30 Ocak 2019 Çarşamba

GÜVENİLİR DEDİĞİNİZ KAYNAĞINIZIN FAKRKINDAMISINZ!..?


Siz “Güvenilir” Diye İman Ettiğiniz (Emre DORMAN)
Hadislerin Farkında Mısınız?
Özellikle Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace gibi hadis derleyicilerinin sahih kabul edilen hadis kitaplarında, Kur’an’a uygun olan rivayetlerin yanında Kur’an ayetiyle doğrudan çelişen pek çok rivayetin de bulunduğunu görmek zor değildir. Esasen söz konusu hadisçiler tarafından derlenen hadis kitaplarında dinin tek kaynağının Kur’an olduğunun, yani din adına Kur’an’ın yeterli olduğunun ve Kur’an dışında hidayet kaynağı arayanın sapıtmış olduğunun vurgulandığı rivayetler de yer alır: “Benden Kur’an haricinde hiçbir şey yazmayınız. Kim benden bir şey yazdıysa onu imha etsin.” Müslim, Zühd 72, (3004)” Ömer, Peygamber’den halkın doğru yoldan sapmamaları için kendisine bir şeyler söyleyip yazmasını istediğinde, Peygamber ‘Allah’ın Kitab’ı bize yeter’ dedi.”  Buhari İtisam 26, İlim 39, Cenaiz 32, Merza 17; Müslim Cenaiz 23, Vasaya 22. “Kur’an’dan başka hidayet kaynağı arayan sapıtmıştır. ” 10 Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 13, (2906)”...Size, sıkıca sarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız bir şey bırakıyorum: Allah’ın Kitab’ı.” 11 Müslim, Hac 147 (890); Ebu Davud, Menasik 57 (1905); İbn Mace, Menasik 84 (3074). Bir başka rivayette ise peygamberimizin söylemediği bir sözün ona isnat edilmesi en büyük iftira olarak ifade edilmiştir: “En büyük iftiralar, bir kimsenin babasından başkasına nesep iddiasında bulunması, görmediği rüyayı gördüğünü iddia etmesi ve Resulullah’ın söylemediği bir sözü ona isnat etmesidir (söylemediği bir şeyi.  ona söyletmesidir).”  Buhari, Menakıb 5. Görüldüğü gibi Kur’an’a uygun olan bu türden hadis rivayetleri, din adına Kur’an dışında kaynaklara ihtiyaç duyanların önüne aşılması mümkün olmayan bir set çekmektedir. Buna rağmen Allah’ın bu konudaki apaçık ayetlerini yok sayanlar, güvenilir kabul ettikleri kaynaklarda geçen ve peygamberimizden geldiğini kabul ettikleri bu türden rivayetleri de yok saymaktadırlar. Din adına Kur’an’ın yeterli olduğunu destekleyen hadis rivayetleri de peygamberimize ait olmayabilir. Aynı kaynaklarda hem Kur’an ayetleri ile hem de kendi aralarında çelişen ama aynı zamanda Kur’an ile uyumlu olan rivayetlerin de bulunduğu görülmektedir. Bu yüzden hem Allah’ın apaçık ayetlerine rağmen hadis rivayetlerini esas alanların hadis kaynaklarındaki Kur’an’ın yeterli olduğu türünden rivayetleri görmezden geldiklerinin gösterilmesi hem de kendi aralarındaki çelişkileri sebebiyle hadis rivayetlerinin dinin kaynağı olamayacağının ortaya konulması için bu rivayetler kullanılmıştır. Hadis rivayetlerini dinin olmazsa olmaz bir kaynağı olarak kabul eden çevrelerin Kur’an ayetleri ile uyumlu ve kendi algıları ile çelişen birtakım rivayetleri görmezden gelmelerinin nedeni, sadece yaygın olarak yaşanan ve kendilerine öğretilen din anlayışını haklı çıkartacak hadis rivayetlerini esas almak istemeleridir. Bu sebeple esas aldıkları bu rivayetlerin aksini söyleyen rivayetleri dikkate almayarak kendileri ile çelişmektedirler. Örneğin bir hadis rivayetinde peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilir: “Bana Kur’an ve bir o kadarı daha verildi. Yakında karnı tok, koltuğuna yaslanmış birisi, ‘Size Kur’an yeter; onda neyi helal bulursanız onu helal kabul ediniz. Onda neyi haram bulursanız, onu da haram biliniz’ diyecek. Şunu iyi bilin ki, Allah’ın Resulü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.” 13 Ebu Davud, Sünnet, 6, (4604); Tirmizi, İlm 60, (2666); İbn Mace, Mukaddime 2,
Bu türden rivayetlerin, din adına uydurmalar baş gösterdiğinde insanları Allah’ın Kitabı’na çağıran ve hükmün ancak Allah’ın vahyi ile verilebileceğini, peygamberimizin de gerçek yolunun bu olduğunu söyleyenleri susturmak ve bastırmak için uyduruldukları çok açıktır. Din adına Kur’an’ın yeterli olamayacağı türünden rivayetlerin ve “İleride şöyle diyenler çıkacak” türünden kehanetlerin, daha ilk günden insanların Kur’an’ın yanına başka din kaynakları konulmasından rahatsız olarak “Kur’an bize yeter” ya da “Kur’an dışında hüküm arayan sapıtmıştır” demeleri sebebiyle uydurulduğunu anlamak zor değildir. Kısacası minareyi çalanlar kılıfını da hazırlamışlardır. Bu konularda çıkan tartışmalarda bu türden rivayetleri delil olarak sunarak “Bakın zaten peygamberimiz sizin gibi sapkınlardan haber vermiştir” türünden savunmalar yapılması, bu gerçeğin fark edilememiş olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte peygamberimiz bu türden gelecek ile ilgili haberler veremezdi çünkü peygamberimiz gaybı bilmezdi: “De ki: ‘Ben size, Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem…” (En’am Suresi 50). “De ki: Allah’ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı.” (A’raf Suresi 188). Dolayısıyla geleneksel dini savunanlar, inanmak istedikleri dine uygun olan rivayetleri esas alarak kendi inandıkları ile çelişenleri göz ardı ediyorlar. Oysa bu durum Kur’an’ı dinin tek kaynağı gören kişiler için söz konusu değildir. Bir ayetin esas alınıp başka bir ayetin göz ardı edilmesi mümkün değildir. Böyle yapan kişiler aynı şekilde kendileri ile çelişir. Oysa geleneksel dini savunanların yöntemi ve kendi içindeki tutarsızlıkları tam da bu şekildedir. Aynı kaynaklarda, söz konusu hadis rivayetlerinin tam aksini söyleyen ve bir anlamda Kur’an’ın din adına yeterliliğini destekleyen rivayetler, rivayetlerin kendi içlerindeki tutarsızlık ve çelişkilerine örnektir. Bir hadis rivayetinde peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilir: “Allah’ın Kitabı’nda helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir.”  Ebu Davud Etime 39; Tırmizi Libas 6.” Bir başka rivayette de sahipleri ile arasındaki borcun kaldırılması hususunda Hz. Aişe’den yardım talep eden bir kölenin durumu peygamberimize arz edildiğinde peygamberimizin Hz. Aişe’ye şöyle söylediği iddia edilmiştir: “(Resulullah) ‘Sen satın al, sonra da azad et. Vela (kölelik bağı) hakkı, azad edene aittir’ buyurdu. Bunu söyledikten sonra Resulullah ayağa kalkarak şu hitabede bulundu: İnsanlara ne oluyor ki, alışverişlerinde Kitabullah’ta (Kur’an’da) bulunmayan şartları koşuyorlar? Kitabullah’ta olmayan bir şart koşana bu helal olmaz. Böyle biri yüz şart da koşacak olsa Allah’ın şartı daha doğru, daha sağlamdır.” 15 Buhari, Mesacid 70, Zekat 61, Büyu 67, 73, Itk 10, Mekatib 2, 3, 4, 5, Hibe 7, Şurut 3, 10, 13, 17, Talak 16, Kefaratü’l-iman 8, Feraiz 19, 20, 22, 23; Müslim, Itk 5, (1504); Ebu Davud, Itk 2, (3929-3930); Nesai, 85, 86 (7, 300); Tirmizi, Büyu 33, (1256), Vesaya 7, (2125); İbn Mace, Itk 3, (2521).
 Bu sözü peygamberimiz söylemişse de söylememişse de söz Kur’an’a uygundur. Gerçekten de dini bir konuda Allah’ın Kitabı’nda olmayan bir şartı ileri sürenin şartının kabul edilemeyeceği açıktır. Peygamberimizin birbiri ile tam olarak çelişen iki farklı yaklaşımda bulunması söz konusu edilemeyeceğine göre ya bu sözleri peygamberimiz hiç söylememiştir ya da bunlardan biri kesin olarak yalandır. Hangisinin yalan olduğunu anlamak ya da şayet bu sözler peygamberimiz tarafından söylenmişse hangisini söylemiş olabileceğine dair bir karara varabilmek için Allah’ın Kitabı’na başvurmaktan başka çıkar yol olmadığı açıktır. Söz konusu rivayetleri Allah’ın Kitabı’na sunduğunuzda ise “Allah’ın Resulü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir” şeklindeki rivayetin peygamberimiz üzerinden uydurulmuş büyük bir iftira olduğunu anlamak son derece kolaydır. Bu durum aynı zamanda güvenilir kabul edilen hadis kitaplarındaki çelişkileri net bir şekilde ortaya koymakta ve gerçekte hiç de güvenilir olmadıklarını açık bir şekilde göstermektedir. Bununla birlikte şayet uydurma olduğu son derece açık olan söz konusu bu rivayet doğru kabul edilecekse o zaman madem peygamberimize Kur’an ile birlikte bir o kadarı daha verilmişti ve madem peygamberimizin haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibiydi neden peygamberimiz kendisine Kur’an dışında verilenleri ve Allah’ın haram kıldığı gibi haram kıldığı şeyleri kayıt altına aldırmadı? Şayet iddia ettikleri şey doğruysa o zaman bu iddia sahipleri aynı zamanda peygamberimizin kendisine verilen risalet görevini hakkıyla yerine getirmediğini yani Allah’tan almış olduğu emaneti insanlara tam olarak iletmek ve onları kayıt altına aldırmak noktasında yetersiz kaldığını söylemektedirler. Mahmud Ebû Reyye’nin, söz konusu iddia ile ilgili yaklaşımı son derece isabetlidir: “Bu babtaki sözlerimize son vermeden önce hadisleri vahiy gibi göstermek isteyenlerin naklettikleri bir hadise değinmek istiyoruz: “Dikkatinizi çekerim, bana Kitab ve onunla beraber benzeri verildi.” Başka bir rivayette: “… bana Kur’an ve onunla beraber bir benzeri verildi.” Rivayet meselesinin ürettiği hadislerin en garibi bu olsa gerek! Zira eğer Resul’e Kitab/Kur’an ile birlikte bir benzeri verilmişse bu; Din’in tamamlanması için Kur’an’ın bir tamamlayıcısı olmuş demektir. Peki, durum böyleyse Resul Kur’an’a gösterdiği özeni bu “benzer/ hadis”e acaba neden göstermemiştir? Niçin Kur’an gibi onu da inişi anında kaydedecek kâtipler tutmamıştır? Resul neden hadisi ihmal ederek onun yazımını yasaklama yoluna gitmiştir? Neden “Benden Kur’an dışında bir şey yazmayın! Kim benden Kur’an dışında bir şey yazmışsa onu yok etsin” demiştir? … Resul ölüm döşeğinde iken kendisine indirilen: “Bugün sizin Dininizi tamamladım, nimetimi bütünledim ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim” (Maide Suresi 3) ayeti dile getirilirken üstteki hadis acaba neredeydi? Resul o gün yanındakilere şunları buyurmuştu: “Allah’a yemin ederim ki, aleyhime söyleyebileceğiniz hiçbir şey kalmadı. Kur’an’ın helal kıldığı hiçbir şeyi de haram kılmadım. Onun haram kıldığı hiçbir şeyi de helal kılmadım.” Sonra Ebu Bekir halka hitaben: “Allah’ın Kitabı aramızda; onun helalini helal kılın, haramını haram kılın!” derken bu hadis neredeydi? Ömer Resul’den, halkın doğru yoldan sapmamaları için kendisine bir şeyler söyleyip yazmasını istediğinde; Allah’ın Resulü: “Allah’ın
Kitabı bize yeter!” derken bu hadis neredeydi?”  Mahmud Ebu Reyye, Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması, çev: Muharrem Tan, Yeni Zamanlar Yayınları, s.30-31.
 Kur’an’a birebir uygun olan diğer hadis rivayeti de peygamberimiz tarafından söylenmemiş olabilir. Din adına Kur’an’ın yanına kaynaklar ilave edenler ortaya çıkınca belki de din adına Kur’an’ın yeterli olduğunu peygamberimiz üzerinden de ispat etmek için bu türden sözler iyi niyetli inananlar tarafından peygamberimize isnat edilmiş olabilir. Yine de niyeti ne olursa olsun birinin söylemediği bir şeyi o söylemiş gibi göstermek doğru değildir. Üstelik söz konusu kişi Allah’ın resulü ise bu hiçbir şekilde kabul edilemez. Öte taraftan kesin olan bir gerçek vardır ki bu da söz konusu hadis rivayetinin ifade ettiği şeyin zaten Kur’an’da ayet olarak yer alıyor olmasıdır. Dolayısıyla “Allah’ın Kitabı’nda helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir…” şeklindeki hadis rivayeti peygamberimiz tarafından söylenmiş olsa da olmasa da Kur’an’a uygunluğu sebebiyle peygamberimiz tarafından söylenmesi muhtemel olan bir sözdür. Rabbimiz Kur’an’da açıklandıkça hoşunuza gitmeyecek ya da bize ilave yükümlülükler getirecek şeyleri sormamamızı, onların affedildiğini söylüyor: “Ey iman sahipleri! Size açıklandığında canınızı sıkacak şeylerle ilgili soru sormayın. Kur’an indirilmekteyken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetmiştir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok yumuşak davranandır.” (Maide Suresi 101). Yine bir hadis rivayetinde de benzer bir duruma dikkat çekiliyor: “Mescide uğramıştım, gördüm ki halk, zikri terk edip boş ve yararsız konulara dalmış, konuşuyor. Hz. Ali’ye çıkıp durumdan haberdar ettim. Bana: ‘Doğru mu söylüyorsun, öyle mi yapıyorlar?’ dedi, Ben: ‘Ben Resulullah’ın şöyle söylediğini işittim: ‘Haberiniz olsun bir fitne çıkacak!’ Ben hemen sordum: “Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allah’ın Resulü?” Buyurdu ki: “Allah’ın Kitabı (na uymak)dır. O’nda sizden önceki (milletlerin ahvaliyle ilgili) haber, sizden sonra (kıyamete kadar) gelecek fitneler ve kıyamet ahvali ile ilgili haberler mevcut. Ayrıca sizin aranızda (iman-küfür, itaat-isyan, haram-helal türünden) cereyan edecek ahvalin de hükmü var. O, hak ile batılı ayırt eden ölçüdür. O’nda her şey ciddidir, gayesiz bir kelam yoktur. Kim akılsızlık edip O’na inanmaz ve O’nun ile amel etmezse Allah onu helak eder. Kim O’nun dışında hidayet ararsa Allah onu saptırır. O Allah’ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru yoldur… Âlimler ona doyamazlar. Onun çokça tekrarı usanç vermez, tadım eksiltmez. İnsanı hayretlere düşüren mümtaz yönleri son bulmaz, tükenmez… Kim ondan haber getirirse doğru söyler. Kim onunla amel ederse ücrete mazhar olur. Kim onunla hüküm verirse adaletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa doğru yola çağrılmış olur…” Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 14, (2908). Görüldüğü gibi söz konusu bu hadis rivayeti de yukarıda örneği verilen “Bana Kur’an ve bir o kadarı daha verildi” şeklindeki hadis metni ile çelişmekte ve birçok Kur’an ayeti ile örtüşmektedir. Hz. Ali’den rivayet edildiği kabul edilen bu sözlerin peygamberimizin
ağzından çıkmış olması muhtemeldir. Kur’an’ı yeterli görmek istemeyenler haliyle aynı kaynaklarda geçen bu hadisleri dikkate almaz ve kendileri ile çelişirler. Bu hadis rivayetleri, Kur’an’ın yeterli olduğuna delil olarak değil, hadislerin kendi içindeki tutarsızlıklarını göstermek için verilmektedir. Kur’an’ın yeterli olduğunun delili bizzat Kur’an’ın kendisidir. Bu yüzden bunu destekleyecek bir hadise ihtiyaç yoktur. Yine başka bir hadis rivayeti de şu şekilde gelmektedir: “Resulullah muhtazar (ölmeye yakın) iken evde bir kısım erkekler vardı. Bunlardan biri de Ömer İbnu’l-Hattab idi. Resulullah: ‘Gelin, size bir şey (vasiyet) yazayım da bundan sonra dalalete düşmeyin!’ buyurdular. Hz. Ömer: ‘Resulullah’a ızdırap galebe çalmış olmalı. Yanınızda Kur’an var, Allah’ın Kitabı sizlere yeterlidir’ dedi…” Buhari, Megazi 83, İlm 39, Cihad 176, Cizye 6, İ’tisam 26; Müslim, Vasiyye 22, (1637).
 Şayet bu şekilde bir olay gerçekleşmişse Hz.Ömer’in ortaya koymuş olduğu net tavrın sebebi, peygamberimizin bu konudaki net tavrını bilmesidir. İddia edilen bir sözün peygamberimize ait olup olmadığı konusunda doğrudan Kur’an’a başvurmak suretiyle gereken hassasiyet ve titizlik gösterilmediği için gerçek ile yalanın birbirine karıştığı rivayetler toptan bir şekilde kabul edilerek söz konusu hadis kitaplarına girmiş ve bu sayede birçok uydurma, peygamberimiz üzerinden dinselleştirilmiştir. Peygamberimize isnat edilen rivayetler ile ilgili tek geçerli hakem Kur’an olması gerekirken, söz konusu hadisleri toplayan kişiler yaptıkları elemeleri hadis metninin Kur’an’a uygunluğu üzerinden değil, rivayet ettiği kabul edilen kişi zincirlerinin güvenilirliği üzerinden gerçekleştirmişlerdir. Kimi zaman bir rivayetin doğrudan Kur’an ayetleri ile çelişiyor olması, bazen bir konu ile ilgili farklı rivayetlerin varlığı ya da bir başkasının “Ben şunu da söylediğini işitmiştim” ya da “Şunu işitmedim” diyerek mevcut rivayete ekleme-çıkarma yapması da söz konusu rivayetlerin açık ve net olmadıklarının ya da aktarılırken değişime uğradıklarının delilidir. Söz konusu rivayetler toplanırken yalnız Kur’an’ın ölçü alınması hassasiyeti gerektiği gibi gösterilmediği için bazı hadisçilerin de dikkat çektiği gibi en sahih kabul edilen hadis kitaplarındaki hadisler de dâhil olmak üzere tam anlamıyla güvenilir kabul edilebilecek hadis, yok denecek kadar azdır. Hadislerin kendi içlerindeki güvenilirlik derecelerine göre yapılan tasniflere göre en güvenilir kabul edilebilecek bir hadis için bile en fazla denilebilecek olan şey peygamberimize ait olma ihtimali olduğudur. Hiçbir hadis için bu kesin peygamberimize aittir denilemez. Bazı hadisçilerin de ifade ettikleri gibi bir hadisin sahih olduğunun söylenmesi, Hz. Peygambere ait olma ihtimalinin, ait olmama ihtimalinden fazla olduğunu vurgulamak içindir. Bunun dışında kesin olarak peygamberimize ait olduğunun söylenmesi söz konusu değildir. Peygamberimizin dilinden tebliğ edildiği kesin olan tek hadis vardır, o da ilahi kelam olan Kur’an’dır. Kur’an dışındaki tüm rivayetler zan ihtiva ederler. Güvenilir kabul edilen hadis kitaplarındaki kimi rivayet ve ifadeler, bir kez olsun Kur’an’ı anlayarak ve ayetleri üzerine düşünerek okumuş biri tarafından bile uydurma oldukları kolayca anlaşılabilecek türdendir. Dolayısıyla din adına uydurulan şeyleri fark edebilmek için akıl ve vicdan sahibi olmak ve Kur’an’ı doğru bir şekilde anlayarak okumak yeterlidir. Ebu Hanife’nin Hadis Rivayetlerine Yaklaşımı Bu noktada İmamı Azam Ebu Hanife’nin (ö. 767) hadislere yaklaşımına dikkat çekmek gerekir. Ebu Hanife’nin, el-Alim ve’l-Muteallim isimli eserinde talebesi ile arasında yaşanan bir diyalog son derece önemli ve dikkat çekicidir. Talebe hocasına sonradan Kütüb-i Sitte hadisleri arasına da girecek olan bir rivayet ile ilgili görüşünü sormaktadır: Talebe: ‘Zina eden bir Müminin imanı elbisenin sıyrılması gibi başından çıkar. Sonra tövbe ederse imanı ona iade edilir’ şeklindeki rivayet için ne dersin? Ebu Hanife: “Ben buna inanmam. Benim bu sözlere inanmamam ve bu sözleri reddetmem, Nebi’yi tekzip etmek (yalanlamak) değildir. Nebi’yi tekzip etmek ancak ‘Ben Nebi’nin sözüne inanmıyorum’ demekle olur. Eğer bir kimse: “Ben Nebi’nin her söylediğine inanıyorum, ancak Nebi haksız yere konuşmaz ve Kur’an’a muhalefet etmez’ derse bu, onun Nebi’yi tasdikettiğini ve Nebi’yi Kur’an’a muhalefetten tenzih ettiğini gösterir. Şayet Nebi Kur’an’a muhalefet etse ve yüce Allah’a karşı haktan başka bir şey söyleseydi, yüce Allah: “Eğer Muhammed, bize karşı ona (Kur’an’a) bazı sözler katmış olsaydı, biz onu kuvvetle yakalardık, sonra da onun şah damarını koparırdık, hiçbiriniz de onu koruyamazdınız!” (Hakka Suresi 44-47) kavline uygun olarak, onu kuvvetle yakalar ve şah damarını koparırdı. Allah’ın Nebisi, Allah’ın Kitabı’na muhalefet etmez. Allah’ın Kitabı’na muhalefet eden kimse de Allah’ın Nebisi olamaz! Rivayet edilen bu haber Kur’an’a muhaliftir. Çünkü Allah Teala Kur’an’da “Zina eden kadın ve zina eden erkek…” demiş ama zani ve zaniyeden iman vasfını nefyetmemiştir. Keza “Sizden fuhuş yapanların her ikisini de…” ayetindeki ‘sizden’ ifadesi ile Yahudileri veya Hıristiyanları değil Müslümanları kastetmiştir. O halde Kur’an’a aykırı Nebi’den hadis nakleden herhangi birini reddetmek Nebi’yi reddetmek veya Nebi’yi tekzip etmek değildir. Bilakis Nebi adına batıl bir şey rivayet eden kimseyi reddetmek demektir. İtham Nebi’ye değil, sözü nakleden kimseye yöneliktir. Bu nedenle Nebi’nin söylediği her şey, işitelim veya işitmeyelim başımızın gözümüzün üstündedir. Biz onların hepsine iman ettik. Onların Allah’ın Nebisinin söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz. Ve yine şehadet ederiz ki, O, Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmemiş, Allah’ın kullarına ulaştırılmasını emrettiği bir şeye de mani olmamıştır. O, hiçbir şeyi Allah’ın tavsif ettiğinden (belirttiğinden) başka bir şekilde tavsif etmez. Yine şehadet ederiz ki, O, bütün işlerinde Allah’ın emrine muvaffak etmiş, hiçbir bid’at ortaya koymamıştır. Allah’ın söylemediği hiçbir şeyi de Allah’a isnat etmemiştir. İşte bu yüzden Allah Teala: “Kim Resul’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur!” buyurmuştur.” 19 Ebu Hanife, El-Âlim Ve’l-Müteallim, çev: Mustafa Öz, M.Ü. İlahiyat Fakültesi
Vakfı Yayınları, s. 23-24.
Görüldüğü gibi Ebu Hanife’nin rivayetler konusundaki ölçüsü ve tavrı son derece nettir ve bugün kendilerini “Hanefiler” olarak niteleyenlerden oldukça farklıdır. Üstelik diyaloğa konu olan rivayet dikkate alındığında söz konusu bu rivayetin Ebu Hanife tarafından reddedilmesinin sebebi, rivayetin Kur’an’a aykırı olması değil, Kur’an’da hiç yer almayan bir şeyi iddia ediyor olması yani Kur’an’a ilave yapıyor olmasıdır. Dolayısıyla daha önce de dikkat çekildiği gibi bazı rivayetler doğrudan bir Kur’an ayeti ile çelişmese de dine ilave getiren ya da başka bir ifadeyle dinde olmayan bir şeyi varmış gibi sunan her iddia, Kur’an ile çelişiyor demektir. Hadislere karşı son derece net bir tavra sahip olan Ebu Hanife’nin en meşhur hadisçiler tarafından ağır ithamlar ile eleştirildiği ve hakkında birçok reddiyeler yazıldığı görülmektedir. Buhari’nin (ö. 869) Ebu Hanife’yi güvenilmezlik ve yalancılık ile suçladığı ve küfre girdiğini iddia ettiği, İmam Malik’in (ö. 795) ise Ebu Hanife’yi ümmetin en şerlisi olarak tanımladığı bilinmektedir. Yine örneğin Ahmet b. Hanbel (ö. 855), Ebu Hanife ve öğrencileri için şu şekilde sözler sarf etmiştir: “Onlar(Ebu Hanife ve takipçileri) bidatçi ve sapıktırlar, sünnete ve esere (hadise) düşmandırlar, hadisleri iptal edip Resulullah’a karşı çıkarlar. Ebu Hanife ve onun gibi düşünenleri imam ve onların dinini din edinirler. Onlar, Resulullah’ın hadislerini, ashabının yolunu terk edip Ebu Hanife ve taraftarlarının yoluna tabi olmuşlardır.” Ebu Hanife’nin maruz kaldığı bu iftira ve iddialar, günümüzde din adına Kur’an’ın tek kaynak olduğunu ve peygamberimizin de yolunun bu olduğunu söyleyen kişilerin maruz bırakıldıkları iddia ve iftiralar ile aynıdır. Garip olan ise İslam âleminin en büyük mezhebi Hanefilik olmasına rağmen bu mezhebi takip edenlerin kabul ve uygulamalarının Ebu Hanife’ye değil onu eleştiren ehli hadise benzer olmasıdır. Kur’an’dan sonra en güvenilir olduğu kabul edilen hadis derlemesinin sahibi Buhari’nin, en büyük mezhep olan Hanefiliğin kurucusu olduğu iddia edilen Ebu Hanife’yi güvenilmez ve yalancı olarak itham etmesi ise geleneksel din algısının içler acısı halini, kendi içindeki tutarsızlığını ve Kur’an dışı kaynakların güvenilmezliğini ortaya koymaktadır. Din, tarih ve tıp bilgini olan İbnu’l Cevzî’nin (ö. 1201) peygamberimize isnat edilmek suretiyle gelen rivayetlerin dinin esası, akıl ve mantık ölçülerine uygunsuzluğu karşısındaki tavrı son derece nettir: “Biz muhaddislerin usulü gereğince, onlar tarafından uydurulduğu belli olsun diye ravilerini cerhe tabi tuttuk. Yoksa bu tür hadislerin ravilerini araştırmaya bile gerek yoktur; çünkü aklen ve mantıken muhal olan bir şeyi sika (güvenilir) raviler bile rivayet etse yine de reddedilir ve onların hata ettikleri kabul edilir. Nitekim bir grup sika (güvenilir) ravi bir araya gelerek, devenin iğne deliğinden geçtiğini söyleseler, muhal olan bir şeyi rivayet ettikleri için, güvenilir olmaları hiçbir şey ifade etmez ve onların rivayetlerini kabul etmeyi gerektirmez. O halde, akıl ve mantık ölçülerine uymayan veya dinin temel esaslarına aykırı bir hadis görürsen, bil ki, o uydurmadır, onu araştırmak için ayrıca zaman harcama.” Hadislerin birileri tarafından inkâr edilmelerine gerek yoktur. Zaten birçok hadis hem Kur’an ile hem de kendi arasında çelişerek kendi kendilerini inkâr etmektedirler. Hadisleri savunanlar, hadisleri bilmiyorlar. Bilenler ise işin içinden çıkamadıkları ya da işlerine gelmediği için gerçeğin üzerini örtüyorlar.
Buhari Elden Giderse Din De Elden Gider Mi?
Kimi kişi ve çevrelerin maksadını son derece aşan bir şekilde Buhari elden giderse dinin elden gideceğini, Buhari ve Müslim çökerse İslam’ın çökeceğini söyledikleri görülmektedir. Belli ki bu kişiler söyledikleri şeyin ne anlama geldiğini bilmeden Allah’ın dinini, muhtemelen kendi içinde iyi niyetle, ortalıkta gezen yüz binlerce hadis arasından derleme yapan hadis derleyicilerine mahkûm ederler. Hem Buhari’yi, hem de kendi kriterlerine göre yapmış olduğu seçimler sonucunda derlemiş olduğu çalışmayı kutsamak, Kur’an’ın yanına (kimi zaman da önüne geçirerek) ve dinin merkezine koyarak onsuz Kur’an’ın anlaşılmayacağını ya da dinin eksik kalacağını iddia etmek, Allah’a iftira etmektir. Bu iddia aynı zamanda Allah’ın indirdiği ve resulünün tebliğ ettiği dini, Buhari’nin insafına bırakmak ve yine şayet Buhari diye biri çıkıp mevcut hadis rivayetlerini derlemeseydi, ortada Allah’ın dini diye bir şeyin kalmamış olacağını söylemektir. Bunun son derece yakışıksız bir iddia, Allah’a ve ayetlerine yönelik çok çirkin bir iftira olduğunu görmek zor olmasa gerek. Özellikle Buhari’nin hadis derlemesinin Kur’an ayetlerinin anlaşılması için olmazsa olmaz bir kaynak olduğu savunuluyor. Hatta içerisinde birçok Kur’an ayeti ile doğrudan çelişen hadis rivayetleri bulunmasına rağmen Kur’an’dan sonra en güvenilir ve en sahih kitap olduğu kabul ediliyor. Oysa Buhari’nin hadis derlemesi içinde Kur’an’daki kimi sureler ve birçok ayet ile ilgili herhangi bir açıklama olmadığı görülmektedir. Bu da iddia edildiğinin aksine Buhari’nin de Kur’an’ı anlamada yeterli olmadığını ortaya koymaktadır. Yine bilindiği gibi Buhari tarafından hazırlanan el-Camiu’s-Sahih’in, Buhari (810-870) tarafından düzenlenen müellif nüshası günümüze ulaşmamıştır. Günümüzdeki mevcut Sahih-i Buhari nüshaları, Buhari’den yüzlerce yıl sonraki Ali b. Muhammed el-Yunini (ö.1301) tarafından Buhari’nin meşhur talebelerinden el-Firebri’nin nüshasından hareketle hazırlanan nüshaya dayanmaktadır. Bununla birlikte bazı nüshalar arasında farklar olduğu da bilinmektedir. Yunini’nin, Firebri’den gelen Buhari nüshaları arasındaki farkların giderilmesine çalıştığı da bilinmektedir. Esasen “Buhari elden giderse din elden gider” diyenler, kendi içinde haklı bir gerçeği itiraf ederler. Buhari elden giderse elden gidecek olan, din adına uydurulanlardır. Allah’ın dini, Buhari’ye de bir başkasına da mahkûm değildir. Vahyedildiği gibi dimdik ayaktadır. Buhari, kendi ifadesiyle altı yüz bin hadis arasından seçtiği, tekrarlar çıktığında dört bin civarı hadisin şüphesiz bir şekilde peygamberimize ait olduğuna dair Allah’tan bir onay mı almıştır? Buhari’nin böyle bir iddiası var mıdır? Maalesef bazı kişi ve çevreler, Buhari’nin derlemiş olduğu kitaba iman etmeyi, Kur’an’a iman etmekle bir tutuyorlar. Yine kimi insanlar aşırıya giderek Buhari’nin ve ortaya koymuş olduğu hadis kitabının güvenilir olduğunu ve hiç tereddütsüz bunlara da iman edilmesi gerektiğini söylüyor ve bu durumu çok büyük bir iman göstergesi olarak sunuyorlar. Oysa şayet bir Müslüman bu kadar kesin ve net bir iman iddiasında bulunacaksa ona yakışan, böyle bir cümle kurarken o cümledeki Buhari’nin yerinde Allah’ın, Buhari’nin derlemiş olduğu hadis kitabının yerinde de Kur’an’ın olmasıdır. Buhari’nin el-Camiu’s-Sahih’inin İslam dünyası içindeki yeri ve görmüş olduğu ilgi üzerine anlatılan şeyler ise içindeki bunca uydurma rivayet sebebiyle insanı hayrete düşürmektedir. Muhtemelen Kur’an’ın yanına konulmasının sebebi Buhari’nin eserinin kutsallaştırılmasıdır: “İslâm dünyasında Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en büyük ilgiyi Buhari’nin el-Camiu’s-Sahih’i görmüştür. Hadislerinin titizlikle seçilmesi, mükemmel bir tertibe sahip olması, muhtevasının zenginliği ona bu itibarı kazandırmıştır. el-Camiu’s-Sahih sevap kazanmak maksadıyla olduğu gibi maddî ve manevi sıkıntılardan, hastalık ve belâlardan kurtulmak ve her türlü murada nail olmak arzusuyla da okunmuştur. Kirmânî (ö. 786/1384), kendi devrinde İslâm ülkelerinden birinde sultanın rahatsızlandığını ve şifa bulma ümidiyle Sahih-i Buhari okunmasını arzu ettiğini haber vermektedir. Sahih-i Buhari’nin sıkıntılı günlerde okunduğu takdirde insanları huzura kavuşturduğunu, deniz seyahatine çıkarken birlikte götürülmesi halinde geminin batmadığını söyleyen İbn Ebû Cemre (ö. 699/1300), bütün bu meziyetleri duası makbul bir kişi olan Buhari’nin okuyucularına dua etmesiyle açıklamaktadır. 1281 yılında Tatarlar Suriye’ye girdiği zaman Melik Mansûr Kalavun, onlara karşı koymak üzere yola çıkmadan önce Sahih-i Buhari okunmasını emretmiş, âlimler de hatim günü cumaya gelecek şekilde eseri muhtelif celseler halinde okumuşlardır… O devirlerde Mağrib’de düşmana karşı zafer kazanıldığı zaman yapılan merasimlerde Kur’an-ı Kerîm ile birlikte Sahih-i Buhari hatimleri yapıldığı, hatta yemin merasimlerinde Kur’an-ı Kerîm üzerine olduğu kadar Sahihayn (Buhari ve Müslim’in kitapları) üzerine de yeminedildiği bilinmektedir.”M. Yaşar Kandemir, el-Camiu’s-Sahih, DİA, Cilt: 07, s. 117-118.
Allah’ın vahyi, Allah’ın evrende yaratmış olduğu ayetleri ile tam anlamıyla uyum içerisindedir. Allah’ın indirdiği ayetler ile evrende yarattığı ayetler çelişmez. Dolayısıyla Allah’ın Kitabı’ndaki ifadeler, evrendeki ayetler ile de, akıl ve fıtrat ile de çelişmez. Ancak en güvenilir kabul edilen hadis kitaplarında, hem evren ayetleri ile hem de akıl ve fıtrat ile çelişen binlerce uydurma hadisi gördüğünüzde aynı durumun hadis kitapları için geçerli olmadığını anlarsınız. Kur’an bu konuda net bir şekilde uyarır: “Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan  başkasının katından olsaydı elbette içinde birçok çelişki bulacaklardı.” (Nisa Suresi 82). Demek ki Allah katından olmayan hadis kitaplarının içindeki çelişkilere şaşırmamak gerekir. Bir düşünelim. Neden sürekli olarak ‘seçme hadisler’ kullanılıp kaynak olarak gösteriliyor? Neden örneğin cami girişlerine ya da dini yayınlara, kadınlara yönelik aşağılayıcı ifadelerin yer aldığı hadisler yazılmıyor? Yoksa bu türden hadislerden utanılıyor mu? Oysa bu hadisler de sıklıkla kullanılan diğer hadislerle aynı kaynaklarda geçiyorlar. Neden Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görevli olan yetki sahibi kişiler çıkıp da “Sahih kabul edilen kaynaklarda birçok uydurma var” diyemiyor? Yoksa sakınılıp korkulması gerekenin Allah olduğu unutularak, halkın tepkisinden mi korkuluyor? Birkaç yıl önce hadis ayıklama projesine girişildi ama gelen tepkiler sebebiyle anında askıya alındı bu proje. Peki, tüm bunların hesabını sorduğunda ne söyleyeceğiz Allah’a? “Allah’ım ben senin indirmiş olduğun halis dine bulaştırılan lekeleri temizlemeye cesaret edemedim. İnsanlardan korktum” mu diyeceğiz? Üstelik Rabbimizin bunca uyarısına rağmen: “…Öyleyse insanlardan korkmayın, benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar gerçeği örtenlerdir.” (Maide Suresi 44), “O inananlar ki, insanlar kendilerine, “Halk size karşı bir araya gelmiş, korkun onlardan!” dediklerinde, bu onların imanını artırdı da şöyle söylediler: “Allah bize yeter. Ne güzel koruyucudur O!” (Ali İmran Suresi 173), “…Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer gerçekten inanan insanlar iseniz, kendisinden korkmanıza en lâyık olan Allah’tır.” (TövbeSuresi 13).
MEŞHUR ALTI HADİS KİTABININ (KÜTÜB-İ SİTTE) İÇERİKLERİ VE HADİS SAYILARI
Daha önce de dikkat çekildiği gibi Kütüb-i Sitte hadisleri (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai ve İbn Mace) ve bunlardan özellikle Buhari ve Müslim tarafından toplanan hadisler, geleneksel yorumda Kur’an’dan sonra en güvenilir kaynaklar olarak kabul edilmektedirler. Bu hadislerin toplanış yöntemlerindeki sıkıntıların yanında kendi ifadeleri ile kitaplarına aldıkları hadisleri yüz binlerce hadis arasından ayıklamaları da ayrı bir problemi ortaya çıkarmaktadır. Örneğin Müslim’e göre sahih olan bazı hadisler Buhari’ye göre sahih kabul edilmemiştir. Oysa bu iki kitap, en sahih iki hadis kitabı (Sahihayn) olarak isimlendirilmişlerdir. En sahih kabul edilen iki kitap dahi birbirlerine benzer birçok hadis ihtiva etmelerine rağmen yine de kendi aralarında uyum gösterememektedirler. Yine bununla birlikte Buhari’nin eserinin hacmini büyütmemek düşüncesiyle sahih hadislerin tamamını kitabına almadığı ifade edilmektedir. Bu da ayrı bir garipliktir. Çünkü buna göre Kur’an’dan sonra en güvenilir olduğu iddia edilen Buhari’nin eseri, sahih hadisleri içerme konusunda eksiktir. Yine Müslim de eserinde sahih rivayetlerin hepsini derlemek gibi bir çaba içine girmemiş ve eserinde yer almayan rivayetleri zayıf kabul etmediğini özellikle belirtmiştir.  M. Yaşar Kandemir, el-Camiu’s-Sahih, s. 114.
Buhari’nin ‘El-Câmiu’s Sahih’ isimli kitabında tekrarsız rivayetlerin sayısı dört bin civarıdır. Buhari kendi ifadesiyle bu hadisleri altı yüz bin hadis arasından seçmiştir. Müslim’in ‘El- Câmiu’s Sahih’ isimli kitabında aynı şekilde tekrarlar hariç dört bin civarı hadis vardır ve Müslim kendi ifadesi ile bu hadisleri üç yüz bin hadis içinden ayıklayarak seçmiştir. Ebu Davud’un ‘El-Sünen’ isimli kitabında dört bin sekiz yüz hadis vardır ve Ebu Davud bu hadisleri beş yüz bin hadis içinden seçtiğini söylemiştir. Tirmizi’nin ‘El-Sünen’ isimli kitabında ise yine dört bin civarı hadis bulunmaktadır. Nesai’nin ‘El-Müctebâ’ isimli kitabında seçilmiş beş bin yedi yüz civarı hadis bulunmaktadır. Tirmizi’nin eserine aldığı Kur’an’a uygun olmayan bunca rivayete rağmen eserini “Kimin evinde bu kitap bulunursa onun evinde konuşmakta olan peygamber var demektir” sözü ile ilim âlemine takdim etmekten çekinmediği görülmektedir.  İ. Lütfü Çakan, el-Câmiu’s-Sahîh, DİA, Cilt: 7, s. 129.İbn  Mace’de ise dört bin üç yüz civarı hadis rivayeti yer almaktadır. İbn Mace’nin es-Sünen’indeki üç bin civarı hadis, Kütüb-i Sitte müelliflerinin tamamı ya da bir kısmı tarafından eserlerine alınmıştır. Buna rağmen İbn Mace’de, diğer beş kitapta yer almayan bin üç yüz
kırk kadar hadis bulunduğu bilinmektedir. Görüldüğü gibi söz konusu hadis kitapları, ortalıkta gezen ve sayıları milyonu geçen hadis rivayetleri arasından yapılan ve yöntemi zannedildiği gibi sağlıklı olmayan seçimler ile yazılmışlardır. Seçtikleri hadisleri birbirinin benzeri olan ya da belirlemiş oldukları yönteme uygun bulmadıkları için dikkate almadıkları yüz binlerce hadis arasından seçmişlerdir. Birinin güvenilir bularak kaydettiğini, bir başkası dikkate almamıştır. Yani binlerce hadis rivayeti hadisçiler tarafından inkâr edilmiştir. Kütüb-i Sitte yazarlarını hadis rivayeti inkâr etmekte ya da onları ayıklamakta hak sahibi görenler onları dokunulmaz kılmakta ve eserlerine almış oldukları hadis rivayetlerinin eleştirilip inkâr edilmesine karşı çıkmaktadırlar. Üstelik bu eserlerdeki hadisleri inkâr etmeyi peygamberimizi inkâr etmek olarak sunmaktadırlar. Oysa örneğin Buhari’deki hem Kur’an ayetleri ile hem de kendi aralarında çelişkili olan hadisleri inkâr etmek peygamberimizi değil, Buhari’ye bu rivayetleri nakleden kişileri inkâr etmek ve Buhari’nin hatalarını ifade etmektir. Hiçbir hadis kitabı yazarı hatasız ve kusursuz değildir. Bunları peygamberimizden işitmiş de değildir. Hadis rivayetlerinin toplandıkları dönemin peygamberimizden yaklaşık iki-üç yüz yıl sonra olması, söz konusu metinleri daha da problemli hale getirmektedir. Belki bu çalışmalar, kendi dönemlerinde ortaya çıkan kargaşalar sebebiyle iyi niyetle yapılmış olabilir. Yine siyasi baskılar sebebiyle de birçok hadis rivayet ettirilip kayda geçirtilmiş olabilir. Ancak söz konusu rivayetler toplanırken Kur’an’a uygunluğu ve metin içeriğinden çok, rivayetin geliş zincirine dikkat edildiği için hem Kur’an ile hem de kendi aralarında çelişen birçok rivayet söz konusu kitaplara girmiş ve bu kitaplar geleneksel anlayış açısından dinin olmazsa olmaz temel kaynağı haline gelmiştir. Hadislere verilen önem Kur’an’ın önüne geçmiş, hadisler olmadan Kur’an’ın eksik ve yetersiz kalacağına inanılmış ve bu anlayışın acı bir sonucu olarak Kur’an, hadislerin gölgesinde bırakılarak hadislerin açıklamalarına mahkûm zannedilmiştir. Oysa hadis rivayetleri kendi kendilerini açıklamaktan acizdir. Kur’an ise ilahi bir bildirim olması sebebiyle kendisinden başka açıklamaya ihtiyaç duymayacak şekilde Allah tarafından açıklanmıştır.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hadis Rivayeti ve Rivayet Şampiyonu Ebu Hureyre
Peygamberimizden sonra kendisine isnat edilen birçok iddianın, kısa zaman içinde Müslümanlar arasında çıkan ayrılık ve tartışmalardan kaynaklandığı görülmektedir. Örneğin siyasi sebeplere dayalı olarak birçok rivayet uydurulmuştur. Muhammed Abduh’un, ‘Tevhid Risalesi’ isimli kitabındaki konu ile ilgili sözleri dikkat çekicidir: “Bundan sonra olaylar peş peşe gelmiştir ve Ali’ye biat edenlerin bir bölümü yaptıkları biat akdini bozmuşlardır. Müslümanlar arasında vuku bulan kanlı savaşlardan sonra sulta, Emevilerin eline geçmiştir. Ancak cemaat yapısı zedelenmiş, Müslümanlar arasındaki birlik kulpları kopmuş ve hilafet hususunda fırkalara ayrılarak, her grup kendi görüşünü teyit edecek nakiller aramaya yönelmiştir. Herkes gerek söz ve gerekse fiille kendi görüşünü muhalifinkinden üstün kılmaya çalışıyordu. Rivayette icat ve uydurma başlamış, tevilcilik yayılmıştır. Her grup aşırılaşıyor, halk fırka fırka bölünüyordu.” Dine sokulan ilavelerin ve hadislerin uydurulmalarının birçok sebebi olduğu görülmektedir. Muhtemelen dini bozmak ve özünden uzaklaştırmak için özellikle münafıklık edenler tarafından kasıtlı olarak yapılan uydurmalar en başta gelmektedir. Siyasi ayrılıklardan kaynaklanan uydurmalar da oldukça önemli etkenlerden biridir. Allah’ın serbest bırakmış olduğu konularda dini anlamda eksiklik olduğu inanç ve düşüncesi ile kendince dini kurtarmaya çalışanlar tarafından da birçok şeyin uydurulmuş olduğu görülmektedir. Öte taraftan mezheplerini ve görüşlerini doğru çıkarmak için uyduranlar, mevcut yönetimlerin baskı ve zorlamaları altında uyduranlar, maddi ya da manevi çıkar sağlamak için uyduranlar, gelenek ve görenekleri dinselleştirmek için uyduranlar ve önceki dinlerdeki uydurmaları dinimize taşıyanların uydurmaları ve yine bununla birlikte dini sevdirmek ve teşvik etmek için yapılan uydurmalar, hadis rivayetlerinin ortaya çıkmalarının temel sebeplerindendir. Görüldüğü gibi hadislerin ortaya çıktığı ve yaygınlık kazandığı söz konusu dönemler birçok açıdan güvensiz bir döneme denk gelmektedir. Daha peygamberimiz hayattayken bile onun üzerinden birtakım söz ve hükümlerin uydurulduğu görülmekteyken, peygamberimizden sonra bu durumun ne boyutlara geleceğini anlamak güç değildir. Gerek peygamberimiz hayattayken gerekse vefatından sonra birçok samimi inanan bu uydurmalar ile baş etmeye çalışmış ve uydurmalara karşı vahiy ile mücadele etmişlerdir. Ancak zamanla iktidar hırsına sahip kişilerin hışmına uğramışlar ve özellikle Emevilerin iktidara geldiği dönemde hadisler daha fazla rivayet edilmeye başlanmıştır. Bilindiği gibi peygamberimize en fazla hadis atfeden kişi Ebu Hureyre’dir. Buradaki asıl sorun, beş binin üzerinde hadis rivayet ederek en fazla hadis rivayet eden kişi olmasına rağmen Ebu Hureyre’nin peygamberimizin yanında sadece bir yıl dokuz ay (başka bir rivayette kendi ifadesine göre sadece üç yıl) gibi bir süre bulunmuş olması ve kimsenin işitmediği ve hatta çoğu kişinin itiraz ettiği türden birçok uydurmayı nakletmiş olmasıdır. Bunun yanında Ebu Hureyre’nin güvenilir bir kişi olmadığı, İsrailiyat ve Mesihiyat kaynaklı kimi uydurmalarını rivayet ettiği, sonradan Müslüman olan Yahudi kökenli Ka’b el- Ahbâr’dan edindiği bilgilerle birçok İsrailiyat öğretisini İslam dininin içine soktuğu da ifade edilmiştir. Ka’b el-Ahbâr’ın İslam’a girmesinin arka planında münafıklık ederek dini bozmak ve Allah’ın Resulü’ne iftiralar isnat etmek olduğu görülmektedir. Mahmud Ebu Reyye, “Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması” isimli çalışmasında Ebu Hureyre ile ilgili çok önemli hususlara dikkat çekmektedir.  Mahmud Ebu Reyye, Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması, s. 213-243.
 Öncelikle Ebu Hureyre’nin gerçek ismi, geçmişi ve Müslüman olmadan önceki durumu ile ilgili net bilgiler bulunmamaktadır. Ancak kendi ifadelerinden hareketle yetim büyüyen, yoksul bir kişi olarak karın tokluğuna çalışan biri olduğu anlaşılmaktadır. Otuz yaşlarında Medine’ye geldiği ve fakirliğinden dolayı kendi ifadesiyle karnını doyurmak için peygamberimiz tarafından Mescid-i Nebevi’nin duvarına bitişik olarak kurulmuş olan ve ‘suffe’ adı verilen gölgelikte yaşayan; genellikle genç, bekâr ve yoksullardan oluşan Ashab-ı Suffe grubuna katıldığı bilinmektedir. Tarihi kaynaklar Ebu Hureyre’nin çok yemek yiyen obur biri olduğunu, her gün peygamberimizin ya da ashaptan birinin evinde karnını doyurduğunu, bazen de insanları rahatsız eden hareketleri, vakitli vakitsiz evlerine dalıp yemek istemesi sebebiyle bazı kişilerin kendisinden nefret ettiğini ve bazı sahabelerin ondan yüz çevirip kaçtıklarını ifade etmektedirler. Mizahı, şakalaşmayı ve aslı olmayan hikâyeleri gerçekmiş gibi paylaşmayı seven birisi olduğu, bol hadis rivayeti ve hikâye anlatımları ile insanları oyalayıp eğlendirdiği ve bu sayede onların sempatisini topladığı ifade edilmiştir. Hz. Ömer’in, asılsız birçok sözü peygamberimize isnat etmesi sebebiyle Ebu Hureyre’yi cezalandırdığı ve bu durumundan vazgeçmesi için onu sürgün ile tehdit ettiği kaydedilmiştir. Hz. Ömer hayattayken onun korkusundan rahat hareket edemeyen Ebu Hureyre, Hz. Ömer’in vefatından sonra aslı esası olmayan birçok hadis rivayet etmeye başlamıştır. Kendisi de bu gerçeği şu sözleri ile ifade etmiştir: “Size rivayet ettiğim şu hadisleri Ömer zamanında rivayet etseydim değneği ile beni döverdi.” Bir başka rivayette ise şöyle söylediği aktarılmıştır: “Ömer ölünceye kadar ‘Allah Resulü buyurdu ki’ diyemedik. Ömer hayatta olsaydı bu hadisleri size rivayet edebilir miydim? Vallahi, asla! Çünkü o takdirde sopasının sırtımı okşayacağını kesin olarak biliyorum. Ömer şöyle derdi: Kur’an ile ilgilenin! O, Allah’ın kelâmıdır.” Reşid Rıza da bu konuda şöyle söylemiştir: “Eğer Ömer’in ömrü Ebu Hureyre’nin ölümüne kadar olsaydı bize bu kadar çok hadis ulaşmazdı.” Yine onun çelişkili olan hadislerinin de hiçbir şekilde dini anlamda dayanak teşkil edemeyecek bir mahiyette olduğunu söylemiştir. Yine Ebu Hureyre’nin insanlara bir şeyler anlatıp aktarırken hem peygamberimizden duyduğu bazı şeyleri hem de Ka’b el- Ahbâr’dan dinleyip öğrendiklerini birbirine karıştırarak aktardığı, insanların da o gittikten sonra bu haberleri birbirine karıştırdıkları ifade edilir. İbn Kuteybe, Ebu Hureyre ile ilgili şöyle söylemiştir: “Sahabe’den hiçbirinin, benzerini rivayet etmediği sayıda yüklü hadis rivayet eden Ebu Hureyre, bu yüzden ithama uğramış ve bazılarınca yadırganmıştır. Onlar kendisine şunu sorarlardı: ‘Bunu nasıl yalnız sen duyuyorsun? Seninle bunu duyan kimdir?’ İkisinin de ömrü uzun olması itibarıyla Ebu Hureyre’nin bu bol sayıda rivayetini en fazla kınayan Hz. Aişe olmuştur.” Yine Ebu Hureyre’yi yalancılık ile itham edenlerin başında Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali gelmektedir. Kaynaklar, Hz. Aişe’nin Ebu Hureyre’ye: “Sen Resul’den duymadığın sözleri rivayet ediyorsun!” dediğinde ona edep ve hayadan uzak bir cevap verdiğine dikkat çekmektedir: “Ayna ve sürme seni Resul ile ilgilenmekten uzak tuttu.” Yine Hz. Ali’nin de Ebu Hureyre için “Dikkat edin o, insanların en yalancısıdır.” ve başka bir rivayette ise “Yaşayanlar arasında Allah Resulü’ne en fazla yalan isnat eden Ebu Hureyre’dir.” dediği kaydedilmiştir. Yine Ebu Hureyre’nin “Sevgili dostum bana haber verdi ki…” şeklinde konuştuğunu duyunca ona “Resul ne zaman senin sevgili dostun oldu?” dediği kaydedilmiştir. Ebu Hanife’nin talebelerinden olan Ebu Yusuf’tan şu şekilde bir rivayet gelmiştir: “Ebu Hanife’ye şöyle derdim: “Bize Resul’ün hadisi geliyor ve kıyasımızla çelişiyor. Bunu ne yaparız?” Dedi ki: “Eğer o hadisi sika (güvenilir) raviler aktarmışsa onu alır, reyi terk ederiz.” Dedim ki: “Ebu Bekir ve Ömer rivayeti hakkında ne dersin?” Dedi ki: O ikisinden iyisini nereden bulacaksın!” Dedim ki: “Peki Ali ve Osman?” Dedi ki: “Aynı şekilde.” Bütün sahabeyi saymaya başladığımı görünce şöyle dedi: “Bazı adamların dışında, sahabenin tümü adildir.” İstisnalar olarak Ebu Hureyre ve Enes b. Malik’i zikretti.” Mahmud Ebu Reyye, Hz. Ömer ve Ebu Hureyre arasında geçen bir tartışmayı şu şekilde aktarmıştır: “Ömer 21. yılda Ebu Hureyre’yi Bahreyn valiliğine atadı. Ne var ki, Ebu Hureyre’nin adil bir valiye yakışmayacak bazı ihlallerde bulunduğunu duyunca görevinden azlederek yerine Osman b. Ebi’l Âs b. Bişr es-Sekafî’yi atadı. Ebu Hureyre’yi çağırttı ve kendisine şöyle dedi: “Biliyor musun? Seni Bahreyn’e vali yaptığımda ayağında bir çift ayakkabı yoktu! Sonra duydum ki sen 1000 dinara, 600 dinara atlar satın almışsın!” Ebu Hureyre şu cevabı verdi: “Bizim sürekli çoğalan atlarımız ve ardı arkası kesilmeyen hediyelerimiz vardı!” Ömer: “Senin rızkını ve geçim masrafını belirlemiştim. Bu anlattıkların fazlalıktır, onları ver.” Ebu Hureyre: “Onlar sana düşmez!” Ömer: “Tam tersi. Yoksa yemin ederim ki sırtını acıtırım.” Ömer, sopasıyla kalktı ve onu kan çıkıncaya kadar dövdü ve: “Onları getir!” dedi. Ebu Hureyre: “Onları kendime ait kıldım.” dedi. Ömer: “Bu yaptığım, helalinden almadığın şeyleri itaatkâr bir şekilde vermen içindi! Sen Bahreyn’in en ücra köşesinden, insanlar vergilerini; Allah ve Müslümanlar için değil de senin için versinler diye mi geldin?” Ebu Hureyre’nin bizzat kendisinin aktardığı bir rivayette ise Hz. Ömer’in kendisine şöyle söylediği görülmektedir: “Ey Allah’ın Kitabı’nın düşmanı! Allah’ın malını çaldın değil mi? Yoksa senin on bin dinarın nereden olacak?” Hz. Ömer’in vefatından sonra Ebu Hureyre her anlamda daha serbest kalmış ve Hz. Osman’ın yumuşak huylu tabiatından da güç alarak asılsız olan birçok rivayeti yaymaya başlamıştı. Hz. Ali ve Muaviye arasındaki mücadelede, Muaviye’nin türlü planlar ile zaman içinde iktidarı ele geçirmesi ile birlikte Ebu Hureyre de altın çağını yaşamaya başlamıştı. Mahmud Ebu Reyye bu durumu şu sözleri ile ifade etmektedir: “Resul, Ebu Bekir ve Ömer döneminde yaşanan güçlü günlerden sonra fırkaların türemesinin akabinde Muaviye ile Ali, diğer bir deyişle Emeviler ile Abbasiler arasında savaş patlak verip Müslümanlar gruplaşmaya başlayınca Ebu Hureyre, tabiatının yatkın olduğu gruba yakınlaştı. Bu grubun arzuları da onunkilerle çakışıyordu. Bu, Muaviye’nin grubuydu. Bütün lüksü, savleti ve varidatıyla Muaviye’nin grubu; fakirlik, açlık ve zühtten başka bir şeye sahip olmayan Ali’nin grubuyla karşılaştırıldığında Ebu Hureyre gibi bir hayat süren kişinin yapabileceği en muhtemel tercihti. Ali’ye giden yoldan uzaklaşıp, oburluğunu Muaviye’nin rengârenk sofralarında ve ihtirasını onun değerli hediyeleri ile tatmin etmek: İşte Ebu Hureyre’nin bütün isteği. Açlıktan baygınlıklar geçiren ve etrafındakilerin “deli” diyerek boğazına bindikleri Ebu Hureyre’nin, saltanata ve lezzetli yemeklere sahip Emevi Devleti’ni bırakıp yiyeceği peksimet olan yoksul, zahit Ali’ye meyletmesi düşünülebilir miydi? Emeviler, Ebu Hureyre’nin iyiliklerini itiraf etmiş, kendilerine gösterdiği yakınlığı takdir ederek onu hediyelere ve bağışlara boğmuşlardı. Çok geçmeden Ebu Hureyre’nin durumu düzelerek dar günlerden müreffeh günlere, fakirlikten zenginliğe kavuşmuştur. Bir zamanlar vücudunu yırtık Yemen abasıyla örten Ebu Hureyre, artık ipek ve keten elbise giyiyordu. Emeviler’in, yardımına karşılık Ebu Hureyre’ye verdikleri ilk ödül, Bisr b. Artae tarafından Medine valiliğine atanmasıdır. Ona bu görevi veren Bisr, Muaviye’nin emri ile Hicaz halkına yapmadığını bırakmamış biridir. Mervan b. Hakem de ara sıra Ebu Hureyre’yi Medine valiliğine niyabetle bırakırdı. Zamanla Emevilerin Ebu Hureyre üzerindeki etkileri artmış ve onun için el-Akik’te bir köşk inşa ederek, kendisine arazi vermişlerdir. Bununla da yetinmeyerek, onu yoksul günlerinde karın tokluğuna hizmet ettiği prens Atebe b. Gazvan’ın kızı, Büsre bn. Gazvan ile evlendirmişlerdir. Kibir ve böbürlenmesi onu daha da aşağı bir hale getirmiş, aslı ve mayası ortaya çıkmıştı… Ebu Hureyre’nin Muaviye’ye yaptığı destek kılıçla veya malla değildi. Onun yardımı; ancak ve ancak Ali ve taraftarlarını kötüleyen, eleştiren hadisleri rivayet edip bunları yaymak biçiminde gerçekleşiyordu. Bunun yanı sıra Muaviye’yi ve devletini öven hadisler de söylüyordu. O yaptığı bu propagandayla halkın Ali’den uzaklaşmasını ve Muaviye’ye ılımlı bakmasını sağlıyordu.” Görüldüğü gibi durumun ve söz konusu dönemdeki rivayetlerin nasıl ortaya çıktıklarının daha iyi anlaşılabilmesi için örnek olarak aldığımız Ebu Hureyre, en fazla hadis rivayet eden ancak peygamberimizin en yakınlarındakiler tarafından “yalancı ve güvenilmez” olarak görülen bir kişidir. 5374 tane hadis rivayet ettiği bilinen Ebu Hureyre’den gelen hadislerin 446 tanesi Buhari tarafından kayıt altına alınmıştır. Peygamberimizin en yakınındaki arkadaşları tarafından rivayet edildiği kabul edilen hadis sayısı ise rivayetlerin asılsız şekilde ne boyutlara ulaştığını görebilmek açısından son derece dikkat çekicidir. Mahmud Ebu Reyye’nin dikkat çektiği gibi Hz. Ebu Bekir’in yüz kırk iki hadis rivayet ettiği iddia edilmekte, Buhari’nin ise bunlardan sadece yirmi ikisini eserine aldığı kabul edilmektedir. Hz. Ömer’in elli civarında hadis rivayet ettiği iddia edilmiştir. Hz. Ali’nin de elli civarında hadis rivayet ettiği kabul edilmekte, Buhari ve Müslim’de Hz. Ali’ye ait olduğu iddia edilen yirmi kadar hadis bulunduğu görülmektedir. Buhari, Hz. Osman’dan dokuz, Müslim ise beş hadisi rivayet etmiştir. Yine Buhari, ez-Zübeyr b. El- Avvâm’dan dokuz, Talha b. Ubeydullah’tan dört, Abdurrahman b. Avf’tan dokuz, Zeyd b. Sâbit’ten sekiz, Selmân el-Fârisi’den dört hadis rivayetini almıştır. Söz konusu sahabelerden rivayet edildiği kabul edilen hadislerin de ne kadar onlara ait olduğu şüphelidir. Bu rivayetlerin metnine bakılmalı ve Kur’an’a uygun ise işte o zaman “gerçekten söylemiş olabilirler” denilmelidir. Bununla birlikte Saîd b. Zeyd b. Nufeyl ve Ubeyy b. Amâra gibi sahabenin ileri gelenlerinden bazılarının, peygamberimizden hiçbir hadis rivayet etmediklerine de dikkat çekmek gerekir. Bu konuda bir rivayet dikkat çekicidir: “Amr İbnu Meymun anlatıyor: Ben, İbnu Mesud ile perşembe akşamları karşılaşmayı hiç aksatmazdım. Bu gelişlerimde, onun herhangi bir şey hususunda: ‘Resulullah buyurdular ki’ dediğini hiç duymadım. İşte bu akşamlardan birinde, ‘Resulullah buyurdular ki’ diyerek (söze başladı, fakat arkasını getirmeyip) başını öne eğdi. (Biraz bekledikten sonra) kendisine baktım. Gömleğinin ilikleri çözülmüş, gözlerinden yaşlar boşanmış, avurtları şişmiş vaziyette ayakta duruyordu. (Bir müddet bu vaziyette kaldıktan sonra) sözünü şöyle tamamladı: Resulullah öyle veya onun berisinde veya yukarısında veya ona yakın veya ona benzer bir şey söylemişti.” İbrahim Canan hocanın söz konusu rivayet ile ilgili yapmış olduğu açıklamanın bir kısmı şu şekildedir: “Bu hadis, İbnu Mesud’un hadis rivayetindeki titizliğini göstermektedir. Ashabın, birçoğu, hata yapma korkusuyla rivayetten hayatları boyu kaçınmışlardır. Bu rivayet, söylenen hususta İbnu Mesud’la ilgili canlı bir misal vermektedir. Hâlbuki İbnu Mes’ud Ashab’ın büyüklerinden, tanınmış âlimlerinden biridir. Onun İslam’daki ilkliği, Resulullah’a yakınlığı ve ilimdeki ileri mevkii, onu hadis rivayetinde rahat davranmaya cüret ve cesarete sevk etmemiştir. Çünkü bir sözü Resulullah’a nisbet etmenin mesuliyeti büyüktür.” 24 İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/485-486.
 
 Şayet rivayet edildiği gibi bu şekilde bir olay yaşanmış ise peygamberimizin en yakınındakilerin bir şeyi peygamberimize isnat etmek hususunda ne kadar hassas olduklarını ve bundan kaçındıklarını görmek mümkündür. Buna rağmen zamanla rivayetlerin nasıl katlanarak çoğaldıklarını, Kur’an’a ve peygamberimizin Kur’an’ı en güzel şekilde tebliğ edip uygulayışına aykırı birçok rivayetin nasıl dinimizin içine sızdığını anlamak zor değildir. Her dönemde olduğu gibi o dönemde de dünya hırsı, menfaat ve iktidar arzusunun, inananlar arasında fitne ateşini yaktığını ve o ateşin telafisi mümkün olmayan zulümlere sebep olduğunu görmek mümkündür. Bu gerçekleri yok saymak ve Allah’ın bunca apaçık ayetini hiçe sayan rivayetleri sırf “güvenilir” zannedilen kitaplarda geçiyorlar diye kabul etmek, bu ateşe ve zulme ortak olmak demektir. Bununla birlikte sahabe kabul edilen kişilerin tamamının adil ve güvenilir olduğu yönündeki yaygın kanaatin de son derece temelsiz olduğu görülmektedir. Peygamberimiz ile birlikte Allah yolunda canı ile malı ile mücadele eden ve hiçbir yılgınlık göstermeden İslam’ı en güzel şekilde yaşamaya gayret eden sahabelerin olduğu ve her ne kadar isimleri verilmese de bu kişilerden Kur’an’da da övgü ile bahsedildiği bir gerçektir. Buna rağmen yine isimleri verilmese de daha peygamberimiz hayattayken bile birçok münafığın türediği ve peygamberimize manevi anlamda eziyet edenlerin olduğu ayetler ile bildirilmiştir. Bununla birlikte geleneksel kaynaklarda “sahabenin tümünün adil olduğu” iddiasını geçersiz kılacak şekilde kimi sahabelerin birbirlerini tekfir ederek yalanladıkları örneklerin görülmesi de mümkündür. Yine peygamberimizin yanındakilerin beşer oldukları gerçeği unutularak, hataları olabileceği, unutabilecekleri, yanılabilecekleri ya da nefislerine uyarak hareket edebilecekleri gibi insani yönleri yok sayılmıştır. Bu konuda Mahmud Ebu Reyye şu şekilde bir yaklaşımda bulunmuştur: “Âlimler ravilerin hallerinin araştırılmasının elzem olduğunu söylemişlerdir fakat sahabenin eşiğinde kalakalmışlar oradan öteye geçememişlerdir. Çünkü onların tamamını adil kabul etmişler ve ashabı tenkit caiz olmaz, onları cerhe yönel inmez demişlerdir. Sahabe hakkında söyledikleri sözlerden birisi de “onların defteri kapandı” ifadesidir. Esasen çok ilginçtir; sahabe birbirini tenkit edip tekfir ederken, bunlar bu noktada duraksamışlardır. Sahabeden kabul ettikleri kimseler içinde, toplanan zekâtlar hususunda Resulullah’a imalı itirazda bulunanlar, ona eziyet edenler, onun için ‘(o her söyleneni dinleyen) bir kulaktır’ diyenler, Mescid-i Dırâr’ı yapanlar vardır. Keza içlerinde Tebuk gazvesine katılmayıp mazeret beyan edenler var ki, bunların sayısı seksen küsurdur. Hz. Peygambere savaşa katılmayıp mazeret beyan ederek yemin etmişler, Allah’ın Resulü de onların zahiri mazeretlerini kabul etmiş ve haklarında şu ayet inmiştir: “Siz yanlarına geldiğiniz zaman kendilerinden vazgeçesiniz diye Allah’a yemin edecekler. Onlardan vazgeçin, çünkü onlar pisliktir. Kazandıkları işlerin cezası olarak varacakları yer de cehennemdir.” (Tövbe Suresi 95). Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de el- Munâfikûn isimli surenin olması yeterlidir.” Meşhur müfessir Fahreddin er-Râzî’nin (ö. 1210) hadis rivayetleri ve bunlara yaklaşım konusundaki sözleri dikkat çekicidir: “Bir grup mülhidin (inançsız, münafık) hadis uydurup onları sahih hadisler arasına karıştırdığı ümmet arasında bilinen bir husustur. Hadisçiler iyi niyetleri sebebiyle bunları tanıyamadılar ve onların bu rivayetlerini kabul edip naklettiler. Allah ve sıfatları hakkında münker unsurlar ihtiva eden bu tür haberlerin kesin olarak uydurma olduğunu bilmek gerekir. Buhari ve Müslim gaybı bilmezlerdi. Onlar güçleri yettiğince içtihat edip, sahih hadisleri seçmeye çalıştılar. Onların Hz. Peygamber’den başlayıp kendi dönemlerine kadar her şeyi bildiklerini aklı başında hiç kimse iddia edemez. Biz, onlar ve rivayette bulundukları kimseler hakkında hüsnü zan ederiz; ancak münker bir haberle karşılaştığımızda, onun Resulullah’a ait olmayıp mülhidler tarafından uydurulduğundan da şüphe etmeyiz.”
Hadis konusuna eleştirel yaklaşmak ve Kur’an’dan referans alamayan hadis rivayetlerinin peygamberimize ait olamayacaklarını ifade etmek gerçeğin peşinde olan her inanan için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Bunun aksini iddia etmek ise hadis rivayetlerindeki iftira ve problemi yok saymak ve Allah’ın apaçık kıldığı ve hidayete yönlendiren güzel dinine yapılan bunca zulmü görmezden gelmek demektir. Geçmişteki hadis âlimleri tarafından sahih olan hadislerin olmayanlardan ayıklandıklarını iddia etmek suretiyle hadis rivayetlerini dokunulmaz kılarak bu konuda söylenecek her şeyin söylendiğini ve konunun kapandığını iddia etmek kabul edilebilir değildir. Çünkü bu iddianın hakikat adına bir şey ifade etmediği ortadadır. Söz konusu kişiler tarafından derlenmiş olan ve en güvenilir rivayetleri içerdikleri zannedilen hadis kitapları, uydurmalar ile doludur.
Musa Carullah Bigiyef’in (ö. 1949) bu konudaki yaklaşımı
önemlidir: “Raviler kasten yalan söylemezler. Fakat nakilde bir kusur bulunabilir. Yoksa kulak varken insanın aklına ihtiyaç kalmazdı. Bir haberi tefekkürsüz ve mülahazasız kabul etmektense onu tefekkür ve mülahaza sonunda inkâr etmek daha iyidir. İslamiyet’in esaslarına dokunur bir hadis hakkında serbestçe fikir yürütmek ve mülahazada bulunmak, her Müslümanın elbette mukaddes hakkıdır. “Sabit oldu, iş bitti, artık sükût!” gibi küçük çocukları tedipte (yola getirmekte) kabul kılınabilen sözün böyle hususlarda kıymeti bulunmasa gerektir.”
İsmâ’îl Mansûr ise konuya çok daha keskin bir şekilde eleştirel
yaklaşmış ve şöyle söylemiştir: “Bazı ilim adamlarının hadis ilmi diye inşa ettikleri şey (mutlak bir tarafsızlıkla söylemek gerekirse), temeli olmayan bir vehim ve doğru olmayan bir zandan başka bir şey değildir. Çünkü bu, kelimenin tam anlamıyla bir ‘ilim’ değildir; zira sabit (objektif) esasları yoktur. Sadece hüsnü zanna dayalı birtakım bakış açılarından ibarettir.” Allah’ın Sözlerinden Başka Hangi Söze İnanıyorsunuz? Kendi indirdiği dini O’na öğretmeye kalkanlara şöyle buyuruyor Rabbimiz: “Siz Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, gökte ne var, yerde ne var hepsini bilir. Allah her şeyi çok iyi bilmektedir.” (Hucurat Suresi 16). “…De ki: Allah’ın, göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi Allah’a haber veriyorsunuz?” (Yunus Suresi 18).
Yine soruyor Rabbimiz: “İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah’tan ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanıyorlar?”
(Casiye Suresi 6), “…Hadis (söz) bakımından Allah’tan daha doğru kim vardır!” (Nisa Suresi 87). Yine Kur’an’da çok açık bir dille ifade edilir: “Yemin olsun ki, resullerin hikâyelerinde, aklını ve gönlünü çalıştıranlar için bir ibret vardır. Bu Kur’an, uydurulacak bir hadis/bir söz değildir; aksine o, önündekini tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk için de bir kılavuz ve bir rahmettir.” (Yusuf Suresi 111).
“Bu hadisi (Kur’an’ı) yalanlayanı bana bırak; onları bilmedikleri yerden derece derece (azaba) yaklaştıracağız.” (Kalem Suresi 44). Kur’an-ı Kerim, en güzel hadistir. En güzel olandan gelen ve bizi dosdoğru yoluna sevk eden en güzel sözdür. “Onlar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar sağduyu sahipleridir.” (Zümer Suresi 18). Dolayısıyla peygamberimize isnat edilen sözler de dâhil olmak üzere dini konudaki tüm sözler, sözlerin en güzelinin sahibi olan Allah’ın sözlerine uygun olduğu oranda dini anlamda bir değer taşır. Bunun dışındaki sözler, kişilerin kendi görüş ve düşüncelerini temsil eder.
Allah’ın ayetleri dururken din adına başka sözlere itibar edenlerin
durumu da açıkça ifade edilir:
 “İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah yolundan bilgisizce saptırmak için hadis/laf eğlencesi satın alır ve onu alay konusu edinir. İşte böylelerine rezil edici bir azap vardır.” (Lokman Suresi 6). Evrensel ve her dönemin kitabı olan Kur’an, adeta ileride ortaya çıkacak olan hadis kültürünü önceden haber vererek uyarılarda bulunur ve size Allah’ın sözleri yetmiyor mu? diye sorar: “Artık bundan sonra hangi hadise/söze iman edecekler?” (Mürselat Suresi 50). “Hadis (söz) bakımından Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir!” (Nisa Suresi 87). “Allah sözün en güzelini (en güzel hadisi) birbiriyle uyumlu/ ahenkli bir kitap olarak indirdi. Rablerine haşyet duyanlar onu (okurken) derileri ürperir. Sonra kalpleri ve bedenleri (yine) Allah’ı anarak (onunla) yatışır. Dileyen kimseye Allah işte bu Kitapla hidayet eder…” (Zümer Suresi 23). Allah’ın dinini Allah’a öğretmeye kalkan, elçisine vahyetmiş olduğu Kur’an ile yetinmeyen ve arzu ettikleri kimi şeyleri Kur’an’da bulamayanlar, “hadis” başlığıyla peygamberimize birçok yalan isnat ettiler. İnananları kurtaracak olan atalarımız ve onları üzerinde bulduğumuz din değil, Allah’ın dinidir. O da Kur’an-ı Kerim’in ta kendisidir. Bu gerçeğe dikkat çekildiğinde, “Ne yani peygamberimiz hayatta olduğu sürece hiç mi bir şey konuşmadı?” diye itiraz ediliyor. Şüphesiz peygamberimiz pek çok şey konuşmuştur. Ancak dini konularda sadece Kur’an’dan, dünyevi konularda ise kişisel tercih ve beğenileri doğrultusundaki meselelerden konuşmuştur. Ancak peygamberimizin dünyevi konularla ilgili konuşmalarının evrensel ve dini bir bağlayıcılığı yoktur. Peygamberimize isnat edilen, Kur’an’ın ruhuna uygun olan dünyevi tercihleri ile ilgili rivayetleri örnek almak isteyen örnek alır. Ancak bunları dinselleştiremez. Kur’an’ın bizzat uygulanması olan gerçek sünneti dışında ayrı bir sünnet başlığı oluşturarak bunlardan sevap umamaz. Örneğin peygamberimizin kabak yemeği ya da kırmızı elma yemeyi sevdiği ve günde iki öğün yemek yediği rivayet edilir. Şimdi buradan hareketle kabak ya da kırmızı elma yemek ve günde sadece iki öğün yemek, dini bir konu mudur? Maalesef insanlar böyle zannediyorlar. Biri kalkıp “Ben kabak sevmem” derse “Sen peygamberimizin sevdiği bir şeyi sevmeyerek peygamberimize muhalefet ettin” diyorlar. Yine örneğin peygamberimizin helva yemeyi sevdiği rivayet edilir.25 Bu yüzden helva yemenin sünnet olduğu söylenir. O dönemde nasıl yapılıyordu bilinmez ancak bugün bu sünneti yerine getirmeyi isteyen kişinin doktorların ısrarla sakınılmasını tavsiye ettikleri üç beyaz olan un, yağ ve şeker kullanarak yapacağı açıktır. Çünkü bunlar helvanın ana gereksinimleridir. Şimdi sağlığa zararlı olduğu apaçık belli olan bir tatlıyı yemek istememek, peygamberimizin sünnetine muhalefet etmek midir? Yine örneğin yemeği yer sofrasında, diz çökerek, tahta kaşıkla, ayakkabıları çıkartarak ve bir yere yaslanmadan yemenin, tek başına yemek yememenin, ekmeği el ile bölmenin, un çorbası içmenin, su içerken de kıbleye dönerek ve oturarak üç yudumda su içmenin sünnet olduğu rivayet edilir. Şimdi yemek yerken ya da su içerken bunlara uymayan biri peygamberimize muhalefet mi etmektedir? Ekmeği bıçak ile kesen biri sevaptan mahrum mu kalmaktadır? Bu nasıl bir din anlayışıdır? Peygamberimiz tüm bunları kişisel bir tercih olarak ve içinde bulunduğu 25 Tirmizi, Et’ime 29, (1832).
ortamın şartları neyi gerektiriyorsa ona göre uygulamış ya da hiç uygulamamış olabilir. Ancak bu ve benzeri uygulamaların hiçbiri dini anlamda bağlayıcı değildir. Allah, ayetlerinde peygamberimize buyuruyor: “De ki: Elbet, ben, dini Allah’a has kılarak yalnız O’na kulluk etmekle emrolundum.” (Zümer Suresi 11). Peygamberimiz dini yalnız Allah’a has kılıyor ve din adına yalnız Allah’ın ayetleri ile hareket ediyor. Oysa insanlar, peygamberimizin yetindiği ayetler ile yetinemiyorlar. Kur’an-ı Kerim’in, Allah sözü olduğundan şüphe edilemez. Kur’an-ı Kerim, kuşku ve şüphe barındırmayan tek geçerli hadistir. Allah’ın hadisi, yani sözüdür. Oysa Kur’an dışındaki söz ve rivayetler, hem Kur’an ile hem kendi aralarında hem de akıl ve yaratılışımız ile çelişmektedirler. Şüphesiz olan Kur’an, şüpheli olan hadis rivayetleri için tek ölçüdür. Şüphesiz olan, şüpheli olanın belirleyicisidir. Doğası bozulmamış insan aklı ve yaratılışı başka türlüsünü kabul edemez. Gerçek anlamda inanan biri başka türlüsünü içine sindiremez. Ancak maalesef yaygın olarak yaşanan din, şüpheli olan üzerine kurulmuştur. Yaygın olarak yaşanan dinde, roller değişmiştir. Şüpheli olan, şüphesiz olan üzerinde otoritedir. Şüphesiz olanın nasıl anlaşılması gerektiğini, şüpheli olan belirlemektedir. Bu sebeple yaygın olarak inanılan ve yaşanılan din, Allah’ın indirdiği, resulünün de tebliğ ederek en güzel şekilde örnek olduğu din değildir. Allah’ın sözlerine teslim olmayan biri gerçek anlamda Allah’a teslim olabilir mi? Allah’ın sözünün önüne söz geçiren ya da apaçık sözlerini hiçe sayarak başka sözlere itibar eden biri, dosdoğru yol üzerinde olabilir mi? Allah’a dinini, resulüne de peygamberliği öğreten biri, kendini Allah’ın ve elçisinin yerine koymuş olmuyor mu?
HADİSLER ARASINDAKİ ÇELİŞKİLERE ÖRNEKLER
Hadisler arasında son derece açık olan birçok çelişki görmek mümkündür. Bazen aynı kaynak içinde bazen de güvenilir kabul edilen söz konusu kaynaklar arasında birbiri ile çelişen ve diğerinin tam aksini iddia eden rivayetler bulunur. Sadece hadislerin kendi aralarındaki çelişkiler bile tek başına kalın bir kitap içeriği oluşturacak boyuttadır. Bu yüzden bu kısımda kısaca bazı örnekler ele alınacaktır.
Kan Aldırmak Orucu Bozar Mı?
Güvenilir kabul edilen hadis kitaplarında bir yandan kan aldırmanın, yapanın da yaptıranın da orucunu bozacağı söylenir: “Hacamat ettiren de, hacamat eden de orucunu açmıştır.”  Tirmizi, Savm 60; Ebu Davud, Savm 28.
 Diğer yandan başka rivayetlerde peygamberimizin oruçlu iken kan aldırdığı söylenir.27 Hacamat edenin de orucunun bozulacağını iddia etmek ise ayrı bir garipliktir. Bir başka rivayette peygamberimizin: “Üç şey vardır orucu bozmaz: Kan aldırmak, kusmak, ihtilam olmak.” 28 Tirmizi, Savm, 24.dediği iddia edilir.
Kan Alımından (Hacamat) Para Alınır Mı?
Bir rivayette peygamberimizin kan mukabilinde (hacamat yapılarak) alınan semenden (paradan, kazançtan) men ettiği söylenirken29 Buhari, Büyu 113, 25, Talak, Libas 86, 96; Ebu Davud, Büyu 65, (3483).
 başka bir r ivayette: “ Resulullah hacamat olur, kimseye ücretinde zulmetmezdi.”  Buhari, İcare 18; Müslim, Selam 77 (1577). denilmektedir.
Kusmak Orucu Bozar Mı?
Bir rivayette peygamberimizin kustuğu için orucunu açtığı iddia edilmiştir: “Ma’dan İbnu Talha, kendisine Ebu’d-Derda’nın şunu anlattığını söylemiştir: ‘Resulullah kustu ve orucunu açtı. Sevban’a bu meseleyi sordu. Sevban: ‘Doğru söylemiş, o zaman abdest suyunu ben döktüm’ dedi.”31 Buna rağmen bir başka rivayette 27 Buhari, Savm 32, Tıbb 11; Müslim, Hacc 87.
31 Ebu Davud, Savm 32, (2381); Tirmizi, Taharet 64, (87). peygamberimizin, kusmanın orucu bozmayacağını söylediği iddia edilmiştir: “Üç şey vardır orucu bozmaz: Kan aldırmak, kusmak, ihtilam olmak.” Tirmizi, Savm, 24. Örneğin Kur’an-ı Kerim’de oruçluyken kusan kişinin ne yapması gerektiğine dair bir bilgi yoktur. Bu yüzden orucunu devam ettirmeye gücü yeten kişi orucunu devam ettirebilir, kusması sebebiyle orucuna devam etmeye gücü yetmeyecek olan kişi de o günün orucunu başka bir günde kaza edebilir. Dolayısıyla oruçluyken kusmanın, kişinin durumuna göre değişebilecek bir sonucu vardır. Ayetler bu gibi durumlarda esneklik getirerek kolaylık sağlarlar. Ancak rivayetlerdeki ifadeler Allah’ın açıklamadığı durumları açıklamaya ve yeni hükümler getirmeye kalkışarak işi zorlaştırırlar. Örneğin kusmanın orucu açma sebebi olduğu rivayetini esas alan biri, kendisini en ufak şekilde etkilemeyecek biçimde az ya da çok kussa da orucunu açmak durumunda kalacaktır. Bu ise Allah’ın kolaylık ve esneklik sağladığı bir durumu sınırlamaktır. Şayet iddia edildiği gibi peygamberimiz kustuğu için orucunu açtıysa belki rahatsızlığı sebebiyle orucunu tamamlayamayacağına kanaat getirdiği için orucunu açmıştır. Bu ise zaten Allah tarafından insanlara tanınan bir hak ve kolaylıktır. Ancak böyle bir olayın gerçekten yaşanıp yaşanmadığını bilmeden, yaşanmışsa da hangi sebepten dolayı peygamberimizin bu şekilde davranmış olduğuna dair en ufak bir bilgiye sahip olmadan kustuğu için orucunu açtığını iddia etmek, benzeri birçok konuda olduğu gibi dinde olmayan ya da esnek bırakılmış şeyleri dine ilave etmektir.
Öpüşmek Orucu Bozar Mı?
Bir rivayette oruçluyken hanımını öpenin orucunun bozulacağı söylenir: “Resulullah’ın azadlılarından Meymune anlatıyor: Resulullah’a oruçlu iken, oruçlu hanımını öpen adam hakkında sorulmuştu: ‘İkisinin orucu da bozulur!’ buyurdular.” İbn Mace (1686).. Aişe’nin söylediği iddia edilen başka bir rivayette peygamberimizin oruçluyken hanımını öptüğü hatta mübaşerette bulunduğu (ten tene değecek şekilde cinsel temasta bulunmak) söylenir: “Resulullah oruçlu olduğu halde hanımlarından birini öperdi. (Hz. Aişe bunu söyleyip sonra güldü.)” 34 Buhari, Savm 24, 23; Müslim, Sıyam 62-65, (1106).
 Bir başka r rivayette şöyle der: “Resulullah oruçlu iken mübaşerette bulunurdu. O, nefsine hepinizden çok hâkim idi.”  Buhari, Savm 24, 23; Müslim, Sıyam 62-65, (1106).
İhramlı Kişi Evlenebilir Mi?
Kur’an’da açıklanmayan her konunun Allah’ın Kur’an ilkelerine uygun şekilde serbest bıraktığı konular olduğunu anlayamayan ya da bir şekilde kabul etmeyenler, Yahudi ve Hıristiyanların düştükleri hatalara düşerek dinde olmayan detaylar ve cevabı verilmemiş şeylerle ilgili sorular sormaya kalkarak hem dini zorlaştırmış hem de çelişkili bir hale sokmuşlardır. Bunlardan biri de ihramlı olan kişinin evlenip evlenemeyeceği hususudur. Kur’an’da Hac ibadeti esnasında ihramda olan yani normal zamanda kendisine helal olan ama Hac esnasında yasaklanmış bazı şeyleri o dönem içinde kendisine haram kılan kişinin biri ile evlenip evlenemeyeceğine dair bir açıklama yoktur. Hac ibadeti esnasında ihramlıyken cinsel ilişkiye girmek yasak edilmiştir (Bakara Suresi 197). Ancak buna rağmen bir kişinin cinsel ilişkiye girmemek kaydıyla evlenmesine engel bir durum da bulunmamaktadır. Çünkü yasak olarak sayılan şeyler arasında evlilik sayılmamaktadır. Ancak rivayetlerde peygamberimizin ihramlı kişinin evlenemeyeceğini ve başka birini de evlendiremeyeceğini söylediği iddia edilir: “Resulullah buyurdular ki: İhramlı ne evlenir, ne evlendirir, ne de dünür gönderir.” 36 Müslim, Nikâh 41, (1409); Ebu Davud, Menasik 37, (1841); Tirmizi, Hacc 23, (840); Nesai, Hacc 91, (5, 192).
 Buna rağmen bir başka rivayette bizzat kendisinin ihramlı olduğu halde evlendiği söylenmektedir: “Resulullah Meymune validemiz ile ihramlı iken tezevvüc buyurdular (evlendiler).” (Nesai’ye ait bir başka rivayette: ‘İhramlı iken Resulullah evlendi’ denilir ancak Meymune ile evlendiği zikredilmez).  Buhari, Cezau’s-Sayd 12, Megazi 43, Nikâh 30; Müslim, Nikâh 46, (1410); Ebu Davud, Menasik 39, (1844, 1845); Tirmizi, Hacc 24, (842); Nesai, Hacc 90, (1,
 Kıbleye Doğru Tuvalet Yapılır Mı?
Yine örneğin gerek küçük, gerek büyük tuvalet yapılırken kıbleye dönülmemesi söylenir: “Helaya gittiğiniz vakit, (abdest bozarken) kıbleye ne önünüzü ne de arkanızı dönün.” Buhari, Vudu 11; Müslim, Taharet 59
 Buna rağmen aynı zamanda söz konusu kaynaklarda peygamberimiz birtakım insanlar küçük ve büyük tuvaletleri için kıbleye dönmeyi hoş karşılamadıklarından, bu bidatı kaldırmak için tuvaletini kıbleye doğru yaptırdığı aktarılır: “Hz. Aişe anlatıyor: Resulullah’ın yanında, fercleriyle kıbleye yönelmekten hoşlanmayan bazı kimseler zikredilmişti, şöyle buyurdular: Bunların öyle yaptıklarını sanıyorum. Benim abdest bozmak üzere oturduğum yeri kıbleye çevirin.” İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/564.
 Yine bunu destekleyen bir rivayet de vardır: “Halk: ‘Kazayı hacet (büyük tuvalet) için çömelince ne kıbleye karşı ne de Mescid-i Aksa’ya yönel’ demektedir. Hâlbuki ben bir ihtiyacım için, (bir gün kız kardeşim) Hafsa’nın evinin damına çıkmıştım. Resulullah’ı yüzünü Şam’a, arkasını da kıbleye çevirmiş olarak kazayı hacet yapıyor gördüm.” Buhari, Vudu 12, 14, Humus 4; Müslim, Taharet 61, 62 (266).
Sırt Üstü Yatarken Ayak Ayak Üstüne Atılabilir Mi?
Bir rivayette peygamberimizin sırt üstü yatarken ayak ayak üstüne atılmasını yasakladığı ifade edilmiştir: “Resulullah buyurdular ki: Biriniz sırtüstü uzanıp, sonra da ayak ayak üstüne atmasın.” Müslim, Libas 74, (2099); Ebu Davud, Edeb 36, (4865); Tirmizi, Edeb 20, (2767, Bir diğer rivayette ise peygamberimizin bu şekilde ayak ayak üstüne atarak sırtüstü yattığının görüldüğü ifade edilmiştir: “Abbad İbnu Temim’in amcasından naklettiğine göre, amcası, Resulullah’ı mescitte, ayaklarından birini diğerinin üzerine koymuş vaziyette sırtüstü yatarken görmüştür. (İmam Malik şu ziyadeyi kaydetmiştir: ‘İbnu’l-Müseyyeb’ten bana ulaştığına göre Hz. Ömer ve Osman da böyle yaparlardı.)”42
BİR NAMAZ GÜNDE İKİ KERE KILINABİLİR Mİ?
Bir rivayette bir namazın günde iki defa kılınması yasaklanmıştır: “İbnu Ömer şunu anlatmıştır: “Resulullah buyurdular ki: “Bir günde aynı namazı iki sefer kılmayın.” Ebu Davud, Salat 68, 579. Diğer taraftan kılınabileceği söylenmiştir: “Peygamber Efendimiz namaz kıldırdıktan sonra, iki kişinin mescidin bir köşesinde namaz kılmayıp oturduklarını gördü. Onlara neden cemaatle beraber namaz kılmadıklarını sorunca, “Biz evimizde kıldık” dediler. Bunun üzerine Resulullah “Böyle yapmayınız. Sizden biri evinde namazı kılıp sonra da imamı namaz kılmamış bir halde bulursa onunla birlikte yine kılsın. Çünkü o kendisi için nafile olur.” Ebu Davud, Salat, 575; Tirmizi, Salat 49. Başka bir rivayet de ilk rivayet ile çelişmektedir: “Hz. Muaz, Resulullah ile yatsıyı kılar, sonra kavmine döner, bu namazı onlara kıldırırdı.” Buhari, Ezan 60, 63, 66, Edeb 74; Müslim, Salat 180, (465); Ebu Davud, Salat
ŞİİR ŞEYTAN İŞİ MİDİR?
Bir rivayette peygamberimizin: “Şiirde hikmet vardır.” Buhari, Edeb 90; Ebu Davud, Edeb 95, (5010); Tirmizi, Edeb 69, (2847); İbn Mace, Edeb 41, (3755).  dediği iddia edilmiş öte taraftan bir başka rivayette ise: “Sizden birinin  Buhari, Salat 85, İsti’zan 44; Müslim, Libas 75, (2100); Ebu Davud, Edeb 36, (4866); Tirmizi, Edeb 19, (2766); Nesai, Mesacid 28, (2, 50). İmam Malik ilavesi: Muvatta, Kasru’s-Salat 87, (1, 173).
içine onu bozacak irin dolması, şiir dolmasından hayırlıdır.” dediği ve yürümekte iken karşısına şiir irşat eden bir şair çıkınca “Şeytanı tutun” veya “Şeytanı yakalayın” diye emrettiği söylenir. Buna rağmen bir başka rivayet ise şu şekilde gelmiştir: “Ben, Resulullah ile yüz defadan fazla birlikte oturdum. Ashabı ona şiirler okuyor, cahiliye devriyle ilgili hadiseleri zikrediyorlardı. Resulullah da sessizce onları dinlerdi. Bazen (anlatılanlara) onlarla birlikte tebessüm buyurduğu olurdu.” Tirmizi, Edeb 70, (2854).
Peygamberimiz Yüzüğünü Hangi Eline Takardı?
Bir rivayette peygamberimizin yüzüğünü sağ eline taktığı Ebu Davud, Hatem 5, (4226); Nesai, Zinet 49, (8,175)., hemen ardından gelen başka bir rivayette ise yüzüğünü sol eline taktığı ifade edilmektedir.  Ebu Davud, Hatem 5, (4227,4228).Peygamberimiz h iç y üzük takmamış bile olabilir. Takmışsa da bazen sağ, bazen de sol eline takmış da olabilir. Bu tür rivayetlerdeki sıkıntı, parmağa takılan yüzükten ya da onun hangi ele takılmış olmasından dini içerikli bir sünnet devşirmeye çalışılmasındadır.
 Peygamberimiz Saçını ve Sakalını Boyamış Mıdır?
 Bu konudaki bir rivayet şu şekildedir: “İbnu Ömer, rivayete göre, sakalını sufra denen sarı boya ile boyar ve derdi ki: “Ben, Resulullah’ı gördüm, sakalını bununla boyamıştı, en çok sevdiği boya da bu idi. Bununla elbisesini boyadığı da olurdu.”  Ebu Davud, Libas 18, (4064,4209). Bu rivayette sakalını ve elbisesini sarı boya ile boyadığı söylenir ancak bir diğer rivayette peygamberimizin sarıya boyanmış kumaşı yasakladığı iddia edilir.  Ebu Davud, Libas 11, (4044); Tirmizi, Libas 5, (1725); Müslim, Libas 29, (2078).47 Buhari, Edeb, 92; Müslim, Şiir 7, (2257); Ebu Davud, Edeb 95, (5009); Tirmizi, Edeb 71, (2855).
Başka bir rivayette ise: “Resulullah’ın saç ve sakalındaki aklardan sorulunca (Enes) şöyle cevap vermiştir: “Allah O’nu, beyazla (lekelememiş) çirkinleştirmemiştir. O, kişinin başında ve sakalında bulunan beyazları yolmasını mekruh addederdi. Ve (Enes): “Resulullah saçlarını boyamadı. Beyaz kıl (onda
nadirdi ve sadece) alt dudağında, şakaklarında ve başında bir nebzecik vardı” derdi.” Müslim, Fezail 104,105, (2341). Görüldüğü gibi bu hadis rivayetinde saç ve sakalın beyazlaması Allah tarafından çirkinleştirilmek olarak ifade edilmiş ve peygamberimizin saçını hiç boyamadığı iddia edilmiştir. Buna rağmen saçların ağarmasıyla ilgili şöyle bir rivayette bulunmaktan da geri kalınmamıştır: “Resulullah buyurdular ki: “Saçtaki akları yolmayın. Zira bir kimse Müslüman iken tek bir kıl bile ağarmış olsa bu Kıyamet günü onun için mutlaka bir nur olur.”  Ebu Davud, Tereccül 17, (4202); Tirmizi, Edeb 56, (2822).Görüldüğü gibi peygamberimizin saç ve sakalını boyayacak bir duruma gelmediği, saç ve sakalının ağarıp beyazlıkla lekelenmediği iddia edilmiştir. Buna rağmen bir başka rivayet ise şu şekildedir: “Hz. Ebu Bekir: “Ey Allah’ın Resulü, saçların ağardı, yaşlandın” dedi. Resulullah: “Beni, Hud, Vakı’a, Mürselat, Amme yetesaelun ve İza’ş’Şemsü Küvviret sureleri ihtiyarlattı” cevabını verdi.” Tirmizi, Tefsir, Vakı’a, (3293). Yukarıda da dikkat çekildiği gibi peygamberimizin sakalını sarı bir boya ile boyadığı rivayet edilirken bunu destekleyecek şekilde saçlarını sarıya boyamış birini beğenip takdir ettiği rivayet edilmiştir: “(Saçlarına) kına yakmış bir adam gelmiştir. Hz. Peygamber: “Bu ne güzel!” buyurup takdir etti. (Az sonra) kına ve ketem ile boyanmış biri geldi. “Bu evvelkinden de güzel!” buyurdu. Sonra (saçlarını) sarıya boyamış biri daha gelmişti ki: “Bu öbürlerinden de güzel!” buyurdu.” Ebu Davud, Tereccül 19, (4211); İbn Mace, Libas 34, (3627).Buna rağmen bir başka rivayette ise sakalını ve saçını sarıya boyamış olan bir adama sarı boyasını yıkamasını söylediği iddia edilmiştir: “Resulullah Cirane’de iken umre için ihrama girmiş bir adam geldi. Adamın sakal ve saçları sarıya boyanmış, sırtında da za’feran lekeleri bulunan bir cübbe vardı. “Ey Allah’ın Resulü,” dedi, “Şu gördüğün vaziyette, umre için ihrama girdim!” Resulullah: “Şu cübbeyi çıkar, sarı boyayı da yıka!” diye emretti.”  Buhari, Umre 10, Cezau’s-Sayd 16, 17, Megazi, 56, Fedailu’l Kur’an 2; Müslim,
Peygamberimizin Aldığı Gusül Abdestleri Hakkında
Hadis rivayetlerinde peygamberimizin özel hayatına dair her durumunda sanki peygamberimizin yanındalarmış gibi rivayetlerde bulunmaktan geri kalınmamıştır. Eşleri ile ne zaman birlikte olduğundan sonrasında her defasında gusül abdesti alıp almadığınakadar peygamberimizin eşleri ile münasebetlerinin raporunu tutan rivayetler bulunmaktadır. Söz konusu rivayetlerden biri şu şekildedir: “Enes’in bize anlattığına göre, Resulullah’ın tek bir gusülle bütün hanımlarını dolaştığı olmuştur.”  Buhari, Gusl 12,24, Nikah 4, 102; Ebu Davud, Taharet 75, (218); Tirmizi, Taharet 106, (140); Nesai, 170, (1, 143). Bu iddiaya göre peygamberimiz kimi zaman aynı gün içinde bütün eşleri ile cinsel ilişkiye girmiş ve her seferinde gusül almamıştır. Başka bir rivayette ise her seferinde gusül aldığı iddia edilmiştir: “Resulullah, bir gün bütün hanımlarına uğradı. Her birisinin yanında ayrı ayrı yıkandı. Kendisine: ‘Ey Allah’ın Resulü’ dedim, ‘En sonunda bir kere yıkansanız olmaz mı?’ ‘Böyle yapmak daha temiz daha hoş ve daha paktır!’ buyurdular.  Ebu Davud, Taharet 86, (219).Öte taraftan aynı eşle bir kere birlikte olunduktan sonra tekrar birlikte olunmak için abdest alınması gerektiği söylenmiştir: “Resulullah buyurdular ki: ‘Biriniz ehline temas eder sonra tekrar etmek dilerse ikisi  arasında abdest alsın.”  Müslim, Hayz 27, (308); Ebu Davud, Taharet 86, (220); Tirmizi, Taharet 107, Görüldüğü gibi bu türden rivayetler hem yakışıksız hem de kendi içinde tutarsızdır.
Ehli Kitaba Muhalefet Etmek Gerekli Midir?
Bazı rivayetlerde peygamberimizin Yahudi ve Hıristiyanlara muhalefet edilmesini söylediği iddia edilmiştir: “Resulullah buyurdular ki: “Yahudiler ve Hıristiyanlar (saçlarını) boyamazlar. Siz onlara muhalefet edin.  (Buhari, Libas 67, Enbiya 50; Müslim, Libas 80, (2103).Görüldüğü gibi bu rivayette peygamberimizin Yahudi ve Hıristiyanlara yani Ehli Kitaba muhalefet etmeyi söylediği iddia edilir. Buna karşın başka bir rivayette ise peygamberimizin vahiy ile bildirilmemiş konularda Ehli Kitaba uygun hareket etmekten hoşlandığı söylenir: “Ehli Kitap saçlarını düz salınmaya bırakırlar, müşrikler de ayırırlardı. Resulullah ise (vahiy yoluyla) emredilmediği hususlarda Ehli Kitaba uygun hareket etmekten hoşlanırdı. Bu sebeple saçını alnından serbest bıraktı. Bilahare (bütün müşrikler Müslüman olduktan sonra) saçlarını (alnından) ayırdı.”  Buhari, Libas 70, Menakıb 23; Müslim, Fezail 90, (2336); Ebu Davud, Tereccül 10, Kur’an’da saçın boyanması ya da ne şekilde taranacağına dair bir emir ya da açıklama olmadığına göre ikinci rivayet esas alındığında, ilk rivayette iddia edilen muhalefet etme gerekliliği de ortadan kalkmalıdır. Bu iki rivayetin kendi arasında çeliştiği açıktır.
 
Ateşle Dağlama Yapmak Yasak Mıdır?
Peygamberimizin şifa olduğunu ifade etmesine rağmen ateşle dağlama yapmayı yasakladığı iddia edilir: “Resulullah buyurdular ki: “Şifa üç şeydedir: Bal şerbeti, kan aldırma, ateşle dağlama. Ancak ümmetimi dağlamaktan menediyorum.”  Buhari, Tıbb 3.Buna rağmen  (141); Nesai, Taharet 107, (1, 142). dağlama yaptığı ile ilgili de bir rivayet bulunur: “Resulullah, Sa’d İbnu Zürare’yi sivilce sebebiyle dağladı.” Tirmizi, Tıbb 11, (2051).
Peygamberimiz Dua Ederken Ellerini Açmış Mıdır?
Bazı rivayetlerde peygamberimizin dua ederken ellerini açtığı ve yukarı kaldırdığı söylenir: “Resulullah dua ederken ellerini öyle kaldırdı ki, koltuk altlarının beyazlığını gördüm.”  Buhari, İstiska 21. “Resulullah ellerini dua ederken kaldırınca onları yüzlerine sürmedikçe geri bırakmazlardı.”  Tirmizi, Da’avat 11, (3383). Buna rağmen başka bir rivayette ellerini açmadan işaret parmağı dışında başparmağı ve orta parmaklarını kapatıp dua ettiği rivayet edilmiştir: “Ben Resulullah’ın ne minberde ne de bir başka şey üzerinde dua yaparken ellerini uzattığını gördüm. Bilakis baş ve orta parmaklarını kapayıp şehadet parmağını açmış vaziyette gördüm.”  Ebu Davud, Salat 230, (1105).
Vahşi Hayvanların Eti Helal Midir?
Yenilmesi haram ilan edilen hayvanlar ile ilgili de birçok çelişkili rivayet görmek mümkündür. Örneğin bir rivayette peygamberimizin, sırtlanın av hayvanı olduğunu ve etinin yenilebileceğini söylediği iddia edilirken (Tirmizi, Et’ime 4, (1792); Ebu Davud, Et’ime 32, (3801); Nesai, Sayd 27, (7,200). diğer bir rivayette peygamberimizin kesici dişli vahşi hayvanların yenilmesini yasakladığı(69 Buhari, Zebaih, 29; Müslim, Sayd 12-16 (1932, 1933); Tirmizi, Et’ime 1, (1477),bir diğerinde ise “Resulullah’a sırtlan hakkında (eti helal mi?) diye sordum. “Sırtlanı yiyen biri de var mı?” dedi. Bunun üzerine kurdun etinin yenmesini sordum. “Kendisinde hayır olup da kurdu yiyen biri var mı?” diye cevap verdi.” (Tirmizi, Et’ime 4, (1739). şeklinde bir rivayet aktarılarak peygamberimizin sırtlan etinin helal olmadığını ifade ettiği iddia edilmiştir.
Peygamberimiz Çekirge Yemiş Midir?
Hadis rivayetleri içinde neredeyse her konuda birbiri ile çelişen rivayetler bulmak mümkündür. Bunlardan biri de peygamberimizin çekirge yiyip yemediği ile ilgilidir. Bir rivayette çekirgeyi yemeyeceğini ama yiyen birine de yemeği yasak etmeyeceğini söylediği iddia edilmiştir: “Resulullah’a çekirgeden sorulmuştu. ‘Onlar, Allah’ın en kalabalık ordularıdır. Onu ne yerim ne de haram kılarım’ buyurdular.” ( Ebu Davud, Et’ime 35, (3813); İbn Mace, Sayd 9, (3219). Diğer bir rivayette ise peygamberimizin sefer esnasında çekirge yediği rivayet edilmiştir: “Resulullah ile beraber (altı veya yedi sefer) gazveye çıkmıştık. Gazve esnasında birlikte çekirge yedik.” ( Buhari, Sayd 13; Müslim, Sayd 52, (1952); Tirmizi, Et’ime 22, (1822, 1823); Ebu-Davud, Et’ime 35, (3812); Nesai, Sayd 37, (7, 210).
Dışkı Yiyen Hayvanların (Cellâle) Eti Yenilebilir Mi?
Bazı rivayetlerde peygamberimizin dışkı ve pislik türü şeyler yiyen hayvanların yenilmesini hatta bunu yapan bazı hayvanların sütlerinin içilmesini ve üzerlerine binilmesini de yasak ettiği iddia edilir: “Resulullah öldürülmek için hedef ittihaz edilmiş (ve mücesseme denilen) hayvanın yenilmesini, pislik yiyen (ve cellâle denen) hayvanın yenilmesini, sütünün içilmesini ve su tuluğunun ağzından su içilmesini yasakladı.” ( Ebu Davud, Et’ime 25, (3786); Tirmizi, Et’ime 24, (1826); Nesai, Dahaya 44, (7,240).Birçok hayvanın zaman zaman dışkı yediği görülebilir. Hatta bunlara deve ve sığır cinsinden hayvanlar ile koyun, keçi ve tavuk türünden hayvanlar da dâhildir. Bu yüzden genellikle Hanefi mezhebine göre bir hayvanın kurban edilebilmesi için deve ve sığır cinsi hayvanların on gün, koyun ve keçi gibi hayvanların
dört gün ayrı bir yere kapanarak pislik yemesinin önlenmesi gerektiği görüşü benimsenmiştir. Bu rivayet esas alındığında bu türden hayvanların hiçbirisinin etinin yenilmemesi gerekir. Kimse özellikle açık arazide dolaşan hayvanların her an ne yediklerini gözlemleyemez. Bununla birlikte başka bir rivayette dışkısını yediğini gördüğü için tavuk yemek istemeyen birine peygamberimizin cellâleyi yediği söylenmiştir: “Ebu Musa’ya bir tavuk getirilmişti. Cemaatten birisi ayrıldı. (Ebu Musa): ‘Neyin var?’ diye sordu. Adam: ‘Ben onu pis bir şeyler yerken gördüm ve tiksindim ve yememeye yemin ettim’ cevabını verdi. Bunun üzerine Ebu Musa: ‘Yanaş ve ye! Zira ben, Resulullah’ı (cellâleyi) yerken gördüm’ dedi ve adama, yemini için kefarette bulunmasını emretti.”( 74 Buhari, Zebaih 26, Humus 15, Megazi, 74, 78, Eyman 1, 4, 18, Kefaret 9,10, Tevhid 56; Müslim, Eyman 9, (1649); Nesai, Sayd 33, (7, 206).Bu rivayet esas alındığında ise peygamberimizin bu şekilde bir yasak getirmediği ve kendisinin de cellâle olan hayvanlardan yediğinin iddia edildiği görülmektedir.
 
 
At Eti Yenilebilir Mi?
Bir rivayette peygamberimizin yenilmesini yasakladığı hayvanlar arasında at da sayılmaktadır: “Resulullah, at, katır ve eşek etini yemeyi yasakladı.” (75 Ebu Davud, Et’ime 26, (3790), 33, (3806); Nesai, Sayd 30, (7, 202).Başka bir rivayette ise at etinin yenilmesini yasaklamadığı rivayet edilmiştir: “Hayber (in fethi) zamanında at ve vahşi eşek eti yedik. Resulullah ehil eşek (etin)i yasakladı ve ata müsaade etti.” ( Ebu Davud, Et’ime 26, (3788); Nesai, Sayd 32, (7, 205); Tirmizi, Et’ime 5, (1794). Bir diğer rivayette ise Hayber fethi sırasında at etinin de yasak edildiği iddia edilerek kendi arasında açık bir çelişki ortaya çıkarılmıştır: “…Ayrıca size ehil eşekler, onların atları, katırları, vahşi hayvanlardan her bir kesici dişi olan, kuşlardan da her bir pençeleri olan haramdır! buyurdular.” ( Ebu Davud, Et’ime 26, (3790), 33, (3806); Nesai, Sayd 30, (7, 202). Başka bir rivayette ise peygamberimizin zamanında Medine’de hep birlikte at eti yedikleri rivayet edilmiştir: “Biz, Resulullah  zamanında bir at kestik. O zaman Medine’de idik. Hepimizonu yedik.”  Buhari, Sayd 24, 27; Müslim, Sayd 36, (1942); Nesai, Dahaya 33, (7, 231). Rivayetlerin kendi aralarında çelişkili oldukları açıktır. Genelde bu türden rivayetlerden dönemin şartlarına göre at etinin yenilmesinin haram ya da helal kılındığı iddia edilse de bu iddiaların yorumdan ibaret oldukları ve rivayetlerde vurgulanmadıkları açıktır.
Kertenkele Öldürmek Sevap Mıdır?
Bazı rivayetlerde kertenkelelerin öldürülmesinin emredildiği görülmektedir: “Resulullah kelerin öldürülmesini emretti ve onu fuveysıka diye isimlendirdi.” (Müslim, Selam 144, (2238); Ebu Davud, Edeb 176, (5262). Başka bir rivayette ise kertenkele öldürmenin vuruş sevapları hesaplanmıştır: “Resulullah buyurdular ki: Kim keleri ilk darbede öldürürse ona yüz sevap yazılır. İkinci vuruşta öldürürse daha az kazanır. Üçüncü vuruşta ise bundan da az sevap kazanır.” ( Müslim, Selam 147 (2240); Ebu Davud, Edeb 175, (5263, 5264); Tirmizi, Ahkam 1, (1482). Hz. Aişe’den geldiği iddia edilen bir diğer rivayet ise peygamberimizin kertenkeleyi öldürün diye emretmediğini söyler: “Resulullah keler için fuveysık (fasıkçık) dedi ama ‘öldürün!’ diye emrettiğini işitmedim.”  Buhari, Bed’ü’l-Halk 14, Cezau’s-Sayd 7; Müslim, Selam 145, (2239); Nesai, Hacc115, (5, 209).
Peygamberimiz Gözlerine Kaçar Defa Sürme Çekerdi?
Peygamberimizin gözüne sürme çektiği rivayet edilir. Üstelik bazı rivayetler hangi gözüne hangi sırayla ve kaç defa sürme çektiğine kadar detay içerir. Buna rağmen bir rivayette “Üç kere sağ gözüne çekerdi, onunla başlar, onunla bitirirdi. Sol gözüne de iki kere çekerdi.” denilir ancak aynı yerde bir de şu rivayet edilmiştir denilerek kendisinin değil sürmedanının sürmeyi çektiği ve her iki gözüne de üç kere sürme çektiği ifade edilir: “Resulullah’ın bir sürmedanı vardı. Her gece şu gözüne üç, öbür gözüne de üç kere sürme çekerdi.”  Tirmizi, Libas 23, (1757), Tıbb 9, (2049); İbn Mace, Tıbb 25, (3497); Ebu Davud, Libas 16, (4061).
Peygamberimiz Ayakta Küçük Tuvaletini Yapmış Mıdır?
Sonra Abdest Almış Mıdır?
Bir hadiste peygamberimizin hiçbir vakit ayakta küçük tuvaletini yapmadığı  (Tirmizi, Taharet 8, (12); Nesai, Taharet 25, (1, 26)Bir diğerinde peygamberimizin ayakta tuvaletini yaparken görüldüğü rivayet edilir. (84 Buhari, Vudu 62, 60, 61, Mezalim 27; Müslim, Taharet 73, 74, (273); Ebu Davud, Taharet 12, (23); Tirmizi, Taharet 9, (13). Bir rivayette peygamberimiz için küçük tuvaletini yaptıktan sonra abdest alır ve su ile yıkardı denilmekte, ( Ebu Davud, Taharet 64, (166, 167, 168); Nesai, Taharet 102, (1, 86). bir diğer rivayette ise peygamberimiz küçük tuvaletini yaparken Hz. Ömer’in arkasında, elinde su kabı ile durduğu, peygamberimizin “Bu da ne, ey Ömer?” diye sorduğu, Hz. Ömer’in “Sudur, yıkanırsın!” dediği, peygamberimizin ise “Ben her bevledişimde (küçük tuvaletimi yaptığımda) abdest almakla emrolunmadım.” dediği iddia edilir. ( Ebu Davud, Taharet 22, (42); İbn Mace, Taharet 20, (327).
Ayakta Su İçilebilir Mi?
Bir başka hadis rivayetinde peygamberimizin ayakta su içilmesini yasakladığı söylenirken, ( Müslim, Eşribe 113, (2024); Tirmizi, Eşribe 11, (1880); Ebu Davud, Eşribe 13,(3717). bazı hadislerde ise peygamberimizin ayakta su içtiği rivayet edilir: “Resulullah’a zemzem suyu verdim, ayakta içti.”  Buhari, Hacc 76, Eşribe 16; Müslim, Eşribe 117, (2027); Tirmizi, Eşribe 12, (1883). “Resulullah evime geldi. Duvara asılı duran kırbanın ağzından ayakta su içti.”  Tirmizi, Eşribe 18. Buna rağmen bir başka rivayette de peygamberimizin: “Sizden kimse sakın ayakta içmesin. Kim unutarak içerse hemen kussun.”  Müslim, Eşribe 116, (2026). dediği iddia edilir. Dikkat edilirse içilen şey içki ya da zehir değildir. Ayakta içilen su için kusmayı gerektirecek ne olabilir? Bir başka rivayette ise:
“Biz Resulullah devrinde yürürken yer, ayakta iken içerdik.” Tirmizi, Eşribe 11, (1881); İbn Mace, Eşribe 25, (3301). ifadesi yer alır. Su Tulumunun Ağzından Su İçilebilir Mi? Bir hadiste şu şekilde bir ifade yer alır: “Resulullah su tulumu yahut kırbanın ağzından su içmeyi yasakladı.”  Buhari, Eşribe 24; Müslim, Müsakat 136; Ebu Davud, Eşribe 14; Nesai, Dahaya 44; İbn Mace, Eşribe 20. Buna rağmen peygamberimizin kırbanın ağzından su içtiği de rivayet edilmiştir: “Resulullah evime geldi. Duvara asılı duran kırbanın ağzından ayakta su içti.” Tirmizi, Eşribe 18.
Hangi Peygamber Daha Üstündür?
Bir hadiste peygamberimizin: “İnsanlar (Kıyamet günü) diriltilecekleri zaman yerden ilk çıkacak olan benim. Onlar (huzur-u ilahiye) geldiklerinde (onlar adına) hatipleri ben olacağım. (Allah’ın rahmetinden) ümidlerini kestiklerinde (rahmet ve mağfireti) onlara ben müjdeleyeceğim. O gün Livdu’l-hamd (şükür sancağı) benim elimde olacak. Âdemoğlunun Allah’a en kerim olanı da benim. Bunda fahr (övünme) yok!”  Tirmizi, Menakıb 2, (3614). dediği iddia edilir. Bir başkasında ise “Kıyamet günü geldi mi, ben peygamberlerin imamı, hatibi ve (onlar arasında) şefaat (etmeye yetki) sahibi olacağım.”  Tirmizi, Menakıb 3, (3617). dediği iddia edilir. Buna karşın bir diğer rivayet ise şu şekilde gelmiştir: “Resulullah’a bir adam gelip: ‘Ey Hayru’l-Beriyye (yaratılmışların en hayırlısı)’ diye hitap etmişti. Aleyhissalatu vesselam hemen müdahale etti: “Bu söylediğin İbrahim aleyhisselamın vasfıdır.” Müslim, Fedail 150, (2369); Tirmizi, Tefsir, Lem yekun suresi, (2349); Ebu Davud, Sünnet 14, (4672). Yine söz konusu ilk iki rivayetteki iddialara rağmen başka rivayetlerde: “Peygamberlerden birini diğerine üstün kılmayın.”  Ebu Davud, Sünnet 14, (4668). “Bir kulun: Benim, Yunus İbnu Metta’dan hayırlı (üstün) olduğumu söylemesi uygun olmaz.” Buhari, Enbiya 35, Tefsir, Nisa 26; Müslim, Fezail 166, (2376); Ebu Davud, Sünnet 14, (4669, 4670). “Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övmede haddi aştıkları gibi, beni övmede siz de haddi aşmayın. Bilin ki ben sadece bir kulum. Benim hakkımda Allah’ın kulu ve elçisidir deyin.” (Buhari, Enbiya 44.) ve “Beni Musa’ya üstün tutmayın”  (Buhari, Husumet 1, Enbiya 34, 35; Müslim, Fezail 160, (2373); Ebu Davud, Sünnet14, (4671). dediği rivayet edilir. Özellikle örnek verilen bu son dört hadis rivayetinin Kur’an’a uygunluğu ve peygamberimizin insanlara nasihat verirken bu türden sözler söylemiş olmasının mümkün olduğu son derece açıktır. Dolayısıyla bu yöntemden hareketle yani rivayetlerin Kur’an’a arz edilmesiyle, bir sözün peygamberimizin ağzından çıkmış olup olamayacağına dair kesin olmamakla birlikte bir kanıya varmak mümkündür.
Peygamberimiz “Efendimiz” Midir?
Genellikle peygamberimiz ile ilgili konuşulurken “Peygamber efendimiz” ifadesinin kullanıldığını görürüz. Bu ifade şayet “Bir topluluğun ileri gelen kişisi, lideri, önderi” şeklinde kullanılıyorsa bu kullanımda bir sorun yoktur. Ancak “Âlemlerin efendisi” şeklindeki kullanımlar doğru değildir. Çünkü bu ifade Allah için kullanılır. Genellikle rivayetlerde peygamberimizin kendisini “İnsanlığın efendisi” olarak tanımladığı iddia edilmiştir. Ancak buna karşı çıktığına dair de rivayetler bulunmaktadır. Söz konusu rivayetler şu şekildedir: “Kıyamet günü insanların efendisi benim.”  Buhari, Enbiya 3, 8, Tefsir, Beni İsrail 5; Müslim, İman 327, (194); Tirmizi, Kıyamet 11, (2436). Bir diğer rivayet de şu şekildedir: “Ben Âdem’in çocuklarının efendisiyim.”  Ebu Davud, Sünnet, 12.Buna rağmen bir başka rivayette kendisine bu şekilde hitap edilmesine ve abartılı şekilde övgüler yapılmasına karşı çıktığı iddia edilmiştir: “Beni Amir heyetiyle Resulullah’ın yanına gitmiştik. ‘Sen bizim efendimizsin!’ diye hitap ettik. ‘Efendi, Allah’tır!’ buyurdular. Biz: ‘Fazilette en ileride olanımız, mertlikte en başta gelenimizsin!’ dedik. Bize: ‘Söylediğinizin hepsi bu veya buna yakın bir söz olsun. Şeytan sizi (mübalağalı metihlerde) koşturmasın’ buyurdular.”  Ebu Davud, Edeb 10, (4806). Bu rivayetlerin kendi aralarında çeliştikleri açıktır. Şayet bu şekilde bir diyalog yaşanmışsa peygamberimizin bu tavrının Kur’an’a uygun olduğu da açıktır. “Hiçbir insanın, Allah’ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra insanlara: ‘Allah’ı bırakıp bana kul olun!’ demesi mümkün değildir. Bilakis şöyle der: Okuyup araştırdığınız şeylere, öğrettiğiniz şu Kitap’a dayanarak benliklerini Allah’a adamış kullar olun. O, size melekleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size kâfir olmayı mı emredecek?” (Ali İmran Suresi 79-80).
Cennete İlk Kim Girecektir?
Yine bir hadiste cennetin kapısının ilk olarak peygamberimize açılacağı, cennetin kapısındaki meleğin peygamberimizden önce hiç kimseye kapıyı açmamak üzere emir aldığı ifade edilirken 104 Müslim, İman 333, (197). bir başka hadiste “Ey Bilal! Ne ile benden önce cennete girdin? Her ne zaman cennete girdiysem, her seferinde önümde senin hışırtını işittim. Dün gece de cennete girmiştim, önümde (yine) senin hışırtını duydum.”  Tirmizi, Menakıb, (3690). dediği iddia edilir. Bir başkasında ise “Ey Ebu Bekir, ümmetimden cennete ilk girecek kimse olman sana yetmez mi!” Ebu Davud, Sünnet, 9, (4652). dediği rivayet edilir. Bir başka rivayette ise bu kişi Hz. Ömer olarak gösterilmiştir: “Hakk’ın musafaha ettiği ilk kimse Ömer’dir. İlk selam verdiği kimse de odur. İlk elinden tutup cennete koyacağı kimse de o olacaktır.” İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/504.
 
Cemaat İle Kılınan Namazın Sevap Derecesi Nedir?
Hadislerde cemaat ile kılınan namazların bireysel kılınan namazlardan daha üstün olduğu iddia edilmiştir. Ancak cemaat ile kılınan namazın kaç kat daha fazla sevap olduğu rivayetleri kendi aralarında çelişkilidir. Bir rivayette yirmi yedi, diğerinde ise yirmi beş olarak zikredilmiştir. “Resulullah buyurdular ki: Cemaatle kılınan namaz, ayrı kılınan namazdan yirmi yedi derece üstündür.”  Buhari, Ezan 30; Müslim, Salat 272. “Resulullah buyurdular ki: Kişinin cemaatle kıldığı namaz, evinde ve işyerinde kıldığı namazından yirmi beş kat daha sevaplıdır.”  Buhari, Ezan 30, Salat 87, Büyu 49; Müslim, Mesacid 246, (649); Ebu Davud, Salat 49, (669); Tirmizi, Salat 423, (603)
.Hayızlı Kadın Mescide Girebilir Mi?
Adet (regl) dönemlerinde kadınların mescide girip giremeyeceklerine dair de birbiri ile çelişen rivayetler bulunmaktadır. Bir rivayete göre peygamberimizin hayızlı kadının mescide girmesini yasakladığı iddia edilmiştir: “Resulullah buyurdular ki: Bu evlerin yönünü mescitten çevirin. Zira ben, mescidi hayızlı kadına da cünüp kimseye de helal kılmıyorum.”  Ebu Davud, Taharet 93, (232). “Hiçbir hayızlı veya cünüp mescide giremez.”  İbn Mace, Taharet, 92.Bunun aksini söyleyen rivayetler ise şu şekilde gelmiştir: “Resulullah (bir gün) bana ‘Mescitten humrayı (küçük hasır) bana getiriver’ (Ya da ‘Ben mescitteyken humrayı bana getiriver’) buyurdular. ‘Hayızlıyım’ diye cevap verdim. ‘Senin hayızın elinde değil ki!’ dediler.” Müslim, Hayz 11, (298); Ebu Davud, Taharet 104, (261); Tirmizi, Taharet 101, “Resulullah bizden biri hayızlı olduğu halde onun kucağına başını koyar, Kur’an okurdu. Bizden birimiz hayızlı iken Resulullah’ın humrasını mescide taşır ve yayardı.”  Nesai, Hayz 19, (1, 192).Bulaşıcı Hastalık Yok Mudur? Peygamberimizin, bulaşıcı hastalık olmadığını söylediğine dair rivayetler bulunmaktadır: “Hastalık türünden hiçbir şey hiçbir şeye sirayet etmez/bulaşmaz.” Tirmizi, Kader 9, (2144). “Adva (hastalık bulaşması), safer (aç kurt/aç yılan saldırması), hame (uğursuz kuş veya  intikamını almamış ruhun kötülük yapması) diye bir şey yoktur.” Buhari, Tıbb 54; Müslim, Selam 101, (2220); Ebu Davud, Tıbb 24, (3911-3915). “Ne sirayet (bulaşma), ne de uğursuzluk vardır.” Buhari, Tıbb 44, 54; Müslim, Selam 113, (2224); Ebu Davud, Tıbb 24, (3916); Tirmizi,Siyer 47, (1615). Söz konusu bu rivayetlere göre bulaşıcı hastalık yoktur. Bunun bilimsel açıdan kabul edilmesi mümkün değildir. Buna rağmen başka rivayetlerde: “Bir yerde veba çıktığını duyarsanız oraya girmeyiniz, bulunduğunuz yerde veba çıkmışsa oradan ayrılmayınız.” Buhari, Tıbb 30, Enbiya 50, Hiyel 13; Müslim, Selam 92, (2218); Tirmizi, Cenaiz66, (1065). “ Cüzzamlıdan, a slandan k açar g ibi k aç.” Buhari, Tıbb 19.ve “Hastalıklı olan, sakın sıhhatli olanla beraber olmasın.” Buhari, Tıbb, 54; Müslim, Selam, 104. dediği iddia edilmiştir. Öte taraftan yine başka bir rivayet şu şekilde gelmiştir: “Resulullah cüzzamlı bir kimsenin elinden tuttu ve kendi eliyle birlikte tabağa koydu, sonra da: ‘Allah’a güvenerek ve O’na tevekkül ederek ye!’ buyurdu.”120 Bir başka rivayette ise kendisine gelen heyet içinde cüzzamlı bir adam olduğu için kendisine haber göndererek onun sözünü uzaktan aldığı ve hemen geri dönmesini söylediği iddia edilmiştir: “Sakif heyeti arasında bir de cüzzamlı vardı. Resulullah ona bir haber göndererek: ‘Biz seninle bey’atımızı yaptık (sözleştik), sen hemen geri dön!’ buyurdular.”121 Görüldüğü gibi peygamberimiz adına uydurulan bu türden rivayetler ile hem asılsız iddialarda bulunulmuş hem de peygamberimiz bir dediği/yaptığı bir dediğine/yaptığına uymayan yani kendi kendisi ile çelişen biri olarak sunulmuştur.
İlk İnen Vahiy Hangisidir?
İlk inen vahiy ile ilgili de birbiri ile çelişen hadis rivayetleri bulunmaktadır. Örneğin iki rivayetten ilkine göre peygamberimize gelen ilk vahiy Alak suresinin ilk beş ayetidir.122 Diğer rivayete göre ise ilk inen vahiy, Müddessir suresidir.123 Bazı surelerin Kur’an’ın kaçta kaçına denk olduğuna dair de birtakım rivayetler bulunmaktadır. Bunların da kendi aralarında çelişen örneklerini görmek mümkündür. Örneğin bir rivayet: “Resulullah buyurdular ki: İza Zülzilet (Zilzal) suresi, Kur’an-ı Kerim’in dörtte birine denktir.”124 şeklinde kaydedilmiştir. Ancak aynı kaynakta geçen ama ravisi farklı olan bir diğer rivayet ise: “Resulullah şöyle buyurmuştur: İza Zülzilet (Zilzal) suresi Kur’an-ı Kerim’in yarısına denktir.”125 şeklindedir.
120 Ebu Davud, Tıbb 24, (3925); Tirmizi, Et’ime 19, (1818); İbn Mace, Tıbb 44, (3542).
121 Müslim, Selam 126, (2231); İbn Mace, Tıbb 44, (3544).
122 Buhari, Bed’ü’l-Vahy, Enbiya 21, Tefsir, Alak Tabir 1; Müslim, İman 252, (160);
Tirmizi, Menakıb 13, (3636)
123 Buhari, Bed’ü’l-Vahy, Bed’ül-Halk 6, Tefsir, Müddessir, Tefsir, Alak, Edeh 118;
Müslim, İman 257, (161).
124 Tirmizi, Fedailu’l Kur’an 10, (2897).
125 Tirmizi, Fedailu’l-Kur’an 10, (2896).
Kur’an Karşılığında Ücret Alınabilir Mi?
Yine Kur’an’ı okuma ve öğretme karşılığında insanlardan maddi beklenti içinde olunup olunamayacağı hususunda da birbiri ile çelişen rivayetler göze çarpmaktadır. Örneğin Tirmizi’de geçen bir rivayete göre peygamberimizin “Kim Kur’an okursa (isteyeceğini) Allah’tan istesin. Zira birtakım insanlar zuhur edecek, onlar Kur’an okuyup, okudukları mukabilinde halktan (dünyalık) isteyecekler.”126 dediği iddia edilir. Ebu Davud’da geçen başka bir rivayette kendilerine yazı ve Kur’an öğrettiği kimselerin kendisine bir yay hediye ettiklerini söyleyen kişiye peygamberimizin şöyle bir cevap verdiği iddia edilir: “Eğer ateşten bir takı takınmayı seversen kabul et!”127 Bu rivayetlerin tam aksini iddia eden ve Buhari’de geçen bir rivayet dikkat çekmektedir. Buna göre peygamberimizin şöyle buyurduğu iddia edilmiştir: “Üzerine ücret almada en haklı olduğunuz şey Kitabullah’tır.”128
Kadir Gecesi Ramazan’ın Hangi Gecesidir?
Bilindiği gibi Kadir gecesi Kur’an’da da dikkat çekilen ve Kur’an’ın indirilmeye başlandığı Ramazan ayının gecelerinden biridir. Kur’an’da hangi gece olduğu söylenmemesine rağmen o gece için “Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.” (Kadir Suresi 3) ifadesi kullanılmaktadır. Hangi gece olduğunun söylenmemiş olmasının mutlaka kendi içinde bir hikmeti vardır. Kadir gecesini Ramazan’ın tüm gecelerinde aramak, daha doğru ve içten bir tutum olacaktır. Ancak hadis rivayetlerine bakıldığında bu konuda da peygamberimizin farklı gecelere işaret ettiği iddiası yer alır.
126 Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 20, (2918).
127 Ebu Davud, Büyu 37, (3417).
128 Buhari, İcare 16.
 
Allah’ın açıklamadığı bir şeyi peygamberimiz üzerinden açıklatmak ayrı, söz konusu gecenin hangi gece olduğuna dair farklı rivayetlerde bulunarak çelişki oluşturmak ayrı bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Peygamberimizin dilinden ifade edilen ilgili rivayetler şu şekildedir: “Kadir gecesini Ramazan’ın son on gününde arayın.”129 “Öyleyse Kadir gecesini aramak isteyen son yedide arasın”130 “Kadir gecesini (Ramazan’ın) yirmi dördünde arayınız.”131 En meşhur rivayetlerden birinde ise Kadir gecesinin yirmi yedinci gecede olduğu iddia edilmiştir: “… Kendisinden başka ilah olmayan Zat-ı Zülcelal’e yemin olsun, Kadir gecesi Ramazan ayındadır. Ve o gece, Resulullah’ın bize kalkmamızı emrettiği gecedir, o da yirmi yedinci gecedir. Bunun emaresi, o gecenin sabahında güneşin beyaz ve ışınsız olarak doğmasıdır.”132 Bir diğer rivayet ise şu şekilde gelmiştir: “Resulullah buyurdular ki: ‘Kadir gecesi bana (bugün rüyamda) gösterildi (şu anda hangisi olduğunu unuttum). O gecenin sabahında kendimi su ve toprak içinde secde eder buldum.’ Derken hava bozdu, yağmur başladı. Zaten mescit çardak şeklindeydi (üstü ağaç dallarıyla örtülü idi). Resulullah’ın burnu (alnı) üzerinde ve burun yumuşaklarında su ve toprak bulaşığını gördüm. O gün Ramazan’ın yirmi birinci sabahıydı.”133 Bir başka rivayette ise Kur’an’da bu gecenin Ramazan’ın hangi gecesi olduğu açıklanmadığı için Kur’an’a uygun bir şekilde yani peygamberimiz tarafından söylenmiş olması muhtemel bir biçimde gelmiştir: “Resulullah’a Kadir gecesi (Ramazan’ın neresinde?) diye sorulmuştu. ‘O, Ramazan’ın
129 Buhari, Fadlu Leyletü’l-Kadr 3, İ’tikaf 1, 14; Müslim, İ’tikaf 5, (1172); Tirmizi,
Savm 71, (790); Nesai, Mesacid 18, (2, 44); Ebu Davud, Sıyam 77, (2462, 2464);
İbn Mace, Sıyam 59; (1771).
130 Buhari, Teheccüd 21, Leyletü’l-Kadr 2; Müslim, Sıyam 205, (1165).
131 Buhari, Leyletü’l-Kadr 3.
132 Müslim, Müsafirin 179, (762).
133 Buhari, Leyletü’l-Kadr 1, 13; Müslim, Sıyam 215, (1165); Ebu Davud, Salat 320,
(1382-1383); İbn Mace, Savm, 56. (1766).
tamamında!’ diye cevap verdi.”134 Görüldüğü gibi güvenilir kabul edilen kaynaklarda geçen birçok rivayet hem kendi aralarında hem de Kur’an ile açık bir şekilde çelişmektedir.
Peygamberimiz Ne Zaman İtikâfa Girerdi?
İtikâf, özellikle Ramazan ayında yapılan ve ibadet etmek üzere genellikle on gün gibi bir süre bir ibadethaneye çekilmek olarak kabul edilmektedir. Peygamberimizin itikâfa çekildiğine dair rivayetlerde Ramazan’ın hangi on gününde itikâfa girdiği konusunda çelişkili ifadeler olduğu görülmektedir. Yaygın olan rivayetlerde peygamberimizin son on günde itikâfa girdiği iddia edilmektedir: “Resulullah vefat edinceye kadar Ramazan’ın son on gününde itikâfa girer ve derdi ki: ‘Kadir gecesini Ramazan’ın son on gününde arayın’. Resulullah’tan sonra, zevceleri de itikâfa girdiler.”135 “Hz. Peygamber Ramazan’ın son on gününde itikâfa girerlerdi.”136 Başka bir rivayette ise Ramazan’ın orta on gününde itikâfa girdiği, yirminci günü sabahı evine döndüğü sonra da gördüğü bir rüya üzerine Kadir gecesini son on günde aramak üzere tekrar itikâfa çekildiği iddia edilmiştir: “Biz Hz. Peygamber ile birlikte Ramazan’ın orta on gününde itikâfa girdik, yirminci günün sabahı olunca eşyalarımızı (evlerimize) taşıdık…”137 Oysa yukarıda da dikkat çekildiği gibi bir rivayette Kadir gecesinin Ramazan’ın bütün gecelerinde aranması gerektiğini söylediğiiddia edilmişti.138
134 Ebu Davud, Salat, 824, (1387).
135 Buhari, Fadlu Leyletü’l-Kadr 3, İ’tikaf 1, 14; Müslim, İ’tikaf 5, (1172); Tirmizi,
Savm 71, (790); Nesai, Mesacid 18, (2, 44); Ebu Davud, Sıyam 77, (2462, 2464);
İbnu Mace, Sıyam 59; (1771)
136 Ebu Davud, Savm 77, (2463); Tirmizi, Savm 79, (803); İbnu Mace, Sıyam 58,
(1770).
137 Buhari, Fadlu Leyleti’l-Kadr 2, 3, İ’tikaf 1, 9, 13; Müslim, Sıyam 213, (1167).
138 Ebu Davud, Salat, 824, (1387).
İnsanların En Hayırlıları Kimlerdir?
Bazı hadis kaynakları bir rivayeti aynı şekilde kaydederken söz konusu rivayetin yine güvenilir kabul edilen kaynaklarda bambaşka şekilde kaydedildiğini görmek mümkündür. Örneğin Buhari ve Müslim tarafından alınmış bir hadis rivayetinde peygamberimizin şu şekilde söylediği iddia edilir: “İnsanların en hayırlıları benim çağımda yaşayanlardır. Sonra onları takip edenlerdir. Sonra da bunları takip edenlerdir. Bu sonuncuları takiben öyle insanlar gelir ki kendilerinden şahitlik istenmediği halde şahitlikte bulunurlar (yemin talep edilmeden yemin ederler), onlar ihanet içindedirler, itimat olunmazlar.”139 Bu hadise göre en hayırlı olanlar peygamberimizin dönemindekilerdir. Sonuncuları takiben gelecek olanlar ise güvenilmez kimselerdir. Tirmizi’de geçen bir hadis rivayetinde ise peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilir: “Ümmetim bir yağmura benzer. Önünün mü yoksa sonunun mu hayırlı olduğu bilinmez.”140 Bu hadiste ise hangisinin hayırlı olacağının bilinmeyeceği söylenmektedir. Ebu Davud, Tirmizi ve İbn Mace tarafından alınan bir diğer rivayette ise peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilmiştir: “…Zira (bu safhaya gelince) arkanızda sabır günleri var demektir. O günler avuçta ateş tutmak gibi (sıkıntılı)dır. O günlerde, sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin ecri verilecektir.”141 Bu rivayette ise sonradan gelenlerden birçok zorluğa rağmen peygamberimizin dönemindekiler kadar amel yapabilenlerin daha hayırlı olacağı anlaşılmaktadır.
139 Buhari, Şehadat 9, Fezailu’l-Ashab 1, Rikak 7, Eyman 27; Müslim, Fezailu’s-
Sahabe, 214, (2535); Tirmizi, Fiten 45, (2222), Şehadat 4, (2303); Ebu Davud,
Sünnet 10, (4657); Nesai, Eyman 29, (7, 17, 18).
140 Tirmizi, Edeb, 81.
141 Ebu Davud, Melahim 17, (4341); Tirmizi, Tefsir, Maide, (3060); İbn Mace, Fiten
21, (4014).
Peygamberimizden Sonra İlk Vefat Eden Eşi Kimdir?
Güvenilir kabul edilen hadis kitapları içinde birbirini yalanlayan hadislerin olduğu ve aynı zamanda tarihsel açıdan da birbiri ile çelişen rivayetlerin bulunduğu görülmektedir. Örneğin bunlardan biri, Hz. Peygamberin ardından ilk vefat eden eşinin kim olduğu konusundadır. Buhari’de geçen bir rivayete göre peygamberimizin ardından vefat eden ilk eşi Sevde’dir. Buhari, Zekat 11; Nesai, Zekat 59, (5, 66, 67). Müslim’deki rivayete göre ise bu kişi eşi Zeyneb (Bintu Cahş)’tir. Müslim, Fezailü’s-Sahabe 101, (2452). İki rivayetin de ravisi Hz. Aişe’dir. Bu da ayrı bir garipliktir. Görüldüğü gibi en güvenilir kabul edilen kaynaklar kendi aralarında çok açık bir şekilde çelişmektedirler.
Ölen Kişinin Ardından Ağlanır Mı?
Hadislerde peygamberimizin, ölen kişinin ardından ağlayan kadınların ağlamalarını yasakladığı, bunu dinlemeyen ve ağlamaya devam edenler için de “Ağızlarına toprak saçın” şeklinde emir verdiği, Buhari, Cenaiz 41, 46, Megazi 44; Müslim, Cenaiz 30, (935); Ebu Davud, Cenaiz25, (3122); Nesai, Cenaiz 14, (4,15). bir başka rivayette de ölen kişinin ardından ağlayacaklara “Sen, Allah Teâlâ’nın kovduğu şeytanı tekrar eve sokmak mı istiyorsun?”  Müslim, Cenaiz 10, (922). dediği iddia edilmiştir. Buna karşın başka rivayetlerde peygamberimizin vefat eden oğlu İbrahim için ağlayarak gözyaşı döktüğü,  Buhari, Cenaiz 44; Müslim, Fezail 62, (2315); Ebu Davud, Cenaiz 28, (3126).yine peygamberimizin ailesinden biri vefat ettiğinde arkasından ağlamak üzere toplanan kadınları bundan men etmek ve geri çevirmek üzere kalkan Hz. Ömer’e engel olup “Ey Ömer! Bırak onları, çünkü göz ağlayıcıdır, kalp ıstıraba maruzdur, (ıstırabın yaşandığı) zaman yakındır!” 147 Nesai, Cenaiz 16, (4,19).dediği iddia edilir. Başka bir rivayette ise yine peygamberimizin gözlerinden yaşlar akarak ağladığı söylenir:
 “Resulullah, ölmüş bulunan Osman İbnu Maz’un’u, gözlerinden yaşlar dökerek öptü.” Tirmizi, Cenaiz 14, (989); Ebu Davud, Cenaiz 40, (3163); İbn Mace, Cenaiz 7,(1456).
Kıyamet Ne Zaman Kopacaktır?
Yine kıyametin ne zaman kopacağına dair bir soruya peygamberimizin verdiği iddia edilen cevabın da tarihsel açıdan gerçekleşmemiş olduğu ortadadır: “Bir adam Allah’ın Resulü’ne: ‘Kıyamet ne zaman kopacak?’ diye sordu. Resul sustu, sonra kucağındaki Ezdli çocuğa baktı ve şöyle dedi: ‘Eğer bu çocuk uzun ömürlü olursa iyice ihtiyarlamasına kalmadan kıyamet kopacaktır.’ Enes der ki: “Çocuk benim yaşıtımdı.”  Müslim, Fiten 138, (2953).Buna rağmen bu sürenin çok daha uzun olacağına dair de peygamberimizin dilinden rivayet iddialarında bulunulmuştur: “Resulullah buyurdular ki: Otuz kadar yalancı deccal çıkmadıkça kıyamet kopmaz. Bunlardan her biri Allah’ın elçisi olduğunu zanneder.”  Tirmizi, Fiten 43, (2219); Ebu Davud, Melahim 16 (4333, 4334, 4335). “Resulullah buyurdular ki: Fırat nehri altın bir dağ üzerinden açılmadıkça kıyamet kopmaz. Onun üzerine insanlar savaşırlar. Yüz kişiden doksan dokuzu öldürülür. Onlardan her biri: ‘Herhalde savaşı ben kazanacağım’ der.”  Buhari, Fiten 24; Müslim, Fiten 29, (2894); Ebu Davud, Melahim 13, (4313, 4314); Tirmizi, Cennet 26, (2572, 2573). Kur’an ayetleri bu türden rivayetleri yalanlamaktadır: “İnsanlar, sana kıyamet-saatini sorarlar. De ki: Onun bilgisi yalnızca Allah’ın katındadır.” (Ahzab Suresi 63). “…Sanki sen, ondan haberdarmışsın gibi sana sorarlar. De ki: ‘Onun ilmi yalnızca Allah’ın katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler.” (A’raf Suresi 187). “De ki: (Ona ait) Bilgi, Allah’ın yanındadır. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” (Mülk Suresi 26).
İslam Ne Kadar Ayakta Kalacaktır?
Halifelerin on iki tane olacağı, ümmetin işlerinin bu on iki halife dönemi süresince düzgün olacağı ve herkesin bu on iki halife üzerinde ittifak edeceğine, mülk ve yönetimin de Kureyş’te olduğuna dair hadisler vardır. Güvenilir kabul edilen kaynaklardaki bazı hadisler şu şekildedir: “İnsanlar hayırda da şerde de Kureyş’e tabidir.” Müslim, İmaret 3, (1819). “İnsanların işi onları on iki adam yönetinceye kadar yürür gider. Bu din, hepsi Kureyş’ten gelecek olan on iki halifeye kadar aziz ve güçlü olacaktır.” Buhari, Ahkam 51; Müslim, İmaret 5-9 (1821); Tirmizi, Fiten 46, (2224); Ebu Davud Medhi 1, (4279), 4280). “Mülk (saltanat, idare) Kureyş’tedir.” Tirmizi, Menakıb, (3932).Görüldüğü gibi söz konusu bu ve benzeri hadislerde on iki halife dönemine dikkat çekilmektedir. Aynı kaynaklarda geçen iki rivayet ise tüm bu rivayetler ile çelişir: “Hilafet, ümmetim arasında otuz yıl sürecektir. Bundan sonra saltanat gelecektir.” Ebu Davud, Sünnet 9 (4648, 4647); Tirmizi, Fiten, 48 (2227). “İslam, otuz beş veya otuz altı ya da otuz yedi yıl güçlü yaşar. Eğer helak olurlarsa yol; helak olanlaradır. Eğer dinleri ayakta duracaksa yetmiş yıl ayakta durur.” 156 Ebu Davud, Fiten, (4264); Müslim, İmaret 6.Söz konusu bu hadisler ise diğerlerinin aksini söylemektedir. Bununla beraber “On iki halife” diye kabul edilen bir dönem olmadığı, ümmetin halifeler üzerinde ittifak etmediği ve peygamberimizin vefatından hemen sonra ayrılık ve hesaplaşmaların başladığı, dört büyük halifeden üçünün suikast ile katledildiği, hem bu süreçte hem de sonrasında birçok zulüm ve kanlı olaya tanıklık edildiği tarihi bir gerçektir.
 
 
Peygamberimizin Mucizesi Nedir?
Yine bilindiği gibi peygamberimize birçok mucize isnat edilir. Oysa bir hadiste peygamberimizin şu şekilde söylediği rivayet edilir: “Her peygambere mutlaka insanların inanmakta olageldikleri şeyler cinsinden bir mucize verilmiştir. Ama bana verilen (mucize) ise vahiydir ve bunu bana Allah vahyetmiştir.” 157 Buhari, Fezailu’l-Kur’an 1, İ’tisam 1; Müslim, İman 239, (152).Örneğin peygamberimiz bu şekilde bir açıklama yapmış olabilir. Çünkü bu ifade Kur’an ile uyumludur: “Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.” (Ankebut Suresi 51). “Bizi, mucizeler göstermekten alıkoyan, daha öncekilerin onları yalanlamış olmasından başka bir şey değildir…” (İsra Suresi 59). Buna rağmen hadislerde peygamberimizin birçok mucizeler gösterdiği iddia edilmiştir: “Ay, Resulullah zamanında iki parçaya bölündü. Aleyhissalatu vesselam bunun üzerine; ‘Şahit olun!’ buyurdu.” Buhari, Menakıb 27, Menakıbu’l-Ensar 36, Tefsir, Ihterebetu’s-Sa’a 36; Müslim, Münafıkun 44, (2800); Tirmizi, Tefsir, Kamer, (3281, 3283).B ir b aşka r ivayet ş u ş ekildedir: “Biz Resulullah’ın mucizelerini bereket addederdik, siz ise onları bir korkutma vesilesi sayıyorsunuz. Biz Resulullah ile birlikte bir seferde bulunuyorduk. Suyumuz azaldı. ‘Bana (bir parça) artık su arayın!’ buyurdular, içerisinde azıcık su bulunan bir kap getirdiler. Aleyhissalatu vesselam elini içine soktu ve: ‘Haydi temiz, mübarek suya gelin. Bereket Allah Teâla Hazretlerindendir!’ buyurdular. Yemin olsun, suyun parmaklarının arasından kaynadığını gördüm. Vallahi biz, yenmekte olan taamın (yemeğin) tespihini işitirdik.” Buhari, Menakıb 25; Tirmizi, Menakıb 14, (3637); Nesai, Taharet 61, (1, 60). Ancak görüldüğü gibi geleneksel din savunucuları apaçık ayetleri dikkate almadıkları gibi bizzat kendi itibar ettikleri hadis kaynaklarındaki hadisleri de işlerine geldiği kadar dikkate almakta, peygamberimiz ile ilgili birçok mucize rivayetinde bulunmakta ve din adına uydurulan şeyleri, işlerine geldiği gibi kabul etmektedirler. Peygamberimiz ile ilgili yapılan mucize anlatımlarının tamamı da sonradan uydurulmuş olaylardır. Peygamberimize verilmiş tek mucize vardır o da, mucizelerin en büyüğü olan Kur’an’dır. “Doğrusu, senden önce de elçiler göndermiş, onlara da eşler ve çocuklar vermiştik. Allah’ın izni olmaksızın bir peygamberin (kendiliğinden) bir mucize getirmesi olacak şey değildir; (kaldı ki) her dönemin, (kendine has) bir mesajı vardır.” (Rad Suresi 38).
 
Uğursuzluk Var Mıdır?
Hadisler kendi aralarında çeliştikleri gibi aynı zamanda kimi hadisler anlamı tamamen değiştirecek şekilde yanlış aktarılmışlardır. Örneğin bir hadis metninde peygamberimizin şu şekilde söylediği iddia edilmiştir: “Hastalıkta bulaşıcılık yoktur, herhangi bir şeyde uğursuzluk da yoktur. Uğursuzluk ancak üç şeydedir: Atta, kadında ve evde.”160 Yine benzer bir rivayette bu kez at yerine hayvan denilerek rivayet tüm hayvanları içine alacak şekilde genişletilmiştir. Söz konusu hadis ile ilgili bir rivayet ise şu şekilde kaydedilmiştir: “Baykuş ötmesinde bir şey yoktur, hastalıkta bulaşıcılık yoktur, herhangi bir şeyde uğursuzluk yoktur. Eğer herhangi bir şeyde uğursuzluk olsaydı, atta, kadında ve evde olurdu.”161 Bir d iğerinde ise bu r ivayetin “Uğur, kadında, atta ve evdedir”162 şeklinde bir versiyonu kaydedilmiştir. Görüldüğü gibi en güvenilir kabul edilen hadis kaynakları içinde anlamı tamamen değiştirecek şekilde üç farklı rivayet kaydedilmiştir. Muhtemelen peygamberimizin Kur’an ayetlerinden hareketle insanların sorularına vermiş olduğu birçok cevap, zaman içinde bu şekilde takla atarak değişime uğramış ve hiç olmadık anlamlar kazanmıştır.
160 Buhari, Cihad, 47; Nikâh, 18; Tıp, 43,54; Müslim, Selam, 115; İbn Mace, Nikâh,
55; Tirmizi, Edeb, 58.
161 Buhari, Cihad 47, Nikâh 17; Müslim, Selam 119, (2226).
162 Tirmizi, Edeb 58; İbn Mace, Nikâh 55.
Bu duruma bir başka örnek de Tirmizi’nin “Şüphesiz malda zekâttan başka da bir hak vardır.” ( Tirmizi, Zekât 27.)şeklindeki rivayetinin İbn Mace tarafından “Malda zekâttan başka hak yoktur.” ( İbn Mace, Zekât 3.)şeklinde kaydedilmiş olmasıdır. Yine ‘mirac hadisi’ olarak bilinen hadisin de zannedildiği gibi tek bir rivayet metnine dayanmadığı ve söz konusu farklı rivayetlerde ihtilaf, tutarsızlık ve çelişkiler olduğu görülmektedir. Buna rağmen genelde söz konusu hadis rivayeti tek bir metni varmış gibi anlatılmakta ve rivayetler arasındaki apaçık farklar göz ardı edilmektedir. Oysa bu rivayetler bir arada değerlendirildiklerinde mekânı, zamanı, sayısı, ruhen ya da bedenen olduğu gibi temel konularda çok ciddi ihtilaflar söz konusudur.
İmanın Esasları Nelerdir?
Bir diğer açık ihtilaf ise Buhari ve Müslim’de yer alan ve ‘Cibril Hadisi’ olarak meşhur olan hadis rivayetidir. Bu rivayet, Cebrail’in peygamberimize insan suretinde gelerek İslam, iman, ihsan, kıyametin zamanı gibi konularda sorular sorması olayından bahseden rivayettir. Bu rivayetin de yaygın bir şekilde miraç rivayetinde olduğu gibi tek metne dayandığı zannedilmektedir. Oysa söz konusu rivayet ile ilgili de birbiri ile çelişen ve kendi içinde tutarsızlık gösteren rivayetler bulunmaktadır. Örneğin Cebrail’in Hz. Peygamber’e sorduğu soruların sırası rivayetlerde farklılık göstermektedir. Yine söz konusu bu rivayetlerde ‘Kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmek’ şeklinde bir iman esası sayılmaktadır. 165 Müslim, İman 1, (8); Nesâî, İman 6, (8, 101); Ebu Dâvud, Sünnet 17, (4695);Tirmizî, İman 4, (2613). Buna rağmen söz konusu rivayetin Müslim’de geçtiği yerin hemen altında kadere imanı bir iman esası olarak zikretmeyen bir başka rivayet yer almaktadır. Yine Buhari’de de kaderin sayılmadığı bir iman tarifi görmek mümkündür: “İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, Allah’a
kavuşmaya, peygamberlerine ve kıyamette yeniden dirilmeye inanmaktır.” Buhari, Kitabü’l-İman, 38.Tirmizi, Salat 141, (193); Nesai, Ezan 2, (2, 3).Görüldüğü gibi bu kadar yaygın bilinen ve çoğunluk tarafından kabul edilen bir rivayetin ve iman esaslarının ne olduğu konusunun, metin açısından farklı ve kendi içinde çelişkili versiyonları bulunmaktadır. Kur’an’ın tamamı inanan insan için iman esasıdır. Kur’an’da iman esasları olarak sınıflandırılan bir liste yer almaz. Ancak yaygın olarak bu mananın çıkarıldığı ayette de kadere iman şeklinde bir esas sayılmaz: “Ey inananlar, Allah’a, Elçisine, Elçisine indirdiği kitaba ve daha önce indirmiş bulunduğu kitaba inanın. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkâr ederse o, uzak bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa Suresi 136).
Ezan Nasıl Ortaya Çıkmıştır?
Namaza çağrı yapan ezanın ortaya çıkışının sebebi ile ilgili de söz konusu güvenilir kabul edilen kaynaklarda birbiri ile çelişen ve metin açısından problemli olan rivayetler bulunmaktadır. Bir rivayette ezanın çıkış sebebi Hz. Peygamber’in ashabı ile yapmış olduğu istişare sonucu Hz. Ömer’in: “Bir adam çıkarsanız da namazı ilan etse!” teklifinin kabul edilmesi sonucu peygamberimizin: “Ey Bilal! Kalk! Namazı ilan et!” Buhari, Ezan 1; Müslim, Salat 1, (377); Tirmizi, Salat 139, (190); Nesai, Ezan  demesi olarak gösterilmektedir. Benzer bir rivayet de şu şekilde gelmiştir: “İnsanlar çoğalınca, herkesçe bilinecek olan bir şeyle namaz vaktinin duyurulmasının gerektiğini aralarında konuştular. (Bu meyanda bir ateş yakılması veya bir çan çalınması teklif edildi). Bunun üzerine Resulullah Bilal’e emrederek ikişer kere söyleyerek de ikamet okumasını emretti.”  Buhari, Ezan 2, 3, Enbiya 50; Müslim, Salat 3, (378); Ebu Davud, Salat 29, (508); Başka bir rivayette ise sahabi
Abdullah b. Zeyd’in gördüğü rüyayı peygamberimize bildirmesi neticesinde peygamberimizin bu rüyayı hak bir rüya olarak kabul edip “Kalk rüyada öğrenmiş olduğunu Bilal’e öğret. O bunları söyleyerek ezan okusun. Zira o, sesçe senden daha gür” diyerek ezan uygulamasını başlattığı ve o sırada evinde olan ve ezanı duyan Hz. Ömer’in de aynı rüyayı gördüğünü peygamberimize söylemesi üzerine peygamberimizin “Elhamdülillah! Şimdi bu daha sağlam oldu” dediği iddia edilmekte ve ezanın çıkış sebebi bu olaya bağlanmaktadır.  Ebu Davud, Salat 28,30, (499,512); Tirmizi, Salat 139, (189).
Abdestliyken Uyuyan Kişinin Abdest Alması Gerekir Mi?
Yine abdestli olarak uyuyan kişinin uyandığında namaz kılabilmek için abdest almasına gerek olup olmadığı konusunda da farklı rivayetler görmek mümkündür. Örneğin bir rivayette: “Resulullah’ın ashabı uyurlar, sonra abdest almadan namaz kılarlardı.”  Müslim, Hayz 125, (376); Ebu Davud, Taharet 80, (200); Tirmizi, Taharet 58, (78). denilmekte ama buna rağmen yine aynı kaynaklarda geçen bir diğer rivayet peygamberimizin: “Gözler, halkanın bağıdır, öyleyse uyuyan abdest alsın.”  Ebu Davud, Taharet 80, (203). dediği iddia edilmektedir. Başka bir rivayette ise peygamberimizin bir gün secde halinde horlayıncaya kadar uyuduğu sonra kalkıp abdest almadan namaz kıldığı söylenmiştir. 172 Tirmizi, Taharet 57, (77); Ebu Davud, Taharet 80, (202); Nesai, Ezan 41 (2, 30).
Peygamberimiz Abdest Alırken Uzuvlarını Kaç Kere Yıkamıştır?
Bilindiği gibi Kur’an’da namaz kılmak için abdest alınması söylenir ve abdestin nasıl alınacağı açık bir şekilde tarif edilir: “Ey inananlar, namaza duracağınız zaman yıkayın: yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi; mesh edin (sıvazlayın): başlarınızı ve topuklara kadar ayaklarınızı…” (Maide Suresi 6). Görüldüğü
gibi namaz kılmak için alınması gereken abdest açık bir biçimde bu kadar tarif edilmektedir. Yıkanması ve sıvazlanması söylenen uzuvların da kaçar defa yıkanıp sıvazlanacaklarına dair bir bilgi verilmemiş, gerekli olan söylenmiş ama sayı belirtilmemiştir. Ancak geleneksel uygulamada ayette açıklanan abdeste ilaveler yapıldığı gibi bir de her bir uzvun üçer defa yıkanması gerektiği yaygın şekilde kabul edilmiş ve kitaplara da bu şekilde girmiştir. Oysa bu konudaki rivayetler de birbirleri ile çelişkilidir. Bir rivayet yaygın olan geleneksel uygulamayı desteklemektedir: “Resulullah’a bir bedevi gelerek, abdestten sordu. Resulullah ona uzuvların üçer kere yıkanmasını gösterdi. Sonra da: ‘Abdest işte böyle alınır! Kim buna bir ziyadede bulunursa fena bir iş yapmış olur, haddi aşar ve zulmeder’ buyurdu.”  Ebu Davud, Taharet 51, (135); Nesai, Taharet 105, (1, 88).Bir diğer rivayette uzuvlar ile ilgili sayı ikiye inmiştir: “Resulullah abdest uzuvlarını ikişer kere yıkayarak abdest aldı.” Buhari, Vudu 23; Ebu Davud, Taharet 50 (121,123). Diğer bir rivayette ise sayı bire inmiştir: “Resulullah uzuvlarını birer kere yıkayarak abdest aldı.” 175 Buhari, Vudu 22; Ebu Davud, Taharet 53, (1, 38); Nesai, Taharet 84, 85, (1, 73, 74). Görüldüğü gibi uzuvların kaçar defa yıkanacağı ya da mesh edileceği ile ilgili farklı rivayetler bulunmaktadır. Bunların kendi aralarında çeliştikleri açıktır. Buna rağmen peygamberimize isnat edilen “Abdest işte böyle alınır! Kim buna bir ziyadede bulunursa fena bir iş yapmış olur, haddi aşar ve zulmeder” ifadesi dışında bu rivayetlerdeki sayıların hepsinin doğru olması da mümkündür. Çünkü ayetten de görüldüğü gibi abdestin nasıl alınacağı açıklanmış ancak uzuvların kaç defa yıkanıp mesh edileceği belirtilmemiştir. Dolayısıyla peygamberimiz de her seferinde gerekli olanı yapıp, kaçar defa yıkayıp mesh edeceğini durumuna göre belirlemiş ve insanların bu türden sayıları bir kural olarak benimsememeleri için her seferinde farklı yapmış olabilir. Kısacası peygamberimiz Allah’ın ayetleri ile uyumlu hareket etmiştir. Uyumlu olmayanlar Allah’ın serbest bıraktığı şeyler ile ilgili asılsız iddialarda bulunarak dinde olmayan kurallar koyanlardır.
Cuma Namazından Sonra Namaz
Rivayetlerde Cuma namazından sonra peygamberimizin ne yaptığı ile ilgili çelişkili ifadeler yer alır. Bir rivayette Cuma’nın farzından sonra dört rekât daha namaz kılınması söylenirken bir diğerinde peygamberimizin farzı kıldıktan sonra evine gitmedikçe namaz kılmadığı eve gidince de iki rekât kıldığı iddia edilmiştir: “Resulullah şöyle buyurdu: Biriniz Cuma’nın farzını kılınca, ardından dört rekât namaz daha kılsın.” Müslim, Cum’a 67-69; Ebu Davud, Salat 238; Tirmizi, Cum’a 24; Nesai, Cum’a 42; İbn Mace, İkamet 95. “Peygamber Cuma’nın farzından sonra evine gitmedikçe namaz kılmazdı. Sonra evinde iki rekat namaz kılardı.”  Müslim, Cum’a 71; Buhari, Cum’a 39; Nesai, İmamet 64; Cum’a 43. Bir başka rivayet de şu şekildedir: “Cuma namazını kıldıktan sonra biriyle konuşmadıkça veya mescitten çıkmadıkça Cuma Namazına bir başka namaz ekleme. Zira Resulullah bize, konuşmadıkça veya mescitten çıkmadıkça farz namaza bir başka namazı eklememeyi emretti.”  Müslim, Cum’a 73. Peki, Kur’an Cuma namazı kılındıktan sonra ne yapılmasını söylüyor: “Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah’ı çok anın ki başarıya eresiniz.” (Cuma Suresi 10). Öğle ve İkindi Namazından Önce ve Sonra Namaz Birçok hadis rivayetinde olduğu gibi çoğu konuda peygamberimizin tam olarak ne yaptığını ya da ne dediğini anlamak mümkün olmamaktadır. Çünkü rivayetlerde birbiri ile çelişkili ifadeler bulunmaktadır. Örneğin peygamberimizin öğle namazından önce ve sonra namaz kılması ile ilgili olarak gelen rivayetler birbirinden farklı şeyler iddia etmektedirler. (İbni Ömer): “Resulullah ile beraber öğle namazının farzından önce iki, farzından sonra da iki rekat namaz kıldım.” Buhari, Teheccüd 29, 34; Müslim, Müsafirin 104; Tirmizi, Salât 189, 199, 205; (Aişe): “Peygamber öğle namazının farzından önce dört rekat namaz kılmayı hiç ihmal etmezdi.” Buhari, Teheccüd 34; Ebu Davud, Tatavvu 1; Nesai, Kıyâmü’l-leyl 56. (Aişe): “Peygamber öğle namazının farzından önce dört rekat sünnet kılamadığı zaman, onu farzdan sonra kılardı.” Tirmizi, Salât 200; İbn Mace, İkamet 106. (Ümmü Habîbe): “Resulullah şöyle buyurdu: Bir kimse öğle namazının farzından önce dört, farzından sonra da dört rekat sünneti devamlı olarak kılarsa Allah Teâlâ onu cehenneme haram kılar.”  Ebu Davud, Tatavvu 7; Tirmizi, Salât 200; Nesai, Kıyâmü’l-leyl 67; İbn Mace, İkamet (Aişe): “Peygamber öğle namazının farzından önce benim evimde dört rekat namaz kılar, sonra mescide çıkıp halka öğle namazının farzını kıldırırdı. Daha sonra eve gelerek iki rekat namaz kılardı. Cemaate akşam namazını kıldırdıktan sonra evime gelerek iki rekat sünnet kılardı. Yatsı namazının farzını kıldırdıktan sonra yine evime gelerek iki rekat sünnet kılardı.”  Müslim, Müsafirin 105; Ebu Davud, Tatavvu 1.Peygamberimizin ikindi namazından önce ve sonra kıldığı ifade edilen namaz ile ilgili de farklı rivayetler bulunmaktadır. Üstelik bunları rivayet ettiği iddia edilen kişi aynı kişidir: “Ali İbni Ebû Tâlib şöyle dedi: Peygamber ikindi namazının farzından önce dört rekat namaz kılardı.” Tirmizi, Mevakit 201, Cum’a 66; Nesai, İmamet 5; İbn Mace, İkamet 109. “Ali İbni Ebû Tâlib’den rivayet edildiğine göre peygamber ikindi namazının farzından önce iki rekât namaz kılardı.” Ebu Davud, Tatavvu 8.
 
Akşam Namazından Önce Namaz
Peygamberimizin akşam namazından önce namaz kılınmasını söyleyip söylemediği konusunda da çelişkili rivayetler bulunmaktadır:  “Abdullah İbni Mugaffel’den rivayet edildiğine göre peygamber üç defa: “Akşamın farzından önce (iki rekât) namaz kılınız” buyurdu. Üçüncü defasında “Dileyen kılsın” diye ekledi.”  Buhari, Teheccüd 35, İ’tisam 27; Ebu Davud, Tatavvu 11; İbn Mace, İkamet 110. “Enes şöyle dedi: Resulullah zamanında güneş battıktan sonra ve akşam namazından önce iki rekat namaz kılardık. Ashaptan biri Enes’e: Bu namazı Resulullah da kılar mıydı? diye sordu. Enes ona şu cevabı verdi: O bizim kıldığımızı görür fakat bize kılın veya kılmayın demezdi.”  Müslim, Müsafirin 302; Ebu Davud, Tatavvu 11.
 
Peygamberimiz Sabah Namazında Ne Okurdu?
Rivayetlerde peygamberimizin sabah namazında ne okuduğu ile ilgili farklı sure ve ayet isimleri zikredilmiştir. Bir rivayet şu şekildedir: “Resulullah sabah namazının iki rekat sünnetini kılarken birinci rekatta, Bakara suresindeki “Biz Allah’a ve bize indirilen Kur’an’a… inandık” anlamındaki ayeti, ikinci rekatta da “Biz Allah’a inandık; şahit ol ki, biz Müslümanlarız” anlamındaki ayeti okurdu.” (Müslim, Müsafirin 99; Ebu Davud, Tatavvu 3; Nesai, İftitah 38.) Diğer rivayette ise şöyle söylenmektedir: “İkinci rekatta Ali İmran suresindeki “Söyle onlara: Ey kendilerine kitap verilenler! Gelin, aramızda müşterek olan bir kelime etrafında toplanalım” ayetini okurdu.” Görüldüğü gibi bu iki rivayetin ikinci rekat kısmındaki ayet iddiası birbiri ile çelişmektedir. Bu konudaki başka rivayetlerde ise peygamberimizin ne okuduğu ile ilgili farklı bir iddiada bulunulmuştur: “Resulullah sabah namazının iki rekat sünnetinde Kâfirûn ve İhlâs surelerini okurdu.”  Müslim, Müsafirin 98; Ebu Davud, Tatavvu 3; Nesai, İftitah 39; İbn Mace, İkamet Bir başka rivayet de bu rivayet ile aynı şeyi iddia etmiştir: “Bir ay boyunca peygamberin namazına dikkat ettim, sabah namazının sünnetinde Kâfirûn ve İhlâs surelerini okurdu.”Tirmizi, Mevakit 191; Nesai, İftitah 68; İbn Mace, İkamet 102.
Ramazandan Önce Şaban Ayında Oruç Tutmak
Hadis rivayetlerinde Ramazan ayından önceki Şaban ayında oruç tutulup tutulamayacağı konusunda birbiri ile çelişen rivayetler bulunmaktadır. Bazı rivayetlere göre peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilmiştir: “Resulullah şöyle buyurdu: Şabanın ikinci yarısında oruç tutmayınız.”  Tirmizi, Savm 37; Ebu Davud, Savm 13. “Ramazandan (bir-iki gün) önce oruç tutmayınız. Ramazan hilâlini gördüğünüzde oruca başlayınız.” Tirmizi, Savm 5; Nesai, Sıyam 13. “Sizden biriniz bir-iki gün öncesinden oruç tutarak ramazanı karşılamaya kalkmasın…” Buhari, Savm 5, 14; Müslim, Sıyam 21; Ebu Davud, Savm 7, 11; Tirmizi, Savm 2,
4, 38; Nesai, Sıyam 13, 31, 32, 38; İbn Mace, Sıyam 5. Buna rağmen başka bir rivayette ise peygamberimizin Şaban ayının tamamını oruçlu olarak geçirdiği iddia edilmiştir: “(Aişe) şöyle dedi: Peygamber hiçbir ayda, şaban ayında tuttuğu oruçtan daha fazla oruç tutmazdı. Şaban ayının tamamını oruçlu geçirirdi.” Buhari, Savm 52; Müslim, Sıyam 177; İbn Mace, Sıyam 30.Başka bir rivayet ise peygamberimizin Ramazan dışında hiçbir ayın tamamını oruçlu geçirmediğini söylemektedir: “Resulullah ramazan dışında hiçbir ayı tam olarak oruçlu geçirmedi.”  Buhari, Savm 53; Müslim, Savm 178 (1157); Nesai, Savm 70, (4, 199)
.Sefer Esnasında Oruç Tutulabilir Mi?
Kur’an’da hastalık ya da yolculuk gibi bir durumda oruç tutmakta zorluk çekiliyorsa orucun tutulmaması ve yerine başka günlerde kaza edilmesi söylenir (Bakara Suresi 184). Ancak rivayetlerde sefer esnasında oruç tutulup tutulamayacağı ile ilgili birbiri ile çelişkili ifadeler yer almaktadır. Örneğin bir rivayet şu şekildedir: “Resulullah bir seferdeydi. Etrafına insanların toplandığı bir adam gördü, ona gölge yapıyorlardı. ‘Nesi var?’ diye sordu. ‘Oruçlu biri!’ dediler. Resulullah: ‘Seferde oruç birr (Allah’ı memnun  edecek dindarlık) değildir!’ buyurdular. ( Buhari, Savm 36; Müslim, Sıyam 92, (1115); Ebu Davud, Savm 43, (2407); Nesai,)
Savm 48, (4, 176). Peygamberimizin bu şekilde söylediği iddia edilmesine rağmen bir başka rivayette sefer esnasında sadece bir kişi ile beraber peygamberimizin oruçlu olduğu başka kimsenin oruç tutmadığı iddia edilmiştir: “Biz çok şiddetli sıcak bir mevsimde, Ramazan ayında Resulullah ile birlikte sefere çıktık. Hararetin şiddetinden herkes elini başına koyuyordu. Aramızda oruçlu olarak sadece Resulullah ile İbnu Ravaha vardı.” (Buhari, Savm 35; Müslim, Savm 108, (1122); Ebu Davud, Savm 44, (2409). Peygamberimizin sefer esnasında oruçlu olduğunu söyleyen başka bir rivayet de ilk rivayet ile çelişmektedir: “Biz Resulullah ile bir seferde beraber bulunduk. O oruçlu idi…”( Buhari, Savm 33, 43, 44, 45; Talak 24; Müslim, Sıyam 52-54; Ebu Davud, Savm 19.) Görüldüğü gibi rivayetlere göre peygamberimiz bir rivayette sefer esnasında oruçlu olmayı Allah’ın hoşnut olmayacağı bir davranış olarak ifade etmekte ancak diğer rivayetlerde sefer esnasında oruç tutmaktadır. Bu türden kendi arasında çelişen rivayetler ile esasen peygamberimizi kendisi ile çelişen biri olarak göstermişlerdir. Oysa peygamberimizin dini konularda kendisi ile çelişmesinin mümkün olmadığı açıktır.
Namaz Kılanın Önünden Geçen Köpek,
Eşek ve Kadın Namazı Bozar Mı?
Bazı rivayetlerde namaz kılan kişinin önünde bir engel olmadığı takdirde önünden geçen hangi şeylerin namazı bozacağına dair sıralamalar yapılmıştır. Konu ile ilgili bir rivayet şu şekildedir: “Resulullah buyurdular ki: ‘Biriniz sütresiz olarak namaz kılarsa (önünden geçtiği takdirde) şunlar namazını bozar: Eşek, domuz, Yahudi, Mecusi, kadın... Namazın bozulmaması için onun önünden, bunların bir taş atımlık uzaktan geçmesi kifayet eder.” (Bir diğer rivayette şöyle denmişti: “Namazı, (önden geçen) hayızlı kadın ve köpek bozar.”) Buhari, Salat 90, İlm 18, Ezan 161, Cezau’s-Sayd 25; Müslim, Salat 254, (504); Diğer bir rivayet şu şekildedir: “Resulullah buyurdular ki: Kişi, önüne semer kaşı kadar bir şey bırakmadan namaz kılarsa; (önünden geçtiği takdirde) siyah köpek, kadın,eşek namazını bozar...”.  Müslim, Salat 265, (510); Ebu Davud, Salat 110, (702); Tirmizi, Salat 253, (338); Nesai, Kıble 7, (2, 63); İbn Mace, İkametu’s-Salat 38, (952).Bu rivayetler aşağıdaki rivayetlerle çelişmektedir: “Resulullah bizi köyümüzde ziyaret etti. O sırada bizim iki küçük köpekle bir dişi eşeğimiz vardı. Bu ikisi önünde bulundukları halde ikindi namazı kıldı. Hayvanları ne azarladı ne de geriye kovaladı.”  Ebu Davud, Salat 114, (718); Nesai, Kıble 7, (2, 65). Başka bir rivayette ise Hz. Aişe’nin şöyle söylediği iddia edilmiştir: “Hz. Aişe’nin yanında namazı bozan şeylerden söz açılmıştı. Bu meyanda köpek, eşek ve kadının da zikri geçti. Aişe: Bizi yine eşeklere ve köpeklere benzettiniz. Vallahi, ben Resulullah’ı kıblesiyle arasında yatakta yatar olduğum halde namaz kılarken gördüm. Benim için ihtiyaç hâsıl olunca oturup onu rahatsız etmek istemezdim, (yatağın) ayak tarafından sıyrılıp çıkardım.” ( Buhari, Salat 22, 99, 102, 103, 104, 105, 108, Amel fi’s-Salat 10, Vitr 3, İsti’zan 37;Müslim, Salat 267, (512). Açık bir şekilde görüldüğü gibi rivayetler kendi aralarında çelişmektedirler. Kadının ve Yahudi’nin, eşek ve domuz ile birlikte zikredilmiş olması da ayrı bir yakışıksızlıktır.
Peygamberimizin Geride Bıraktığı Bayrak ve Sancağın Rengi Nedir?
Peygamberimizin geride bıraktıklarına dair rivayetlerde bayrağının ve sancağının rengi ile ilgili farklı renklerin rivayet edildiği görülmektedir: “Resulullah Mekke’ye girdiği gün bayrağı beyaz renkliydi.”  Tirmizi, Cihad 9, (1679); Ebu Davud, Cihad 76, (2592). “Resulullah’ın bayrağı siyah, sancağı beyazdı.”  Tirmizi, Cihad 10, (1681).199 Buhari, Salat 90, İlm 18, Ezan 161, Cezau’s-Sayd 25; Müslim, Salat 254, (504); Ebu “Sancağı siyahtı. Kaplan alacası şeklinde olacak bezden dört köşeli idi.” Ebu Davud, Cihad 76, (2591); Tirmizi, Cihad 10, (1680). “Resulullah’ın bayrağını sarı gördüm!” 206 Ebu Davud, Cihad 76, (2593).
 
Ölen Kişinin Affedilmesi İçin Cenazesinde
Kaç Kişinin Ondan Razı Olması Gerekir?
Hadis rivayetlerinde ölen kişinin Allah tarafından affedilmesi ve cenazesine katılarak kendisi hakkında şefaatçi olması ile ilgili farklı sayılar zikredilmiştir. Konu ile ilgili bir rivayet şu şekildedir: “Resulullah buyurdular ki: Üzerine Müslümanlardan, kendisine şefaat talep eden yüz kişinin namaz kıldığı her ölüye mutlaka şefaat edilir.” 207 Müslim, Cenaiz 58, (947); Tirmizi, Cenaiz 40, (1029); Nesai, Cenaiz 78, (4, 75). Bir diğer rivayette sayı kırka inmiştir: “Resulullah’tan işittim, diyordu ki: Bir Müslüman ölür, cenaze namazına Allah’a şirk koşmayan kırk kişi katılırsa Allah bunların onun hakkındaki şefaatini mutlaka kabul eder.” 208 Müslim, Cenaiz 59, (948); Ebu Davud, Cenaiz 46, (3170). Bir diğer rivayette ise bu kez sayı verilmeden üç saf şartı konulmuştur: “Resulullah buyurdular ki: Bir Müslüman ölür ve üzerine, Müslümanlardan üç saf namaz kılarsa (Allah şefaati) mutlaka vacip kılar.” 209 Ebu Davud, Cenaiz 43, (3166); Tirmizi, Cenaiz 40, (1028). Görüldüğü gibi katılım sayısında fark vardır. Öte taraftan üç saf oluşturulması da sayısal olarak mekâna göre değişkenlik gösterebilecek bir şeydir. Birkaç kişiden oluşan bir grup, üç saf halinde düzenlenebilir. Bununla birlikte ölen kişiyi hesap günü kurtaracak şeyin başkalarının onun hakkındaki görüşleri değil yaşarken yapmış olduğu amelleri olacağı da bir gerçektir. Bir başka rivayette ise tabutta götürülen kişinin oradakiler tarafından iyi ya da kötü anılmasıyla hakkındaki cennet ve cehennem hükmünün kesinleştiği iddia edilmiştir: “…Bir cenaze geçti. Ashaptan bazıları o cenazeyi hayırla andı. Bunun üzerine Nebi: ‘Kesinleşti’ buyurdu. Sonra bir cenaze daha geçti.Orada bulunanlar onu da kötülükle andılar. Resul-i Ekrem yine: ‘Kesinleşti’ buyurdu. Bunun üzerine Ömer İbnu’l Hattâb: ‘Ne kesinleşti Ya Resulallah?’ diye sordu. Peygamber de şöyle buyurdu: ‘Şu önce geçen cenazeyi hayırla andınız; bu sebeple onun cennete girmesi kesinleşti. Bu berikini kötülükle andınız; onun da cehenneme girmesi kesinleşti. Çünkü siz (müminler), yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz.”210 Görüldüğü gibi bu rivayette herhangi bir sayı verilmemekte ve ashaptan bazılarının iyi ya da kötü olarak anmasının o kişinin cennete ya da cehenneme gitmesini kesinleştirdiği söylenmektedir. Öte taraftan Hz. Ömer tarafından aktarılan başka bir rivayette peygamberimizin ölen kişi hakkındaki hükmün kesinleşmesi için dört, üç ve iki olarak sayılar verdiği iddia edilmiştir. Hz. Ömer’in peygamberimizden aktardığı söz konusu rivayette iki kişinin hayırla anmasının ölen kişinin cennetlik olması için yeterli olduğu söylenmiştir: “…Ne kesinleşti, ey müminlerin emiri? dedim. Ömer şöyle cevap verdi: ‘Ben, Resulullah’ın buyurduğu gibi söyledim. O: ‘Herhangi bir Müslüman hakkında dört kimse hayırla şahitlik ederse Allah onu cennetine koyar.’ buyurmuştu. Biz kendisine: ‘Peki üç kişi şehadet ederse?’ dedik. ‘Üç kişi şehadet ederse de aynıdır’ buyurdu. Biz; ‘Ya iki kişi şahitlik ederse?’ dedik. ‘İki kişi de şahitlik etse yine aynıdır’ buyurdu. Artık bir kişinin şahitliğini de sormadık.”211 Güvenilir kabul edilen hadis kitaplarının içi, birbiri ile çelişkili ve birçok konuda ne yapılması gerektiği hususunda kafa karışıklığına sebep olan rivayetler ile doludurlar. Kur’an’da temeli olmayan bu türden iddiaların ortaya atılması ve söz konusu iddiaların kendi kendilerini yalanlamaları, Kur’an dışında hiçbir kaynağın dini anlamda güvenilir olamayacağının yeterli delilidir. Kur’an’ın en büyük iddialarından biri kendi içinde çelişme ve 210 Buhari, Cenaiz 86, Şehadet 6; Müslim, Cenaiz 60; Ebu Davud, Cenaiz 76; Tirmizi,
Cenaiz 63; Nesai, Cenaiz 50; İbn Mace, Cenaiz 20, Zühd 25.
211 Buhari, Cenaiz 86; Şehadet 6; Nesai, Cenaiz 50.
tutarsızlık barındırmamasıdır: “Hamt o Allah’a ki, kuluna Kitabı, kendisinde hiçbir eğiklik ve çelişme yapmaksızın indirdi. Onu dosdoğru (bir Kitap) olarak indirdi ki katından gelecek şiddetli azaba karşı (insanları) uyarsın ve iyi işler yapan müminlere de kendileri için güzel mükâfat bulunduğunu müjdelesin.” (Kehf Suresi 1-2). Hadis rivayetleri için bu durum söz konusu değildir.
Peygamberimiz Hangisini Söylemiş Olabilir?
Bazı rivayetlerde benzer sorulara karşı peygamberimizin verdiği cevapların değiştiği görülmektedir. Söz konusu rivayetlere bakıldığında peygamberimiz ile ilgili sanki her gelene o an kafasına göre bir sıralama yapan ya da bir dediği bir dediği ile uyuşmayan biri izlenimi verilmeye çalışılmıştır. Böyle bir şeyin mümkün olmadığı açıktır. “Ya Resulallah! Allah yolunda cihada denk hangi iş vardır? denildi. ‘Ona denk bir iş bulamazsınız’ buyurdu. İki veya üç defa aynı soruyu tekrarladılar; Resulullah da her defasında ‘Ona denk bir iş bulamazsınız’ cevabını tekrarladı.”  Buhari, Cihad 1; Müslim, İmare 110; Tirmizi, Fezailü’l-cihad 1; Nesai, Cihad 17.  Resulullah’a, ‘Hangi amel daha faziletlidir?’ diye soruldu. Allah’a ve Resulüne inanmak’ buyurdu. ‘Sonra hangisi?’ denildi. ‘Allah yolunda cihat etmek’ karşılığını verdi. ‘Bundan sonra hangisi?’ denilince: ‘Allah katında makbul olan hactır’ buyurdular.”  Buhari, İman 18, Hac 4, Tevhid 47; Müslim, İman 135; Tirmizi, Fezailü’l–cihad 22; Nesai, Hac 4, Cihad 17.  Ya Resulallah! Hangi amel Allah’a daha sevimlidir? dedim, ‘Vaktinde kılınan namaz’ buyurdu. Sonra hangisidir? diye sordum, ‘Ana babaya iyilik etmek’ diye cevap verdi. Ondan sonra hangisidir? dedim, ‘Allah yolunda cihat etmek’ buyurdular.” Buhari, Mevakit 5, Cihad 1, Edeb 1, Tevhid 48; Müslim, İman 137-139; Tirmizi, Salat 14, Birr 2; Nesai, Mevakit 51 “Bir kimse Resulullah’a: ‘Müslümanın hangi ameli daha hayırlıdır?’ diye  sordu. Hz. Peygamber de: ‘Tanıdık tanımadık herkese yemek yedirmen ve selâm vermendir’ buyurdu.”215 “ Bir a dam: ‘Ey Allah’ın Resulü, Allah’a hangi amel daha sevimlidir?’ diye sordu. Resulullah: ‘Yolculuğu bitirince tekrar yola başlayan’ cevabını verdi. ‘Yolculuğu bitirip tekrar başlamak nedir?’ diye ikinci sefer sorunca: ‘Kur’an’ı başından sonuna okur, bitirdikçe yeniden başlar’ cevabını verdi.”216 “Resulullah’a, ‘Hangi amel en değerlidir?’ diye sorulmuştu, şu cevabı verdi: İlk vaktinde kılınan namaz!”217 Resulullah’a: ‘Hangi a mel e n değerlidir?’ diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi: Kıyamı uzun olan.”218 “Hz. Aişe’ye sordum: ‘Resulullah’a göre hangi amel en değerlidir?’ Bana: ‘Devamlı olan!’ diye cevap verdi.”219 “Resulullah şöyle buyurdu: Allah yolunda bir gün hudut nöbeti tutmak, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır.”220
Peygamberimizin Ümmetinin Ahiretteki Durumu Hangisidir?
Bazı hadis rivayetlerinde ahirette peygamberimizin ümmetinin tamamının da Allah tarafından affedileceği söylenir: “Rabbimden dilekte bulundum ve ümmetim için şefaat niyaz ettim. O da ümmetimin üçte birini bana bağışladı. Ben de Rabbime şükretmek için secdeye kapandım. Sonra tekrar başımı kaldırıp Rabbimden ümmetimi bağışlamasını diledim; O da bana ümmetimin üçte birini bağışladı. Ben de bunun üzerine Rabbime şükür secdesine kapandım. Sonra tekrar başımı kaldırıp Rabbimden ümmetimi
215 Buhari, İman 6, 20; İsti’zan 9, 19; Müslim, İman 63; Nesai,İman 12; İbn Mace,
Et’ime 1.
216 Tirmizi, Kıraat 4, (2949).
217 Buhari, Mevakit 5; Müslim, İman 137, (85); Ebu Davud, Salat 9, (426); Tirmizi,
Salat 127, (170).
218 Ebu Davud, Salat 313, (1325).
219 Buhari, Teheccüd 7, Rikak 18; Müslim, Müsafirin 131, (741); Ebu Davud, Salat
312, (1317); Nesai, Kıyamu’l-Leyl 8, (3, 208).
220 Buhari, Cihad 6, 73, Bed’ü’l-halk 8, Rikak 2; Müslim, İmare 113-114; Tirmizi,
Fezâilü’l-cihad 17, 25, Tefsiru sure (3) 22; İbn Mace, Zühd 39.
bağışlamasını diledim; O da bana ümmetimin geri kalan üçte birini bağışladı. Ben de Rabbime şükretmek üzere secdeye kapandım.”221 Bir başka r ivayette de ateş a zabının ü mmete haram kılındığı söylenir: “Şu ümmetim rahmete mazhar olmuş bir ümmettir. Ahirette azaba maruz kalmayacaktır.”222 Başka bir rivayette ise bu kez ümmet içinden sorgusuz sualsiz doğrudan cennetlik olanlar için sayı verilmiştir. Buna göre de ümmetin tamamı cennetlik değildir: “Rabbim bana, ümmetimden yetmiş bin kişiyi hesap ve ceza olmaksızın cennete koymayı vadetti. Her bin ile birlikte yetmiş bin ve Rabbimin avucuyla üç avuç daha.”223 Diğer bir meşhur rivayete göre ise bu kez ümmetin yetmiş üç fırkaya bölüneceği ve biri dışında geri kalanının cehennemlik olacağı iddia edilmiştir: “Beni İsrail yetmiş iki millete (dine, fırkaya) bölünmüştü. Benim ümmetim de yetmiş üç millete bölünecektir. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi ateştedir.”224 Görüldüğü gibi ümmetin ahiretteki durumunun ne olacağına dair birbiri ile çelişen rivayetler bulunmaktadır. Peygamberimizin, ümmetinin durumunun ne olacağını bilmesi mümkün olmadığı gibi, bu türden Kur’an’a uygun olmayan iddialarda bulunması da mümkün değildir.
Peygamberimizin Ümmetine Miras Olarak Bıraktığı Şey Nedir?
Peygamberimizin vefatından önce toplu halde insanlara hitap ettiği rivayet edilmektedir. Bunlardan en meşhur olanı on binlerce kişinin tanıklık ettiği kabul edilen veda hutbesidir. Bu kadar kişinin tanıklık ettiği iddia edilmesine rağmen söz konusu rivayet en kilit noktasında iki farklı vasiyet ile gelmektedir. Bunlardan
221 Ebu Davud, Cihad 152.
222 Ebu Davud, Fiten, (4277).
223 Tirmizi, Sıfatu’l-Kıyame 13, (2439); İbn Mace, Zühd 34, (4286).
224 Tirmizi, İman 18, (2643).
biri Kur’an’a da uygun bir şekilde şöyle gelmiştir: “...Size, sıkıca sarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız bir şey bırakıyorum: Allah’ın Kitabı.” Kütüb-i225 Müslim, Hac 147 (890); Ebu Davud, Menasik 57 (1905); İbn Mace, Menasik 84 (3074). Söz konusu rivayet Müslim, Ebu Davud ve İbn Mace gibi Kütüb-i Sitte kaynaklarında yer almaktadır. Kütüb-i Sitte kaynakları arasında yer almamasına rağmen meşhur olan ve esas alınan diğer rivayet ise şu şekilde gelmiştir: “Sıkı sarıldığınız takdirde asla yolunuzu sapıtmayacağınız iki şey bıraktım size: Allah’ın kitabı ve Resulü’nün sünneti.”  İmam Malik, Muvatta, Kader 3, (2, 899). Bu rivayet İmam Malik’in Muvatta’sında geçmektedir. Buna rağmen bu rivayet bu konuda bilinen en meşhur rivayet olmuştur. Sebebi ise açıktır. Belli ki geleneksel din algısı açısından güvenilir kabul edilen hadis kitaplarında geçmesine rağmen peygamberimizin ümmetine miras olarak sadece Kur’an’ı bırakması kimsenin işine gelmediği için bu rivayeti içlerine sindirememişler. Bir diğer rivayet ise peygamberimizin veda haccını yaptıktan sonra Medine yolunda konakladıkları yerde: “Size, uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. Bu, Allah’ın Kitabı’dır. Semadan arza uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehl-i Beytim’dir.”  Tirmizi, Menakıb 77, (3790); Müslim, Fezailu’s-Sahabe 37, (2408).dediği şeklindedir. Birini Ehli Sünnet, diğerini Şia almış ama her ne hikmetse sadece Allah’ın Kitabı’nı bıraktığını ifade ettiği rivayet çoğu kişinin işine gelmemiş ve o rivayet ortada kalmıştır. “Dinin tek kaynağı Kur’an’dır ve peygamberimiz sadece Kur’an’a uymuş ve onunla amel etmiştir.” denildiğinde buna itiraz ederek hadis rivayetleri olmadan Kur’an’ın yetersiz kalacağını iddia eden ve güvenilir kabul ettikleri hadis kitaplarında yer almasına rağmen “...Size, sıkıca sarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız bir şey bırakıyorum: Allah’ın Kitabı.” rivayetini değil de
Sitte içinde yer almayan “Allah’ın kitabı ve Resulü’nün sünneti.” rivayetini esas alanların bu çelişkilerini açıklığa kavuşturmaları gerekir. Buhari ve Müslim’de geçen başka bir rivayette peygamberimizin miras olarak Kur’an’ı bıraktığının ifade edilmesi de sadece Allah’ın Kitabı’nı bıraktığını ifade eden rivayeti desteklemektedir: “İbnu Ebi Evfa’ya: ‘Resulullah vasiyette bulundu mu?’ diye sordum. ‘Hayır’ dedi. Ben tekrar: ‘Öyleyse, kendi vasiyette bulunmaksızın halka nasıl vasiyeti farz kılar veya emreder?’ dedim. ‘Kitabullah’ı vasiyet etti!’ diye cevap verdi.”  Buhari, Vesaya 1, Megazi 83, Fezailu’l-Kur’an 18; Müslim, Vasiyet 16, (1634); Tirmizi, Vesaya 4, (2120); Nesai, 2 (6, 240). Geleneksel algı açısından Kur’an’dan sonra en güvenilir iki kitap olarak kabul edilen Buhari ve Müslim’de yer alan ve Kur’an’a da uygun olan bu iki rivayete rağmen Muvatta’da yer alan ‘Kitap ve Sünnet’ mirası iddiasının esas alınması geleneksel din anlayışının kendi içindeki çelişkisini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Hadis rivayetlerini Kur’an gibi dinin kaynağı kabul edenler açısından sırf bu iki rivayet bile Kur’an dışında bir kaynağın dini açıdan esas alınamayacağını göstermektedir. Kur’an’ın din adına yeterli olmadığını iddia edenlerin, güvenilir kabul ettikleri kaynaklarda geçen peygamberimizin en yakınındakilerin, Kur’an’ın yeterli olduğuna dair sözlerini de açıklığa kavuşturmaları gerekir: (Hz. Ömer): “…Yanınızda Kur’an var, Allah’ın Kitabı sizlere yeterlidir.” Buhari, Megazi 83, İlm 39, Cihad 176, Cizye 6, İ’tisam 26; Müslim, Vasiyye 22, (Hz. Aişe): “Size Kur’an yeter. Orada: Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.’ (Fatır Suresi 18) buyrulmuştur.” Buhari, Cenaiz 33; Müslim, Cenaiz 22, (928); Nesai, Cenaiz 15, (4, 18, 19). (Hz. Ali): “Ben Resulullah’ın şöyle söylediğini işittim: ‘Haberiniz olsun bir fitne çıkacak!’ Ben hemen sordum: “Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allah’ın Resulü?” Buyurdu ki: “Allah’ın Kitabı (na uymak)dır… O, hak ile batılı ayırt eden ölçüdür… Kim akılsızlık edip, O’na inanmaz ve O’nun ile amel etmezse Allah onu helak eder. Kim O’nun dışında hidayet ararsa Allah onu saptırır. O Allah’ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru yoldur…” Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 14, (2908).
Kur’an Ayetleri İle Çelişen Hadislere Örnekler
Kur’an ayetleri ile çelişen hadisler, saymakla bitmeyecek türdendir. Esasen burada verilen örnekler dışında Kur’an’da yer almamasına rağmen peygamberimiz tarafından haram kılındığı ya da yasaklandığı söylenen herhangi bir şey ile ilgili tüm rivayetler Kur’an ile çelişmektedirler. Bu konuda birçok rivayet vardır. Şüphesiz bunları tek tek saymak, çalışmanın sınırları açısından mümkün değildir. Rivayetler ile gelen herhangi bir şeyin Kur’an ile çelişip çelişmediğinin tespit edilebilmesi için tüm rivayetlerin Kur’an’a arz edilmesi gerekir. Allah’ın ayetler ile bildirmeyerek serbest bırakmış olduğu konularla ilgili hüküm getiren rivayetlerin tamamı Kur’an ayetleri ile çelişen hadisler kategorisine girecektir. Çünkü Allah’ın bir konuda herhangi bir şey söylememiş olması o konuyu kişinin tercihine bıraktığı anlamına gelmektedir. Örneğin Kur’an’da yatakta ne şekilde yatacağımız ya da yemek yerken hangi elimizi kullanıp yerde mi yoksa masada mı yemek yiyeceğimiz gibi konularda bir açıklama olmadığına göre bu ve benzeri konularda rivayetlerde yer alan açıklamaların tamamı da Kur’an’da açıklama yapılmadığı için dini bir kimlik kazanamayacak ve yine Allah’ın serbest bıraktığı konular olarak kişilerin tercihine kalacaktır. Dolayısıyla Allah’ın Kur’an’da açıklamadığı konularla ilgili açıklamalarda bulunan rivayetlerin tamamı da Kur’an ile çelişen kategorisinde değerlendirilmelidir. Çeliştiğinin gösterilmesi için Kur’an’dan bir ayeti delil olarak getirmeye gerek yoktur. Yani rivayetlerde “Müzik şeytan eğlencesidir” ya da “Çalgı haramdır” şeklindeki bir ifadenin Kur’an ile çeliştiğinin gösterilmesi için Kur’an’dan “Müzik haram değildir” şeklinde bir ayet arayarak bu şekilde söz konusu rivayetin Kur’an ile çeliştiğini göstermeye gerek yoktur. Kur’an’da bu şekilde bir haramdan bahsedilmemesi, Kur’an’da yer almamasına rağmen rivayetler üzerinden haram edilmiş bir şeyin Kur’an ile çeliştiğinin anlaşılması için yeterlidir. Sonuç olarak Kur’an’da nelerin helal olduğu aranmaz. Nelerin haram edildiğine bakılır. Bunlar dışında kalanlar zaten kendiliğinden helal kılınır. Esasen Kur’an tek ölçü alındığında rivayetlerin önemli bir kısmının kendiliğinden eleneceklerini görmek zor değildir. Geriye kalan ve Kur’an ile uyumlu olanlar da zaten Kur’an’da konu ile alakalı açık bir bildirim bulunduğu için sadece Kur’an’ı tasdikleyen rivayetler ve tarihsel veriler olarak kabul edilmelidir. Peygamberimize ait olduklarından kesin olarak emin olmak ise mümkün değildir.
Peygamberimiz Kimlerin Cennetlik Olduğunu Bildirmiş Midir?
Bir hadiste peygamberimizin: “Beni gören veya beni göreni gören bir Müslüman’a ateş değmeyecektir.(” Tirmizi, Menakıb, (3857). dediği ya da yine hadislerde kimlerin cennetlik olduğunu isimlerini vererek müjdelediği iddia edilir. ( Ebu Davud, Sünnet 9, (4648, 4649, 4650). Oysa Kur’an’da peygamberimize: “De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim; kendime de size de ne yapılacağını asla bilmiyorum; ben sadece (vahyi) olduğu gibi beyan eden bir uyarıcıyım.” (Ahkaf Suresi 9) demesi emredilmektedir. Cennete girmenin vizesinin, peygamberimizi görmek ve onu görenleri görmek olduğu bir din, Allah’ın dini değildir. Bununla birlikte yine aynı kaynaklarda, peygamberimize ait olduğu rivayet edilen ve Kur’an ayetleri ile uyumlu olan birtakım ifadelere de yer verilmiştir. Bir hadis rivayetine göre örneğin peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilmiştir: “… Allah’a yemin ederim ki, ben Allah’ın resulü olduğum halde bana ve size yarın Allah tarafından nasıl muamele edileceğini bilemem.” Buhari, Cenaiz 3. Görüldüğü gibi söz konusu bu hadis rivayeti Kur’an ile uyum gösterirken aksi türlü iddialarda bulunan hadisler ile de birebir çelişmektedir.
Hesapsız Cennete Girmek Mümkün Müdür?
Yine hadislerde sadece Allah’a ait olan kimi yetkilerin peygamberimize verildiği görülür. Bir hadise göre peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilir: “Rabbim bana, ümmetimden yetmiş bin kişiyi hesap ve ceza olmaksızın cennete koymayı vadetti. Her bin ile birlikte yetmiş bin ve Rabbimin avucuyla üç avuç daha.” Tirmizi, Sıfatu’l-Kıyame 13, (2439); İbn Mace, Zühd 34, (4286). Görüldüğü gibi söz konusu hadiste hesaba ve cezaya uğramadan cennete konulacak kişiler olduğu söylenmekte. Oysa ayetlerde bırakın hesaba uğramadan cennete girecek insanları, peygamberlerin dahi hesaba çekilecekleri açık bir şekilde ifade edilmektedir: “Hem kendilerine ilahi mesaj gönderilenleri, hem de (onlara) ilahi mesajı iletmekle görevli olanları elbet hesaba çekeceğiz.” (A’raf Suresi 6). Ayetler bu kadar açıkken, peygamberimizin bu türden iddialarda bulunmasının mümkün olmayacağı da son derece açıktır.
Hz. Âdem Kader Kurbanı Mıdır?
Kur’an’da Hz. Âdem’in ve eşinin nefislerine uyarak ve Allah’ın kendilerine yasak ettiği ağaca yaklaşarak Allah’ın emri dışında hareket etmelerinin kendi özgür iradeleri ile gerçekleşen bir yasak ihlali olduğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır: “…Ve (böylece) Âdem Rabbine karşı geldi ve dolayısıyla ciddi bir hataya düşmüş oldu.” (Taha Suresi 121). “…(O zaman) Rableri kendilerine seslendi: Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?” (A’raf Suresi 22). Bu hatası üzerine Hz.  Âdem Allah’a şu şekilde yakarmış ve af dilemiştir: “Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.” (A’raf Suresi 23). “Bunun üzerine Âdem, Rabbinden bazı kelimeler alıp öğrendi. Allah da tövbesini kabul etti. Çünkü Allah, tövbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir.” (Bakara Suresi 37). Ayetlerden açık bir şekilde görüldüğü gibi Hz. Âdem, kendi iradesiyle hataya düşmüş ve bu gerçeğin farkında olarak Rabbine yönelip kendisini affetmesini dilemiş, Allah da tövbesini kabul etmiştir. Ancak buna rağmen bu konudaki bir hadis rivayetinde aslında Hz. Âdem’in hiçbir suçu olmadığı, daha kendisi var edilmeden önce bu olayın karşı konulmaz bir kader olarak Allah tarafından kendisine yazılmış olduğu iddia edilmiştir: “Resulullah buyurdular ki: Hz. Âdem ve Musa münakaşa ettiler. Musa, Âdem’e: ‘İşlediğin günahla insanları cennetten çıkaran ve sonları şekavete (bedbahtlığa) atan sensin değil mi!’ dedi. Âdem de Musa’ya: ‘Sen, Allah’ın risalet vermek suretiyle seçtiği ve hususi kelamına mazhar kıldığı kimse ol da, daha yaratılmamdan (kırk yıl) önce Allah’ın bana yazdığı bir işten dolayı beni ayıplamaya kalk (bu olacak şey değil)!’ diye cevap verdi. Resulullah devamla dedi ki: Hz. Âdem Musa’yı susturdu!” Buhari, Kader 11, Enbiya 31, Tefsir, Ta-ha 1, 3, Tevhid 37; Müslim, Kader 13,
(2652); Ebu Davud, Sünnet 17, (4701); Tirmizi, Kader 2, (2135).Görüldüğü gibi söz konusu hadis metni dikkate alınacak olduğunda, Allah’ın apaçık ayetleri ile çelişen bir iddiada bulunulmaktadır. Bununla birlikte Hz. Âdem ve Hz. Musa’nın neden münakaşa ettiklerini anlamak da mümkün değildir.
Haksız Yere Öldürülen Herkesin Suçu Kabil’e De Yüklenir Mi?
Hadis rivayetlerinde yeryüzünde haksız yere öldürülen bütün insanların katillerinin günahından bir mislinin haksız yere kardeşini öldüren Hz. Âdem’in oğluna da yüklendiği iddia edilmiştir: “Resulullah buyurdular ki; Yeryüzünde haksız yere öldürülen bir insan yoktur ki katilin günahından bir misli Hz. Âdem’in ilk oğluna (Kabil’e) gitmemiş olsun. Çünkü o, haksız öldürme yolunu ilk açandır.”  Buhari, Diyat 2, Enbiya 1, İ’tisam 15; Müslim, Kasame 27, (1677); Tirmizi, İlm 14,(2675); Nesai, Tahrim 1, (7, 82). Oysa Kur’an’da açık bir şekilde hiçbir günahkârın bir başkasının günah yükünü yüklenmeyeceği ifade edilir: “Doğrusu hiçbir günahkâr bir başkasının günah yükünü yüklenmez.” (Necm Suresi 38). “Hiçbir günahkâr başkasının günahını çekmez…” (Fatır Suresi 18). Allah’tan Başkası Gaybı Bilebilir Mi? Kur’an’a göre peygamberimiz, geçmiş ve gelecek ile ilgili olayları içeren gaybı bilmemekte ve gaybın bilgisinin sadece Allah’a ait olduğunu söylemektedir: “Gaybın anahtarları O’nun katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez…” (En’am Suresi 59). “De ki: ‘Ben size, Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem. Size ‘Ben meleğim’ de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum…” (En’am Suresi 50). “De ki: Allah’ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıcı ve bir müjde vericiden başkası değilim.” (A’raf Suresi 188). Buna rağmen kimi hadis rivayetleri, Allah’ın apaçık ayetlerini hiçe sayan iddialarda bulunmaktan geri kalmamışlardır: “Resulullah aramızda doğrulup, o günden kıyamete kadar olacak her şeyden bahsetti…”Buhari, Kader 4; Müslim, Fiten 23, (2891); Ebu Davud, Fiten 1, (4240). “Resulullah kıyamete kadar gelecek her şeyi bana haber verdi. Onlardan her ne varsa ona sordum. Sadece ‘Medine halkını Medine’den kim çıkaracak?’ bunu sormadım.” Müslim, Fiten 24, (2891).
 
Hesap Günü Şefaat Var Mı?
Ayetler şefaatin sadece Allah’a ait olduğunu ifade ederler: “Şefaat, tümden ve sadece Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü/yönetimi O’nundur. Sonunda O’na döndürüleceksiniz.” (Zümer Suresi 44). “Din gününün ne olduğunu sana bildiren nedir? Evet, din gününün ne olduğunu sana bildiren nedir? Bir gündür ki o, bir benlik bir başka benlik için hiçbir şeye güç yetiremez. O gün, buyruk yalnız Allah’ındır!” (İnfitar Suresi 17-19). Ancak hadislere bakıldığında, ayetler ile tam anlamıyla çelişen ifadeler görülür: “Resulullah buyurdular ki: Ümmetimden (âlim, şehit, salih) bazıları var; bir (çok kabilelere şamil bir) cemaate şefaat eder, bazıları var bir kabileye şefaat eder; bazıları var bir bölüğe şefaat eder; bazıları da tek bir ferde şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar”. Tirmizi, Kıyamet 11, (2442). “Resulullah buyurdular ki: Medine’de ölmeye muktedir olan orada ölsün. Zira ben, orada ölene şefaat ederim.”  Tirmizi, Menakıb, (3913). “Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir. Bir adamın ateşe atılması için emir verilir. Giderken, (dünyada) susadığı zaman su vermiş olduğu adama rastlar, onu tanır ve ona: “Benim için şefaat etmeyecek misin?” der. Adam: “Sen de kimsin?” diye sorunca: “Ben sana falan gün su içirmedim mi?” der. Öbürü bunu tanır ve (Allah nezdinde) onun lehinde şefaatte bulunur. Adam da böylece geri çevrilir
ve cennete gider.” Tirmizi, Kıyamet 11, (2437). “Kim Kur’an’ı okur, ezberler, helal kıldığı şeyi helal kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabul ederse Allah, o kimseyi  cennete koyar. Ayrıca hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi kılınır.” 243 Tirmizi, Sevabul-Kur’an 13, (2907). “Hangi Müslüman’ın cenazesinde Allah’a şirk koşmamış kırk kişi hazır bulunup namazını kılarsa Allah, onların ölü hakkındaki şefaatini mutlaka kabul eder.” 244 Müslim, Cenaiz 59.Yine hadislerde peygamberimize iftira edilerek ırkçılık yaptırıldığına da tanık oluruz: “Kim Arap’ı aldatırsa şefaatime giremez ve sevgim de ona ulaşmaz.” 245 Tirmizi, Menakıb, (3924). “Resulullah bana: Bana düşmanlık besleme, dinini terk etmiş olursun! buyurdular. Ben: Ey Allah’ın Resulü, ben size nasıl düşmanlık beslerim? Allah hidayeti bana sizin elinizden ulaştırdı’ dedim. ‘Arap’a düşmanlık beslersen, böylece bana düşmanlık beslemiş olursun’ buyurdular.” 246 Tirmizi, Menakıb, (3923).Bu konudaki bir diğer rivayet ise şu şekildedir: Resulullah buyurdular ki: “Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Âdem’e gelip: “Evlatlarına şefaat et!” diye talepte bulunacaklar. O ise: “Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim’e gidin! Çünkü o Halilullah’tır” diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim’e gidecekler. Ancak o da: “Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa’ya gidin. Çünkü o Ruhullah’tır ve O’nun kelamıdır!” diyecek. Bunun üzerine O’na gidecekler. O da: “Ben buna yetkili değilim. Lakin Muhammed’e gidin!” diyecek. Böylece bana gelecekler. Ben onlara: “Ben şefaate yetkiliyim!” diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah’ın ilham edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım övgüler ile Allah’a medhu senada bulunacak, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım. Rab Teâlâ: “Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, talebin yerine gelecektir! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir!” buyuracak. Ben de: “Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!” diyeceğim. Rab Teala: “(Çabuk onların yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa tanesi kadar iman varsa onları ateşten çıkar!” diyecek. Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd ü senalarla hamt ve senalarda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı söylenecek. Ben de: “Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!” diyeceğim. Bana yine: “Var, kimlerin kalbinde hardal tanesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar!” denilecek. Ben derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana, evvelki gibi: “Başını kaldır!” denilecek. Ben de kaldırıp: “Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!” diyeceğim. Bana yine: “Var, kalbinde hardal tanesinden daha az miktarda imanı olanları da ateşten çıkar!” denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamtlerle hamd ü senada bulunacağım, sonra secdeye kapanacağım. Bana: “Ey Muhammed, başını kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, talebin verilecektir! Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir!” denilecek. Ben de: “Ey Rabbim! Bana ‘la ilahe illallah’ diyenlere şefaat etmem için izin ver!” diyeceğim. Rab Teâlâ: “Bu hususta yetkin yok! -veya: Bu hususta sana izin yok!- Lakin izzetim, celalim, kibriyam ve azametim hakkı için ‘la ilahe illallah’ diyenleri de ateşten çıkaracağım!” buyuracak.” 247 Buhari, Tevhid 36, 19, 37, Tefsir, Bakara 1, Rikak 51; Müslim, İman 322, (193).Görüldüğü gibi rivayete göre peygamberimiz ümmetini aşama aşama ateş azabından çıkaracaktır. Ayetler ise açık bir biçimde söz konusu rivayette iddia edilen şeyin mümkün olmadığını ortaya koymaktadır. Ayetlerde hakkında ateş hükmü verilmiş olan birini peygamberimizin kurtaramayacağı söylenir: “Hakkında azap kesinleşmiş olanı, ateştekini, sen mi kurtaracaksın?” (Zümer Suresi 19). Bu ayeti tasdikleyen ve örnek verilen rivayet ile çelişen bir başka rivayet ise şu şekilde gelmiştir: “…Ey Hâşim oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız! Ey Abdülmuttalib oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız! Ey Fatıma! Kendini cehennemden kurtar! Çünkü sizi Allah’ın azabından kurtarmaya benim gücüm yetmez.”  Müslim, İmân 348, 351; Buhari, Tefsiru Sure (26) 2; Tirmizi, Tefsiru Sure (27) 2;Görüldüğü gibi hadis rivayetlerinde iddia edilen konuların aksini söyleyen türden rivayetler de bulmak mümkündür. Dolayısıyla din adına önemli ve güvenilir olan, rivayetlerin nasıl geldikleri ve ne dedikleri değil; Allah’ın ne dediğidir. Kur’an ayetleri, insanlar bu türden bir beklenti içinde olmasınlar diye peygamberimizin Kur’an ile uyarıda bulunmasını söylemektedir: “Rablerinin huzurunda toplanacakları günden korkanları onunla (Kur’an ile) uyar; onların Allah’tan başka ne bir dostları ne de şefaatçileri olur. Belki kendilerini korurlar.” (En’am Suresi 51).
Peygamberimiz Ölmeden Önce
Tüm Kadınlar İle Evlenmesi Helal Kılınmış Mıdır?
Bir hadiste peygamberimiz vefat etmeden önce kendisine, dünyadaki bütün kadınlarla evlenebilmenin Allah tarafından helâl kılındığı söylenir.  Tirmizi, Tefsir, Ahzab, (3214); Nesai, Nikâh 2 (6, 56). Oysa bu konuda açık bir ayet bulunmakta ve bu hadis rivayetini yalanlamaktadır: “Bundan sonra sana artık başka kadınlar (ile evlenmek) helal olmaz. Bunları, başka eşlerle değiştirmek de -onların güzellikleri hoşuna gitse bile- helal olmaz…” (Ahzab Suresi 52).
Nesai, Vesaya 6.
Varis İçin Vasiyet Yok Mudur?
Yine bir hadiste varis için vasiyet olmadığı ifade edilir. ( Tirmizi, Vesaya 5, (2121); Ebu Davud, Büyu 90, (3665); Nesai, Vesaya 5, (6, 247). Kur’an ise: “Ey iman edenler! Herhangi birinize ölüm gelip çattığında vasiyet zamanı aranızda tanıklık şöyle olsun…” (Maide Suresi 106) diyerek açıklama yapar. Yine başka bir ayette: “Herhangi birinize ölüm yaklaştığında eğer geriye bir değer bırakıyorsa münasip bir biçimde anne-babaya ve yakın akrabaya vasiyet etmek size farz kılındı…” (Bakara Suresi 180). Bir başka hadis metninde ise vasiyet olmadığı iddiası ile çelişen bir rivayet yer alır: “Vasiyet etmeye değer bir şeyi bulunan Müslüman’ın, vasiyeti yanında yazılı olmadan iki gece geçirmesi doğru değildir.” ( Buhari, Vesaya 1; Müslim, Vasiyyet 1, 4; Ebu Davud, Vesaya 1; Tirmizi, Vesaya 3; Nesai, Vesaya 1; İbn Mace, Vesaya 2). Zina Sonucu Doğan Çocuk Babasına Varis Olamaz Mı? Bununla birlikte bir rivayette evlilik dışı yaşanan ilişki sonucu dünyaya gelen çocuğun, babasına varis olamayacağı iddia edilmiştir: “Resulullah buyurdular ki: Hür veya cariye bir kadınla kim zina yaparsa bundan hâsıl olacak çocuk veled-i zinadır, ne o babasına, ne de babası ona varis olabilir.” ( Tirmizi, Feraiz 21, (2114). Oysa evlilik dışı yaşanan bir ilişki sebebiyle doğan çocuğun bir kabahati varmış gibi mağdur edilmesi mümkün değildir. Kur’an’da çocuklar mirasçı kılınırken, zina sonucu doğan çocukların istisna edilmesi gibi bir durum söz konusu değildir. İlişki evlilik dışı yaşanmış olsa da doğan çocuğun babası o ilişkiyi yaşayan kişidir. Çocuğun babası olduğu gerçeği değişmez. Evlilik sonucu doğan çocuk gibi hak sahibidir.
Allah’ın Kabul Edeceği Tövbe Hangisidir?
Bir rivayette peygamberimizin şu şekilde söylediği iddia edilmiştir: “Resulullah buyurdular ki: İstiğfar eden (af dileyen, tövbe eden) kimse günde yetmiş kere de tövbesinden dönse günahta musır (ısrarcı) sayılmaz.”  Tirmizi, Da’avat 119, (3554); Ebu Davud, Salat 361, (1514). Oysa Kur’an’da Allah’ın kabul edeceği tövbenin bilgisizlikle yapılan ve çok geçmeden edilen tövbe olduğu görülmektedir: “Allah’ın, kabulünü üstlendiği tövbe, bilgisizlikle kötülük işleyip de çok geçmeden tövbe edenler içindir. Allah, işte böylelerinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa Suresi 17). Yine Kur’an’da inananlar, hata ve günahlarında ısrar etmeyenler olarak tanımlanırlar: “Ve onlar bir kötülük yaptıkları ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler; günahları da Allah’tan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar, hatalarında bile bile, ısrar etmezler.” (Ali İmran Suresi 135).
Allah’tan Bağışlanma Dileyen
Herkesin Günahı Affedilir Mi?
Yine başka bir rivayet de şu şekildedir: “Allah Teâlâ (buyurdu ki): Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden af umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun, onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım. Ey Âdemoğlu! Günahların gökleri dolduracak kadar olsa sen Benden bağışlanmanı dilersen, günahlarını affederim. Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelsen fakat Bana hiçbir şeyi ortak koşmamış, şirke bulaşmamış olsan, Ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım.”  Tirmizi, Daavat 98. Rivayetten de görüldüğü gibi işlenen günahlar ne kadar çok, ne kadar büyük ve hatta gökleri dolduracak kadar olsa da bağışlanma dileyenin günahlarının affedileceği ifade edilmektedir. Şirk koşulmadıkça yeryüzünü dolduracak kadar günah bile olsa bağışlanacağı kişi ayrımı yapılmaksızın kesin ifadeler ile vadedilmektedir. Kur’an’da şirk günahı dışındaki günahların kişinin bağışlanma dilemesi ve Allah’ın da dilemesi ile bağışlanabileceği söylenir ancak bağışlanma dileyen herkesin günahının kesin olarak affedileceği söylenmez: “Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlardan ise (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır.” (Nisa Suresi 116). Bununla birlikte yine söz konusu rivayette işlenen günahların ne kadar büyük ve ne kadar çok olduğuna bakılmaksızın bağışlanacağı iddia edilir. Oysa Kur’an’da küçük kusurların affedilmesi için büyük günahlardan kaçınmanın gerekliliğine vurgu yapılır: “Kaçınmanız emredilen büyük günahlardan uzak durursanız, kusurlarınızı örteriz ve sizi onurlu bir makama yerleştiririz.” (Nisa Suresi 31). Şüphesiz Allah’ın rahmetinden ümit kesmemek gerekir. Ancak bu türdenrivayetler “ne yaparsan yap sonunda af dile ve kesin olarak affedil” şeklinde bir vaatte bulunarak Allah’ın af ve merhametini amacından saptırmışlardır.
Hesap Günü Sadece Cehennemlikler Mi Hesaba Çekilecektir?
Bir rivayette şöyle söylenmektedir: “Resulullah ‘Ahirette kimin hesabı münakaşa edilirse azaba maruz kalacak demektir!’ buyurmuşlardı. Ben: ‘Nasıl olur? Allah Teâlâ Hazretleri (mealen): ‘O vakit kimin kitabı sağ eline verilirse; kolay bir hesapla muhasebe edilecek ve ehline sevinçli olarak dönecek’ (İnşikak 7-9) buyurmadı mı, (bu hesap münakaşası değil mi)?’ dedim. ‘Hayır!’ buyurdular, bu (münakaşa değil) arzdır. Kıyamet günü hesaba çekilen herkes mutlaka helak olmuş demektir! ( Buhari, İlm 35, Tefsir, İnşikak 1, Rikak 49; Müslim, Cennet 80, (2876); Ebu Davud, Cenaiz 3, (3093); Tirmizi, Kıyamet 6, (2428). Söz konusu rivayetten görüldüğü gibi peygamberler de dâhil olmak üzere herkes için geçerli olacak din günü yani hesap günü sadece cehennemlik olanların hesaba çekileceği iddia edilmiştir. Buna rağmen bir başka rivayette ise peygamberimizin şu şekilde söylediği iddia edilmiştir: “Biz, dünya ehli arasında sonuncuyuz fakat Kıyamet günü birinciler olacağız ve bütün mahlukattan önce hesapları görülüp bitirilecekler olacağız.”  Müslim, Cum’a 22, (856). Kur’an’da tek bir istisna bile olmadan herkesin toplanıp bir araya getirileceği ve Allah’ın huzuruna çıkarılarak hesaba çekileceği söylenir: “Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün; onları bir arada toplamışız da, içlerinden hiçbirini dışarda (hesap dışı) bırakmamışızdır. Hepsi, saflar halinde Rabbine arz edilmiştir. Yemin olsun, sizi ilk kez yarattığımız gibi yine bize geldiniz. Ama siz, sizin için hesabın görüleceği bir zaman belirlemeyeceğimizi sanmıştınız.” (Kehf Suresi 47-48). Kur’an’da, rivayetlerde iddia edilen türden bir ayrım olmadığı gibi, peygamberler de dâhil herkesin hesaba çekileceği ve hesap sonrası haklarında hüküm verileceği açık bir şekilde ifade edilmiştir: “Hiç kuşkusuz sen de öleceksin, onlar da  ölecekler. Sonra siz, kıyamet günü Rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız.” (Zümer Suresi 30-31). “Hem kendilerine ilahi mesaj gönderilenleri, hem de (onlara) ilahi mesajı iletmekle görevli olanları elbet hesaba çekeceğiz.” (A’raf Suresi 6). “Ey insan, gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın; sonunda O’na varacaksın. Artık kimin Kitabı sağ yanından verilirse O, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır. Kimin Kitab’ı arka tarafından verilirse o da, helak olmayı (yok olmayı) çağıracak. Çılgın alevli ateşe girecek.” (İnşikak Suresi 6-12). “Sonra o gün, nimetten sorguya çekileceksiniz.” (Tekasur Suresi 8). “Kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Hiç kimseye bir haksızlık edilmez (insanın yaptığı iş), bir hardal dânesi ağırlığınca da olsa onu getiririz. Hesap gören olarak biz yeteriz.” (Enbiya Suresi 47). “Ölçme ve değerlendirme o gün hakkıyla gerçekleşir; sonuçta kimin sevabı tartıda ağır gelirse işte o kesintisiz mutluluğa erişir. Kimin (sevap) tartıları hafif gelirse işte onlar da ayetlerimize haksızlık etmelerinden ötürü kendilerini ziyana sokanlardır.” (A’raf Suresi 8-9). Ayetlerden açıkça görüldüğü gibi hesap günü herkes hesaba çekilecek, iyilikleri ve kötülükleri tartılacak ve haklarında hüküm verilecektir. Dolayısıyla rivayette iddia edildiği gibi din günü hesaba çekilen herkesin mutlaka cehennemlik olduğu doğru değildir.
Kimse Ameli İle Cennete Giremeyecek Mi?
Bir rivayette peygamberimizin, kendisi de dâhil olmak üzere kimsenin kendi ameli ile cennete giremeyeceğini söylediği iddia edilir: “…‘Unutmayın ki sizden hiç kimseye, yaptığı amel, cenneti kazandırmayacaktır’ buyurdu. ‘Sen de mi (amelinle cennete gidemeyeceksin) ey Allah’ın Resulü?’ dediler ‘Evet, ben de’, dedi, ‘Allah affı ve rahmeti ile muamele etmezse ben de!’( Buhari, İman 16-29, Ezan 81, Rikak 18; Müslim, Salat 283, (782); Nesai, Kıyamu’l-Leyl 1, (3, 218); Ebu Davud, Salat 317, (1368).Şüphesiz ne kadar hayırlı işler yaparsak yapalım sonunda Allah’ın rahmeti ve merhametine sığınmak durumundayız. Ancak “Biz bir şey yapsak da yapmasak da Allah rahmet edip affedecekse zaten edecek ya da etmeyecek” şeklinde temelsiz ve ayetler ile örtüşmeyen bir tavırda olmaktan ve Allah’ı da ne yapacağı belli olmayan bir varlık olarak görmekten sakınmak gerekir. Çünkü Allah, hayra ve barışa yönelik işler yapan kullarını rızası ve cennetleri ile müjdelemiş ve onlara sağlam bir vaatte bulunmuştur. Dolayısıyla Allah’ın rızasını ve cennet mükâfatlarını hak edecek olan, yaptığı hayırlı ameller sonucunda kişinin kendisidir. Ayetler bu duruma açıklık getirir: “İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlar ise cennetin dostudurlar. Onlar da onun içinde sürekli kalacaklardır.” (Bakara Suresi 82). “İnanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Sonsuza değin kalacaklardır orada. Allah’ın şaşmaz vaadidir bu. Söz söyleme bakımından Allah’tan daha doğru ve tutarlı kim olabilir?” (Nisa Suresi 122). “Allah, inanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanlara vaatte bulunmuştur: Onlar için bir bağışlanma ve büyük bir ödül vardır.” (Maide Suresi 9). “Kim inanmış olarak iyi işlerden yaparsa onun çalışmasına (çabasına) nankörlük edilmez (onun bu gayreti asla görmezden gelinmez). Biz (onun çabasını) onun lehine kaydediyoruz.” (Enbiya Suresi 94). “…Erkek olsun kadın olsun, çaba gösteren hiç kimsenin çabasını boşa çıkarmayacağım…” (Ali İmran Suresi 195). Dolayısıyla inanan insan her daim hayırlı işler yapmada aktif ve kararlı olmalı, Allah’ın sözünü yerine getireceğine güven duymalı ve ben zaten kendi amelimle cenneti hak edemem demeden, Allah’ın sözünden asla dönmeyeceğini bilip hayırlı işlerde yarışmalıdır: “…Allah, vaadine asla ters düşmez (sözünden asla dönmez)…” (Hac Suresi 47). “…İşte yarışanlar, bunun için yarışsınlar.” (Mutaffifin Suresi 26).
Allah İle Karşılıklı Konuşan Şehit Sahabe
Kur’an’da açık bir şekilde Allah’ın bir insan ile doğrudan konuşmasının mümkün olmadığı ifade edilir: “Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahiy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Şura Suresi 51). Ancak bu ayete rağmen bir rivayette Allah’ın şehit edilen bir sahabe ile arada bir engel olmaksızın direkt olarak konuştuğu iddia edilmiştir: “Bir defasında ben üzgün bir halde iken Resulullah ile karşılaşmıştık. Bana: ‘Seni niye böyle üzgün görüyorum’ buyurdu. ‘Babam Uhud’da şehit düştü. Geriye bakıma muhtaç horanta ve bir de borç bıraktı’ dedim. Bunun üzerine: ‘Allah’ın babana hazırladığı nimeti sana müjde edeyim mi?’ dedi. Ben: ‘Evet!’ deyince: ‘Allah, hiç kimse ile yüz yüze konuşmuş değildir, daima perde gerisinde konuşur. Ancak, babanı ihya etti ve perdesiz konuştu: ‘Ey kulum,’ dedi. ‘Ne dilersen benden iste vereyim!’ ‘Ey Rabbim’ dedi baban, beni dirilt, senin yolunda ikinci sefer bir daha öldürüleyim.’ Allah Teâla hazretleri: ‘Ama ben daha önce şu hükmü koymuşum: ‘Ölenler artık geri dönmeyecekler’ buyurdu.” Tirmizi, Tefsir Al-i İmran, (3013).
 
İslam Öncesi İki Kız Kardeşi Birlikte Nikâhlayan Kişinin Durumu Nedir?
Yine bir hadiste peygamberimize: “Ey Allah’ın Resulü, ben Müslüman olduğum zaman nikâhımda iki kız kardeş vardı (ne yapalım?)” şeklinde bir soru sorulduğu, peygamberimizin de “Onlardan dilediğin birini boşa!” diye emrettiği iddia edilir. ( Ebu Davud, Talak 25, (2245); Tirmizi, Nikah 34, (1129). Oysa Kur’an’da iki kız kardeşi aynı anda nikâhlamak haram kılınmış ancak geçmişte kalanların müstesna olduğu ifade edilmiştir. “…İki kız kardeşi birlikte almanız da haram kılınmıştır. Eskide kalanlar müstesna. Allah çok affedici, çok merhametlidir.” (Nisa Suresi 23). Görüldüğü gibi Allah rahmeti gereği kadınlardan birinin mağdur olmaması için geçmişte kalanları bu hükme dâhil etmemiştir. Buna rağmen söz konusu hadiste peygamberimizin, Allah’ın açık hükmü ile çelişen bir hüküm koyarak kadınlardan birini boşattığı iddia edilmiştir. İffetsizlik Yapan Kadının Durumu Hadislerde peygamberimize söyletilen ve inanılması mümkün olmayan birçok ifade yer alır. Örneğin bir hadiste şöyle geçmektedir: “Bir adam Resulullah’a gelerek: ‘Ey Allah’ın Resulü! Hanımım değen eli reddetmiyor!’ dedi. Aleyhissalatu vesselam: ‘Onu uzaklaştır!’ diye emretti. Adam: ‘Nefsimin ona takılmasından korkuyorum’ deyince: ‘Öyleyse ondan faydalan buyurdular.”260 Görüldüğü gibi peygamberimize gelen adam karısının başkaları ile de birliktelikten sakınmadığını söylemesine rağmen peygamberimizin adama, o kadınla evliliğini devam ettirmesini söylediği iddia ediliyor. “Tüm bunlar peygamberimize atılmış iftiralardır” demek varken bu türden uydurmaları, sırf güvenilir kabul edilen hadis kitaplarında geçiyorlar diye savunup yorumlamaya kalkanların kırk dereden su getirmeye çalışarak nasıl bir duruma düştüklerini görmek de son derece acıdır. Oysa Kur’an’a göre şayet kadın iffetsiz davranışlarda bulunuyorsa ne yapılması gerektiği açık bir şekilde ifade edilmiştir: “Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah’ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür.” (Nisa Suresi 34). Yine ayetlerde, zina eden kadın ve erkeğin inananlar tarafından nikâhlanamayacağı açık şekilde ifade edilmiştir: “Zina eden erkek, zina eden ya da müşrik olan bir kadından başkasını nikâhlayamaz; zina eden kadını da zina eden ya da müşrik olan bir erkekten başkası nikâhlayamaz. Bu, inananlara haram kılınmıştır.” (Nur Suresi 3).
 
Kırmızı Elbise Giymenin Hükmü Nedir?
Rivayetlerde peygamberimizin kırmızı renkli elbise giymeyi
yasakladığı iddia edilir. Bir rivayette ise üzerinde kırmızı
260 Ebu Davud, Nikâh 4, (2049); Nesai, Nikâh 12, (6, 67).
renkli elbise var diye kendisine selam veren birinin selamını
almadığı iddia edilerek peygamberimize iftira edilmiştir. Söz
konusu rivayet şu şekildedir: “Üzerinde kırmızı renkli iki
giyecek bulunan bir adam geldi ve Resulullah’a selam verdi.
Ama adamın selamını almadı.”261 Oysa bilindiği gibi Kur’an
ayetleri açık bir şekilde, bize selam veren birine daha güzeli
ile ya da aynı şekilde selam vermemizi söyler: “Bir selamla
selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya
da aynıyla karşılık verin…” (Nisa Suresi 86). Görüldüğü gibi
âlemlere rahmet olarak gönderilmiş ve insanlara karşı büyük
bir hoşgörü ve nezaket sahibi olan peygamberimiz, söz konusu
rivayette kaba bir bedevi gibi gösterilmeye çalışılmış ve Allah’ın
haram etmediği bir rengi haram sayan ve bu sebeple kendisine
verilen selamı almayarak selam veren kişiden yüz çeviren biri
olarak gösterilmiştir. Bununla birlikte kırmızı renk ile ilgili
hadislerin kendi aralarındaki çelişkilerini de görmek mümkündür.
Örneğin bir rivayette peygamberimizin kırmızı bir sarık taktığı
ifade edilmiştir: “Resulullah’ı abdest alırken gördüm. Üzerinde
çizgili kırmızı bir sarık vardı. Elini sarığın altına soktu, başının
ön kısmını mesh etti, sarığını çözmedi.”262 Bir başka rivayet ise
şu şekildedir: “Kabrinde Resulullah’ın altına kırmızı bir kadife
kondu.”263 Bir diğer rivayette ise peygamberimizin kırmızı bir
elbise giydiği söylenmiştir: “Resulullah orta boylu idi. Ben onu
kırmızı bir elbise içinde gördüm; hayatımda Resul-i Ekrem’den
daha güzel hiçbir şey görmedim.”264 Başka bir r ivayet ise şu
şekildedir: “…Peygamberi Mekke’de Ebtah denilen yerde
deriden yapılmış kırmızı çadırında gördüm. Bilâl, elinde Resul-i
Ekrem’in abdest aldığı su kabı ile çadırdan çıktı. Sahabilerden
bazısı o su ile vücudunu ıslatıyor, bazısı da avuçla alıyorlardı. O
261 Ebu Davud, Libas 20, (4069); Tirmizi, Edeb 45, (2808).
262 Ebu Davud, Taharet 57, (147).
263 Tirmizi, Cenaiz 55, (1048); Nesai, Cenaiz 88, (4, 81); Müslim, Cenaiz 91, (967).
264 Buhari, Menakıb 23, Libas 35; Müslim, Fezail 91; Nesai, Zinet 59.
HADİ SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 193
esnada Resul-i Ekrem üzerinde kırmızı bir elbise ile dışarı çıktı.
Bembeyaz baldırları hâlâ gözümün önündedir…”265 Kırmızı renk
ile ilgili rivayetlerin kendi aralarında çeliştikleri ortadadır. Ayrıca
peygamberimizin abdest aldığı su ile sahabelerin vücutlarını
ıslattıklarının ve suyu avuçladıklarının iddia edilmesiyle hem
peygamberimize hem de sahabeye iftira edilmiştir.
Çocuğun Cinsiyetini Kim Belirler?
Hadis rivayetlerinde iddia edilen birçok şeyin Kur’an ile ve kendi
aralarında çeliştiği açık bir şekilde görülmektedir. Bazı rivayetler
ise hem Kur’an ile hem de bilimsel gerçekler ile çelişmektedirler.
Örneğin bir rivayette peygamberimiz kendisine çeşitli sorular
soran bir Yahudinin sorularını cevaplamakta ve rivayetin son
kısmındaki bir soruda şöyle söylemektedir: “…‘Sana çocuktan
soracağım’ dedi. Aleyhissalatu vesselam: ‘Erkeğin suyu beyazdır.
Kadının suyu ise sarıdır. İkisi birleşir ve erkeğin menisi kadının
menisine üstün gelirse Allah’ın izniyle çocuk erkek olur. Kadının
menisi erkeğin menisine üstün gelirse çocuk Allah’ın izniyle kız
olur’ buyurdular. Yahudi: ‘Vallahi doğru söyledin! Sen gerçekten
hak peygambersin’ dedi ve ayrıldı. Resulullah: ‘Bu adam bana
soracağını sordu. Ben bunlardan bir şey bilmiyordum. Ancak
Allah onları bana bildirdi’ buyurdular.”266
Görüldüğü gibi söz konusu rivayette peygamberimiz yapmış
olduğu açıklamanın Allah tarafından kendisine bildirildiğini
söylemektedir. Oysa bilimsel olarak çocuğun cinsiyetini, erkekten
gelen sperm belirler. Allah, Kur’an’da bu gerçeğe dikkat çeker:
“Gerçekten de O, erkek ve dişi olarak iki çifti yaratandır.
Akıtılan meninin bir damlasından.” (Necm Suresi 45-46). “İnsan
başıboş bırakılacağını mı sanıyor? Kendisi dökülmüş menide
bir damla değil miydi?” (Kıyamet Suresi 36-37). “Akıttığınız
265 Buhari, Salat 17, Vudu 40, Libas 42; Müslim, Salat 249; Ebu Davud, Salat 34.
266 Müslim, Hayz 34, (315).
meniyi gördünüz mü? Onları sizler mi yaratıyorsunuz,
yoksa yaratıcısı biz miyiz?” (Vakıa Suresi 58-59). Ayetlerden
de görüldüğü gibi söz konusu rivayette peygamberimize iftira
edilmekle yetinilmemiş bir de Allah’a iftira edilmiştir.
Esnemek Şeytandan Mıdır?
Allah’ın insanda yaratmış olduğu doğal hallerin kimi rivayetlerde
şeytan işi olarak sunulduğu görülmektedir. Örneğin bir rivayette
peygamberimizin esnemenin şeytandan olduğunu söylediği
iddia edilmiştir: “Şüphesiz Allah aksıranı sever fakat esneyeni
sevmez. Sizden biriniz aksırır ve Allah Teâlâ’ya hamdederse
onun hamdini işiten her müslümanın yerhamükellah demesi
üzerine bir vecibedir. Esnemeye gelince, o şeytandandır. Sizden
birinizin esnemesi geldiği zaman, onu gücü yettiği kadar
engellemeye çalışsın. Çünkü sizden biriniz esnediği zaman şeytan
ona güler.”267 Görüldüğü gibi Kur’an’da hiçbir temeli olmayan,
üstelik insan için gayet doğal olan bir durum, şeytani bir şey gibi
gösterilmiştir. Bilimsel olarak yapılan araştırmalarda esnemenin,
beyni serinlettiği ve daha randımanlı çalışmasını sağladığı tespit
edilmiştir. Araştırmacılar, esnemenin öncelikli amacının beyin
sıcaklığını kontrol altına almak olduğunu açıklıyorlar. Bulgulardan
hareketle uykudan önce ve sonra niçin esnediğimiz, niçin belirli
hastalıkların esnemeye yol açtığı, burundan nefes aldığımızda
ve alnımız serinleyince esnemenin niçin durduğu gibi esneme
hakkındaki çeşitli sırları çözdüğünü belirtiyorlar. Binghamton
Üniversitesi Biyoloji Bölümündeki araştırmacıların esneme ile
ilgili yaptıkları açıklama dikkat çekicidir: “Beyin bilgisayarlar
gibidir. Serinlediği zaman daha iyi çalışır. Esnemek de beyni
serinletiyor ve dolayısıyla daha randımanlı çalışmasına yol
açıyor. Başka bir deyişle esneme bilgisayarlardaki vantilatörün
işlevini görüyor.”
267 Buhari, Edeb 125, 128; Tirmizi, Edeb 7.
Peygamberimiz
Bir Yahudi Tarafından Büyülenmiş Midir?
Hadislerde peygamberimizin Medine’de bir Yahudi tarafından
büyülendiği, günlerce, hatta bazı rivayetlerde altı ay boyunca ne
yaptığını bilmez durumda ortalıkta dolaştığı iddia edilirken,268
Kur’an bu yakıştırmanın zulmedenler tarafından peygamberimize
yapıldığına dikkat çeker: “Zulmedenler dedi ki: Siz olsa olsa
büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz.” (Furkan Suresi 8).
Yine ayetlerde açıkça dikkat çekilir: “Sen, Rabbinin nimetiyle
bir mecnun değilsin.” (Kalem Suresi 2). “Biz onların seni
dinlerken nasıl dinlediklerini çok iyi biliriz. Birbirleri ile
fısıldaşırken de o zalimlerin: ‘Siz büyülenmiş bir adamdan
başkasına uymuyorsunuz!’ dediklerini de çok iyi biliriz biz.”
(İsra Suresi 47). Ancak birçok konuda olduğu gibi bu konuda da
güvenilir hadisleri topladıkları zannedilen kişiler, apaçık Kur’an
ayetlerine rağmen kitaplarında bu türden yakışıksız iddia ve
ifadelere yer vermişlerdir. Muhammed Gazali, bu hadis rivayeti
ile ilgili çok anlamlı bir yaklaşımda bulunur: “Şimdi biz kime
inanalım? Kur’an’a mı, yoksa bir Yahudi’nin Resulullah’a büyü
yaptığını nakleden Buhari’ye mi?”
Arkasından Ağlanması Sebebiyle Ölüye Azap Edilir Mi?
Bazı hadislerde, ölünün, ailesinin ya da birilerinin kendisi için
ağlamasından dolayı azaba uğratılacağı söylenir. Bir rivayet:
“Şüphesiz, ailesinin kendisine ağlaması sebebiyle ölüye azap
edilir.”269 şeklindedir. Bir diğer rivayette ise ailesi yerine dirilerin
ifadesi yer alır: “Şüphesiz, dirilerin ağlaması sebebiyle ölüye
azap edilir.”270 Oysa Kur’an: “Doğrusu hiçbir günahkâr bir
başkasının günah yükünü yüklenmez.” (Necm Suresi 38)
268 Buhari, Tıbb 47, 49, 50, Cizye 14, Edeb 56; Müslim, Selam 43, (2189).
269 Buhari, Cenaiz 33; Müslim, Cenaiz 16, 22.
270 Buhari, Cenaiz 32, 34; Müslim, Cenaiz 19, 24; Nesai, Cenaiz 15; İbn Mace, Cenaiz
54.
diyerek bu iddianın doğru olamayacağını net bir şekilde ortaya
koymaktadır. Bununla birlikte başka bir rivayette Hz. Aişe’nin
söz konusu iddianın Hz. Ömer tarafından yanlış anlaşılmış
olduğunu söyleyerek peygamberimizin gerçekte ne söylediğini
rivayet ettiği görülür: “…Ömer: ‘Ey Süheyb bana mı ağlıyorsun’
Aleyhissalatu vesselam: ‘Ölü, ehlinin kendi üzerine ağlaması
sebebiyle azap görür’ buyurdu! dedi. İbnu Abbas der ki: ‘Hz.
Ömer öldüğü zaman bunu Hz. Aişe’ye hatırlatmıştım. Şöyle
dedi: ‘Allah Ömer’e rahmet buyursun! Vallahi Resulullah:
‘Allah, mümine, ehlinin üzerine ağlaması sebebiyle azap verir’
demedi. Lakin Resulullah: ‘Allah, kâfirin azabını, ehlinin üzerine
ağlamasıyla artırır’ buyurdular. Hz. Aişe sözlerine şöyle devam
etti: Size Kur’an yeter. Orada ‘Hiçbir günahkâr başkasının
günahını yüklenmez.’ (Fatır Suresi 18) buyrulmuştur.”271 Hz.
Ömer’in peygamberimizden, oğlunun da Hz. Ömer’den rivayet
ettiği böylesine önemli bir konunun, Hz. Aişe’den gelen rivayet
ile farklı şekilde sunulduğu görülmektedir. Kur’an’dan hiçbir
dayanağı olmadığı için peygamberimizin bu türden iddialarda
bulunmayacağı açıktır. Buna rağmen güvenilir kabul edilen
kaynaklarda, peygamberimizin en yakınındaki kişilere isnat
edilen rivayetlerin bile çelişkili ve farklı şekilde rivayet edildiği
görülmektedir.
Oruç Bozmanın Kefareti Nedir?
Hadis rivayetlerinde ve yaygın olarak neredeyse bütün dini
içerikli kitaplarda bilerek oruç bozmanın cezasının altmış bir
gün oruç tutmak olduğu iddia edilmiştir. Bu inanç halk arasında
da oldukça yaygındır. Bir rivayette oruçlu olduğu halde nefsine
yenilerek eşi ile birlikte olan bir adamın peygamberimize geldiği
ve ne yapacağını sorduğu anlatılır. Buna göre peygamberimizin
yapabileceğini söylediği şeylerden birinin iki ay üst üste oruç
271 Buhari, Cenaiz 33; Müslim, Cenaiz 22, (928); Nesai, Cenaiz 15, (4, 18, 19).
tutmak olduğu iddia edilmiştir.272 Buna rağmen bir diğer
rivayette ilk rivayet ile çelişecek şekilde nafile orucu tutmaya
niyet eden Hz. Aişe ve Hz. Hafsa’nın, oruçlu oldukları halde
kendilerine ikram edilen yemekleri bilerek yedikleri ve durumu
peygamberimize bildirmeleri üzerine peygamberimizin onlara
“Bunun yerine bir başka gün kaza orucu tutun!” dediği iddia
edilmiştir.273 Oruç bozmanın kefareti olarak iki ay peş peşe oruç
tutulmasının söylediği ilk rivayette bu orucun Ramazan orucu
olup olmadığına dair bir bilgi yoktur. Dolayısıyla iki rivayetteki
oruçlu olma durumu eşittir.
Oysa Kur’an’da tutulamayan oruçların, tutulamadıkları
gün sayısınca başka günlerde tutulmaları söylenmiştir: “Sayılı
günlerde... Sizden kim hasta ya da yolcu olursa tutmadığı sayısı
kadar diğer günlerde (oruç tutar) ve (bunlar arasından) ona
gücü yetenler üzerine, bir yoksulu doyuracak fidye gerekir;
Kim daha fazla hayır işlerse kendisi için daha yararlı olur,
ama -eğer bilirseniz- oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, insanlığa rehber olan,
bu rehberliğin apaçık belgelerini taşıyan ve hakkı batıldan
ayıran Kur’an işte bu ayda indirilmiştir. Sizden biri bu aya
ulaştığında oruç tutsun; hasta ya da yolcu olan kimse de başka
günlerde kaza etsin! Allah sizin için kolaylık ister, sizi zora
koşmak istemez; oruç günlerinin sayısını tamamlamanızı, sizi
doğru yola ulaştırdığı için O’nu yüceltmenizi ve şükretmenizi
ister.” (Bakara Suresi 184-185). Görüldüğü gibi tutulamayan gün
sayısı kadar başka günlerde tutulması söylenmektedir. Yani bir
günün karşılığı altmış bir gün değil sadece bir gündür.
Kur’an’da oruç ile ilgili ayetlere bakıldığında oruç tutulması
gereken Ramazan ayının günlerinde oruçlu olma süresi içinde
272 Buhari, Savm 29, 31, Hibe 20, Nafakat 13, Edeb 68, 95, Kefaretu’l-Eyman 3, 4,
Hudud 26; Müslim, Sıyam 81, (1111); Ebu Davud, Savm 37, (2390, 2391, 2392,
2393); Tirmizi, Savm 28, (724).
273 Ebu Davud, Savm 73, (2457); Tirmizi, Savm 36, (735).
yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmanın yasaklandığı
görülmektedir. Dolayısıyla oruçlu olunması gereken süre içinde
bunlardan birini yapan kişi, orucunu tamamlayamamış yani
o günkü orucunu tutmamış olur. Oruç tutmanın daha hayırlı
olduğunun vurgulanması, oruçlu kalınması gereken süre
içinde bu yasakları ihlal etmemekte titiz olunması gerektiğini
göstermektedir. Ancak bir kişi nefsine yenilerek bilerek ya da
bilmeyerek de olsa orucunu tamamlayamazsa bunun cezası iki ay
üst üste oruç tutmak değil, tutmadığı gün sayısınca başka günde
tutmaktır. Allah, Ramazan ayını oruçlu geçirmemizi söylediğine
göre hiç şüphesiz keyfi bir şekilde Ramazan günlerinin orucunu
tutmayarak başka günlere ya da örneğin daha kısa günlere
bırakmak mümkün değildir. Ramazan ayı içinde tutulacak
oruç haklı bir gerekçe yokken bırakılarak başka günlerde kaza
edilecek oruçtan çok daha hayırlı olacaktır.
Şeytan ve Şeytane Olan Hayvanlar Var Mıdır?
Hadislerde peygamberimizin devenin şeytan,274 siyah köpeğin
şeytan,275 güvercinin şeytane276 olduğunu söylediği iddia edilmiştir.
Oysa örneğin deve Kur’an’da Allah’ın bir ayeti (mucizesi)
olarak sunulur: “…İşte şu, Allah’ın devesi. Sizin için bir ayet
(mucize). Rahat bırakın onu, Allah’ın toprağında otlasın…”
(A’raf Suresi 73). “Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı?”
(Gaşiye Suresi 17). Yine hadislerde siyah köpeğin şeytan olduğu,
av ve çoban köpeği dışında bütün köpeklerin öldürülmelerinin
gerektiği277 söylense de Kur’an’da Ashab-ı Kehf (Mağara Grubu)
olarak geçen ve Allah’a teslim olmuş Müslümanlardan oluşan
kişilerin beraberlerinde köpekleri olduğuna dikkat çekilir: “Sen
274 Ebu Davud, Salat 25, (493).
275 Müslim, Salat 265, (510); Ebu Davud, Salat 110, (702); Tirmizi, Salat 253, (338);
Nesai, Kıble 7, (2, 63); İbn Mace, İkametu’s-Salat 38, (952).
276 Ebu Davud, Edeb 65, (4940); İbn Mace, Edeb 44, (3766).
277 Buhari, Bed’ü’l-Halk 14; Müslim, Musakat 45, (1570); Tirmizi, Sayd 4, (1488);
Nesai, Sayd 9, (7,184).
HADİ SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 199
onları uyanıktırlar sanırsın; oysaki onlar uykudadırlar.
Onları sağ tarafa da sol tarafa da çeviririz. Köpekleri de iki
kolunu girişe uzatıp yaymıştır…” (Kehf Suresi 18).
Yine hadislerde güvercinin şeytane olduğu iddia edilir. Ancak
Kur’an, ayrım yapmaksızın kuşları Allah’ın ayetleri olarak gösterir:
“Gök boşluğunda, bir emre boyun eğdirilmiş olan kuşlara
bakmadılar mı? Onları Allah’tan başkası tutmuyor. Bunda,
inanan bir topluluk için elbette ki ayetler (mucizeler) vardır.”
(Nahl Suresi 79). Yine kuşların kendilerine özgü şekilde Allah’ı
anıp yücelttikleri ifade edilir: “Görmedin mi, göklerdeki ve
yerdeki şuurlular da bölük bölük olmuş kuşlar da Allah’ı
tespih etmektedir. Her biri kendine özgü duasını, kendine
özgü tespihini bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını
çok iyi bilmektedir.” (Nur Suresi 41). Görüldüğü gibi hadis
rivayetlerinde peygamberimize söylettirilen sözler Allah’ın apaçık
ayetleri ile örtüşmeyen ve aynı zamanda peygamberimizi her
anlamda itibarsızlaştıran türden ifadeler içermektedir.
İçinde Resim ve Köpek Olan Eve Melekler Girmez Mi?
Hadis rivayetlerinde içinde resim ve köpek olan eve meleklerin
girmeyeceği gibi garip iddialarda bulunulmuştur. Konu ile ilgili
bir rivayet şu şekildedir: “Resulullah buyurdular ki: Melekler,
içerisinde köpek ve timsaller bulunan eve girmezler.” 278 Buhari, Libas 92, 88, Bed’ül-Halk 6,14, Megazi 11; Müslim, Libas 102, (2606); Ebu Davud, Libas 48, (4155); Tirmizi, Edeb 44, (2805); Nesai, Zinet 112, (8, 212, 213); Başka bir rivayet ise cünüp olan ifadesi eklenerek şu şekilde gelmiştir:
“Resulullah buyurdular ki: İçerisinde resim, cünüp ve köpek bulunan eve melekler girmez.”  Ebu Davud, Taharet 90, (227), Libas 48, (4152); Nesai, Taharet 168, (1, 141), SaydHatta bir rivayette Cebrail’in peygamberimize geldiği ancak evde köpek ve perdelerin üzerinde resim olduğu için eve girmediği iddia edilmiştir: “Resulullah buyurdular ki: Bana Cibril geldi ve: ‘Dün sana gelmiştim (ama yanına girmedim). Girmeyişimin sebebi de üzerinde timsaller bulunan perde bezi idi. Orada bir de köpek vardı, kapının üzerinde de insan resimleri bulunuyordu. Timsallerin başlarının koparılmasını emret ki ağaç şekline dönsün. Örtüden ayak altına atılacak iki minder yapılmasını, köpeğin de dışarı çıkarılmasını söyle!’ Bu söylenenler yapıldı.” 280 Müslim, Libas 102 (2112); Ebu Davud, Libas 48, (4158); Tirmizi, Edeb 44, (2807); Görüldüğü gibi peygamberimizin ağzından bu türlü temelsiz iddialar uydurmaktan geri kalınmamıştır. İçinde köpek ve resim olan eve meleklerin girmeyeceğini iddia etmek aynı zamanda evinde resim ve köpek olan kimselerin, evlerinin içindeyken ölmelerinin mümkün olmadığını iddia etmektir. Çünkü ölen kişinin canını almak için melekler görevlendirilmişlerdir. Üstelik söz konusu hadis rivayetinde bunların rahmet melekleri olduğuna dair bir bilgi yoktur. Genel olarak tüm melekleri kapsamaktadır. Diğer rivayette görüldüğü gibi vahiy meleği de buna dâhil edilmiştir. Bu anlayışa göre ölüm melekleri canını teslim almak üzere geldikleri kişinin evden dışarı çıkmasını beklemelidirler. Yani bir anlamda kapısının önünde nöbet tutmalıdırlar. Uydurulan dinin, dini ne hale getirdiğini anlamak zor olmasa gerek. Kur’an açık bir şekilde ifade eder: “Allah, süresi dolan hiçbir canı ertelemez. Allah, yaptıklarınızı haber alandır.” (Münafikun Suresi 11).
Dinde Baskı ve Zorlama Var Mıdır?
Hadislerde dinini değiştirenin kanının helal olduğu, öldürülmesi
gerektiği söylenir. 281 Buhari, Diyat 6; Müslim, Kasame 25, (1676); Ebu Davud, Hudud 1, (4352); Tirmizi,Yine örneğin bir hadis rivayeti: “Resulullah buyurdular ki: Yedi yaşına geldi mi çocuğa namazı emredin, on yaşına geldi mi kılmadığı takdirde dövün.”  Ebu Davud, Salat 26, (494); Tirmizi, Salat 299, (407). şeklindedir. Ancak Kur’an: “Dinde baskı, zorlama yoktur…” (Bakara Suresi 256) der ve öte taraftan yine peygamberimize: “Sen onların üstüne bir zorba değilsin. O halde, benim tehdidimden korkanlara Kur’an ile öğüt ver.” (Kaf Suresi 45) şeklinde uyarıda bulunur. Bu türden ayetlerin Müslüman ailede doğan ya da Müslüman olmuş kişiler için değil, Müslüman olmayanlar için olduğu iddia edilir. Oysa ayetlerde bu iddiayı destekleyecek en ufak bir delil ve vurgu bulunmaz. Bu türden iddialar, ayetlerin anlamlarını saptırmanın, daraltmanın ya da keyfi şekilde anlamanın bir sonucudur. Başka bir rivayette de peygamberimize öyle bir iftirada bulunulmuştur ki söz konusu bu iftiranın, Kur’an’ın bize tanıttığı Hz. Muhammed’in yapacağı ya da yapmak isteyeceği en son şeylerden biri olduğunu anlamak zor değildir. Söz konusu rivayet şu şekildedir: “Resulullah şöyle buyurdu: “Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederek söylüyorum, içimden öyle geçiyor ki, odun toplamayı emredeyim, odun yığılsın. Sonra namazı emredeyim, ezan okunsun. Daha sonra bir adama cemaate imam olmasını emredeyim. En sonunda cemaate gelmeyen adamlara gidip onlar içindeyken evlerini yakayım.” Buhari, Ahkam 52, Ezan 29; Müslim, Mesacid 251-254; Tirmizi, Salat 48; Nesai,İmamet 49. Şimdi bu rivayetleri peygamberimize isnat edenlere sormak gerekir: Allah’ın apaçık ayetlerine ve âlemlere rahmet olarak gönderilmesine rağmen, peygamberimizin cemaatle namaza gelmeyenleri evlerinde yakmak istemiş olacağına inanılabilir mi? Kur’an’a göre gönderilen elçiler insanlar üzerinde baskı ve zorbalık yapmak için değil sadece Allah’ın ayetlerini hatırlatarak uyarıda bulunmak ve doğru yolda olmaya çabalayanları müjdelemek için görevlendirilirler: “Biz elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz…” (Kehf Suresi 56). “Yüz çevirirlerse Biz seni onlar üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen, tebliğden başkası değildir.” (Şura Suresi 48). Allah’ın emrettiği şey namazın kılınmasıdır. Cuma namazı dışında, kişinin namazını nerede kılacağı, kendi tercihine bırakılmıştır. Mescide gitmeye ve cemaatle bir arada olmaya özendirmek için bu türlü temelsiz iddialarda bulunmak Allah’a ve resulüne iftira etmek demektir. Kişi namazını nerede daha huşu içinde kılabiliyorsa orada kılar. Ancak maalesef rivayetlerde cemaate katılmadan evinde namaz kılan kişi sapkın olarak gösterilmiş hatta cemaatle namaza gelmeyenlerin iki kişi zoruyla namaza getirilerek safa durdurulduğu söylenmiştir: “Yarın Allah’a Müslüman olarak kavuşmak isteyen kimse, şu namazlara ezan okunan yerde devam etsin. Şüphesiz ki Allah Teâlâ sizin peygamberinize hidayet yollarını açıklamıştır. Bu namazlar da hidayet yollarındandır. Şayet siz de cemaati terk edip namazı evinde kılan şu adam gibi namazları evinizde kılacak olursanız, peygamberinizin sünnetini terk etmiş olursunuz. Peygamberinizin sünnetini terk ederseniz sapıklığa düşmüş olursunuz. Vallahi ben, nifakı bilinen bir münafıktan başka namazdan geri kalanımız olmadığını görmüşümdür. Allah’a yemin ederim ki, bir adam iki kişi arasında sallanarak namaza getirilir ve safa durdurulurdu.”  Müslim, Mesacid 256, 257; Ebu Davud, Salat 46; Nesai, İmamet 50; İbn Mace, Mesacid 14.Yine Allah’ın apaçık ayetlerine ve Kur’an’da ancak nefsi müdafaa söz konusu ise savaşılabileceği gerçeğine rağmen peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilmiştir: “Ben, insanlarla Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şehadet edip, namazı tastamam kılıp, zekâtı hakkıyla verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunları yaptıkları zaman kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar.” ( Buhari, İman 17, 28, Salat 28, Zekat 1, İ’tisâm 2, 28; Müslim, İman 32-36; EbuDavud, Cihad 95; Tirmizi, Tefsîru sure (88); Nesai, Zekat 3; İbn Mace, Fiten 1-3. Yine başka bir rivayette namazı terk edenin kâfir olacağını söylediği iddia edilmiştir: “Resulullah buyurdular ki: Kâfirlerle aramızı ayıran fark, kılmayı taahhüt ettiğimiz namazdır. Kim namazı terk ederse kâfir olur.” (Tirmizi, İman 9, (2623); Nesai, Salat 8, (1, 231, 232); İbn Mace, Salat 77, (1079).İşte bu tür rivayetleri delil gösteren mezheplere göre namaz kılmamakta ısrar edenin dövülmesi ve öldürülmesi yönünde fetvalar verilmiştir. Örneğin Hanefi mezhebindeki yaygın görüşe göre namaz kılmakta gevşeklik gösteren ya da kılmamakta ısrar eden kişinin dövüleceğine, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezheplerindeki yaygın görüşe göre ise kılmamakta ısrar eden kişinin dinden çıkıp mürtet olduğuna ve öldürülmesi gerektiğine hükmedilmiştir. Peygamberimizin bu türden şeyler söylediğini ve mezheplerin ortaya koymuş oldukları hükümleri haklı çıkartacak bir uygulamasının olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Çünkü Allah’ın Resulü, resulü olduğu Rabbinin ayetleri ile çelişmez, o ayetlere aykırı davranmaz, o ayetlere uygun olmayacak sözler söylemez. Peygamberimizin bu konuda nasıl davranmış olacağı çok açıktır: “Eğer seninle çekişip tartışırlarsa de ki: ‘Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi Allah’a teslim ettim.’ Ve kitap verilenlerle (Ehli Kitap) ümmilere (Kitap bilgisi olmayanlar) de ki: ‘Siz de teslim oldunuz mu?’ Eğer teslim oldularsa gerçekten doğru yolu bulmuşlardır. Fakat yüz çevirdilerse artık sana düşen yalnızca tebliğ etmektir. Allah, kulları hakkıyla görendir.” (Ali İmran Suresi 20). Yine Kur’an açık bir şekilde şöyle söyler peygamberimize: “Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın. Sen onları (inanmaya) zorlayamazsın.” (Gaşiye Suresi 21-22). “Bunlar, apaçık olan Kitab’ın ayetleridir. Onlar inanan olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin (öyle mi?)” (Şuara Suresi 2-3). “…O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer.” (Rad Suresi 40). “Yüz çevirirlerse Biz seni onlar üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen, tebliğden başkası değildir.” (Şura Suresi 48). Peygamberlerin ve inananların görevi Allah’ın ayetlerini en güzel şekilde hayatlarına yansıtarak örnek olmak ve insanları Allah’ın ayetlerine davet ederek onlara iyi ve güzel olanı hatırlatmaktır. Bunun dışında inanması ya da dini gereklilikleri yerine getirmesi noktasında kimse zorlanamaz. Buna kişinin en yakınları da dâhildir. “Şüphesiz ki sen sevdiğin herkesi doğru yola yöneltemezsin. Fakat Allah (isteyenin) doğru yola yönelmesini diler. Zira O kimin doğru yola girmek istediğini çok iyi bilir.” (Kasas
Suresi 56).
Peygamberimizin Kur’an Dışında Dini Hükümler
Bildirdiği Bir Kaynağı Var Mıydı?
Bir hadis rivayetinde peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilir: “Bana Kur’an ve bir o kadarı daha verildi. Yakında karnı tok, koltuğuna yaslanmış birisi, ‘Size Kur’an yeter; onda neyi helal bulursanız onu helal kabul ediniz. Onda neyi haram bulursanız, onu da haram biliniz’ diyecek. Şunu iyi bilin ki, Allah’ın Resulü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.” Ebu Davud, Sünnet, 6, (4604); Tirmizi, İlm 60, (2666); İbn Mace, Mukaddime 2,(12) Söz konusu hadis rivayetinde peygamberimizin böyle söylediği iddia edilse de gerçekte ne söylediğini Kur’an’da görmek mümkündür: “De ki: Bana vahyolunanlar içinde, bu haram dediklerinizi yiyecek birine yasaklanmış bir şey bulamıyorum. Yalnız şunlardan biri olursa başka: leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o bir pisliktir- Allah’tan başkası adına boğazlanmış bir murdar…” (En’am Suresi 145). Ayette, insanların bir şekilde kafalarına göre birtakım şeylerin yenilmesini haram kıldıkları, bunun üzerine de peygamberimize Allah’ın ayetlerinde bildirmiş oldukları dışında yenilmesi haram olan bir şeyi göremediğini söylemesi buyurulmaktadır. Ayet bu kadar açık olmasına rağmen rivayet edilen hadisler yoluyla ortaya konulan yenilmesi haram olanlar listesi son derece kalabalıktır. Bununla birlikte söz konusu bu hadis rivayeti ile birebir çelişen ve aynı kaynaklarda yer alan iki ayrı rivayet bulunmaktadır. Bu hadis rivayetlerine göre peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilir: “Allah’ın Kitabı’nda helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir.” Ebu Davud Etime 39; Tırmizi Libas 6 “Bazılarına ne oluyor ki, Allah’ın Kitabı’nda bulunmayan birtakım şartlar koşuyor? Her kim Allah’ın Kitabı’nda bulunmayan bir şeyi şart koşarsa o şart geçersizdir, isterse yüz şart koşsun. Allah’ın belirlediği şart uyulmaya daha hak sahibi ve daha sağlamdır.”  Buhari, Mesacid 70, Zekat 61, Büyu 67, 73, Itk 10, Mekatib 2, 3, 4, 5, Hibe 7, Şurut3, 10, 13, 17, Talak 16, Kefaratü’l-iman 8, Feraiz 19, 20, 22, 23; Müslim, Itk 5, (1504); Ebu Davud, Itk 2, (3929-3930); Nesai, 85, 86 (7, 300); Tirmizi, Büyu 33, (1256), Vesaya 7, (2125); İbn Mace, Itk 3, (2521). Söz konusu bu örnekler, ayetleri desteklemek için değil, hadis rivayetlerinin kendi aralarında çelişen versiyonlarının olduğunun dolayısıyla Kur’an gibi güvenilir olamayacaklarının gösterilmesi için kullanılmaktadır. Yoksa Allah’ın ayetlerinin, rivayetlerin desteğine ihtiyacı yoktur.
Altın ve İpek Haram Mıdır?
Hadislerde ipek gibi bazı kumaşların ve eşyaların Kur’an’dan hiçbir dayanağı olmamasına rağmen haram kılındıkları görülmektedir. Bununla birlikte örneğin ipeğin herkese mi yoksa sadece erkeklere mi haram kılındığını tespit etmek de mümkün değildir. Çünkü bazı hadis kitapları erkek ve kadın arasında ayrım yapmadan rivayette bulunurken, diğer kaynaklarda kadınlara helal erkeklere haram olduğu söylenmektedir. Örneğin Buhari ve Müslim’de geçen konu ile ilgili iki rivayet şu şekilde gelmiştir: “Resulullah buyurdular ki: Dünyada ipeği, ahirette nasibi olmayanlar giyer.” 290 Buhari, Libas, 25; Müslim, Libas 6, (2068). Benzer bir rivayet de şu şekildedir: “Resulullah buyurdular ki: İpeği dünyada giyen, ahirette giyemez.” ( Buhari, Libas 25; Müslim, Libas 23, (2075). Yine altın ve gümüş kaplardan bir şey yenilip içilmesinin yasaklandığı bir diğer rivayette de kadın erkek ayrımı yapılmadan ipek giymenin yasaklandığı görülmektedir: “Resulullah’ın şöyle dediğini işittim: İpek ve ibrişim elbise giymeyin. Altın ve gümüş kaplardan su içmeyin, onlarda yemek yemeyin. Zira bu iki şey dünyada onlar (kâfirler), ahirette de sizin içindir.” ( Buhari, Et’ime 28, Eşribe 28, Libas 25; Müslim, Libas 4, (2067); Tirmizi, Eşribe 10 (1879); Ebu Davud, Eşribe 17 (3723); Nesai, Zinet 87, (8, 198, 199); İbn Mace, Eşribe 17, (3414). İpeğin erkeklere haram kılındığı doğrudan bir ifade ile Ebu Davud ve Tirmizi’de geçmektedir: “Resulullah bir miktar ipek alıp sağ avucuna koydu, bir miktar da altın alıp sol eline koydu sonra da: ‘Şu iki şey ümmetimin erkek kısmına haramdır’ buyurdu.” ( Ebu Davud, Libas 14, (4057). Tirmizi, Libas 1. Buhari ve Müslim esas alındığında ipek kullanımının kadınlara da haram edilmiş olması gerekir. Görüldüğü gibi bu konuda da hadis kitapları ve rivayetler kendi aralarında çelişkilidir. Kur’an ayetlerinin birbirini açıklama ve tamamlamasında olduğu gibi hadislerin birbirini tamamlaması söz konusu değildir. Dolayısıyla Buhari ve Müslim’deki bir hadisi anlamak için Ebu Davud ve Tirmizi’deki bir hadise başvurulamaz. Bu rivayetler farklı şekillerde gelmiş ve farklı kaydedilmişlerdir. Oysa Kur’an’da bu şekilde bir haram ve kadın erkek ayrımı olmadığı gibi aksine Allah’ın yaratmış olduğu süs eşyaları ve temiz rızıkların Allah’tan başka kimse tarafından haram kılınamayacağı ve hadislerde ifade edilenin tam aksine bunların sadece ahirette değil dünyada da inananlar için olduğu ifade edilir: “De ki: Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti? De ki: O, dünya hayatında inananlarındır, kıyamet günü de yalnız onlarındır. İşte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz.” (A’raf Suresi 32). Yine özellikle mescitlere giderken ya da hayırlı ve güzel işlere yönelirken güzel giysiler kuşanılması söylenir ve herhangi bir kumaş ayrımı yapılmaz: “Ey âdemoğulları! Tüm mescitlerde süslü, güzel giysilerinizi kuşanın. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez.” (A’raf Suresi 31). Gerek giysi gerekse diğer gereksinimler için kullanılan ve doğadan edindiğimiz hammaddeler ile ürettiğimiz kumaşların aralarında ayrım yapılmaksızın Allah’ın lütuf ve rahmeti ile bize ikram edildiklerini görmekteyiz: “Allah size, evlerinizi oturma yeri yaptı ve size hayvan derilerinden, göç gününüzde (yolculukta) ve ikamet gününüzde (oturma zamanlarınızda) kolayca kullanacağınız hafif evler (çadırlar, portatif evler) ve yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar (kullanacağınız) giyilecek, döşenecek eşya ve geçimlik (ticaret malı) yaptı. Allah, sizin için yarattığı şeylerden gölgeler kıldı. Dağlarda da sizin için barınaklar, siperler kıldı, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, sizi savaşınızda (zorluklara karşı) koruyacak giyimlikler de var etti. İşte O, üzerinizdeki nimetini böyle tamamlamaktadır, umulur ki teslim olursunuz.” (Nahl Suresi 80-81).
Hadislere Göre Altın, Kadınlara Da Haramdır
Görüldüğü gibi bazı hadislerde altın ve ipek kullanımının ümmetin
kadınlarına helal, erkeklerine ise haram olduğu söylenmiş,
bazılarında ise cinsiyet ayrımı yapılmaksızın haram denmiştir.
Bununla birlikte aynı kaynaklarda altının kadınlara da haram
olduğuna dair hadis rivayetleri vardır. Söz konusu hadislerde
kadınlara süs eşyalarının gümüşten olmasının söylendiği ve
altınla süslenip onu gösteren kadınların mutlaka onunla azaba
maruz kalacakları iddia edilir: “Resulullah buyurdular ki: Ey
kadınlar cemaati! Süs eşyanız gümüşten olmalıdır. Sizden hangi
kadın altınla süslenir ve onu izhar eder (yabancıya gösterirse),
mutlaka onunla azaba maruz kalır.”294 Başka bir rivayet de şu
şekildedir: “Her kim sevdiğine ateşten bir yüzük takmaktan
hoşlanırsa ona altından bir yüzük taksın. Her kim sevdiğine
ateşten bir gerdanlık takmaktan hoşlanırsa ona altından bir
gerdanlık taksın. Her kim sevdiğine ateşten bir bilezik takmaktan
hoşlanırsa ona altından bir bilezik taksın. Ancak size lazım olan
gümüştür onu takınız’ buyurdu.”295
Yine altından yüzük, bilezik ve gerdanlık takan kadınların,
ateşten yüzük, bilezik ve gerdanlık taktıkları iddia edilmiştir:
“Bir kadın Resulullah’a gelerek sordu: ‘İki altın bilezik hakkında
ne dersiniz, (takayım mı?)’ ‘Ateşten iki bileziktir, (takmayın!)’
deyip cevap verdi. Kadın devamla: ‘Pekâlâ altın gerdanlığa (ne
dersiniz?)’ diye sordu. Resulullah’tan yine: ‘Ateşten bir gerdanlık!’
cevabını aldı. O, yine sordu: ‘Bir çift altın küpeye ne dersiniz?’
‘Ateşten bir çift küpe!’ Kadında bir çift altın bilezik vardı. Onları
çıkarıp attı ve: ‘(Ey Allah’ın Resulü), kadın kocası için süslenmezse
onun yanında kıymeti düşer’ dedi. Resulullah: ‘Sizden birine,
gümüş küpeler takınmasından, bunları za’feran veya abir ile
sarartmasından kimse engel olmaz!’ cevabını verdi.”296 Bu da,
hadislerin hem Kur’an ile hem de kendi aralarında çelişkilerine
ayrı bir örnektir.
Bir diğer rivayet ise şu şekilde gelmiştir: “Resulullah’ın
yanına Fatıma Bintu Hübeyre, elinde altından iri yüzükler (Feth)
olduğu halde gelmişti. Hz. Peygamber, kadının ellerine vurmaya
başladı, Fatıma da hemen (oradan sıvışıp) Resulullah’ın kerimeleri
Fatımatu’z-Zehra’nın yanına girdi. Ona Resulullah’ın kendisine
olan davranışını anlattı. Bunun üzerine Hz. Fatıma boynundaki
altın zinciri çıkarıp: ‘Bunu bana Hasan’ın babası Hz. Ali hediye
etti’ dedi. Zincir daha elinde iken Resulullah yanlarına girdi ve
294 Ebu Davud, Hatem 8, (4237); Nesai, Zinet 39, (8, 156, 157).
295 Ebu Davud, Hatem 8, (4236).
296 Nesai, Zinet 39, (8,159).
HADİ SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 209
şunu söyledi: ‘Ey Fatıma! Halkın: ‘Resulullah’ın kızının elinde
ateşten bir zincir var!’ demesi seni memnun eder mi?’ dedi ve
böyle diyerek oturmadan geri dönüp gitti. Bunun üzerine Fatıma
zinciri çarşıya gönderip sattırdı, parasıyla bir köle satın aldı ve
onu azad etti. Bu olanlar Resulullah’a anlatılınca: ‘Fatıma’yı
ateşten kurtaran Allah’a hamdolsun.’ buyurdular.”297 Hadisleri
dinin kaynağı olarak kabul edenlerin eşlerine ve kızlarına aldıkları
altınlar, kadınlarını ise taktıkları altınlar için tövbe ederek altınları
elden çıkarmaları ve gümüş ile yetinmeleri gerekir.
Cuma Namazı İçin Gusül Abdesti Almak Gerekli Midir?
Bilindiği gibi Kur’an’a göre gusül yani boy abdesti olarak
bilinen abdestin alınması, eşler arası cinsel ilişki sonrasında
gerekli olan bir durumdur: “…Eğer cünüpseniz (cinsel ilişkiye
girmişseniz) yıkanın (gusledin)…” (Maide Suresi 6). Buna
rağmen hadis rivayetlerinde Cuma namazı için gusül abdesti
alınmasının gerekli olduğu iddia edilmiştir: “Resulullah şöyle
buyurdu: Biriniz cuma namazına gideceği zaman boy abdesti
alsın.”298 “Resulullah şöyle buyurdu: Her buluğa eren kimsenin
cuma günü boy abdesti alması gereklidir.”299 “Resulullah şöyle
buyurdu: Bir kimse cuma günü cünüplükten temizleniyormuş
gibi boy abdesti aldıktan sonra erkenden cuma namazına giderse
bir deve kurban etmiş gibi sevap kazanır.”300 Oysa Kur’an’da
Cuma namazı için çağrı yapıldığı zaman namaza gidilmesini
söyleyen ayette gusül abdesti alınarak gidilmesinin gerektiğine
dair bir ifade yer almaz: “Ey iman edenler, cuma günü namaz
için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun
297 Nesai, Zinet 39, (8,158).
298 Buhari, Cum’a 2, 5, 12; Müslim, Cum’a 1, 2, 4; Tirmizi, Cum’a 3; Nesai, Cum’a, 7,
25; İbn Mace, İkamet, 80.
299 Buhari, Ezan 161, Cum’a 2, 3, 12; Müslim, Cum’a 5, 7; Ebu Davud, Taharet 127;
Nesai, Cum’a 2, 6, 8, 11; İbn Mace, İkamet 80.
300 Buhari, Cum’a 4; Müslim, Cum’a 10; Ebu Davud, Taharet 127; Tirmizi, Cum’a 6;
Nesai, Cum’a 14.
210 ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha
hayırlıdır.” (Cuma Suresi 9).
Peygamberimiz Gemiye Binmeyi Yasaklamış Olabilir Mi?
Bir hadis rivayetinde peygamberimizin hac, umre ya da cihat
amaçları dışında gemiye binmeyin dediği iddia edilmiştir: “Resulullah
buyurdular ki: Hac veya umre veya Allah yolunda cihat maksatları
dışında gemiye binme. Zira denizin altında ateş, ateşin altında da
deniz vardır.”301 Buna rağmen başka bir rivayette gemiye binme
o denli abartılmıştır ki gemi tutması sebebiyle kusana bile şehit
sevabı olduğu iddia edilmiştir: “Resulullah buyurdular ki: Deniz
tutması sebebiyle (gemide) kusan kimseye şehit sevabı verilir.
Boğularak ölene de iki şehit sevabı vardır.”302 Bu türden rivayetler
hem kendi aralarında çelişmektedirler hem de peygamberimizin
böyle şeyler söylemeyeceği açıktır. Gemi, geçmişten günümüze
hem insan hem de yük taşımacılığında kullanılan ve kolaylık
sağlayan bir ulaşım aracıdır. Hac, umre ve cihat dışında pek çok
alanda kullanımı söz konusudur. Özellikle İstanbul gibi deniz
ulaşımının yaygın olduğu yerlerde yaşayan ve hadisleri dinin
kaynağı olarak kabul edenlerin bu rivayet sebebiyle gemiye
binmemeleri ve ulaşımlarını deniz yolu dışında gerçekleştirmeleri
gerekir. Peygamberimize iftira edilmek suretiyle ortaya atılan bu
türden saçma iddialar, ancak hadis rivayetlerinde olur.
Kur’an’da gemilerin insanların hizmetine sunulan nimetlerden
olduğu görülmektedir: “Şu bir gerçek ki göklerin ve yerin
yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde,
insanların yararı için denizde yüzüp giden gemilerde…
aklını işleten bir topluluk için sayısız izler-işaretler-ibretler
vardır.” (Bakara Suresi 164). “Allah odur ki, gökleri ve yeri
yarattı. Gökten bir su indirdi de onunla size rızık olarak
301 Ebu Davud, Cihad 9, (2489).
302 Ebu Davud, Cihad 10, (2493).
HADİ SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 211
türlü meyveler çıkardı. Emriyle denizde akıp gitmeleri için
gemileri hizmetinize verdi. Irmakları da emrinize verdi.”
(İbrahim Suresi 32). “Rabbiniz odur ki, lütfundan nasip
arayasınız diye sizin için denizde gemiler yürütüyor. O, size
karşı gerçekten çok merhametlidir.” (İsra Suresi 66).
Görüldüğü gibi uydurulan din, Allah’ın apaçık ayetlerinin,
helal ve haramların, hesaba çekilmenin, cennet ve cehenneme
girmenin oyuncağa çevrildiği bir dindir. İnsanların büyük
çoğunluğu Kur’an okumadığı gibi hadislerden de haberdar
değildir. Bu sebeple birçok insan, hiç bilmedikleri Kur’an’ı
yetersiz görmekte ve hiç bilmedikleri hadislere iman etmektedir.
Koşulsuz şartsız, Kur’an’a arz etmeden yani Kur’an’ın onayından
geçirmeden hadislere iman edenler öncelikle hadis kitaplarının
içinde nasıl iddialar olduğunu bilmelidirler. Kur’an’daki bunca
apaçık ayete rağmen hadisleri savunanların:
Dinden çıkanın öldürülmesi gerektiğini, namaz kılmamakta
ve oruç tutmamakta ısrar edenin öldürülmesi gerektiğini, içki
içmekte ısrar edenin dövülmesi, devam ederse beşinci seferden
sonra öldürülmesi gerektiğini söylemeleri, ailelerindeki kadınları
ve kızları sünnet ettirmeleri, deve idrarı içip şifa bulduklarını
kanıtlamaları, bulaşıcı hastalığın olmadığını iddia etmeleri,
peygamberimizin tükürüğü ile yemekleri herkese fazlasıyla
yetecek şekilde arttırdığını, peygamberimizin bir Yahudi
tarafından büyülenip günlerce ne yaptığını bilmez bir halde
ortalıkta dolaştığını, yapmadığı bir şeyi yaptığı, yaptığı bir şeyi
de yapmadığı vehmine kapıldığını ve şu an elimizde bulunan
Kur’an’da bazı ayetlerin eksik olduğu gibi Kur’an’a uygun olmayan
birçok şeyi kabul etmeleri gerekir.
212 ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
Bu Hadis Rivayetlerine Nasıl Güvenebilirsiniz?
Hem kendi aralarında hem de Kur’an ayetleri ile çelişen hadis
örneklerinde görüldüğü gibi Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu
Davud, Nesai ve İbn Mace gibi kişiler tarafından derlendiği ve
Kur’an’dan sonra en güvenilir kaynaklar oldukları kabul edilen
söz konusu hadis kitaplarında uydurma oldukları son derece açık
olan birçok rivayet yer almaktadır. Bu kısımda hem Kur’an ile
hem de akıl, mantık ve yaratılışımız ile çelişen türden hadisler
ele alınacaktır. Çalışmanın sınırları göz önünde bulundurularak,
bu türden rivayetlerin sadece bir kısmı, kısa başlıklar altında,
başlığının dışındaki konuları da içerecek şekilde sıralanacaktır.
Dinini Değiştirenin Öldürülmesi
Kur’an’da açık bir şekilde: “Dinde baskı, zorlama yoktur…”
(Bakara Suresi 256) denilir ve öte taraftan yine peygamberimize:
“Sen onların üstüne bir zorba değilsin. O halde, benim
tehdidimden korkanlara Kur’an ile öğüt ver.” (Kaf Suresi 45)
şeklinde uyarılarda bulunulur. Kur’an’da, Allah’a inanmayan, dinini
değiştiren, namaz ve oruç gibi ibadetleri yerine getirmeyen ya
da yasak olmasına rağmen içki içmeye devam eden kişiler için
hiçbir dünyevi ceza ve yaptırım uygulaması bulunmamaktadır.
Buna rağmen güvenilir kabul edilen kaynaklarda yer alan hadis
rivayetleri ile Allah’ın ayetleri hiçe sayılarak dinde olmayan
yaptırımlar uydurulmuştur.
Hadis rivayetlerinde peygamberimizin: “Dinini değiştireni
öldürün”303 dediği ve yine başka bir rivayette dinini terk ederek
cemaatten ayrılan bir Müslüman’ın kanının helal olacağı yani
ölüm cezasını hak edecek üç suçtan birini işlediğini söylediği
iddia edilmiştir.304 Bir başka rivayet ise şu şekilde gelmiştir:
“Hz. Ali’nin bir topluluğu ateşte yakarak cezalandırdığı haberi
303 Buhari, İstitabetü’l-Mürteddin 2.
304 Buhari, Diyat 6; Müslim, Kasame 25, (1676); Ebu Davud, Hudud 1, (4352); Tirmizi,
Diyat 10, (1402); Nesai, Tahrim 5, (7, 90, 91), Kasame 5, (8, 13).
HADİ SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 213
İbn Abbas’a ulaşınca: “Ben olsaydım, onları yakmazdım; zira
peygamber: “Allah’ın azabıyla azaplandırmayın” buyurmuştur.
Peygamber “men bedelde dinehû fektulûhu” (Dinini değiştireni
öldürün)” buyurduğu için, ben de mutlaka onları öldürürdüm.”305
Oysa Kur’an’a göre, dinini değiştiren bir kişinin öldürülmesi
mümkün değildir. Kur’an’da dinden dönenler ile ilgili ifadelerin
yer aldığı ayetler son derece açıktır. Bunların hiçbirinde dinden
dönen kişinin öldürülmesi söylenmez: “Ey inananlar! İçinizden
kim dininden dönerse şunu bilsin: Allah, yakında, kendilerini
sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı boynu bükük,
kâfirlere karşı başı dik bir topluluk getirecektir. Bunlar
Allah yolunda savaşırlar, hiçbir kınayanın kınamasından
korkmazlar. Bu, Allah’ın, dilediğine yönelttiği bir lütuftur.
Allah, yaratılışı ve yarattıklarını genişletir, her şeyi bilir.”
(Maide Suresi 54). Yine başka bir ayette şu şekilde bir ifade
yer alır: “…Sizden kim dininden döner de kâfir olarak
ölürse öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette
de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli
kalacaklardır.” (Bakara Suresi 217).
Yine Ali İmran suresindeki ayetlerde, kendilerine apaçık deliller
gelip de iman ettikten sonra inkâr eden ve dinden dönenlerin
cezalarının öldürülmek olmadığı, manevi anlamda Allah’ın,
meleklerinin ve tüm insanların lanetine uğramaları olduğu ifade
edilir ve hallerini düzeltenler için Allah’ın affediciliğine vurgu
yapılır: “Kim Allah’a teslimiyetten başka bir din ararsa bu
kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden
olacaktır. İmanlarından, resulün hak olduğuna tanıklık
ettikten ve kendilerine ayan-beyan deliller geldikten sonra
küfre sapmış bir topluluğa Allah nasıl kılavuzluk eder? Allah,
zalimler topluluğuna yol göstermez. İşte onların cezası: Allah’ın,
meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerinedir! O
305 Buhari, Cihad 149; İstitabetü’l-Mürteddin 1; Ebu Davud, Hudud 1; Tirmizi, Hudud
25; Nesai, Tahrim 14; İbn Mace, Hudud 2.
214 ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
lanet içinde sürekli kalacaklardır. Ne azap hafifletilecektir
onlardan ne de yüzlerine bakılacaktır onların. Ondan sonra
tövbe edip hallerini düzeltenler müstesna. Hiç şüphesiz, Allah,
çok affedici, çok merhametlidir.” (Ali İmran Suresi 85-89). Dinini
değiştirdiği için öldürülen birinin sonradan halini düzeltmeye
fırsatı olmayacağı açıktır. Allah’ın bunca apaçık ayetine rağmen
bu türden hadis rivayetlerini uydurarak peygamberimize iftira
edenlerin bu iddialarının hesabını veremeyecekleri de son derece
açıktır. “Hayır; çünkü o (Kur’an), bir öğüttür. Artık dileyen,
onu düşünüp öğüt alsın.” (Abese Suresi 11-12).
Namazı Terk Edenin ve
İçki İçmekte Israr Edenin Öldürülmesi
Bununla birlikte hadis rivayetlerinde sadece dinden dönenin
öldürülmesi değil aynı zamanda namaz kılmayı bırakanın inkâr
ve şirke bulaştığı ve kanının helal olacağı,306 içki içenin dördüncü
sefere kadar kamçılanarak dövülmesi, buna rağmen içmekte ısrar
ederse öldürülmesi söylenmiştir.307 Oysa bu türden iddiaların
Kur’an’da hiçbir temeli bulunmamaktadır. Herhangi bir ibadeti
yapmayan ya da örneğin içki içen biri için öngörülen bir ceza
bulunmamaktadır. İmtihan dünyasında olduğumuz için Kur’an’ın
ortaya koymuş olduğu meşru zeminler içinde insanların günah
işleme ve dilerse Allah’a kulluk etmeme özgürlükleri vardır.
Kimse baskı ile iman ettirilemeyeceği gibi, bir ibadeti yapmaya
da zorlanamaz. Herkes hesabını Allah’a verecektir. İnananlara
düşen, Allah’ın ayetlerine, en doğru ve en güzel şekilde davet
ederek tavsiyede bulunmaktır. Gerisi kişinin kendisine kalmıştır.
“Gerçekten de, bu (Kur’an) elbette bir öğüttür. Dileyen onu
düşünür, öğüt alır.” (Müddessir Suresi 54-55).
306 Müslim, İman 134, (82); İbn Mace, Salat 77, (1078). Tirmizi, İman 2, (2611); Ebu
Davud, Cihad 104, (2641).
307 Ebu Davud, Hudud 37, (4482); Tirmizi, Hudud 15, (1444).
HADİ SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 215
Hırsızlık Yapanın Öldürülmesi
Yine hadis rivayetlerinde peygamberimizin hırsızlık yapanın
öldürülmesini emrettiğine dair iddialar bulunmaktadır. Söz konusu
rivayete göre peygamberimiz hırsızlık yapanın her seferinde
öldürülmesini söylemiş, her seferinde elleri ve ayakları kesilmiş
ve beşinci seferden sonra öldürülmüştür: “Resulullah’a bir hırsız
getirilmişti. ‘Öldürün onu!’ diye emretti. Kendisine: ‘Ey Allah’ın
Resulü, bu adam sadece çaldı’ denildi. Bunun üzerine ‘Öyleyse
(elini) kesin!’ dedi ve derhal eli kesildi. Sonra aynı adam ikinci
sefer getirildi. Yine: ‘Öldürün onu!’ diye emretti. Kendisine: ‘Ey
Allah’ın Resulü, bu adam hırsızlık yaptı’ dendi. Bunun üzerine
‘Öyleyse kesin!’ dedi ve derhal (sol ayağı) kesildi. Sonra üçüncü
sefer getirildi ve hırsızlık yaptığı söylendi. Hz. Peygamber:
‘Öldürün onu!’ diye emretti. Kendisine: ‘Ey Allah’ın Resulü,
bu adam hırsızlık yaptı’ denildi. Bunun üzerine: ‘(Sol elini)
kesin!’ diye emretti. Sonra aynı adamı dördüncü kere getirdiler.
‘Öldürün onu!’ buyurdu. Kendisine: ‘Ey Allah’ın Resulü, bu
adam hırsızlık yaptı’ dediler. Bunun üzerine ‘(Sağ ayağını da)
kesin!’ diye emir buyurdu. Aynı adam beşinci sefer getirildi. Hz.
Peygamber: ‘Öldürün onu’ diye emretti. Hz. Cabir der ki: Adamı
götürüp öldürdük. Sonra sürüyerek götürüp bir kuyuya attık.
Üzerini de taşla doldurduk.”308 Peygamberimizin hırsızlık yapan
kişinin öldürülmesini söylemesinin mümkün olmadığı açıktır.
Bu büyük bir iftiradır. Kur’an’a göre hırsızlık yapan kişinin
hırsızlık yapmasına engel olunacak şekilde imkânları elinden
alınarak gerektiğinde yapılan hırsızlığın boyutuna göre çizerek
kanatmaktan koparmaya kadar bir ceza uygulanabilir. Ancak
hiçbir şekilde öldürülmesi söz konusu değildir. Ayrıca bu tür
hadisler peygamberimizi Kur’an ile bildirilenlerden habersiz biri
gibi göstermektedir. Peygamberimizin Kur’an’da açıkça belirtilmiş
bir hükümden habersiz olması veya o hükme rağmen farklı bir
308 Ebu Davud, Hudud 20, (4410); Nesai, Sarik 15, 890-91.
216 ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
uygulamada bulunması mümkün değildir. Öte taraftan yaptığı
hırsızlıklar sebebiyle iki kolu ve bir bacağı kesilmiş olmasına
rağmen aynı kişinin dördüncü sefer nasıl hırsızlık yapabildiği
ve hatta ikinci ayağı da kesilmesine rağmen yani iki kolu ve
iki ayağı olmadan beşinci sefer hırsızlık suçunu işleyebilmesi
aklın sınırlarını zorlamaktadır. Benzer birçok hadis rivayetindeki
tutarsızlıkları gördükten sonra bu rivayette iddia edilenlere de
şaşırmamak gerekir.
Cinsel Suçlar İşleyenlerin Öldürülmesi
Hadis rivayetlerinde cinsel suçlara yönelik uygulamaların da
Kur’an ayetleri ile çelişen durumlar ortaya çıkardığı görülmektedir.
Bunların başında zina cezası gelmektedir. Kur’an’da açık bir
şekilde ortalık yerde yani alenen zina edenlere (evli ya da
bekâr olmalarına bakılmaksızın) yüz celde cezası uygulanması
öngörülmüştür. Celde cildin altına geçmeyecek şekilde hafif
vuruşları ifade etmektedir. Buradaki amaç kişiyi dövmek değil,
ortalık yerde zina yapan biri olarak teşhir etmektir. Üstelik bu
cezanın uygulanması, yapılan zina günahının affedildiği anlamına
da gelmemektedir. Yapılan zinaların hesabı, hesap günü Allah’a
verilecektir. Bu uygulamayı zina suçunun alenileştirilmesini önlemek
için anlamak daha doğru olacaktır. İlgili ayet şu şekildedir: “Zina
eden kadın ve zina eden erkek: işte bunlardan her biri için,
etkisi cilt ile sınırlı yüz vuruş yapın; eğer Allah’a ve Ahiret
Günü’ne inanıyorsanız, o ikisine olan acıma duygunuz sizi
Allah’ın hükmünü uygulamaktan alıkoymasın; inananlardan
bir grup da onların cezalandırılmasına tanık olsun.” (Nur
Suresi 2). Ayetten de açık bir şekilde görüldüğü gibi zina eden
erkek ve kadının hiçbir şekilde öldürülmeleri söz konusu değildir.
Buna rağmen zina cezasının recmedilmek yani taşlanarak
öldürülmek olduğuyla ilgili rivayetler bulunmaktadır. Üstelik
bazı rivayetlerde bu cezanın aslında bir ayet olarak indirildiği
HADİ SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 217
iddia edilmiştir. Konu ile ilgili bir rivayet şu şekildedir: “(Hz.
Ömer): Allah Teâlâ Hazretleri Muhammed’e hak (din ile) gönderdi
ve O’na Kitaba indirdi. Bu indirilenler arasında recm ayeti de
vardı! Biz bu ayeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resulullah
zina yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik
ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince,
bazıları çıkıp: “Biz Kitabullah’ta recm cezasını görmüyoruz
(deyip inkâra sapabilecek ve) Allah’ın Kitabı’nda indirdiği bir
farzı terk ederek dalalete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve
erkekten evli olanların zinaları -delil veya hamilelik veya itiraf
yoluyla- sübut bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken
Kitabullah’ta mevcut bir haktır. Allah’a yeminle söylüyorum,
eğer insanlar: “Ömer Allah Teâla’nın kitabına ilavede bulundu”
demeyecek olsalar, recm ayetini (Kitabullah’a) yazardım.”309
Görüldüğü gibi rivayetlerde bu cezanın bir ayet olduğu
iddia edilerek açık bir şekilde iftira edilmiştir. Allah’ın Kitabı
Kur’an’da, böyle bir ayet olmadığı açıktır. Ya Allah’ın Kitabı’nı
koruyacağına dair vaadine ve Kur’an’ın korunmuş olduğuna
dair kendi içindeki delillerine inanarak bu rivayetlerin yalan
ve iftira olduğunu söyleyecek ya da bu rivayetlere inanarak
Allah’ın Kitabı’nı koruyamamış olduğunu yani şu an elimizde
olan Kur’an’ın eksik olduğunu söyleyeceğiz.
Bazı rivayetlerde peygamberimizin de recm cezasını uyguladığı
iddia edilerek kendisine iftirada bulunulmuştur: “Resulullah’a
Cüheyneli, zinadan hamile kalmış bir kadın geldi ve: “Ey Allah’ın
Resulü! Ben bir hadd cürmü işledim, cezasını bana tatbik et”
dedi. Resulullah da kadının velisini çağırıp: “Buna iyi muamelede
bulunun. Çocuğu doğurunca kadını bana getirin!” buyurdu.
Velisi öyle yaptı. (Doğumdan sonra gelince) Resulullah kadının
elbisesini üzerine bağlamalarını emretti. Sonra taşlamalarını
309 Buhari, Hudud 31, 30, Mezalim 19, Menakibu’l-Ensar 46, Megazi 21, İ’tisam, 16;
Müslim, Hudud 15. (1691); Tirmizi, Hudud 7, (1431); Ebu Davud, Hudud 23,
(4418).
218 ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
söyledi ve taşlandı.”310 “Resulullah zina yapmış olan bir kimse
için celde ile hadd tatbik edilmesini emretti. Sonra, onun muhsan
(evli) olduğu bildirildi. Bu sefer recmedilmesini emretti ve
recmedildi.”311
Hz. Ali’ye de ayrı bir rivayette iftira edilmiştir: “Hz. Ali,
kadını recmettiği zaman onu perşembe günü dövdü, cuma
günü de recmetti. Ve şunu söyledi: Ona Kitabullah (ın hükmü)
ile celde, Resulullah’ın sünneti ile de recm tatbik ettim.”312 Bu
rivayete bakıldığında ise Kur’an’ın zina için öngördüğü cezanın
recm değil aksine celde olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu
rivayet ile recm cezasının ayet olduğunu iddia eden rivayetler
birbiri ile çelişmektedir. Bununla birlikte Allah’ın koymuş olduğu
bir hüküm varken ve üstelik bu hüküm ölüm cezasına nazaran
oldukça hafif bir hükümken, zina edenin taşlanarak öldürülmesinin
peygamberimizin sünneti olarak gösterilmesi ve üstelik Hz.
Ali’nin de buna uygun olarak uygulamada bulunduğunun iddia
edilmesi apaçık bir iftiradır. Hz. Ömer’in ayet olduğunu bildiği
ve hükmünün devam ettiğini söylediği bir uygulamanın, Hz. Ali
tarafından bilinmemesinin mümkün olmadığı açıktır. Görüldüğü
gibi bu türden rivayetler ile Allah’a, Kur’an’a, peygamberimize
ve hayatını Allah yoluna adamış Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi
inananlara açıkça iftira edilmekten çekinilmemiştir.
Bunun yanında hür inanan kadınlar ile evlenmeye güç
yetiremeyenlerin inanmış köle kızlarından biriyle evlenmesinin
söylendiği Nisa suresinde şayet evlenilen bu kadınlar fuhşa
bulaşıp bir zina ederlerse onlara hür kadınlara uygulanacak olan
cezanın yarısının uygulanması söylenir: “…Evliliğe geçtikten
sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınlara uygulanan
cezanın yarısı uygulanacaktır...” (Nisa Suresi 25). Recm
310 Müslim, Hudud 24, (1696); Tirmizi, Hudud 9, (1435); Ebu Davud, Hudud 25,
(4440, 4441); Nesai, Cenaiz 64, (4, 63).
311 Ebu Davud, Hudud 24, (4438, 4439).
312 Buhari, Hudud 21.
HADİ SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 219
yani taşlayarak öldürme cezasının yarısının uygulanmayacağı
açıktır. Dolayısıyla bu uygulama da alenen zina eden erkek ve
kadına uygulanacak cezanın yüz celde cezası olduğu gerçeğini
desteklemektedir.
Bir başka rivayette ise peygamberimizin, babasının daha
önce evlenmiş olduğu bir kadın ile birliktelik yaşayan bir
kişinin öldürülmesini emrettiği iddia edilmiştir: “Dayım Ebu
Bürde İbnu Niyar -beraberinde bir bayrak olduğu halde- bana
uğradı. Kendisine nereye gideceğini sordum. ‘Resulullah, bana
babasının hanımıyla evlenen bir adamın kellesini getirmemi
(ve malına da el koymamı) emretti, ona gidiyorum’ diye cevap
verdi.”313 Peygamberimizin bu türden bir eylemde bulunan kişinin
öldürülmesini emrettiği iddiasının iftira olduğu açıktır. Ayette
babalarınızın daha önce evlendiği kadınlar ile evlenmeyin denilir
ve bunun çirkin bir eylem olduğu ifade edilir. Ancak bu eylemi
yapanı öldürün şeklinde bir ceza emredilmez: “Babalarınızın
daha önce evlenmiş olduğu kadınlarla evlenmeyin, ama
geçmişte olanlar geçmişte kalmıştır. Bu, kesinlikle utanç
verici bir fiildir, çirkin bir şeydir ve kötü bir yoldur.” (Nisa
Suresi 22).
Bir rivayette de peygamberimizin, cariye eşlerinden birine
temas etmekle itham edilen bir adamı öldürtmek üzere Hz. Ali’yi
görevlendirdiği iddia edilmiştir: “Bir adam, Resulullah’ın ümmü
veledine (çocuk sahibi olduğu cariyesine) temas etmekle itham
edilmişti. Resulullah, Hz. Ali’ye : ‘Git boynunu vur!’ diye emretti.
Hz. Ali, adama geldiği vakit, onu bir kuyunun içinde (yıkanıp)
serinliyor buldu. ‘Çık dışarı!’ diyerek elinden tutup kuyunun
dışına çıkardı. Hz. Ali, adamın mecbub (yumurtalıkları ve cinsel
organı kesilmiş) ve tenasül organından mahrum olduğunu gördü.
Artık ona dokunmayıp, durumu Hz. Peygamber’e haber verdi.
313 Tirmizi, Ahkâm 25, (1362); Ebu Davud, Hudud 27, (4466, 4457); Nesai, Nikâh 58,
(6,109-110); İbnu Mace, Hudud 35, (2607).
Resulullah, onu, davranışı sebebiyle takdir etti. Resulullah:
‘Şahid, gaibin görmediğini görür’ buyurdu.”314 Rivayetlerden
de görüldüğü gibi peygamberimiz itham edilen kişi ile ilgili
herhangi bir delile ve araştırmaya sahip olmadan fevri şekilde
hareket eden ve Allah’ın ayetlerini hiçe sayarak kişinin ölümüne
hükmeden biri olarak sunulmuştur. Peygamberimizin zan
üzerine hareket etmeyeceği ve Hz. Ali’nin de peygamberimiz
dahi böyle bir emir vermiş olsa da delile dayanmadan böyle bir
emre itaat etmeyeceği açıktır. Öte taraftan şayet itham edilen
adam rivayette iddia edildiği gibi cinsel uzvundan mahrum biri
olmasaydı rivayete göre herhangi bir delile dayanmadan hakkında
hüküm verilmiş, üstelik öldürülmüş olacaktı. Hadis rivayetlerinin
Kur’an’dan ne kadar uzak oldukları ve kendi içlerinde ne kadar
mantıksız oldukları ortadadır.
Yine Kur’an’da eşcinsel ilişkiye girenler ile ilgili bazı
yaptırımlarda bulunulması vurgulanır ancak bu kişilerin öldürülmesi
söylenmediği gibi hiçbir ayette bu şekilde anlaşılabilecek bir
ifade yer almaz. Kadın kadına ya da erkek erkeğe yaşanan cinsel
birliktelik karşısında takınılması gereken tavır, ayetlerde ifade
edilmiştir: “Kadınlarınızdan eşcinsellik/sevicilik yapanlara
karşı içinizden dört tanık getirin; eğer tanıklık ederlerse
o kadınları, ölüm canlarını alıncaya ya da Allah kendileri
için bir yol açıncaya kadar evlerde tutun.” (Nisa Suresi 15).
“Eşcinselliği içinizden iki erkek yaparsa onlara eziyet edin
(sıkıntı verin, işini zorlaştırın). Bu ikisi tövbe eder, durumlarını
düzeltirlerse onlara eziyetten vazgeçin. Allah Tevvab’dır,
tövbeleri çok kabul eder; Rahim’dir, merhametine sınır
yoktur.” (Nisa Suresi 16).
Ayetlerden açık bir şekilde görüldüğü gibi eşcinsellik yapanların
hiçbir şekilde öldürülmeleri söz konusu değildir. Tövbe edip
durumlarını düzeltmelerinin vurgulandığı dikkate alındığında,
314 Müslim, Tevbe 59, (2771).
öldürülen kişinin durumunu düzeltip tövbe etmesinin mümkün
olmayacağı da açıktır. Eziyet etmeyi fiili anlamda işkence yapmak
olarak da anlamak doğru değildir. Aynı ifadenin Hz. Musa’ya
eziyet eden İsrailoğulları için de kullanıldığı görülmektedir:
“Ey iman edenler! Musa’ya eziyet eden (İsrailoğulları) gibi
olmayın! Hatırlayın ki Allah onların itham ettikleri şeylerden
onu temize çıkardı: ve o Allah katında zaten hatırlı biriydi.”
(Ahzab Suresi 69). Aynı ifadenin geçtiği başka bir ayet de şu
şekildedir: “Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra
infak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet
vermeyenlerin ecirleri Rableri katındadır, onlara korku
yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Bakara Suresi
262). Görüldüğü gibi Hz. Musa’ya yapılan eziyet bedensel
bir işkence değildir. Eziyet eden kişilerin Hz. Musa’ya zorluk
çıkardıkları ve konuşmaları ile ona manevi anlamda sıkıntı
verdikleri anlaşılmaktadır. İnfak edilen kişilere yapılan şey de
aynı şekilde sıkıntı vermektir. Buna rağmen hadis rivayetlerinde
eşcinsellik edenlerin öldürülmeleri emredilmiştir: “Resulullah
buyurdu ki: Kimin Lut kavminin sapık işini yaptığını görürseniz,
yapanı (faili) da yapılanı (mefulü) da öldürün.” 315 (Ebu Davud’da:
“Livata yaparken yakalanan bekâr da recmedilir” denilmiştir.)
Bununla beraber eşcinsel ilişkiye girenlere uygulanacak cezanın
ne şekilde olacağı hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.
Bir görüş ateşte yakılarak öldürülmesini, diğeri yüksek bir tepe
ya da binadan atılıp sonra taşlanarak öldürülmesini, bir başka
görüş ise ölünceye kadar sadece taşlanmasını söylemiştir.
Yine başka bir rivayette hayvanlar ile cinsel ilişkiye giren
kişinin de hayvanın da öldürülmesi gerektiği söylenmiştir:
“Resulullah: ‘Kim bir hayvana temas öderse onu öldürün,
hayvanı da beraber öldürün’ buyurdu. İbnu Abbas’a: ‘Hayvanın
günahı ne (o niçin öldürülsün?)’ diye soruldu. Şu cevabı verdi:
315 Tirmizi, Hudud 24, (1456); Ebu Davud, Hudud 29, (4462, 4463).
Bu hususta Resulullah’tan bir şey işitmedim.”316 Görüldüğü gibi
rivayetlerde, Kur’an’da hiçbir temeli olmamasına rağmen zina ve
eşcinsellik yapanların öldürülmelerinin hükmedilmesinde olduğu
gibi hayvanlar ile cinsel münasebet kuranların da öldürülmeleri
emredilerek açık bir şekilde peygamberimize iftira edilmiştir.
Oysa ayetlerde inananların eşleri hariç iffetlerini ve cinsel
organlarını korumaları ve bu şekilde sapkın ilişkilerden uzak
durmaları söylenir ama bunu yapanlara ölüm cezası verilmez:
“Bunlar, (ırzlarını) cinsiyet organlarını titizlikle korurlar.
Eşleri; yani (nikâh yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları
dışında hiçbir kınamaya uğramazlar. Ama kim bundan
ötesini ararsa onlar (sınırı) aşanlardır.” (Mearic Suresi 29-31).
Allah’ın Kitabı’na Çağıranların Öldürülmesi
Bazı hadis rivayetlerinde “İleride bazı kişiler çıkacak ve şöyle
diyecekler” türünden ifadelerin görüldüğüne dikkat çekilmişti.
Bu türden hadislerin, uyduruldukları dönemdeki birtakım
anlaşmazlıklar sebebiyle uydurulmuş oldukları ve aslında o
dönemde mevcut birtakım grup ya da kişilere gönderme yapıldığı
anlaşılmaktadır. Bunlardan biri de insanları Allah’ın Kitabı’na
davet eden, sözleri güzel ama amelleri kötü olan birilerinden
bahsedilen rivayettir. Rivayete göre bu kişilerin alameti tıraş
olmalarıdır ve bu kişileri öldüren ya da onlar tarafından öldürülen
birine ne mutlu denilmektedir: “Resulullah buyurdular ki:
‘Ümmetimde ihtilaf ve ayrılıklar meydana gelecek. (Onlardan)
bir grup lafıyla güzel, ameliyle kötü olacak. Bunlar Kur’an’ı
okuyacaklar, ancak köprücük kemiklerinden aşağı geçmeyecek.
Bunlar, dinden tıpkı okun avı delip geçmesi gibi çıkarlar. Onlar,
ok, kirişine dönmedikçe bir daha dine geri gelmezler. Bunlar
mahlûkatın en şeriridir. Onları öldürene ve onlar tarafından
öldürülene ne mutlu! Onlar insanları Kitabullah’a çağırırlar
316 Ebu Davud, Hudud 30, (4464); Tirmizi, Hudud 23, (1454).
fakat Kitap’tan zerre kadar nasipleri yoktur.’ Yanında bulunan
Ashab: ‘Ey Allah’ın Resulü onların alameti nedir?’ diye sordular
da: ‘Tıraş olmak!’ buyurdular.”317
Belli ki o dönemde din adına uydurmalar iyice yaygınlaşınca
insanları sadece Allah’ın Kitabı’na davet eden ve onunla amel
ederek din adına uydurmalardan yüz çeviren kişileri günümüzde
olduğu gibi din dışı ilan etmek ve öldürülmelerinin caiz olduğuna
hükmetmek için peygamberimiz üzerinden bu şekilde rivayetler
uydurmuşlardır. Yine muhtemelen sakal bırakmanın dini bir
gereklilik olmadığını söyleyerek sakallarını kesen bu kişilerin
alametlerinin tıraş olmak olarak gösterilerek tıraş olan insanların bu
şekilde zan altında bırakılmaları da ayrı bir iftiradır. Bu anlayışta
kişileri bastırıp sindirmek için “Bakın zaten peygamberimiz
bunların çıkacağını önceden bildirip haber vermişti” diyebilmek
için bu tür rivayetlerin uyduruldukları son derece açıktır.
Peygamberimiz Kendisi İle
Alay Eden Kişileri Öldürtmüş Olabilir Mi?
Hadis rivayetlerinde peygamberimizin, kendisi ile alay eden ve
Mekke’deki müşrikleri de peygamberimize karşı kışkırtan birini
Allah’ın apaçık ayetlerine rağmen dayanamayarak suikastçı
göndermek suretiyle öldürttüğü iddia edilmiştir: “Ka’b İbnu’l-
Eşref, Resulullah’ın aleyhine hicviyeler düzüyor ve bunlarla Kureyş
kâfirlerini, ona karşı tahrik ediyordu. Resulullah Medine’ye
hicretle geldiği zaman, şehrin ahalisi kozmopolitti: Bir kısmı
Müslüman, bir kısmı putlara tapan müşrik, bir kısmı da Yahudi
idi. Yahudiler, Resulullah ve ashabına rahatsızlık veriyorlardı.
Cenab-ı Hakk, Resulüne sabır ve af emrediyordu. Allah şu ayeti
onlar hakkında inzal buyurmuş idi: “Hiç şüphesiz, sizden önce
kitap verilenlerden ve Allah’a eş koşanlardan çok üzücü sözler
317 Buhari, Fezailu’l-Kur’an 36, Menakıb 25, Edep 95, İstitabe 6, 7; Müslim, Zekat
143-148, (1064); Ebu Davud, Sünnet 31, (4765); Nesai, Zekat 79, (5, 87), Tahrim
26, (7, 119).
işiteceksiniz. Sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız
bilin ki, bu üzerinizde sebat edilecek işlerdendir.” (Ali İmran
Suresi 186). Ka’b İbnu’l-Eşref, Hz. Peygamber’e eza vermekten
bir türlü vazgeçmiyordu. Sonunda Resulullah Sa’d İbnu Mu’az’a,
onu öldürecek birini yollamasını emretti. Onu Muhammed İbnu
Mesleme öldürdü. Ka’b öldürülünce, Yahudiler ve müşrikler çok
korktular. Resulullah’a gelerek: ‘Arkadaşımızı geceleyin kapısını
çalarak öldürdüler’ dediler. Resulullah onlara Ka’b İbnu’l-Eşref’in
geçmişte söylediklerini hatırlattı. Sonra da hepsini kendisiyle
onlar arasında yapılacak ve (şerirlerin uyarak sıkıntıları) sona
erdirecek bir antlaşma imzalamaya çağırdı. Resulullah onlarla
kendisi ve bütün Müslümanlar arasında muteber olacak yazılı
bir antlaşma yaptı.”318 Aynı konu ile ilgili benzer bir r ivayet
de şu şekildedir: “Resulullah (bir gün): ‘Ka’b İbnu’l-Eşref’in
hakkından kim gelecek? Zira bu Allah ve Resulü’ne eza veriyor!’
buyurdular. Muhammed İbnu Mesleme atılarak: ‘Onu öldürmemi
ister misiniz?’ dedi. Aleyhissalatu vesselam: ‘Evet!’ dedi. …
Sonra onu yakaladılar ve orada öldürdüler.”319
Başka bir rivayette ise yine peygamberimiz ile alay eden ve
aleyhinde çalışmalar yapan Ebu Rafi olarak bilinen bir Yahudi’nin,
peygamberimiz tarafından görevlendirilen Abdullah İbnu Atik
tarafından bir gece evinde öldürüldüğü iddia edilmiştir. Hatta
söz konusu rivayet, Ebu Rafi’yi öldürdükten sonra kaçarken
düşüp ayağını kıran Abdullah İbnu Atik’in kırılan ayağının
peygamberimiz tarafından sıvazlanması ile hiçbir şey olmamış
gibi eski haline geldiği şeklinde kerametler ile süslenerek
aktarılmıştır.320
Hadis rivayetlerinden de açıkça görüldüğü gibi peygamberimizin
öldürttüğü iddia edilen kişilerin öldürülme sebebi bir cana karşılık
318 Ebu Davud, Haraç 22, (3000).
319 Buhari, Megazi 15, Rehn 3, Cihad 158, 159; Müslim, Cihad 119, (1801); Ebu Davud,
Cihad 169, (2768).
320 Buhari, Megazi 16, Cihad 155.
değil peygamberimiz ile alay edilmesi olarak gösterilmiştir.
Üstelik ilk rivayet içinde bu sebeple Ali İmran suresinin 186.
ayetinin indirildiği ve Allah tarafından peygamberimize sabırlı
olmasının emredildiği söylenmesine rağmen peygamberimizin
böyle bir eylemi gerçekleştirdiği iddia edilmiştir. Şüphesiz
peygamberimizin Allah’ın apaçık ayetlerini hiçe sayarak böyle
bir eylemin emrini verdiğini kabul etmek mümkün değildir.
Daha önce de dikkat çekildiği gibi Kur’an’da dinden dönenlere
atıf (Bakara Suresi 217, Maide Suresi 54) vardır ama hiçbir yerde
dinden döndükleri için onların öldürülmeleri ile ilgili bir ayet
yoktur. Yine ayetlerde incitici sözler söyleyen ve alay edenlere
sabretmek vardır (Ali İmran Suresi 186), başka bir ayette
Allah’ın ayetleri ile alay edenlerin yanından uzaklaşma vardır
(En’am Suresi 68) ama alay edenleri öldürme diye bir hüküm
yoktur. Dolayısıyla bu rivayetlerin iftira oldukları ve Kur’an
ayetleri ile çeliştikleri açıktır. Aynı zamanda peygamberimiz
tarafından yaptırıldığı iddia edilen bu türden suikast rivayetleri
ile peygamberimizin meseleleri kişiselleştiren, tahammülsüz,
savaş dışı ve bir cana karşılık olmaksızın insanları öldürten biri
olarak sunularak itibarsızlaştırıldığı da açıktır.
Peygamberimiz Namaz Kılarken Önünden Geçen Çocuğa
Beddua Ederek Onu Kötürüm Yapmış Olabilir Mi?
Hadis rivayetlerinde rahmet timsali peygamberimize yapılan iftiralardan biri de namaz kıldığı esnada önünden geçen bir çocuğa beddua ederek onu kötürüm yaptığı yönündeki rivayettir. Ebu Davud’da geçen rivayet şu şekildedir: “Said bin Gazvan hac dönüşü Tebük’e gelmişti. Bir de ne görsün. Yere oturtulmuş sakat bir adam duruyor. Yanına yaklaştı, niçin bu hâle düştüğünü sordu. Sakat adam şöyle dedi: Sana bir hadis haber vereceğim, fakat ben sağ oldukça benden duyduğunu kimseye söylemeyeceksin. Hâdise şöyle: Resulullah Tebük’e geldiğinde bir hurma ağacının önüne inmişti. ‘Şu ağaç bizim kıblemizdir.’ buyurdu. Ve hurma ağacına dönerek namaza durdu. Ben daha o zaman çocuktum. Koşarak geldim. Sütre olarak duran hurma ağacı ile onun arasından geçtim. (Bir rivayette de: “Resulullah namaz kılarken, ben eşeğin üzerinde olduğum halde önünden geçtim.” denilmektedir.) Bunun üzerine Resulullah: ‘O bizim namazımızı kesti, Allah da onun ayağını kessin.’ dedi. O günden bugüne kadar ayağa kalkamaz oldum.”321 Söz konusu rivayette peygamberimizin bir çocuğa beddua ederek onun kötürüm olmasına sebep olduğu iftirasının kimi kitaplarda ve ilgili hadisin açıklamalarında peygamberimizin mucizesi olarak sunulması ise ayrı bir garipliktir. Bu rivayette anlatılan peygamberin Kur’an’ın bize tanıttığı peygamber olmadığı ortadadır. Esasen peygamberimizi bu şekilde kaba ve öfke dolu biri olarak gösteren kişilerin asıl derdi kendi insan onuruna yaraşmayacak eylemlerine zemin hazırlamaktır. Bunun aksini gösteren ve Kur’an’a uygun olan birçok rivayette peygamberimizin özellikle çocuklara karşı sevgi ve muhabbeti bilinmektedir. Bir yandan rivayetlerde namaz kıldığı esnada sırtına çıkan torununu sırtından indirmeden namazına devam ettiği, rükû ve secde edeceği zaman omzundan indirip tekrar ayağa kalkınca tutup omzuna çıkardığı ve namazı bitinceye kadar her rekâtta bunu yaptığı aktarılırken322 öte taraftan bırakın sırtına çıkmayı önünden geçmesi sebebiyle başkasının çocuğuna beddua ederek onu kötürüm bıraktığının iddia edilmesi kabul edilebilir olmadığı gibi kendi içinde de çelişki oluşturmaktadır.
Hadislerde Köpek ve Hayvan Düşmanlığı
Hadis rivayetlerinde çeşitli hayvanlar ile ilgili akıl almaz iddialarda bulunulmuş ve özellikle köpekler başta olmak üzere
321 Ebu Davud, Salat 110, (705, 706).
322 Ebu Davud, Salat, 164-165; Nesai, İmamet 37.
kimi hayvanlar şeytan olarak tanımlanmışlardır. Bu türden iddiaların Kur’an’da en ufak bir izine dahi rastlamak mümkün değildir. Aksine özelikle köpek ile ilgili ayetler hep olumlu şekilde kullanılmıştır. Her ne kadar örneğin karganın fasık olmasından kastedilen şey ziraat ürünlerine zarar vermesi olarak yorumlanmaya çalışılsa da genel olarak hadis rivayetlerinde, Kur’an’da hiçbir temeli ve örneği olmadığı şekilde bazı hayvanlar ile ilgili akıl almaz ifadeler kullanıldığı görülmektedir. İşin acı tarafı ise bu türden ifadelerin peygamberimize iftira edilerek onun ağzından çıktığının iddia edilmiş olmasıdır. Güvenilir kabul edilen hadis kitaplarında şeytan oldukları için tüm kara köpeklerin öldürülmesi gerektiği, av ve çoban köpeği dışında köpek besleyenin ecrinden her gün iki kıratlık eksilme olacağı,323 av ve çoban köpeği dışında bütün köpeklerin öldürülmelerinin gerektiği,324 içerisinde köpek ve suret bulunan eve meleklerin girmeyeceği,325 karganın fasık olduğu,326 devenin şeytan,327 siyah köpeğin şeytan,328 güvercinin şeytane329 olduğu iddia edilmiştir. Görüldüğü gibi Kur’an’da hiçbir temeli olmamasına rağmen Allah’ın yaratma sanatının birer örneği olan hayvanlar ile ilgili akıl almaz ve yakışıksız ifadelerde bulunulmuştur. Bu türden rivayetlerin Kur’an’a uygunsuz olduğu ve Allah’ın yaratmış olduğu canlılar ile ilgili akıl almaz iddialarda bulunduğu açıktır. Bir köpeğin siyah renkli olması Allah’ın onu o renkte yaratması sebebiyledir. Kendi iradesi ile seçmediği bir renk
323 Buhari, Sayd 6; Müslim, Müsakat 50, (1574); Tirmizi, Ahkam 4, (1487).
324 Buhari, Bed’ü’l-Halk 14; Müslim, Musakat 45, (1570); Tirmizi, Sayd 4, (1488);
Nesai, Sayd 9, (7,184).
325 Buhari, Libas 92; Müslim, Libas 102.
326 Buhari, Bed’ü’l-Halk 16, Cezau’s-Sayd 7; Müslim, Hacc 66-67, (1198); Tirmizi,
Hacc 21, (837); Nesai, Hacc 113, (5, 208).
327 Ebu Davud, Salat 25, (493).
328 Müslim, Salat 265, (510); Ebu Davud, Salat 110, (702); Tirmizi, Salat 253, (338);
Nesai, Kıble 7, (2, 63); İbn Mace, İkametu’s-Salat 38, (952).
329 Ebu Davud, Edeb 65, (4940); İbn Mace, Edeb 44, (3766).
228 ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
sebebiyle rivayetler tarafından şeytan ilan edilmesi kabul
edilebilir değildir. Üstelik köpek, her zaman insana yakın bir
dost ve koruyucu olmuş bir yoldaştır. Allah’ın yarattığı bu türden
hayvanların öldürülmeleri değil aksine gözetilmeleri gerekir.
Melek Gördüğü İçin Öten Horoz
Şeytan Gördüğü İçin Anıran Eşek
Hadis rivayetlerinde, masalları aratmayacak şekilde horozun
ötmesinin melek görmesinden, eşeğin anırmasının ise şeytan
görmesinden olduğu gibi garip iddialarda bulunulmuştur: “Resulullah
buyurdular ki: Horozların öttüğünü işittiğiniz vakit, Allah’tan
lütuf ve ikramını talep edin. Zira onlar bir melek görmüştür.
Merkebin anırmasını işittiğiniz zaman şeytandan Allah’a sığının.
Çünkü o da bir şeytan görmüştür.”330 Hayvanların çıkardıkları
sesler Allah’ın onları o tabiat üzerinde yaratmış olmasından
kaynaklanır. Çıkardıkları seslerin, şeytan ya da melek görmeleri
ile bir alakası yoktur. “Yedi gök ve onların içindekiler O’nu
yücelterek anarlar. Hiçbir şey yoktur ki O’nu överek ve
yücelterek anmasın; ama siz onların anışlarını anlamazsınız.
O Şefkatlidir, Bağışlayandır.” (İsra Suresi 44).
Balığın Hapşırığından Oluşan Çekirge
Hadislerin büyük çoğunluğunun insanlar tarafından uydurulduklarının
ve hiçbir dini temele dayanmadıklarının örneklerinden biri de bu
türden rivayetlerdir. Hadislerde çekirgenin denizdeki bir balığın
hapşırığı olduğu iddia edilmiştir: “Resulullah çekirgelere beddua
etti ve dedi ki: ‘Allah’ım! Çekirgeleri helak et, büyüklerini öldür,
küçüklerini helak et, nesillerini kes, ağızlarını geçimliğimiz ve
rızkımızdan (uzak) tut. Sen duaları işitensin.’ (Orada bulunan)
bir adam: ‘Ey Allah’ın Resulü! Çekirgelere nasıl böyle beddua
ediyorsunuz, onlar ki Allah’ın ordularından bir ordudur’ dedi.
330 Buhari, Bed’ü’l-Halk 15; Müslim, Zikr 82, (2729); Ebu Davud, Edeb 115, (5102);
Tirmizi, Da’avat 58, (3455).
HADİ SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 229
Aleyhissalatu vesselam da cevaben: ‘Çekirge, denizdeki bir
balığın hapşırığıdır’ buyurdular.331 Öncelikle aklı başında
hiçbir inanan, peygamberimizin çekirgeler için bu şekilde bir
beddua edeceğine ihtimal bile veremez. Öte taraftan akıl almaz
şekilde çekirgenin denizdeki bir balığın hapşırığından olduğunu
söyleyeceğini kabul edemez. Bu türden asılsız iddialar ancak
cahil insanlar tarafından yapılır. Dini bir temel kazanması
için de peygamberimize isnat edilir. Hiçbir canlının, bir başka
canlının hapşırığından oluşmasının mümkün olmadığı açıktır.
Yeryüzündeki canlılar, Allah’ın yaratmış olduğu doğa kanunlarına
uygun olarak ortaya çıkarlar.
İsrailoğullarının Kaybolan Bir Ümmeti: Fare
Hadislerde farenin İsrailoğullarının kaybolan bir ümmeti olduğunun
iddia edildiği görülmektedir: “İsrailoğullarından bir ümmet
kayboldu, hayvan suretine çevrildi. Bilinmez ki o topluluk ne
fenalık işlemiştir. Fareyi bunlardan sanıyorum. Çünkü o deve
sütü konunca içmez, koyun sütünü içer.”332 Rivayetin bir formu
da şu şekildedir: “Resulullah fareye fuveysika der ve şunu ilave
ederdi: Ben bunu meshe uğramışlardan biliyorum. Çünkü o,
kendisine (içmesi için) deve sütü konulsa onu içmez. Ama koyun
sütü verilse onu içer.”333
İsrailoğullarının Meshe Uğramış Bir Boyu: Kertenkele
Fare rivayetine benzer bir rivayet de kertenkele ile ilgili gelmiştir.
Rivayete göre peygamberimiz, kertenkele yiyip yiyemeyeceğini
soran bir adama kertenkelenin Allah’ın lanetlemiş olduğu
İsrailoğullarından bir boyun yeryüzünde yürüyen hayvanlar
haline çevrilmesi sonucu dönüşüme uğramış hali olabileceğini
söylemiştir: “…Resulullah adama seslenip yanına çağırdı ve: ‘Ey
331 Tirmizi, Et’ime 23, (1824); İbn Mace, Sayd 9, (3221).
332 Buhari, Tecrid-i Sarih 9. Cilt, Hadis No: 1364.
333 Buhari, Bed’ü’l-Halk 15; Müslim, Sayd 48, 50, Zühd 62.
230 ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
bedevi! Allah, Beni İsrail’den bir boya lanet etti veya gazap etti.
(Ceza olarak) onları yeryüzünde yürüyen hayvanlar haline çevirdi.
Bilemem, ola ki bu, o lanete meshe uğrayan kimselerdendir. Bu
sebeple ondan ne yerim ne de yiyenleri menederim!’ dedi.”334
Kertenkeleyi Bir Vuruşta Öldürene Yüz Sevap
Hadis rivayetlerinde kertenkelenin fasık olduğu ve öldürülmesi
gerektiği söylenmiştir: “Resulullah kelerin öldürülmesini emretti
ve onu fuveysıka diye isimlendirdi.”335 Başka bir r ivayette ise
kertenkele öldürmenin vuruş sevapları hesaplanmıştır: “Resulullah
buyurdular ki: Kim keleri ilk darbede öldürürse ona yüz sevap
yazılır. İkinci vuruşta öldürürse daha az kazanır. Üçüncü vuruşta
ise bundan da az sevap kazanır.”336 Ne zorunuz var şu kertenkele
ile diye sorası geliyor insanın. Ancak hadis rivayetlerinde
kertenkelenin, Hz. İbrahim için yakılan ateşi alevlendirmek için
üflediği iftirasına uğradığını görünce kertenkele düşmanlığının
sebebi anlaşılıyor gibi. Bununla beraber kertenkelenin zehirli
bir hayvan olduğu için öldürülmesinin emredildiği iddia edilir.
Oysa kertenkelelerin önemli bir kısmı iddia edildiği gibi zehirli
varlıklar değillerdir. Uzunlukları bir metreyi bulan ve zehirli
olabilen bazı türlerinin bile zehir iletim mekanizmaları gelişmemiş
olduğundan insanlar için ciddi bir tehlike oluşturmazlar. Aksine
kertenkeleler, böcek ve kurtlarla geçindiklerinden insanlar için
faydalı sayılırlar. Allah hiçbir canlıyı boş yere yaratmamıştır. Her
birinin ekolojik sistem içinde dengeyi sağlamak üzere bir görevi
vardır. İnsana doğrudan zarar verebilecek hayvanlar için gereken
tedbir alınır. Bunun dışında Allah’ın doğrudan öldürülmelerini
emrettiği bir hayvan bulunmamaktadır.
334 Müslim, Sayd 51, (1951).
335 Müslim, Selam 144, (2238); Ebu Davud, Edeb 176, (5262).
336 Müslim, Selam 147 (2240); Ebu Davud, Edeb 175, (5263, 5264); Tirmizi, Ahkam
1, (1482).
HADİ SLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OL AMAZLAR? 231
Zina Eden Maymunların Taşlanması
Hadis rivayetlerinde maymunların zina ettiği ve diğer maymunların
zina eden maymunları taşlayarak öldürdükleri ve hatta buna
şahit olan sahabenin de o maymunlara taş attığı iddia edilmiştir:
“Amr ibn Meymûn şöyle demiştir: Ben cahiliye devrinde
zina etmiş olan bir maymunun üzerine birçok maymunların
toplanmış olduklarını gördüm. Maymunlar o zina eden maymunu
recmettiler. Ben de o maymunlar topluluğunun beraberinde zina
eden maymuna taş attım.”337 Buhari’de yer alan bu r ivayetin
ne kadar saçma olduğunu tartışmaya gerek olmadığı açıktır.
Ancak bazı önemli noktalarına vurgu yapmakta fayda vardır.
Hayvanlar, insanlar gibi ahlaki anlamda sorumluluk sahibi
varlıklar değildirler. Hayvanlara gönderilmiş olan bir din ve
ahlak yasası bulunmamaktadır. Hayvanlar arasında zinanın söz
konusu olabilmesi için hayvanlar arasında evlilik kurumunun
olduğunun iddia edilmesi gerekir. Böyle bir şeyin söz konusu
olmadığı da açıktır. Bu türden rivayetleri kurtarmaya çalışanlar,
zina cezasının recm yani taşlanarak öldürmek olduğu hükmünün
gayet doğal bir şey olduğunu hatta maymunlar arasında dahi
uygulandığını ileri sürmeye çalışmaktadırlar. Muhtemelen bu
rivayeti uyduranlar da bu amaçla uydurmuşlardı. Zina suçunun
cezasının recm olduğu iddiasının büyük bir iftira ve yalan
olduğuna daha önce dikkat çekilmişti. Rivayeti aktardığı iddia
edilen sahabenin maymunu ne sebeple taşladıkları bilgisini
maymunlardan nasıl aldığı ise ayrı bir soru işaretidir.
Etin Kokma, Yemeğin Bozulma Sebebi
Müslim’de geçen bir rivayette yemeğin bozulmasının ve etin
kokmasının nedeninin İsrailoğulları olduğu söylenir: “Resulullah
buyurdular ki: Eğer İsrailoğulları olmasaydı yemek bozulmaz
ve et kokmazdı. Eğer Havva olmasaydı, kadınlar kocalarına
337 Buhari, Menakıbu’l-Ensar 27.
hiçbir zaman ihanet etmezdi.”338 Rivayetin Buhari’de geçen
versiyonunda ise “yemek bozulmaz” ifadesinin metinden çıkarıldığı
ve rivayetin ilk kısmının: “Eğer İsrailoğulları olmasaydı et
kokmazdı”339 şeklinde verildiği görülmektedir. Peygamberimizin
dilinden bunu iddia edenlere göre İsrailoğullarından önce bir
et ne kadar beklerse beklesin kokmaz, yemek de bozulmazdı.
Oysa et ve yemek Allah’ın sünneti yani yasası gereği bozulur.
Allah’ın yasası, İsrailoğullarından önce de sonra da aynıdır.
Bu hadisi kendilerince yorumlayarak kurtarmaya çabalayanlar
İsrailoğullarının cimrilik ve aç gözlülük ederek eti stoklamaları
sebebiyle etlerini kokuttuklarını, rivayette buna işaret edildiğini ve
onlardan önce etin kokmadığının iddia edilmediğini ileri sürerler.
Oysa rivayette iddia ettikleri şekilde açıklamalar olmadığı gibi
rivayetin devamında Hz. Âdem’in eşi üzerinden yapılan iftira,
kadınların ihanet etmelerinin sebebini Hz. Havva’ya dayandırdığı
gibi etin ve yemeğin bozulmasının sebebini İsrailoğullarına
dayandırmaktadır.
Yemeğin El İle Yenmesi, Parmakların Yalanmadan Veya Yalatılmadan Silinmemesi
Yine rivayetlerde etin bıçakla kesilmeyip dişlerle kemirerek
yenilmesi gerektiği çünkü bunun, sıhhat ve afiyet için daha iyi
olduğu ifade edilmiştir.340 Öte taraftan yemeğin elle yenilmesi
ve yemekten sonra eller ve parmaklar, dille yalanmadan ya da
başkasına yalatılmadan elin (mendille) silinmemesi söylenmiştir:
“Resulullah buyurdular ki: Biriniz yemek yiyince, yalamadıkça
veya yalatmadıkça elini (mendile) silmesin.”341 Başka bir rivayette
peygamberimizin parmaklarla beraber yemek yenen kapların
338 Müslim, Rada 63, 65 (1470).
339 Buhari, Enbiya 1, 25.
340 Ebu Davud, Et’ime 21, (3778).
341 Buhari, Et’ime 52; Müslim, Eşribe 129, (2031); Ebu Davud, Et’ime 52, (3847).
da yalanmasını emrettiği söylenmiştir.342 Bu tür iddiaların
peygamberimizden önceki dönemden kalma alışkanlıklarını
değiştirmek istemeyen kişiler tarafından uydurulmuş olması
muhtemeldir. Parmakların yalanması bir yana başkasına yalatılmadan
mendil ile silinmemesinin söylenmesinin, insanları cehaletten
kurtaran ve medenileştiren bir dinin hükmü olamayacağı açıktır.
Öte yandan özellikle ülkemizde, güvenilir oldukları inancı ile
hadisleri savunanların yaygın olarak elleri ile yemek yemedikleri,
yemekten sonra parmaklarını ve kapları yalamadıkları ya da
başkalarına yalatmadıkları ortadadır.
Sol El İle Yemenin Yasak Edilmesi
Yine sol elle yiyip içmek yasaklanmış çünkü şeytanın sol
eliyle yiyip içtiği iddia edilmiştir.343 Hatta bir başka r ivayette
peygamberimizin sol eli ile yememesi için uyardığı kişinin
yemeğe devam etmesi sebebiyle o kişiye beddua ettiği ve
kişinin sol elini kaldıramaz hale geldiği iddia edilmiştir:
“Resulullah’ın yanında bir adam sol eliyle yemek yemişti.
‘Sağınla ye!’ ferman buyurdu. Adam: ‘Yiyemiyorum!’ dedi.
Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: ‘Yiyemez ol! Onu böyle
demeye kibri sevk etti.’ buyurdular. Bundan sonra elini ağzına
kaldıramadı.”344 Sol elin sağ elden bir farkı olmadığı açıktır.
İnsanların bir kısmının neden sol ellerini kullandıkları halen
daha bilimsel olarak tam olarak açıklanamamakla birlikte sol
ellerini kullanmaya yatkın olmalarının genelde kendi iradeleri
ile gerçekleşen bir durum olmadığı, biyolojik süreçlere dayalı
olduğu bilinmektedir. Bu yüzden kimsenin sol elini kullanması
sebebiyle suçlanması kabul edilemez. Bu türden temelsiz iddialar
ile yok yere insanların hayatları zorlaştırılmaktadır. Böyle
342 Müslim, Eşribe 136, (2034); Tirmizi, Et’ime 11, (1803).
343 Müslim, Eşribe 106, (2020); Ebu Davud, Et’ime 20, (3776); Tirmizi, Et’ime 9,
(1801).
344 Müslim, Eşribe 107, (2021).
saçma iddialar ile peygamberimize yapılan iftiralar ancak hadis
rivayetleri içinde olurlar.
Deve Eti ve Ateşte Pişen Şeyler Yedikten Sonra Abdest Alınması
Sadece namaz kılmak için alınması gerekli olan abdest ile ilgili
de garip bazı rivayetler uydurulmuştur. Bunlardan birine göre
deve eti yiyenin abdest alması gerektiği ama koyun eti yiyenin
abdest almasına gerek olmadığı iddia edilmiştir.345 Yine başka
bir rivayette ateşte pişen şeyler yiyince abdest alınması gerektiği
söylenmiştir.346 Başka bir rivayette ise peygamberimizin, Kur’an’a
uygun bir şekilde sadece namaz kılmak için abdest almakla
mükellef kılındığını söylediği görülmektedir: “Resulullah bir
gün heladan çıkmıştı. Hemen kendisine bir yemek takdim
edildi. (O da kabul buyurdu. Ashaptan bazısı) ‘Size abdest suyu
getirmeyelim mi?’ dediler. Onlara: ‘Namaza kalkınca abdest
almakla emrolundum!” cevabını verdi.”347 Bu rivayet ile çelişen
başka rivayetlere göre ise peygamberimizin namaz dışında da
örneğin cenazeyi taşıyan kişilerin de abdest alması gerektiğini
söylediği iddia edilmiştir.348
Bir Şey Yiyip İçmenin Yasaklandığı Kaplar
Hadis rivayetlerinde peygamberimizin altın ve gümüş kap ve
tabak içerisinde yemek yemeyi ve su içmeyi yasakladığı, altın ve
gümüş kaptan bir şey içenin karnına cehennem ateşi doldurduğunu
söylediği iddia edilmiştir.349 Allah’ın yasaklamadığı bir şeyi
345 Müslim, Hayz 97, (360).
346 Müslim, Hayz 90, (352); Nesai, Taharet 122, (1, 105-106); Tirmizi, Taharet 58,
(79); Ebu Davud, Taharet 76, (194).
347 Müslim, Hayz 118, (374); Ebu Davud, Et’ime 11, (3760); Tirmizi, Et’ime 40,
(1848); Nesai, Taharet 101, (1, 85).
348 Ebu Davud, Cengiz 39, (3161); Tirmizi, Cenaiz 17, (993).
349 Buhari, Eşribe 28; Müslim, Libas 1, (2065); İbn Mace, Eşribe 17 (3413). Buhari,
Et’ime 29; Müslim, Libâs 5.
peygamberimizin yasaklanamayacağı açıktır. Buna rağmen bu
türden rivayetleri uyduranlar Allah’ın haram etmediği şeyleri
haram kılarak Allah’ın sınırlarının dışına çıkmışlardır.
Ayakta Giyinmenin Yasaklanması
Rivayetlerde öyle iddialarda bulunulmuştur ki bazen bu tür
rivayetleri peygamberimizden gelen hadisler oldukları iddiası
ile değil de herhangi birinin sözü ya da iddiası olarak sunsanız
kimse tarafından kabul edilmeyecekleri açıktır. Maalesef bu türlü
iddialar Allah’ın vahyi ile insanları dosdoğru olan yola iletmek ve
âlemlere rahmet olmak üzere şereflendirilmiş peygamberimize
isnat edilerek meşrulaştırılmışlardır. Bir rivayette peygamberimizin
ayakta giyinmeyi yasakladığı iddia edilmiştir.350 Bir diğerinde
ayakkabının da ayakta giyilmesini yasaklamadığı iddia edilmiştir.351
Bu iddiaların ne kadar garip olduğunu tartışmaya gerek yoktur.
Rivayetleri dinin kaynağı kabul edenlerin muhtemelen hiçbiri
kendi günlük hayatında bu rivayetleri uygulamıyordur.
Hadis Rivayetlerinde Resim ve Sanat Düşmanlığı
Yine bir rivayette bütün ressamların cehennemlik olacağı iddia
edilmiştir.352 Aynı şekilde resim yaparak bir sureti tasvir edenlerin
(kıyamet günü) bu yaptığına ruh üflemesinin emredileceği
yani onu canlandırmasının söyleneceği ancak yaptığı şeyi
canlandıramayacağı için sürekli olarak azapta kalacağı söylenmiştir.353
Oysa Kur’an’da bu iddiayı haklı çıkartacak en ufak bir ifade dahi
bulunmamaktadır. Resim ve benzeri sanatlar Allah’ın evreni ve
yaşamı yaratırken bir anlamda süs kıldığı güzellikleri bir kâğıt
üzerine aktarmaktır. İnsanlar genelde hayranlık duydukları bir
şeyin resmini yapar ve onu taklit etmeye çalışırlar. Dolayısıyla
350 Tirmizi, Libas 35, (1776, 1777); Ebu Davud, Libas 44, (4135).
351 İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/467.
352 Buhari, Büyu 104; Müslim, Libas 99, (2110); Nesai, Zinet 112, (8, 212, 214).
353 Buhari, Ta’bir 45; Ebu Davud, Edeb 96, (5024); Tirmizi, Rü’ya 8, (2284).
meşru dairede resim yapmak azap sebebi değil aksine Allah’ın
sanatının takdir edilmesinin bir şeklidir.
Yine kimi hadislerde şairin şeytan olduğu iddiası yer
alır.354 Şiir de benzeri birçok uğraşta olduğu gibi insanların
duygularını aktarmalarının bir aracıdır. Allah sevgisini,
peygamber sevgisini ve Allah’ın yaratma sanatına duyulan
muhabbeti ifade eden birçok şiir yazılmıştır. Şeytan olan
birisi bu sevgileri böylesine içten ifade edebilir mi? Yine
bazı rivayetlerde çalgı aletlerinin de haram olduğu iddiası yer
alır.355 Dolayısıyla çalgı aletleri kullanılarak gerçekleştirilen
her türlü sanatsal faaliyetin de hadis rivayetlerinden onay
alamadığı açıktır. Oysa Kur’an’da çalgı aletlerini kullanmanın
yasak olduğuna dair bir ifade yer almaz.
Evdeki Dördüncü Yatağın Şeytan Olması
Hadis rivayetlerindeki saçma iddialar saymakla bitmeyecek
türdendir. Bunlardan biri de evde üçten fazla yatak olmaması
gerektiği, kişinin kendisi için bir yatak, kadın için bir yatak, misafir
için bir yatak olmasının yeterli olduğu zira dördüncü yatağın
şeytana olacağının iddia edildiği rivayettir.356 Yine rivayetlerde
âdemoğlunun oturacağı ev, bedenini örtecek elbise, yiyecek ekmek
ile su koyacak kap dışında bir hakkı olmadığı söylenmiştir.357
Helal dairesi içinde israf yapmadan ölçülü bir şekilde Allah’ın
sunmuş olduğu nimet ve imkânlardan faydalanmak insanların
en doğal hakkıdır. Maalesef bu türden rivayetleri uyduranlar
ve bu rivayetleri esas alanlar, Allah’ın getirmediği sınırlamaları
getirerek temelsiz iddialarda bulunmaktadırlar.
354 Buhari, Edeb, 92; Müslim, Şiir 7, (2257); Ebu Davud, Edeb 95, (5009); Tirmizi,
Edeb 71, (2855).
355 Buhari, Eşribe 6; Tirmizi, Fiten 39, (2211).
356 Ebu Davud, Libas 45, (4142); Nesai, Nikâh 82, (6,135); Müslim, Libas 41, (2084).
357 Tirmizi, Zühd 30.
Yalnız Yolculuk Yapanın Şeytan Olması
Yine benzer şekilde hadis rivayetlerinde birçok garip haram
ve yasaklar uydurulduğunu görmek mümkündür. Bir rivayette
peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilmiştir: “Resulullah
buyurdular ki: Bir atlı bir şeytandır, iki atlı iki şeytandır, üç atlı
bir gruptur.”358 Görüldüğü gibi yalnız yolculuk yapılmaması, tek
başına seyahat edenin bir şeytan, iki kişi seyahat edenin iki şeytan,
üç kişinin ise kafile olduğu söylenmiştir. Şayet tehlike gibi bir
durum karşısında peygamberimizin bir tavsiyede bulunmuş olması
söz konusu edilecekse bu şekilde seyahat eden kişileri “şeytan”
olarak tanımlamayacağı kesindir. Oysa birçok rivayette olduğu
gibi bu türden rivayetleri uyduranlar, kendi zihin dünyalarını
peygamberimiz üzerinden dile getirmekten çekinmemişlerdir.
Yetişkin Bir Erkeğin Emzirilmesi
Bazı hadis rivayetlerinde peygamberimizin, kadınların kendilerine
haram olması için yetişkin bir erkeği emzirebileceğini söylediği
iddia edilmiştir: “Ey Allah’ın Resulü! Salim’in eve gelmesinden
ötürü Ebu Huzeyfe’nin yüzünde bir hoşnutsuzluk görüyorum.
Bunun üzerine Hz. Peygamber “Onu emzir.” buyurdu. Sehle; “Bu,
büyük bir adam, onu nasıl emzireceğim?” deyince, Resulullah
tebessüm etti ve “Onun büyük adam olduğunu biliyorum.”
dedi.”359 Diğer bir rivayette de peygamberimizin şöyle söylediği
iddia edilmiştir: “Git onu emzir, artık senin için bir mahrem olur
ve Ebu Huzeyfe’nin içindekiler de kaybolur.”360 Rivayetlerden de
görüldüğü gibi peygamberimiz kendisine haram olması için bir
kadının yetişkin bir erkeği emzirmesine ruhsat vermiştir. Her
ne kadar bu rivayetleri kurtarmak için yorumlamaya çalışanlar
bu ruhsatın o kişiye özel verildiğini iddia etseler de rivayette bu
şekilde bir açıklama ve vurgu bulunmamaktadır. Bir yandan bu
358 Ebu Davud, Cihad 86, (2607); Tirmizi, Cihad 4, (1674).
359 Müslim, Rada 26, (1453).
360 Müslim, Rada 27, (1454).
türden bir uygulama ile peygamberimizin sorunun çözüleceğini
söylediğini iddia etmişler bir yandan da Hz. Aişe’nin yanındaki süt
kardeşini gördüğünde peygamberimizin bozulduğunu ve “Dikkat
edin süt kardeşliği açlıktan doğar” dediğini iddia etmişlerdir:
“Yanımda oturan bir adam olduğu halde Resulullah odama girdi.
Bu durum ona çok ağır geldi ve öfkesini yüzünden okudum.
Bunun üzerine: “Ya Resulullah! Bu benim süt kardeşimdir.”
dedim. O da; “Siz kadınlar süt kardeşlerinizi iyi düşünün! Çünkü
süt kardeşliği, açlıktan dolayı hâsıl olur!” buyurdu.”361 Birkaç
yıl önce Mısır’daki El-Ezher Üniversitesinin Hadis Bölümü
Başkanı, “Kadınlar, aynı işyerindeki erkekleri emzirirse, akrabaya
dönüşür, tacize uğramaktan kurtulur” şeklinde bir fetva verdi
ve tartışmalara yol açtı. El-Ezher Üniversitesi’nden yapılan
açıklamada ise bu fetvanın İslam’ı küçük düşürücü nitelikte
olduğu söylendi. Oysa hadisleri dinin kaynağı kabul edenlere
göre verilen bu fetvanın geçerli olması gerekir.
Hz. Aişe’nin Erkeklerin Önünde Gusül Abdesti Alması
Güvenilir kabul edilen hadis kitaplarının içinde sadece peygamberimize
değil, eşlerine ve bazı sahabelere de iftira edildiğini görmek
mümkündür. Bunlardan biri de kendisine peygamberimizin nasıl
gusül abdesti aldığı sorulduğunda Hz. Aişe’nin su getirilmesini
isteyerek bir perde arkasından kendisine bu soruyu soran erkeklerin
önünde bizzat uygulamalı olarak gusül abdesti alması rivayetidir.
Rivayet şu şekildedir: “Hz. Aişe’nin yanına girmiştim. Yanımda
Hz. Aişe’nin süt kardeşi vardı. Kendisine, Resulullah’ın cenabetten
nasıl yıkandığını sorduk. Bir sa’ miktarında bir kap getirtti ve
onunla yıkandı. Aişe ile aramızda bir perde vardı. (Yıkanırken)
üzerine üç kere su döktü ve dedi ki: Resulullah’ın zevceleri,
saçları kulak memesi civarında olması için saçlarının başlarını
361 Buhari, Nikâh 21, Şehadat 1; Müslim, Rada 32, (1455); Ebu Davud, Nikâh 9,
(2058); Nesai, Nikâh 51, (6, 102).
alırlardı.”362 Bu sorunun peygamberimize değil de Hz. Aişe’ye
sorulması son derece gariptir. Şayet Hz. Aişe’ye böyle bir soru
sorulmuşsa Hz. Aişe’nin bu soruyu bizzat yıkanarak uygulamalı
olarak göstermesi daha da gariptir. Çünkü peygamberimizin nasıl
gusül abdesti aldığını anlatmak için yıkanmaya gerek yoktur.
Nasıl olduğu kolay bir şekilde tarif edilebilir. Ancak görüldüğü
gibi bu türden temelsiz iddialar ile peygamberimizin aile üyeleri
de itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır.
Hz. Aişe’nin Peygamberimizin Eşleri İle İlgili
Ayetlere Tahammül Edememesi
Bazı rivayetlerde Hz. Aişe’nin peygamberimizi çok fazla kıskandığı
ve öyle ki inen bazı ayetler sebebiyle Allah’a ve peygamberimize
sitem edercesine tahammülsüz konuştuğu iddia edilmiştir. Bu
rivayetlerden biri şu şekildedir: “Ben (kıskançlığın şevkiyle):
‘Kadın kısmı bir erkeğe evlenme teklifi yapmaktan sıkılmaz mı?’
diyerek bu şekilde nefislerini peygambere hibe eden Peygamber
kadınlarını ayıplardım ve ‘Hiç kadın kadınlığını mehirsiz
hibe eder mi?’ derdim. Ne zaman ki: ‘Onlardan kimi dilersen
(nevbetinden) geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin.
(Nevbetinden) geri bıraktıklarından kimi istersen (nezdine almak)
sana güçlük yoktur...’ (Ahzab Suresi 51) mealindeki ayet nazil
oldu, (kendimi tutamayarak): ‘Görüyorum ki Rabbin sadece senin
hevanı (tutkularını, nefsinin arzu ve isteklerini) gerçekleştirmek
için acele ediyor.’ dedim.”363 Rivayette de görüldüğü gibi Hz.
Aişe Allah’ın peygamberimize vermiş olduğu bazı haklardan
memnuniyetsizliğini ifade etmekte ve bu konuda gelen ayetlere
karşı hoşnutsuz bir tavır sergileyerek Allah’a ve peygamberimize
bir anlamda sitem etmektedir.
362 Buhari, Gusl 2; Müslim, Hayz 41, 42, (319, 320); Ebu Davud, Taharet 97, (238);
Nesai, Taharet 144, (1, 127).
363 Buhari, Tefsir, Ahzab 7, Nikâh 29; Müslim, Rada 49, (1464); Ebu Davud, Nikâh
39, (2136); Nesai, Nikâh 1, (6, 54).
240 ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
Burnun İçinde Geceleyen ve
Ezan Duyunca Yellenerek Kaçan Şeytan
Hadis rivayetlerinde şeytanın garip halleri ile ilgili birtakım iddialar
yer alır. Şeytanın helâda insanların makatlarıyla oynadığı,364 namaz
için çağrı yapıldığı vakit, şeytanın sesli sesli yellenerek oradan
uzaklaştığı,365 uykudan uyanıldığı zaman üç kere sümkürülmesi
gerektiği çünkü şeytanın, burnun içinde gecelediği söylenir.366
Bir başka rivayette bütün gece sabaha kadar uyuyan bir adam
için peygamberimizin: “Öyleyse o adamın kulaklarına -veya
kulağına- şeytan işemiştir.”367 dediği, bir başka r ivayette de
“Biriniz uyuduğu zaman şeytan onun ense köküne üç düğüm
atar. Her bir düğümü attığı yere, ‘Gecen uzun olsun, yat, uyu!’
diye eliyle vurur” dediği iddia edilmiştir.368
Yine hadislerde hoşlanmadığı bir rüya gören kişinin, sol
tarafına üç defa tükürmesi ve şeytanın şerrinden üç defa Allah’a
sığınarak yattığı tarafından öbür yanına dönmesi,369 Allah’ın
hapşıranı sevdiği, fakat esneyeni sevmediği çünkü esnemenin
şeytandan olduğu ve esnemesi gelen kişinin onu gücü yettiği
kadar engellemeye çalışması çünkü biri esnediği zaman şeytanın
ona güldüğü,370 bir başka rivayette de esneyen kişinin eliyle
ağzını tutması aksi halde şeytanın o kişinin ağzına gireceği iddia
edilir.371 Yine bir rivayette de Ramazan ayı girdiğinde cennet
kapılarının açıldığı, cehennem kapılarının kapandığı ve şeytanların
364 Ebu Davud, Taharet 19, (35).
365 Buhari, Ezan 4, Amel fi’s-Salat 18, Sehv 6, Bed’ü’l-Halk 11; Müslim, Salat 19,
(389), Mesacid 83, (389); Ebu Davud, Salat 31, (516); Nesai, Ezan 30, (2, 21).
366 Buhari, Bed’ül-Halk 11, (6, 243); Müslim, Taharet 23, (238); Nesai, Taharet 73, (1,
67).
367 Buhari, Teheccüd 13, Bed’ü’l-Halk 11; Müslim, Müsafirin 205; Nesai, Kıyamü’lleyl
5.
368 Buhari, Teheccüd 12, Bed’ü’l-Halk 11; Müslim, Müsafirin 207; Ebu Davud, Tatavvu
18; İbn Mace, İkamet 174.
369 Buhari, Tıbb 39; Müslim, Rü’ya 5; Ebu Davud, Edeb 88; İbn Mace, Ta’bir 4.
370 Buhari, Edeb 125, 128; Tirmizi, Edeb 7.
371 Müslim, Zühd 57, 58; Ebu Davud, Edeb 89.
bağlandığı iddia edilmiştir.372 Bir rivayette ise Hz. İsa dışında
doğan tüm çocukların ağlamalarının sebebinin şeytanın gelip
onları dürtmesi ve ağlatması olduğu iddia edilmiştir: “Resulullah
buyurdular ki: Âdemoğlundan doğduğu vakit, şeytanın dürtüp
de ağlatmadığı kimse yoktur. Bundan sadece Meryem oğlu İsa
hariçtir.”373
Şehit Olunan Kimi Ölüm Şekilleri
Hadis rivayetlerinde şehitliğin sıradanlaştırılmış ve anlamsız birçok
ölüm sebebinin, ölen kişinin şehit olmasına sebep olduğu iddia
edilmiştir. Rivayetlerde veba, karın ağrısı ve boğulma sebebiyle
ölenlerin şehit olduğu,374 ishalden, yanarak ve yıkık altında ölen
ile karnında çocuk varken ölen kadının şehit olduğu,375 gurbette
ölen kişinin şehit olduğu,376 deniz tutması sebebiyle (gemide)
kusan kimseye şehit sevabı verileceği ve boğularak ölene iki
şehit sevabı olduğu,377 malını müdafaa ederken öldürülen kişinin
şehit olduğu söylenmiştir.378 Bunların dışında ayrı bir rivayette de
her ne hikmetse Ehli Kitap tarafından öldürülen birine iki şehit
mükâfatı verileceği ifade edilmiştir.379 Bu iddiaların Kur’an’dan
referans alacak bir temeli olmadığı ortadadır.
Suların Temizliği ve Şifa Reçeteleri
Hadis rivayetlerinde hem bilimsel açıdan hem de akıl ve mantık
açısından kabul edilmesi mümkün olmayan ifadelerin yer aldığını
görmek mümkündür. Bu türden rivayetlerin uyduruldukları
372 Buhari, Savm 5, Bed’ul-Halk 11; Müslim, Sıyam 1, 2, 4, 5.
373 Buhari, Enbiya 44, Bed’ü’l-Halk 11, Tefsir, Al-i İmran 2; Müslim, Fezail 147,
(2366).
374 Müslim, İmaret 165, (1915); Tirmizi, Cenaiz 65, (1063).
375 Ebu Davud, Cenaiz 15, (3111); Nesai, Cenaiz 14, (4, 13, 14).
376 İbn Mace, Cenaiz, 61.
377 Ebu Davud, Cihad 10, (2493).
378 Tirmizi, Cenaiz 66, (1063).
379 Ebu Davud, Cihad 8, (2488).
242 ALLAH’A ÖĞRETİLEN DİN
dönemde bilimsel ve tıbbi bilginin yetersiz oluşu sebebiyle
insanların özellikle hijyen gibi bazı meselelerde kabul edilmesi
mümkün olmayan bazı iddialarda bulundukları görülmektedir.
Hadislerde peygamberimizin, köpek leşleri, kadın hayız bezleri
ve insan pislikleri olan kuyudan su alınabileceğini, su temiz olduğu
için onu hiçbir şeyin kirletmeyeceğini söylediği iddia edilmiştir.380
Bu iddianın gerçek olması mümkün değildir. Suyu hiçbir şeyin
kirletmeyeceği doğru değildir. Kirli sular sebebiyle birçok insan
ve canlı hastalanmakta ve ölümle sonuçlanan durumlar ortaya
çıkmaktadır. Suyu hiçbir şeyin kirletmeyeceği rivayetine rağmen
peygamberimizin durgun suya idrar yapılmasını yasakladığına
dair de bir rivayet bulunmaktadır: “Resulullah durgun sulara
idrar yapmayı yasakladı.”381 Bu iki rivayetin birbiri ile çeliştiği
görülmektedir.
Yine hadislerde daha önce de dikkat çekildiği gibi bulaşıcı
hastalığın olmadığı iddia edilmiştir.382 Her sabah yedi tane acve
hurması yiyen kişiye geceye kadar zehrin de sihrin de hiçbir
şekilde etki etmeyeceği383 ve çörek otunun ölüm dışında her
derde deva olduğu söylenmiştir.384 Yemeğin içine düşen sineğin
tamamen yemeğe daldırılması zira sineğin bir kanadında zehir diğer
kanadında panzehir taşıdığı iddia edilmiştir.385 Bazı rivayetlerde
de Medine’ye gelen bir grup hastalanınca peygamberimizin bu
kişilere, develerin sütlerinden ve idrarlarından içmelerini tavsiye
ettiği ve bu kişilerin şifa buldukları iddia edilmiştir.386
380 Ebu Davud, Taharet 34, (66); Tirmizi, Taharet 49, (66); Nesai, Miyah 2, (1, 174).
381 Müslim, Taharet 94; Tirmizi, Taharet 51; Nesai, Taharet 31, 140; Gusül 1; İbn
Mace, Taharet 25.
382 Buhari, Tıbb 44, 54; Müslim, Selam 113, (2224); Tirmizi, Kader 9, (2144).
383 Buhari, Tıbb 52, 56, Et’ime 43; Müslim, Eşribe 154, (2047); Ebu Davud, Tıbb 12,
(3875, 3876).
384 Buhari, Tıbb 7; Müslim, Selam 89, (2215); Tirmizi, Tıbb 5, (2042), 22, (2071).
385 Ebu Davud, Et’ime 49, (3844); Buhari, Tıbb 58, Bed’ül-Halk 14; İbn Mace, Tıbb 31,
(3504, 3505); Nesai, Fera’ 11 (7, 178).
386 Tirmizi, Tıbb 6, (2043).
Yine bir rivayette bir kimsenin herhangi bir yeri ağrıdığında
veya yara bere olduğunda peygamberimizin şehadet parmağını
yere değdirip kaldırarak “Bismillah, bu birimizin tükürüğüyle
karışmış bizim yurdumuzun toprağıdır, Rabbimizin izniyle
hastalarımıza iyi gelir” dediği iddia edilmiştir.387 Yine başka
bir rivayette de İslam’da doğan ilk çocuğu peygamberimize
getirdikleri, peygamberimizin bir hurma alarak ağzında ezdiği,
sonra çocuğun ağzını açtığı ve ağzına tükürüğünü püskürttüğü
iddia edilmiştir.388
Çarşı Pazar Düşmanlığı
Çarşı ve pazarlar insanların her dönemde günlük ihtiyaçlarını
karşılamak üzere gittikleri yerlerdir. Şüphesiz insanın gereksiz
ve amaçsız olarak çarşı pazarda gezinmesi vakit kaybından
ibarettir. İnanan insanların vakitlerini verimli kullanmaları
ve faydalı işler ile geçirmeleri gerekir. Ancak gereksinimlerin
temin edilmesi için çarşı ve pazarlara gidilmesi son derece
doğaldır. Buna rağmen çeşitli rivayetlerde maksadını aşan
iddialarda bulunulmuştur. Örneğin çarşının, şeytanın insanları
şaşırtmak için kıyasıya savaş verdiği yer olduğu ve bayrağının
da orada dalgalandığı söylenmiş389 ve Allah’ın en fazla nefret
ettiği yerlerin çarşı ve pazarlar olduğu iddia edilmiştir.390
“Çarşı ve pazarlara gittiğinizde işinizi görüp oyalanmadan
faydalı işlerinize yönelin. Boşa vakit harcamayın” türünden
tavsiye nitelikli ifadeler olsa belki kendi içinde anlaşılabilir
ve kabul edilebilir olacak, ancak bu şekilde temelsiz ve büyük
cümleler kurmak, bu türden hadis rivayetlerini uyduranların
ölçüsüzlüklerini ortaya koymaktadır.
387 Buhari, Tıbb 38; Müslim, Selam 54; Ebu Davud, Tıbb 19; İbn Mace, Tıbb 36.
388 Buhari, Menakıbu’l-Ensar 46, Cenaiz 42, Akika 1; Müslim, Adab 22, 26, (2144,
2146); Ebu Davud, Edeb 69, (4951).
389 Müslim, Fedailu’s-Sahabe 100, (2451).
390 Müslim, Mescid 288, (671EM ------------------------------e---------------------------------------------------------------------------------------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder