). “…De ki:
Allah’ın, göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi Allah’a haber veriyorsunuz?” (Yunus
Suresi 18).
Yine soruyor Rabbimiz: “İşte bunlar,
Allah’ın ayetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken
Allah’tan ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanıyorlar?”
(Casiye
Suresi 6), “…Hadis (söz) bakımından Allah’tan daha doğru kim vardır!” (Nisa
Suresi 87). Yine Kur’an’da çok açık bir dille ifade edilir: “Yemin olsun ki,
resullerin hikâyelerinde, aklını ve gönlünü çalıştıranlar için bir ibret
vardır. Bu Kur’an, uydurulacak bir hadis/bir söz değildir; aksine o, önündekini
tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk için de bir
kılavuz ve bir rahmettir.” (Yusuf Suresi 111).
“Bu
hadisi (Kur’an’ı) yalanlayanı bana bırak; onları bilmedikleri yerden derece derece
(azaba) yaklaştıracağız.” (Kalem Suresi 44). Kur’an-ı Kerim, en güzel hadistir.
En güzel olandan gelen ve bizi dosdoğru yoluna sevk eden en güzel sözdür. “Onlar
ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın kendilerini
doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar sağduyu sahipleridir.” (Zümer Suresi
18). Dolayısıyla peygamberimize isnat edilen sözler de dâhil olmak üzere dini konudaki
tüm sözler, sözlerin en güzelinin sahibi olan Allah’ın sözlerine uygun olduğu
oranda dini anlamda bir değer taşır. Bunun dışındaki sözler, kişilerin kendi
görüş ve düşüncelerini temsil eder.
Allah’ın ayetleri dururken din adına
başka sözlere itibar edenlerin
durumu da açıkça ifade edilir:
“İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah yolundan
bilgisizce saptırmak için hadis/laf eğlencesi satın alır ve onu alay konusu
edinir. İşte böylelerine rezil edici bir azap vardır.” (Lokman Suresi 6).
Evrensel ve her dönemin kitabı olan Kur’an, adeta ileride ortaya çıkacak olan
hadis kültürünü önceden haber vererek uyarılarda bulunur ve size Allah’ın
sözleri yetmiyor mu? diye sorar: “Artık bundan sonra hangi hadise/söze iman edecekler?”
(Mürselat Suresi 50). “Hadis (söz) bakımından Allah’tan daha doğru sözlü kim
olabilir!” (Nisa Suresi 87). “Allah sözün en güzelini (en güzel hadisi)
birbiriyle uyumlu/ ahenkli bir kitap olarak indirdi. Rablerine haşyet duyanlar
onu (okurken) derileri ürperir. Sonra kalpleri ve bedenleri (yine) Allah’ı
anarak (onunla) yatışır. Dileyen kimseye Allah işte bu Kitapla hidayet eder…”
(Zümer Suresi 23). Allah’ın dinini Allah’a öğretmeye kalkan, elçisine vahyetmiş
olduğu Kur’an ile yetinmeyen ve arzu ettikleri kimi şeyleri Kur’an’da
bulamayanlar, “hadis” başlığıyla peygamberimize birçok yalan isnat ettiler.
İnananları kurtaracak olan atalarımız ve onları üzerinde bulduğumuz din değil,
Allah’ın dinidir. O da Kur’an-ı Kerim’in ta kendisidir. Bu gerçeğe dikkat
çekildiğinde, “Ne yani peygamberimiz hayatta olduğu sürece hiç mi bir şey konuşmadı?”
diye itiraz ediliyor. Şüphesiz peygamberimiz pek çok şey konuşmuştur. Ancak dini
konularda sadece Kur’an’dan, dünyevi konularda ise kişisel tercih ve beğenileri
doğrultusundaki meselelerden konuşmuştur. Ancak peygamberimizin dünyevi konularla
ilgili konuşmalarının evrensel ve dini bir bağlayıcılığı yoktur. Peygamberimize
isnat edilen, Kur’an’ın ruhuna uygun olan dünyevi tercihleri ile ilgili rivayetleri
örnek almak isteyen örnek alır. Ancak bunları dinselleştiremez. Kur’an’ın
bizzat uygulanması olan gerçek sünneti dışında ayrı bir sünnet başlığı oluşturarak
bunlardan sevap umamaz. Örneğin peygamberimizin kabak yemeği ya da kırmızı elma
yemeyi sevdiği ve günde iki öğün yemek yediği rivayet edilir. Şimdi buradan
hareketle kabak ya da kırmızı elma yemek ve günde sadece iki öğün yemek, dini
bir konu mudur? Maalesef insanlar böyle zannediyorlar. Biri kalkıp “Ben kabak
sevmem” derse “Sen peygamberimizin sevdiği bir şeyi sevmeyerek peygamberimize muhalefet
ettin” diyorlar. Yine örneğin peygamberimizin helva yemeyi sevdiği rivayet
edilir.25 Bu yüzden helva yemenin sünnet olduğu söylenir. O dönemde nasıl
yapılıyordu bilinmez ancak bugün bu sünneti yerine getirmeyi isteyen kişinin
doktorların ısrarla sakınılmasını tavsiye ettikleri üç beyaz olan un, yağ ve şeker
kullanarak yapacağı açıktır. Çünkü bunlar helvanın ana gereksinimleridir. Şimdi
sağlığa zararlı olduğu apaçık belli olan bir tatlıyı yemek istememek,
peygamberimizin sünnetine muhalefet etmek midir? Yine örneğin yemeği yer
sofrasında, diz çökerek, tahta kaşıkla, ayakkabıları çıkartarak ve bir yere
yaslanmadan yemenin, tek başına yemek yememenin, ekmeği el ile bölmenin, un
çorbası içmenin, su içerken de kıbleye dönerek ve oturarak üç yudumda su
içmenin sünnet olduğu rivayet edilir. Şimdi yemek yerken ya da su içerken
bunlara uymayan biri peygamberimize muhalefet mi etmektedir? Ekmeği bıçak ile
kesen biri sevaptan mahrum mu kalmaktadır? Bu nasıl bir din anlayışıdır?
Peygamberimiz tüm bunları kişisel bir tercih olarak ve içinde bulunduğu 25
Tirmizi, Et’ime 29, (1832).
ortamın
şartları neyi gerektiriyorsa ona göre uygulamış ya da hiç uygulamamış olabilir.
Ancak bu ve benzeri uygulamaların hiçbiri dini anlamda bağlayıcı değildir.
Allah, ayetlerinde peygamberimize buyuruyor: “De ki: Elbet, ben, dini Allah’a has
kılarak yalnız O’na kulluk etmekle emrolundum.” (Zümer Suresi 11).
Peygamberimiz dini yalnız Allah’a has kılıyor ve din adına yalnız Allah’ın
ayetleri ile hareket ediyor. Oysa insanlar, peygamberimizin yetindiği ayetler
ile yetinemiyorlar. Kur’an-ı Kerim’in, Allah sözü olduğundan şüphe edilemez. Kur’an-ı
Kerim, kuşku ve şüphe barındırmayan tek geçerli hadistir. Allah’ın hadisi, yani
sözüdür. Oysa Kur’an dışındaki söz ve rivayetler, hem Kur’an ile hem kendi
aralarında hem de akıl ve yaratılışımız ile çelişmektedirler. Şüphesiz olan
Kur’an, şüpheli olan hadis rivayetleri için tek ölçüdür. Şüphesiz olan, şüpheli
olanın belirleyicisidir. Doğası bozulmamış insan aklı ve yaratılışı başka
türlüsünü kabul edemez. Gerçek anlamda inanan biri başka türlüsünü içine sindiremez.
Ancak maalesef yaygın olarak yaşanan din, şüpheli olan üzerine kurulmuştur.
Yaygın olarak yaşanan dinde, roller değişmiştir. Şüpheli olan, şüphesiz olan üzerinde
otoritedir. Şüphesiz olanın nasıl anlaşılması gerektiğini, şüpheli olan
belirlemektedir. Bu sebeple yaygın olarak inanılan ve yaşanılan din, Allah’ın
indirdiği, resulünün de tebliğ ederek en güzel şekilde örnek olduğu din
değildir. Allah’ın sözlerine teslim olmayan biri gerçek anlamda Allah’a teslim
olabilir mi? Allah’ın sözünün önüne söz geçiren ya da apaçık sözlerini hiçe sayarak
başka sözlere itibar eden biri, dosdoğru yol üzerinde olabilir mi? Allah’a
dinini, resulüne de peygamberliği öğreten biri, kendini Allah’ın ve elçisinin
yerine koymuş olmuyor mu?
HADİSLER
ARASINDAKİ ÇELİŞKİLERE ÖRNEKLER
Hadisler
arasında son derece açık olan birçok çelişki görmek mümkündür. Bazen aynı kaynak
içinde bazen de güvenilir kabul edilen söz konusu kaynaklar arasında birbiri
ile çelişen ve diğerinin tam aksini iddia eden rivayetler bulunur. Sadece hadislerin
kendi aralarındaki çelişkiler bile tek başına kalın bir kitap içeriği
oluşturacak boyuttadır. Bu yüzden bu kısımda kısaca bazı örnekler ele
alınacaktır.
Kan Aldırmak Orucu Bozar Mı?
Güvenilir
kabul edilen hadis kitaplarında bir yandan kan aldırmanın, yapanın da
yaptıranın da orucunu bozacağı söylenir: “Hacamat ettiren de, hacamat eden de
orucunu açmıştır.” Tirmizi, Savm 60; Ebu
Davud, Savm 28.
Diğer yandan başka rivayetlerde peygamberimizin
oruçlu iken kan aldırdığı söylenir.27 Hacamat edenin de orucunun bozulacağını
iddia etmek ise ayrı bir garipliktir. Bir başka rivayette peygamberimizin: “Üç
şey vardır orucu bozmaz: Kan aldırmak, kusmak, ihtilam olmak.” 28 Tirmizi, Savm, 24.dediği iddia edilir.
Kan Alımından (Hacamat) Para Alınır Mı?
Bir
rivayette peygamberimizin kan mukabilinde (hacamat yapılarak) alınan semenden (paradan,
kazançtan) men ettiği söylenirken29 Buhari, Büyu 113, 25, Talak, Libas 86, 96;
Ebu Davud, Büyu 65, (3483).
başka bir r ivayette: “ Resulullah hacamat
olur, kimseye ücretinde zulmetmezdi.” Buhari,
İcare 18; Müslim, Selam 77 (1577). denilmektedir.
Kusmak Orucu Bozar Mı?
Bir
rivayette peygamberimizin kustuğu için orucunu açtığı iddia edilmiştir: “Ma’dan
İbnu Talha, kendisine Ebu’d-Derda’nın şunu anlattığını söylemiştir: ‘Resulullah
kustu ve orucunu açtı. Sevban’a bu meseleyi sordu. Sevban: ‘Doğru söylemiş, o
zaman abdest suyunu ben döktüm’ dedi.”31 Buna rağmen bir başka rivayette 27
Buhari, Savm 32, Tıbb 11; Müslim, Hacc 87.
31
Ebu Davud, Savm 32, (2381); Tirmizi, Taharet 64, (87). peygamberimizin, kusmanın
orucu bozmayacağını söylediği iddia edilmiştir: “Üç şey vardır orucu bozmaz:
Kan aldırmak, kusmak, ihtilam olmak.” Tirmizi, Savm, 24. Örneğin Kur’an-ı Kerim’de oruçluyken kusan
kişinin ne yapması gerektiğine dair bir bilgi yoktur. Bu yüzden orucunu devam
ettirmeye gücü yeten kişi orucunu devam ettirebilir, kusması sebebiyle orucuna
devam etmeye gücü yetmeyecek olan kişi de o günün orucunu başka bir günde kaza edebilir.
Dolayısıyla oruçluyken kusmanın, kişinin durumuna göre değişebilecek bir sonucu
vardır. Ayetler bu gibi durumlarda esneklik getirerek kolaylık sağlarlar. Ancak
rivayetlerdeki ifadeler Allah’ın açıklamadığı durumları açıklamaya ve yeni
hükümler getirmeye kalkışarak işi zorlaştırırlar. Örneğin kusmanın orucu açma
sebebi olduğu rivayetini esas alan biri, kendisini en ufak şekilde
etkilemeyecek biçimde az ya da çok kussa da orucunu açmak durumunda kalacaktır.
Bu ise Allah’ın kolaylık ve esneklik sağladığı bir durumu sınırlamaktır. Şayet
iddia edildiği gibi peygamberimiz kustuğu için orucunu açtıysa belki
rahatsızlığı sebebiyle orucunu tamamlayamayacağına kanaat getirdiği için orucunu
açmıştır. Bu ise zaten Allah tarafından insanlara tanınan bir hak ve
kolaylıktır. Ancak böyle bir olayın gerçekten yaşanıp yaşanmadığını bilmeden,
yaşanmışsa da hangi sebepten dolayı peygamberimizin bu şekilde davranmış
olduğuna dair en ufak bir bilgiye sahip olmadan kustuğu için orucunu açtığını
iddia etmek, benzeri birçok konuda olduğu gibi dinde olmayan ya da esnek bırakılmış
şeyleri dine ilave etmektir.
Öpüşmek Orucu Bozar Mı?
Bir
rivayette oruçluyken hanımını öpenin orucunun bozulacağı söylenir:
“Resulullah’ın azadlılarından Meymune anlatıyor: Resulullah’a oruçlu iken, oruçlu
hanımını öpen adam hakkında sorulmuştu: ‘İkisinin orucu da bozulur!’
buyurdular.” İbn
Mace (1686).. Aişe’nin söylediği iddia edilen başka bir rivayette
peygamberimizin oruçluyken hanımını öptüğü hatta mübaşerette bulunduğu (ten
tene değecek şekilde cinsel temasta bulunmak) söylenir: “Resulullah oruçlu
olduğu halde hanımlarından birini öperdi. (Hz. Aişe bunu söyleyip sonra güldü.)”
34 Buhari, Savm
24, 23; Müslim, Sıyam 62-65, (1106).
Bir başka r rivayette şöyle der: “Resulullah
oruçlu iken mübaşerette bulunurdu. O, nefsine hepinizden çok hâkim idi.”
Buhari, Savm 24, 23; Müslim, Sıyam 62-65,
(1106).
İhramlı Kişi Evlenebilir Mi?
Kur’an’da
açıklanmayan her konunun Allah’ın Kur’an ilkelerine uygun şekilde serbest
bıraktığı konular olduğunu anlayamayan ya da bir şekilde kabul etmeyenler,
Yahudi ve Hıristiyanların düştükleri hatalara düşerek dinde olmayan detaylar ve
cevabı verilmemiş şeylerle ilgili sorular sormaya kalkarak hem dini zorlaştırmış
hem de çelişkili bir hale sokmuşlardır. Bunlardan biri de ihramlı olan kişinin
evlenip evlenemeyeceği hususudur. Kur’an’da Hac ibadeti esnasında ihramda olan
yani normal zamanda kendisine helal olan ama Hac esnasında yasaklanmış bazı
şeyleri o dönem içinde kendisine haram kılan kişinin biri ile evlenip
evlenemeyeceğine dair bir açıklama yoktur. Hac ibadeti esnasında ihramlıyken
cinsel ilişkiye girmek yasak edilmiştir (Bakara Suresi 197). Ancak buna rağmen
bir kişinin cinsel ilişkiye girmemek kaydıyla evlenmesine engel bir durum da bulunmamaktadır.
Çünkü yasak olarak sayılan şeyler arasında evlilik sayılmamaktadır. Ancak
rivayetlerde peygamberimizin ihramlı kişinin evlenemeyeceğini ve başka birini
de evlendiremeyeceğini söylediği iddia edilir: “Resulullah buyurdular ki:
İhramlı ne evlenir, ne evlendirir, ne de dünür gönderir.” 36 Müslim, Nikâh 41,
(1409); Ebu Davud, Menasik 37, (1841); Tirmizi, Hacc 23, (840); Nesai, Hacc 91,
(5, 192).
Buna rağmen bir başka rivayette bizzat kendisinin
ihramlı olduğu halde evlendiği söylenmektedir: “Resulullah Meymune validemiz
ile ihramlı iken tezevvüc buyurdular (evlendiler).” (Nesai’ye ait bir başka
rivayette: ‘İhramlı iken Resulullah evlendi’ denilir ancak Meymune ile
evlendiği zikredilmez). Buhari, Cezau’s-Sayd 12,
Megazi 43, Nikâh 30; Müslim, Nikâh 46, (1410); Ebu Davud, Menasik 39, (1844,
1845); Tirmizi, Hacc 24, (842); Nesai, Hacc 90, (1,
Kıbleye Doğru Tuvalet Yapılır Mı?
Yine
örneğin gerek küçük, gerek büyük tuvalet yapılırken kıbleye dönülmemesi
söylenir: “Helaya gittiğiniz vakit, (abdest bozarken) kıbleye ne önünüzü ne de
arkanızı dönün.” Buhari, Vudu 11; Müslim, Taharet 59
Buna rağmen aynı zamanda söz konusu
kaynaklarda peygamberimiz birtakım insanlar küçük ve büyük tuvaletleri için
kıbleye dönmeyi hoş karşılamadıklarından, bu bidatı kaldırmak için tuvaletini
kıbleye doğru yaptırdığı aktarılır: “Hz. Aişe anlatıyor: Resulullah’ın yanında,
fercleriyle kıbleye yönelmekten hoşlanmayan bazı kimseler zikredilmişti, şöyle
buyurdular: Bunların öyle yaptıklarını sanıyorum. Benim abdest bozmak üzere
oturduğum yeri kıbleye çevirin.” İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları: 16/564.
Yine bunu destekleyen bir rivayet de vardır: “Halk:
‘Kazayı hacet (büyük tuvalet) için çömelince ne kıbleye karşı ne de Mescid-i
Aksa’ya yönel’ demektedir. Hâlbuki ben bir ihtiyacım için, (bir gün kız kardeşim)
Hafsa’nın evinin damına çıkmıştım. Resulullah’ı yüzünü Şam’a, arkasını da
kıbleye çevirmiş olarak kazayı hacet yapıyor gördüm.” Buhari, Vudu 12, 14,
Humus 4; Müslim, Taharet 61, 62 (266).
Sırt Üstü Yatarken Ayak Ayak Üstüne Atılabilir Mi?
Bir
rivayette peygamberimizin sırt üstü yatarken ayak ayak üstüne atılmasını
yasakladığı ifade edilmiştir: “Resulullah buyurdular ki: Biriniz sırtüstü
uzanıp, sonra da ayak ayak üstüne atmasın.” Müslim, Libas 74, (2099); Ebu Davud, Edeb 36,
(4865); Tirmizi, Edeb 20, (2767, Bir diğer rivayette ise peygamberimizin bu
şekilde ayak ayak üstüne atarak sırtüstü yattığının görüldüğü ifade edilmiştir:
“Abbad İbnu Temim’in amcasından naklettiğine göre, amcası, Resulullah’ı
mescitte, ayaklarından birini diğerinin üzerine koymuş vaziyette sırtüstü yatarken
görmüştür. (İmam Malik şu ziyadeyi kaydetmiştir: ‘İbnu’l-Müseyyeb’ten bana
ulaştığına göre Hz. Ömer ve Osman da böyle yaparlardı.)”42
BİR NAMAZ
GÜNDE İKİ KERE KILINABİLİR Mİ?
Bir
rivayette bir namazın günde iki defa kılınması yasaklanmıştır: “İbnu Ömer şunu
anlatmıştır: “Resulullah buyurdular ki: “Bir günde aynı namazı iki sefer
kılmayın.” Ebu
Davud, Salat 68, 579. Diğer taraftan kılınabileceği söylenmiştir: “Peygamber
Efendimiz namaz kıldırdıktan sonra, iki kişinin mescidin bir köşesinde namaz
kılmayıp oturduklarını gördü. Onlara neden cemaatle beraber namaz
kılmadıklarını sorunca, “Biz evimizde kıldık” dediler. Bunun üzerine Resulullah
“Böyle yapmayınız. Sizden biri evinde namazı kılıp sonra da imamı namaz
kılmamış bir halde bulursa onunla birlikte yine kılsın. Çünkü o kendisi için
nafile olur.” Ebu
Davud, Salat, 575; Tirmizi, Salat 49. Başka bir rivayet de ilk rivayet ile
çelişmektedir: “Hz. Muaz, Resulullah ile yatsıyı kılar, sonra kavmine döner, bu
namazı onlara kıldırırdı.” Buhari, Ezan 60, 63, 66, Edeb 74; Müslim, Salat 180, (465);
Ebu Davud, Salat
ŞİİR ŞEYTAN İŞİ MİDİR?
Bir
rivayette peygamberimizin: “Şiirde hikmet vardır.” Buhari, Edeb 90; Ebu
Davud, Edeb 95, (5010); Tirmizi, Edeb 69, (2847); İbn Mace, Edeb 41, (3755). dediği iddia edilmiş öte taraftan bir başka
rivayette ise: “Sizden birinin Buhari,
Salat 85, İsti’zan 44; Müslim, Libas 75, (2100); Ebu Davud, Edeb 36, (4866);
Tirmizi, Edeb 19, (2766); Nesai, Mesacid 28, (2, 50). İmam Malik ilavesi: Muvatta,
Kasru’s-Salat 87, (1, 173).
içine
onu bozacak irin dolması, şiir dolmasından hayırlıdır.” dediği ve yürümekte
iken karşısına şiir irşat eden bir şair çıkınca “Şeytanı tutun” veya “Şeytanı
yakalayın” diye emrettiği söylenir. Buna rağmen bir başka rivayet ise şu
şekilde gelmiştir: “Ben, Resulullah ile yüz defadan fazla birlikte oturdum.
Ashabı ona şiirler okuyor, cahiliye devriyle ilgili hadiseleri zikrediyorlardı.
Resulullah da sessizce onları dinlerdi. Bazen (anlatılanlara) onlarla birlikte
tebessüm buyurduğu olurdu.” Tirmizi, Edeb 70, (2854).
Peygamberimiz Yüzüğünü Hangi Eline
Takardı?
Bir
rivayette peygamberimizin yüzüğünü sağ eline taktığı Ebu Davud, Hatem 5,
(4226); Nesai, Zinet 49, (8,175)., hemen ardından gelen başka bir rivayette ise
yüzüğünü sol eline taktığı ifade edilmektedir. Ebu Davud, Hatem 5,
(4227,4228).Peygamberimiz
h iç y üzük takmamış bile olabilir. Takmışsa da bazen sağ, bazen de sol eline
takmış da olabilir. Bu tür rivayetlerdeki sıkıntı, parmağa takılan yüzükten ya
da onun hangi ele takılmış olmasından dini içerikli bir sünnet devşirmeye
çalışılmasındadır.
Peygamberimiz Saçını ve Sakalını Boyamış Mıdır?
Bu konudaki bir rivayet şu şekildedir: “İbnu
Ömer, rivayete göre, sakalını sufra denen sarı boya ile boyar ve derdi ki:
“Ben, Resulullah’ı gördüm, sakalını bununla boyamıştı, en çok sevdiği boya da
bu idi. Bununla elbisesini boyadığı da olurdu.” Ebu Davud, Libas 18,
(4064,4209).
Bu rivayette
sakalını ve elbisesini sarı boya ile boyadığı söylenir ancak bir diğer
rivayette peygamberimizin sarıya boyanmış kumaşı yasakladığı iddia edilir.
Ebu Davud, Libas 11, (4044); Tirmizi, Libas 5,
(1725); Müslim, Libas 29, (2078).47 Buhari, Edeb, 92; Müslim, Şiir 7, (2257);
Ebu Davud, Edeb 95, (5009); Tirmizi, Edeb 71, (2855).
Başka
bir rivayette ise: “Resulullah’ın saç ve sakalındaki aklardan sorulunca (Enes)
şöyle cevap vermiştir: “Allah O’nu, beyazla (lekelememiş) çirkinleştirmemiştir.
O, kişinin başında ve sakalında bulunan beyazları yolmasını mekruh addederdi. Ve
(Enes): “Resulullah saçlarını boyamadı. Beyaz kıl (onda
nadirdi
ve sadece) alt dudağında, şakaklarında ve başında bir nebzecik vardı” derdi.”
Müslim, Fezail
104,105, (2341). Görüldüğü gibi bu hadis rivayetinde saç ve sakalın beyazlaması
Allah tarafından çirkinleştirilmek olarak ifade edilmiş ve peygamberimizin
saçını hiç boyamadığı iddia edilmiştir. Buna rağmen saçların ağarmasıyla ilgili
şöyle bir rivayette bulunmaktan da geri kalınmamıştır: “Resulullah buyurdular
ki: “Saçtaki akları yolmayın. Zira bir kimse Müslüman iken tek bir kıl bile
ağarmış olsa bu Kıyamet günü onun için mutlaka bir nur olur.” Ebu Davud, Tereccül 17, (4202); Tirmizi, Edeb
56, (2822).Görüldüğü
gibi peygamberimizin saç ve sakalını boyayacak bir duruma gelmediği, saç ve
sakalının ağarıp beyazlıkla lekelenmediği iddia edilmiştir. Buna rağmen bir
başka rivayet ise şu şekildedir: “Hz. Ebu Bekir: “Ey Allah’ın Resulü, saçların
ağardı, yaşlandın” dedi. Resulullah: “Beni, Hud, Vakı’a, Mürselat, Amme
yetesaelun ve İza’ş’Şemsü Küvviret sureleri ihtiyarlattı” cevabını verdi.”
Tirmizi, Tefsir,
Vakı’a, (3293).
Yukarıda da dikkat çekildiği gibi peygamberimizin sakalını sarı bir boya ile boyadığı
rivayet edilirken bunu destekleyecek şekilde saçlarını sarıya boyamış birini
beğenip takdir ettiği rivayet edilmiştir: “(Saçlarına) kına yakmış bir adam
gelmiştir. Hz. Peygamber: “Bu ne güzel!” buyurup takdir etti. (Az sonra) kına
ve ketem ile boyanmış biri geldi. “Bu evvelkinden de güzel!” buyurdu. Sonra
(saçlarını) sarıya boyamış biri daha gelmişti ki: “Bu öbürlerinden de güzel!”
buyurdu.” Ebu
Davud, Tereccül 19, (4211); İbn Mace, Libas 34, (3627).Buna rağmen bir başka rivayette
ise sakalını ve saçını sarıya boyamış olan bir adama sarı boyasını yıkamasını
söylediği iddia edilmiştir: “Resulullah Cirane’de iken umre için ihrama girmiş
bir adam geldi. Adamın sakal ve saçları sarıya boyanmış, sırtında da za’feran
lekeleri bulunan bir cübbe vardı. “Ey Allah’ın Resulü,” dedi, “Şu gördüğün vaziyette,
umre için ihrama girdim!” Resulullah: “Şu cübbeyi çıkar, sarı boyayı da yıka!”
diye emretti.” Buhari, Umre 10, Cezau’s-Sayd 16, 17, Megazi,
56, Fedailu’l Kur’an 2; Müslim,
Peygamberimizin Aldığı Gusül
Abdestleri Hakkında
Hadis
rivayetlerinde peygamberimizin özel hayatına dair her durumunda sanki
peygamberimizin yanındalarmış gibi rivayetlerde bulunmaktan geri kalınmamıştır.
Eşleri ile ne zaman birlikte olduğundan sonrasında her defasında gusül abdesti
alıp almadığınakadar peygamberimizin eşleri ile münasebetlerinin raporunu tutan
rivayetler bulunmaktadır. Söz konusu rivayetlerden biri şu şekildedir: “Enes’in
bize anlattığına göre, Resulullah’ın tek bir gusülle bütün hanımlarını
dolaştığı olmuştur.” Buhari, Gusl 12,24,
Nikah 4, 102; Ebu Davud, Taharet 75, (218); Tirmizi, Taharet 106, (140); Nesai,
170, (1, 143). Bu iddiaya göre peygamberimiz kimi zaman aynı gün içinde bütün eşleri ile
cinsel ilişkiye girmiş ve her seferinde gusül almamıştır. Başka bir rivayette
ise her seferinde gusül aldığı iddia edilmiştir: “Resulullah, bir gün bütün
hanımlarına uğradı. Her birisinin yanında ayrı ayrı yıkandı. Kendisine: ‘Ey
Allah’ın Resulü’ dedim, ‘En sonunda bir kere yıkansanız olmaz mı?’ ‘Böyle
yapmak daha temiz daha hoş ve daha paktır!’ buyurdular. Ebu Davud, Taharet 86, (219).Öte taraftan aynı eşle
bir kere birlikte olunduktan sonra tekrar birlikte olunmak için abdest alınması
gerektiği söylenmiştir: “Resulullah buyurdular ki: ‘Biriniz ehline temas eder
sonra tekrar etmek dilerse ikisi arasında
abdest alsın.” Müslim, Hayz 27, (308);
Ebu Davud, Taharet 86, (220); Tirmizi, Taharet 107, Görüldüğü gibi bu
türden rivayetler hem yakışıksız hem de kendi içinde tutarsızdır.
Ehli Kitaba Muhalefet Etmek
Gerekli Midir?
Bazı
rivayetlerde peygamberimizin Yahudi ve Hıristiyanlara muhalefet edilmesini
söylediği iddia edilmiştir: “Resulullah buyurdular ki: “Yahudiler ve
Hıristiyanlar (saçlarını) boyamazlar. Siz onlara muhalefet edin. (Buhari, Libas 67, Enbiya 50; Müslim, Libas 80,
(2103).Görüldüğü
gibi bu rivayette peygamberimizin Yahudi ve Hıristiyanlara yani Ehli Kitaba muhalefet
etmeyi söylediği iddia edilir. Buna karşın başka bir rivayette ise
peygamberimizin vahiy ile bildirilmemiş konularda Ehli Kitaba uygun hareket
etmekten hoşlandığı söylenir: “Ehli Kitap saçlarını düz salınmaya bırakırlar,
müşrikler de ayırırlardı. Resulullah ise (vahiy yoluyla) emredilmediği
hususlarda Ehli Kitaba uygun hareket etmekten hoşlanırdı. Bu sebeple saçını alnından
serbest bıraktı. Bilahare (bütün müşrikler Müslüman olduktan sonra) saçlarını
(alnından) ayırdı.” Buhari, Libas 70,
Menakıb 23; Müslim, Fezail 90, (2336); Ebu Davud, Tereccül 10, Kur’an’da saçın boyanması
ya da ne şekilde taranacağına dair bir emir ya da açıklama olmadığına göre
ikinci rivayet esas alındığında, ilk rivayette iddia edilen muhalefet etme
gerekliliği de ortadan kalkmalıdır. Bu iki rivayetin kendi arasında çeliştiği
açıktır.
Ateşle Dağlama Yapmak Yasak
Mıdır?
Peygamberimizin
şifa olduğunu ifade etmesine rağmen ateşle dağlama yapmayı yasakladığı iddia
edilir: “Resulullah buyurdular ki: “Şifa üç şeydedir: Bal şerbeti, kan aldırma,
ateşle dağlama. Ancak ümmetimi dağlamaktan menediyorum.” Buhari, Tıbb 3.Buna rağmen (141); Nesai, Taharet 107, (1, 142). dağlama yaptığı ile
ilgili de bir rivayet bulunur: “Resulullah, Sa’d İbnu Zürare’yi sivilce sebebiyle dağladı.”
Tirmizi, Tıbb 11,
(2051).
Peygamberimiz Dua Ederken
Ellerini Açmış Mıdır?
Bazı
rivayetlerde peygamberimizin dua ederken ellerini açtığı ve yukarı kaldırdığı
söylenir: “Resulullah dua ederken ellerini öyle kaldırdı ki, koltuk altlarının
beyazlığını gördüm.” Buhari, İstiska 21. “Resulullah ellerini
dua ederken kaldırınca onları yüzlerine sürmedikçe geri bırakmazlardı.” Tirmizi, Da’avat 11, (3383). Buna rağmen başka bir
rivayette ellerini açmadan işaret parmağı dışında başparmağı ve orta
parmaklarını kapatıp dua ettiği rivayet edilmiştir: “Ben Resulullah’ın ne minberde
ne de bir başka şey üzerinde dua yaparken ellerini uzattığını gördüm. Bilakis
baş ve orta parmaklarını kapayıp şehadet parmağını açmış vaziyette gördüm.”
Ebu Davud, Salat 230, (1105).
Vahşi Hayvanların Eti Helal
Midir?
Yenilmesi
haram ilan edilen hayvanlar ile ilgili de birçok çelişkili rivayet görmek
mümkündür. Örneğin bir rivayette peygamberimizin, sırtlanın av hayvanı olduğunu
ve etinin yenilebileceğini söylediği iddia edilirken (Tirmizi, Et’ime 4,
(1792); Ebu Davud, Et’ime 32, (3801); Nesai, Sayd 27, (7,200). diğer bir rivayette peygamberimizin
kesici dişli vahşi hayvanların yenilmesini yasakladığı(69 Buhari, Zebaih, 29;
Müslim, Sayd 12-16 (1932, 1933); Tirmizi, Et’ime 1, (1477),bir diğerinde ise
“Resulullah’a sırtlan hakkında (eti helal mi?) diye sordum. “Sırtlanı yiyen
biri de var mı?” dedi. Bunun üzerine kurdun etinin yenmesini sordum.
“Kendisinde hayır olup da kurdu yiyen biri var mı?” diye cevap verdi.” (Tirmizi, Et’ime 4,
(1739). şeklinde
bir rivayet aktarılarak peygamberimizin sırtlan etinin helal olmadığını ifade
ettiği iddia edilmiştir.
Peygamberimiz Çekirge Yemiş
Midir?
Hadis
rivayetleri içinde neredeyse her konuda birbiri ile çelişen rivayetler bulmak
mümkündür. Bunlardan biri de peygamberimizin çekirge yiyip yemediği ile
ilgilidir. Bir rivayette çekirgeyi yemeyeceğini ama yiyen birine de yemeği
yasak etmeyeceğini söylediği iddia edilmiştir: “Resulullah’a çekirgeden
sorulmuştu. ‘Onlar, Allah’ın en kalabalık ordularıdır. Onu ne yerim ne de haram
kılarım’ buyurdular.” ( Ebu Davud, Et’ime 35, (3813); İbn Mace, Sayd 9, (3219). Diğer bir rivayette ise
peygamberimizin sefer esnasında çekirge yediği rivayet edilmiştir: “Resulullah
ile beraber (altı veya yedi sefer) gazveye çıkmıştık. Gazve esnasında birlikte
çekirge yedik.” ( Buhari, Sayd 13; Müslim, Sayd 52, (1952); Tirmizi, Et’ime 22,
(1822, 1823); Ebu-Davud, Et’ime 35, (3812); Nesai, Sayd 37, (7, 210).
Dışkı Yiyen Hayvanların
(Cellâle) Eti Yenilebilir Mi?
Bazı
rivayetlerde peygamberimizin dışkı ve pislik türü şeyler yiyen hayvanların
yenilmesini hatta bunu yapan bazı hayvanların sütlerinin içilmesini ve
üzerlerine binilmesini de yasak ettiği iddia edilir: “Resulullah öldürülmek
için hedef ittihaz edilmiş (ve mücesseme denilen) hayvanın yenilmesini, pislik
yiyen (ve cellâle denen) hayvanın yenilmesini, sütünün içilmesini ve su
tuluğunun ağzından su içilmesini yasakladı.” ( Ebu Davud, Et’ime 25, (3786); Tirmizi,
Et’ime 24, (1826); Nesai, Dahaya 44, (7,240).Birçok hayvanın zaman zaman dışkı yediği
görülebilir. Hatta bunlara deve ve sığır cinsinden hayvanlar ile koyun, keçi ve
tavuk türünden hayvanlar da dâhildir. Bu yüzden genellikle Hanefi mezhebine
göre bir hayvanın kurban edilebilmesi için deve ve sığır cinsi hayvanların on
gün, koyun ve keçi gibi hayvanların
dört
gün ayrı bir yere kapanarak pislik yemesinin önlenmesi gerektiği görüşü
benimsenmiştir. Bu rivayet esas alındığında bu türden hayvanların hiçbirisinin
etinin yenilmemesi gerekir. Kimse özellikle açık arazide dolaşan hayvanların
her an ne yediklerini gözlemleyemez. Bununla birlikte başka bir rivayette dışkısını
yediğini gördüğü için tavuk yemek istemeyen birine peygamberimizin cellâleyi
yediği söylenmiştir: “Ebu Musa’ya bir tavuk getirilmişti. Cemaatten birisi
ayrıldı. (Ebu Musa): ‘Neyin var?’ diye sordu. Adam: ‘Ben onu pis bir şeyler
yerken gördüm ve tiksindim ve yememeye yemin ettim’ cevabını verdi. Bunun üzerine
Ebu Musa: ‘Yanaş ve ye! Zira ben, Resulullah’ı (cellâleyi) yerken gördüm’ dedi
ve adama, yemini için kefarette bulunmasını emretti.”( 74 Buhari, Zebaih
26, Humus 15, Megazi, 74, 78, Eyman 1, 4, 18, Kefaret 9,10, Tevhid 56; Müslim,
Eyman 9, (1649); Nesai, Sayd 33, (7, 206).Bu rivayet esas alındığında ise
peygamberimizin bu şekilde bir yasak getirmediği ve kendisinin de cellâle olan hayvanlardan
yediğinin iddia edildiği görülmektedir.
At Eti Yenilebilir Mi?
Bir
rivayette peygamberimizin yenilmesini yasakladığı hayvanlar arasında at da
sayılmaktadır: “Resulullah, at, katır ve eşek etini yemeyi yasakladı.” (75 Ebu Davud, Et’ime
26, (3790), 33, (3806); Nesai, Sayd 30, (7, 202).Başka bir rivayette ise at etinin
yenilmesini yasaklamadığı rivayet edilmiştir: “Hayber (in fethi) zamanında at ve
vahşi eşek eti yedik. Resulullah ehil eşek (etin)i yasakladı ve ata müsaade
etti.” (
Ebu Davud, Et’ime 26, (3788); Nesai, Sayd 32, (7, 205); Tirmizi, Et’ime 5, (1794). Bir diğer rivayette ise
Hayber fethi sırasında at etinin de yasak edildiği iddia edilerek kendi
arasında açık bir çelişki ortaya çıkarılmıştır: “…Ayrıca size ehil eşekler,
onların atları, katırları, vahşi hayvanlardan her bir kesici dişi olan, kuşlardan
da her bir pençeleri olan haramdır! buyurdular.” ( Ebu Davud, Et’ime 26, (3790), 33,
(3806); Nesai, Sayd 30, (7, 202). Başka bir rivayette ise peygamberimizin
zamanında Medine’de hep birlikte at eti yedikleri rivayet edilmiştir: “Biz,
Resulullah zamanında bir at kestik. O
zaman Medine’de idik. Hepimizonu yedik.” Buhari, Sayd 24, 27;
Müslim, Sayd 36, (1942); Nesai, Dahaya 33, (7, 231). Rivayetlerin kendi
aralarında çelişkili oldukları açıktır. Genelde bu türden rivayetlerden dönemin
şartlarına göre at etinin yenilmesinin haram ya da helal kılındığı iddia edilse
de bu iddiaların yorumdan ibaret oldukları ve rivayetlerde vurgulanmadıkları
açıktır.
Kertenkele
Öldürmek Sevap Mıdır?
Bazı
rivayetlerde kertenkelelerin öldürülmesinin emredildiği görülmektedir:
“Resulullah kelerin öldürülmesini emretti ve onu fuveysıka diye isimlendirdi.”
(Müslim, Selam
144, (2238); Ebu Davud, Edeb 176, (5262). Başka bir rivayette ise kertenkele öldürmenin
vuruş sevapları hesaplanmıştır: “Resulullah buyurdular ki: Kim keleri ilk
darbede öldürürse ona yüz sevap yazılır. İkinci vuruşta öldürürse daha az
kazanır. Üçüncü vuruşta ise bundan da az sevap kazanır.” ( Müslim, Selam 147
(2240); Ebu Davud, Edeb 175, (5263, 5264); Tirmizi, Ahkam 1, (1482). Hz. Aişe’den geldiği
iddia edilen bir diğer rivayet ise peygamberimizin kertenkeleyi öldürün diye emretmediğini
söyler: “Resulullah keler için fuveysık (fasıkçık) dedi ama ‘öldürün!’ diye
emrettiğini işitmedim.” Buhari, Bed’ü’l-Halk 14,
Cezau’s-Sayd 7; Müslim, Selam 145, (2239); Nesai, Hacc115, (5, 209).
Peygamberimiz
Gözlerine Kaçar Defa Sürme Çekerdi?
Peygamberimizin
gözüne sürme çektiği rivayet edilir. Üstelik bazı rivayetler hangi gözüne hangi
sırayla ve kaç defa sürme çektiğine kadar detay içerir. Buna rağmen bir
rivayette “Üç kere sağ gözüne çekerdi, onunla başlar, onunla bitirirdi. Sol
gözüne de iki kere çekerdi.” denilir ancak aynı yerde bir de şu rivayet edilmiştir
denilerek kendisinin değil sürmedanının sürmeyi çektiği ve her iki gözüne de üç
kere sürme çektiği ifade edilir: “Resulullah’ın bir sürmedanı vardı. Her gece
şu gözüne üç, öbür gözüne de üç kere sürme çekerdi.” Tirmizi, Libas 23, (1757), Tıbb 9, (2049); İbn
Mace, Tıbb 25, (3497); Ebu Davud, Libas 16, (4061).
Peygamberimiz
Ayakta Küçük Tuvaletini Yapmış Mıdır?
Sonra Abdest Almış Mıdır?
Bir
hadiste peygamberimizin hiçbir vakit ayakta küçük tuvaletini yapmadığı (Tirmizi, Taharet 8, (12); Nesai, Taharet 25,
(1, 26)Bir
diğerinde peygamberimizin ayakta tuvaletini yaparken görüldüğü rivayet edilir. (84 Buhari, Vudu 62, 60,
61, Mezalim 27; Müslim, Taharet 73, 74, (273); Ebu Davud, Taharet 12, (23);
Tirmizi, Taharet 9, (13). Bir rivayette peygamberimiz için küçük tuvaletini yaptıktan
sonra abdest alır ve su ile yıkardı denilmekte, ( Ebu Davud, Taharet 64, (166, 167, 168);
Nesai, Taharet 102, (1, 86). bir diğer rivayette ise peygamberimiz küçük tuvaletini
yaparken Hz. Ömer’in arkasında, elinde su kabı ile durduğu, peygamberimizin “Bu
da ne, ey Ömer?” diye sorduğu, Hz. Ömer’in “Sudur, yıkanırsın!” dediği,
peygamberimizin ise “Ben her bevledişimde (küçük tuvaletimi yaptığımda) abdest almakla
emrolunmadım.” dediği iddia edilir. ( Ebu Davud, Taharet 22, (42); İbn Mace,
Taharet 20, (327).
Ayakta Su İçilebilir Mi?
Bir
başka hadis rivayetinde peygamberimizin ayakta su içilmesini yasakladığı
söylenirken, (
Müslim, Eşribe 113, (2024); Tirmizi, Eşribe 11, (1880); Ebu Davud, Eşribe
13,(3717).
bazı hadislerde ise peygamberimizin ayakta su içtiği rivayet edilir:
“Resulullah’a zemzem suyu verdim, ayakta içti.” Buhari, Hacc 76, Eşribe 16; Müslim, Eşribe
117, (2027); Tirmizi, Eşribe 12, (1883). “Resulullah evime geldi. Duvara asılı duran
kırbanın ağzından ayakta su içti.” Tirmizi, Eşribe 18. Buna rağmen bir başka
rivayette de peygamberimizin: “Sizden kimse sakın ayakta içmesin. Kim unutarak
içerse hemen kussun.” Müslim, Eşribe 116,
(2026). dediği iddia edilir.
Dikkat edilirse içilen şey içki ya da zehir değildir. Ayakta içilen su için
kusmayı gerektirecek ne olabilir? Bir başka rivayette ise:
“Biz
Resulullah devrinde yürürken yer, ayakta iken içerdik.” Tirmizi, Eşribe 11,
(1881); İbn Mace, Eşribe 25, (3301). ifadesi yer alır. Su Tulumunun Ağzından Su
İçilebilir Mi? Bir hadiste şu şekilde bir ifade yer alır: “Resulullah su tulumu
yahut kırbanın ağzından su içmeyi yasakladı.”
Buhari, Eşribe 24; Müslim, Müsakat 136; Ebu Davud, Eşribe 14; Nesai,
Dahaya 44; İbn Mace, Eşribe 20. Buna rağmen peygamberimizin kırbanın ağzından su içtiği de
rivayet edilmiştir: “Resulullah evime geldi. Duvara asılı duran kırbanın
ağzından ayakta su içti.” Tirmizi, Eşribe 18.
Hangi Peygamber Daha Üstündür?
Bir
hadiste peygamberimizin: “İnsanlar (Kıyamet günü) diriltilecekleri zaman yerden
ilk çıkacak olan benim. Onlar (huzur-u ilahiye) geldiklerinde (onlar adına)
hatipleri ben olacağım. (Allah’ın rahmetinden) ümidlerini kestiklerinde (rahmet
ve mağfireti) onlara ben müjdeleyeceğim. O gün Livdu’l-hamd (şükür sancağı)
benim elimde olacak. Âdemoğlunun Allah’a en kerim olanı da benim. Bunda fahr
(övünme) yok!” Tirmizi, Menakıb 2,
(3614). dediği iddia edilir.
Bir başkasında ise “Kıyamet günü geldi mi, ben peygamberlerin imamı, hatibi ve
(onlar arasında) şefaat (etmeye yetki) sahibi olacağım.” Tirmizi, Menakıb 3, (3617). dediği iddia edilir.
Buna karşın bir diğer rivayet ise şu şekilde gelmiştir: “Resulullah’a bir adam gelip:
‘Ey Hayru’l-Beriyye (yaratılmışların en hayırlısı)’ diye hitap etmişti. Aleyhissalatu
vesselam hemen müdahale etti: “Bu söylediğin İbrahim aleyhisselamın vasfıdır.” Müslim, Fedail 150,
(2369); Tirmizi, Tefsir, Lem yekun suresi, (2349); Ebu Davud, Sünnet 14, (4672). Yine söz konusu ilk
iki rivayetteki iddialara rağmen başka rivayetlerde: “Peygamberlerden birini
diğerine üstün kılmayın.” Ebu Davud, Sünnet 14,
(4668). “Bir kulun: Benim,
Yunus İbnu Metta’dan hayırlı (üstün) olduğumu söylemesi uygun olmaz.” Buhari, Enbiya 35,
Tefsir, Nisa 26; Müslim, Fezail 166, (2376); Ebu Davud, Sünnet 14, (4669,
4670). “Hıristiyanların Meryem
oğlu İsa’yı övmede haddi aştıkları gibi, beni övmede siz de haddi aşmayın.
Bilin ki ben sadece bir kulum. Benim hakkımda Allah’ın kulu ve elçisidir deyin.”
(Buhari, Enbiya
44.) ve “Beni Musa’ya üstün
tutmayın” (Buhari, Husumet 1, Enbiya 34, 35; Müslim,
Fezail 160, (2373); Ebu Davud, Sünnet14, (4671). dediği rivayet edilir. Özellikle örnek verilen
bu son dört hadis rivayetinin Kur’an’a uygunluğu ve peygamberimizin insanlara
nasihat verirken bu türden sözler söylemiş olmasının mümkün olduğu son derece açıktır.
Dolayısıyla bu yöntemden hareketle yani rivayetlerin Kur’an’a arz edilmesiyle,
bir sözün peygamberimizin ağzından çıkmış olup olamayacağına dair kesin
olmamakla birlikte bir kanıya varmak mümkündür.
Peygamberimiz “Efendimiz”
Midir?
Genellikle
peygamberimiz ile ilgili konuşulurken “Peygamber efendimiz” ifadesinin
kullanıldığını görürüz. Bu ifade şayet “Bir topluluğun ileri gelen kişisi,
lideri, önderi” şeklinde kullanılıyorsa bu kullanımda bir sorun yoktur. Ancak
“Âlemlerin efendisi” şeklindeki kullanımlar doğru değildir. Çünkü bu ifade
Allah için kullanılır. Genellikle rivayetlerde peygamberimizin kendisini “İnsanlığın
efendisi” olarak tanımladığı iddia edilmiştir. Ancak buna karşı çıktığına dair
de rivayetler bulunmaktadır. Söz konusu rivayetler şu şekildedir: “Kıyamet günü
insanların efendisi benim.” Buhari, Enbiya 3, 8,
Tefsir, Beni İsrail 5; Müslim, İman 327, (194); Tirmizi, Kıyamet 11, (2436). Bir diğer rivayet de şu
şekildedir: “Ben Âdem’in çocuklarının efendisiyim.” Ebu Davud, Sünnet, 12.Buna rağmen bir başka
rivayette kendisine bu şekilde hitap edilmesine ve abartılı şekilde övgüler
yapılmasına karşı çıktığı iddia edilmiştir: “Beni Amir heyetiyle Resulullah’ın
yanına gitmiştik. ‘Sen bizim efendimizsin!’ diye hitap ettik. ‘Efendi, Allah’tır!’
buyurdular. Biz: ‘Fazilette en ileride olanımız, mertlikte en başta
gelenimizsin!’ dedik. Bize: ‘Söylediğinizin hepsi bu veya buna yakın bir söz
olsun. Şeytan sizi (mübalağalı metihlerde) koşturmasın’ buyurdular.” Ebu Davud, Edeb 10, (4806). Bu rivayetlerin kendi aralarında
çeliştikleri açıktır. Şayet bu şekilde bir diyalog yaşanmışsa peygamberimizin
bu tavrının Kur’an’a uygun olduğu da açıktır. “Hiçbir insanın, Allah’ın
kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra insanlara: ‘Allah’ı
bırakıp bana kul olun!’ demesi mümkün değildir. Bilakis şöyle der: Okuyup
araştırdığınız şeylere, öğrettiğiniz şu Kitap’a dayanarak benliklerini Allah’a
adamış kullar olun. O, size melekleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi
emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size kâfir olmayı mı emredecek?” (Ali
İmran Suresi 79-80).
Cennete İlk Kim Girecektir?
Yine
bir hadiste cennetin kapısının ilk olarak peygamberimize açılacağı, cennetin
kapısındaki meleğin peygamberimizden önce hiç kimseye kapıyı açmamak üzere emir
aldığı ifade edilirken 104 Müslim, İman 333, (197). bir başka hadiste “Ey Bilal! Ne ile benden önce
cennete girdin? Her ne zaman cennete girdiysem, her seferinde önümde senin hışırtını
işittim. Dün gece de cennete girmiştim, önümde (yine) senin hışırtını duydum.”
Tirmizi, Menakıb, (3690). dediği iddia edilir.
Bir başkasında ise “Ey Ebu Bekir, ümmetimden cennete ilk girecek kimse olman sana
yetmez mi!” Ebu
Davud, Sünnet, 9, (4652). dediği rivayet edilir. Bir başka rivayette ise bu kişi Hz. Ömer
olarak gösterilmiştir: “Hakk’ın musafaha ettiği ilk kimse Ömer’dir. İlk selam
verdiği kimse de odur. İlk elinden tutup cennete koyacağı kimse de o
olacaktır.” İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/504.
Cemaat İle Kılınan Namazın
Sevap Derecesi Nedir?
Hadislerde
cemaat ile kılınan namazların bireysel kılınan namazlardan daha üstün olduğu
iddia edilmiştir. Ancak cemaat ile kılınan namazın kaç kat daha fazla sevap
olduğu rivayetleri kendi aralarında çelişkilidir. Bir rivayette yirmi yedi,
diğerinde ise yirmi beş olarak zikredilmiştir. “Resulullah buyurdular ki: Cemaatle
kılınan namaz, ayrı kılınan namazdan yirmi yedi derece üstündür.” Buhari, Ezan 30; Müslim, Salat 272. “Resulullah buyurdular
ki: Kişinin cemaatle kıldığı namaz, evinde ve işyerinde kıldığı namazından
yirmi beş kat daha sevaplıdır.” Buhari, Ezan 30, Salat
87, Büyu 49; Müslim, Mesacid 246, (649); Ebu Davud, Salat 49, (669); Tirmizi,
Salat 423, (603)
.Hayızlı Kadın Mescide
Girebilir Mi?
Adet
(regl) dönemlerinde kadınların mescide girip giremeyeceklerine dair de birbiri
ile çelişen rivayetler bulunmaktadır. Bir rivayete göre peygamberimizin hayızlı
kadının mescide girmesini yasakladığı iddia edilmiştir: “Resulullah buyurdular
ki: Bu evlerin yönünü mescitten çevirin. Zira ben, mescidi hayızlı kadına da
cünüp kimseye de helal kılmıyorum.” Ebu Davud, Taharet 93,
(232). “Hiçbir hayızlı veya
cünüp mescide giremez.” İbn Mace, Taharet, 92.Bunun aksini söyleyen
rivayetler ise şu şekilde gelmiştir: “Resulullah (bir gün) bana ‘Mescitten
humrayı (küçük hasır) bana getiriver’ (Ya da ‘Ben mescitteyken humrayı bana
getiriver’) buyurdular. ‘Hayızlıyım’ diye cevap verdim. ‘Senin hayızın elinde
değil ki!’ dediler.” Müslim, Hayz 11, (298); Ebu Davud, Taharet 104, (261); Tirmizi,
Taharet 101,
“Resulullah
bizden biri hayızlı olduğu halde onun kucağına başını koyar, Kur’an okurdu.
Bizden birimiz hayızlı iken Resulullah’ın humrasını mescide taşır ve yayardı.” Nesai, Hayz 19, (1, 192).Bulaşıcı Hastalık Yok
Mudur? Peygamberimizin, bulaşıcı hastalık olmadığını söylediğine dair rivayetler
bulunmaktadır: “Hastalık türünden hiçbir şey hiçbir şeye sirayet
etmez/bulaşmaz.” Tirmizi, Kader 9, (2144). “Adva (hastalık bulaşması), safer (aç kurt/aç
yılan saldırması), hame (uğursuz kuş veya
intikamını almamış ruhun kötülük yapması) diye bir şey yoktur.” Buhari, Tıbb 54; Müslim,
Selam 101, (2220); Ebu Davud, Tıbb 24, (3911-3915). “Ne sirayet (bulaşma),
ne de uğursuzluk vardır.” Buhari, Tıbb 44, 54; Müslim, Selam 113, (2224); Ebu Davud, Tıbb
24, (3916); Tirmizi,Siyer 47, (1615). Söz konusu bu rivayetlere göre bulaşıcı
hastalık yoktur. Bunun bilimsel açıdan kabul edilmesi mümkün değildir. Buna
rağmen başka rivayetlerde: “Bir yerde veba çıktığını duyarsanız oraya
girmeyiniz, bulunduğunuz yerde veba çıkmışsa oradan ayrılmayınız.” Buhari, Tıbb 30, Enbiya
50, Hiyel 13; Müslim, Selam 92, (2218); Tirmizi, Cenaiz66, (1065). “ Cüzzamlıdan, a
slandan k açar g ibi k aç.” Buhari, Tıbb 19.ve “Hastalıklı olan, sakın sıhhatli olanla
beraber olmasın.” Buhari, Tıbb, 54; Müslim, Selam, 104. dediği iddia
edilmiştir. Öte taraftan yine başka bir rivayet şu şekilde gelmiştir:
“Resulullah cüzzamlı bir kimsenin elinden tuttu ve kendi eliyle birlikte tabağa
koydu, sonra da: ‘Allah’a güvenerek ve O’na tevekkül ederek ye!’ buyurdu.”120
Bir başka rivayette ise kendisine gelen heyet içinde cüzzamlı bir adam olduğu
için kendisine haber göndererek onun sözünü uzaktan aldığı ve hemen geri dönmesini
söylediği iddia edilmiştir: “Sakif heyeti arasında bir de cüzzamlı vardı.
Resulullah ona bir haber göndererek: ‘Biz seninle bey’atımızı yaptık (sözleştik),
sen hemen geri dön!’ buyurdular.”121 Görüldüğü gibi peygamberimiz adına uydurulan
bu türden rivayetler ile hem asılsız iddialarda bulunulmuş hem de peygamberimiz
bir dediği/yaptığı bir dediğine/yaptığına uymayan yani kendi kendisi ile
çelişen biri olarak sunulmuştur.
İlk İnen Vahiy
Hangisidir?
İlk
inen vahiy ile ilgili de birbiri ile çelişen hadis rivayetleri bulunmaktadır.
Örneğin iki rivayetten ilkine göre peygamberimize gelen ilk vahiy Alak
suresinin ilk beş ayetidir.122 Diğer rivayete göre ise ilk inen vahiy,
Müddessir suresidir.123 Bazı surelerin Kur’an’ın kaçta kaçına denk olduğuna
dair de birtakım rivayetler bulunmaktadır. Bunların da kendi aralarında çelişen
örneklerini görmek mümkündür. Örneğin bir rivayet: “Resulullah buyurdular ki:
İza Zülzilet (Zilzal) suresi, Kur’an-ı Kerim’in dörtte birine denktir.”124
şeklinde kaydedilmiştir. Ancak aynı kaynakta geçen ama ravisi farklı olan bir
diğer rivayet ise: “Resulullah şöyle buyurmuştur: İza Zülzilet (Zilzal) suresi Kur’an-ı
Kerim’in yarısına denktir.”125 şeklindedir.
120
Ebu Davud, Tıbb 24, (3925); Tirmizi, Et’ime 19, (1818); İbn Mace, Tıbb 44,
(3542).
121
Müslim, Selam 126, (2231); İbn Mace, Tıbb 44, (3544).
122
Buhari, Bed’ü’l-Vahy, Enbiya 21, Tefsir, Alak Tabir 1; Müslim, İman 252, (160);
Tirmizi,
Menakıb 13, (3636)
123
Buhari, Bed’ü’l-Vahy, Bed’ül-Halk 6, Tefsir, Müddessir, Tefsir, Alak, Edeh 118;
Müslim,
İman 257, (161).
124
Tirmizi, Fedailu’l Kur’an 10, (2897).
125
Tirmizi, Fedailu’l-Kur’an 10, (2896).
Kur’an Karşılığında Ücret
Alınabilir Mi?
Yine
Kur’an’ı okuma ve öğretme karşılığında insanlardan maddi beklenti içinde olunup
olunamayacağı hususunda da birbiri ile çelişen rivayetler göze çarpmaktadır.
Örneğin Tirmizi’de geçen bir rivayete göre peygamberimizin “Kim Kur’an okursa (isteyeceğini)
Allah’tan istesin. Zira birtakım insanlar zuhur edecek, onlar Kur’an okuyup,
okudukları mukabilinde halktan (dünyalık) isteyecekler.”126 dediği iddia
edilir. Ebu Davud’da geçen başka bir rivayette kendilerine yazı ve Kur’an
öğrettiği kimselerin kendisine bir yay hediye ettiklerini söyleyen kişiye peygamberimizin
şöyle bir cevap verdiği iddia edilir: “Eğer ateşten bir takı takınmayı seversen
kabul et!”127 Bu rivayetlerin tam aksini iddia eden ve Buhari’de geçen bir rivayet
dikkat çekmektedir. Buna göre peygamberimizin şöyle buyurduğu iddia edilmiştir:
“Üzerine ücret almada en haklı olduğunuz şey Kitabullah’tır.”128
Kadir Gecesi Ramazan’ın Hangi
Gecesidir?
Bilindiği
gibi Kadir gecesi Kur’an’da da dikkat çekilen ve Kur’an’ın indirilmeye başlandığı
Ramazan ayının gecelerinden biridir. Kur’an’da hangi gece olduğu söylenmemesine
rağmen o gece için “Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.” (Kadir Suresi 3)
ifadesi kullanılmaktadır. Hangi gece olduğunun söylenmemiş olmasının mutlaka kendi
içinde bir hikmeti vardır. Kadir gecesini Ramazan’ın tüm gecelerinde aramak,
daha doğru ve içten bir tutum olacaktır. Ancak hadis rivayetlerine bakıldığında
bu konuda da peygamberimizin farklı gecelere işaret ettiği iddiası yer alır.
126
Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 20, (2918).
127
Ebu Davud, Büyu 37, (3417).
128
Buhari, İcare 16.
Allah’ın
açıklamadığı bir şeyi peygamberimiz üzerinden açıklatmak ayrı, söz konusu
gecenin hangi gece olduğuna dair farklı rivayetlerde bulunarak çelişki
oluşturmak ayrı bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Peygamberimizin
dilinden ifade edilen ilgili rivayetler şu şekildedir: “Kadir gecesini
Ramazan’ın son on gününde arayın.”129 “Öyleyse Kadir gecesini aramak isteyen
son yedide arasın”130 “Kadir gecesini (Ramazan’ın) yirmi dördünde arayınız.”131
En meşhur rivayetlerden birinde ise Kadir gecesinin yirmi yedinci gecede olduğu
iddia edilmiştir: “… Kendisinden başka ilah olmayan Zat-ı Zülcelal’e yemin
olsun, Kadir gecesi Ramazan ayındadır. Ve o gece, Resulullah’ın bize kalkmamızı
emrettiği gecedir, o da yirmi yedinci gecedir. Bunun emaresi, o gecenin sabahında
güneşin beyaz ve ışınsız olarak doğmasıdır.”132 Bir diğer rivayet ise şu
şekilde gelmiştir: “Resulullah buyurdular ki: ‘Kadir gecesi bana (bugün rüyamda)
gösterildi (şu anda hangisi olduğunu unuttum). O gecenin sabahında kendimi su
ve toprak içinde secde eder buldum.’ Derken hava bozdu, yağmur başladı. Zaten
mescit çardak şeklindeydi (üstü ağaç dallarıyla örtülü idi). Resulullah’ın
burnu (alnı) üzerinde ve burun yumuşaklarında su ve toprak bulaşığını gördüm. O
gün Ramazan’ın yirmi birinci sabahıydı.”133 Bir başka rivayette ise Kur’an’da
bu gecenin Ramazan’ın hangi gecesi olduğu açıklanmadığı için Kur’an’a uygun bir
şekilde yani peygamberimiz tarafından söylenmiş olması muhtemel bir biçimde
gelmiştir: “Resulullah’a Kadir gecesi (Ramazan’ın neresinde?) diye sorulmuştu.
‘O, Ramazan’ın
129
Buhari, Fadlu Leyletü’l-Kadr 3, İ’tikaf 1, 14; Müslim, İ’tikaf 5, (1172);
Tirmizi,
Savm
71, (790); Nesai, Mesacid 18, (2, 44); Ebu Davud, Sıyam 77, (2462, 2464);
İbn
Mace, Sıyam 59; (1771).
130
Buhari, Teheccüd 21, Leyletü’l-Kadr 2; Müslim, Sıyam 205, (1165).
131
Buhari, Leyletü’l-Kadr 3.
132
Müslim, Müsafirin 179, (762).
133
Buhari, Leyletü’l-Kadr 1, 13; Müslim, Sıyam 215, (1165); Ebu Davud, Salat 320,
(1382-1383);
İbn Mace, Savm, 56. (1766).
tamamında!’
diye cevap verdi.”134 Görüldüğü gibi güvenilir kabul edilen kaynaklarda geçen
birçok rivayet hem kendi aralarında hem de Kur’an ile açık bir şekilde
çelişmektedir.
Peygamberimiz Ne Zaman İtikâfa
Girerdi?
İtikâf,
özellikle Ramazan ayında yapılan ve ibadet etmek üzere genellikle on gün gibi
bir süre bir ibadethaneye çekilmek olarak kabul edilmektedir. Peygamberimizin
itikâfa çekildiğine dair rivayetlerde Ramazan’ın hangi on gününde itikâfa
girdiği konusunda çelişkili ifadeler olduğu görülmektedir. Yaygın olan rivayetlerde
peygamberimizin son on günde itikâfa girdiği iddia edilmektedir: “Resulullah
vefat edinceye kadar Ramazan’ın son on gününde itikâfa girer ve derdi ki:
‘Kadir gecesini Ramazan’ın son on gününde arayın’. Resulullah’tan sonra,
zevceleri de itikâfa girdiler.”135 “Hz. Peygamber Ramazan’ın son on gününde
itikâfa girerlerdi.”136 Başka bir rivayette ise Ramazan’ın orta on gününde itikâfa
girdiği, yirminci günü sabahı evine döndüğü sonra da gördüğü bir rüya üzerine
Kadir gecesini son on günde aramak üzere tekrar itikâfa çekildiği iddia
edilmiştir: “Biz Hz. Peygamber ile birlikte Ramazan’ın orta on gününde itikâfa
girdik, yirminci günün sabahı olunca eşyalarımızı (evlerimize) taşıdık…”137 Oysa
yukarıda da dikkat çekildiği gibi bir rivayette Kadir gecesinin Ramazan’ın
bütün gecelerinde aranması gerektiğini söylediğiiddia edilmişti.138
134
Ebu Davud, Salat, 824, (1387).
135
Buhari, Fadlu Leyletü’l-Kadr 3, İ’tikaf 1, 14; Müslim, İ’tikaf 5, (1172);
Tirmizi,
Savm
71, (790); Nesai, Mesacid 18, (2, 44); Ebu Davud, Sıyam 77, (2462, 2464);
İbnu
Mace, Sıyam 59; (1771)
136
Ebu Davud, Savm 77, (2463); Tirmizi, Savm 79, (803); İbnu Mace, Sıyam 58,
(1770).
137
Buhari, Fadlu Leyleti’l-Kadr 2, 3, İ’tikaf 1, 9, 13; Müslim, Sıyam 213, (1167).
138
Ebu Davud, Salat, 824, (1387).
İnsanların En Hayırlıları
Kimlerdir?
Bazı
hadis kaynakları bir rivayeti aynı şekilde kaydederken söz konusu rivayetin
yine güvenilir kabul edilen kaynaklarda bambaşka şekilde kaydedildiğini görmek
mümkündür. Örneğin Buhari ve Müslim tarafından alınmış bir hadis rivayetinde peygamberimizin
şu şekilde söylediği iddia edilir: “İnsanların en hayırlıları benim çağımda yaşayanlardır.
Sonra onları takip edenlerdir. Sonra da bunları takip edenlerdir. Bu
sonuncuları takiben öyle insanlar gelir ki kendilerinden şahitlik istenmediği halde
şahitlikte bulunurlar (yemin talep edilmeden yemin ederler), onlar ihanet
içindedirler, itimat olunmazlar.”139 Bu hadise göre en hayırlı olanlar
peygamberimizin dönemindekilerdir. Sonuncuları takiben gelecek olanlar ise güvenilmez
kimselerdir. Tirmizi’de geçen bir hadis rivayetinde ise peygamberimizin şöyle
söylediği iddia edilir: “Ümmetim bir yağmura benzer. Önünün mü yoksa sonunun mu
hayırlı olduğu bilinmez.”140 Bu hadiste ise hangisinin hayırlı olacağının
bilinmeyeceği söylenmektedir. Ebu Davud, Tirmizi ve İbn Mace tarafından alınan
bir diğer rivayette ise peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilmiştir:
“…Zira (bu safhaya gelince) arkanızda sabır günleri var demektir. O günler avuçta
ateş tutmak gibi (sıkıntılı)dır. O günlerde, sizin kadar amel yapabilen bir
kimseye elli kişinin ecri verilecektir.”141 Bu rivayette ise sonradan gelenlerden
birçok zorluğa rağmen peygamberimizin dönemindekiler kadar amel yapabilenlerin daha
hayırlı olacağı anlaşılmaktadır.
139
Buhari, Şehadat 9, Fezailu’l-Ashab 1, Rikak 7, Eyman 27; Müslim, Fezailu’s-
Sahabe,
214, (2535); Tirmizi, Fiten 45, (2222), Şehadat 4, (2303); Ebu Davud,
Sünnet
10, (4657); Nesai, Eyman 29, (7, 17, 18).
140
Tirmizi, Edeb, 81.
141
Ebu Davud, Melahim 17, (4341); Tirmizi, Tefsir, Maide, (3060); İbn Mace, Fiten
21,
(4014).
Peygamberimizden Sonra İlk
Vefat Eden Eşi Kimdir?
Güvenilir
kabul edilen hadis kitapları içinde birbirini yalanlayan hadislerin olduğu ve
aynı zamanda tarihsel açıdan da birbiri ile çelişen rivayetlerin bulunduğu görülmektedir.
Örneğin bunlardan biri, Hz. Peygamberin ardından ilk vefat eden eşinin kim
olduğu konusundadır. Buhari’de geçen bir rivayete göre peygamberimizin ardından
vefat eden ilk eşi Sevde’dir. Buhari, Zekat 11; Nesai, Zekat 59, (5, 66, 67). Müslim’deki rivayete göre
ise bu kişi eşi Zeyneb (Bintu Cahş)’tir. Müslim, Fezailü’s-Sahabe 101, (2452). İki rivayetin de ravisi
Hz. Aişe’dir. Bu da ayrı bir garipliktir. Görüldüğü gibi en güvenilir kabul
edilen kaynaklar kendi aralarında çok açık bir şekilde çelişmektedirler.
Ölen Kişinin Ardından Ağlanır
Mı?
Hadislerde
peygamberimizin, ölen kişinin ardından ağlayan kadınların ağlamalarını yasakladığı,
bunu dinlemeyen ve ağlamaya devam edenler için de “Ağızlarına toprak saçın” şeklinde
emir verdiği, Buhari,
Cenaiz 41, 46, Megazi 44; Müslim, Cenaiz 30, (935); Ebu Davud, Cenaiz25,
(3122); Nesai, Cenaiz 14, (4,15). bir başka rivayette de ölen kişinin ardından
ağlayacaklara “Sen, Allah Teâlâ’nın kovduğu şeytanı tekrar eve sokmak mı
istiyorsun?” Müslim, Cenaiz 10, (922). dediği iddia
edilmiştir. Buna karşın başka rivayetlerde peygamberimizin vefat eden oğlu İbrahim
için ağlayarak gözyaşı döktüğü, Buhari, Cenaiz 44;
Müslim, Fezail 62, (2315); Ebu Davud, Cenaiz 28, (3126).yine peygamberimizin ailesinden
biri vefat ettiğinde arkasından ağlamak üzere toplanan kadınları bundan men
etmek ve geri çevirmek üzere kalkan Hz. Ömer’e engel olup “Ey Ömer! Bırak
onları, çünkü göz ağlayıcıdır, kalp ıstıraba maruzdur, (ıstırabın yaşandığı)
zaman yakındır!” 147 Nesai, Cenaiz 16, (4,19).dediği iddia edilir. Başka bir
rivayette ise yine peygamberimizin gözlerinden yaşlar akarak ağladığı söylenir:
“Resulullah, ölmüş bulunan Osman İbnu
Maz’un’u, gözlerinden yaşlar dökerek öptü.” Tirmizi, Cenaiz 14, (989); Ebu Davud, Cenaiz
40, (3163); İbn Mace, Cenaiz 7,(1456).
Kıyamet Ne Zaman Kopacaktır?
Yine
kıyametin ne zaman kopacağına dair bir soruya peygamberimizin verdiği iddia
edilen cevabın da tarihsel açıdan gerçekleşmemiş olduğu ortadadır: “Bir adam
Allah’ın Resulü’ne: ‘Kıyamet ne zaman kopacak?’ diye sordu. Resul sustu, sonra
kucağındaki Ezdli çocuğa baktı ve şöyle dedi: ‘Eğer bu çocuk uzun ömürlü olursa
iyice ihtiyarlamasına kalmadan kıyamet kopacaktır.’ Enes der ki: “Çocuk benim
yaşıtımdı.” Müslim, Fiten 138, (2953).Buna rağmen bu sürenin
çok daha uzun olacağına dair de peygamberimizin dilinden rivayet iddialarında
bulunulmuştur: “Resulullah buyurdular ki: Otuz kadar yalancı deccal çıkmadıkça
kıyamet kopmaz. Bunlardan her biri Allah’ın elçisi olduğunu zanneder.” Tirmizi, Fiten 43, (2219); Ebu Davud, Melahim
16 (4333, 4334, 4335). “Resulullah buyurdular ki: Fırat nehri altın bir dağ üzerinden
açılmadıkça kıyamet kopmaz. Onun üzerine insanlar savaşırlar. Yüz kişiden doksan
dokuzu öldürülür. Onlardan her biri: ‘Herhalde savaşı ben kazanacağım’ der.”
Buhari, Fiten 24; Müslim, Fiten 29, (2894);
Ebu Davud, Melahim 13, (4313, 4314); Tirmizi, Cennet 26, (2572, 2573). Kur’an ayetleri bu
türden rivayetleri yalanlamaktadır: “İnsanlar, sana kıyamet-saatini sorarlar.
De ki: Onun bilgisi yalnızca Allah’ın katındadır.” (Ahzab Suresi 63). “…Sanki
sen, ondan haberdarmışsın gibi sana sorarlar. De ki: ‘Onun ilmi yalnızca Allah’ın
katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler.” (A’raf Suresi 187). “De ki: (Ona
ait) Bilgi, Allah’ın yanındadır. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” (Mülk Suresi
26).
İslam Ne Kadar Ayakta
Kalacaktır?
Halifelerin
on iki tane olacağı, ümmetin işlerinin bu on iki halife dönemi süresince düzgün
olacağı ve herkesin bu on iki halife üzerinde ittifak edeceğine, mülk ve
yönetimin de Kureyş’te olduğuna dair hadisler vardır. Güvenilir kabul edilen kaynaklardaki
bazı hadisler şu şekildedir: “İnsanlar hayırda da şerde de Kureyş’e tabidir.”
Müslim, İmaret 3,
(1819). “İnsanların işi onları
on iki adam yönetinceye kadar yürür gider. Bu din, hepsi Kureyş’ten gelecek olan
on iki halifeye kadar aziz ve güçlü olacaktır.” Buhari, Ahkam 51; Müslim, İmaret 5-9
(1821); Tirmizi, Fiten 46, (2224); Ebu Davud Medhi 1, (4279), 4280). “Mülk (saltanat,
idare) Kureyş’tedir.” Tirmizi, Menakıb, (3932).Görüldüğü gibi söz konusu bu ve benzeri
hadislerde on iki halife dönemine dikkat çekilmektedir. Aynı kaynaklarda geçen
iki rivayet ise tüm bu rivayetler ile çelişir: “Hilafet, ümmetim arasında otuz
yıl sürecektir. Bundan sonra saltanat gelecektir.” Ebu Davud, Sünnet 9
(4648, 4647); Tirmizi, Fiten, 48 (2227). “İslam, otuz beş veya otuz altı ya da otuz yedi
yıl güçlü yaşar. Eğer helak olurlarsa yol; helak olanlaradır. Eğer dinleri
ayakta duracaksa yetmiş yıl ayakta durur.” 156 Ebu Davud, Fiten, (4264); Müslim, İmaret 6.Söz konusu
bu hadisler ise diğerlerinin aksini söylemektedir. Bununla beraber “On iki
halife” diye kabul edilen bir dönem olmadığı, ümmetin halifeler üzerinde ittifak
etmediği ve peygamberimizin vefatından hemen sonra ayrılık ve hesaplaşmaların
başladığı, dört büyük halifeden üçünün suikast ile katledildiği, hem bu süreçte
hem de sonrasında birçok zulüm ve kanlı olaya tanıklık edildiği tarihi bir
gerçektir.
Peygamberimizin Mucizesi
Nedir?
Yine
bilindiği gibi peygamberimize birçok mucize isnat edilir. Oysa bir hadiste
peygamberimizin şu şekilde söylediği rivayet edilir: “Her peygambere mutlaka
insanların inanmakta olageldikleri şeyler cinsinden bir mucize verilmiştir. Ama
bana verilen (mucize) ise vahiydir ve bunu bana Allah vahyetmiştir.” 157 Buhari,
Fezailu’l-Kur’an 1, İ’tisam 1; Müslim, İman 239, (152).Örneğin peygamberimiz
bu şekilde bir açıklama yapmış olabilir. Çünkü bu ifade Kur’an ile uyumludur:
“Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu?
Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.”
(Ankebut Suresi 51). “Bizi, mucizeler göstermekten alıkoyan, daha öncekilerin
onları yalanlamış olmasından başka bir şey değildir…” (İsra Suresi 59). Buna
rağmen hadislerde peygamberimizin birçok mucizeler gösterdiği iddia edilmiştir:
“Ay, Resulullah zamanında iki parçaya bölündü. Aleyhissalatu vesselam bunun
üzerine; ‘Şahit olun!’ buyurdu.” Buhari, Menakıb 27, Menakıbu’l-Ensar 36, Tefsir,
Ihterebetu’s-Sa’a 36; Müslim, Münafıkun 44, (2800); Tirmizi, Tefsir, Kamer, (3281, 3283).B ir b aşka r ivayet ş
u ş ekildedir: “Biz Resulullah’ın mucizelerini bereket addederdik, siz ise onları
bir korkutma vesilesi sayıyorsunuz. Biz Resulullah ile birlikte bir seferde
bulunuyorduk. Suyumuz azaldı. ‘Bana (bir parça) artık su arayın!’ buyurdular,
içerisinde azıcık su bulunan bir kap getirdiler. Aleyhissalatu vesselam elini
içine soktu ve: ‘Haydi temiz, mübarek suya gelin. Bereket Allah Teâla
Hazretlerindendir!’ buyurdular. Yemin olsun, suyun parmaklarının arasından kaynadığını
gördüm. Vallahi biz, yenmekte olan taamın (yemeğin) tespihini işitirdik.” Buhari, Menakıb 25;
Tirmizi, Menakıb 14, (3637); Nesai, Taharet 61, (1, 60). Ancak görüldüğü gibi
geleneksel din savunucuları apaçık ayetleri dikkate almadıkları gibi bizzat
kendi itibar ettikleri hadis kaynaklarındaki hadisleri de işlerine geldiği
kadar dikkate almakta, peygamberimiz ile ilgili birçok mucize rivayetinde bulunmakta
ve din adına uydurulan şeyleri, işlerine geldiği gibi kabul etmektedirler.
Peygamberimiz ile ilgili yapılan mucize anlatımlarının tamamı da sonradan
uydurulmuş olaylardır. Peygamberimize verilmiş tek mucize vardır o da,
mucizelerin en büyüğü olan Kur’an’dır. “Doğrusu, senden önce de elçiler göndermiş,
onlara da eşler ve çocuklar vermiştik. Allah’ın izni olmaksızın bir peygamberin
(kendiliğinden) bir mucize getirmesi olacak şey değildir; (kaldı ki) her
dönemin, (kendine has) bir mesajı vardır.” (Rad Suresi 38).
Uğursuzluk Var Mıdır?
Hadisler
kendi aralarında çeliştikleri gibi aynı zamanda kimi hadisler anlamı tamamen
değiştirecek şekilde yanlış aktarılmışlardır. Örneğin bir hadis metninde peygamberimizin
şu şekilde söylediği iddia edilmiştir: “Hastalıkta bulaşıcılık yoktur, herhangi
bir şeyde uğursuzluk da yoktur. Uğursuzluk ancak üç şeydedir: Atta, kadında ve
evde.”160 Yine benzer bir rivayette bu kez at yerine hayvan denilerek rivayet
tüm hayvanları içine alacak şekilde genişletilmiştir. Söz konusu hadis ile ilgili
bir rivayet ise şu şekilde kaydedilmiştir: “Baykuş ötmesinde bir şey yoktur,
hastalıkta bulaşıcılık yoktur, herhangi bir şeyde uğursuzluk yoktur. Eğer herhangi
bir şeyde uğursuzluk olsaydı, atta, kadında ve evde olurdu.”161 Bir d iğerinde
ise bu r ivayetin “Uğur, kadında, atta ve evdedir”162 şeklinde bir versiyonu
kaydedilmiştir. Görüldüğü gibi en güvenilir kabul edilen hadis kaynakları
içinde anlamı tamamen değiştirecek şekilde üç farklı rivayet kaydedilmiştir. Muhtemelen
peygamberimizin Kur’an ayetlerinden hareketle insanların sorularına vermiş olduğu
birçok cevap, zaman içinde bu şekilde takla atarak değişime uğramış ve hiç
olmadık anlamlar kazanmıştır.
160
Buhari, Cihad, 47; Nikâh, 18; Tıp, 43,54; Müslim, Selam, 115; İbn Mace, Nikâh,
55;
Tirmizi, Edeb, 58.
161
Buhari, Cihad 47, Nikâh 17; Müslim, Selam 119, (2226).
162
Tirmizi, Edeb 58; İbn Mace, Nikâh 55.
Bu
duruma bir başka örnek de Tirmizi’nin “Şüphesiz malda zekâttan başka da bir hak
vardır.” (
Tirmizi, Zekât 27.)şeklindeki rivayetinin İbn Mace tarafından “Malda zekâttan
başka hak yoktur.” ( İbn Mace, Zekât 3.)şeklinde kaydedilmiş olmasıdır. Yine ‘mirac
hadisi’ olarak bilinen hadisin de zannedildiği gibi tek bir rivayet metnine
dayanmadığı ve söz konusu farklı rivayetlerde ihtilaf, tutarsızlık ve
çelişkiler olduğu görülmektedir. Buna rağmen genelde söz konusu hadis rivayeti tek
bir metni varmış gibi anlatılmakta ve rivayetler arasındaki apaçık farklar göz
ardı edilmektedir. Oysa bu rivayetler bir arada değerlendirildiklerinde mekânı,
zamanı, sayısı, ruhen ya da bedenen olduğu gibi temel konularda çok ciddi
ihtilaflar söz konusudur.
İmanın Esasları Nelerdir?
Bir
diğer açık ihtilaf ise Buhari ve Müslim’de yer alan ve ‘Cibril Hadisi’ olarak
meşhur olan hadis rivayetidir. Bu rivayet, Cebrail’in peygamberimize insan
suretinde gelerek İslam, iman, ihsan, kıyametin zamanı gibi konularda sorular
sorması olayından bahseden rivayettir. Bu rivayetin de yaygın bir şekilde miraç
rivayetinde olduğu gibi tek metne dayandığı zannedilmektedir. Oysa söz konusu
rivayet ile ilgili de birbiri ile çelişen ve kendi içinde tutarsızlık gösteren
rivayetler bulunmaktadır. Örneğin Cebrail’in Hz. Peygamber’e sorduğu soruların
sırası rivayetlerde farklılık göstermektedir. Yine söz konusu bu rivayetlerde
‘Kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmek’ şeklinde bir iman esası
sayılmaktadır. 165 Müslim, İman 1, (8); Nesâî, İman 6, (8, 101); Ebu Dâvud,
Sünnet 17, (4695);Tirmizî, İman 4, (2613). Buna rağmen söz konusu rivayetin Müslim’de
geçtiği yerin hemen altında kadere imanı bir iman esası olarak zikretmeyen bir
başka rivayet yer almaktadır. Yine Buhari’de de kaderin sayılmadığı bir iman
tarifi görmek mümkündür: “İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, Allah’a
kavuşmaya,
peygamberlerine ve kıyamette yeniden dirilmeye inanmaktır.” Buhari, Kitabü’l-İman,
38.Tirmizi, Salat 141, (193); Nesai, Ezan 2, (2, 3).Görüldüğü gibi bu
kadar yaygın bilinen ve çoğunluk tarafından kabul edilen bir rivayetin ve iman
esaslarının ne olduğu konusunun, metin açısından farklı ve kendi içinde çelişkili
versiyonları bulunmaktadır. Kur’an’ın tamamı inanan insan için iman esasıdır.
Kur’an’da iman esasları olarak sınıflandırılan bir liste yer almaz. Ancak yaygın
olarak bu mananın çıkarıldığı ayette de kadere iman şeklinde bir esas sayılmaz:
“Ey inananlar, Allah’a, Elçisine, Elçisine indirdiği kitaba ve daha önce
indirmiş bulunduğu kitaba inanın. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını,
elçilerini ve ahiret gününü inkâr ederse o, uzak bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa
Suresi 136).
Ezan Nasıl Ortaya Çıkmıştır?
Namaza
çağrı yapan ezanın ortaya çıkışının sebebi ile ilgili de söz konusu güvenilir
kabul edilen kaynaklarda birbiri ile çelişen ve metin açısından problemli olan
rivayetler bulunmaktadır. Bir rivayette ezanın çıkış sebebi Hz. Peygamber’in
ashabı ile yapmış olduğu istişare sonucu Hz. Ömer’in: “Bir adam çıkarsanız da
namazı ilan etse!” teklifinin kabul edilmesi sonucu peygamberimizin: “Ey Bilal!
Kalk! Namazı ilan et!” Buhari, Ezan 1; Müslim, Salat 1, (377); Tirmizi, Salat 139,
(190);
Nesai, Ezan demesi olarak
gösterilmektedir. Benzer bir rivayet de şu şekilde gelmiştir: “İnsanlar çoğalınca,
herkesçe bilinecek olan bir şeyle namaz vaktinin duyurulmasının gerektiğini
aralarında konuştular. (Bu meyanda bir ateş yakılması veya bir çan çalınması
teklif edildi). Bunun üzerine Resulullah Bilal’e emrederek ikişer kere
söyleyerek de ikamet okumasını emretti.” Buhari, Ezan 2, 3,
Enbiya 50; Müslim, Salat 3, (378); Ebu Davud, Salat 29, (508); Başka bir rivayette
ise sahabi
Abdullah
b. Zeyd’in gördüğü rüyayı peygamberimize bildirmesi neticesinde peygamberimizin
bu rüyayı hak bir rüya olarak kabul edip “Kalk rüyada öğrenmiş olduğunu Bilal’e
öğret. O bunları söyleyerek ezan okusun. Zira o, sesçe senden daha gür” diyerek
ezan uygulamasını başlattığı ve o sırada evinde olan ve ezanı duyan Hz. Ömer’in
de aynı rüyayı gördüğünü peygamberimize söylemesi üzerine peygamberimizin
“Elhamdülillah! Şimdi bu daha sağlam oldu” dediği iddia edilmekte ve ezanın
çıkış sebebi bu olaya bağlanmaktadır. Ebu Davud, Salat 28,30,
(499,512); Tirmizi, Salat 139, (189).
Abdestliyken Uyuyan Kişinin
Abdest Alması Gerekir Mi?
Yine
abdestli olarak uyuyan kişinin uyandığında namaz kılabilmek için abdest almasına
gerek olup olmadığı konusunda da farklı rivayetler görmek mümkündür. Örneğin
bir rivayette: “Resulullah’ın ashabı uyurlar, sonra abdest almadan namaz kılarlardı.”
Müslim, Hayz 125, (376); Ebu Davud, Taharet 80,
(200); Tirmizi, Taharet 58, (78). denilmekte ama buna rağmen yine aynı
kaynaklarda geçen bir diğer rivayet peygamberimizin: “Gözler, halkanın bağıdır,
öyleyse uyuyan abdest alsın.” Ebu Davud, Taharet 80,
(203). dediği iddia
edilmektedir. Başka bir rivayette ise peygamberimizin bir gün secde halinde horlayıncaya
kadar uyuduğu sonra kalkıp abdest almadan namaz kıldığı söylenmiştir. 172 Tirmizi, Taharet 57,
(77); Ebu Davud, Taharet 80, (202); Nesai, Ezan 41 (2, 30).
Peygamberimiz Abdest Alırken Uzuvlarını
Kaç Kere Yıkamıştır?
Bilindiği
gibi Kur’an’da namaz kılmak için abdest alınması söylenir ve abdestin nasıl
alınacağı açık bir şekilde tarif edilir: “Ey inananlar, namaza duracağınız
zaman yıkayın: yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi; mesh edin
(sıvazlayın): başlarınızı ve topuklara kadar ayaklarınızı…” (Maide Suresi 6).
Görüldüğü
gibi
namaz kılmak için alınması gereken abdest açık bir biçimde bu kadar tarif
edilmektedir. Yıkanması ve sıvazlanması söylenen uzuvların da kaçar defa
yıkanıp sıvazlanacaklarına dair bir bilgi verilmemiş, gerekli olan söylenmiş
ama sayı belirtilmemiştir. Ancak geleneksel uygulamada ayette açıklanan abdeste
ilaveler yapıldığı gibi bir de her bir uzvun üçer defa yıkanması gerektiği yaygın
şekilde kabul edilmiş ve kitaplara da bu şekilde girmiştir. Oysa bu konudaki
rivayetler de birbirleri ile çelişkilidir. Bir rivayet yaygın olan geleneksel
uygulamayı desteklemektedir: “Resulullah’a bir bedevi gelerek, abdestten sordu.
Resulullah ona uzuvların üçer kere yıkanmasını gösterdi. Sonra da: ‘Abdest işte
böyle alınır! Kim buna bir ziyadede bulunursa fena bir iş yapmış olur, haddi
aşar ve zulmeder’ buyurdu.” Ebu Davud, Taharet
51, (135); Nesai, Taharet 105, (1, 88).Bir diğer rivayette uzuvlar ile ilgili sayı
ikiye inmiştir: “Resulullah abdest uzuvlarını ikişer kere yıkayarak abdest
aldı.” Buhari,
Vudu 23; Ebu Davud, Taharet 50 (121,123). Diğer bir rivayette ise sayı bire inmiştir: “Resulullah
uzuvlarını birer kere yıkayarak abdest aldı.” 175 Buhari, Vudu 22; Ebu Davud, Taharet
53, (1, 38); Nesai, Taharet 84, 85, (1, 73, 74). Görüldüğü gibi uzuvların kaçar defa yıkanacağı
ya da mesh edileceği ile ilgili farklı rivayetler bulunmaktadır. Bunların kendi
aralarında çeliştikleri açıktır. Buna rağmen peygamberimize isnat edilen
“Abdest işte böyle alınır! Kim buna bir ziyadede bulunursa fena bir iş yapmış
olur, haddi aşar ve zulmeder” ifadesi dışında bu rivayetlerdeki sayıların
hepsinin doğru olması da mümkündür. Çünkü ayetten de görüldüğü gibi abdestin
nasıl alınacağı açıklanmış ancak uzuvların kaç defa yıkanıp mesh edileceği
belirtilmemiştir. Dolayısıyla peygamberimiz de her seferinde gerekli olanı
yapıp, kaçar defa yıkayıp mesh edeceğini durumuna göre belirlemiş ve insanların
bu türden sayıları bir kural olarak benimsememeleri için her seferinde farklı
yapmış olabilir. Kısacası peygamberimiz Allah’ın ayetleri ile uyumlu hareket
etmiştir. Uyumlu olmayanlar Allah’ın serbest bıraktığı şeyler ile ilgili
asılsız iddialarda bulunarak dinde olmayan kurallar koyanlardır.
Cuma Namazından Sonra Namaz
Rivayetlerde
Cuma namazından sonra peygamberimizin ne yaptığı ile ilgili çelişkili ifadeler
yer alır. Bir rivayette Cuma’nın farzından sonra dört rekât daha namaz kılınması
söylenirken bir diğerinde peygamberimizin farzı kıldıktan sonra evine
gitmedikçe namaz kılmadığı eve gidince de iki rekât kıldığı iddia edilmiştir:
“Resulullah şöyle buyurdu: Biriniz Cuma’nın farzını kılınca, ardından dört rekât
namaz daha kılsın.” Müslim, Cum’a 67-69; Ebu Davud, Salat 238; Tirmizi, Cum’a 24;
Nesai, Cum’a 42; İbn Mace, İkamet 95. “Peygamber Cuma’nın farzından sonra evine
gitmedikçe namaz kılmazdı. Sonra evinde iki rekat namaz kılardı.” Müslim, Cum’a 71; Buhari, Cum’a 39; Nesai,
İmamet 64; Cum’a 43. Bir başka rivayet de şu şekildedir: “Cuma namazını kıldıktan
sonra biriyle konuşmadıkça veya mescitten çıkmadıkça Cuma Namazına bir başka
namaz ekleme. Zira Resulullah bize, konuşmadıkça veya mescitten çıkmadıkça farz
namaza bir başka namazı eklememeyi emretti.” Müslim, Cum’a 73. Peki, Kur’an Cuma namazı kılındıktan
sonra ne yapılmasını söylüyor: “Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın
lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah’ı çok anın ki başarıya eresiniz.” (Cuma
Suresi 10). Öğle ve İkindi Namazından Önce ve Sonra Namaz Birçok hadis
rivayetinde olduğu gibi çoğu konuda peygamberimizin tam olarak ne yaptığını ya
da ne dediğini anlamak mümkün olmamaktadır. Çünkü rivayetlerde birbiri ile
çelişkili ifadeler bulunmaktadır. Örneğin peygamberimizin öğle namazından önce ve
sonra namaz kılması ile ilgili olarak gelen rivayetler birbirinden farklı
şeyler iddia etmektedirler. (İbni Ömer): “Resulullah ile beraber öğle namazının
farzından önce iki, farzından sonra da iki rekat namaz kıldım.” Buhari, Teheccüd 29,
34; Müslim, Müsafirin 104; Tirmizi, Salât 189, 199, 205; (Aişe): “Peygamber öğle
namazının farzından önce dört rekat namaz kılmayı hiç ihmal etmezdi.” Buhari, Teheccüd 34; Ebu
Davud, Tatavvu 1; Nesai, Kıyâmü’l-leyl 56. (Aişe): “Peygamber öğle namazının farzından
önce dört rekat sünnet kılamadığı zaman, onu farzdan sonra kılardı.” Tirmizi, Salât 200; İbn
Mace, İkamet 106. (Ümmü Habîbe): “Resulullah şöyle buyurdu: Bir kimse öğle
namazının farzından önce dört, farzından sonra da dört rekat sünneti devamlı olarak
kılarsa Allah Teâlâ onu cehenneme haram kılar.” Ebu Davud, Tatavvu 7;
Tirmizi, Salât 200; Nesai, Kıyâmü’l-leyl 67; İbn Mace, İkamet (Aişe): “Peygamber öğle
namazının farzından önce benim evimde dört rekat namaz kılar, sonra mescide çıkıp
halka öğle namazının farzını kıldırırdı. Daha sonra eve gelerek iki rekat namaz
kılardı. Cemaate akşam namazını kıldırdıktan sonra evime gelerek iki rekat
sünnet kılardı. Yatsı namazının farzını kıldırdıktan sonra yine evime gelerek
iki rekat sünnet kılardı.” Müslim, Müsafirin 105;
Ebu Davud, Tatavvu 1.Peygamberimizin ikindi namazından önce ve sonra kıldığı ifade
edilen namaz ile ilgili de farklı rivayetler bulunmaktadır. Üstelik bunları
rivayet ettiği iddia edilen kişi aynı kişidir: “Ali İbni Ebû Tâlib şöyle dedi:
Peygamber ikindi namazının farzından önce dört rekat namaz kılardı.” Tirmizi, Mevakit 201,
Cum’a 66; Nesai, İmamet 5; İbn Mace, İkamet 109. “Ali İbni Ebû Tâlib’den rivayet edildiğine
göre peygamber ikindi namazının farzından önce iki rekât namaz kılardı.” Ebu Davud, Tatavvu 8.
Akşam Namazından Önce Namaz
Peygamberimizin
akşam namazından önce namaz kılınmasını söyleyip söylemediği konusunda da çelişkili
rivayetler bulunmaktadır: “Abdullah İbni
Mugaffel’den rivayet edildiğine göre peygamber üç defa: “Akşamın farzından önce
(iki rekât) namaz kılınız” buyurdu. Üçüncü defasında “Dileyen kılsın” diye
ekledi.” Buhari, Teheccüd 35, İ’tisam 27; Ebu Davud,
Tatavvu 11; İbn Mace, İkamet 110. “Enes şöyle dedi: Resulullah zamanında güneş
battıktan sonra ve akşam namazından önce iki rekat namaz kılardık. Ashaptan biri
Enes’e: Bu namazı Resulullah da kılar mıydı? diye sordu. Enes ona şu cevabı
verdi: O bizim kıldığımızı görür fakat bize kılın veya kılmayın demezdi.”
Müslim, Müsafirin 302; Ebu Davud, Tatavvu 11.
Peygamberimiz Sabah Namazında
Ne Okurdu?
Rivayetlerde
peygamberimizin sabah namazında ne okuduğu ile ilgili farklı sure ve ayet isimleri
zikredilmiştir. Bir rivayet şu şekildedir: “Resulullah sabah namazının iki
rekat sünnetini kılarken birinci rekatta, Bakara suresindeki “Biz Allah’a ve
bize indirilen Kur’an’a… inandık” anlamındaki ayeti, ikinci rekatta da “Biz
Allah’a inandık; şahit ol ki, biz Müslümanlarız” anlamındaki ayeti okurdu.”
(Müslim, Müsafirin
99; Ebu Davud, Tatavvu 3; Nesai, İftitah 38.) Diğer rivayette ise şöyle söylenmektedir:
“İkinci rekatta Ali İmran suresindeki “Söyle onlara: Ey kendilerine kitap verilenler!
Gelin, aramızda müşterek olan bir kelime etrafında toplanalım” ayetini okurdu.”
Görüldüğü gibi bu iki rivayetin ikinci rekat kısmındaki ayet iddiası birbiri
ile çelişmektedir. Bu konudaki başka rivayetlerde ise peygamberimizin ne
okuduğu ile ilgili farklı bir iddiada bulunulmuştur: “Resulullah sabah
namazının iki rekat sünnetinde Kâfirûn ve İhlâs surelerini okurdu.” Müslim, Müsafirin 98; Ebu Davud, Tatavvu 3;
Nesai, İftitah 39; İbn Mace, İkamet Bir başka rivayet de bu rivayet ile aynı şeyi iddia
etmiştir: “Bir ay boyunca peygamberin namazına dikkat ettim, sabah namazının sünnetinde
Kâfirûn ve İhlâs surelerini okurdu.”Tirmizi, Mevakit 191; Nesai, İftitah 68; İbn
Mace, İkamet 102.
Ramazandan Önce Şaban Ayında
Oruç Tutmak
Hadis
rivayetlerinde Ramazan ayından önceki Şaban ayında oruç tutulup tutulamayacağı
konusunda birbiri ile çelişen rivayetler bulunmaktadır. Bazı rivayetlere göre
peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilmiştir: “Resulullah şöyle buyurdu:
Şabanın ikinci yarısında oruç tutmayınız.” Tirmizi, Savm 37; Ebu
Davud, Savm 13. “Ramazandan (bir-iki gün) önce oruç tutmayınız. Ramazan hilâlini
gördüğünüzde oruca başlayınız.” Tirmizi, Savm 5; Nesai, Sıyam 13. “Sizden biriniz bir-iki
gün öncesinden oruç tutarak ramazanı karşılamaya kalkmasın…” Buhari, Savm 5, 14;
Müslim, Sıyam 21; Ebu Davud, Savm 7, 11; Tirmizi, Savm 2,
4,
38; Nesai, Sıyam 13, 31, 32, 38; İbn Mace, Sıyam 5. Buna rağmen başka bir rivayette
ise peygamberimizin Şaban ayının tamamını oruçlu olarak geçirdiği iddia
edilmiştir: “(Aişe) şöyle dedi: Peygamber hiçbir ayda, şaban ayında tuttuğu oruçtan
daha fazla oruç tutmazdı. Şaban ayının tamamını oruçlu geçirirdi.” Buhari, Savm 52;
Müslim, Sıyam 177; İbn Mace, Sıyam 30.Başka bir rivayet ise peygamberimizin
Ramazan dışında hiçbir ayın tamamını oruçlu geçirmediğini söylemektedir: “Resulullah
ramazan dışında hiçbir ayı tam olarak oruçlu geçirmedi.” Buhari, Savm 53; Müslim, Savm 178 (1157);
Nesai, Savm 70, (4, 199)
.Sefer Esnasında Oruç
Tutulabilir Mi?
Kur’an’da
hastalık ya da yolculuk gibi bir durumda oruç tutmakta zorluk çekiliyorsa
orucun tutulmaması ve yerine başka günlerde kaza edilmesi söylenir (Bakara Suresi
184). Ancak rivayetlerde sefer esnasında oruç tutulup tutulamayacağı ile ilgili
birbiri ile çelişkili ifadeler yer almaktadır. Örneğin bir rivayet şu
şekildedir: “Resulullah bir seferdeydi. Etrafına insanların toplandığı bir adam
gördü, ona gölge yapıyorlardı. ‘Nesi var?’ diye sordu. ‘Oruçlu biri!’ dediler.
Resulullah: ‘Seferde oruç birr (Allah’ı memnun edecek dindarlık) değildir!’ buyurdular. ( Buhari, Savm 36;
Müslim, Sıyam 92, (1115); Ebu Davud, Savm 43, (2407); Nesai,)
Savm
48, (4, 176). Peygamberimizin bu şekilde söylediği iddia edilmesine rağmen bir
başka rivayette sefer esnasında sadece bir kişi ile beraber peygamberimizin oruçlu
olduğu başka kimsenin oruç tutmadığı iddia edilmiştir: “Biz çok şiddetli sıcak
bir mevsimde, Ramazan ayında Resulullah ile birlikte sefere çıktık. Hararetin şiddetinden
herkes elini başına koyuyordu. Aramızda oruçlu olarak sadece Resulullah ile
İbnu Ravaha vardı.” (Buhari, Savm 35; Müslim, Savm 108, (1122); Ebu Davud, Savm 44,
(2409). Peygamberimizin sefer
esnasında oruçlu olduğunu söyleyen başka bir rivayet de ilk rivayet ile
çelişmektedir: “Biz Resulullah ile bir seferde beraber bulunduk. O oruçlu idi…”( Buhari, Savm 33, 43,
44, 45; Talak 24; Müslim, Sıyam 52-54; Ebu Davud, Savm 19.) Görüldüğü gibi
rivayetlere göre peygamberimiz bir rivayette sefer esnasında oruçlu olmayı
Allah’ın hoşnut olmayacağı bir davranış olarak ifade etmekte ancak diğer rivayetlerde
sefer esnasında oruç tutmaktadır. Bu türden kendi arasında çelişen rivayetler
ile esasen peygamberimizi kendisi ile çelişen biri olarak göstermişlerdir. Oysa
peygamberimizin dini konularda kendisi ile çelişmesinin mümkün olmadığı
açıktır.
Namaz Kılanın Önünden Geçen
Köpek,
Eşek ve Kadın Namazı Bozar Mı?
Bazı
rivayetlerde namaz kılan kişinin önünde bir engel olmadığı takdirde önünden
geçen hangi şeylerin namazı bozacağına dair sıralamalar yapılmıştır. Konu ile
ilgili bir rivayet şu şekildedir: “Resulullah buyurdular ki: ‘Biriniz sütresiz
olarak namaz kılarsa (önünden geçtiği takdirde) şunlar namazını bozar: Eşek,
domuz, Yahudi, Mecusi, kadın... Namazın bozulmaması için onun önünden, bunların
bir taş atımlık uzaktan geçmesi kifayet eder.” (Bir diğer rivayette şöyle
denmişti: “Namazı, (önden geçen) hayızlı kadın ve köpek bozar.”) Buhari, Salat 90, İlm 18,
Ezan 161, Cezau’s-Sayd 25; Müslim, Salat 254, (504); Diğer bir rivayet şu
şekildedir: “Resulullah buyurdular ki: Kişi, önüne semer kaşı kadar bir şey
bırakmadan namaz kılarsa; (önünden geçtiği takdirde) siyah köpek, kadın,eşek
namazını bozar...”. Müslim, Salat 265, (510); Ebu Davud, Salat 110,
(702); Tirmizi, Salat 253, (338); Nesai, Kıble 7, (2, 63); İbn Mace,
İkametu’s-Salat 38, (952).Bu rivayetler aşağıdaki rivayetlerle çelişmektedir:
“Resulullah bizi köyümüzde ziyaret etti. O sırada bizim iki küçük köpekle bir dişi
eşeğimiz vardı. Bu ikisi önünde bulundukları halde ikindi namazı kıldı.
Hayvanları ne azarladı ne de geriye kovaladı.” Ebu Davud, Salat 114,
(718); Nesai, Kıble 7, (2, 65). Başka bir rivayette ise Hz. Aişe’nin şöyle söylediği iddia edilmiştir:
“Hz. Aişe’nin yanında namazı bozan şeylerden söz açılmıştı. Bu meyanda köpek, eşek
ve kadının da zikri geçti. Aişe: Bizi yine eşeklere ve köpeklere benzettiniz.
Vallahi, ben Resulullah’ı kıblesiyle arasında yatakta yatar olduğum halde namaz
kılarken gördüm. Benim için ihtiyaç hâsıl olunca oturup onu rahatsız etmek
istemezdim, (yatağın) ayak tarafından sıyrılıp çıkardım.” ( Buhari, Salat 22, 99,
102, 103, 104, 105, 108, Amel fi’s-Salat 10, Vitr 3, İsti’zan 37;Müslim, Salat
267, (512).
Açık bir
şekilde görüldüğü gibi rivayetler kendi aralarında çelişmektedirler. Kadının ve
Yahudi’nin, eşek ve domuz ile birlikte zikredilmiş olması da ayrı bir
yakışıksızlıktır.
Peygamberimizin Geride
Bıraktığı Bayrak ve Sancağın Rengi Nedir?
Peygamberimizin
geride bıraktıklarına dair rivayetlerde bayrağının ve sancağının rengi ile
ilgili farklı renklerin rivayet edildiği görülmektedir: “Resulullah Mekke’ye
girdiği gün bayrağı beyaz renkliydi.” Tirmizi,
Cihad 9, (1679); Ebu Davud, Cihad 76, (2592). “Resulullah’ın bayrağı siyah, sancağı
beyazdı.” Tirmizi, Cihad 10, (1681).199 Buhari, Salat 90,
İlm 18, Ezan 161, Cezau’s-Sayd 25; Müslim, Salat 254, (504); Ebu “Sancağı siyahtı.
Kaplan alacası şeklinde olacak bezden dört köşeli idi.” Ebu Davud, Cihad 76, (2591); Tirmizi,
Cihad 10, (1680). “Resulullah’ın bayrağını sarı gördüm!” 206 Ebu Davud, Cihad
76, (2593).
Ölen Kişinin Affedilmesi İçin
Cenazesinde
Kaç Kişinin Ondan Razı Olması
Gerekir?
Hadis
rivayetlerinde ölen kişinin Allah tarafından affedilmesi ve cenazesine
katılarak kendisi hakkında şefaatçi olması ile ilgili farklı sayılar
zikredilmiştir. Konu ile ilgili bir rivayet şu şekildedir: “Resulullah
buyurdular ki: Üzerine Müslümanlardan, kendisine şefaat talep eden yüz kişinin
namaz kıldığı her ölüye mutlaka şefaat edilir.” 207 Müslim, Cenaiz 58, (947); Tirmizi,
Cenaiz 40, (1029); Nesai, Cenaiz 78, (4, 75). Bir diğer rivayette sayı kırka
inmiştir: “Resulullah’tan işittim, diyordu ki: Bir Müslüman ölür, cenaze namazına
Allah’a şirk koşmayan kırk kişi katılırsa Allah bunların onun hakkındaki
şefaatini mutlaka kabul eder.” 208 Müslim, Cenaiz 59, (948); Ebu Davud, Cenaiz 46, (3170).
Bir diğer rivayette ise bu kez sayı verilmeden üç saf şartı konulmuştur: “Resulullah
buyurdular ki: Bir Müslüman ölür ve üzerine, Müslümanlardan üç saf namaz
kılarsa (Allah şefaati) mutlaka vacip kılar.” 209 Ebu Davud, Cenaiz 43, (3166);
Tirmizi, Cenaiz 40, (1028). Görüldüğü gibi katılım sayısında fark vardır. Öte
taraftan üç saf oluşturulması da sayısal olarak mekâna göre değişkenlik gösterebilecek
bir şeydir. Birkaç kişiden oluşan bir grup, üç saf halinde düzenlenebilir.
Bununla birlikte ölen kişiyi hesap günü kurtaracak şeyin başkalarının onun
hakkındaki görüşleri değil yaşarken yapmış olduğu amelleri olacağı da bir
gerçektir. Bir başka rivayette ise tabutta götürülen kişinin oradakiler tarafından
iyi ya da kötü anılmasıyla hakkındaki cennet ve cehennem hükmünün kesinleştiği
iddia edilmiştir: “…Bir cenaze geçti. Ashaptan bazıları o cenazeyi hayırla
andı. Bunun üzerine Nebi: ‘Kesinleşti’ buyurdu. Sonra bir cenaze daha
geçti.Orada bulunanlar onu da kötülükle andılar. Resul-i Ekrem yine:
‘Kesinleşti’ buyurdu. Bunun üzerine Ömer İbnu’l Hattâb: ‘Ne kesinleşti Ya
Resulallah?’ diye sordu. Peygamber de şöyle buyurdu: ‘Şu önce geçen cenazeyi
hayırla andınız; bu sebeple onun cennete girmesi kesinleşti. Bu berikini
kötülükle andınız; onun da cehenneme girmesi kesinleşti. Çünkü siz (müminler), yeryüzünde
Allah’ın şahitlerisiniz.”210 Görüldüğü gibi bu rivayette herhangi bir sayı
verilmemekte ve ashaptan bazılarının iyi ya da kötü olarak anmasının o kişinin cennete
ya da cehenneme gitmesini kesinleştirdiği söylenmektedir. Öte taraftan Hz. Ömer
tarafından aktarılan başka bir rivayette peygamberimizin ölen kişi hakkındaki
hükmün kesinleşmesi için dört, üç ve iki olarak sayılar verdiği iddia
edilmiştir. Hz. Ömer’in peygamberimizden aktardığı söz konusu rivayette iki kişinin
hayırla anmasının ölen kişinin cennetlik olması için yeterli olduğu
söylenmiştir: “…Ne kesinleşti, ey müminlerin emiri? dedim. Ömer şöyle cevap
verdi: ‘Ben, Resulullah’ın buyurduğu gibi söyledim. O: ‘Herhangi bir Müslüman
hakkında dört kimse hayırla şahitlik ederse Allah onu cennetine koyar.’
buyurmuştu. Biz kendisine: ‘Peki üç kişi şehadet ederse?’ dedik. ‘Üç kişi şehadet
ederse de aynıdır’ buyurdu. Biz; ‘Ya iki kişi şahitlik ederse?’ dedik. ‘İki
kişi de şahitlik etse yine aynıdır’ buyurdu. Artık bir kişinin şahitliğini de
sormadık.”211 Güvenilir kabul edilen hadis kitaplarının içi, birbiri ile çelişkili
ve birçok konuda ne yapılması gerektiği hususunda kafa karışıklığına sebep olan
rivayetler ile doludurlar. Kur’an’da temeli olmayan bu türden iddiaların ortaya
atılması ve söz konusu iddiaların kendi kendilerini yalanlamaları, Kur’an
dışında hiçbir kaynağın dini anlamda güvenilir olamayacağının yeterli
delilidir. Kur’an’ın en büyük iddialarından biri kendi içinde çelişme ve 210
Buhari, Cenaiz 86, Şehadet 6; Müslim, Cenaiz 60; Ebu Davud, Cenaiz 76; Tirmizi,
Cenaiz
63; Nesai, Cenaiz 50; İbn Mace, Cenaiz 20, Zühd 25.
211
Buhari, Cenaiz 86; Şehadet 6; Nesai, Cenaiz 50.
tutarsızlık
barındırmamasıdır: “Hamt o Allah’a ki, kuluna Kitabı, kendisinde hiçbir eğiklik
ve çelişme yapmaksızın indirdi. Onu dosdoğru (bir Kitap) olarak indirdi ki
katından gelecek şiddetli azaba karşı (insanları) uyarsın ve iyi işler yapan
müminlere de kendileri için güzel mükâfat bulunduğunu müjdelesin.” (Kehf Suresi
1-2). Hadis rivayetleri için bu durum söz konusu değildir.
Peygamberimiz Hangisini
Söylemiş Olabilir?
Bazı
rivayetlerde benzer sorulara karşı peygamberimizin verdiği cevapların değiştiği
görülmektedir. Söz konusu rivayetlere bakıldığında peygamberimiz ile ilgili
sanki her gelene o an kafasına göre bir sıralama yapan ya da bir dediği bir
dediği ile uyuşmayan biri izlenimi verilmeye çalışılmıştır. Böyle bir şeyin mümkün
olmadığı açıktır. “Ya Resulallah! Allah yolunda cihada denk hangi iş vardır? denildi.
‘Ona denk bir iş bulamazsınız’ buyurdu. İki veya üç defa aynı soruyu
tekrarladılar; Resulullah da her defasında ‘Ona denk bir iş bulamazsınız’
cevabını tekrarladı.” Buhari, Cihad 1;
Müslim, İmare 110; Tirmizi, Fezailü’l-cihad 1; Nesai, Cihad 17. “Resulullah’a, ‘Hangi amel daha faziletlidir?’
diye soruldu. Allah’a ve Resulüne inanmak’ buyurdu. ‘Sonra hangisi?’ denildi.
‘Allah yolunda cihat etmek’ karşılığını verdi. ‘Bundan sonra hangisi?’
denilince: ‘Allah katında makbul olan hactır’ buyurdular.” Buhari, İman 18, Hac 4, Tevhid 47; Müslim,
İman 135; Tirmizi, Fezailü’l–cihad 22; Nesai, Hac 4, Cihad 17. “Ya Resulallah! Hangi amel Allah’a daha
sevimlidir? dedim, ‘Vaktinde kılınan namaz’ buyurdu. Sonra hangisidir? diye
sordum, ‘Ana babaya iyilik etmek’ diye cevap verdi. Ondan sonra hangisidir? dedim,
‘Allah yolunda cihat etmek’ buyurdular.” Buhari, Mevakit 5, Cihad 1, Edeb 1, Tevhid 48;
Müslim, İman 137-139; Tirmizi, Salat 14, Birr 2; Nesai, Mevakit 51 “Bir kimse Resulullah’a:
‘Müslümanın hangi ameli daha hayırlıdır?’ diye sordu. Hz. Peygamber de: ‘Tanıdık tanımadık
herkese yemek yedirmen ve selâm vermendir’ buyurdu.”215 “ Bir a dam: ‘Ey Allah’ın
Resulü, Allah’a hangi amel daha sevimlidir?’ diye sordu. Resulullah: ‘Yolculuğu
bitirince tekrar yola başlayan’ cevabını verdi. ‘Yolculuğu bitirip tekrar
başlamak nedir?’ diye ikinci sefer sorunca: ‘Kur’an’ı başından sonuna okur,
bitirdikçe yeniden başlar’ cevabını verdi.”216 “Resulullah’a, ‘Hangi amel en
değerlidir?’ diye sorulmuştu, şu cevabı verdi: İlk vaktinde kılınan namaz!”217
Resulullah’a: ‘Hangi a mel e n değerlidir?’ diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
Kıyamı uzun olan.”218 “Hz. Aişe’ye sordum: ‘Resulullah’a göre hangi amel en
değerlidir?’ Bana: ‘Devamlı olan!’ diye cevap verdi.”219 “Resulullah şöyle buyurdu:
Allah yolunda bir gün hudut nöbeti tutmak, dünyadan ve dünya üzerindeki
şeylerden daha hayırlıdır.”220
Peygamberimizin Ümmetinin Ahiretteki
Durumu Hangisidir?
Bazı
hadis rivayetlerinde ahirette peygamberimizin ümmetinin tamamının da Allah
tarafından affedileceği söylenir: “Rabbimden dilekte bulundum ve ümmetim için
şefaat niyaz ettim. O da ümmetimin üçte birini bana bağışladı. Ben de Rabbime
şükretmek için secdeye kapandım. Sonra tekrar başımı kaldırıp Rabbimden ümmetimi
bağışlamasını diledim; O da bana ümmetimin üçte birini bağışladı. Ben de bunun
üzerine Rabbime şükür secdesine kapandım. Sonra tekrar başımı kaldırıp
Rabbimden ümmetimi
215
Buhari, İman 6, 20; İsti’zan 9, 19; Müslim, İman 63; Nesai,İman 12; İbn Mace,
Et’ime
1.
216
Tirmizi, Kıraat 4, (2949).
217
Buhari, Mevakit 5; Müslim, İman 137, (85); Ebu Davud, Salat 9, (426); Tirmizi,
Salat
127, (170).
218
Ebu Davud, Salat 313, (1325).
219
Buhari, Teheccüd 7, Rikak 18; Müslim, Müsafirin 131, (741); Ebu Davud, Salat
312,
(1317); Nesai, Kıyamu’l-Leyl 8, (3, 208).
220
Buhari, Cihad 6, 73, Bed’ü’l-halk 8, Rikak 2; Müslim, İmare 113-114; Tirmizi,
Fezâilü’l-cihad
17, 25, Tefsiru sure (3) 22; İbn Mace, Zühd 39.
bağışlamasını
diledim; O da bana ümmetimin geri kalan üçte birini bağışladı. Ben de Rabbime
şükretmek üzere secdeye kapandım.”221 Bir başka r ivayette de ateş a zabının ü
mmete haram kılındığı söylenir: “Şu ümmetim rahmete mazhar olmuş bir ümmettir.
Ahirette azaba maruz kalmayacaktır.”222 Başka bir rivayette ise bu kez ümmet
içinden sorgusuz sualsiz doğrudan cennetlik olanlar için sayı verilmiştir. Buna
göre de ümmetin tamamı cennetlik değildir: “Rabbim bana, ümmetimden yetmiş bin
kişiyi hesap ve ceza olmaksızın cennete koymayı vadetti. Her bin ile birlikte
yetmiş bin ve Rabbimin avucuyla üç avuç daha.”223 Diğer bir meşhur rivayete
göre ise bu kez ümmetin yetmiş üç fırkaya bölüneceği ve biri dışında geri
kalanının cehennemlik olacağı iddia edilmiştir: “Beni İsrail yetmiş iki millete
(dine, fırkaya) bölünmüştü. Benim ümmetim de yetmiş üç millete bölünecektir.
Bunlardan bir tanesi hariç hepsi ateştedir.”224 Görüldüğü gibi ümmetin
ahiretteki durumunun ne olacağına dair birbiri ile çelişen rivayetler
bulunmaktadır. Peygamberimizin, ümmetinin durumunun ne olacağını bilmesi mümkün
olmadığı gibi, bu türden Kur’an’a uygun olmayan iddialarda bulunması da mümkün
değildir.
Peygamberimizin Ümmetine Miras
Olarak Bıraktığı Şey Nedir?
Peygamberimizin
vefatından önce toplu halde insanlara hitap ettiği rivayet edilmektedir.
Bunlardan en meşhur olanı on binlerce kişinin tanıklık ettiği kabul edilen veda
hutbesidir. Bu kadar kişinin tanıklık ettiği iddia edilmesine rağmen söz konusu
rivayet en kilit noktasında iki farklı vasiyet ile gelmektedir. Bunlardan
221
Ebu Davud, Cihad 152.
222
Ebu Davud, Fiten, (4277).
223
Tirmizi, Sıfatu’l-Kıyame 13, (2439); İbn Mace, Zühd 34, (4286).
224
Tirmizi, İman 18, (2643).
biri
Kur’an’a da uygun bir şekilde şöyle gelmiştir: “...Size, sıkıca sarıldığınız
sürece asla sapıtmayacağınız bir şey bırakıyorum: Allah’ın Kitabı.” Kütüb-i225 Müslim,
Hac 147 (890); Ebu Davud, Menasik 57 (1905); İbn Mace, Menasik 84 (3074). Söz konusu rivayet
Müslim, Ebu Davud ve İbn Mace gibi Kütüb-i Sitte kaynaklarında yer almaktadır. Kütüb-i
Sitte kaynakları arasında yer almamasına rağmen meşhur olan ve esas alınan
diğer rivayet ise şu şekilde gelmiştir: “Sıkı sarıldığınız takdirde asla
yolunuzu sapıtmayacağınız iki şey bıraktım size: Allah’ın kitabı ve Resulü’nün
sünneti.” İmam Malik, Muvatta, Kader 3, (2, 899). Bu rivayet İmam
Malik’in Muvatta’sında geçmektedir. Buna rağmen bu rivayet bu konuda bilinen en
meşhur rivayet olmuştur. Sebebi ise açıktır. Belli ki geleneksel din algısı
açısından güvenilir kabul edilen hadis kitaplarında geçmesine rağmen
peygamberimizin ümmetine miras olarak sadece Kur’an’ı bırakması kimsenin işine gelmediği
için bu rivayeti içlerine sindirememişler. Bir diğer rivayet ise
peygamberimizin veda haccını yaptıktan sonra Medine yolunda konakladıkları
yerde: “Size, uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız iki şey
bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. Bu, Allah’ın Kitabı’dır. Semadan
arza uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehl-i
Beytim’dir.” Tirmizi, Menakıb 77, (3790); Müslim,
Fezailu’s-Sahabe 37, (2408).dediği şeklindedir. Birini Ehli Sünnet, diğerini Şia
almış ama her ne hikmetse sadece Allah’ın Kitabı’nı bıraktığını ifade ettiği
rivayet çoğu kişinin işine gelmemiş ve o rivayet ortada kalmıştır. “Dinin tek
kaynağı Kur’an’dır ve peygamberimiz sadece Kur’an’a uymuş ve onunla amel
etmiştir.” denildiğinde buna itiraz ederek hadis rivayetleri olmadan Kur’an’ın
yetersiz kalacağını iddia eden ve güvenilir kabul ettikleri hadis kitaplarında
yer almasına rağmen “...Size, sıkıca sarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız bir
şey bırakıyorum: Allah’ın Kitabı.” rivayetini değil de
Sitte
içinde yer almayan “Allah’ın kitabı ve Resulü’nün sünneti.” rivayetini esas
alanların bu çelişkilerini açıklığa kavuşturmaları gerekir. Buhari ve Müslim’de
geçen başka bir rivayette peygamberimizin miras olarak Kur’an’ı bıraktığının
ifade edilmesi de sadece Allah’ın Kitabı’nı bıraktığını ifade eden rivayeti
desteklemektedir: “İbnu Ebi Evfa’ya: ‘Resulullah vasiyette bulundu mu?’ diye sordum.
‘Hayır’ dedi. Ben tekrar: ‘Öyleyse, kendi vasiyette bulunmaksızın halka nasıl
vasiyeti farz kılar veya emreder?’ dedim. ‘Kitabullah’ı vasiyet etti!’ diye
cevap verdi.” Buhari, Vesaya 1, Megazi 83, Fezailu’l-Kur’an
18; Müslim, Vasiyet 16, (1634); Tirmizi, Vesaya 4, (2120); Nesai, 2 (6, 240). Geleneksel algı açısından
Kur’an’dan sonra en güvenilir iki kitap olarak kabul edilen Buhari ve Müslim’de
yer alan ve Kur’an’a da uygun olan bu iki rivayete rağmen Muvatta’da yer alan
‘Kitap ve Sünnet’ mirası iddiasının esas alınması geleneksel din anlayışının
kendi içindeki çelişkisini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Hadis rivayetlerini
Kur’an gibi dinin kaynağı kabul edenler açısından sırf bu iki rivayet bile
Kur’an dışında bir kaynağın dini açıdan esas alınamayacağını göstermektedir. Kur’an’ın
din adına yeterli olmadığını iddia edenlerin, güvenilir kabul ettikleri
kaynaklarda geçen peygamberimizin en yakınındakilerin, Kur’an’ın yeterli
olduğuna dair sözlerini de açıklığa kavuşturmaları gerekir: (Hz. Ömer):
“…Yanınızda Kur’an var, Allah’ın Kitabı sizlere yeterlidir.” Buhari, Megazi 83,
İlm 39, Cihad 176, Cizye 6, İ’tisam 26; Müslim, Vasiyye 22, (Hz. Aişe): “Size Kur’an yeter.
Orada: Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.’ (Fatır Suresi 18)
buyrulmuştur.”
Buhari, Cenaiz 33; Müslim, Cenaiz 22, (928); Nesai, Cenaiz 15, (4, 18, 19).
(Hz. Ali): “Ben
Resulullah’ın şöyle söylediğini işittim: ‘Haberiniz olsun bir fitne çıkacak!’
Ben hemen sordum: “Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allah’ın Resulü?” Buyurdu ki:
“Allah’ın Kitabı (na uymak)dır… O, hak ile batılı ayırt eden ölçüdür… Kim
akılsızlık edip, O’na inanmaz ve O’nun ile amel etmezse Allah onu helak eder.
Kim O’nun dışında hidayet ararsa Allah onu saptırır. O Allah’ın sağlam ipidir.
O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru yoldur…” Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 14, (2908).
Kur’an Ayetleri İle Çelişen
Hadislere Örnekler
Kur’an
ayetleri ile çelişen hadisler, saymakla bitmeyecek türdendir. Esasen burada
verilen örnekler dışında Kur’an’da yer almamasına rağmen peygamberimiz
tarafından haram kılındığı ya da yasaklandığı söylenen herhangi bir şey ile
ilgili tüm rivayetler Kur’an ile çelişmektedirler. Bu konuda birçok rivayet vardır.
Şüphesiz bunları tek tek saymak, çalışmanın sınırları açısından mümkün
değildir. Rivayetler ile gelen herhangi bir şeyin Kur’an ile çelişip
çelişmediğinin tespit edilebilmesi için tüm rivayetlerin Kur’an’a arz edilmesi
gerekir. Allah’ın ayetler ile bildirmeyerek serbest bırakmış olduğu konularla
ilgili hüküm getiren rivayetlerin tamamı Kur’an ayetleri ile çelişen hadisler kategorisine
girecektir. Çünkü Allah’ın bir konuda herhangi bir şey söylememiş olması o
konuyu kişinin tercihine bıraktığı anlamına gelmektedir. Örneğin Kur’an’da
yatakta ne şekilde yatacağımız ya da yemek yerken hangi elimizi kullanıp yerde
mi yoksa masada mı yemek yiyeceğimiz gibi konularda bir açıklama olmadığına göre
bu ve benzeri konularda rivayetlerde yer alan açıklamaların tamamı da Kur’an’da
açıklama yapılmadığı için dini bir kimlik kazanamayacak ve yine Allah’ın
serbest bıraktığı konular olarak kişilerin tercihine kalacaktır. Dolayısıyla
Allah’ın Kur’an’da açıklamadığı konularla ilgili açıklamalarda bulunan
rivayetlerin tamamı da Kur’an ile çelişen kategorisinde değerlendirilmelidir. Çeliştiğinin
gösterilmesi için Kur’an’dan bir ayeti delil olarak getirmeye gerek yoktur.
Yani rivayetlerde “Müzik şeytan eğlencesidir” ya da “Çalgı haramdır” şeklindeki
bir ifadenin Kur’an ile çeliştiğinin gösterilmesi için Kur’an’dan “Müzik haram
değildir” şeklinde bir ayet arayarak bu şekilde söz konusu rivayetin Kur’an ile
çeliştiğini göstermeye gerek yoktur. Kur’an’da bu şekilde bir haramdan
bahsedilmemesi, Kur’an’da yer almamasına rağmen rivayetler üzerinden haram
edilmiş bir şeyin Kur’an ile çeliştiğinin anlaşılması için yeterlidir. Sonuç olarak
Kur’an’da nelerin helal olduğu aranmaz. Nelerin haram edildiğine bakılır.
Bunlar dışında kalanlar zaten kendiliğinden helal kılınır. Esasen Kur’an tek
ölçü alındığında rivayetlerin önemli bir kısmının kendiliğinden eleneceklerini
görmek zor değildir. Geriye kalan ve Kur’an ile uyumlu olanlar da zaten
Kur’an’da konu ile alakalı açık bir bildirim bulunduğu için sadece Kur’an’ı tasdikleyen
rivayetler ve tarihsel veriler olarak kabul edilmelidir. Peygamberimize ait
olduklarından kesin olarak emin olmak ise mümkün değildir.
Peygamberimiz Kimlerin Cennetlik
Olduğunu Bildirmiş Midir?
Bir
hadiste peygamberimizin: “Beni gören veya beni göreni gören bir Müslüman’a ateş
değmeyecektir.(”
Tirmizi, Menakıb, (3857). dediği ya da yine hadislerde kimlerin cennetlik olduğunu
isimlerini vererek müjdelediği iddia edilir. ( Ebu Davud, Sünnet 9, (4648, 4649,
4650). Oysa Kur’an’da
peygamberimize: “De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim; kendime de size de ne
yapılacağını asla bilmiyorum; ben sadece (vahyi) olduğu gibi beyan eden bir
uyarıcıyım.” (Ahkaf Suresi 9) demesi emredilmektedir. Cennete girmenin
vizesinin, peygamberimizi görmek ve onu görenleri görmek olduğu bir din,
Allah’ın dini değildir. Bununla birlikte yine aynı kaynaklarda, peygamberimize
ait olduğu rivayet edilen ve Kur’an ayetleri ile uyumlu olan birtakım ifadelere
de yer verilmiştir. Bir hadis rivayetine göre örneğin peygamberimizin şöyle
söylediği iddia edilmiştir: “… Allah’a yemin ederim ki, ben Allah’ın resulü
olduğum halde bana ve size yarın Allah tarafından nasıl muamele edileceğini
bilemem.”
Buhari, Cenaiz 3. Görüldüğü gibi söz konusu bu hadis rivayeti Kur’an ile uyum gösterirken
aksi türlü iddialarda bulunan hadisler ile de birebir çelişmektedir.
Hesapsız Cennete Girmek Mümkün
Müdür?
Yine
hadislerde sadece Allah’a ait olan kimi yetkilerin peygamberimize verildiği
görülür. Bir hadise göre peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilir: “Rabbim
bana, ümmetimden yetmiş bin kişiyi hesap ve ceza olmaksızın cennete koymayı
vadetti. Her bin ile birlikte yetmiş bin ve Rabbimin avucuyla üç avuç daha.”
Tirmizi,
Sıfatu’l-Kıyame 13, (2439); İbn Mace, Zühd 34, (4286). Görüldüğü gibi söz
konusu hadiste hesaba ve cezaya uğramadan cennete konulacak kişiler olduğu
söylenmekte. Oysa ayetlerde bırakın hesaba uğramadan cennete girecek insanları,
peygamberlerin dahi hesaba çekilecekleri açık bir şekilde ifade edilmektedir:
“Hem kendilerine ilahi mesaj gönderilenleri, hem de (onlara) ilahi mesajı
iletmekle görevli olanları elbet hesaba çekeceğiz.” (A’raf Suresi 6). Ayetler
bu kadar açıkken, peygamberimizin bu türden iddialarda bulunmasının mümkün olmayacağı
da son derece açıktır.
Hz. Âdem Kader Kurbanı Mıdır?
Kur’an’da
Hz. Âdem’in ve eşinin nefislerine uyarak ve Allah’ın kendilerine yasak ettiği
ağaca yaklaşarak Allah’ın emri dışında hareket etmelerinin kendi özgür
iradeleri ile gerçekleşen bir yasak ihlali olduğu açık bir şekilde
anlaşılmaktadır: “…Ve (böylece) Âdem Rabbine karşı geldi ve dolayısıyla ciddi
bir hataya düşmüş oldu.” (Taha Suresi 121). “…(O zaman) Rableri kendilerine
seslendi: Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık
bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?” (A’raf Suresi 22). Bu hatası
üzerine Hz. Âdem Allah’a şu şekilde
yakarmış ve af dilemiştir: “Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi
bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.” (A’raf
Suresi 23). “Bunun üzerine Âdem, Rabbinden bazı kelimeler alıp öğrendi. Allah
da tövbesini kabul etti. Çünkü Allah, tövbeyi çok kabul eden ve çok merhamet
edendir.” (Bakara Suresi 37). Ayetlerden açık bir şekilde görüldüğü gibi Hz.
Âdem, kendi iradesiyle hataya düşmüş ve bu gerçeğin farkında olarak Rabbine yönelip
kendisini affetmesini dilemiş, Allah da tövbesini kabul etmiştir. Ancak buna
rağmen bu konudaki bir hadis rivayetinde aslında Hz. Âdem’in hiçbir suçu
olmadığı, daha kendisi var edilmeden önce bu olayın karşı konulmaz bir kader
olarak Allah tarafından kendisine yazılmış olduğu iddia edilmiştir: “Resulullah
buyurdular ki: Hz. Âdem ve Musa münakaşa ettiler. Musa, Âdem’e: ‘İşlediğin
günahla insanları cennetten çıkaran ve sonları şekavete (bedbahtlığa) atan
sensin değil mi!’ dedi. Âdem de Musa’ya: ‘Sen, Allah’ın risalet vermek
suretiyle seçtiği ve hususi kelamına mazhar kıldığı kimse ol da, daha
yaratılmamdan (kırk yıl) önce Allah’ın bana yazdığı bir işten dolayı beni
ayıplamaya kalk (bu olacak şey değil)!’ diye cevap verdi. Resulullah devamla dedi
ki: Hz. Âdem Musa’yı susturdu!” Buhari, Kader 11, Enbiya 31, Tefsir, Ta-ha 1, 3, Tevhid 37;
Müslim, Kader 13,
(2652);
Ebu Davud, Sünnet 17, (4701); Tirmizi, Kader 2, (2135).Görüldüğü gibi söz konusu
hadis metni dikkate alınacak olduğunda, Allah’ın apaçık ayetleri ile çelişen
bir iddiada bulunulmaktadır. Bununla birlikte Hz. Âdem ve Hz. Musa’nın neden
münakaşa ettiklerini anlamak da mümkün değildir.
Haksız Yere Öldürülen Herkesin
Suçu Kabil’e De Yüklenir Mi?
Hadis
rivayetlerinde yeryüzünde haksız yere öldürülen bütün insanların katillerinin
günahından bir mislinin haksız yere kardeşini öldüren Hz. Âdem’in oğluna da
yüklendiği iddia edilmiştir: “Resulullah buyurdular ki; Yeryüzünde haksız yere öldürülen
bir insan yoktur ki katilin günahından bir misli Hz. Âdem’in ilk oğluna
(Kabil’e) gitmemiş olsun. Çünkü o, haksız öldürme yolunu ilk açandır.” Buhari, Diyat 2, Enbiya 1, İ’tisam 15; Müslim,
Kasame 27, (1677); Tirmizi, İlm 14,(2675); Nesai, Tahrim 1, (7, 82). Oysa Kur’an’da açık bir
şekilde hiçbir günahkârın bir başkasının günah yükünü yüklenmeyeceği ifade
edilir: “Doğrusu hiçbir günahkâr bir başkasının günah yükünü yüklenmez.” (Necm
Suresi 38). “Hiçbir günahkâr başkasının günahını çekmez…” (Fatır Suresi 18). Allah’tan
Başkası Gaybı Bilebilir Mi? Kur’an’a göre peygamberimiz, geçmiş ve gelecek ile
ilgili olayları içeren gaybı bilmemekte ve gaybın bilgisinin sadece Allah’a ait
olduğunu söylemektedir: “Gaybın anahtarları O’nun katındadır, O’ndan başka hiç
kimse gaybı bilmez…” (En’am Suresi 59). “De ki: ‘Ben size, Allah’ın hazineleri
yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem. Size ‘Ben meleğim’ de demiyorum. Ben sadece
bana vahyolunana uyuyorum…” (En’am Suresi 50). “De ki: Allah’ın dilemesi
dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer
gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük
dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıcı ve bir müjde
vericiden başkası değilim.” (A’raf Suresi 188). Buna rağmen kimi hadis
rivayetleri, Allah’ın apaçık ayetlerini hiçe sayan iddialarda bulunmaktan geri
kalmamışlardır: “Resulullah aramızda doğrulup, o günden kıyamete kadar olacak her
şeyden bahsetti…”Buhari, Kader 4; Müslim, Fiten 23, (2891); Ebu Davud, Fiten 1,
(4240). “Resulullah
kıyamete kadar gelecek her şeyi bana haber verdi. Onlardan her ne varsa ona
sordum. Sadece ‘Medine halkını Medine’den kim çıkaracak?’ bunu sormadım.”
Müslim, Fiten 24,
(2891).
Hesap Günü Şefaat Var Mı?
Ayetler
şefaatin sadece Allah’a ait olduğunu ifade ederler: “Şefaat, tümden ve sadece
Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü/yönetimi O’nundur. Sonunda O’na
döndürüleceksiniz.” (Zümer Suresi 44). “Din gününün ne olduğunu sana bildiren nedir?
Evet, din gününün ne olduğunu sana bildiren nedir? Bir gündür ki o, bir benlik
bir başka benlik için hiçbir şeye güç yetiremez. O gün, buyruk yalnız
Allah’ındır!” (İnfitar Suresi 17-19). Ancak hadislere bakıldığında, ayetler ile
tam anlamıyla çelişen ifadeler görülür: “Resulullah buyurdular ki: Ümmetimden (âlim,
şehit, salih) bazıları var; bir (çok kabilelere şamil bir) cemaate şefaat eder,
bazıları var bir kabileye şefaat eder; bazıları var bir bölüğe şefaat eder;
bazıları da tek bir ferde şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar”. Tirmizi, Kıyamet 11,
(2442). “Resulullah
buyurdular ki: Medine’de ölmeye muktedir olan orada ölsün. Zira ben, orada ölene
şefaat ederim.” Tirmizi, Menakıb,
(3913). “Şefaatim, ümmetimden
büyük günah işleyenler içindir. Bir adamın ateşe atılması için emir verilir. Giderken,
(dünyada) susadığı zaman su vermiş olduğu adama rastlar, onu tanır ve ona:
“Benim için şefaat etmeyecek misin?” der. Adam: “Sen de kimsin?” diye sorunca:
“Ben sana falan gün su içirmedim mi?” der. Öbürü bunu tanır ve (Allah nezdinde)
onun lehinde şefaatte bulunur. Adam da böylece geri çevrilir
ve
cennete gider.” Tirmizi, Kıyamet 11, (2437). “Kim Kur’an’ı okur, ezberler, helal kıldığı
şeyi helal kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabul ederse Allah, o
kimseyi cennete koyar. Ayrıca hepsine
cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi kılınır.” 243 Tirmizi,
Sevabul-Kur’an 13, (2907). “Hangi Müslüman’ın cenazesinde Allah’a şirk koşmamış
kırk kişi hazır bulunup namazını kılarsa Allah, onların ölü hakkındaki
şefaatini mutlaka kabul eder.” 244 Müslim, Cenaiz 59.Yine hadislerde peygamberimize iftira
edilerek ırkçılık yaptırıldığına da tanık oluruz: “Kim Arap’ı aldatırsa
şefaatime giremez ve sevgim de ona ulaşmaz.” 245 Tirmizi, Menakıb, (3924).
“Resulullah bana: Bana düşmanlık besleme, dinini terk etmiş olursun!
buyurdular. Ben: Ey Allah’ın Resulü, ben size nasıl düşmanlık beslerim? Allah hidayeti
bana sizin elinizden ulaştırdı’ dedim. ‘Arap’a düşmanlık beslersen, böylece
bana düşmanlık beslemiş olursun’ buyurdular.” 246 Tirmizi, Menakıb, (3923).Bu konudaki
bir diğer rivayet ise şu şekildedir: Resulullah buyurdular ki: “Kıyamet
gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Âdem’e gelip: “Evlatlarına
şefaat et!” diye talepte bulunacaklar. O ise: “Benim şefaat yetkim yok. Siz
İbrahim’e gidin! Çünkü o Halilullah’tır” diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim’e
gidecekler. Ancak o da: “Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa’ya gidin. Çünkü o Ruhullah’tır
ve O’nun kelamıdır!” diyecek. Bunun üzerine O’na gidecekler. O da: “Ben buna
yetkili değilim. Lakin Muhammed’e gidin!” diyecek. Böylece bana gelecekler. Ben
onlara: “Ben şefaate yetkiliyim!” diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak
için izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah’ın ilham
edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım övgüler ile Allah’a medhu senada
bulunacak, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım. Rab Teâlâ: “Ey Muhammed!
Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan
iste, talebin yerine gelecektir! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir!”
buyuracak. Ben de: “Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!” diyeceğim. Rab
Teala: “(Çabuk onların yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa tanesi
kadar iman varsa onları ateşten çıkar!” diyecek. Ben de gidip bunu yapacağım!
Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd ü senalarla hamt ve senalarda bulunacağım,
secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı söylenecek. Ben de: “Ey Rabbim!
Ümmetim! Ümmetim!” diyeceğim. Bana yine: “Var, kimlerin kalbinde hardal tanesi
kadar iman varsa onları da ateşten çıkar!” denilecek. Ben derhal gidip bunu da
yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana,
evvelki gibi: “Başını kaldır!” denilecek. Ben de kaldırıp: “Ey Rabbim! Ümmetim!
Ümmetim!” diyeceğim. Bana yine: “Var, kalbinde hardal tanesinden daha az
miktarda imanı olanları da ateşten çıkar!” denilecek. Ben gidip bunu da
yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamtlerle hamd ü senada
bulunacağım, sonra secdeye kapanacağım. Bana: “Ey Muhammed, başını kaldır ve
(dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, talebin verilecektir! Şefaat
et, şefaatin kabul edilecektir!” denilecek. Ben de: “Ey Rabbim! Bana ‘la ilahe
illallah’ diyenlere şefaat etmem için izin ver!” diyeceğim. Rab Teâlâ: “Bu
hususta yetkin yok! -veya: Bu hususta sana izin yok!- Lakin izzetim, celalim, kibriyam
ve azametim hakkı için ‘la ilahe illallah’ diyenleri de ateşten çıkaracağım!”
buyuracak.” 247
Buhari, Tevhid 36, 19, 37, Tefsir, Bakara 1, Rikak 51; Müslim, İman 322, (193).Görüldüğü
gibi rivayete göre peygamberimiz ümmetini aşama aşama ateş azabından
çıkaracaktır. Ayetler ise açık bir biçimde söz konusu rivayette iddia edilen
şeyin mümkün olmadığını ortaya koymaktadır. Ayetlerde hakkında ateş hükmü
verilmiş olan birini peygamberimizin kurtaramayacağı söylenir: “Hakkında azap
kesinleşmiş olanı, ateştekini, sen mi kurtaracaksın?” (Zümer Suresi 19). Bu
ayeti tasdikleyen ve örnek verilen rivayet ile çelişen bir başka rivayet ise şu
şekilde gelmiştir: “…Ey Hâşim oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız! Ey
Abdülmuttalib oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız! Ey Fatıma! Kendini
cehennemden kurtar! Çünkü sizi Allah’ın azabından kurtarmaya benim gücüm yetmez.”
Müslim, İmân 348, 351; Buhari, Tefsiru Sure
(26) 2; Tirmizi, Tefsiru Sure (27) 2;Görüldüğü gibi hadis rivayetlerinde iddia
edilen konuların aksini söyleyen türden rivayetler de bulmak mümkündür. Dolayısıyla
din adına önemli ve güvenilir olan, rivayetlerin nasıl geldikleri ve ne
dedikleri değil; Allah’ın ne dediğidir. Kur’an ayetleri, insanlar bu türden bir
beklenti içinde olmasınlar diye peygamberimizin Kur’an ile uyarıda bulunmasını
söylemektedir: “Rablerinin huzurunda toplanacakları günden korkanları onunla
(Kur’an ile) uyar; onların Allah’tan başka ne bir dostları ne de şefaatçileri
olur. Belki kendilerini korurlar.” (En’am Suresi 51).
Peygamberimiz Ölmeden Önce
Tüm Kadınlar İle Evlenmesi
Helal Kılınmış Mıdır?
Bir
hadiste peygamberimiz vefat etmeden önce kendisine, dünyadaki bütün kadınlarla
evlenebilmenin Allah tarafından helâl kılındığı söylenir. Tirmizi, Tefsir, Ahzab, (3214); Nesai, Nikâh 2
(6, 56). Oysa
bu konuda açık bir ayet bulunmakta ve bu hadis rivayetini yalanlamaktadır:
“Bundan sonra sana artık başka kadınlar (ile evlenmek) helal olmaz. Bunları, başka
eşlerle değiştirmek de -onların güzellikleri hoşuna gitse bile- helal olmaz…”
(Ahzab Suresi 52).
Nesai,
Vesaya 6.
Varis İçin Vasiyet Yok Mudur?
Yine
bir hadiste varis için vasiyet olmadığı ifade edilir. ( Tirmizi, Vesaya 5,
(2121); Ebu Davud, Büyu 90, (3665); Nesai, Vesaya 5, (6, 247). Kur’an ise: “Ey iman
edenler! Herhangi birinize ölüm gelip çattığında vasiyet zamanı aranızda
tanıklık şöyle olsun…” (Maide Suresi 106) diyerek açıklama yapar. Yine başka
bir ayette: “Herhangi birinize ölüm yaklaştığında eğer geriye bir değer
bırakıyorsa münasip bir biçimde anne-babaya ve yakın akrabaya vasiyet etmek
size farz kılındı…” (Bakara Suresi 180). Bir başka hadis metninde ise vasiyet
olmadığı iddiası ile çelişen bir rivayet yer alır: “Vasiyet etmeye değer bir
şeyi bulunan Müslüman’ın, vasiyeti yanında yazılı olmadan iki gece geçirmesi
doğru değildir.” ( Buhari, Vesaya 1; Müslim, Vasiyyet 1, 4; Ebu Davud, Vesaya 1;
Tirmizi, Vesaya 3; Nesai, Vesaya 1; İbn Mace, Vesaya 2). Zina Sonucu Doğan
Çocuk Babasına Varis Olamaz Mı? Bununla birlikte bir rivayette evlilik dışı
yaşanan ilişki sonucu dünyaya gelen çocuğun, babasına varis olamayacağı iddia edilmiştir:
“Resulullah buyurdular ki: Hür veya cariye bir kadınla kim zina yaparsa bundan
hâsıl olacak çocuk veled-i zinadır, ne o babasına, ne de babası ona varis
olabilir.” (
Tirmizi, Feraiz 21, (2114). Oysa evlilik dışı yaşanan bir ilişki sebebiyle doğan çocuğun bir
kabahati varmış gibi mağdur edilmesi mümkün değildir. Kur’an’da çocuklar
mirasçı kılınırken, zina sonucu doğan çocukların istisna edilmesi gibi bir
durum söz konusu değildir. İlişki evlilik dışı yaşanmış olsa da doğan çocuğun
babası o ilişkiyi yaşayan kişidir. Çocuğun babası olduğu gerçeği değişmez.
Evlilik sonucu doğan çocuk gibi hak sahibidir.
Allah’ın Kabul Edeceği Tövbe
Hangisidir?
Bir
rivayette peygamberimizin şu şekilde söylediği iddia edilmiştir: “Resulullah
buyurdular ki: İstiğfar eden (af dileyen, tövbe eden) kimse günde yetmiş kere
de tövbesinden dönse günahta musır (ısrarcı) sayılmaz.” Tirmizi, Da’avat 119, (3554); Ebu Davud, Salat
361, (1514).
Oysa Kur’an’da Allah’ın kabul edeceği tövbenin bilgisizlikle yapılan ve çok
geçmeden edilen tövbe olduğu görülmektedir: “Allah’ın, kabulünü üstlendiği
tövbe, bilgisizlikle kötülük işleyip de çok geçmeden tövbe edenler içindir.
Allah, işte böylelerinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir.” (Nisa Suresi 17). Yine Kur’an’da inananlar, hata ve günahlarında
ısrar etmeyenler olarak tanımlanırlar: “Ve onlar bir kötülük yaptıkları ya da nefislerine
zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını
dilerler; günahları da Allah’tan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar,
hatalarında bile bile, ısrar etmezler.” (Ali İmran Suresi 135).
Allah’tan Bağışlanma Dileyen
Herkesin Günahı Affedilir Mi?
Yine
başka bir rivayet de şu şekildedir: “Allah Teâlâ (buyurdu ki): Ey Âdemoğlu! Sen
bana dua ettiğin ve benden af umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok
olursa olsun, onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım. Ey Âdemoğlu!
Günahların gökleri dolduracak kadar olsa sen Benden bağışlanmanı dilersen, günahlarını
affederim. Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelsen
fakat Bana hiçbir şeyi ortak koşmamış, şirke bulaşmamış olsan, Ben de seni
yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım.” Tirmizi, Daavat 98. Rivayetten de görüldüğü
gibi işlenen günahlar ne kadar çok, ne kadar büyük ve hatta gökleri dolduracak kadar
olsa da bağışlanma dileyenin günahlarının affedileceği ifade edilmektedir. Şirk
koşulmadıkça yeryüzünü dolduracak kadar günah bile olsa bağışlanacağı kişi
ayrımı yapılmaksızın kesin ifadeler ile vadedilmektedir. Kur’an’da şirk günahı dışındaki
günahların kişinin bağışlanma dilemesi ve Allah’ın da dilemesi ile
bağışlanabileceği söylenir ancak bağışlanma dileyen herkesin günahının kesin
olarak affedileceği söylenmez: “Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları
bağışlamaz. Bunun dışında kalanlardan ise (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah’a
şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır.” (Nisa Suresi 116).
Bununla birlikte yine söz konusu rivayette işlenen günahların ne kadar büyük ve
ne kadar çok olduğuna bakılmaksızın bağışlanacağı iddia edilir. Oysa Kur’an’da
küçük kusurların affedilmesi için büyük günahlardan kaçınmanın gerekliliğine
vurgu yapılır: “Kaçınmanız emredilen büyük günahlardan uzak durursanız,
kusurlarınızı örteriz ve sizi onurlu bir makama yerleştiririz.” (Nisa Suresi
31). Şüphesiz Allah’ın rahmetinden ümit kesmemek gerekir. Ancak bu
türdenrivayetler “ne yaparsan yap sonunda af dile ve kesin olarak affedil”
şeklinde bir vaatte bulunarak Allah’ın af ve merhametini amacından
saptırmışlardır.
Hesap Günü Sadece Cehennemlikler
Mi Hesaba Çekilecektir?
Bir
rivayette şöyle söylenmektedir: “Resulullah ‘Ahirette kimin hesabı münakaşa
edilirse azaba maruz kalacak demektir!’ buyurmuşlardı. Ben: ‘Nasıl olur? Allah
Teâlâ Hazretleri (mealen): ‘O vakit kimin kitabı sağ eline verilirse; kolay bir
hesapla muhasebe edilecek ve ehline sevinçli olarak dönecek’ (İnşikak 7-9)
buyurmadı mı, (bu hesap münakaşası değil mi)?’ dedim. ‘Hayır!’ buyurdular, bu
(münakaşa değil) arzdır. Kıyamet günü hesaba çekilen herkes mutlaka helak olmuş
demektir! (
Buhari, İlm 35, Tefsir, İnşikak 1, Rikak 49; Müslim, Cennet 80, (2876); Ebu
Davud, Cenaiz 3, (3093); Tirmizi, Kıyamet 6, (2428). Söz konusu rivayetten görüldüğü gibi
peygamberler de dâhil olmak üzere herkes için geçerli olacak din günü yani
hesap günü sadece cehennemlik olanların hesaba çekileceği iddia edilmiştir.
Buna rağmen bir başka rivayette ise peygamberimizin şu şekilde söylediği iddia
edilmiştir: “Biz, dünya ehli arasında sonuncuyuz fakat Kıyamet günü birinciler
olacağız ve bütün mahlukattan önce hesapları görülüp bitirilecekler olacağız.”
Müslim, Cum’a 22, (856). Kur’an’da tek bir
istisna bile olmadan herkesin toplanıp bir araya getirileceği ve Allah’ın
huzuruna çıkarılarak hesaba çekileceği söylenir: “Dağları yürüteceğimiz gün,
yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün; onları bir arada toplamışız da, içlerinden
hiçbirini dışarda (hesap dışı) bırakmamışızdır. Hepsi, saflar halinde Rabbine
arz edilmiştir. Yemin olsun, sizi ilk kez yarattığımız gibi yine bize geldiniz.
Ama siz, sizin için hesabın görüleceği bir zaman belirlemeyeceğimizi sanmıştınız.”
(Kehf Suresi 47-48). Kur’an’da, rivayetlerde iddia edilen türden bir ayrım
olmadığı gibi, peygamberler de dâhil herkesin hesaba çekileceği ve hesap
sonrası haklarında hüküm verileceği açık bir şekilde ifade edilmiştir: “Hiç
kuşkusuz sen de öleceksin, onlar da ölecekler.
Sonra siz, kıyamet günü Rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız.” (Zümer Suresi
30-31). “Hem kendilerine ilahi mesaj gönderilenleri, hem de (onlara) ilahi
mesajı iletmekle görevli olanları elbet hesaba çekeceğiz.” (A’raf Suresi 6). “Ey
insan, gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp
durmaktasın; sonunda O’na varacaksın. Artık kimin Kitabı sağ yanından verilirse
O, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek ve kendi yakınlarına sevinç
içinde dönmüş olacaktır. Kimin Kitab’ı arka tarafından verilirse o da, helak
olmayı (yok olmayı) çağıracak. Çılgın alevli ateşe girecek.” (İnşikak Suresi
6-12). “Sonra o gün, nimetten sorguya çekileceksiniz.” (Tekasur Suresi 8).
“Kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Hiç kimseye bir haksızlık edilmez
(insanın yaptığı iş), bir hardal dânesi ağırlığınca da olsa onu getiririz. Hesap
gören olarak biz yeteriz.” (Enbiya Suresi 47). “Ölçme ve değerlendirme o gün
hakkıyla gerçekleşir; sonuçta kimin sevabı tartıda ağır gelirse işte o
kesintisiz mutluluğa erişir. Kimin (sevap) tartıları hafif gelirse işte onlar
da ayetlerimize haksızlık etmelerinden ötürü kendilerini ziyana sokanlardır.” (A’raf
Suresi 8-9). Ayetlerden açıkça görüldüğü gibi hesap günü herkes hesaba
çekilecek, iyilikleri ve kötülükleri tartılacak ve haklarında hüküm
verilecektir. Dolayısıyla rivayette iddia edildiği gibi din günü hesaba çekilen
herkesin mutlaka cehennemlik olduğu doğru değildir.
Kimse Ameli İle Cennete
Giremeyecek Mi?
Bir
rivayette peygamberimizin, kendisi de dâhil olmak üzere kimsenin kendi ameli
ile cennete giremeyeceğini söylediği iddia edilir: “…‘Unutmayın ki sizden hiç
kimseye, yaptığı amel, cenneti kazandırmayacaktır’ buyurdu. ‘Sen de mi
(amelinle cennete gidemeyeceksin) ey Allah’ın Resulü?’ dediler ‘Evet, ben de’, dedi,
‘Allah affı ve rahmeti ile muamele etmezse ben de!’( Buhari, İman 16-29,
Ezan 81, Rikak 18; Müslim, Salat 283, (782); Nesai, Kıyamu’l-Leyl 1, (3, 218);
Ebu Davud, Salat 317, (1368).Şüphesiz ne kadar hayırlı işler yaparsak yapalım sonunda
Allah’ın rahmeti ve merhametine sığınmak durumundayız. Ancak “Biz bir şey
yapsak da yapmasak da Allah rahmet edip affedecekse zaten edecek ya da
etmeyecek” şeklinde temelsiz ve ayetler ile örtüşmeyen bir tavırda olmaktan ve
Allah’ı da ne yapacağı belli olmayan bir varlık olarak görmekten sakınmak
gerekir. Çünkü Allah, hayra ve barışa yönelik işler yapan kullarını rızası ve
cennetleri ile müjdelemiş ve onlara sağlam bir vaatte bulunmuştur. Dolayısıyla
Allah’ın rızasını ve cennet mükâfatlarını hak edecek olan, yaptığı hayırlı
ameller sonucunda kişinin kendisidir. Ayetler bu duruma açıklık getirir: “İman
edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlar ise cennetin dostudurlar. Onlar da onun
içinde sürekli kalacaklardır.” (Bakara Suresi 82). “İnanıp hayra ve barışa
yönelik işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağız.
Sonsuza değin kalacaklardır orada. Allah’ın şaşmaz vaadidir bu. Söz söyleme
bakımından Allah’tan daha doğru ve tutarlı kim olabilir?” (Nisa Suresi 122).
“Allah, inanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanlara vaatte bulunmuştur: Onlar
için bir bağışlanma ve büyük bir ödül vardır.” (Maide Suresi 9). “Kim inanmış
olarak iyi işlerden yaparsa onun çalışmasına (çabasına) nankörlük edilmez (onun
bu gayreti asla görmezden gelinmez). Biz (onun çabasını) onun lehine kaydediyoruz.”
(Enbiya Suresi 94). “…Erkek olsun kadın olsun, çaba gösteren hiç kimsenin çabasını
boşa çıkarmayacağım…” (Ali İmran Suresi 195). Dolayısıyla inanan insan her daim
hayırlı işler yapmada aktif ve kararlı olmalı, Allah’ın sözünü yerine
getireceğine güven duymalı ve ben zaten kendi amelimle cenneti hak edemem demeden,
Allah’ın sözünden asla dönmeyeceğini bilip hayırlı işlerde yarışmalıdır: “…Allah,
vaadine asla ters düşmez (sözünden asla dönmez)…” (Hac Suresi 47). “…İşte
yarışanlar, bunun için yarışsınlar.” (Mutaffifin Suresi 26).
Allah İle Karşılıklı Konuşan
Şehit Sahabe
Kur’an’da
açık bir şekilde Allah’ın bir insan ile doğrudan konuşmasının mümkün olmadığı
ifade edilir: “Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey)
değildir; ancak bir vahiy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip
kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yüce olandır,
hüküm ve hikmet sahibidir.” (Şura Suresi 51). Ancak bu ayete rağmen bir
rivayette Allah’ın şehit edilen bir sahabe ile arada bir engel olmaksızın
direkt olarak konuştuğu iddia edilmiştir: “Bir defasında ben üzgün bir halde
iken Resulullah ile karşılaşmıştık. Bana: ‘Seni niye böyle üzgün görüyorum’
buyurdu. ‘Babam Uhud’da şehit düştü. Geriye bakıma muhtaç horanta ve bir de
borç bıraktı’ dedim. Bunun üzerine: ‘Allah’ın babana hazırladığı nimeti sana
müjde edeyim mi?’ dedi. Ben: ‘Evet!’ deyince: ‘Allah, hiç kimse ile yüz yüze
konuşmuş değildir, daima perde gerisinde konuşur. Ancak, babanı ihya etti ve
perdesiz konuştu: ‘Ey kulum,’ dedi. ‘Ne dilersen benden iste vereyim!’ ‘Ey
Rabbim’ dedi baban, beni dirilt, senin yolunda ikinci sefer bir daha
öldürüleyim.’ Allah Teâla hazretleri: ‘Ama ben daha önce şu hükmü koymuşum: ‘Ölenler
artık geri dönmeyecekler’ buyurdu.” Tirmizi, Tefsir Al-i İmran, (3013).
İslam Öncesi İki Kız Kardeşi
Birlikte Nikâhlayan Kişinin Durumu Nedir?
Yine
bir hadiste peygamberimize: “Ey Allah’ın Resulü, ben Müslüman olduğum zaman nikâhımda
iki kız kardeş vardı (ne yapalım?)” şeklinde bir soru sorulduğu,
peygamberimizin de “Onlardan dilediğin birini boşa!” diye emrettiği iddia
edilir. ( Ebu Davud, Talak 25,
(2245); Tirmizi, Nikah 34, (1129). Oysa Kur’an’da iki kız kardeşi aynı anda
nikâhlamak haram kılınmış ancak geçmişte kalanların müstesna olduğu ifade edilmiştir.
“…İki kız kardeşi birlikte almanız da haram kılınmıştır. Eskide kalanlar
müstesna. Allah çok affedici, çok merhametlidir.” (Nisa Suresi 23). Görüldüğü
gibi Allah rahmeti gereği kadınlardan birinin mağdur olmaması için geçmişte kalanları
bu hükme dâhil etmemiştir. Buna rağmen söz konusu hadiste peygamberimizin,
Allah’ın açık hükmü ile çelişen bir hüküm koyarak kadınlardan birini boşattığı
iddia edilmiştir. İffetsizlik Yapan Kadının Durumu Hadislerde peygamberimize söyletilen
ve inanılması mümkün olmayan birçok ifade yer alır. Örneğin bir hadiste şöyle geçmektedir:
“Bir adam Resulullah’a gelerek: ‘Ey Allah’ın Resulü! Hanımım değen eli reddetmiyor!’
dedi. Aleyhissalatu vesselam: ‘Onu uzaklaştır!’ diye emretti. Adam: ‘Nefsimin
ona takılmasından korkuyorum’ deyince: ‘Öyleyse ondan faydalan buyurdular.”260
Görüldüğü gibi peygamberimize gelen adam karısının başkaları ile de birliktelikten
sakınmadığını söylemesine rağmen peygamberimizin adama, o kadınla evliliğini
devam ettirmesini söylediği iddia ediliyor. “Tüm bunlar peygamberimize atılmış
iftiralardır” demek varken bu türden uydurmaları, sırf güvenilir kabul edilen
hadis kitaplarında geçiyorlar diye savunup yorumlamaya kalkanların kırk dereden
su getirmeye çalışarak nasıl bir duruma düştüklerini görmek de son derece
acıdır. Oysa Kur’an’a göre şayet kadın iffetsiz davranışlarda bulunuyorsa ne
yapılması gerektiği açık bir şekilde ifade edilmiştir: “Erkekler; kadınları
gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını bazılarından
üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz
kadınlar saygılıdırlar; Allah’ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken
şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce
öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları evden
çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size saygılı
davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir,
sınırsızca büyüktür.” (Nisa Suresi 34). Yine ayetlerde, zina eden kadın ve erkeğin
inananlar tarafından nikâhlanamayacağı açık şekilde ifade edilmiştir: “Zina
eden erkek, zina eden ya da müşrik olan bir kadından başkasını nikâhlayamaz;
zina eden kadını da zina eden ya da müşrik olan bir erkekten başkası
nikâhlayamaz. Bu, inananlara haram kılınmıştır.” (Nur Suresi 3).
Kırmızı Elbise Giymenin Hükmü
Nedir?
Rivayetlerde
peygamberimizin kırmızı renkli elbise giymeyi
yasakladığı
iddia edilir. Bir rivayette ise üzerinde kırmızı
260
Ebu Davud, Nikâh 4, (2049); Nesai, Nikâh 12, (6, 67).
renkli
elbise var diye kendisine selam veren birinin selamını
almadığı
iddia edilerek peygamberimize iftira edilmiştir. Söz
konusu
rivayet şu şekildedir: “Üzerinde kırmızı renkli iki
giyecek
bulunan bir adam geldi ve Resulullah’a selam verdi.
Ama
adamın selamını almadı.”261 Oysa bilindiği gibi Kur’an
ayetleri
açık bir şekilde, bize selam veren birine daha güzeli
ile
ya da aynı şekilde selam vermemizi söyler: “Bir selamla
selamlandığınızda,
siz ondan daha güzeliyle selam verin ya
da
aynıyla karşılık verin…” (Nisa Suresi 86). Görüldüğü gibi
âlemlere
rahmet olarak gönderilmiş ve insanlara karşı büyük
bir
hoşgörü ve nezaket sahibi olan peygamberimiz, söz konusu
rivayette
kaba bir bedevi gibi gösterilmeye çalışılmış ve Allah’ın
haram
etmediği bir rengi haram sayan ve bu sebeple kendisine
verilen
selamı almayarak selam veren kişiden yüz çeviren biri
olarak
gösterilmiştir. Bununla birlikte kırmızı renk ile ilgili
hadislerin
kendi aralarındaki çelişkilerini de görmek mümkündür.
Örneğin
bir rivayette peygamberimizin kırmızı bir sarık taktığı
ifade
edilmiştir: “Resulullah’ı abdest alırken gördüm. Üzerinde
çizgili
kırmızı bir sarık vardı. Elini sarığın altına soktu, başının
ön
kısmını mesh etti, sarığını çözmedi.”262 Bir başka rivayet ise
şu
şekildedir: “Kabrinde Resulullah’ın altına kırmızı bir kadife
kondu.”263
Bir diğer rivayette ise peygamberimizin kırmızı bir
elbise
giydiği söylenmiştir: “Resulullah orta boylu idi. Ben onu
kırmızı
bir elbise içinde gördüm; hayatımda Resul-i Ekrem’den
daha
güzel hiçbir şey görmedim.”264 Başka bir r ivayet ise şu
şekildedir:
“…Peygamberi Mekke’de Ebtah denilen yerde
deriden
yapılmış kırmızı çadırında gördüm. Bilâl, elinde Resul-i
Ekrem’in
abdest aldığı su kabı ile çadırdan çıktı. Sahabilerden
bazısı
o su ile vücudunu ıslatıyor, bazısı da avuçla alıyorlardı. O
261
Ebu Davud, Libas 20, (4069); Tirmizi, Edeb 45, (2808).
262
Ebu Davud, Taharet 57, (147).
263
Tirmizi, Cenaiz 55, (1048); Nesai, Cenaiz 88, (4, 81); Müslim, Cenaiz 91,
(967).
264
Buhari, Menakıb 23, Libas 35; Müslim, Fezail 91; Nesai, Zinet 59.
HADİ
SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 193
esnada
Resul-i Ekrem üzerinde kırmızı bir elbise ile dışarı çıktı.
Bembeyaz
baldırları hâlâ gözümün önündedir…”265 Kırmızı renk
ile
ilgili rivayetlerin kendi aralarında çeliştikleri ortadadır. Ayrıca
peygamberimizin
abdest aldığı su ile sahabelerin vücutlarını
ıslattıklarının
ve suyu avuçladıklarının iddia edilmesiyle hem
peygamberimize
hem de sahabeye iftira edilmiştir.
Çocuğun Cinsiyetini Kim
Belirler?
Hadis
rivayetlerinde iddia edilen birçok şeyin Kur’an ile ve kendi
aralarında
çeliştiği açık bir şekilde görülmektedir. Bazı rivayetler
ise
hem Kur’an ile hem de bilimsel gerçekler ile çelişmektedirler.
Örneğin
bir rivayette peygamberimiz kendisine çeşitli sorular
soran
bir Yahudinin sorularını cevaplamakta ve rivayetin son
kısmındaki
bir soruda şöyle söylemektedir: “…‘Sana çocuktan
soracağım’
dedi. Aleyhissalatu vesselam: ‘Erkeğin suyu beyazdır.
Kadının
suyu ise sarıdır. İkisi birleşir ve erkeğin menisi kadının
menisine
üstün gelirse Allah’ın izniyle çocuk erkek olur. Kadının
menisi
erkeğin menisine üstün gelirse çocuk Allah’ın izniyle kız
olur’
buyurdular. Yahudi: ‘Vallahi doğru söyledin! Sen gerçekten
hak
peygambersin’ dedi ve ayrıldı. Resulullah: ‘Bu adam bana
soracağını
sordu. Ben bunlardan bir şey bilmiyordum. Ancak
Allah
onları bana bildirdi’ buyurdular.”266
Görüldüğü
gibi söz konusu rivayette peygamberimiz yapmış
olduğu
açıklamanın Allah tarafından kendisine bildirildiğini
söylemektedir.
Oysa bilimsel olarak çocuğun cinsiyetini, erkekten
gelen
sperm belirler. Allah, Kur’an’da bu gerçeğe dikkat çeker:
“Gerçekten
de O, erkek ve dişi olarak iki çifti yaratandır.
Akıtılan
meninin bir damlasından.” (Necm Suresi 45-46). “İnsan
başıboş
bırakılacağını mı sanıyor? Kendisi dökülmüş menide
bir
damla değil miydi?” (Kıyamet Suresi 36-37). “Akıttığınız
265
Buhari, Salat 17, Vudu 40, Libas 42; Müslim, Salat 249; Ebu Davud, Salat 34.
266
Müslim, Hayz 34, (315).
meniyi
gördünüz mü? Onları sizler mi yaratıyorsunuz,
yoksa
yaratıcısı biz miyiz?” (Vakıa Suresi 58-59). Ayetlerden
de
görüldüğü gibi söz konusu rivayette peygamberimize iftira
edilmekle
yetinilmemiş bir de Allah’a iftira edilmiştir.
Esnemek Şeytandan Mıdır?
Allah’ın
insanda yaratmış olduğu doğal hallerin kimi rivayetlerde
şeytan
işi olarak sunulduğu görülmektedir. Örneğin bir rivayette
peygamberimizin
esnemenin şeytandan olduğunu söylediği
iddia
edilmiştir: “Şüphesiz Allah aksıranı sever fakat esneyeni
sevmez.
Sizden biriniz aksırır ve Allah Teâlâ’ya hamdederse
onun
hamdini işiten her müslümanın yerhamükellah demesi
üzerine
bir vecibedir. Esnemeye gelince, o şeytandandır. Sizden
birinizin
esnemesi geldiği zaman, onu gücü yettiği kadar
engellemeye
çalışsın. Çünkü sizden biriniz esnediği zaman şeytan
ona
güler.”267 Görüldüğü gibi Kur’an’da hiçbir temeli olmayan,
üstelik
insan için gayet doğal olan bir durum, şeytani bir şey gibi
gösterilmiştir.
Bilimsel olarak yapılan araştırmalarda esnemenin,
beyni
serinlettiği ve daha randımanlı çalışmasını sağladığı tespit
edilmiştir.
Araştırmacılar, esnemenin öncelikli amacının beyin
sıcaklığını
kontrol altına almak olduğunu açıklıyorlar. Bulgulardan
hareketle
uykudan önce ve sonra niçin esnediğimiz, niçin belirli
hastalıkların
esnemeye yol açtığı, burundan nefes aldığımızda
ve
alnımız serinleyince esnemenin niçin durduğu gibi esneme
hakkındaki
çeşitli sırları çözdüğünü belirtiyorlar. Binghamton
Üniversitesi
Biyoloji Bölümündeki araştırmacıların esneme ile
ilgili
yaptıkları açıklama dikkat çekicidir: “Beyin bilgisayarlar
gibidir.
Serinlediği zaman daha iyi çalışır. Esnemek de beyni
serinletiyor
ve dolayısıyla daha randımanlı çalışmasına yol
açıyor.
Başka bir deyişle esneme bilgisayarlardaki vantilatörün
işlevini
görüyor.”
267
Buhari, Edeb 125, 128; Tirmizi, Edeb 7.
Peygamberimiz
Bir Yahudi Tarafından
Büyülenmiş Midir?
Hadislerde
peygamberimizin Medine’de bir Yahudi tarafından
büyülendiği,
günlerce, hatta bazı rivayetlerde altı ay boyunca ne
yaptığını
bilmez durumda ortalıkta dolaştığı iddia edilirken,268
Kur’an
bu yakıştırmanın zulmedenler tarafından peygamberimize
yapıldığına
dikkat çeker: “Zulmedenler dedi ki: Siz olsa olsa
büyülenmiş
bir adama uyuyorsunuz.” (Furkan Suresi 8).
Yine
ayetlerde açıkça dikkat çekilir: “Sen, Rabbinin nimetiyle
bir
mecnun değilsin.” (Kalem Suresi 2). “Biz onların seni
dinlerken
nasıl dinlediklerini çok iyi biliriz. Birbirleri ile
fısıldaşırken
de o zalimlerin: ‘Siz büyülenmiş bir adamdan
başkasına
uymuyorsunuz!’ dediklerini de çok iyi biliriz biz.”
(İsra
Suresi 47). Ancak birçok konuda olduğu gibi bu konuda da
güvenilir
hadisleri topladıkları zannedilen kişiler, apaçık Kur’an
ayetlerine
rağmen kitaplarında bu türden yakışıksız iddia ve
ifadelere
yer vermişlerdir. Muhammed Gazali, bu hadis rivayeti
ile
ilgili çok anlamlı bir yaklaşımda bulunur: “Şimdi biz kime
inanalım?
Kur’an’a mı, yoksa bir Yahudi’nin Resulullah’a büyü
yaptığını
nakleden Buhari’ye mi?”
Arkasından Ağlanması Sebebiyle
Ölüye Azap Edilir Mi?
Bazı
hadislerde, ölünün, ailesinin ya da birilerinin kendisi için
ağlamasından
dolayı azaba uğratılacağı söylenir. Bir rivayet:
“Şüphesiz,
ailesinin kendisine ağlaması sebebiyle ölüye azap
edilir.”269
şeklindedir. Bir diğer rivayette ise ailesi yerine dirilerin
ifadesi
yer alır: “Şüphesiz, dirilerin ağlaması sebebiyle ölüye
azap
edilir.”270 Oysa Kur’an: “Doğrusu hiçbir günahkâr bir
başkasının
günah yükünü yüklenmez.” (Necm Suresi 38)
268
Buhari, Tıbb 47, 49, 50, Cizye 14, Edeb 56; Müslim, Selam 43, (2189).
269
Buhari, Cenaiz 33; Müslim, Cenaiz 16, 22.
270
Buhari, Cenaiz 32, 34; Müslim, Cenaiz 19, 24; Nesai, Cenaiz 15; İbn Mace,
Cenaiz
54.
diyerek
bu iddianın doğru olamayacağını net bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Bununla birlikte başka bir rivayette Hz. Aişe’nin
söz
konusu iddianın Hz. Ömer tarafından yanlış anlaşılmış
olduğunu
söyleyerek peygamberimizin gerçekte ne söylediğini
rivayet
ettiği görülür: “…Ömer: ‘Ey Süheyb bana mı ağlıyorsun’
Aleyhissalatu
vesselam: ‘Ölü, ehlinin kendi üzerine ağlaması
sebebiyle
azap görür’ buyurdu! dedi. İbnu Abbas der ki: ‘Hz.
Ömer
öldüğü zaman bunu Hz. Aişe’ye hatırlatmıştım. Şöyle
dedi:
‘Allah Ömer’e rahmet buyursun! Vallahi Resulullah:
‘Allah,
mümine, ehlinin üzerine ağlaması sebebiyle azap verir’
demedi.
Lakin Resulullah: ‘Allah, kâfirin azabını, ehlinin üzerine
ağlamasıyla
artırır’ buyurdular. Hz. Aişe sözlerine şöyle devam
etti:
Size Kur’an yeter. Orada ‘Hiçbir günahkâr başkasının
günahını
yüklenmez.’ (Fatır Suresi 18) buyrulmuştur.”271 Hz.
Ömer’in
peygamberimizden, oğlunun da Hz. Ömer’den rivayet
ettiği
böylesine önemli bir konunun, Hz. Aişe’den gelen rivayet
ile
farklı şekilde sunulduğu görülmektedir. Kur’an’dan hiçbir
dayanağı
olmadığı için peygamberimizin bu türden iddialarda
bulunmayacağı
açıktır. Buna rağmen güvenilir kabul edilen
kaynaklarda,
peygamberimizin en yakınındaki kişilere isnat
edilen
rivayetlerin bile çelişkili ve farklı şekilde rivayet edildiği
görülmektedir.
Oruç Bozmanın Kefareti Nedir?
Hadis
rivayetlerinde ve yaygın olarak neredeyse bütün dini
içerikli
kitaplarda bilerek oruç bozmanın cezasının altmış bir
gün
oruç tutmak olduğu iddia edilmiştir. Bu inanç halk arasında
da
oldukça yaygındır. Bir rivayette oruçlu olduğu halde nefsine
yenilerek
eşi ile birlikte olan bir adamın peygamberimize geldiği
ve
ne yapacağını sorduğu anlatılır. Buna göre peygamberimizin
yapabileceğini
söylediği şeylerden birinin iki ay üst üste oruç
271
Buhari, Cenaiz 33; Müslim, Cenaiz 22, (928); Nesai, Cenaiz 15, (4, 18, 19).
tutmak
olduğu iddia edilmiştir.272 Buna rağmen bir diğer
rivayette
ilk rivayet ile çelişecek şekilde nafile orucu tutmaya
niyet
eden Hz. Aişe ve Hz. Hafsa’nın, oruçlu oldukları halde
kendilerine
ikram edilen yemekleri bilerek yedikleri ve durumu
peygamberimize
bildirmeleri üzerine peygamberimizin onlara
“Bunun
yerine bir başka gün kaza orucu tutun!” dediği iddia
edilmiştir.273
Oruç bozmanın kefareti olarak iki ay peş peşe oruç
tutulmasının
söylediği ilk rivayette bu orucun Ramazan orucu
olup
olmadığına dair bir bilgi yoktur. Dolayısıyla iki rivayetteki
oruçlu
olma durumu eşittir.
Oysa
Kur’an’da tutulamayan oruçların, tutulamadıkları
gün
sayısınca başka günlerde tutulmaları söylenmiştir: “Sayılı
günlerde...
Sizden kim hasta ya da yolcu olursa tutmadığı sayısı
kadar
diğer günlerde (oruç tutar) ve (bunlar arasından) ona
gücü
yetenler üzerine, bir yoksulu doyuracak fidye gerekir;
Kim
daha fazla hayır işlerse kendisi için daha yararlı olur,
ama
-eğer bilirseniz- oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
(O
sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, insanlığa rehber olan,
bu
rehberliğin apaçık belgelerini taşıyan ve hakkı batıldan
ayıran
Kur’an işte bu ayda indirilmiştir. Sizden biri bu aya
ulaştığında
oruç tutsun; hasta ya da yolcu olan kimse de başka
günlerde
kaza etsin! Allah sizin için kolaylık ister, sizi zora
koşmak
istemez; oruç günlerinin sayısını tamamlamanızı, sizi
doğru
yola ulaştırdığı için O’nu yüceltmenizi ve şükretmenizi
ister.”
(Bakara Suresi 184-185). Görüldüğü gibi tutulamayan gün
sayısı
kadar başka günlerde tutulması söylenmektedir. Yani bir
günün
karşılığı altmış bir gün değil sadece bir gündür.
Kur’an’da
oruç ile ilgili ayetlere bakıldığında oruç tutulması
gereken
Ramazan ayının günlerinde oruçlu olma süresi içinde
272
Buhari, Savm 29, 31, Hibe 20, Nafakat 13, Edeb 68, 95, Kefaretu’l-Eyman 3, 4,
Hudud
26; Müslim, Sıyam 81, (1111); Ebu Davud, Savm 37, (2390, 2391, 2392,
2393);
Tirmizi, Savm 28, (724).
273
Ebu Davud, Savm 73, (2457); Tirmizi, Savm 36, (735).
yemek,
içmek ve cinsel ilişkide bulunmanın yasaklandığı
görülmektedir.
Dolayısıyla oruçlu olunması gereken süre içinde
bunlardan
birini yapan kişi, orucunu tamamlayamamış yani
o
günkü orucunu tutmamış olur. Oruç tutmanın daha hayırlı
olduğunun
vurgulanması, oruçlu kalınması gereken süre
içinde
bu yasakları ihlal etmemekte titiz olunması gerektiğini
göstermektedir.
Ancak bir kişi nefsine yenilerek bilerek ya da
bilmeyerek
de olsa orucunu tamamlayamazsa bunun cezası iki ay
üst
üste oruç tutmak değil, tutmadığı gün sayısınca başka günde
tutmaktır.
Allah, Ramazan ayını oruçlu geçirmemizi söylediğine
göre
hiç şüphesiz keyfi bir şekilde Ramazan günlerinin orucunu
tutmayarak
başka günlere ya da örneğin daha kısa günlere
bırakmak
mümkün değildir. Ramazan ayı içinde tutulacak
oruç
haklı bir gerekçe yokken bırakılarak başka günlerde kaza
edilecek
oruçtan çok daha hayırlı olacaktır.
Şeytan ve Şeytane Olan
Hayvanlar Var Mıdır?
Hadislerde
peygamberimizin devenin şeytan,274 siyah köpeğin
şeytan,275
güvercinin şeytane276 olduğunu söylediği iddia edilmiştir.
Oysa
örneğin deve Kur’an’da Allah’ın bir ayeti (mucizesi)
olarak
sunulur: “…İşte şu, Allah’ın devesi. Sizin için bir ayet
(mucize).
Rahat bırakın onu, Allah’ın toprağında otlasın…”
(A’raf
Suresi 73). “Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı?”
(Gaşiye
Suresi 17). Yine hadislerde siyah köpeğin şeytan olduğu,
av
ve çoban köpeği dışında bütün köpeklerin öldürülmelerinin
gerektiği277
söylense de Kur’an’da Ashab-ı Kehf (Mağara Grubu)
olarak
geçen ve Allah’a teslim olmuş Müslümanlardan oluşan
kişilerin
beraberlerinde köpekleri olduğuna dikkat çekilir: “Sen
274
Ebu Davud, Salat 25, (493).
275
Müslim, Salat 265, (510); Ebu Davud, Salat 110, (702); Tirmizi, Salat 253,
(338);
Nesai,
Kıble 7, (2, 63); İbn Mace, İkametu’s-Salat 38, (952).
276
Ebu Davud, Edeb 65, (4940); İbn Mace, Edeb 44, (3766).
277
Buhari, Bed’ü’l-Halk 14; Müslim, Musakat 45, (1570); Tirmizi, Sayd 4, (1488);
Nesai,
Sayd 9, (7,184).
HADİ
SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 199
onları
uyanıktırlar sanırsın; oysaki onlar uykudadırlar.
Onları
sağ tarafa da sol tarafa da çeviririz. Köpekleri de iki
kolunu
girişe uzatıp yaymıştır…” (Kehf Suresi 18).
Yine
hadislerde güvercinin şeytane olduğu iddia edilir. Ancak
Kur’an,
ayrım yapmaksızın kuşları Allah’ın ayetleri olarak gösterir:
“Gök
boşluğunda, bir emre boyun eğdirilmiş olan kuşlara
bakmadılar
mı? Onları Allah’tan başkası tutmuyor. Bunda,
inanan
bir topluluk için elbette ki ayetler (mucizeler) vardır.”
(Nahl
Suresi 79). Yine kuşların kendilerine özgü şekilde Allah’ı
anıp
yücelttikleri ifade edilir: “Görmedin mi, göklerdeki ve
yerdeki
şuurlular da bölük bölük olmuş kuşlar da Allah’ı
tespih
etmektedir. Her biri kendine özgü duasını, kendine
özgü
tespihini bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını
çok
iyi bilmektedir.” (Nur Suresi 41). Görüldüğü gibi hadis
rivayetlerinde
peygamberimize söylettirilen sözler Allah’ın apaçık
ayetleri
ile örtüşmeyen ve aynı zamanda peygamberimizi her
anlamda
itibarsızlaştıran türden ifadeler içermektedir.
İçinde
Resim ve Köpek Olan Eve Melekler Girmez Mi?
Hadis
rivayetlerinde içinde resim ve köpek olan eve meleklerin
girmeyeceği
gibi garip iddialarda bulunulmuştur. Konu ile ilgili
bir
rivayet şu şekildedir: “Resulullah buyurdular ki: Melekler,
içerisinde
köpek ve timsaller bulunan eve girmezler.” 278 Buhari, Libas 92, 88, Bed’ül-Halk 6,14,
Megazi 11; Müslim, Libas 102, (2606); Ebu Davud, Libas 48, (4155); Tirmizi,
Edeb 44, (2805); Nesai, Zinet 112, (8, 212, 213); Başka bir rivayet ise cünüp olan ifadesi eklenerek şu
şekilde gelmiştir:
“Resulullah
buyurdular ki: İçerisinde resim, cünüp ve köpek bulunan eve melekler girmez.”
Ebu Davud, Taharet 90, (227), Libas 48, (4152);
Nesai, Taharet 168, (1, 141), SaydHatta bir rivayette Cebrail’in peygamberimize geldiği
ancak evde köpek ve perdelerin üzerinde resim olduğu için eve girmediği iddia
edilmiştir: “Resulullah buyurdular ki: Bana Cibril geldi ve: ‘Dün sana
gelmiştim (ama yanına girmedim). Girmeyişimin sebebi de üzerinde timsaller
bulunan perde bezi idi. Orada bir de köpek vardı, kapının üzerinde de insan
resimleri bulunuyordu. Timsallerin başlarının koparılmasını emret ki ağaç
şekline dönsün. Örtüden ayak altına atılacak iki minder yapılmasını, köpeğin de
dışarı çıkarılmasını söyle!’ Bu söylenenler yapıldı.” 280 Müslim, Libas 102
(2112); Ebu Davud, Libas 48, (4158); Tirmizi, Edeb 44, (2807); Görüldüğü gibi
peygamberimizin ağzından bu türlü temelsiz iddialar uydurmaktan geri kalınmamıştır.
İçinde köpek ve resim olan eve meleklerin girmeyeceğini iddia etmek aynı
zamanda evinde resim ve köpek olan kimselerin, evlerinin içindeyken ölmelerinin
mümkün olmadığını iddia etmektir. Çünkü ölen kişinin canını almak için melekler
görevlendirilmişlerdir. Üstelik söz konusu hadis rivayetinde bunların rahmet
melekleri olduğuna dair bir bilgi yoktur. Genel olarak tüm melekleri
kapsamaktadır. Diğer rivayette görüldüğü gibi vahiy meleği de buna dâhil
edilmiştir. Bu anlayışa göre ölüm melekleri canını teslim almak üzere geldikleri
kişinin evden dışarı çıkmasını beklemelidirler. Yani bir anlamda kapısının
önünde nöbet tutmalıdırlar. Uydurulan dinin, dini ne hale getirdiğini anlamak
zor olmasa gerek. Kur’an açık bir şekilde ifade eder: “Allah, süresi dolan
hiçbir canı ertelemez. Allah, yaptıklarınızı haber alandır.” (Münafikun Suresi
11).
Dinde Baskı ve Zorlama Var
Mıdır?
Hadislerde
dinini değiştirenin kanının helal olduğu, öldürülmesi
gerektiği
söylenir. 281
Buhari, Diyat 6; Müslim, Kasame 25, (1676); Ebu Davud, Hudud 1, (4352);
Tirmizi,Yine örneğin bir hadis rivayeti: “Resulullah buyurdular ki: Yedi yaşına
geldi mi çocuğa namazı emredin, on yaşına geldi mi kılmadığı takdirde dövün.”
Ebu Davud, Salat 26, (494); Tirmizi, Salat 299,
(407).
şeklindedir. Ancak Kur’an: “Dinde baskı, zorlama yoktur…” (Bakara Suresi 256) der
ve öte taraftan yine peygamberimize: “Sen onların üstüne bir zorba değilsin. O
halde, benim tehdidimden korkanlara Kur’an ile öğüt ver.” (Kaf Suresi 45)
şeklinde uyarıda bulunur. Bu türden ayetlerin Müslüman ailede doğan ya da
Müslüman olmuş kişiler için değil, Müslüman olmayanlar için olduğu iddia edilir.
Oysa ayetlerde bu iddiayı destekleyecek en ufak bir delil ve vurgu bulunmaz. Bu
türden iddialar, ayetlerin anlamlarını saptırmanın, daraltmanın ya da keyfi
şekilde anlamanın bir sonucudur. Başka bir rivayette de peygamberimize öyle bir
iftirada bulunulmuştur ki söz konusu bu iftiranın, Kur’an’ın bize tanıttığı Hz.
Muhammed’in yapacağı ya da yapmak isteyeceği en son şeylerden biri olduğunu anlamak
zor değildir. Söz konusu rivayet şu şekildedir: “Resulullah şöyle buyurdu:
“Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederek söylüyorum, içimden
öyle geçiyor ki, odun toplamayı emredeyim, odun yığılsın. Sonra namazı emredeyim,
ezan okunsun. Daha sonra bir adama cemaate imam olmasını emredeyim. En sonunda
cemaate gelmeyen adamlara gidip onlar içindeyken evlerini yakayım.” Buhari, Ahkam 52, Ezan
29; Müslim, Mesacid 251-254; Tirmizi, Salat 48; Nesai,İmamet 49. Şimdi bu rivayetleri
peygamberimize isnat edenlere sormak gerekir: Allah’ın apaçık ayetlerine ve
âlemlere rahmet olarak gönderilmesine rağmen, peygamberimizin cemaatle namaza gelmeyenleri
evlerinde yakmak istemiş olacağına inanılabilir mi? Kur’an’a göre gönderilen
elçiler insanlar üzerinde baskı ve zorbalık yapmak için değil sadece Allah’ın ayetlerini
hatırlatarak uyarıda bulunmak ve doğru yolda olmaya çabalayanları müjdelemek
için görevlendirilirler: “Biz elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak
göndeririz…” (Kehf Suresi 56). “Yüz çevirirlerse Biz seni onlar üzerine bekçi
göndermedik. Sana düşen, tebliğden başkası değildir.” (Şura Suresi 48). Allah’ın
emrettiği şey namazın kılınmasıdır. Cuma namazı dışında, kişinin namazını nerede
kılacağı, kendi tercihine bırakılmıştır. Mescide gitmeye ve cemaatle bir arada
olmaya özendirmek için bu türlü temelsiz iddialarda bulunmak Allah’a ve
resulüne iftira etmek demektir. Kişi namazını nerede daha huşu içinde
kılabiliyorsa orada kılar. Ancak maalesef rivayetlerde cemaate katılmadan
evinde namaz kılan kişi sapkın olarak gösterilmiş hatta cemaatle namaza
gelmeyenlerin iki kişi zoruyla namaza getirilerek safa durdurulduğu
söylenmiştir: “Yarın Allah’a Müslüman olarak kavuşmak isteyen kimse, şu
namazlara ezan okunan yerde devam etsin. Şüphesiz ki Allah Teâlâ sizin peygamberinize
hidayet yollarını açıklamıştır. Bu namazlar da hidayet yollarındandır. Şayet siz
de cemaati terk edip namazı evinde kılan şu adam gibi namazları evinizde
kılacak olursanız, peygamberinizin sünnetini terk etmiş olursunuz.
Peygamberinizin sünnetini terk ederseniz sapıklığa düşmüş olursunuz. Vallahi
ben, nifakı bilinen bir münafıktan başka namazdan geri kalanımız olmadığını
görmüşümdür. Allah’a yemin ederim ki, bir adam iki kişi arasında sallanarak
namaza getirilir ve safa durdurulurdu.” Müslim,
Mesacid 256, 257; Ebu Davud, Salat 46; Nesai, İmamet 50; İbn Mace, Mesacid 14.Yine Allah’ın apaçık
ayetlerine ve Kur’an’da ancak nefsi müdafaa söz konusu ise savaşılabileceği
gerçeğine rağmen peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilmiştir: “Ben,
insanlarla Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna
şehadet edip, namazı tastamam kılıp, zekâtı hakkıyla verinceye kadar savaşmakla
emrolundum. Bunları yaptıkları zaman kanlarını ve mallarını benden korumuş
olurlar.” (
Buhari,
İman 17, 28, Salat 28, Zekat 1, İ’tisâm 2, 28; Müslim, İman 32-36; EbuDavud,
Cihad 95; Tirmizi, Tefsîru sure (88); Nesai, Zekat 3; İbn Mace, Fiten 1-3. Yine başka bir
rivayette namazı terk edenin kâfir olacağını söylediği iddia edilmiştir:
“Resulullah buyurdular ki: Kâfirlerle aramızı ayıran fark, kılmayı taahhüt
ettiğimiz namazdır. Kim namazı terk ederse kâfir olur.” (Tirmizi, İman 9, (2623);
Nesai, Salat 8, (1, 231, 232); İbn Mace, Salat 77, (1079).İşte bu tür rivayetleri
delil gösteren mezheplere göre namaz kılmamakta ısrar edenin dövülmesi ve
öldürülmesi yönünde fetvalar verilmiştir. Örneğin Hanefi mezhebindeki yaygın
görüşe göre namaz kılmakta gevşeklik gösteren ya da kılmamakta ısrar eden
kişinin dövüleceğine, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezheplerindeki yaygın görüşe
göre ise kılmamakta ısrar eden kişinin dinden çıkıp mürtet olduğuna ve
öldürülmesi gerektiğine hükmedilmiştir. Peygamberimizin bu türden şeyler
söylediğini ve mezheplerin ortaya koymuş oldukları hükümleri haklı çıkartacak
bir uygulamasının olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Çünkü Allah’ın Resulü,
resulü olduğu Rabbinin ayetleri ile çelişmez, o ayetlere aykırı davranmaz, o ayetlere
uygun olmayacak sözler söylemez. Peygamberimizin bu konuda nasıl davranmış
olacağı çok açıktır: “Eğer seninle çekişip tartışırlarsa de ki: ‘Ben, bana
uyanlarla birlikte, kendimi Allah’a teslim ettim.’ Ve kitap verilenlerle (Ehli
Kitap) ümmilere (Kitap bilgisi olmayanlar) de ki: ‘Siz de teslim oldunuz mu?’
Eğer teslim oldularsa gerçekten doğru yolu bulmuşlardır. Fakat yüz çevirdilerse
artık sana düşen yalnızca tebliğ etmektir. Allah, kulları hakkıyla görendir.”
(Ali İmran Suresi 20). Yine Kur’an açık bir şekilde şöyle söyler
peygamberimize: “Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici,
bir hatırlatıcısın. Sen onları (inanmaya) zorlayamazsın.” (Gaşiye Suresi
21-22). “Bunlar, apaçık olan Kitab’ın ayetleridir. Onlar inanan olmayacaklar
diye neredeyse kendini kahredeceksin (öyle mi?)” (Şuara Suresi 2-3). “…O halde
tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer.” (Rad Suresi 40). “Yüz çevirirlerse
Biz seni onlar üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen, tebliğden başkası
değildir.” (Şura Suresi 48). Peygamberlerin ve inananların görevi Allah’ın
ayetlerini en güzel şekilde hayatlarına yansıtarak örnek olmak ve insanları
Allah’ın ayetlerine davet ederek onlara iyi ve güzel olanı hatırlatmaktır.
Bunun dışında inanması ya da dini gereklilikleri yerine getirmesi noktasında kimse
zorlanamaz. Buna kişinin en yakınları da dâhildir. “Şüphesiz ki sen sevdiğin
herkesi doğru yola yöneltemezsin. Fakat Allah (isteyenin) doğru yola
yönelmesini diler. Zira O kimin doğru yola girmek istediğini çok iyi bilir.”
(Kasas
Suresi
56).
Peygamberimizin Kur’an Dışında
Dini Hükümler
Bildirdiği Bir Kaynağı Var
Mıydı?
Bir
hadis rivayetinde peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilir: “Bana Kur’an ve
bir o kadarı daha verildi. Yakında karnı tok, koltuğuna yaslanmış birisi, ‘Size
Kur’an yeter; onda neyi helal bulursanız onu helal kabul ediniz. Onda neyi
haram bulursanız, onu da haram biliniz’ diyecek. Şunu iyi bilin ki, Allah’ın
Resulü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.” Ebu Davud, Sünnet, 6,
(4604); Tirmizi, İlm 60, (2666); İbn Mace, Mukaddime 2,(12) Söz konusu hadis rivayetinde
peygamberimizin böyle söylediği iddia edilse de gerçekte ne söylediğini
Kur’an’da görmek mümkündür: “De ki: Bana vahyolunanlar içinde, bu haram dediklerinizi
yiyecek birine yasaklanmış bir şey bulamıyorum. Yalnız şunlardan biri olursa başka:
leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o bir pisliktir- Allah’tan başkası adına
boğazlanmış bir murdar…” (En’am Suresi 145). Ayette, insanların bir şekilde kafalarına
göre birtakım şeylerin yenilmesini haram kıldıkları, bunun üzerine de
peygamberimize Allah’ın ayetlerinde bildirmiş oldukları dışında yenilmesi haram
olan bir şeyi göremediğini söylemesi buyurulmaktadır. Ayet bu kadar açık
olmasına rağmen rivayet edilen hadisler yoluyla ortaya konulan yenilmesi haram
olanlar listesi son derece kalabalıktır. Bununla birlikte söz konusu bu hadis rivayeti
ile birebir çelişen ve aynı kaynaklarda yer alan iki ayrı rivayet
bulunmaktadır. Bu hadis rivayetlerine göre peygamberimizin şöyle söylediği
iddia edilir: “Allah’ın Kitabı’nda helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır.
Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve
bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir.” Ebu Davud Etime 39; Tırmizi Libas 6 “Bazılarına ne oluyor
ki, Allah’ın Kitabı’nda bulunmayan birtakım şartlar koşuyor? Her kim Allah’ın
Kitabı’nda bulunmayan bir şeyi şart koşarsa o şart geçersizdir, isterse yüz
şart koşsun. Allah’ın belirlediği şart uyulmaya daha hak sahibi ve daha
sağlamdır.” Buhari, Mesacid 70, Zekat 61, Büyu 67, 73, Itk
10, Mekatib 2, 3, 4, 5, Hibe 7, Şurut3, 10, 13, 17, Talak 16, Kefaratü’l-iman
8, Feraiz 19, 20, 22, 23; Müslim, Itk 5, (1504); Ebu Davud, Itk 2, (3929-3930);
Nesai, 85, 86 (7, 300); Tirmizi, Büyu 33, (1256), Vesaya 7, (2125); İbn Mace,
Itk 3, (2521).
Söz konusu bu örnekler, ayetleri desteklemek için değil, hadis rivayetlerinin kendi
aralarında çelişen versiyonlarının olduğunun dolayısıyla Kur’an gibi güvenilir
olamayacaklarının gösterilmesi için kullanılmaktadır. Yoksa Allah’ın
ayetlerinin, rivayetlerin desteğine ihtiyacı yoktur.
Altın ve İpek Haram Mıdır?
Hadislerde
ipek gibi bazı kumaşların ve eşyaların Kur’an’dan hiçbir dayanağı olmamasına
rağmen haram kılındıkları görülmektedir. Bununla birlikte örneğin ipeğin herkese
mi yoksa sadece erkeklere mi haram kılındığını tespit etmek de mümkün değildir.
Çünkü bazı hadis kitapları erkek ve kadın arasında ayrım yapmadan rivayette
bulunurken, diğer kaynaklarda kadınlara helal erkeklere haram olduğu
söylenmektedir. Örneğin Buhari ve Müslim’de geçen konu ile ilgili iki rivayet
şu şekilde gelmiştir: “Resulullah buyurdular ki: Dünyada ipeği, ahirette nasibi
olmayanlar giyer.” 290 Buhari, Libas, 25; Müslim, Libas 6, (2068). Benzer bir
rivayet de şu şekildedir: “Resulullah buyurdular ki: İpeği dünyada giyen,
ahirette giyemez.” ( Buhari, Libas 25; Müslim, Libas 23, (2075). Yine altın ve gümüş kaplardan
bir şey yenilip içilmesinin yasaklandığı bir diğer rivayette de kadın erkek ayrımı
yapılmadan ipek giymenin yasaklandığı görülmektedir: “Resulullah’ın şöyle
dediğini işittim: İpek ve ibrişim elbise giymeyin. Altın ve gümüş kaplardan su içmeyin,
onlarda yemek yemeyin. Zira bu iki şey dünyada onlar (kâfirler), ahirette de
sizin içindir.” ( Buhari, Et’ime 28, Eşribe 28, Libas 25; Müslim, Libas 4,
(2067); Tirmizi, Eşribe 10 (1879); Ebu Davud, Eşribe 17 (3723); Nesai, Zinet
87, (8, 198, 199); İbn Mace, Eşribe 17, (3414). İpeğin erkeklere haram kılındığı doğrudan bir
ifade ile Ebu Davud ve Tirmizi’de geçmektedir: “Resulullah bir miktar ipek alıp
sağ avucuna koydu, bir miktar da altın alıp sol eline koydu sonra da: ‘Şu iki
şey ümmetimin erkek kısmına haramdır’ buyurdu.” ( Ebu Davud, Libas 14, (4057). Tirmizi, Libas 1. Buhari
ve Müslim esas alındığında ipek kullanımının kadınlara da haram edilmiş olması
gerekir. Görüldüğü gibi bu konuda da hadis kitapları ve rivayetler kendi aralarında
çelişkilidir. Kur’an ayetlerinin birbirini açıklama ve tamamlamasında olduğu
gibi hadislerin birbirini tamamlaması söz konusu değildir. Dolayısıyla Buhari
ve Müslim’deki bir hadisi anlamak için Ebu Davud ve Tirmizi’deki bir hadise başvurulamaz.
Bu rivayetler farklı şekillerde gelmiş ve farklı kaydedilmişlerdir. Oysa
Kur’an’da bu şekilde bir haram ve kadın erkek ayrımı olmadığı gibi aksine
Allah’ın yaratmış olduğu süs eşyaları ve temiz rızıkların Allah’tan başka kimse
tarafından haram kılınamayacağı ve hadislerde ifade edilenin tam aksine
bunların sadece ahirette değil dünyada da inananlar için olduğu ifade edilir: “De
ki: Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti? De
ki: O, dünya hayatında inananlarındır, kıyamet günü de yalnız onlarındır. İşte
biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz.” (A’raf Suresi 32).
Yine özellikle mescitlere giderken ya da hayırlı ve güzel işlere yönelirken
güzel giysiler kuşanılması söylenir ve herhangi bir kumaş ayrımı yapılmaz: “Ey
âdemoğulları! Tüm mescitlerde süslü, güzel giysilerinizi kuşanın. Yiyin, için
fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez.” (A’raf Suresi 31). Gerek
giysi gerekse diğer gereksinimler için kullanılan ve doğadan edindiğimiz
hammaddeler ile ürettiğimiz kumaşların aralarında ayrım yapılmaksızın Allah’ın
lütuf ve rahmeti ile bize ikram edildiklerini görmekteyiz: “Allah size,
evlerinizi oturma yeri yaptı ve size hayvan derilerinden, göç gününüzde (yolculukta)
ve ikamet gününüzde (oturma zamanlarınızda) kolayca kullanacağınız hafif evler
(çadırlar, portatif evler) ve yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir
süreye kadar (kullanacağınız) giyilecek, döşenecek eşya ve geçimlik (ticaret
malı) yaptı. Allah, sizin için yarattığı şeylerden gölgeler kıldı. Dağlarda da sizin
için barınaklar, siperler kıldı, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, sizi
savaşınızda (zorluklara karşı) koruyacak giyimlikler de var etti. İşte O, üzerinizdeki
nimetini böyle tamamlamaktadır, umulur ki teslim olursunuz.” (Nahl Suresi
80-81).
Hadislere Göre Altın,
Kadınlara Da Haramdır
Görüldüğü
gibi bazı hadislerde altın ve ipek kullanımının ümmetin
kadınlarına
helal, erkeklerine ise haram olduğu söylenmiş,
bazılarında
ise cinsiyet ayrımı yapılmaksızın haram denmiştir.
Bununla
birlikte aynı kaynaklarda altının kadınlara da haram
olduğuna
dair hadis rivayetleri vardır. Söz konusu hadislerde
kadınlara
süs eşyalarının gümüşten olmasının söylendiği ve
altınla
süslenip onu gösteren kadınların mutlaka onunla azaba
maruz
kalacakları iddia edilir: “Resulullah buyurdular ki: Ey
kadınlar
cemaati! Süs eşyanız gümüşten olmalıdır. Sizden hangi
kadın
altınla süslenir ve onu izhar eder (yabancıya gösterirse),
mutlaka
onunla azaba maruz kalır.”294 Başka bir rivayet de şu
şekildedir:
“Her kim sevdiğine ateşten bir yüzük takmaktan
hoşlanırsa
ona altından bir yüzük taksın. Her kim sevdiğine
ateşten
bir gerdanlık takmaktan hoşlanırsa ona altından bir
gerdanlık
taksın. Her kim sevdiğine ateşten bir bilezik takmaktan
hoşlanırsa
ona altından bir bilezik taksın. Ancak size lazım olan
gümüştür
onu takınız’ buyurdu.”295
Yine
altından yüzük, bilezik ve gerdanlık takan kadınların,
ateşten
yüzük, bilezik ve gerdanlık taktıkları iddia edilmiştir:
“Bir
kadın Resulullah’a gelerek sordu: ‘İki altın bilezik hakkında
ne
dersiniz, (takayım mı?)’ ‘Ateşten iki bileziktir, (takmayın!)’
deyip
cevap verdi. Kadın devamla: ‘Pekâlâ altın gerdanlığa (ne
dersiniz?)’
diye sordu. Resulullah’tan yine: ‘Ateşten bir gerdanlık!’
cevabını
aldı. O, yine sordu: ‘Bir çift altın küpeye ne dersiniz?’
‘Ateşten
bir çift küpe!’ Kadında bir çift altın bilezik vardı. Onları
çıkarıp
attı ve: ‘(Ey Allah’ın Resulü), kadın kocası için süslenmezse
onun
yanında kıymeti düşer’ dedi. Resulullah: ‘Sizden birine,
gümüş
küpeler takınmasından, bunları za’feran veya abir ile
sarartmasından
kimse engel olmaz!’ cevabını verdi.”296 Bu da,
hadislerin
hem Kur’an ile hem de kendi aralarında çelişkilerine
ayrı
bir örnektir.
Bir
diğer rivayet ise şu şekilde gelmiştir: “Resulullah’ın
yanına
Fatıma Bintu Hübeyre, elinde altından iri yüzükler (Feth)
olduğu
halde gelmişti. Hz. Peygamber, kadının ellerine vurmaya
başladı,
Fatıma da hemen (oradan sıvışıp) Resulullah’ın kerimeleri
Fatımatu’z-Zehra’nın
yanına girdi. Ona Resulullah’ın kendisine
olan
davranışını anlattı. Bunun üzerine Hz. Fatıma boynundaki
altın
zinciri çıkarıp: ‘Bunu bana Hasan’ın babası Hz. Ali hediye
etti’
dedi. Zincir daha elinde iken Resulullah yanlarına girdi ve
294
Ebu Davud, Hatem 8, (4237); Nesai, Zinet 39, (8, 156, 157).
295
Ebu Davud, Hatem 8, (4236).
296
Nesai, Zinet 39, (8,159).
HADİ
SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 209
şunu
söyledi: ‘Ey Fatıma! Halkın: ‘Resulullah’ın kızının elinde
ateşten
bir zincir var!’ demesi seni memnun eder mi?’ dedi ve
böyle
diyerek oturmadan geri dönüp gitti. Bunun üzerine Fatıma
zinciri
çarşıya gönderip sattırdı, parasıyla bir köle satın aldı ve
onu
azad etti. Bu olanlar Resulullah’a anlatılınca: ‘Fatıma’yı
ateşten
kurtaran Allah’a hamdolsun.’ buyurdular.”297 Hadisleri
dinin
kaynağı olarak kabul edenlerin eşlerine ve kızlarına aldıkları
altınlar,
kadınlarını ise taktıkları altınlar için tövbe ederek altınları
elden
çıkarmaları ve gümüş ile yetinmeleri gerekir.
Cuma
Namazı İçin Gusül Abdesti Almak Gerekli Midir?
Bilindiği
gibi Kur’an’a göre gusül yani boy abdesti olarak
bilinen
abdestin alınması, eşler arası cinsel ilişki sonrasında
gerekli
olan bir durumdur: “…Eğer cünüpseniz (cinsel ilişkiye
girmişseniz)
yıkanın (gusledin)…” (Maide Suresi 6). Buna
rağmen
hadis rivayetlerinde Cuma namazı için gusül abdesti
alınmasının
gerekli olduğu iddia edilmiştir: “Resulullah şöyle
buyurdu:
Biriniz cuma namazına gideceği zaman boy abdesti
alsın.”298
“Resulullah şöyle buyurdu: Her buluğa eren kimsenin
cuma
günü boy abdesti alması gereklidir.”299 “Resulullah şöyle
buyurdu:
Bir kimse cuma günü cünüplükten temizleniyormuş
gibi
boy abdesti aldıktan sonra erkenden cuma namazına giderse
bir
deve kurban etmiş gibi sevap kazanır.”300 Oysa Kur’an’da
Cuma
namazı için çağrı yapıldığı zaman namaza gidilmesini
söyleyen
ayette gusül abdesti alınarak gidilmesinin gerektiğine
dair
bir ifade yer almaz: “Ey iman edenler, cuma günü namaz
için
çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun
297
Nesai, Zinet 39, (8,158).
298
Buhari, Cum’a 2, 5, 12; Müslim, Cum’a 1, 2, 4; Tirmizi, Cum’a 3; Nesai, Cum’a,
7,
25;
İbn Mace, İkamet, 80.
299
Buhari, Ezan 161, Cum’a 2, 3, 12; Müslim, Cum’a 5, 7; Ebu Davud, Taharet 127;
Nesai,
Cum’a 2, 6, 8, 11; İbn Mace, İkamet 80.
300
Buhari, Cum’a 4; Müslim, Cum’a 10; Ebu Davud, Taharet 127; Tirmizi, Cum’a 6;
Nesai,
Cum’a 14.
210
ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
ve
alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha
hayırlıdır.”
(Cuma Suresi 9).
Peygamberimiz
Gemiye Binmeyi Yasaklamış Olabilir Mi?
Bir
hadis rivayetinde peygamberimizin hac, umre ya da cihat
amaçları
dışında gemiye binmeyin dediği iddia edilmiştir: “Resulullah
buyurdular
ki: Hac veya umre veya Allah yolunda cihat maksatları
dışında
gemiye binme. Zira denizin altında ateş, ateşin altında da
deniz
vardır.”301 Buna rağmen başka bir rivayette gemiye binme
o
denli abartılmıştır ki gemi tutması sebebiyle kusana bile şehit
sevabı
olduğu iddia edilmiştir: “Resulullah buyurdular ki: Deniz
tutması
sebebiyle (gemide) kusan kimseye şehit sevabı verilir.
Boğularak
ölene de iki şehit sevabı vardır.”302 Bu türden rivayetler
hem
kendi aralarında çelişmektedirler hem de peygamberimizin
böyle
şeyler söylemeyeceği açıktır. Gemi, geçmişten günümüze
hem
insan hem de yük taşımacılığında kullanılan ve kolaylık
sağlayan
bir ulaşım aracıdır. Hac, umre ve cihat dışında pek çok
alanda
kullanımı söz konusudur. Özellikle İstanbul gibi deniz
ulaşımının
yaygın olduğu yerlerde yaşayan ve hadisleri dinin
kaynağı
olarak kabul edenlerin bu rivayet sebebiyle gemiye
binmemeleri
ve ulaşımlarını deniz yolu dışında gerçekleştirmeleri
gerekir.
Peygamberimize iftira edilmek suretiyle ortaya atılan bu
türden
saçma iddialar, ancak hadis rivayetlerinde olur.
Kur’an’da
gemilerin insanların hizmetine sunulan nimetlerden
olduğu
görülmektedir: “Şu bir gerçek ki göklerin ve yerin
yaratılışında,
gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde,
insanların
yararı için denizde yüzüp giden gemilerde…
aklını
işleten bir topluluk için sayısız izler-işaretler-ibretler
vardır.”
(Bakara Suresi 164). “Allah odur ki, gökleri ve yeri
yarattı.
Gökten bir su indirdi de onunla size rızık olarak
301
Ebu Davud, Cihad 9, (2489).
302
Ebu Davud, Cihad 10, (2493).
HADİ
SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 211
türlü
meyveler çıkardı. Emriyle denizde akıp gitmeleri için
gemileri
hizmetinize verdi. Irmakları da emrinize verdi.”
(İbrahim
Suresi 32). “Rabbiniz odur ki, lütfundan nasip
arayasınız
diye sizin için denizde gemiler yürütüyor. O, size
karşı
gerçekten çok merhametlidir.” (İsra Suresi 66).
Görüldüğü
gibi uydurulan din, Allah’ın apaçık ayetlerinin,
helal
ve haramların, hesaba çekilmenin, cennet ve cehenneme
girmenin
oyuncağa çevrildiği bir dindir. İnsanların büyük
çoğunluğu
Kur’an okumadığı gibi hadislerden de haberdar
değildir.
Bu sebeple birçok insan, hiç bilmedikleri Kur’an’ı
yetersiz
görmekte ve hiç bilmedikleri hadislere iman etmektedir.
Koşulsuz
şartsız, Kur’an’a arz etmeden yani Kur’an’ın onayından
geçirmeden
hadislere iman edenler öncelikle hadis kitaplarının
içinde
nasıl iddialar olduğunu bilmelidirler. Kur’an’daki bunca
apaçık
ayete rağmen hadisleri savunanların:
Dinden
çıkanın öldürülmesi gerektiğini, namaz kılmamakta
ve
oruç tutmamakta ısrar edenin öldürülmesi gerektiğini, içki
içmekte
ısrar edenin dövülmesi, devam ederse beşinci seferden
sonra
öldürülmesi gerektiğini söylemeleri, ailelerindeki kadınları
ve
kızları sünnet ettirmeleri, deve idrarı içip şifa bulduklarını
kanıtlamaları,
bulaşıcı hastalığın olmadığını iddia etmeleri,
peygamberimizin
tükürüğü ile yemekleri herkese fazlasıyla
yetecek
şekilde arttırdığını, peygamberimizin bir Yahudi
tarafından
büyülenip günlerce ne yaptığını bilmez bir halde
ortalıkta
dolaştığını, yapmadığı bir şeyi yaptığı, yaptığı bir şeyi
de
yapmadığı vehmine kapıldığını ve şu an elimizde bulunan
Kur’an’da
bazı ayetlerin eksik olduğu gibi Kur’an’a uygun olmayan
birçok
şeyi kabul etmeleri gerekir.
212
ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
Bu
Hadis Rivayetlerine Nasıl Güvenebilirsiniz?
Hem
kendi aralarında hem de Kur’an ayetleri ile çelişen hadis
örneklerinde
görüldüğü gibi Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu
Davud,
Nesai ve İbn Mace gibi kişiler tarafından derlendiği ve
Kur’an’dan
sonra en güvenilir kaynaklar oldukları kabul edilen
söz
konusu hadis kitaplarında uydurma oldukları son derece açık
olan
birçok rivayet yer almaktadır. Bu kısımda hem Kur’an ile
hem
de akıl, mantık ve yaratılışımız ile çelişen türden hadisler
ele
alınacaktır. Çalışmanın sınırları göz önünde bulundurularak,
bu
türden rivayetlerin sadece bir kısmı, kısa başlıklar altında,
başlığının
dışındaki konuları da içerecek şekilde sıralanacaktır.
Dinini
Değiştirenin Öldürülmesi
Kur’an’da
açık bir şekilde: “Dinde baskı, zorlama yoktur…”
(Bakara
Suresi 256) denilir ve öte taraftan yine peygamberimize:
“Sen
onların üstüne bir zorba değilsin. O halde, benim
tehdidimden
korkanlara Kur’an ile öğüt ver.” (Kaf Suresi 45)
şeklinde
uyarılarda bulunulur. Kur’an’da, Allah’a inanmayan, dinini
değiştiren,
namaz ve oruç gibi ibadetleri yerine getirmeyen ya
da
yasak olmasına rağmen içki içmeye devam eden kişiler için
hiçbir
dünyevi ceza ve yaptırım uygulaması bulunmamaktadır.
Buna
rağmen güvenilir kabul edilen kaynaklarda yer alan hadis
rivayetleri
ile Allah’ın ayetleri hiçe sayılarak dinde olmayan
yaptırımlar
uydurulmuştur.
Hadis
rivayetlerinde peygamberimizin: “Dinini değiştireni
öldürün”303
dediği ve yine başka bir rivayette dinini terk ederek
cemaatten
ayrılan bir Müslüman’ın kanının helal olacağı yani
ölüm
cezasını hak edecek üç suçtan birini işlediğini söylediği
iddia
edilmiştir.304 Bir başka rivayet ise şu şekilde gelmiştir:
“Hz.
Ali’nin bir topluluğu ateşte yakarak cezalandırdığı haberi
303
Buhari, İstitabetü’l-Mürteddin 2.
304
Buhari, Diyat 6; Müslim, Kasame 25, (1676); Ebu Davud, Hudud 1, (4352);
Tirmizi,
Diyat
10, (1402); Nesai, Tahrim 5, (7, 90, 91), Kasame 5, (8, 13).
HADİ
SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 213
İbn
Abbas’a ulaşınca: “Ben olsaydım, onları yakmazdım; zira
peygamber:
“Allah’ın azabıyla azaplandırmayın” buyurmuştur.
Peygamber
“men bedelde dinehû fektulûhu” (Dinini değiştireni
öldürün)”
buyurduğu için, ben de mutlaka onları öldürürdüm.”305
Oysa
Kur’an’a göre, dinini değiştiren bir kişinin öldürülmesi
mümkün
değildir. Kur’an’da dinden dönenler ile ilgili ifadelerin
yer
aldığı ayetler son derece açıktır. Bunların hiçbirinde dinden
dönen
kişinin öldürülmesi söylenmez: “Ey inananlar! İçinizden
kim
dininden dönerse şunu bilsin: Allah, yakında, kendilerini
sevdiği
ve kendisini seven, müminlere karşı boynu bükük,
kâfirlere
karşı başı dik bir topluluk getirecektir. Bunlar
Allah
yolunda savaşırlar, hiçbir kınayanın kınamasından
korkmazlar.
Bu, Allah’ın, dilediğine yönelttiği bir lütuftur.
Allah,
yaratılışı ve yarattıklarını genişletir, her şeyi bilir.”
(Maide
Suresi 54). Yine başka bir ayette şu şekilde bir ifade
yer
alır: “…Sizden kim dininden döner de kâfir olarak
ölürse
öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette
de
boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli
kalacaklardır.”
(Bakara Suresi 217).
Yine
Ali İmran suresindeki ayetlerde, kendilerine apaçık deliller
gelip
de iman ettikten sonra inkâr eden ve dinden dönenlerin
cezalarının
öldürülmek olmadığı, manevi anlamda Allah’ın,
meleklerinin
ve tüm insanların lanetine uğramaları olduğu ifade
edilir
ve hallerini düzeltenler için Allah’ın affediciliğine vurgu
yapılır:
“Kim Allah’a teslimiyetten başka bir din ararsa bu
kendisinden
asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden
olacaktır.
İmanlarından, resulün hak olduğuna tanıklık
ettikten
ve kendilerine ayan-beyan deliller geldikten sonra
küfre
sapmış bir topluluğa Allah nasıl kılavuzluk eder? Allah,
zalimler
topluluğuna yol göstermez. İşte onların cezası: Allah’ın,
meleklerin
ve bütün insanların laneti onların üzerinedir! O
305
Buhari, Cihad 149; İstitabetü’l-Mürteddin 1; Ebu Davud, Hudud 1; Tirmizi, Hudud
25;
Nesai, Tahrim 14; İbn Mace, Hudud 2.
214
ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
lanet
içinde sürekli kalacaklardır. Ne azap hafifletilecektir
onlardan
ne de yüzlerine bakılacaktır onların. Ondan sonra
tövbe
edip hallerini düzeltenler müstesna. Hiç şüphesiz, Allah,
çok
affedici, çok merhametlidir.” (Ali İmran Suresi 85-89). Dinini
değiştirdiği
için öldürülen birinin sonradan halini düzeltmeye
fırsatı
olmayacağı açıktır. Allah’ın bunca apaçık ayetine rağmen
bu
türden hadis rivayetlerini uydurarak peygamberimize iftira
edenlerin
bu iddialarının hesabını veremeyecekleri de son derece
açıktır.
“Hayır; çünkü o (Kur’an), bir öğüttür. Artık dileyen,
onu
düşünüp öğüt alsın.” (Abese Suresi 11-12).
Namazı
Terk Edenin ve
İçki
İçmekte Israr Edenin Öldürülmesi
Bununla
birlikte hadis rivayetlerinde sadece dinden dönenin
öldürülmesi
değil aynı zamanda namaz kılmayı bırakanın inkâr
ve
şirke bulaştığı ve kanının helal olacağı,306 içki içenin dördüncü
sefere
kadar kamçılanarak dövülmesi, buna rağmen içmekte ısrar
ederse
öldürülmesi söylenmiştir.307 Oysa bu türden iddiaların
Kur’an’da
hiçbir temeli bulunmamaktadır. Herhangi bir ibadeti
yapmayan
ya da örneğin içki içen biri için öngörülen bir ceza
bulunmamaktadır.
İmtihan dünyasında olduğumuz için Kur’an’ın
ortaya
koymuş olduğu meşru zeminler içinde insanların günah
işleme
ve dilerse Allah’a kulluk etmeme özgürlükleri vardır.
Kimse
baskı ile iman ettirilemeyeceği gibi, bir ibadeti yapmaya
da
zorlanamaz. Herkes hesabını Allah’a verecektir. İnananlara
düşen,
Allah’ın ayetlerine, en doğru ve en güzel şekilde davet
ederek
tavsiyede bulunmaktır. Gerisi kişinin kendisine kalmıştır.
“Gerçekten
de, bu (Kur’an) elbette bir öğüttür. Dileyen onu
düşünür,
öğüt alır.” (Müddessir Suresi 54-55).
306
Müslim, İman 134, (82); İbn Mace, Salat 77, (1078). Tirmizi, İman 2, (2611);
Ebu
Davud,
Cihad 104, (2641).
307
Ebu Davud, Hudud 37, (4482); Tirmizi, Hudud 15, (1444).
HADİ
SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 215
Hırsızlık
Yapanın Öldürülmesi
Yine
hadis rivayetlerinde peygamberimizin hırsızlık yapanın
öldürülmesini
emrettiğine dair iddialar bulunmaktadır. Söz konusu
rivayete
göre peygamberimiz hırsızlık yapanın her seferinde
öldürülmesini
söylemiş, her seferinde elleri ve ayakları kesilmiş
ve
beşinci seferden sonra öldürülmüştür: “Resulullah’a bir hırsız
getirilmişti.
‘Öldürün onu!’ diye emretti. Kendisine: ‘Ey Allah’ın
Resulü,
bu adam sadece çaldı’ denildi. Bunun üzerine ‘Öyleyse
(elini)
kesin!’ dedi ve derhal eli kesildi. Sonra aynı adam ikinci
sefer
getirildi. Yine: ‘Öldürün onu!’ diye emretti. Kendisine: ‘Ey
Allah’ın
Resulü, bu adam hırsızlık yaptı’ dendi. Bunun üzerine
‘Öyleyse
kesin!’ dedi ve derhal (sol ayağı) kesildi. Sonra üçüncü
sefer
getirildi ve hırsızlık yaptığı söylendi. Hz. Peygamber:
‘Öldürün
onu!’ diye emretti. Kendisine: ‘Ey Allah’ın Resulü,
bu
adam hırsızlık yaptı’ denildi. Bunun üzerine: ‘(Sol elini)
kesin!’
diye emretti. Sonra aynı adamı dördüncü kere getirdiler.
‘Öldürün
onu!’ buyurdu. Kendisine: ‘Ey Allah’ın Resulü, bu
adam
hırsızlık yaptı’ dediler. Bunun üzerine ‘(Sağ ayağını da)
kesin!’
diye emir buyurdu. Aynı adam beşinci sefer getirildi. Hz.
Peygamber:
‘Öldürün onu’ diye emretti. Hz. Cabir der ki: Adamı
götürüp
öldürdük. Sonra sürüyerek götürüp bir kuyuya attık.
Üzerini
de taşla doldurduk.”308 Peygamberimizin hırsızlık yapan
kişinin
öldürülmesini söylemesinin mümkün olmadığı açıktır.
Bu
büyük bir iftiradır. Kur’an’a göre hırsızlık yapan kişinin
hırsızlık
yapmasına engel olunacak şekilde imkânları elinden
alınarak
gerektiğinde yapılan hırsızlığın boyutuna göre çizerek
kanatmaktan
koparmaya kadar bir ceza uygulanabilir. Ancak
hiçbir
şekilde öldürülmesi söz konusu değildir. Ayrıca bu tür
hadisler
peygamberimizi Kur’an ile bildirilenlerden habersiz biri
gibi
göstermektedir. Peygamberimizin Kur’an’da açıkça belirtilmiş
bir
hükümden habersiz olması veya o hükme rağmen farklı bir
308
Ebu Davud, Hudud 20, (4410); Nesai, Sarik 15, 890-91.
216
ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
uygulamada
bulunması mümkün değildir. Öte taraftan yaptığı
hırsızlıklar
sebebiyle iki kolu ve bir bacağı kesilmiş olmasına
rağmen
aynı kişinin dördüncü sefer nasıl hırsızlık yapabildiği
ve
hatta ikinci ayağı da kesilmesine rağmen yani iki kolu ve
iki
ayağı olmadan beşinci sefer hırsızlık suçunu işleyebilmesi
aklın
sınırlarını zorlamaktadır. Benzer birçok hadis rivayetindeki
tutarsızlıkları
gördükten sonra bu rivayette iddia edilenlere de
şaşırmamak
gerekir.
Cinsel
Suçlar İşleyenlerin Öldürülmesi
Hadis
rivayetlerinde cinsel suçlara yönelik uygulamaların da
Kur’an
ayetleri ile çelişen durumlar ortaya çıkardığı görülmektedir.
Bunların
başında zina cezası gelmektedir. Kur’an’da açık bir
şekilde
ortalık yerde yani alenen zina edenlere (evli ya da
bekâr
olmalarına bakılmaksızın) yüz celde cezası uygulanması
öngörülmüştür.
Celde cildin altına geçmeyecek şekilde hafif
vuruşları
ifade etmektedir. Buradaki amaç kişiyi dövmek değil,
ortalık
yerde zina yapan biri olarak teşhir etmektir. Üstelik bu
cezanın
uygulanması, yapılan zina günahının affedildiği anlamına
da
gelmemektedir. Yapılan zinaların hesabı, hesap günü Allah’a
verilecektir.
Bu uygulamayı zina suçunun alenileştirilmesini önlemek
için
anlamak daha doğru olacaktır. İlgili ayet şu şekildedir: “Zina
eden
kadın ve zina eden erkek: işte bunlardan her biri için,
etkisi
cilt ile sınırlı yüz vuruş yapın; eğer Allah’a ve Ahiret
Günü’ne
inanıyorsanız, o ikisine olan acıma duygunuz sizi
Allah’ın
hükmünü uygulamaktan alıkoymasın; inananlardan
bir
grup da onların cezalandırılmasına tanık olsun.” (Nur
Suresi
2). Ayetten de açık bir şekilde görüldüğü gibi zina eden
erkek
ve kadının hiçbir şekilde öldürülmeleri söz konusu değildir.
Buna
rağmen zina cezasının recmedilmek yani taşlanarak
öldürülmek
olduğuyla ilgili rivayetler bulunmaktadır. Üstelik
bazı
rivayetlerde bu cezanın aslında bir ayet olarak indirildiği
HADİ
SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 217
iddia
edilmiştir. Konu ile ilgili bir rivayet şu şekildedir: “(Hz.
Ömer):
Allah Teâlâ Hazretleri Muhammed’e hak (din ile) gönderdi
ve
O’na Kitaba indirdi. Bu indirilenler arasında recm ayeti de
vardı!
Biz bu ayeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resulullah
zina
yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik
ettik.
Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince,
bazıları
çıkıp: “Biz Kitabullah’ta recm cezasını görmüyoruz
(deyip
inkâra sapabilecek ve) Allah’ın Kitabı’nda indirdiği bir
farzı
terk ederek dalalete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve
erkekten
evli olanların zinaları -delil veya hamilelik veya itiraf
yoluyla-
sübut bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken
Kitabullah’ta
mevcut bir haktır. Allah’a yeminle söylüyorum,
eğer
insanlar: “Ömer Allah Teâla’nın kitabına ilavede bulundu”
demeyecek
olsalar, recm ayetini (Kitabullah’a) yazardım.”309
Görüldüğü
gibi rivayetlerde bu cezanın bir ayet olduğu
iddia
edilerek açık bir şekilde iftira edilmiştir. Allah’ın Kitabı
Kur’an’da,
böyle bir ayet olmadığı açıktır. Ya Allah’ın Kitabı’nı
koruyacağına
dair vaadine ve Kur’an’ın korunmuş olduğuna
dair
kendi içindeki delillerine inanarak bu rivayetlerin yalan
ve
iftira olduğunu söyleyecek ya da bu rivayetlere inanarak
Allah’ın
Kitabı’nı koruyamamış olduğunu yani şu an elimizde
olan
Kur’an’ın eksik olduğunu söyleyeceğiz.
Bazı
rivayetlerde peygamberimizin de recm cezasını uyguladığı
iddia
edilerek kendisine iftirada bulunulmuştur: “Resulullah’a
Cüheyneli,
zinadan hamile kalmış bir kadın geldi ve: “Ey Allah’ın
Resulü!
Ben bir hadd cürmü işledim, cezasını bana tatbik et”
dedi.
Resulullah da kadının velisini çağırıp: “Buna iyi muamelede
bulunun.
Çocuğu doğurunca kadını bana getirin!” buyurdu.
Velisi
öyle yaptı. (Doğumdan sonra gelince) Resulullah kadının
elbisesini
üzerine bağlamalarını emretti. Sonra taşlamalarını
309
Buhari, Hudud 31, 30, Mezalim 19, Menakibu’l-Ensar 46, Megazi 21, İ’tisam, 16;
Müslim,
Hudud 15. (1691); Tirmizi, Hudud 7, (1431); Ebu Davud, Hudud 23,
(4418).
218
ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
söyledi
ve taşlandı.”310 “Resulullah zina yapmış olan bir kimse
için
celde ile hadd tatbik edilmesini emretti. Sonra, onun muhsan
(evli)
olduğu bildirildi. Bu sefer recmedilmesini emretti ve
recmedildi.”311
Hz.
Ali’ye de ayrı bir rivayette iftira edilmiştir: “Hz. Ali,
kadını
recmettiği zaman onu perşembe günü dövdü, cuma
günü
de recmetti. Ve şunu söyledi: Ona Kitabullah (ın hükmü)
ile
celde, Resulullah’ın sünneti ile de recm tatbik ettim.”312 Bu
rivayete
bakıldığında ise Kur’an’ın zina için öngördüğü cezanın
recm
değil aksine celde olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu
rivayet
ile recm cezasının ayet olduğunu iddia eden rivayetler
birbiri
ile çelişmektedir. Bununla birlikte Allah’ın koymuş olduğu
bir
hüküm varken ve üstelik bu hüküm ölüm cezasına nazaran
oldukça
hafif bir hükümken, zina edenin taşlanarak öldürülmesinin
peygamberimizin
sünneti olarak gösterilmesi ve üstelik Hz.
Ali’nin
de buna uygun olarak uygulamada bulunduğunun iddia
edilmesi
apaçık bir iftiradır. Hz. Ömer’in ayet olduğunu bildiği
ve
hükmünün devam ettiğini söylediği bir uygulamanın, Hz. Ali
tarafından
bilinmemesinin mümkün olmadığı açıktır. Görüldüğü
gibi
bu türden rivayetler ile Allah’a, Kur’an’a, peygamberimize
ve
hayatını Allah yoluna adamış Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi
inananlara
açıkça iftira edilmekten çekinilmemiştir.
Bunun
yanında hür inanan kadınlar ile evlenmeye güç
yetiremeyenlerin
inanmış köle kızlarından biriyle evlenmesinin
söylendiği
Nisa suresinde şayet evlenilen bu kadınlar fuhşa
bulaşıp
bir zina ederlerse onlara hür kadınlara uygulanacak olan
cezanın
yarısının uygulanması söylenir: “…Evliliğe geçtikten
sonra
bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınlara uygulanan
cezanın
yarısı uygulanacaktır...” (Nisa Suresi 25). Recm
310
Müslim, Hudud 24, (1696); Tirmizi, Hudud 9, (1435); Ebu Davud, Hudud 25,
(4440,
4441); Nesai, Cenaiz 64, (4, 63).
311
Ebu Davud, Hudud 24, (4438, 4439).
312
Buhari, Hudud 21.
HADİ
SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 219
yani
taşlayarak öldürme cezasının yarısının uygulanmayacağı
açıktır.
Dolayısıyla bu uygulama da alenen zina eden erkek ve
kadına
uygulanacak cezanın yüz celde cezası olduğu gerçeğini
desteklemektedir.
Bir
başka rivayette ise peygamberimizin, babasının daha
önce
evlenmiş olduğu bir kadın ile birliktelik yaşayan bir
kişinin
öldürülmesini emrettiği iddia edilmiştir: “Dayım Ebu
Bürde
İbnu Niyar -beraberinde bir bayrak olduğu halde- bana
uğradı.
Kendisine nereye gideceğini sordum. ‘Resulullah, bana
babasının
hanımıyla evlenen bir adamın kellesini getirmemi
(ve
malına da el koymamı) emretti, ona gidiyorum’ diye cevap
verdi.”313
Peygamberimizin bu türden bir eylemde bulunan kişinin
öldürülmesini
emrettiği iddiasının iftira olduğu açıktır. Ayette
babalarınızın
daha önce evlendiği kadınlar ile evlenmeyin denilir
ve
bunun çirkin bir eylem olduğu ifade edilir. Ancak bu eylemi
yapanı
öldürün şeklinde bir ceza emredilmez: “Babalarınızın
daha
önce evlenmiş olduğu kadınlarla evlenmeyin, ama
geçmişte
olanlar geçmişte kalmıştır. Bu, kesinlikle utanç
verici
bir fiildir, çirkin bir şeydir ve kötü bir yoldur.” (Nisa
Suresi
22).
Bir
rivayette de peygamberimizin, cariye eşlerinden birine
temas
etmekle itham edilen bir adamı öldürtmek üzere Hz. Ali’yi
görevlendirdiği
iddia edilmiştir: “Bir adam, Resulullah’ın ümmü
veledine
(çocuk sahibi olduğu cariyesine) temas etmekle itham
edilmişti.
Resulullah, Hz. Ali’ye : ‘Git boynunu vur!’ diye emretti.
Hz.
Ali, adama geldiği vakit, onu bir kuyunun içinde (yıkanıp)
serinliyor
buldu. ‘Çık dışarı!’ diyerek elinden tutup kuyunun
dışına
çıkardı. Hz. Ali, adamın mecbub (yumurtalıkları ve cinsel
organı
kesilmiş) ve tenasül organından mahrum olduğunu gördü.
Artık
ona dokunmayıp, durumu Hz. Peygamber’e haber verdi.
313
Tirmizi, Ahkâm 25, (1362); Ebu Davud, Hudud 27, (4466, 4457); Nesai, Nikâh 58,
(6,109-110);
İbnu Mace, Hudud 35, (2607).
Resulullah,
onu, davranışı sebebiyle takdir etti. Resulullah:
‘Şahid,
gaibin görmediğini görür’ buyurdu.”314 Rivayetlerden
de
görüldüğü gibi peygamberimiz itham edilen kişi ile ilgili
herhangi
bir delile ve araştırmaya sahip olmadan fevri şekilde
hareket
eden ve Allah’ın ayetlerini hiçe sayarak kişinin ölümüne
hükmeden
biri olarak sunulmuştur. Peygamberimizin zan
üzerine
hareket etmeyeceği ve Hz. Ali’nin de peygamberimiz
dahi
böyle bir emir vermiş olsa da delile dayanmadan böyle bir
emre
itaat etmeyeceği açıktır. Öte taraftan şayet itham edilen
adam
rivayette iddia edildiği gibi cinsel uzvundan mahrum biri
olmasaydı
rivayete göre herhangi bir delile dayanmadan hakkında
hüküm
verilmiş, üstelik öldürülmüş olacaktı. Hadis rivayetlerinin
Kur’an’dan
ne kadar uzak oldukları ve kendi içlerinde ne kadar
mantıksız
oldukları ortadadır.
Yine
Kur’an’da eşcinsel ilişkiye girenler ile ilgili bazı
yaptırımlarda
bulunulması vurgulanır ancak bu kişilerin öldürülmesi
söylenmediği
gibi hiçbir ayette bu şekilde anlaşılabilecek bir
ifade
yer almaz. Kadın kadına ya da erkek erkeğe yaşanan cinsel
birliktelik
karşısında takınılması gereken tavır, ayetlerde ifade
edilmiştir:
“Kadınlarınızdan eşcinsellik/sevicilik yapanlara
karşı
içinizden dört tanık getirin; eğer tanıklık ederlerse
o
kadınları, ölüm canlarını alıncaya ya da Allah kendileri
için
bir yol açıncaya kadar evlerde tutun.” (Nisa Suresi 15).
“Eşcinselliği
içinizden iki erkek yaparsa onlara eziyet edin
(sıkıntı
verin, işini zorlaştırın). Bu ikisi tövbe eder, durumlarını
düzeltirlerse
onlara eziyetten vazgeçin. Allah Tevvab’dır,
tövbeleri
çok kabul eder; Rahim’dir, merhametine sınır
yoktur.”
(Nisa Suresi 16).
Ayetlerden
açık bir şekilde görüldüğü gibi eşcinsellik yapanların
hiçbir
şekilde öldürülmeleri söz konusu değildir. Tövbe edip
durumlarını
düzeltmelerinin vurgulandığı dikkate alındığında,
314
Müslim, Tevbe 59, (2771).
öldürülen
kişinin durumunu düzeltip tövbe etmesinin mümkün
olmayacağı
da açıktır. Eziyet etmeyi fiili anlamda işkence yapmak
olarak
da anlamak doğru değildir. Aynı ifadenin Hz. Musa’ya
eziyet
eden İsrailoğulları için de kullanıldığı görülmektedir:
“Ey
iman edenler! Musa’ya eziyet eden (İsrailoğulları) gibi
olmayın!
Hatırlayın ki Allah onların itham ettikleri şeylerden
onu
temize çıkardı: ve o Allah katında zaten hatırlı biriydi.”
(Ahzab
Suresi 69). Aynı ifadenin geçtiği başka bir ayet de şu
şekildedir:
“Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra
infak
ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet
vermeyenlerin
ecirleri Rableri katındadır, onlara korku
yoktur
ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Bakara Suresi
262).
Görüldüğü gibi Hz. Musa’ya yapılan eziyet bedensel
bir
işkence değildir. Eziyet eden kişilerin Hz. Musa’ya zorluk
çıkardıkları
ve konuşmaları ile ona manevi anlamda sıkıntı
verdikleri
anlaşılmaktadır. İnfak edilen kişilere yapılan şey de
aynı
şekilde sıkıntı vermektir. Buna rağmen hadis rivayetlerinde
eşcinsellik
edenlerin öldürülmeleri emredilmiştir: “Resulullah
buyurdu
ki: Kimin Lut kavminin sapık işini yaptığını görürseniz,
yapanı
(faili) da yapılanı (mefulü) da öldürün.” 315 (Ebu Davud’da:
“Livata
yaparken yakalanan bekâr da recmedilir” denilmiştir.)
Bununla
beraber eşcinsel ilişkiye girenlere uygulanacak cezanın
ne
şekilde olacağı hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.
Bir
görüş ateşte yakılarak öldürülmesini, diğeri yüksek bir tepe
ya
da binadan atılıp sonra taşlanarak öldürülmesini, bir başka
görüş
ise ölünceye kadar sadece taşlanmasını söylemiştir.
Yine
başka bir rivayette hayvanlar ile cinsel ilişkiye giren
kişinin
de hayvanın da öldürülmesi gerektiği söylenmiştir:
“Resulullah:
‘Kim bir hayvana temas öderse onu öldürün,
hayvanı
da beraber öldürün’ buyurdu. İbnu Abbas’a: ‘Hayvanın
günahı
ne (o niçin öldürülsün?)’ diye soruldu. Şu cevabı verdi:
315
Tirmizi, Hudud 24, (1456); Ebu Davud, Hudud 29, (4462, 4463).
Bu
hususta Resulullah’tan bir şey işitmedim.”316 Görüldüğü gibi
rivayetlerde,
Kur’an’da hiçbir temeli olmamasına rağmen zina ve
eşcinsellik
yapanların öldürülmelerinin hükmedilmesinde olduğu
gibi
hayvanlar ile cinsel münasebet kuranların da öldürülmeleri
emredilerek
açık bir şekilde peygamberimize iftira edilmiştir.
Oysa
ayetlerde inananların eşleri hariç iffetlerini ve cinsel
organlarını
korumaları ve bu şekilde sapkın ilişkilerden uzak
durmaları
söylenir ama bunu yapanlara ölüm cezası verilmez:
“Bunlar,
(ırzlarını) cinsiyet organlarını titizlikle korurlar.
Eşleri;
yani (nikâh yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları
dışında
hiçbir kınamaya uğramazlar. Ama kim bundan
ötesini
ararsa onlar (sınırı) aşanlardır.” (Mearic Suresi 29-31).
Allah’ın
Kitabı’na Çağıranların Öldürülmesi
Bazı
hadis rivayetlerinde “İleride bazı kişiler çıkacak ve şöyle
diyecekler”
türünden ifadelerin görüldüğüne dikkat çekilmişti.
Bu
türden hadislerin, uyduruldukları dönemdeki birtakım
anlaşmazlıklar
sebebiyle uydurulmuş oldukları ve aslında o
dönemde
mevcut birtakım grup ya da kişilere gönderme yapıldığı
anlaşılmaktadır.
Bunlardan biri de insanları Allah’ın Kitabı’na
davet
eden, sözleri güzel ama amelleri kötü olan birilerinden
bahsedilen
rivayettir. Rivayete göre bu kişilerin alameti tıraş
olmalarıdır
ve bu kişileri öldüren ya da onlar tarafından öldürülen
birine
ne mutlu denilmektedir: “Resulullah buyurdular ki:
‘Ümmetimde
ihtilaf ve ayrılıklar meydana gelecek. (Onlardan)
bir
grup lafıyla güzel, ameliyle kötü olacak. Bunlar Kur’an’ı
okuyacaklar,
ancak köprücük kemiklerinden aşağı geçmeyecek.
Bunlar,
dinden tıpkı okun avı delip geçmesi gibi çıkarlar. Onlar,
ok,
kirişine dönmedikçe bir daha dine geri gelmezler. Bunlar
mahlûkatın
en şeriridir. Onları öldürene ve onlar tarafından
öldürülene
ne mutlu! Onlar insanları Kitabullah’a çağırırlar
316
Ebu Davud, Hudud 30, (4464); Tirmizi, Hudud 23, (1454).
fakat
Kitap’tan zerre kadar nasipleri yoktur.’ Yanında bulunan
Ashab:
‘Ey Allah’ın Resulü onların alameti nedir?’ diye sordular
da:
‘Tıraş olmak!’ buyurdular.”317
Belli
ki o dönemde din adına uydurmalar iyice yaygınlaşınca
insanları
sadece Allah’ın Kitabı’na davet eden ve onunla amel
ederek
din adına uydurmalardan yüz çeviren kişileri günümüzde
olduğu
gibi din dışı ilan etmek ve öldürülmelerinin caiz olduğuna
hükmetmek
için peygamberimiz üzerinden bu şekilde rivayetler
uydurmuşlardır.
Yine muhtemelen sakal bırakmanın dini bir
gereklilik
olmadığını söyleyerek sakallarını kesen bu kişilerin
alametlerinin
tıraş olmak olarak gösterilerek tıraş olan insanların bu
şekilde
zan altında bırakılmaları da ayrı bir iftiradır. Bu anlayışta
kişileri
bastırıp sindirmek için “Bakın zaten peygamberimiz
bunların
çıkacağını önceden bildirip haber vermişti” diyebilmek
için
bu tür rivayetlerin uyduruldukları son derece açıktır.
Peygamberimiz
Kendisi İle
Alay Eden Kişileri Öldürtmüş
Olabilir Mi?
Hadis
rivayetlerinde peygamberimizin, kendisi ile alay eden ve
Mekke’deki
müşrikleri de peygamberimize karşı kışkırtan birini
Allah’ın
apaçık ayetlerine rağmen dayanamayarak suikastçı
göndermek
suretiyle öldürttüğü iddia edilmiştir: “Ka’b İbnu’l-
Eşref,
Resulullah’ın aleyhine hicviyeler düzüyor ve bunlarla Kureyş
kâfirlerini,
ona karşı tahrik ediyordu. Resulullah Medine’ye
hicretle
geldiği zaman, şehrin ahalisi kozmopolitti: Bir kısmı
Müslüman,
bir kısmı putlara tapan müşrik, bir kısmı da Yahudi
idi.
Yahudiler, Resulullah ve ashabına rahatsızlık veriyorlardı.
Cenab-ı
Hakk, Resulüne sabır ve af emrediyordu. Allah şu ayeti
onlar
hakkında inzal buyurmuş idi: “Hiç şüphesiz, sizden önce
kitap
verilenlerden ve Allah’a eş koşanlardan çok üzücü sözler
317
Buhari, Fezailu’l-Kur’an 36, Menakıb 25, Edep 95, İstitabe 6, 7; Müslim, Zekat
143-148,
(1064); Ebu Davud, Sünnet 31, (4765); Nesai, Zekat 79, (5, 87), Tahrim
26,
(7, 119).
işiteceksiniz.
Sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız
bilin
ki, bu üzerinizde sebat edilecek işlerdendir.” (Ali İmran
Suresi
186). Ka’b İbnu’l-Eşref, Hz. Peygamber’e eza vermekten
bir
türlü vazgeçmiyordu. Sonunda Resulullah Sa’d İbnu Mu’az’a,
onu
öldürecek birini yollamasını emretti. Onu Muhammed İbnu
Mesleme
öldürdü. Ka’b öldürülünce, Yahudiler ve müşrikler çok
korktular.
Resulullah’a gelerek: ‘Arkadaşımızı geceleyin kapısını
çalarak
öldürdüler’ dediler. Resulullah onlara Ka’b İbnu’l-Eşref’in
geçmişte
söylediklerini hatırlattı. Sonra da hepsini kendisiyle
onlar
arasında yapılacak ve (şerirlerin uyarak sıkıntıları) sona
erdirecek
bir antlaşma imzalamaya çağırdı. Resulullah onlarla
kendisi
ve bütün Müslümanlar arasında muteber olacak yazılı
bir
antlaşma yaptı.”318 Aynı konu ile ilgili benzer bir r ivayet
de
şu şekildedir: “Resulullah (bir gün): ‘Ka’b İbnu’l-Eşref’in
hakkından
kim gelecek? Zira bu Allah ve Resulü’ne eza veriyor!’
buyurdular.
Muhammed İbnu Mesleme atılarak: ‘Onu öldürmemi
ister
misiniz?’ dedi. Aleyhissalatu vesselam: ‘Evet!’ dedi. …
Sonra
onu yakaladılar ve orada öldürdüler.”319
Başka
bir rivayette ise yine peygamberimiz ile alay eden ve
aleyhinde
çalışmalar yapan Ebu Rafi olarak bilinen bir Yahudi’nin,
peygamberimiz
tarafından görevlendirilen Abdullah İbnu Atik
tarafından
bir gece evinde öldürüldüğü iddia edilmiştir. Hatta
söz
konusu rivayet, Ebu Rafi’yi öldürdükten sonra kaçarken
düşüp
ayağını kıran Abdullah İbnu Atik’in kırılan ayağının
peygamberimiz
tarafından sıvazlanması ile hiçbir şey olmamış
gibi
eski haline geldiği şeklinde kerametler ile süslenerek
aktarılmıştır.320
Hadis
rivayetlerinden de açıkça görüldüğü gibi peygamberimizin
öldürttüğü
iddia edilen kişilerin öldürülme sebebi bir cana karşılık
318
Ebu Davud, Haraç 22, (3000).
319
Buhari, Megazi 15, Rehn 3, Cihad 158, 159; Müslim, Cihad 119, (1801); Ebu
Davud,
Cihad
169, (2768).
320
Buhari, Megazi 16, Cihad 155.
değil
peygamberimiz ile alay edilmesi olarak gösterilmiştir.
Üstelik
ilk rivayet içinde bu sebeple Ali İmran suresinin 186.
ayetinin
indirildiği ve Allah tarafından peygamberimize sabırlı
olmasının
emredildiği söylenmesine rağmen peygamberimizin
böyle
bir eylemi gerçekleştirdiği iddia edilmiştir. Şüphesiz
peygamberimizin
Allah’ın apaçık ayetlerini hiçe sayarak böyle
bir
eylemin emrini verdiğini kabul etmek mümkün değildir.
Daha
önce de dikkat çekildiği gibi Kur’an’da dinden dönenlere
atıf
(Bakara Suresi 217, Maide Suresi 54) vardır ama hiçbir yerde
dinden
döndükleri için onların öldürülmeleri ile ilgili bir ayet
yoktur.
Yine ayetlerde incitici sözler söyleyen ve alay edenlere
sabretmek
vardır (Ali İmran Suresi 186), başka bir ayette
Allah’ın
ayetleri ile alay edenlerin yanından uzaklaşma vardır
(En’am
Suresi 68) ama alay edenleri öldürme diye bir hüküm
yoktur.
Dolayısıyla bu rivayetlerin iftira oldukları ve Kur’an
ayetleri
ile çeliştikleri açıktır. Aynı zamanda peygamberimiz
tarafından
yaptırıldığı iddia edilen bu türden suikast rivayetleri
ile
peygamberimizin meseleleri kişiselleştiren, tahammülsüz,
savaş
dışı ve bir cana karşılık olmaksızın insanları öldürten biri
olarak
sunularak itibarsızlaştırıldığı da açıktır.
Peygamberimiz Namaz Kılarken
Önünden Geçen Çocuğa
Beddua Ederek Onu Kötürüm
Yapmış Olabilir Mi?
Hadis
rivayetlerinde rahmet timsali peygamberimize yapılan iftiralardan biri de namaz
kıldığı esnada önünden geçen bir çocuğa beddua ederek onu kötürüm yaptığı
yönündeki rivayettir. Ebu Davud’da geçen rivayet şu şekildedir: “Said bin Gazvan
hac dönüşü Tebük’e gelmişti. Bir de ne görsün. Yere oturtulmuş sakat bir adam
duruyor. Yanına yaklaştı, niçin bu hâle düştüğünü sordu. Sakat adam şöyle dedi:
Sana bir hadis haber vereceğim, fakat ben sağ oldukça benden duyduğunu kimseye söylemeyeceksin.
Hâdise şöyle: Resulullah Tebük’e geldiğinde bir hurma ağacının önüne inmişti.
‘Şu ağaç bizim kıblemizdir.’ buyurdu. Ve hurma ağacına dönerek namaza durdu.
Ben daha o zaman çocuktum. Koşarak geldim. Sütre olarak duran hurma ağacı ile
onun arasından geçtim. (Bir rivayette de: “Resulullah namaz kılarken, ben
eşeğin üzerinde olduğum halde önünden geçtim.” denilmektedir.) Bunun üzerine
Resulullah: ‘O bizim namazımızı kesti, Allah da onun ayağını kessin.’ dedi. O
günden bugüne kadar ayağa kalkamaz oldum.”321 Söz konusu rivayette peygamberimizin
bir çocuğa beddua ederek onun kötürüm olmasına sebep olduğu iftirasının kimi kitaplarda
ve ilgili hadisin açıklamalarında peygamberimizin mucizesi olarak sunulması ise
ayrı bir garipliktir. Bu rivayette anlatılan peygamberin Kur’an’ın bize
tanıttığı peygamber olmadığı ortadadır. Esasen peygamberimizi bu şekilde kaba ve
öfke dolu biri olarak gösteren kişilerin asıl derdi kendi insan onuruna
yaraşmayacak eylemlerine zemin hazırlamaktır. Bunun aksini gösteren ve Kur’an’a
uygun olan birçok rivayette peygamberimizin özellikle çocuklara karşı sevgi ve
muhabbeti bilinmektedir. Bir yandan rivayetlerde namaz kıldığı esnada sırtına
çıkan torununu sırtından indirmeden namazına devam ettiği, rükû ve secde edeceği
zaman omzundan indirip tekrar ayağa kalkınca tutup omzuna çıkardığı ve namazı
bitinceye kadar her rekâtta bunu yaptığı aktarılırken322 öte taraftan bırakın sırtına
çıkmayı önünden geçmesi sebebiyle başkasının çocuğuna beddua ederek onu kötürüm
bıraktığının iddia edilmesi kabul edilebilir olmadığı gibi kendi içinde de
çelişki oluşturmaktadır.
Hadislerde Köpek ve Hayvan
Düşmanlığı
Hadis
rivayetlerinde çeşitli hayvanlar ile ilgili akıl almaz iddialarda bulunulmuş ve
özellikle köpekler başta olmak üzere
321
Ebu Davud, Salat 110, (705, 706).
322
Ebu Davud, Salat, 164-165; Nesai, İmamet 37.
kimi
hayvanlar şeytan olarak tanımlanmışlardır. Bu türden iddiaların Kur’an’da en ufak
bir izine dahi rastlamak mümkün değildir. Aksine özelikle köpek ile ilgili
ayetler hep olumlu şekilde kullanılmıştır. Her ne kadar örneğin karganın fasık olmasından
kastedilen şey ziraat ürünlerine zarar vermesi olarak yorumlanmaya çalışılsa da
genel olarak hadis rivayetlerinde, Kur’an’da hiçbir temeli ve örneği olmadığı
şekilde bazı hayvanlar ile ilgili akıl almaz ifadeler kullanıldığı
görülmektedir. İşin acı tarafı ise bu türden ifadelerin peygamberimize iftira
edilerek onun ağzından çıktığının iddia edilmiş olmasıdır. Güvenilir kabul
edilen hadis kitaplarında şeytan oldukları için tüm kara köpeklerin öldürülmesi
gerektiği, av ve çoban köpeği dışında köpek besleyenin ecrinden her gün iki
kıratlık eksilme olacağı,323 av ve çoban köpeği dışında bütün köpeklerin öldürülmelerinin
gerektiği,324 içerisinde köpek ve suret bulunan eve meleklerin girmeyeceği,325
karganın fasık olduğu,326 devenin şeytan,327 siyah köpeğin şeytan,328
güvercinin şeytane329 olduğu iddia edilmiştir. Görüldüğü gibi Kur’an’da hiçbir
temeli olmamasına rağmen Allah’ın yaratma sanatının birer örneği olan hayvanlar
ile ilgili akıl almaz ve yakışıksız ifadelerde bulunulmuştur. Bu türden
rivayetlerin Kur’an’a uygunsuz olduğu ve Allah’ın yaratmış olduğu canlılar ile
ilgili akıl almaz iddialarda bulunduğu açıktır. Bir köpeğin siyah renkli olması
Allah’ın onu o renkte yaratması sebebiyledir. Kendi iradesi ile seçmediği bir
renk
323
Buhari, Sayd 6; Müslim, Müsakat 50, (1574); Tirmizi, Ahkam 4, (1487).
324
Buhari, Bed’ü’l-Halk 14; Müslim, Musakat 45, (1570); Tirmizi, Sayd 4, (1488);
Nesai,
Sayd 9, (7,184).
325
Buhari, Libas 92; Müslim, Libas 102.
326
Buhari, Bed’ü’l-Halk 16, Cezau’s-Sayd 7; Müslim, Hacc 66-67, (1198); Tirmizi,
Hacc
21, (837); Nesai, Hacc 113, (5, 208).
327
Ebu Davud, Salat 25, (493).
328
Müslim, Salat 265, (510); Ebu Davud, Salat 110, (702); Tirmizi, Salat 253,
(338);
Nesai,
Kıble 7, (2, 63); İbn Mace, İkametu’s-Salat 38, (952).
329
Ebu Davud, Edeb 65, (4940); İbn Mace, Edeb 44, (3766).
228
ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
sebebiyle
rivayetler tarafından şeytan ilan edilmesi kabul
edilebilir
değildir. Üstelik köpek, her zaman insana yakın bir
dost
ve koruyucu olmuş bir yoldaştır. Allah’ın yarattığı bu türden
hayvanların
öldürülmeleri değil aksine gözetilmeleri gerekir.
Melek Gördüğü İçin Öten Horoz
Şeytan Gördüğü İçin Anıran
Eşek
Hadis
rivayetlerinde, masalları aratmayacak şekilde horozun
ötmesinin
melek görmesinden, eşeğin anırmasının ise şeytan
görmesinden
olduğu gibi garip iddialarda bulunulmuştur: “Resulullah
buyurdular
ki: Horozların öttüğünü işittiğiniz vakit, Allah’tan
lütuf
ve ikramını talep edin. Zira onlar bir melek görmüştür.
Merkebin
anırmasını işittiğiniz zaman şeytandan Allah’a sığının.
Çünkü
o da bir şeytan görmüştür.”330 Hayvanların çıkardıkları
sesler
Allah’ın onları o tabiat üzerinde yaratmış olmasından
kaynaklanır.
Çıkardıkları seslerin, şeytan ya da melek görmeleri
ile
bir alakası yoktur. “Yedi gök ve onların içindekiler O’nu
yücelterek
anarlar. Hiçbir şey yoktur ki O’nu överek ve
yücelterek
anmasın; ama siz onların anışlarını anlamazsınız.
O
Şefkatlidir, Bağışlayandır.” (İsra Suresi 44).
Balığın Hapşırığından Oluşan
Çekirge
Hadislerin
büyük çoğunluğunun insanlar tarafından uydurulduklarının
ve
hiçbir dini temele dayanmadıklarının örneklerinden biri de bu
türden
rivayetlerdir. Hadislerde çekirgenin denizdeki bir balığın
hapşırığı
olduğu iddia edilmiştir: “Resulullah çekirgelere beddua
etti
ve dedi ki: ‘Allah’ım! Çekirgeleri helak et, büyüklerini öldür,
küçüklerini
helak et, nesillerini kes, ağızlarını geçimliğimiz ve
rızkımızdan
(uzak) tut. Sen duaları işitensin.’ (Orada bulunan)
bir
adam: ‘Ey Allah’ın Resulü! Çekirgelere nasıl böyle beddua
ediyorsunuz,
onlar ki Allah’ın ordularından bir ordudur’ dedi.
330
Buhari, Bed’ü’l-Halk 15; Müslim, Zikr 82, (2729); Ebu Davud, Edeb 115, (5102);
Tirmizi,
Da’avat 58, (3455).
HADİ
SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 229
Aleyhissalatu
vesselam da cevaben: ‘Çekirge, denizdeki bir
balığın
hapşırığıdır’ buyurdular.331 Öncelikle aklı başında
hiçbir
inanan, peygamberimizin çekirgeler için bu şekilde bir
beddua
edeceğine ihtimal bile veremez. Öte taraftan akıl almaz
şekilde
çekirgenin denizdeki bir balığın hapşırığından olduğunu
söyleyeceğini
kabul edemez. Bu türden asılsız iddialar ancak
cahil
insanlar tarafından yapılır. Dini bir temel kazanması
için
de peygamberimize isnat edilir. Hiçbir canlının, bir başka
canlının
hapşırığından oluşmasının mümkün olmadığı açıktır.
Yeryüzündeki
canlılar, Allah’ın yaratmış olduğu doğa kanunlarına
uygun
olarak ortaya çıkarlar.
İsrailoğullarının
Kaybolan Bir Ümmeti: Fare
Hadislerde
farenin İsrailoğullarının kaybolan bir ümmeti olduğunun
iddia
edildiği görülmektedir: “İsrailoğullarından bir ümmet
kayboldu,
hayvan suretine çevrildi. Bilinmez ki o topluluk ne
fenalık
işlemiştir. Fareyi bunlardan sanıyorum. Çünkü o deve
sütü
konunca içmez, koyun sütünü içer.”332 Rivayetin bir formu
da
şu şekildedir: “Resulullah fareye fuveysika der ve şunu ilave
ederdi:
Ben bunu meshe uğramışlardan biliyorum. Çünkü o,
kendisine
(içmesi için) deve sütü konulsa onu içmez. Ama koyun
sütü
verilse onu içer.”333
İsrailoğullarının
Meshe Uğramış Bir Boyu: Kertenkele
Fare
rivayetine benzer bir rivayet de kertenkele ile ilgili gelmiştir.
Rivayete
göre peygamberimiz, kertenkele yiyip yiyemeyeceğini
soran
bir adama kertenkelenin Allah’ın lanetlemiş olduğu
İsrailoğullarından
bir boyun yeryüzünde yürüyen hayvanlar
haline
çevrilmesi sonucu dönüşüme uğramış hali olabileceğini
söylemiştir:
“…Resulullah adama seslenip yanına çağırdı ve: ‘Ey
331
Tirmizi, Et’ime 23, (1824); İbn Mace, Sayd 9, (3221).
332
Buhari, Tecrid-i Sarih 9. Cilt, Hadis No: 1364.
333
Buhari, Bed’ü’l-Halk 15; Müslim, Sayd 48, 50, Zühd 62.
230
ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
bedevi!
Allah, Beni İsrail’den bir boya lanet etti veya gazap etti.
(Ceza
olarak) onları yeryüzünde yürüyen hayvanlar haline çevirdi.
Bilemem,
ola ki bu, o lanete meshe uğrayan kimselerdendir. Bu
sebeple
ondan ne yerim ne de yiyenleri menederim!’ dedi.”334
Kertenkeleyi
Bir Vuruşta Öldürene Yüz Sevap
Hadis
rivayetlerinde kertenkelenin fasık olduğu ve öldürülmesi
gerektiği
söylenmiştir: “Resulullah kelerin öldürülmesini emretti
ve
onu fuveysıka diye isimlendirdi.”335 Başka bir r ivayette ise
kertenkele
öldürmenin vuruş sevapları hesaplanmıştır: “Resulullah
buyurdular
ki: Kim keleri ilk darbede öldürürse ona yüz sevap
yazılır.
İkinci vuruşta öldürürse daha az kazanır. Üçüncü vuruşta
ise
bundan da az sevap kazanır.”336 Ne zorunuz var şu kertenkele
ile
diye sorası geliyor insanın. Ancak hadis rivayetlerinde
kertenkelenin,
Hz. İbrahim için yakılan ateşi alevlendirmek için
üflediği
iftirasına uğradığını görünce kertenkele düşmanlığının
sebebi
anlaşılıyor gibi. Bununla beraber kertenkelenin zehirli
bir
hayvan olduğu için öldürülmesinin emredildiği iddia edilir.
Oysa
kertenkelelerin önemli bir kısmı iddia edildiği gibi zehirli
varlıklar
değillerdir. Uzunlukları bir metreyi bulan ve zehirli
olabilen
bazı türlerinin bile zehir iletim mekanizmaları gelişmemiş
olduğundan
insanlar için ciddi bir tehlike oluşturmazlar. Aksine
kertenkeleler,
böcek ve kurtlarla geçindiklerinden insanlar için
faydalı
sayılırlar. Allah hiçbir canlıyı boş yere yaratmamıştır. Her
birinin
ekolojik sistem içinde dengeyi sağlamak üzere bir görevi
vardır.
İnsana doğrudan zarar verebilecek hayvanlar için gereken
tedbir
alınır. Bunun dışında Allah’ın doğrudan öldürülmelerini
emrettiği
bir hayvan bulunmamaktadır.
334
Müslim, Sayd 51, (1951).
335
Müslim, Selam 144, (2238); Ebu Davud, Edeb 176, (5262).
336
Müslim, Selam 147 (2240); Ebu Davud, Edeb 175, (5263, 5264); Tirmizi, Ahkam
1,
(1482).
HADİ
SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 231
Zina Eden Maymunların
Taşlanması
Hadis
rivayetlerinde maymunların zina ettiği ve diğer maymunların
zina
eden maymunları taşlayarak öldürdükleri ve hatta buna
şahit
olan sahabenin de o maymunlara taş attığı iddia edilmiştir:
“Amr
ibn Meymûn şöyle demiştir: Ben cahiliye devrinde
zina
etmiş olan bir maymunun üzerine birçok maymunların
toplanmış
olduklarını gördüm. Maymunlar o zina eden maymunu
recmettiler.
Ben de o maymunlar topluluğunun beraberinde zina
eden
maymuna taş attım.”337 Buhari’de yer alan bu r ivayetin
ne
kadar saçma olduğunu tartışmaya gerek olmadığı açıktır.
Ancak
bazı önemli noktalarına vurgu yapmakta fayda vardır.
Hayvanlar,
insanlar gibi ahlaki anlamda sorumluluk sahibi
varlıklar
değildirler. Hayvanlara gönderilmiş olan bir din ve
ahlak
yasası bulunmamaktadır. Hayvanlar arasında zinanın söz
konusu
olabilmesi için hayvanlar arasında evlilik kurumunun
olduğunun
iddia edilmesi gerekir. Böyle bir şeyin söz konusu
olmadığı
da açıktır. Bu türden rivayetleri kurtarmaya çalışanlar,
zina
cezasının recm yani taşlanarak öldürmek olduğu hükmünün
gayet
doğal bir şey olduğunu hatta maymunlar arasında dahi
uygulandığını
ileri sürmeye çalışmaktadırlar. Muhtemelen bu
rivayeti
uyduranlar da bu amaçla uydurmuşlardı. Zina suçunun
cezasının
recm olduğu iddiasının büyük bir iftira ve yalan
olduğuna
daha önce dikkat çekilmişti. Rivayeti aktardığı iddia
edilen
sahabenin maymunu ne sebeple taşladıkları bilgisini
maymunlardan
nasıl aldığı ise ayrı bir soru işaretidir.
Etin
Kokma, Yemeğin Bozulma Sebebi
Müslim’de
geçen bir rivayette yemeğin bozulmasının ve etin
kokmasının
nedeninin İsrailoğulları olduğu söylenir: “Resulullah
buyurdular
ki: Eğer İsrailoğulları olmasaydı yemek bozulmaz
ve
et kokmazdı. Eğer Havva olmasaydı, kadınlar kocalarına
337 Buhari,
Menakıbu’l-Ensar 27.
hiçbir zaman ihanet
etmezdi.”338
Rivayetin Buhari’de geçen
versiyonunda
ise “yemek bozulmaz” ifadesinin metinden çıkarıldığı
ve
rivayetin ilk kısmının: “Eğer İsrailoğulları olmasaydı et
kokmazdı”339
şeklinde verildiği görülmektedir. Peygamberimizin
dilinden
bunu iddia edenlere göre İsrailoğullarından önce bir
et
ne kadar beklerse beklesin kokmaz, yemek de bozulmazdı.
Oysa
et ve yemek Allah’ın sünneti yani yasası gereği bozulur.
Allah’ın
yasası, İsrailoğullarından önce de sonra da aynıdır.
Bu
hadisi kendilerince yorumlayarak kurtarmaya çabalayanlar
İsrailoğullarının
cimrilik ve aç gözlülük ederek eti stoklamaları
sebebiyle
etlerini kokuttuklarını, rivayette buna işaret edildiğini ve
onlardan
önce etin kokmadığının iddia edilmediğini ileri sürerler.
Oysa
rivayette iddia ettikleri şekilde açıklamalar olmadığı gibi
rivayetin
devamında Hz. Âdem’in eşi üzerinden yapılan iftira,
kadınların
ihanet etmelerinin sebebini Hz. Havva’ya dayandırdığı
gibi
etin ve yemeğin bozulmasının sebebini İsrailoğullarına
dayandırmaktadır.
Yemeğin El İle Yenmesi,
Parmakların Yalanmadan Veya Yalatılmadan Silinmemesi
Yine
rivayetlerde etin bıçakla kesilmeyip dişlerle kemirerek
yenilmesi
gerektiği çünkü bunun, sıhhat ve afiyet için daha iyi
olduğu
ifade edilmiştir.340 Öte taraftan yemeğin elle yenilmesi
ve
yemekten sonra eller ve parmaklar, dille yalanmadan ya da
başkasına
yalatılmadan elin (mendille) silinmemesi söylenmiştir:
“Resulullah
buyurdular ki: Biriniz yemek yiyince, yalamadıkça
veya
yalatmadıkça elini (mendile) silmesin.”341 Başka bir rivayette
peygamberimizin
parmaklarla beraber yemek yenen kapların
338
Müslim, Rada 63, 65 (1470).
339
Buhari, Enbiya 1, 25.
340
Ebu Davud, Et’ime 21, (3778).
341
Buhari, Et’ime 52; Müslim, Eşribe 129, (2031); Ebu Davud, Et’ime 52, (3847).
da
yalanmasını emrettiği söylenmiştir.342 Bu tür iddiaların
peygamberimizden
önceki dönemden kalma alışkanlıklarını
değiştirmek
istemeyen kişiler tarafından uydurulmuş olması
muhtemeldir.
Parmakların yalanması bir yana başkasına yalatılmadan
mendil
ile silinmemesinin söylenmesinin, insanları cehaletten
kurtaran
ve medenileştiren bir dinin hükmü olamayacağı açıktır.
Öte
yandan özellikle ülkemizde, güvenilir oldukları inancı ile
hadisleri
savunanların yaygın olarak elleri ile yemek yemedikleri,
yemekten
sonra parmaklarını ve kapları yalamadıkları ya da
başkalarına
yalatmadıkları ortadadır.
Sol El İle Yemenin Yasak
Edilmesi
Yine
sol elle yiyip içmek yasaklanmış çünkü şeytanın sol
eliyle
yiyip içtiği iddia edilmiştir.343 Hatta bir başka r ivayette
peygamberimizin
sol eli ile yememesi için uyardığı kişinin
yemeğe
devam etmesi sebebiyle o kişiye beddua ettiği ve
kişinin
sol elini kaldıramaz hale geldiği iddia edilmiştir:
“Resulullah’ın
yanında bir adam sol eliyle yemek yemişti.
‘Sağınla
ye!’ ferman buyurdu. Adam: ‘Yiyemiyorum!’ dedi.
Bunun
üzerine Aleyhissalatu vesselam: ‘Yiyemez ol! Onu böyle
demeye
kibri sevk etti.’ buyurdular. Bundan sonra elini ağzına
kaldıramadı.”344
Sol elin sağ elden bir farkı olmadığı açıktır.
İnsanların
bir kısmının neden sol ellerini kullandıkları halen
daha
bilimsel olarak tam olarak açıklanamamakla birlikte sol
ellerini
kullanmaya yatkın olmalarının genelde kendi iradeleri
ile
gerçekleşen bir durum olmadığı, biyolojik süreçlere dayalı
olduğu
bilinmektedir. Bu yüzden kimsenin sol elini kullanması
sebebiyle
suçlanması kabul edilemez. Bu türden temelsiz iddialar
ile
yok yere insanların hayatları zorlaştırılmaktadır. Böyle
342
Müslim, Eşribe 136, (2034); Tirmizi, Et’ime 11, (1803).
343
Müslim, Eşribe 106, (2020); Ebu Davud, Et’ime 20, (3776); Tirmizi, Et’ime 9,
(1801).
344
Müslim, Eşribe 107, (2021).
saçma
iddialar ile peygamberimize yapılan iftiralar ancak hadis
rivayetleri
içinde olurlar.
Deve Eti ve Ateşte Pişen
Şeyler Yedikten Sonra Abdest Alınması
Sadece
namaz kılmak için alınması gerekli olan abdest ile ilgili
de
garip bazı rivayetler uydurulmuştur. Bunlardan birine göre
deve
eti yiyenin abdest alması gerektiği ama koyun eti yiyenin
abdest
almasına gerek olmadığı iddia edilmiştir.345 Yine başka
bir
rivayette ateşte pişen şeyler yiyince abdest alınması gerektiği
söylenmiştir.346
Başka bir rivayette ise peygamberimizin, Kur’an’a
uygun
bir şekilde sadece namaz kılmak için abdest almakla
mükellef
kılındığını söylediği görülmektedir: “Resulullah bir
gün
heladan çıkmıştı. Hemen kendisine bir yemek takdim
edildi.
(O da kabul buyurdu. Ashaptan bazısı) ‘Size abdest suyu
getirmeyelim
mi?’ dediler. Onlara: ‘Namaza kalkınca abdest
almakla
emrolundum!” cevabını verdi.”347 Bu rivayet ile çelişen
başka
rivayetlere göre ise peygamberimizin namaz dışında da
örneğin
cenazeyi taşıyan kişilerin de abdest alması gerektiğini
söylediği
iddia edilmiştir.348
Bir
Şey Yiyip İçmenin Yasaklandığı Kaplar
Hadis
rivayetlerinde peygamberimizin altın ve gümüş kap ve
tabak
içerisinde yemek yemeyi ve su içmeyi yasakladığı, altın ve
gümüş
kaptan bir şey içenin karnına cehennem ateşi doldurduğunu
söylediği
iddia edilmiştir.349 Allah’ın yasaklamadığı bir şeyi
345
Müslim, Hayz 97, (360).
346
Müslim, Hayz 90, (352); Nesai, Taharet 122, (1, 105-106); Tirmizi, Taharet 58,
(79);
Ebu Davud, Taharet 76, (194).
347
Müslim, Hayz 118, (374); Ebu Davud, Et’ime 11, (3760); Tirmizi, Et’ime 40,
(1848);
Nesai, Taharet 101, (1, 85).
348
Ebu Davud, Cengiz 39, (3161); Tirmizi, Cenaiz 17, (993).
349
Buhari, Eşribe 28; Müslim, Libas 1, (2065); İbn Mace, Eşribe 17 (3413). Buhari,
Et’ime
29; Müslim, Libâs 5.
peygamberimizin
yasaklanamayacağı açıktır. Buna rağmen bu
türden
rivayetleri uyduranlar Allah’ın haram etmediği şeyleri
haram
kılarak Allah’ın sınırlarının dışına çıkmışlardır.
Ayakta Giyinmenin Yasaklanması
Rivayetlerde
öyle iddialarda bulunulmuştur ki bazen bu tür
rivayetleri
peygamberimizden gelen hadisler oldukları iddiası
ile
değil de herhangi birinin sözü ya da iddiası olarak sunsanız
kimse
tarafından kabul edilmeyecekleri açıktır. Maalesef bu türlü
iddialar
Allah’ın vahyi ile insanları dosdoğru olan yola iletmek ve
âlemlere
rahmet olmak üzere şereflendirilmiş peygamberimize
isnat
edilerek meşrulaştırılmışlardır. Bir rivayette peygamberimizin
ayakta
giyinmeyi yasakladığı iddia edilmiştir.350 Bir diğerinde
ayakkabının
da ayakta giyilmesini yasaklamadığı iddia edilmiştir.351
Bu
iddiaların ne kadar garip olduğunu tartışmaya gerek yoktur.
Rivayetleri
dinin kaynağı kabul edenlerin muhtemelen hiçbiri
kendi
günlük hayatında bu rivayetleri uygulamıyordur.
Hadis
Rivayetlerinde Resim ve Sanat Düşmanlığı
Yine
bir rivayette bütün ressamların cehennemlik olacağı iddia
edilmiştir.352
Aynı şekilde resim yaparak bir sureti tasvir edenlerin
(kıyamet
günü) bu yaptığına ruh üflemesinin emredileceği
yani
onu canlandırmasının söyleneceği ancak yaptığı şeyi
canlandıramayacağı
için sürekli olarak azapta kalacağı söylenmiştir.353
Oysa
Kur’an’da bu iddiayı haklı çıkartacak en ufak bir ifade dahi
bulunmamaktadır.
Resim ve benzeri sanatlar Allah’ın evreni ve
yaşamı
yaratırken bir anlamda süs kıldığı güzellikleri bir kâğıt
üzerine
aktarmaktır. İnsanlar genelde hayranlık duydukları bir
şeyin
resmini yapar ve onu taklit etmeye çalışırlar. Dolayısıyla
350
Tirmizi, Libas 35, (1776, 1777); Ebu Davud, Libas 44, (4135).
351
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/467.
352
Buhari, Büyu 104; Müslim, Libas 99, (2110); Nesai, Zinet 112, (8, 212, 214).
353
Buhari, Ta’bir 45; Ebu Davud, Edeb 96, (5024); Tirmizi, Rü’ya 8, (2284).
meşru
dairede resim yapmak azap sebebi değil aksine Allah’ın
sanatının
takdir edilmesinin bir şeklidir.
Yine
kimi hadislerde şairin şeytan olduğu iddiası yer
alır.354
Şiir de benzeri birçok uğraşta olduğu gibi insanların
duygularını
aktarmalarının bir aracıdır. Allah sevgisini,
peygamber
sevgisini ve Allah’ın yaratma sanatına duyulan
muhabbeti
ifade eden birçok şiir yazılmıştır. Şeytan olan
birisi
bu sevgileri böylesine içten ifade edebilir mi? Yine
bazı
rivayetlerde çalgı aletlerinin de haram olduğu iddiası yer
alır.355
Dolayısıyla çalgı aletleri kullanılarak gerçekleştirilen
her
türlü sanatsal faaliyetin de hadis rivayetlerinden onay
alamadığı
açıktır. Oysa Kur’an’da çalgı aletlerini kullanmanın
yasak
olduğuna dair bir ifade yer almaz.
Evdeki Dördüncü Yatağın Şeytan
Olması
Hadis
rivayetlerindeki saçma iddialar saymakla bitmeyecek
türdendir.
Bunlardan biri de evde üçten fazla yatak olmaması
gerektiği,
kişinin kendisi için bir yatak, kadın için bir yatak, misafir
için
bir yatak olmasının yeterli olduğu zira dördüncü yatağın
şeytana
olacağının iddia edildiği rivayettir.356 Yine rivayetlerde
âdemoğlunun
oturacağı ev, bedenini örtecek elbise, yiyecek ekmek
ile
su koyacak kap dışında bir hakkı olmadığı söylenmiştir.357
Helal
dairesi içinde israf yapmadan ölçülü bir şekilde Allah’ın
sunmuş
olduğu nimet ve imkânlardan faydalanmak insanların
en
doğal hakkıdır. Maalesef bu türden rivayetleri uyduranlar
ve
bu rivayetleri esas alanlar, Allah’ın getirmediği sınırlamaları
getirerek
temelsiz iddialarda bulunmaktadırlar.
354
Buhari, Edeb, 92; Müslim, Şiir 7, (2257); Ebu Davud, Edeb 95, (5009); Tirmizi,
Edeb
71, (2855).
355
Buhari, Eşribe 6; Tirmizi, Fiten 39, (2211).
356
Ebu Davud, Libas 45, (4142); Nesai, Nikâh 82, (6,135); Müslim, Libas 41,
(2084).
357
Tirmizi, Zühd 30.
Yalnız Yolculuk Yapanın Şeytan
Olması
Yine
benzer şekilde hadis rivayetlerinde birçok garip haram
ve
yasaklar uydurulduğunu görmek mümkündür. Bir rivayette
peygamberimizin
şöyle söylediği iddia edilmiştir: “Resulullah
buyurdular
ki: Bir atlı bir şeytandır, iki atlı iki şeytandır, üç atlı
bir
gruptur.”358 Görüldüğü gibi yalnız yolculuk yapılmaması, tek
başına
seyahat edenin bir şeytan, iki kişi seyahat edenin iki şeytan,
üç
kişinin ise kafile olduğu söylenmiştir. Şayet tehlike gibi bir
durum
karşısında peygamberimizin bir tavsiyede bulunmuş olması
söz
konusu edilecekse bu şekilde seyahat eden kişileri “şeytan”
olarak
tanımlamayacağı kesindir. Oysa birçok rivayette olduğu
gibi
bu türden rivayetleri uyduranlar, kendi zihin dünyalarını
peygamberimiz
üzerinden dile getirmekten çekinmemişlerdir.
Yetişkin
Bir Erkeğin Emzirilmesi
Bazı
hadis rivayetlerinde peygamberimizin, kadınların kendilerine
haram
olması için yetişkin bir erkeği emzirebileceğini söylediği
iddia
edilmiştir: “Ey Allah’ın Resulü! Salim’in eve gelmesinden
ötürü
Ebu Huzeyfe’nin yüzünde bir hoşnutsuzluk görüyorum.
Bunun
üzerine Hz. Peygamber “Onu emzir.” buyurdu. Sehle; “Bu,
büyük
bir adam, onu nasıl emzireceğim?” deyince, Resulullah
tebessüm
etti ve “Onun büyük adam olduğunu biliyorum.”
dedi.”359
Diğer bir rivayette de peygamberimizin şöyle söylediği
iddia
edilmiştir: “Git onu emzir, artık senin için bir mahrem olur
ve
Ebu Huzeyfe’nin içindekiler de kaybolur.”360 Rivayetlerden de
görüldüğü
gibi peygamberimiz kendisine haram olması için bir
kadının
yetişkin bir erkeği emzirmesine ruhsat vermiştir. Her
ne
kadar bu rivayetleri kurtarmak için yorumlamaya çalışanlar
bu
ruhsatın o kişiye özel verildiğini iddia etseler de rivayette bu
şekilde
bir açıklama ve vurgu bulunmamaktadır. Bir yandan bu
358
Ebu Davud, Cihad 86, (2607); Tirmizi, Cihad 4, (1674).
359
Müslim, Rada 26, (1453).
360
Müslim, Rada 27, (1454).
türden
bir uygulama ile peygamberimizin sorunun çözüleceğini
söylediğini
iddia etmişler bir yandan da Hz. Aişe’nin yanındaki süt
kardeşini
gördüğünde peygamberimizin bozulduğunu ve “Dikkat
edin
süt kardeşliği açlıktan doğar” dediğini iddia etmişlerdir:
“Yanımda
oturan bir adam olduğu halde Resulullah odama girdi.
Bu
durum ona çok ağır geldi ve öfkesini yüzünden okudum.
Bunun
üzerine: “Ya Resulullah! Bu benim süt kardeşimdir.”
dedim.
O da; “Siz kadınlar süt kardeşlerinizi iyi düşünün! Çünkü
süt
kardeşliği, açlıktan dolayı hâsıl olur!” buyurdu.”361 Birkaç
yıl
önce Mısır’daki El-Ezher Üniversitesinin Hadis Bölümü
Başkanı,
“Kadınlar, aynı işyerindeki erkekleri emzirirse, akrabaya
dönüşür,
tacize uğramaktan kurtulur” şeklinde bir fetva verdi
ve
tartışmalara yol açtı. El-Ezher Üniversitesi’nden yapılan
açıklamada
ise bu fetvanın İslam’ı küçük düşürücü nitelikte
olduğu
söylendi. Oysa hadisleri dinin kaynağı kabul edenlere
göre
verilen bu fetvanın geçerli olması gerekir.
Hz.
Aişe’nin Erkeklerin Önünde Gusül Abdesti Alması
Güvenilir
kabul edilen hadis kitaplarının içinde sadece peygamberimize
değil,
eşlerine ve bazı sahabelere de iftira edildiğini görmek
mümkündür.
Bunlardan biri de kendisine peygamberimizin nasıl
gusül
abdesti aldığı sorulduğunda Hz. Aişe’nin su getirilmesini
isteyerek
bir perde arkasından kendisine bu soruyu soran erkeklerin
önünde
bizzat uygulamalı olarak gusül abdesti alması rivayetidir.
Rivayet
şu şekildedir: “Hz. Aişe’nin yanına girmiştim. Yanımda
Hz.
Aişe’nin süt kardeşi vardı. Kendisine, Resulullah’ın cenabetten
nasıl
yıkandığını sorduk. Bir sa’ miktarında bir kap getirtti ve
onunla
yıkandı. Aişe ile aramızda bir perde vardı. (Yıkanırken)
üzerine
üç kere su döktü ve dedi ki: Resulullah’ın zevceleri,
saçları
kulak memesi civarında olması için saçlarının başlarını
361
Buhari, Nikâh 21, Şehadat 1; Müslim, Rada 32, (1455); Ebu Davud, Nikâh 9,
(2058);
Nesai, Nikâh 51, (6, 102).
alırlardı.”362
Bu sorunun peygamberimize değil de Hz. Aişe’ye
sorulması
son derece gariptir. Şayet Hz. Aişe’ye böyle bir soru
sorulmuşsa
Hz. Aişe’nin bu soruyu bizzat yıkanarak uygulamalı
olarak
göstermesi daha da gariptir. Çünkü peygamberimizin nasıl
gusül
abdesti aldığını anlatmak için yıkanmaya gerek yoktur.
Nasıl
olduğu kolay bir şekilde tarif edilebilir. Ancak görüldüğü
gibi
bu türden temelsiz iddialar ile peygamberimizin aile üyeleri
de
itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır.
Hz.
Aişe’nin Peygamberimizin Eşleri İle İlgili
Ayetlere Tahammül Edememesi
Bazı
rivayetlerde Hz. Aişe’nin peygamberimizi çok fazla kıskandığı
ve
öyle ki inen bazı ayetler sebebiyle Allah’a ve peygamberimize
sitem
edercesine tahammülsüz konuştuğu iddia edilmiştir. Bu
rivayetlerden
biri şu şekildedir: “Ben (kıskançlığın şevkiyle):
‘Kadın
kısmı bir erkeğe evlenme teklifi yapmaktan sıkılmaz mı?’
diyerek
bu şekilde nefislerini peygambere hibe eden Peygamber
kadınlarını
ayıplardım ve ‘Hiç kadın kadınlığını mehirsiz
hibe
eder mi?’ derdim. Ne zaman ki: ‘Onlardan kimi dilersen
(nevbetinden)
geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin.
(Nevbetinden)
geri bıraktıklarından kimi istersen (nezdine almak)
sana
güçlük yoktur...’ (Ahzab Suresi 51) mealindeki ayet nazil
oldu,
(kendimi tutamayarak): ‘Görüyorum ki Rabbin sadece senin
hevanı
(tutkularını, nefsinin arzu ve isteklerini) gerçekleştirmek
için
acele ediyor.’ dedim.”363 Rivayette de görüldüğü gibi Hz.
Aişe
Allah’ın peygamberimize vermiş olduğu bazı haklardan
memnuniyetsizliğini
ifade etmekte ve bu konuda gelen ayetlere
karşı
hoşnutsuz bir tavır sergileyerek Allah’a ve peygamberimize
bir
anlamda sitem etmektedir.
362
Buhari, Gusl 2; Müslim, Hayz 41, 42, (319, 320); Ebu Davud, Taharet 97, (238);
Nesai,
Taharet 144, (1, 127).
363
Buhari, Tefsir, Ahzab 7, Nikâh 29; Müslim, Rada 49, (1464); Ebu Davud, Nikâh
39,
(2136); Nesai, Nikâh 1, (6, 54).
240
ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
Burnun
İçinde Geceleyen ve
Ezan
Duyunca Yellenerek Kaçan Şeytan
Hadis
rivayetlerinde şeytanın garip halleri ile ilgili birtakım iddialar
yer
alır. Şeytanın helâda insanların makatlarıyla oynadığı,364 namaz
için
çağrı yapıldığı vakit, şeytanın sesli sesli yellenerek oradan
uzaklaştığı,365
uykudan uyanıldığı zaman üç kere sümkürülmesi
gerektiği
çünkü şeytanın, burnun içinde gecelediği söylenir.366
Bir
başka rivayette bütün gece sabaha kadar uyuyan bir adam
için
peygamberimizin: “Öyleyse o adamın kulaklarına -veya
kulağına-
şeytan işemiştir.”367 dediği, bir başka r ivayette de
“Biriniz
uyuduğu zaman şeytan onun ense köküne üç düğüm
atar.
Her bir düğümü attığı yere, ‘Gecen uzun olsun, yat, uyu!’
diye
eliyle vurur” dediği iddia edilmiştir.368
Yine
hadislerde hoşlanmadığı bir rüya gören kişinin, sol
tarafına
üç defa tükürmesi ve şeytanın şerrinden üç defa Allah’a
sığınarak
yattığı tarafından öbür yanına dönmesi,369 Allah’ın
hapşıranı
sevdiği, fakat esneyeni sevmediği çünkü esnemenin
şeytandan
olduğu ve esnemesi gelen kişinin onu gücü yettiği
kadar
engellemeye çalışması çünkü biri esnediği zaman şeytanın
ona
güldüğü,370 bir başka rivayette de esneyen kişinin eliyle
ağzını
tutması aksi halde şeytanın o kişinin ağzına gireceği iddia
edilir.371
Yine bir rivayette de Ramazan ayı girdiğinde cennet
kapılarının
açıldığı, cehennem kapılarının kapandığı ve şeytanların
364
Ebu Davud, Taharet 19, (35).
365
Buhari, Ezan 4, Amel fi’s-Salat 18, Sehv 6, Bed’ü’l-Halk 11; Müslim, Salat 19,
(389),
Mesacid 83, (389); Ebu Davud, Salat 31, (516); Nesai, Ezan 30, (2, 21).
366
Buhari, Bed’ül-Halk 11, (6, 243); Müslim, Taharet 23, (238); Nesai, Taharet 73,
(1,
67).
367
Buhari, Teheccüd 13, Bed’ü’l-Halk 11; Müslim, Müsafirin 205; Nesai,
Kıyamü’lleyl
5.
368
Buhari, Teheccüd 12, Bed’ü’l-Halk 11; Müslim, Müsafirin 207; Ebu Davud, Tatavvu
18;
İbn Mace, İkamet 174.
369
Buhari, Tıbb 39; Müslim, Rü’ya 5; Ebu Davud, Edeb 88; İbn Mace, Ta’bir 4.
370
Buhari, Edeb 125, 128; Tirmizi, Edeb 7.
371
Müslim, Zühd 57, 58; Ebu Davud, Edeb 89.
bağlandığı
iddia edilmiştir.372 Bir rivayette ise Hz. İsa dışında
doğan
tüm çocukların ağlamalarının sebebinin şeytanın gelip
onları
dürtmesi ve ağlatması olduğu iddia edilmiştir: “Resulullah
buyurdular
ki: Âdemoğlundan doğduğu vakit, şeytanın dürtüp
de
ağlatmadığı kimse yoktur. Bundan sadece Meryem oğlu İsa
hariçtir.”373
Şehit Olunan Kimi Ölüm
Şekilleri
Hadis
rivayetlerinde şehitliğin sıradanlaştırılmış ve anlamsız birçok
ölüm
sebebinin, ölen kişinin şehit olmasına sebep olduğu iddia
edilmiştir.
Rivayetlerde veba, karın ağrısı ve boğulma sebebiyle
ölenlerin
şehit olduğu,374 ishalden, yanarak ve yıkık altında ölen
ile
karnında çocuk varken ölen kadının şehit olduğu,375 gurbette
ölen
kişinin şehit olduğu,376 deniz tutması sebebiyle (gemide)
kusan
kimseye şehit sevabı verileceği ve boğularak ölene iki
şehit
sevabı olduğu,377 malını müdafaa ederken öldürülen kişinin
şehit
olduğu söylenmiştir.378 Bunların dışında ayrı bir rivayette de
her
ne hikmetse Ehli Kitap tarafından öldürülen birine iki şehit
mükâfatı
verileceği ifade edilmiştir.379 Bu iddiaların Kur’an’dan
referans
alacak bir temeli olmadığı ortadadır.
Suların
Temizliği ve Şifa Reçeteleri
Hadis
rivayetlerinde hem bilimsel açıdan hem de akıl ve mantık
açısından
kabul edilmesi mümkün olmayan ifadelerin yer aldığını
görmek
mümkündür. Bu türden rivayetlerin uyduruldukları
372
Buhari, Savm 5, Bed’ul-Halk 11; Müslim, Sıyam 1, 2, 4, 5.
373
Buhari, Enbiya 44, Bed’ü’l-Halk 11, Tefsir, Al-i İmran 2; Müslim, Fezail 147,
(2366).
374
Müslim, İmaret 165, (1915); Tirmizi, Cenaiz 65, (1063).
375
Ebu Davud, Cenaiz 15, (3111); Nesai, Cenaiz 14, (4, 13, 14).
376
İbn Mace, Cenaiz, 61.
377
Ebu Davud, Cihad 10, (2493).
378
Tirmizi, Cenaiz 66, (1063).
379
Ebu Davud, Cihad 8, (2488).
242
ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
dönemde
bilimsel ve tıbbi bilginin yetersiz oluşu sebebiyle
insanların
özellikle hijyen gibi bazı meselelerde kabul edilmesi
mümkün
olmayan bazı iddialarda bulundukları görülmektedir.
Hadislerde
peygamberimizin, köpek leşleri, kadın hayız bezleri
ve
insan pislikleri olan kuyudan su alınabileceğini, su temiz olduğu
için
onu hiçbir şeyin kirletmeyeceğini söylediği iddia edilmiştir.380
Bu
iddianın gerçek olması mümkün değildir. Suyu hiçbir şeyin
kirletmeyeceği
doğru değildir. Kirli sular sebebiyle birçok insan
ve
canlı hastalanmakta ve ölümle sonuçlanan durumlar ortaya
çıkmaktadır.
Suyu hiçbir şeyin kirletmeyeceği rivayetine rağmen
peygamberimizin
durgun suya idrar yapılmasını yasakladığına
dair
de bir rivayet bulunmaktadır: “Resulullah durgun sulara
idrar
yapmayı yasakladı.”381 Bu iki rivayetin birbiri ile çeliştiği
görülmektedir.
Yine
hadislerde daha önce de dikkat çekildiği gibi bulaşıcı
hastalığın
olmadığı iddia edilmiştir.382 Her sabah yedi tane acve
hurması
yiyen kişiye geceye kadar zehrin de sihrin de hiçbir
şekilde
etki etmeyeceği383 ve çörek otunun ölüm dışında her
derde
deva olduğu söylenmiştir.384 Yemeğin içine düşen sineğin
tamamen
yemeğe daldırılması zira sineğin bir kanadında zehir diğer
kanadında
panzehir taşıdığı iddia edilmiştir.385 Bazı rivayetlerde
de
Medine’ye gelen bir grup hastalanınca peygamberimizin bu
kişilere,
develerin sütlerinden ve idrarlarından içmelerini tavsiye
ettiği
ve bu kişilerin şifa buldukları iddia edilmiştir.386
380
Ebu Davud, Taharet 34, (66); Tirmizi, Taharet 49, (66); Nesai, Miyah 2, (1,
174).
381
Müslim, Taharet 94; Tirmizi, Taharet 51; Nesai, Taharet 31, 140; Gusül 1; İbn
Mace,
Taharet 25.
382
Buhari, Tıbb 44, 54; Müslim, Selam 113, (2224); Tirmizi, Kader 9, (2144).
383
Buhari, Tıbb 52, 56, Et’ime 43; Müslim, Eşribe 154, (2047); Ebu Davud, Tıbb 12,
(3875,
3876).
384
Buhari, Tıbb 7; Müslim, Selam 89, (2215); Tirmizi, Tıbb 5, (2042), 22, (2071).
385
Ebu Davud, Et’ime 49, (3844); Buhari, Tıbb 58, Bed’ül-Halk 14; İbn Mace, Tıbb
31,
(3504,
3505); Nesai, Fera’ 11 (7, 178).
386
Tirmizi, Tıbb 6, (2043).
Yine
bir rivayette bir kimsenin herhangi bir yeri ağrıdığında
veya
yara bere olduğunda peygamberimizin şehadet parmağını
yere
değdirip kaldırarak “Bismillah, bu birimizin tükürüğüyle
karışmış
bizim yurdumuzun toprağıdır, Rabbimizin izniyle
hastalarımıza
iyi gelir” dediği iddia edilmiştir.387 Yine başka
bir
rivayette de İslam’da doğan ilk çocuğu peygamberimize
getirdikleri,
peygamberimizin bir hurma alarak ağzında ezdiği,
sonra
çocuğun ağzını açtığı ve ağzına tükürüğünü püskürttüğü
iddia
edilmiştir.388
Çarşı Pazar Düşmanlığı
Çarşı
ve pazarlar insanların her dönemde günlük ihtiyaçlarını
karşılamak
üzere gittikleri yerlerdir. Şüphesiz insanın gereksiz
ve
amaçsız olarak çarşı pazarda gezinmesi vakit kaybından
ibarettir.
İnanan insanların vakitlerini verimli kullanmaları
ve
faydalı işler ile geçirmeleri gerekir. Ancak gereksinimlerin
temin
edilmesi için çarşı ve pazarlara gidilmesi son derece
doğaldır.
Buna rağmen çeşitli rivayetlerde maksadını aşan
iddialarda
bulunulmuştur. Örneğin çarşının, şeytanın insanları
şaşırtmak
için kıyasıya savaş verdiği yer olduğu ve bayrağının
da
orada dalgalandığı söylenmiş389 ve Allah’ın en fazla nefret
ettiği
yerlerin çarşı ve pazarlar olduğu iddia edilmiştir.390
“Çarşı
ve pazarlara gittiğinizde işinizi görüp oyalanmadan
faydalı
işlerinize yönelin. Boşa vakit harcamayın” türünden
tavsiye
nitelikli ifadeler olsa belki kendi içinde anlaşılabilir
ve
kabul edilebilir olacak, ancak bu şekilde temelsiz ve büyük
cümleler
kurmak, bu türden hadis rivayetlerini uyduranların
ölçüsüzlüklerini
ortaya koymaktadır.
387
Buhari, Tıbb 38; Müslim, Selam 54; Ebu Davud, Tıbb 19; İbn Mace, Tıbb 36.
388
Buhari, Menakıbu’l-Ensar 46, Cenaiz 42, Akika 1; Müslim, Adab 22, 26, (2144,
2146);
Ebu Davud, Edeb 69, (4951).
389
Müslim, Fedailu’s-Sahabe 100, (2451).
390
Müslim, Mescid 288, (671EM
------------------------------e---------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder