30 Ocak 2019 Çarşamba

İBNİ KUTEYBENİN HADİS MÜDAFASI 5


 
İDDİÂ:Rasûlullahın,MBiriniz uykudan kalkın­ca, üç kere yıkamadan .ellerini su kabına sokma­sın.Çünkü o, elinin nerede gecelediğini ( gece vü­cudunun neresine dokunduğunu ) bilemez.[525]
dediğini rivayet ettiniz.Eğer "...çünkü o,elinin nerede gecelediğini bilemez." sözü olmasaydı, bu hadis (in manası) doğru olabilirdi.Fakat hepimiz mutlaka,eli-nin; bedeninin,ayağının,kulağının,burnunun ve sair uzuvlarının gecelediği yerde gecelediğini biliriz. Olsa olsa en kötüsü bir kimse eli ile fercine (avret yerine )do-kunmuş olabilir
Eğer bir kimse uyanık iken avret yerine dokunsa bu onun taharetini bozmaz. O halde bilmediği halde dokununca nasıl olur ( da bozulur)? Allah insanları bilmediği şeylerden mesul tutmaz. Çünkü uyuyan kimse,uykusunda sayıklayabilir veya karısını boşaya-bilir yahut (küfrü icabettirecek şeyler söyleyerek) küf­re girebilir,iftira edebilir.komşusunun hanımı ile mü­nasebette bulunabilir ve kendisine göre o,uykuda zi­na eden bir kimsedir.Sonra (uyanınca) bütün bunlar­dan dolayı ne dünyevi ne de uhrevi hükümler bakı­mından mesul tutulmaz.muâhaze edilmez...
CEVAB:Biz deriz ki:Bu akılcının (en-nazzâr) bil diği bir ise bilmediği pekçoktur.
Fıkıhçılarin çoğunun bu hadisle ve "Kim fercine (av­ret yerine) dokunursa abdest alsın.[526]hadisi ile amel ederek, gerek uykuda, gerek uyanık iken fercine dokun­manın abdesti icabettireceğini kabul ettiklerini bilmiyor mu?
Mamafih biz, fakihlerin bu görüşünü kabul etmemekte ve ferce dokunmaktan dolayı emredilen abdestten kasdın elleri yıkamak olduğunu, bunun da sebebinin ferclerin ha-des (küçük-büyük dışkı ve yel) ve necasetlerin çıkış yeri ol­duğunu kabul etmekteyiz.
Aynı şekilde ateşte kızartılan etin yenmesinden dola­yıolan abdest te[527]bize göre, elleri yağdan, kızartılan ve pişirilen yemeklerden dolayıyıkamaktır.
Biz bunu pekçok yerde açıklamış ve bu husustaki de­lilleri zikretmeştik.
Ferce dokunmaktan dolayı olan abdestten maksat el­leri yıkamak olunca, Rasûiullahın, uykudan uyanana ka­ba sokmadan ellerini yıkamayıemrettiği de anlaşılmış olur. Çünkü o kimse, elinin nerede gecelediğini bilmez. Belki o, uykusunda fercine veya dübürüne (ön ve arka avret yerle­rine) dokunur. Onun eline idrar damlası veya -uykudan ön­ce cinsi münasebette bulunmuşsa- meni bulaşmasından emin olunamaz. Böyle iken elini yıkamadan önce kaba so­karsa suyu pisletmiş ve ifsad etmiş olur. [528]
Hadiste bilhassa, uyuyan kimse zikredilmiştir. Çün­kü uyuyan kimsenin eli, bu yerler ve dübürüne farkında olmadan dokunur...
Uyanık olan kimse ise, bu yerlerden birine dokun­duğu ve eline bir pislik bulaştığı zaman, bunun farkında olur ve durumunu bildiğinden ,elini kaba sokmadan veya yemekten ve musafaha etmeden Önce ellerini yıkar. [529]
İDDÎÂ:Rasûlullahın (S.A.V) develerin yattığı yerlerde namaz kılmaktan nehyettiğini .çünkü de­velerinşeytandan yaratıldığını rivayet ettiniz[530]
Rasûlullahın develerin yatüğı yerlerde namaz kılmaktan nehyetmesi inkâr olunamaz.Taabbudî (ibadetlerle ilgili) hususlarda bu câizdir.Ama bunu , devenin şeytandan yaratılmasına bağlamanıza gelin-ce:Biliyoruz ki Rasûlullah da sığırın sığırdan,aün at-tan,arslanın arslandan,sineğin sinekten yaratıldığı gi-bi.devenin de deveden yaratıldığını(meydana geldiği­ni! hiHrnl) bilir.
CEVABEN: Biz deriz ki:Rasûlullah olsun,başka-sı olsun devenin ancak deve yavruladığmı;ve ne bir şeytanın deve,ne de bir deveninşeytan yavrulmayaca-ğını bilir. (Rasûlullah ) bize sadece, yaratılışın aslın­da, deve ile şeytanın müşterek bir cinsten yaratıldığını bildirmiştir.
Rasûlullahın başka bir hadisindeki,"Deve şey­tanların cihetinden (tarafından ) yaratılmıştır, "sözü de sana bunu gösterir.O (S.A.V) bununla.şeytanın canibini,şeytanın cihetini (tarafını)kasdetmekte-dir.Tıpkı bunun gibi,"fulan göğe vardı" denilir.Ya-ni,gök tarafma,gök canibine demektir.
Eğer şeytanın neslinden olsaydı,elbette Rasûlul­lah (S.A.V) devenin şeytanın neslinden veya neslinin kollarından veya soyundan yaratıldığını veya buna benzer birşey söylerdi.
Araplar dâima develerden bir cinsi,cinlere (elhûş)[531]nisbet edegelmiş ve "Cinnî deve (= îbilun hûşiyyetun)" tabirini kullanmışlardır.Bu cins deve, develerin en huysuzu ve en azgınıdır..
Araplar,cinlerin el-Hûş beldesinde bir devesi olduğuna.bu devenin insanların develeri ile çiftleştiğine ve bu vahşi deveyi yavruladığına inanırlar.
Nitekim Ru'be de şöyle demiştir:
"Develerimiz Hûş diyarından geldi."
Bu görüşe göre devenin aslının bizzat cinlerden değil de .cinlerin devesinin yavrusundan olması müm-kündür.Rasûlullah da bu sebeple,"Şeytanların cani­binden.." buyurmuş tur. Yani (bizzat cinlerden değil) onların tarafından,cihetinden demektir.
Bu ancak,cinlerin ve şeytanların varlığını inkar eden ve sadece gözü ile gördüğüne ve hisleri ile idrak ettiğine inanan kimsenin inkar edebileceği bir şeydir.Bu ise,zındıklardan ve felsefecilerden"Dehriy-ye=Materyalist" denilen bir zümrenin inancı(itikadı) dır.yoksa müslümanlann itikadı değildir. [532]
İDDİA:RasûluUahm (S.A.V) ."Eğer köpekler ümmetlerden bir ümmet olmasaydı,onların öldü­rülmesini emrederdim.Lâkin,onlardan sadece simsiyah olanların hepsini öldürün.[533]ve "Siyah (olan köpek) şeytandir."buyurduğunu rivayet etti­niz.
Sanki Rasûlullah (birinci) hadiste köpek cematını.bir cemaat (üinmet) oldukları için affetmekle bera­ber, (siyah köpeği Jsadece siyah olduğu için veya şey­tan olduğu için öldürtmektedir. Halbuki köpeklerin bir ümmet (cemaat) olmasında ise,ne onlann Öldürülme­sine mani olacak,ne de öldürülmelerini gerektirecek bir illet (sebep) yoktur...
Sonra üstelik,Rasûlullahın (S.AV) Medinede.bir tane bile kalmamak üzere bütün köpeklerin öldürül­melerini emrettiğini rivayet ettiniz.Köpekler bir üm­met olduğuna göre onları nasıl öldürtebilir?Onlann ümmet olmalan.Rasûlullahı bundan menetmeli değil-miidi?
Bu durumda köpekleri affetmesinin illeü.aynı zamanda onlan öldürtmesinin de illeti olmuş oluyor.
CEVAB:Biz deriz ki:Allahu taâlânın hayvanlar­dan yaratmış olduğu her cins,birer ümmettir.Köpek-ler,arslanlar,siğırlar,koyunlar,kanncalar,çekirgeler
ve bunların benzerleri.insanlar gibi birer ümmettir­ler
Aynı şekilde cinler de bir ümmettir.Allahu taâlâ.'Terde yürüyen hayvanların ve iki kanadıyla uçan kuşların hepsi de sizin gibi ümmetlerdir.
"(6.el-En'âm: 38) buyurmuştur.Yani onlar da saban ve akşam yemek ve nzık aramakta ve öldürücü şeylerden korunmakta biz insanlara benzerler,de-mektir.
Cinler de böyledir .Allah onlara,bize hitâb ettiği gibi hitâb etmiş ve"Ey insan ve cin t oplululuğu! içi­nizden size (ayetlerimi anlatan ve bugünle karşı­laşmakla uyaran) peygamberler gelmedi mi?" (6.el-En-âm:130) buyurmuştur.Eğer Rasûlullah,hangi halde olursa olsun köpeklerin öldürülmesini emret­miş olsaydı.bir ümmet yok olur.izi eseri kaybolur-du.Köpekler ise, avcılığına ilave ten, insanların evleri­nin beklenmesinde.hayvanların ve ekinlerin korun­masında birçok faydalar sağlar. Çünkü bedevilerin ve ıssız ve çorak yerlerde yaşayanların çoğu sabah ve ak­şamlan karınlarını ancak köpekler sayesinde doyu­rurlar..Nitekim Allâhu taâlâ da "...avcı hayvanların size tutuverdiklerinden de yeyin.."(5.el-Mâide:4) buyurmuştur.Bu ayette Allahın,köpeği çeşitli faydala­rı için yarattığına delâlet vardır.
Ebû Ubeyde (Ma'mer b.el-Musennâ) ( -209) [534]anlatırdı:Iki adam yolculuğa çıkmişlar.Birisinin yanında köpeği varmış.Hırsızlar bunlara hücum et­miş ve bu İki kişiden birisi onlarla mücadele etmişve yenilerek yakalanmış.Sonra başı dışarıda kalmak üze­re toprağa gömülmüş.Kargalar ve yırtıcı kuşlar gel­mişler, onu parçalamak ve gözlerini oymak için etra­fında dönmeğe başlamışlar .Adamın yanındaki köpek bunu görünce,onun etrafındaki toprağı eşelemeğe başlamış ve onu oradan çıkarmış.Arkadaşı ise daha önce kaçmış ve onun yardımına koşmamış. (Ebû Ubeyd sözüne devam ederek şöyle demiştir:)Şâir bu hadise hakkında:
"Komşusu ve arkadaşı ondan kaçıyor,
Dövdüğü köpeği ise onun toprağım eşiyor." de­miştir.
Fenalık edilerek dövülüp kovulmasına rağmen-sahibini korumak (köpeklerden başka] hiçbir hayvan­da yoktur. Köpeklerin bu meziyeti hakkında anlatılan­lar pekçoktur ve doğrudur.Biz bunlan anlatıp sözü uzatmak istemiyoruz. :
İbnu Abbâs 'm (R.A) da "Köpekler el-hınn'dan,[535]bir ümmettir. Onlar cinlerin zayıf olanlarıdır.Ye­mekte iken yanınıza gelirlerse,onlara yiyecek verin.El-bette onların da nefisleri vardır.-yani:onların gözleri; vardıranların da canı çeker" buyurduğu gibi köpek­ler, Cinlerden veya yırtıcılardan bir ümmet olmaktan hâlî değildir.
Nefs.göz manasına (da) gelir.Nitekim falana nefs yani nazar değdi, denilir.
Yine İbnu Abbâs :'Yılanlar, cinlerden mesholu-nanlardır. Tıpkı maymunun İsrail oğullarının mesho-lunmasından meydana gelmesi gibi.Aynı şekilde köpeklerin de böyle (mesholunmuş cin) olması uzak (bir j ihtimal) değildir.
İşte bu gibi hususlar düşünce,kıyas ve akılla kavranamaz.Ancak Rasûlullahm veya Rasûlullahı görüp işitenlerin (Ashabın) söyledikleriyle anlaşılabi­lir. Çünkü onlar bu gibi meselelerde ancak Rasûlullahtan veya Rasûlullahı işiten birinden işittikleri ile veya geçmiş mukaddes kitapların doğru haberleri ile . hüküm verirler.
Bu husus farzlarla veya sünnetlerle ilgili bir me- ;sele değildir.Köpeklerin yırtıcı hayvanlardan.cinlerden veya memsûh (mesholunmuş)olmasından dolayı bize herhangi bir kusur veya noksanlık gelmez.
Eğer yırtıcı hayvanlardan is'e.o zaman sadece on­lardan siyah olanların öldürülmesini emretmiş ve on­ların şeytan olduğunu söylemiştir. Çünkü köpeklerin simsiyah olanları,insanlara en zararlı olanı ve en ısır­ganıdır. Kuduz hastalığı da ençok onlarda olur.Üstelik o faydası en az olan ve bekçiliği en kötü olandır.Avlan-maktan en uzak (kabiliyetsiz) olan ve en çok uyuklayan da odur.
(Siyah köpek) şeytandır" sözü ile Rasûlul-lah,onun köpeklerin en kötüsü ve en şerlisi olduğunu ifade etmek istemiştir.Tıpkı,"Falan azgın bir şeytan­dan başka birşey değildir.","O ancak parçalayıcı bir arslandır.","O parçalayıcı bir kurttur."denildiği gi-bi.Bu sözlerle sadece,o kimsenin bunlara benzediği kasdedilir.
Eğer köpek cinlerden ise,veya cinlerden memsuh (meshedümiş) ise,bu takdirde "Köpeklerin siyahı,şey~ tanlarıdır.Onlarızararlarından ötürü öldürün."de-mek istemiştir. Şey tan ise cinlerin azgın ve isyankar olanlarıdır.el-Hırın ise, cinlerin zayıf olanlarıdır ve cin­lerden daha zayıftır.
Rasûlullahm Medine'nin köpeklerini öldürtme-sine gelince:Bunda onun"Eğer köpekler ümmetlerden bir ümmet olmasaydı,onlann öldürülmesini emreder-dirn."sözünü nakzedecek birşey yoktur.Çünkü Medi­ne O'nun zamanında meleklerin vahiy indirdiği yer idi.Meleklerin ise,içinde köpek veya resim bulunan eve girmediği Rasûlullahtan rivayet edilmiştir.
Bana Muhammed b.Hâlid b.Hıdâş tahdis etti (ve) dedi:Bana Müslim b.Kuteybe,Yûnus b.ebî İshak'dan,o da Mucâhid'den ,o da EbûHurayra'dan (R.A),o da Rasûluüahtan (S.A.V) tahdis etü ki (Rasûlullah) şöyle buyurmuştur:IıCebrâîI bana "Dün gece senin huzu­runa girmekten beni ancak,evinin kapısındaki re­simli örtü ve evindeki köpek menetmiştir.Emretde köpeği çıkarsınlar."dedi.[536]
Bahsi geçen köpek ise.Hasan ve Hüseyin'in (RA) sedirlerinin (en-nadad) altında duran yavru (enik) idi.
Bu (hadis) aynı zamanda köpeğin.evlerde oldu­ğu gibi,şehirlerde de bulundurulmasının mekruh gö­rüldüğüne delildir. Rasûlullah da .köpeklerin tama­men öldürülmesini veya hiç olmazsa Medine'ye yakın olanlarının azaltılmasını emretmiş,mel eklerin iniş yerine ve vahyin nüzul ettiği yere uzak olan diğer kö­peklere ise dokunmamıştır.
EBÛ MUHAMMED: en-nadad,sedir demektir. Çünkü elbiseler onun üzerine dürülüp.yerleştirilir.fyani yerleştirmek manasına gelen (nadade) filin­den müştakdır). [537]
İDDİÂ:Rasûlullahın,"Beşfâsık vardır ki Harem (Mekke hududlan) dâhilinde de,bu hududlann ha­ricinde de ÖIdürülür:Karga,çaylak veya akbaba, kö­pek .yılan ve fare ... [538]
Eğer,"...şu beş hayvanı ve onlara,Üaveten şu beşhayvanı da öldürün." demiş olsaydı.bu taabbudî (iba­detlerle alâkalı) bir hüküm olduğu için öldürülmeleri caiz olurdu.Ama mezkûr hayvanların.fâsık oldukları' için öldürülmesine gelince, bu caiz değildir. Çünkü fısk veya hidayeti bu gibi şeyler için düşünmek uygun değildir.Yılan ,çıyan,yırtıcıhayvanlar ve kuşlar şey­tan değildirler .Yahut kendisi için fısk (günah) ve hida­yet sözkonusu olan insan veya cin de değildirler.
CEVAB: Biz deriz ki:Yılan,çıyan,yırtıcı hayvanlar ve kuşlar için,isyan veya tâatın mevzubahis olamaya­cağına dair bir itikad (inanç) Allah'ın kitabına (Kur'an'a),Peygamberlerine,ve Allah'ın gönderdiği geç­miş kitaplara muhalif bir inançtır.Çünkü Allahu Te âlâ bize Süleyman 'dan (A.S),onun,(hüdhüd) kuşufnu) göremeyince,Hüdhüd'ü neye (yerinde) göremiyo-rum.yoksa gâiblerden rai oldu?Ya (gecikmesine dâir) açık bir mazeret getirir,ya da mutlaka onu şid­detli bir azaba maruz bırakınm.veya onu keserim." (27.en-Neml:20,21) buyurduğunu haber vermiştir.
Âyetteki "..açık bir delil" den maksat, açık bir ma­zeret ve kayboluşunun ve gecikmesinin sebebidir. .
Süleyman'ın (Â.S) hüdhüd'e ancak bir günahtan veya isyandan dolayı azab etmesi caizdir.Günahlara ve isyankârlıklara,fısk denilir ve âsî denilmesi caiz olan bir kimseye fâsık demek de caizdir.
Sonra Allahu taâlâ,Hüdhüd'ün,Süleyman'dan (A.S).özür diledikten sonra"Ben senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe'den çok sağlam ve iyi ha­ber getirdim.Ben bir kadın buldum.Sebe' halkına padişahlık yapıyor,kendisine herşey verîl-miş.Muhteşem bir de tahtı var.Onun ve kavminin Allah'a değil,güneşe taptıklarını gördüm.Şeytan onlara amellerini güzel göstermiş.böylece kendile­rini hak yoldan sapıtmış da .doğru yola giremiyor-lar.(Şeytan onlara amellerini güzel gösterdi ki) göklerde ve yerde gizli olanı meydana çıkaran.giz-ledikleri ve açıkladıkları şeylerin hepsini bilen Al­lah'a secde etmeslnler.(23.en-Neml:22-25) dediğini hikâye etmiştir.
Eğer bu (kıssa) hukemâ sözü olsaydı,hele Pey­gamber sözü olsaydı bile,yine de güzel bir söz, etkileyi­ci bir nasihat ve apaçık bir delil olurdu.Bu durumda hüdhüd'ün muti (itaatkâr),âsî.fâsık ve muhtedî (hida­yete ermiş ) olması nasıl caiz olmaz..!
Yine Cenâb-ı Hak,bu sûrede (en-Neml) karıncadan bahsederken şöyle byurmuştur:"Süleyman,ba-bası Dâvuda vâris oldu.ve dedi ki:"Ey insanlar bize kuşdili öğretildi."(27.en-Neml:16) Burada Süleyman (A.S) kuşların insanlar gibi konuştuğunu söylemekte­dir.
Yine Allah'u taâlâ:"Nihayet karınca vadisine varınca,bir karınca şöyle dedi:Ey karıncalar ...ilâh"(27.en-Neml: 18) buyurmuş ve burada karınca­lan insanlar gibi konuşturmuştur.
Aynı şekilde"Hiçbir varlık yoktur ki, O'nu hamd ile teşbih etmesin.Fakat siz onların teşbihini anlayamazsımz!"(34.Sebe:10) ve "Ey dağlar ve kuş­lar, Dâvud ile beraber teşbih edin." (34,Sebe; 10) bu­yurmuştur.
EBÛ MUHAMMED:Tevratta da şunu oku-dum:Nûh (A.S) (tufandan )kırk gün sonra yapmış ol­duğu geminin penceresini açmış, sonra kargayı sal­mış. Karga gitmiş ve sular yeryüzünden çekilinceye kadar dönmemiş..Bunun üzerine tekrar tekrar güver­cini göndermiş .Akşam olunca güvercin,gagasında bir zeytin yaprağı ile dönmüş.Nûh (A.S) da bundan, yer­yüzünde suyun azalmış olduğunu anlamış, Nûh (A.S.) da Allah'a güvercinin boynuna (renkli tüylerin meyda­na getirdiği) bir gerdanlık ve ayaklarına da renk(li tüy­lerden süs) vermesi için dua etmiş.
EBÛ MUHAMMED: Yine Tevratta, Allah'ın, ya­rattığı zaman Âdem'e: "Firdevs (cennetin)in ağaçların^ dan dilediğin (meyvayı) ye. Ancak hayır ve şer ilmi ağa­cından yeme. Çünkü ondan yediğin gün ölürsün. -Ya­ni: -Ölen bir kimsenin haline dönersin-" demiş oldu­ğunu okudum.
Yılan, karada yaşayan hayvanların en kötüsü [539]idi. Kadına (Havva'ya) "eğer o ağaçtan yerseniz, ikiniz de (asla) ölmezsiniz. Gözleriniz açılır. Birer (ölümsüz) ilah olursunuz. Hayrı ve şerri bilirsiniz" dedi. Kadın ağacın meyvasmdan alıp yedi. Eşine de yedirdi. Bu­nun üzerine ikisinin de gözleri açıldı ve kendilerinin çıplak bir halde olduklarım anladılar. Hemen incir ağacının yapraklarından aldılar ve onlardan izar (vü­cudun alt kısmını örten elbise) yaptılar.
Sonra ortalık aydınlanınca Âdem ve eşi Cennet­teki bir ağaca gizlendikleri sırada Allahu taalanın se­sini işittiler. Allah onlan çağırdı.
Âdem: Firdevs (cennetin) de sesini işittim. Kendi­min çıplak olduğunu gördüm ve senden gizlendim." dedi.
Allah (C.C.): "Sana, senin çıplak olduğunu kim gösterdi? Demek ki sen, seni menettiğim ağaçtan ye­mişsin" dedi.
Âdem: (Eşim olan) kadın yedirtti bana! dedi.
Kadın (Havva): Bana da yılan yedirtti, dedi.
Bunun üzerina Allah yılana: "Yaptığın bu kötü­lükten dolayı., sen lanetlendin. Bundan sonra karnı­nın üzerinde (sürünerek) yürüyeceksin ve toprak yiye­ceksin. Seninle, kadın ve onun çocukları arasınıboza­cağım. Onlar senin başını ezecekler, sen de onların to­puklarından sokacaksın" dedi.
Kadına da: - Sana gelince, senin gebelik (müdde­tin) i ve doğum sancılarını arttıracağım. Sen çocukları­nı acı ve elem ile dünyaya getireceksin. Kocana gele­ceksin ve o, sana hakim olacak" dedi.
Âdem'e de: "Senin yüzünden yeryüzü lanetlen­miştir. Toprak deve dikeni ve diğer dikenleri bitirecek. Sen de yiyeceğini topraktan, güçlükle ve alnın terleye­rek elde edeceksin. Toprak'tan olduğun için, neticede toprağa döneceksin" dedi.
EBÛ MUHAMMED: Yılanın (Havva'yı) saptırıp, aldattığını, Allah'ın da yılana lanet ettiğini, onun yara­dılışını değiştirdiğini ve toprağı onun yiyeceği yaptığını görmüyor musun? Şimdi bu yılanın keza Nuh'a (A.S.)
isyanından dolayı karganın- fasık ve asi olarak isim­lendirilmesi caiz olmaz mı?
Ehl-i nazar (düşünürler, akılcılar) Nuh'dan ayrı­lıp gittiği için kargaya "Ayrılık kargası" dendiğini kabul etmişler ve bu sebepten onu uğursuz saymışlar, karga bağırınca, bunun ayrılık ve gurbete işaret olduğuna inanmışlardır. "Gurbet" kelimesini de karganın ismin­den (gurab) çıkarmışlardır.
(Mesela): "Onu uzak bir yere attım=kazaftuhu nevan gurbeten" ve "Bu yabani bir koyundur haza şaun muğarrabun (veya muğribun)" ve "Ankaun muğribun"[540]derler. Muğrib, uzaktan gelen demektir. Bununla kartalı kasdederler.
Bunların hepsi de, el-gurab (=karga) isminden Nuh (A.S.)u terkettiği ve ondan ayrıldığı için- müştak­tır (türemiştir.)
EBÛ MUHAMMED:Anlattıklarımıza diğer bir delil de, Muhammed b. Sinan el-Avfi'nin Abdullah b. el-Haris b. Ebza el-Mekki'den, onun da annesi Raita binti Müslim'den, o da babasından olmak üzere riva­yet ettiği hadistir. (Raita'nın babası Müslim [541]şöyle demiştir): Rasulullah ile beraber Huneyn'de bulun­dum. Bana, "Senin adın nedir?" dedi. Ben: "Gurab" de­dim. (Bana) Senin adın "Müslim" olsun, dedi.
Karganın fasıklığından ve isyankarlığından do­layıRasulullah, onun isminin Gurab (=Karga) olma­sından hoşlanmamıştır ve ona Gurab kelimesinin ma­nasının zıddına olarak Müslim adını vermiştir. Çünkü karga asidir, Müslim ise itaatkardır ve (Müslim) ismi, itaat ve boyun eğme manasına gelen el-istislamdan alınmıştır. Bu kitapta daha önce de anlattığımız gibi, Rasulullah (S.A.V.) güzel ismi sever, çirkin isimden hoşlanmazdı.[542]
Eğer biz, yılan, karga, fare için itaat ve ma'sıyye-tin (günahkarlığın) caiz olduğuna dair, müslümanlann kabul ettikleri görüşü terkedip Arap kelamında ve dilinde caiz olana baksak yine de bizim, bu saydığımız şeylerden herrjirisine fasık dememiz caiz olur. Çünkü fısk, insanlara karşı gelip isyan etmek ve onları incit­mek demektir.
Mesela: Hurma kabuğundan çıkınca "Fasakat-i'r-rutbatu" denilir. Bir şeyden çıkan herşeye de fasık denilir. Allâhu taala da: "... yalnız İblis, cinden idi de Rabbiuin emrinden çıktı" (18 el-Kehf: 50) buyurmuş­tur. "Fefesaka an emri rabbih" yani: Rabbinin emrin­den ve taatinden dışarı çıktı, demektir.
Yılan insanlara karşı deliğinden çıkar, onların yiyeceklerini karıştırır, onları ağzına alıp ısırır, içecek­lerin içine ağzınısokup içer ve tükrüğünü bırakır. Fare de aynı şekildedir. Deliğinden çıkar, onların yiyecekle­rine zarar verir, elbiselerini kemirir, lambayı devirerek . evde yangın çıkarır. Yer haşeratı arasında fareden da­ha zararlısı yoktur.
Karga da, devenin semerinin sürtmesinden dola­yımeydana gelen yaranın üstüne konar, yarayı gaga­lar ve neticede deveyi öldürür. Bu sebeple araplar kar­gaya "İbnu Daye (veya İbnu Deye)" derler. [543]Karga hayırdan uzaktır ve insanların yiyeceklerini de kapıp kaçar.
Köpekde ısırır ve yaralar. Saldırgan ve yırtıcı olan diğer hayvanlar da böyledir.
Bunların hepsine de, insanlara saldırdıkları ve onlara zarar verdikleri için, fasık denebilir.
Bu hayvanlardan herhangi birisinin taat veya ma'sıyete nisbet edilmesinin çirkin olduğunu söyle dikleri zaman, (bizim açıkladığımız bu hususlar) onla­rın akıllarına gelmedi mi?! [544]
İDDİA: Rasulullahın, zırhı birkaç sa' arpa[545]karşılığında bir yahudide rehin iken vefat et­tiğini [546]rivayet ettiniz.
Fesubhanallah..! Müslümanlardan (O'na) yar­dım edecek, ikram edecek ve borç verecek biri yok muydu? Halbuki Allah (C.C.) onların mallarını, gelirle­rini çoğaltmış, onlara birçok beldeyi fethetmeyi nasib etmiş, Yemen'in bir ucuyla Bahreyn'in ve Uman'ın bir ucu arasındaki yerlerin ve Necid ile Hicaz'ın çorak top-raklannı(n gelirlerini) toplamışlardı. Üstelik Osman, Abdurrahman ve emsalleri gibi (zengin) sahabenin malları da vardı. Onlar neredeydi?!
Bu bir yalandır. Bunu söyleyen, Rasulullahı zühd ve fakr ile medhetmek istemiştir. (Fakat) Pey­gamberler böyle medhedilmez..!
Orduları teçhiz eden (donatan), yüzlerce kurban­lık deve ve sığırı önüne katıp süren bir kimse, Allah i kendisine Fedek ve diğerlerini ganimet olarak vermiş ; iken nasıl aç kalır?
Malik b. Enes, Ebû'z-Zubeyr'den, o da Cabir'den (RA.) naklen anlattı ki Cabir (RA.) şöyle demiştir: "Ka-sulullah Hudeybiye'de yedi kişiye bir deve olmak üzere, yetmiş deve boğazladı[547](Müşriklerin ma­ni olduğu umresinin yerine yaptığı Umratu'1-kada (ka­za umresijda altmış deveyifkurban etmek için)önüne katmıştı
Keza Aliye'de[548]birbirine yakın yedi bahçeyi vak­feden bir kimse nasıl aç kalır? Sonra bununla beraber, nasıl olur kendisine birkaç sa' borç arpa verecek birini bulamaz da zırhını rehin verir?
CEVAP: Biz deriz ki: Bunda öyle büyütülecek, hele inkar edilecek birşey yoktur. Çünkü Peygamber (S.A.V.) mallan için başkalarını kendi nefsine tercih eder, onları as­habından gerekenlere, fakirlere ve miskinlere ayırır, müs-lümanların başına gelen felaketlerde yardımda bulunur, hiçbir yardım isteyeni geri çevirmez, bulduğu zaman da mutlaka çok verir, birbiri üstüne iki dirhemi koy(up biriktir)mezdi.
(Birgün) Ummu Seleme (R.A.)): "Ya Rasulallah! si­zi renginiz değişmiş görüyorum, yoksa hastalıktan mı?" diye kendisine sorunca, Rasulullah: "Hayır, Fakat şu dün gelen yedi dinar yok mu, onlarıyatağın altında unutmu­şum ve taksim ed(ip dağıt)madan geceledim (o yüzden)" dedi. [549]
Hz. Aişe (R.A.)de Rasulullahın vefatına ağlarken, "Yumuşak yatak üzerinde uyumamış ve arpa ekmeği ile doymamış olana babam feda...! [550] demiştir.
Hz. Aişe'nin bu sözü iki ihtimalden hâli değildir:
Ya, Rasulullah elindekini başkalarına vermiş ve ken­dini doyuracak birşey kalmamış olabilir ki, bu onun me-zivyetlerinden birisidir. Allahu teâlâ da: "...kendileri muhtaç olsalar bile başkalarını kendilerine tercih ederler.'* (59 el-Haşr:9) buyurmuştur.
Yahud Rasûlullahın ne arpa ekmeğinden, ne de diğerlerinden doyasıya kadar yememiş olması müm­kündür. Çünkü o, aşın olarak karın doyurmaktan hoşlanmazdı. Salih kişilerden ve abidlerden pek çoğu da bundan hoşlanmazlardı. Rasulullah ise, faziletçe onların en üstünü ve onları(bu konuda) geçmeye en layık kişidir.
Bize Ebû'l-Hattab tahdis etti (ve) dedi: Bize Ebu Asım Ubeydullah b. Abdillah haber verdi (ve) dedi: Bi­ze el-Muhabber b. Harun [551]Ebu Yezid el-Mede-ni'den, o da Abdurrahman b. el-Murakkı'dan haber verdi. (el-Murakkı1) Rasûlullahın, "Allah mideden da­ha kötü. doldurulan bir kab yaratmamıştır. Eğer mutlaka mideyi doldurmak gerekiyorsa, onun üçte birini yemeğe, üçte birini içecek (suy)a, üçte birini de nefes(iniz)e ayınn." [552]buyurduğunu, naklet­miş tir.
Malik b. Dinar da ( -130) [553]Müslüman me'bureye (iğne yutmuşa) benzer, demiştir Yani: Yiye­ceğinin içersinde iğne yutmuş olan ve yem yediği za­man azıcık yiyen , yediği de belli olmayan bir hayvana benzer, demek istemiştir.
İbnu Ömer'e (TLA.) "Cevarişne" den [554]bahse­dilmiş;İbnu Ömer: Ne yapayım onu. Ben şu günden beridir karnımı doyurmuş değilim ki! demiştir. Ya-ni:Ben yemeği, canım daha yemek istediği halde bira kırım" demek istiyor. el-Hasen (el-Basri) (22-110), [555]yemek yerken yanına vardığı bir adama: 'Yemeğine devam et! dedi.
(Adam): Tamam, yedim. Artık hiçbir şeye iştah duymuyorum, deyince, el-Hasen: "Fesubhanallah! Hiç insan, birşeye iştahıkalmayıncaya kadar yer mi?" dedi.
Malik b. Dinar veya başka birisi: "Keşke rızkım bir taşta olsa da onu emsem. Gerçekten ben, helaya çok girmekten dolayı Allahu taaladan utanır oldum" demiştir.
Bekr b. Abdillah (-108) [556]Açlığı toklukla de-ğişinceye, kıymetli elbise giymeyinceye, ancak, el yıka­mayıgerektirmeyecek (sade) yiyecekleri yiyinceye ka­dar, hayattan tad alamadım" demiştir.
Hz. Aişe de Rasûlullahın vefatına ağlarken: 'Yu­muşak yatak üzerinde uyumamış ve arpa ekmeği ile doymamış olana babam feda..! demiştir. Halbuki Ra­sulullah buğday ekmeği de yiyordu, arpa ekmeği de.Şu kadar ki, ne buğday ekmeğini, ne de arpa ekme­ğini (zikrettiğimiz) ya birinci ya da ikinci ihtimalden dolayı karnı doyasıya kadar yemiyordu.
Hz. Aişe yiyeceklerin en kabasını zikretmiş ve "Kaba olmasına rağmen* yine de kamını ekmekle do­yurmazsa, diğerleri ile karnını doyurmaması daha ev­ladır" demek istemiştir.
Hz. Ömer (RA.), "Eğer dileseydim, kebaplar, har­dal ve kuru üzümle yapılan katıklar (=sınab), deve gö­ğüsleri ye hörgüçlerinden (yemekler) hazırlatırdim ve yine: Eğer isteseydim körpe bir hayvan emrederdim, kesilirdi. İnce un emrederdim, elenirdi. Yine kuru üzüm emrederdim, et yağının içine konur ve ceylan yavrusunun kanıgibi olurdu. Ve buna benzer şeyler emrederdim. Fakat ben Allah'ın (C.C.) bir kav-me:"Dünya hayatınızda bütün nimetlerinizi yaşa­yıp bitirdiniz ve bunlarla safa sürdünüz. Artık bu­gün alçaltıcı bir azab ile cezalandırılacaksınız" (46 el-Ahkaf: 20) dediğini işittim" demiştir.
Cimri zenginlerin başına öyle zamanlar gelir ki, hiç mal gelmez ve malı mülkü, ev eşyası, alacakları ol­duğu halde borç alacak, rehin verecek kadar muhtaç kalır.
O halde bir dirhemi bile kalmayan ve yardım et­mekten kendisine bir lokma bile kalmayan (Rasululla-hın) hali nice olur?
Müslümanlar ve Ashabın servet sahipleri onun yiyecek ihtiyacını o söylemez ve onlara bunu açmaz­ken- nasıl bilebilirler?..
Bazan biz bu durumu, kendimizde ve başkala­rında da görebiliriz.
Mesela bazan biz birşeye ihtiyacı olan birini gö­rürüz. Bu adam ne çocuğuna, ne ailesine ne de kom­şusuna gidip birşey söylemez, kıymetli şeylerini satar, uzak ve yabancı kimselerden borç alır.
Rasulullah zırhını yahudiye rehin bırakmıştır, çünkü yahudiler Rasulullah zamanında gıda madde­leri satarlardı. Müslümanlar ise, Rasulullah kendileri­ni ihtikardan nehyettiği için yiyecek satmazlardı.[557]
Bu hadiste, onları inkara sevkedecek ne var ki bunaşaştıklarını izhar ediyorlar, hatta dinsizler[558]bundan dolayı(rehin hadisinin ravisi) el-A'meş'i hadis uydurmakla itham ediyorlar?! [559]
İDDİA: RasuluUahm Amr b. el-As'a (R.A.) bir topluluk arasında hakimlik yapmasınıemrettiği­ni, Amr b. el-As'm Rasuluüaha: "Sen varken mi ha­kimlik yapacağım?" dediğini, Rasulullahin da ce­vaben: "Onların aralarında hüküm ver. Eğer (hük­münde) İsabet edersen sana on sevap, hata eder­sen bir sevap var" dediğini [560]rivayet ettiniz.
Allanın (sizin dediğiniz şekilde) sevab vermesi caiz değildir. Çünkü Amr'ın hakikata uygun olan ile, hatalı olan içtihadı aynıicühaddır. Onun verdiği hü­kümde isabet etmesi şart değildir. Ona gereken sadece ictihad etmektir. O doğruya isabet ederken olduğu gibi hatalı bir ictihad yaparken de aynı şekilde çalışmakta, bu işe aynı şekilde eğilmekte ve ehemmiyet vermekte ve aynı derecede meşakkate katlanmaktadır. O halde neye göre iki ictihaddan birisine bir, diğerine on sevab verilecek?
CEVAB: Biz deriz ki, doğruya muvafık olan bir ic­tihad, hatalı bir ictihad gibi değildir. Eğer bu ictihad, istinad ettiği (çalışma, gayret, meşakkatlara katlanma gibi) esaslara göre değerlendirilseydi. Yahudiler, Hris-tiyanlar, Mecusiler ve Müslümanlar (keza) çeşitli iıkir ve görüş sahipleri de -ictihad edip kendilerini ve kafa­larını yorduktan sonra,şahsi kanaatlanna göre ken­dilerinin haklı, muhaliflerinin ise hatalı olduklarıneti­cesine vardıkları zaman- birbirinden farksız olurlar­dı.
EBÛ MUHAMMED: Lakin, biz deriz M, her ferdin içtihadının ötesinde, bir de Allah'ın tevfiki (muvaffak kılması) mevzuubahistir. Bu mevzuda söz uzar. Bura­sı ise onun yeri değildir.
Eğer adamın biri, kaybolan herhangi birşeyini araştırması için iki adam gönderse ve onlara.aramakta son gayretlerini ve ciddiyetlerini göstermelerini emretse, buldukları takdirde onlara mükafat vereceği­ni vaadetse, onlardan birisi aramak için elli fersah yol gitse, kendirli yorsa, geceyi uykusuz geçirse fakat eli boş dönse, diğeri ise rahat bir şekilde bir fersah yol git­se ve kaybolan şeyi bularak geri dönse-evvelkinin, ka­yıp eşyayı bulandan daha çok meşakkatlara katlan­mış olmasına, gayret etmesine rağmen- bol aüyye ve ihsana, bu iki adamdan, mutlaka kaybolanşeyi bulan hak kazanır.
Eğer (çalışma ve gayret bakımından) eşit olurlar­sa, (mükafatın, bulana veyahut da, isabet eden müctehide) verilmesi evleviyyetle caiz olur.
İnsanlar amel bakımından eşit olabilirler. Allah da bunlardan dilediğini üstün kılar. Çünkü kimsenin Allah (C.C.) üzerinde ne bir alacağı ne de ondan yana (isteyeceği) bir hakkı vardır.
EBÜ MUHAMMED: İncil'de okudum. Hz. İsa (A.S.), havarilerine şöyle demiştir: "...Gökyüzünün melekûtu, bir adama benzer. Adam sabahın alaca ka­ranlığında üzüm bağı için amele tutmak ister. Her bir ameleye günde bir dinar vereceğini söyler. Sonra ame­leleri bağa salar. Üc saat arae oaga gidin, ben si­ze layık olan ücreti vereceğim" der. Onlar giderler. Altı saat sonra, dokuz saat sonra ve onbir saat sonra hep çıkar ve aynı şekilde davranır. Akşam olunca kahyası­na: "İşçilere ücretlerini ver, sonra en son gelenden baş­la, ilk gelenlere kadar tekrar-ver. Verirken aralarını eşit kıl?" der. (İşçilerjhaklannı alınca, bağ sahibine kı­zarlar ve: "Şu en son gelenler sadece bir saat çalıştıkla­rı halde, ücrette onları bize eşit kıldın." derler. Bağ sa­hibi: "Şüphesiz ben size zulmetmedim (hakkınızı ye­medim). Size şart koştuğum ücreti verdim. Diğerlerine ise cömerd davrandım. Mal benim malım, dilediğimi yaparım" der. İşte böylece evvelkiler sonuncu, sonuncular da birinci olmuş olurlar [561]
İDDİA:Rasulullahın (S.A.V.), "Kim bir iyilik yapmağa karar verir, o iyiliği yaşamazsa, ona sade­ce bir sevab yazılır. Kim bu iyiliği işlerse (o takdir­de) ona, on sevab yazılır. [562]buyurduğunu, (baş­ka bir hadiste de):
"Kişinin nlyyeti [563]amelinden hayırlıdır. [564]dediğini rivayet ettiniz.
Birinci hadiste niyyet, amelden aşağı bir derece­de: ikinci hadiste ise niyyet amelden üstün olmuş olu­yor. Bu ise bir çelişki ve tutarsızlıktır.
CEVAB: Biz deriz ki burada -Allah'a hamdolsun-herhangi bir çelişki yoktur.
Bir iyilik yapmağa niyetlenen onu yapmadığı za­man, onu yapan kimseden farklıdır. Çünkü iyilik yapmağa niyetlenen onu yapmamıştır, iyiliği yapan ise, onu yapmadan, önce niyyet eder, sonra (o) iyiliği yapar.
"Kişinin niyyeti, amelinden hayırlıdır." sözüne gelince: Hiç şüphesiz Allah mü'mini, niyyeti ile ebedi Cennetlik kılar, ameliyle değil! Eğer ameline göre mü­kafat verilseydi, o kimsenin (Cennette) ebedi olmama­sı gerekirdi. Çünkü o, muayyen seneler müddetince amel etmiştir. Onun karşılığı da, ya amel ettiği müddet kadar, ya da onun birkaç misli olur.Halbuki Allah onu, niyyeti ile ebedi kılar. Çünkü o,eğer Allah kendisini ebediyyen baki kılacak olsaydı, ebediyyen Allah'a itaat etmeğe niyyet etmişti. Ne zaman onu bu niyyeti ile efat ettirirse, onun karşılığını verir.
Kafir de böyledir. Niyyeti amelinden kötüdür. Çünkü o- eğer Allah kendisini ebedi kılacak olsaydı-küfürde kalmağa niyyetlidir. Allah da onu, bu niyeti ile öldürünce, bu niyetine göre onu cezalandırır.[565]
İDDİA:Rasulullahm, Bedir kuyusu başında durup, "Ey Utbe b. Rabia, ey Şeybe b. Rabia, ey fü-lan, ey ful an..! Rabbinizin size va'dettiği (azabı)ni hak olarak buldunuz mu? Biz Rabbimlzin bize va'dettiği (zaferi) hak olarak bulduk" dediğin1, ken­disine (ölülerle mi konuşuyorsun?) denilince, "Nef­sim elinde olana yemin ederim ki onlar, sizin İşitti­ğiniz gibi (söylediklerimi) işitirler.[566]dediğini rivayet ettiniz. Halbuki Allah (C.C.) kendisine; "...sen kabirde bulunanlara sesini duyuramazsın..." (35, Faür, 22) ve "...muhakkak ki sen ölülere duyuramaz­sın.' (30, er-Rum, 52) buyurmuştur.
Sonra Rasulullahm Ahzab günü: "Ey çürümüşcesedlerin ve fani ruhların Rabbİ olan Allahımî" de­diğini,
İbnu Abbas'a (R.A.), ruhların cesedlerini ter-kedince nerede bulundukları, çürüyünce cesedlerin nereye gittiği sorulunca: "Lambanın ışığı, lamba sö­nünce nereye gider, göz kör olunca, görme duyusu ne­reye gider ve hastalanınca, sağlam vücud nereye gi­der?!" dediğini rivayet ettiniz.
Bunlar hiçbir yere gitmezler. İşte cesedi terketti-ği zaman ruhlar da böyledir. Bu ise ne Rasulullahm, "Şüphesiz onlar sizin işittiğiniz gibi işitirler[567]sözüne, ne de sizin kabir azabı ile ilgili rivayetinize benzemektedir.
CEVAB: Biz deriz ki: Akıl, düşünce (nazar), Kur'an ve Hadise göre ; Allah'ın cesedler çürüdükten, kemikler parçalandıktan sonra kabirdekileri diriltme­si nasıl mümkün ise; yine akıl, düşünce, Kur'an ve Hadis'e göre onların öldükten sonra Berzah aleminde azabolunmalan da doğrudur.
Kur'an'a gelince: Allahu Taala şöyle buyurur: "Onlar sabah ve akşam ateşe arzedilecekler. Kıya­met koptuğu gün de: "Fir'avunun kavmini en şid­detli azaba sokun." denilecektir. (40 el-Mü'min, 46)
Onlar öldükten sonra -Kıyameten önce- sabah akşam ateşe sokulurlar. Kıyamet günü ise, azabın en şiddetlisine duçar olurlar.
Yine Allah (C.C): "Sakın Allah yolunda öldürü­lenleri ölüler sanma. Doğrusu onlar Rableri katında diridirler, cennet meyvalanndan rızıklanırlar. On­lar Allah'ın kendilerine verdiği ihsandan dolayı se­vinçlidirler ve arkalarından kendilerine şehidlik rütbesi İle katılamayan mücahidler hakkındaşunu müjdelemek isterler: Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır." (3 AH İmran: 169, 170) buyurmuştur.
Bu, Allah'ın Bedir şehidlerine has kıldığı birşey-dir. Onların cesedleri, kanalın kazılması esnasında taptaze olarak çıkarılmıştı.Öyle ki birisi: "Bunu gör­dükten sonra artık hiçbir şeyi inkar edemeyiz (inkarcı olamayız)" demiştir.
Bana Muhammed b. Ubeyd, İbnu Uyeyne'den, o da Ebu'z-Zubeyr'den, o da Cabir'den (R.A.) tahdis etti ki (Cabir şöyle) demiştir: Muaviye (RA.) kazdırmış ol­duğu kaynağın suyunu (kanal ile) akıtmak istediği va­kit-Süfyan b. Uyeyne bu kaynağın Medine'deki Ebu'z-2iyad suyu olduğunu söylemiştir- Medine'de, "Kimin harpte öldürülmüş bir kimsesi varsa, ölüsünfü al-mağ)a gelsin" diye ilan ettiler. (Cabir) dedi: Biz de BedirŞehidlerine gittik. Birisinin ayağına bel[568]isabet etmiş ve kanı damlamış olduğu halde onları (katılaşma-mış bir halde) taptaze çıkardık. Ebu Said el-Hudrî fbu hadise karşısında): "Bundan sonra ebediyyen hiçbir münkir inkarcılık edemez" dedi.
Aişe b. Talha [569]rüyasında babasını görmüş, babası ona: "Ey kızcağızım! Benim yerimi değiştirin. Rutubet bana zarar veriyor." demiş. Kızı otuz veya ona yakın sene sonra, babasını taptaze, hiç bozulmamış bir halde, bu ıslak yerden çıkarmış ve Basra'da, el-Hic-riyyin'e[570]defnetmiş tir.
Babasının (kabirden) çıkarılması işini, Abdurrahman b. Selame et-Teymi üzerine almıştır.
Bunlar o kadar meşhur şeylerdir ki, gözle gör­müşolmamızdan farksızdır. O halde, bu şekilde şehid-lerin diri olup, Rableri katında nzıklanmaları caiz olunca, keza onların ferahlanmaları ve sevinmeleri ca­iz olunca, onlarla harbeden ve onları öldüren düşman­larının da diri olup, ateşle azaba uğramaları niçin caiz olmasın?!
Onların diri olmaları, mümkün olunca, işitmele­ri niçin mümkün olmasın? Üstelik bunu Rasulullah (S.A.V.) bildirmiştir ve onun sözü mutlaka doğru­dur.
Hadislere gelince : Rasulullahın Cafer b. ebi Talib [571]hakkında: "O, cennette meleklerle beraber uçmaktadır." buyurması, onu "zu'I-cenahayn=iki kanatlı" diye isimlendirmesi [572]Rasulullahın Mün-ker ve Nekir (melekleri) ve kabir azabı hakkındaki bir-çek hadisleri ve "Hayatın ve ölümün fitnesinden[573]kabir azabından [574]ve Mesih Deccalın fit­nesinden [575]sana sığınırım." diye Allah'a dua et­mesi, bu kabil hadislerdendir.
Bu hadisler sahihtirler, .(insanların) bu gibi ha­disleri uydurmak için ittifak etmeleri mümkün değil­dir.
Eğer bu gibi hadisler sahih olmayacak olsa, dini­mizle ilgili hiçbir şey ortada kalmazdı. Peygamberimi­zin haber verdiklerinden daha doğru hiçbir şey ola­maz.
Cenab-ı Hakk'm: "...muhakkak ki sen ölülere sesini duyuramazsın." (30 er-Rum, 52) ve "...sen ka­birde bulunanlara sesini duyuramazsın." (35 Fa tır, 22) ayetlerine gelince: Onların dediklerinin bu ayetle hiçbir alakası yoktur. Çünkü burada ölüler sözüyle cahiller kasdedilmiştir ki onlar da kabir ehlidir.
Yani Allah (C.C.) ayette demek istiyor ki: Sen Al­lah'ın cahil kıldığı kimseye hidayet namına birşey anlatamazsın. Ve yine Allah'ın sağırlaştırdığı birine de hi­dayeti işittiremezsin.
Bu ayetlerin baş tarafları bizim dediklerimizi is-bat eder. Çünkü bu ayetin başında '...a'ma ile gözleri gören bir olmaz." (35 Fatır, 19) Cenab-ı Hak -a'mâ üe kafiri «gözleri gören ile mü'mini kasdetmektedir .
Karanlıklarla, aydınlık da bir olmaz." (35 Faür: 20} -Cenabı-Hak, karanlıklar ile küfrü, ay­dınlık ile de imanı kasdediyor.
Ne de gölge ile sıcaklık bir olur." (35 Fatir, 21)
Gölge ile Cenneti, sıcaklık ile de Cehennemi kasdediyor.-
Dirilerle ölüler, hiç de bir olmaz." (35 Fatır, 22) -Dirilerle, akıl sahiplerini, ölülerle de cahilleri (be­yinsizleri) kasdediyor.
Ve sonra da: "...Doğrusu Allah dilediği kimse­ye işittirirse de, sen, kabirde bulunanlara sesini du-yuramazsın." (35 Fatır, 22) buyurmuştur. Yani Allah (C.C.) şunu kasdetmiştir: "...Sen, kabirdeki ölülere benzeyen cahillere işittiremezsin."
Buna benzer misaller Kur'an'da pekçoktur.
Cahillere misal olarak verdiği ölüler ile. Bedirşe-hidlerini kasdetmemiştir ki, onlarla bizim aleyhimize delil getirilsin! Bedir şehidleri, Allahu taalanm da bu­yurduğu gibi, Rableri katında diridirler.
"Ey çürümüş cesedlerin ve fâni ruhların Rabbi olan Allahım!" sözüne gelince: Bu söz insanların bilgi­lerine ve müşahadelerine nazaran söylenmiş bir söz­dür. Çünkü insanlar, birşeyi, ortadan kalkınca, boşve fani sayarlar .Hakikatte o şey Allah katında malumdur ve fani değildir.
Görmüyor musun, eti budu yerinde, iri vücudlu sağlam bir adam, bir veya iki gün hasta oluverince, be­deninin yansı veya üçte biri gidiveriyor da, biz bunun nereye gittiğini bilmiyoruz. Bu, bize göre fani ve hü­kümsüzdür. Allahu taala ise (vücudun) o eriyen giden kısmının nereye gittiğini ve ne olduğunu bilir.
Keza, büyük cam kapların içinde su günlerce du­rur ve havanın sıcaklığı onun bir kısmını, hatta müd­det uzarsa tamamını götürür. Camın suyu çekmesi ve­ya suyun camdan sızması mümkün olmadığına göre, içindeki su nereye gider, bunu bilemeyiz [576]Allahu taala ise nereye gittiğini bilmektedir.
Aynı şekilde, üfürerek lambanın ateşini söndürürüz Ateş (sönüp) gidiyor ve bize göre fani olmuş oluor Biz de nereye gittiğini bilmiyoruz. Allahu taala ise ateşin nasıl gittiğini, nerede bulunduğunu bilmekte
İşte bunun gibi, ruhlar da -Rasulullah onların (ruhların) yeşil kuşların kursaklarında [577]ılliy-yinde, siccinde [578]ıolduğunu ve havada birbirle­riyle koklaştıklannı [579]ı(veya havada gezindik­lerini) ve buna benzer şeyler söylediği halde bize göre fanidir (yokolmuştur.) [580]
İDDİA: Rasulullahın: "Namazda size en seçkin­leriniz imamlık etsin. Çünkü onlar, sizin Cennete gönderdiğiniz elçilerinizdir[581]ıNamazlarınızda kurbanlarınızdır. Önünüze ancak, en seçkinlerini­zi geçirin. [582]ıbuyurduğunu; sonra da:
"Her berr (iyi)nin ve Facir (kötü)nün arkasın­da namazı kılınız" ve Berr (iyi) olsun facir olsun, mutlaka bir imam(ın bulunması) şarttır. [583]ıbu­yurduğunu rivayet ettiniz.
İşte bu, bir çelişki uyuşmazlıktır.
CEVAB: Biz deriz ki -Allah'ın bir nimeti olarakburada herhangi bir tutarsızlık yoktur. Birinci hadisin de, ikinci hadisin de ayn ayrı yerleri vardır. Her birisikendi yerine konulunca tutarsızlık ortadan kal­kar. "Namazda size, en seçkinleriniz imamlık etsin... Çünkü onlar sizin Cennete gönderdiğiniz elçileriniz-dir. Önünüze ancak en iyilerinizi geçirin," hadisine ge­lince: Rasulullah bu hadisinde kabile ve mahallelerde-ki mescid imamlarını ve onların kendilerinden ancak ençok iyilik yapan, takva sahibi ve alim olanlarını imamlığa geçirmelerini, cahil ve facirleri geçirmemele­rini kasdetmiştir.[584]
"Her berr (iyi)nin ve facir (kötü)nün arkasında namazı kılınız." ve "Berr (iyi) olsun facir olsun, mutla­ka bir imam(in bulunması şarttır." hadislerine gelince: Bununla Rasulullah, insanları biraraya getiren Cuma ve Bayram günlerinde onlara namaz kıldıran devlet başkanını kasdetmiş;" ona karşı isyan etmeyin, İhtilaf çıkarmayın, müslüman cemaatından ayrılmayın! Devlet reisiniz facir bile olsa (ayrılmayın). Çünkü İyi ol­sun kötü olsun mutlaka bir imam (devlet reisi) şarttır. İnsanlar ancak böylelikle düzelir ve işleri intizama gi­rer." demek istemiştir.
Bu, el-Hasen (el-Basri)nin (22-110) [585]"İn­sanlara; onlari (haramdan) meneden bir menedici şarttır. [586]sözüne benzemektedir. el-Hasen, insan­ların birbirine zulmetmelerine, doğru olmayan şeyleri işlemelerine, kan dökülmesine ve haksız yere malların alınmasına mani olacak bir sultan, (devlet reisi) şart­tır, demek istemiştir. [587]
İDDİA:Rasulullahın: "Kim malı uğrunda öldü rülürse şehiddir. [588]buyurduğunu, rivayet etti­niz.
Bir de: "Evinin çulu ol (evinden çıkma). Eğer evine girilirse, sen evinin yüklüğüne (daha içeri) çekil. Oraya da girerlerse, o zaman "Benim güna­hım da kendi günahın da senin üzerine olsun!" de [589]ve "Allah'ın öldürülen kulu ol, öldüren kulu ol­ma. [590]Şüphesiz Allah size Adem'in iki oğlunu[591](Habil ve Kabil) misal vermiştir. Bu iki misal­den iyisine uyun, kötüsünü terkedin" buyurduğu­nu rivayet ettiniz. Bunlar ise birinci hadise aykırıdır.
CEVAB: Biz deriz ki: Her bir hadisin, öbüründen ayn bir yeri vardır. Bunlar kendi yerlerine konulunca, uyuşmazlık ortadan kalkar. Çünkü "Kim malı uğrun­da öldürülürse, şehiddir." sözü ile Rasulullah, evinde veya yolculuk esnasında malını korumak için çarpı­şan ve öldürülen kimseyi kasdetmiştir. Bu sebepten başka bir hadiste: "Evinde bir karaltı gördüğün zaman sen, iki karaltının (sen ve hırsız) en korkağı olma!" bu­yurmuştur. Yani, silahla onun üzerine yürü, demek istemiştir.
Bu birinci hadisin yeri..!
(Gelelim ikinci hadisin yerine..!) "Evinin çulu ol [evinden çıkma). Eğer evine girilirse, sen evinin yüklü­ğüne çekil. Oraya da girerlerse o zaman: "Benim güna­hım da kendi günahın da senin üzerine olsun!" de. Al­lah'ın öldürülen kulu ol, katil kulu olma" hadisine ge­lince: Bu, şu demektir:
Fitne zamanlarında insanlar görüşlerinde ayrıl ga düştüklerinde, iki sultan birbiri ile çekiştiği ve her-biri başa geçmek istediğinde ve kendisinin bu konuda nakli olduğunu İddia ettiğinde, bu şekilde hareket et.
Yani Rasulullah: "Bu vakitte evinin çulu ol (evin­den çıkma). Ne kılıcını çek, ne de bir kimseyi öldür. Vunkü sen, iki gruptan hangisinin haklı, hangisinin naksız olduğunu bilemezsin. Sen, dininin selametiuğruna kendi kanının akıtılmasına razı ol." diyor.
Bu gibi haller için Rasulullah: "Katil de, maktul (öldürülen) de Cehennemdedir. [592]buyurmuş­tur.
Allahu taalanın: "Eğer mü1 mini erden iki gurup çarpışırlarsa, hemen aralarını düzelterek barıştı­rın. Eğer onlardan bîri (razıolmayarak) tecavüz edi­yorsa o vakit tecavüz edenle, Allah'ın emrine dö­nüne ey e kadar savaşın." (49 el-Hucurat, 9) ayetine gelince: Allah savaşmayıbizim hepimize ancak; ıslah mümkün olmaz da bir taraf tecavüz ederse o takdirde emretmiştir. Rasulullahın, "Evinden çıkma" emri ise bir iki veya üç kişiye olup, insanlar iki tarafin arasını bulmak için anlaşamazlarsa, o takdirde bizim evimize çekilmemizi ve mallanınız ve canlarımızla (onları feda etme bahasına) dinimizi korumamızı emretmiştir. [593]
32- Dediklerine Göre Düşünce VeHadisin Yalanladığı Bir Hadis...
İDDİA:el-A'meş'in Amr b. Murra'dan, onun da Ebul-Bahteri'den, Ali'nin (R.A.): "Rasulullah beni aralarında hükmetmem için Yemene gönderdi. Ben kendisine: "Benim hakimlik hakkında bir bil­gim yoktur." dedim. Eliyle göğsüme vurdu ve, "Ey Allahım, onun kalbini doğruya yönelt, lisanını (hak üzre) sabit kıl!" dedi. O zamandan beri, şu oturdu­ğum yere o turun caya kadar, hiçbir meselede şüp­heye düşmedim." dediğini rivayet ettiniz. [594]
Sonra da, Hz. Ali'nin, çocuk doğurmuş olan cariyeler hakkında değişik görüşleri olduğunu önce bir-şey söylediğim, sonra ondan caydığını...
Hem, "Kim Cehennemin dibine dalmak istiyorsa, de-de(nin mirası) hakkında görüşünü beyan etsin..'* dediği­ni, halbuki kendisinin, dedenin mirası hakkında farklı hükümler verdiğini,
İbnu Abbas'ın bir fetvası kendisine ulaştıktan sonra, mürtedleri (müslüman olduktan sonra İslam'dan dönen­leri, evvelce) yaktırdığına pişman olduğunu.[595]
İçki içmiş olan birine seksen sopa vurduğunu, adamın (sopadan) öldüğünü, Hz. Ali'nin, adamın diyetini verdi­ğini ve: "Onun diyetini verdim. Çünkü bu, bizim aramız­da takdir ettiğimiz birşeydir." dediğini rivayet ettiniz.
Halbuki kendisi, Hz. Ömer'e, içki içene seksen sopa vurdurmasını söylerdi.
Keza, Hatıb'ın cariyesinin recmedileceği kanaatma varmış, fakat Osman'ın (R.A.) "Had (cezası) ancak böy­le bir cezadan haberdar olana gerekir" sözünü duyunca -ki bu cariye de böyle bir had bulunduğunu bilmiyordu, zira arap değildi onun görüşüne uymuştur.
Zeyd b. Sabit (R.A.) de mükateb (anlaşmalı) köle hak­kında onunla münakaşa etmiş ve Hz. Ali'yi (R.A.) susturmuştur.
Hakemeyn (iki hakem) hadisesi hakkında da (Hz.Ali)şöyle demiştir: "Öyle bir tökezleyiş tökezledim ki, toparlanamadım.
Bundan sonra aklımı kullanıp, düzeleceğim.
Dağılıp, parçalanmış görüşü de, birleştireceğim."
Davud b. ebi Hind (-140), [596]eş-Şa'bi'den (17-104)[597]naklederek, Hz. Ali'nin, (bir defada yapılan) üç talakın (tekrar nikah yenilemeyi) haram kılacağı görüşünden. [598](hırsızın) elinin parmaklarının di­binden kesilmesi ve hırsızlık yapan çocuğun parmak­larının tahriş edilmesi görüşlerinden döndüğünü an­latmıştır.
Yine, Allah (C.C.): "...İçinizden adalet sahibi iki erkeği şahid yapın." (65 et-Tfolak, 2) ve "...Doğru­luğuna güvendiğiniz şahitlerden.." (2 el-Bakara, 282) buyurduğu halde; çocukların birbiri hakkındaki şehadetlerini kabul etmiştir.
Sabah namazında Kunut duasında da bazı adamların [599]isimlerini yüksek sesle okumuştur.
Keza, (bir kadını öldüren) katilin vereceği diye­tin yansını öldürülenin akrabasından almış, tek gözü kör olan adama yapılacak kısasta, göz diyetinin yan­sını almıştır...
Bayram namazı için imam (şehir dışındaki) mu­sallaya (namazgaha) çıktığında şehrin merkez cami­inde düşkünlere bayram namazıkıldırması için bir adamı bırakmıştır.
Bütün bunlar, Hz. Ali'nin (RA.) bütün fakihlere, kadılara ve kendi emsali olan bütün ümeraya muha­lefet ettiği noktalardır. Bunlar, onun "...Şu oturdu­ğum yere oturuncaya kadar, hiçbir meseledeşüpheye düşmedim." sözüne hiç uymamaktadır. Rasululla-hin, onun dilini ve kalbini (hak üzre) sabit kılmasına dair duasına da uymamakta, bilakis dediğinin aksine sanki Rasulullah, kendisinin aleyhine dua etmişe benzemektedir.
CEVAB: Biz deriz ki: Rasulullah, onun lisanının ve kalbinin sabit kılınması için dua ettiğinde; Hz. Ali'nin ebediyyen hataya düşmeyeceğini, yanılmaya-cağını,unutmayacağını ve hangi halde olursa olsun, asla hata yapmayacağınıkasdetmemişür. Çünkü bu sıfatlar, yaratılmışlann sıfatları değildir. Bunlar an­cak, Halik (Yaratıcı) azze ve cellenin sıfatlandır.
Rasulullah, Allah'ı en iyi bilendir, Allah'a neyin dua edilmesinin caiz olduğunu neyin caiz olmadığını, Allah mahlukatı üzerine Ölümü takdir etmişken, biri­nin ölmemesine ve yine Allah ihtiyarlamayı insanın terkibine ve yaratılışının aslına yerleştirdiği halde, o kimsenin yaşadığımüddetçe ihtiyarlamamasına dua etmenin caiz olmadığını en iyi bilendir.
Rasulullah bizzat kendisi yanılabilirken ve Kur'an'dan birşeyi unutabilir ve Allah kendisine: "Bundan böyle sana Kur'an'ıokutacağız da unut­mayacaksın" (87 el-A'la, 6) buyururken,
Keza, Bedir günü fidye almayı kabul ettiğinde, Eğer Allah'ın geçmişte verilmiş bir hükmü olma­saydı, aldığınız fidyeden dolayımutlaka size bü­yük bir azab dokunurdu." (8 el-Enfal: 68) ayeti in­mişken ve "Eğer azab inseydi, Ömer'den başka kurtu­lan olmazdı" buyururken-Çünkü Ömer (RA.) esirle­rin öldürülmesini ve fidye alınmamasını teklif etmişti[600]nasıl olur da Ali (RA.) için bu (Hahk'a yaraşır) sıfatlar için dua eder ve Ali de onun duası ile bu sıfat­lara nail olur?!
Rasûlullah Ahzab savaşı günü, Medine'nin meyvalarının bir kısmını verme karşılığında müşrikler­den korunmak istemiş ve Ansar'dan bazıları (ileri geri konuşup) ona sitem etmişlerdi.
Neredeyse, sempatilerini kazanmak için, müş­riklerin istediklerini kabul edecekti ki Allah (C.C.), "Eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık az daha sen onlara meyledip sempati duyacaktın. O tak­dirde dünya ve ahİret azabını iki kat olarak sana muhakkak tattıracaktık. Sonra bize karşı, kendin için hiçbir yardımcı bulamayacaktın." (17 el-İsra: 74, 75) ayetini indirdi.
Hata ve unutma hususunda geçmiş peygamber­ler de işte böyledir. Bunları tek tek anlatmak uzun sü­rer, çok (vakit) alır. Bunlar bilenlerin malumudur.
Rasûlullah Ali'ye (RA.) sadece; onun (her za­man değil) ekseriya doğru üzerinde olması ve hüküm verirken, çoğu zaman hakkısöylemesi için dua etmiş­tir.
İbnu Abbas'a (RA.), "Allah'ın ona teVili Öğretme­si, ve onu .dinde anlayışlı kılması" hususunda ettiği dua da bunun gibidir.İbnu Abbas, Rasulullahın bu duasına rağmen, Kur'an'ın tamamının te'vilini (tefsi­rini) bilmiyor;.ve "Hanan [601]nedir?, el-evvah [602]nedir?,elğıslîn [603]nedir?,er-rakîm [604]nedir? bilmiyorum." diyordu.
İbnu Abbas'm, beğenilmemiş ve terkedilmiş pekçok fıkhi görüşleri vardır. Mesela: Mut'a nikahı(na ce vaz vermesi), sarf [605]ve iki kardeş cariyenin ikisi ile bir anda evlenilmesi gibi hususlardaki görüşleri böyledir.
Üstelik, Peygamberlerin de, dua edip istediklerişeylerin hepsi kabul edilmiş değildir. Peygamberi­miz (SAV.) Ebû Talib İçin dua eder, onun günahla­rının bağışlanmasını Allah'tan isterdi. [606]Bunun üzerine: "Müşriklerin Cehennemlik oldukları müminlere belli olduktan sonra -bunlar akraba bi­le olsalar- artık onlar İçin ne Peygamberin, ne de mü'min olanların mağfiret dilemeleri doğru değil­di İr." (9 et-Tevbe, 113) ayeti nazil oldu.
Aynı şekilde, "Allahım kavmime hidayet ver. Çünkü onlar (hakikati) bilmiyorlar." demesi üzeri­ne, "(Ey Rasulüm) doğrusu sen, istediğine hidayet veremezsin. Fakat Allah dilediği kimseye hidayet verir." (28 el-Kasas, 56) ayeti nazil olmuştur.
Üstelik Ali'nin (RA.) görüşlerinin hepsi de terke­dilmişve hatalı olduklarına hükmedilmiş değildir.
Onun görüşlerinin en hatalısı; çocuk doğurmuş olan cariyelerin satılabileceği görüşüdür. Halbuki ço­cuklu cariyeler Rasûlullah zamanında ve Ebu Bekr'in hilafeti zamanında ancak borç sebebiyle ve zaruret halinde satılırdı.
Daha sonra çocuklu cariyeler (alınıp satılan) bir mülk olduğu takdirde, muhtelif sebeplerle çocuklara anaları cihetinden, utanç ve ayıp gelmesin diye Hz.Ömer, çocuklarından dolayı, (çocuk sahibi) cariyelerin satılmasını yasaklamıştır.
Müslümanlar cariyenin ancak, satmak, hibe edilmek veya azad edilmek suretiyle sahibinin mülki­yetinden çıkabileceği üzerinde icma etmişlerdir. Ço­cuklu cariyeler hakkında ise bunların hiçbirisi mev-zuubahis değildir. Sahibi ölesiye kadar, onun hak­kında cariyelik hükümleri caridir.
Çocuk ne gibi bir sebeple, cariyenin satılması hükmünü kaldırabilir? Bu ancak, Ömer'in uygun gördüğü birşey (=istihsam) dir. Bununla Ömer (RA) çocuklara iyilikte bulunmak istemiştir.
Biz ne bu görüşteyiz ne de bu inançtayız. Lakin biz cariyenin satılması konusunda Ali'nin delilini ve ondan öncekilerin bu satışımutlak olarak caiz gör­melerine dair delillerini göstermek istedik.
Bu adamlar, Hz. Ali'nin latif, gamız (kapalı), ince ve benzerlerinden önde gelen sahabelerin bile aciz kaldıkları hükümlerini nereden anlayacaklar,!
(Hz. Ali'nin bu latif ve ince hükümlerinden) Me­sela: Birinin gözüne tokat vurulunca veya gözü çıka­rılınca veya göze görmeyi zayıflatan birşey isabet etti­ği zaman, suçlunun gözünün beyaz (Cornea) tabaka­sına çizgiler çizilerek cezalandırılmasına hükmetme­si, keza birinin dili kesildiği ve dil konuşma kabiliyeti­ni biraz kaybettiği zaman, "Hurufu mukattaa"[607]Üe hüküm vermesi gibi..
Yine el-Kansa (çimdiren kız), el-kamısa (tepinen kız) ve el-vakısa (boynu kınlan kız) hakkındaki verdiği hüküm de böyledir: Bunlar üç komşu kız imiş. Oyun oynarlarken biri diğerinin üzerine binmiş. Üçüncüsüalttakini çimdiklemiş. Üzerine binilmiş olan tepinmiş ve kendisinin üstüne binmiş olan da yere düşüp boy­nu kırılmış.
Ali (RA.) diyeti üçe taksim etmiş ve arkadaşının üstüne binenin hissesini düşmüştür. Çünkü o, boy­nunun kırılmasına kendisi sebep olmuştur.
Keza, bir temizlik müddeti içerisinde (=fi tuhrin vahid) aynı kadınla cinsi münasebette bulunan ve kadının dünyaya getirdiği çocuk hakkında hüküm vermesi için Hz. Ali'ye gelen iki adam hakkındaki hükmü de böyledir: Adamların ikisi de çocuğun ken­disine aid olduğunu iddia ediyorlardı.Hz. Ali, çocu­ğun, ikisinin birden çocuğu olduğuna, çocuğun o iki adama, o iki adamın da çocuğa varis olacağına, bu iki adamdan birisi ölünce de çocuğun diğerine aid olaca­ğına hükmetmiştir.[608]
Hammad'm, İbrahim'den, onun da Ömer(RA.) 'den rivayet ettiğine göre, Hz. Ömer de bu hususta Ali'ye (RA) muvafakat ederek aynı şekilde hüküm vermiştir.
O Ömer ki, Kur'an onun verdiği hükümlere (uy­gun olarak) inerdi. Şeytan onun gölgesinden bile kor­kardı. Sükunet ve ölçülülük onun lisanında zuhur ederdi.
Hz. Aişe (RA.) Ömer'i anlatarak derdi ki: 'Valla­hi o işbilir ve becerikli idi. Bir benzeri yoktu. İşlerin başına layık olanlarınıgetirmiştir. -Bununla Hz. Aişe (RA.) onun hüsnü siyasetini (isabetli bir politika ta-kıb ettiğini) kasdediyor.
Muğira (b. Şube) onu şöyle anlatıyor: Vallahi o, aldatmayacak kadar faziletli ve aldatılamıyacak ka­dar da akıUı idi.
el-Ahnef b. Kays ( -67 veya 72)[609]da onun (RA.) hakkında: 'Vallahi o, ileride olacak bir şeyi; bi­zim olanıbildiğimizden daha iyi bilir!" derdi. Yani: Onun tahminlerinde isabetli olduğunu, hataya düş­mediğini kasdediyor.
Rasulullah (S.A.V.) da onun hakkında: "Her ümmetin ilham alan (=muhaddesin) veya kendisi­ne doğrunun ilham edildiği kimseleri (=murawa-in) vardır. Eğer bu ümmette de böyle birisi olsaydı, o Ömer olurdu." [610]buyurmuştur.
Sariye b. Zuneym ed-Dueli[611]ye, "Ey Sariye! dağfa), dağ (a)!" demiş ve o esnada (kilometrelerce öte­de) düşmanla karşı karşıya olan Sariye Hz. Ömer'in bu sözünü kalbinde hissetmiş ve hemen dağa arkası­nı vererek düşmanla tek taraftan savaşmıştır.
Bu kadar meziyetlerine rağmen Ömer (R.A.): "Ali'nin kendisini ikaz ettiği bir hükmü hakkında: "Eğer Ali'nin ikazı olmasaydı, Ömer mutlaka helak olurdu." demiştir. Yine Ömer. "EBÛ Hasen'in [612]bulunmadığıher güç meseleden Allah'a sığınırım." derdi.
Bize ez-Ziyadi tahdis etti (ve) dedi: Bize Abdulva-ris, Yunus'dan, o da el-Hasen (el-Basri)den rivayet et­ti ki: Hz. Ömer'e, çocuğunu altı ayda doğuran bir ka­dın getirildi. Ömer , kadını zina suçuyla ithama kalkisaçaktı ki Ali (R.A.) ona: "Bu (altı ayda doğum) ba-zan olabilir. Nitekim Allahu taala da, "Onun (ana kar­nında) taşınmasıile sütten kesilmesi müddeti otuz aydır." (46 el-Ahkaf, 15) ve "Anneler çocukları­nı tam iki yıl emzirsinler." (2 el-Bakara, 233) bu­yurmuştur." dedi. (Yani Birinci ayetteki otuz ay'dan, ikinci ayetteki iki yıl (= yirmidört ay) çıkarılınca geriye altı ay kalır. Demek ki altı aylık çocuk olabilir.) [613]
İDDİÂ:Rasûlulahın:"Tek başına yolculuk eden şeytandir.İki kişi olarak yolculuk eden de ikişey-tandır.Üç kişi ise.bir kafile (birlik) sayılır.[614]buyurduğunu; sonra da,"Rasûlullamn elçi (ha­berci) leri tek basma yolladığım," [615]yine "Kendi -sinin,hicret etmek için EBÛbekr ile (iki kişi olarak Mekke'den) çıktığını. [616] rivayet ettiniz.
Tek başına yolculuk eden nasıl şeytan olur?Rasûlullah, ya onun şeytan menzilesinde ( dere­cesinde) olduğunu;ya da o kimsenin şeytana tahav-vül ettiğini (dönüştüğünü) kasdetmiş olmaktan-ki bu da mümkün değildir-hâlî değildir.
CEVAB:Biz deriz ki:O (S.A.V),"Tek başına yola Çıkan şeytandır."sözü ile.tek kişinin yalnızlığını ve korku içinde oluşunu kas d etmiş tir. Çünkü yırtıcıhayvanların ve hırsızların kendisine karşı heveslen­dikleri gibi,şeytan da ona karşı heveslenir.Tek başına yola çıktığı zaman şeytana hedef olur,bütün saldırgan ve yırtıcı hayvanlara ve hırsızlara hedef teşkil eder. (Onu tek başına yola çıkmağa sevketmeklejsan-ki şeytan o kimsede temessül etmiş gibidir.
Sonra "..İki kişi olarak yola çıkan da iki şeytan­dır." buyurmuştur. Çünkü onların herbiri de ayn,ay-rı.bu tehlikelere maruzdur.Dolayısıyla ikisi de şey­tandır. Üç kişi birden yola çıkarlarsa,yalnızlık ve kor­ku ortadan kalkar.alışkanlık meydana gelir.Onlara zarar vermek isteyen bütün heveskârlann hevesleri kursaklarında kalır.
Arabın lisanı, îmâ.işâret ve benzetmelerle dolu­dur. Meselâ:Hiç kılıç kuşanmadığı halde birine "fulân tavîlu'n-nicâd1dır"(Yani fulanın kılıcının kınının kayı­şı uzundur) derler.en-nicâd,kılıç kınlarının kayışlan-na denir.Bu sözleriyle o kimsenin uzun boylu olduğu­nu kasdederler ve kılıcının kayışının uzunluğu ile.bo-yunun uzunluğuna işaret ederler. Çünkü kısa bir kı­lıç kayışı,uzun boylu bir adama uymaz.
Yine:"fulân,külü çok bir adamdır." derler..Hal­buki adamın ne evinde, ne de kapısının önünde kül vardır.Onlar bununla ,o kimsenin çok misafirperver olduğunu , evinde ateşin devamlıyandığını kasdeder-ler.Ateş çok yanarsa tabiatıyla külü de çok olur.
Allah (C.C) da Kur'an'da "Meryem oğlu Mesîh ancak bir peygamberdir.Ondan önce birçok pey­gamberler geçti.Anası çok doğru bir kadındı.ikisi de yemek yerlerdi." (5.el-Mâide: 75) buyurmuş­tur.. .Onların ikisinin yemek yemesiyle,bize onların yaratılmış (mahlûk) olduğunu ima etmektedir. Çün­kü yiyip içen her varlığın yaratılmış olması zaruri­dir. (Çünkü yeme içme yaratılmışlann sıfatıdır.)
Cenab-ı Hak,müşriklerin Rasûlullah hakkın­da: "Bu peygambere (!) ne oluyor? Yemek yi-yor,çarşılarda geziyor"( 25.el-Furkân: 7) dediklerini bize hikâye etmiştir .Allah ojıun çarşılarda dolaşması-nı;insanlann karşılamak için çarşılara gittikleri ihti­yaç maddelerinden kinaye olarak zikretmiştir. Çün&u
müşrikler,sanki,peygamber olarak gönderdiği zaman Allah'ın onu; insanlardan ve insanî ihtiyaçlardan müstağni kılacağınızannediyorlardı.
Onlann,"Elçi (haberci)leri tek başına gönderir­di, "demelerine gelince:Elçi (haberci) kendisiyle bir beldeden diğerine mektub gönderilen kimsedir.Ona el-feyc[617]de derler.Rasûlullah onu bir yerden di­ğerine tek başına gönderir ve ona; yolda kendileriyle beraber olacağı,onlarla yalnızlığını gidereceği arka­daşlara katılmasını emrederdi.Bu,insanların her za­man yapageldikleri birşeydir.Bir mektup yazıp da onu eiçi ile uzak bir beldeye göndermek isteyen biri-nin;Rasûlullah:"Bir kişi şeytandır.İki kişi şeytan-dır.Üç kişi ise kafile (birlik) dir."dedi.diye üç adam ki­ralaması gerekmez.Bu (yalnız yola çıkmamak)ancak elçinin vazifesidir.Yola çıktığı zaman elçinin yol arka­daşlarıaraması ve yalnızlıktan sakınması gerekir.
Rasûlullahın Ebûbekr ile.hicret edeceği zaman (iki kişi olarak) yola çıkmasına gelinceıOnlann ikisi de, o vakitte müşriklerin kendilerini öldürmelerinden korkuyorlardı [618].Bu sebeple (iki kişi olarak) yola çıkmağa mecbur oldular...Nasıl ki,bir adam yol arka­daşı bulma ümidiyle evinden tek başına çıkarsa;onların da aynı şekilde bir kafileye Taslayacaklarını um­muşolmaları mümkündür.Fakat sayılarını arttırma­ları mümkün olunca,Ebûbekr,Benu'd-Dil kabilesin­den olan bir rehber kiralamış ve kölesi Amr b.Fuhey-re'yi de yanında götürmüştür.Sonunda dört veya beş kişi olarak Medine'ye girmişlerdir. [619]
IDDIÂ:Rasûlullahın,"Allah hırsıza lanet etsin! Yumurta çalar eli kesİlir,İp çalar eli kesilir![620]buyurduğunu; sonra da,
"Ancak (en az) çeyrek dinar (değerindeki bir eşyanın çalınmasınjda el kesme cezası uygulanır. [621]dediğini rivayet ettiniz.
Buna göre birinci hadis.Hâricilerİn lehine bir delil teşkil eder.Çünkü onlar çalının şeyin değeri az olsun, çok olsun hırsızın elinin kesileceğini söylüyor­lar.
CEVAB:Biz deriz ki:Allah (C.C) ,Rasûlüne"Er-kek olsun kadın olsun hırsızların .yaptıklarına karşılık ve Allahtan bir azab olmak üzere (sağ) elle­rini kesin."(5.el-Mâide: 38) âyetini indirince.Rasû-lullah da;o anda Allah'ın indirdiği âyetin zahirine ba­karak, "Allah hırsıza lanet etsinîYumurta çalar eli ke­silir, "demiştir.Sonra Allah kendisine, elin ancak çey­rek dinar veya daha fazla kıymetteki şeylerden dolayı kesilebileceğini bildirmiştir.
Rasûlullah Allah'ın hükmünü ancak,O bildirdi­ği zaman bilebilirdi.Allah ona her şeyi.birden bildir-nıiyor,bilâkis tedricen (azar azar) indiriyordu.Cebrâil ona Kur'an'ı getirdiği gibi,sünnetleri de getirmiştir.Bu sebepten"Bana Kitap (Kur'an) ve onun bir benzeri verildi.[622]buyurmuştur."..benzeri" ile sünneti kasdetmiştir.
Görmüyor musun Rasûlullah.İslâm'ın başlangı çında Uraniyyîn'in [623]ellerini, ayaklarını kestir­miş, gözlerine mil çektirmiş ve onları taşlık bir yere at­tırmışve neticede ölmüşlerdi. [624]Fakat, sonradan işkenceyi yasaklamıştı. Çünkü cezalar, o zaman he­nüz kendisine vahyedümemiş idi. Rasûlullah da söz­lerinde durmadıkları, iyiliğe kötülükle karşılık ver­dikleri, develerin çobanlarını öldürdükleri ve develeri çalıp götürdükleri için;onlan kısasın en şiddetlisi ile cezalandırmıştı. Sonradan cezalar (hakkında) vahiy gelince, işkenceyi yasakladı.
Fakihlerden; bu hadisteki yumurtanın, harpte başıörtmeğe yarayan demir miğfer , ipin de gemi ha­latı olduğunu söyleyen ler vardır ve bunların her iki­sinin de değeri pekçok dinara ulaşır.
Bu te'vil arapçayı ve araplann ifade hususiyetle­rini bilenlere göre doğru değildir. Çünkü bu (hadis) hırsızın çaldığı şeyin değerini arttırmaya uygun değil­dir ki, değeri dinarlara varan miğfere veya hırsızın ta-Şıyarmyacağı kadar büyük halata hamledilsin.
Ne Araplar ne de Arab olmayanlar; "Allah falanın .yüzünü kara etsin. Çünkü o, mücevher takmak uğru­na kendisini dövülmeğe maruz bıraktı ve bir çanak misk uğruna, hıyanet cezasına maruz kaldı." demez­ler...Bu gibi şeylerde âdet,"Allah ona lanet etsin.Eski bir ip veya bir yumak saç veya eski bir su kabı için eli­nin kesilmesine razı oldu." denmesidir.Bu çalınan şeyler ne kadar değersiz ve hakir olursa, söz de o ka­dar belağatlıolur. [625]
İDDİA;Rasûlullahın fakirlikten Allah'a sığındı­ğını ve "Senden benim ve mevlâmın[626]zenginliğini
isterim.[627]diye dua ettiğini rivayet ettiniz.
Sonra da onun:"Ey Ali a hım! beni miskin ola­rak yaşat ve miskin olarak ruhumu al ve beni mis­kinler zümresi içersinde hasret (dirilt)" dediği-ni,kezâ"Fakirlik mü'min için atın yanağından sar­kan perçemden daha güzeldir." buyurduğunu riva­yet ettiniz.
Bu ise bir tutarsızlık ve çelişkidir.
CEVAB: Biz deriz ki:Allah'a hamdolsun burada herhangi bir tutarsızlık yoktur.Onlar yorumda yanıl-dılar ve haksız bir karşılaştırma yaptılar. Çünkü onlar fakirlikle miskinliğin-ikisi ayrı şeyler olduğu halde-aynı olduğunu zannetmişlerdir.Eğer/'Allahım beni fakir olarak yaşat.fakir olarak ruhumu al ve fekirler zümresinde hasret." demiş olsaydı.dedikleri gi­bi bu, bir çelişki olurdu.
"Allahun! beni miskin olarak hasret." sözündeki miskinliğin mânası,tevazu ve boyun bükmektir.San-ki Rasûlullah Allah'tan kendisini cebbarlardan ve mütekebbirlerden kılmamasını ve onların zümresin­de kendisini hasretmemesini istemiş gibidir.
"el-meskenetu (miskinlik)" "sükûn" kökünden ahnmadır.Bir adam yumuşak huylu olduğu,tevazu gösterdiği,huşû ve hudû (alçak gönüllülük) sahibi ol­duğu zaman," temeskene'r-raculu adam miskinleş-ü)" denilir.
Rasûlullahın, namaz kılan birine söylediği :"Mütevazi ol.miskin ol,boynunu eğsözündeki" temes-ken (= miskin ol)" emri de " sükûn" dan almmadır.Rasûlulah bu sözü Üe,huşû sahibi ol,Allah azze ve celle'ye karşı tevazu göster." demek istemiştir.
Araplar, "Ben miskin'in basma iş geldi, "derler.Bununla fakirliği kasdetmezler.Ancak düşkünlük ve zayıflığı kasdederler.
Keza Rasûlullahın Kayle'ye[628]söylediği,"Ey miskine!ffsözü de böyledir.Burada "Ey fakir kadın" demek istememiş,sadece onun zayıflığını kasdetmiş Dediklerimizi doğrulayan diğer bir delil de şuaur:Rasûlullah eğer Allah'tan fakirlik mânasına nıeskenef'i istemiş olsaydı Allah onu bu isteğindenrnenederdi.Çünkü Allah onun ruhunu her ne kadariki dirhemi bile üstüste koymamış olmasına rağmen-kendisine verdiği birçok ganimetle zengin iken kab-zetmiştİr.Medînedeki bahçeleri,çeşitli malları ve Fe-dek gibi bir araziyi miras bırakan biri için,"Fakir ola­rak öldü" denemez.
Allah (C.C) da:"O (Rabbin) sen bir yetim iken (seni) barındırmadı mı?Seni (şeriat hükümlerini) bilmezken (nübüvvet nimeti ileşer'î) yola koyma­dı mı?" Muhtaçken seni bu sıkıntı ve darlıktan kurtarmadı mı? " (93.ed-Duhâ:6.7) buyurmuştur:
Fakir ve muhtaç birinin bakacak aile efradı ya olur ya olmaz.Bakacak ailesi olanın da malı ya olur ya da olmaz.
Rasûlullahın Peygamber olarak gönderildiğinde ve vefatı anındaki hâli,Allah'ın (yukardaki âyette) bu­yurduğu hususa delâlet eder.Çünkü o,fakir olarak Peygamber oldu,zengin olarak ruhu kabzolundu.Bu da, onun Rabbinden istediği meskenetin fakirlik ol­madığını gösterir.
Fakirlik mü'min için atın yanağından sarkan perçemden daha güzeldir." sözüne geline e: Şüphesiz fakirlik dünyanın musibetlerinden büyük bir musi­bet ve dünyanın âfetlerinden bir âfettir ve acıverici­dir.
Kim Allah rızası için musibetlere sabreder,kis-metine razı olursa.Allah bununla dünyada onu süs­ler ve âhirette de sevabını çoğaltır.
Fakirlik ve zenginlik,hastalık ve sıhhata benzer. .Allah bir kimseyi hastalığa mübtelâ kılar,o da sabre­derse sanki fakirliğe dûçâr olmuş da .sabretmiş gibi olur.Allah'ın,bizim bunlara sabretmemiz karşısında sevab vermesi,bizim O'ndan afiyet ve selâmet isteme­mize manî değildir.Fakirliği zenginlikten üstün gö­renler ise,Rasûlullahın Allah'a (mal fakirliğinden deil) nefsin fakirliğinden sığındığına zâhib oldular ve insanların bir kimseye,hâlî vakti yerinde olsa bile "fa­lanın nefsi fakirdir (cimridir)" ve hâli kötü olsa bile bir kimseye/falanm gönlü zengindir." demelerini delil olarak ileri sürdüler ki, bu yanlıştır.
Ne peygamberlerden,ne de onların ashabın­dan ne âbidlerden ne de müctehidlerden bir kişi bil­miyoruz ki,"EyAllahım! Beni fakir kıl,Allahım! Beni hasta et."diye dua etmiş olsun.Allah azze ve celle,on-ların böyle diyerek kulluk etmelerini istemez .Aksine "Allahım bana nzık ver.Allattım bana afiyet ver. "diye­rek kulluk etmelerini ister.
Onlar: "Ey Allahım! Bizi ancak en güzel (olan) ile imtihan et." derlerdi.Yani "Bizi ancak hayır ile imti­han et,şer ile imtihan etme,"demek isterlerdi.Çünkü Allah kulların nasıl şükredip sabredeceklerini bilmek için,onları ikisi (hayır ve şer) ile de imtihan eder.Nite-kim Kuranda da :"Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz."(21.el-Enbiyâ:35) buyurul-muştur...
Mutarrif (-95) [629]"Âfîyette olub şükretmeyi (musibetle) imtihan edilip sabretmeye tercih ederim " demiştir.
EBÛ MUHAMMED:Bunu ben"Ğaribu'l-Hadis" adlı eserimde bu açıklamalardan daha geniş bir şe­kilde zikretmiştim.Ancak üzerinde durduğumuz il-ntin kapsamlı olması için, mecburen bu kitaba da bu açıklamaları aldım. [630]
İDDİA:Rasûlulahın (S.A.V.): "Zina eden zina ederken mü'min değildir. Hırsız da hırsızlık eder­ken mü'min değildir. [631]dediğini rivayet etti Sonra da :Kim lâ ilahe illallah derse.o Cennette-dİr.Zina etse de,hırsızlık yapsa da.! [632]buyurdu-ğunu rivayet ettiniz.Bu ise bir çelişki ve uyuşmazlık­tır.
CEVAB Biz deriz ki :Burada -Allah'ın lütfuyla -ne çelişki ve ne de uyuşmazlık vardır. Çünkü imanjûgatta,tasdik etmek manasınadir.Allah (C.C},"Şİmdi biz ne kadar doğru söylesek , sen yine de bize inanmazsin."(12.Yûsuf:17) dediklerini nak-letmiştir. (Bize inanmazsın) yani: Bizi tasdik etmez­sin, demektir.
İnsanların "Dediklerinin hiçbirine inanmıyo­rum, "sözü de bu kabildendir .Yani, "dediklerini tasdik etmiyorum." demektir.
îman ile vasıflandmlanlar.üç guruptur:
BİRİNCİSİ:Kalbiyle değil.sadece düiyle tasdik edendir.Münafıklar gibi..Bu gibi kimselere îman etti diyebiliriz.AHah (C.C) da.münafıklar hakkında: "Bu kötü hallerişundandir.Çünkü onlar (görünüşte) iman ettiler sonra (kalbleri ile) inkar ettiler." (63.el- Munâfıkûn:3) ve yine,"Doğrusu (dilleriyle) iman eden (münafık) Ierden.YahudÜerden.Sâbii-lerden ve Hristiyanlardan.."(5.el-Mâide: 69) ve bu­nu takiben, "...Kim Allah'a ve âhiret gününe îman ederse .." (5.el-Mâide: 69) buyurmuştur.Çünkü onlar Allah'a ve Âhiret gününe ( gerçekte ) inanmıyorla-dı..
Eğer (Allah), "İman edenler" ile-burada-müşlü-manlan kasdetmiş olsaydı, "Onlardan Allah'a ve Ahi-ret gününe îmân edip.." buyurmazdı.Çünkü onlar , zaten Allah'a ve âhiret gününe îman etmektedirier.[633]Burada sadece;yalnız dilleriyle îman eden mü'nâfiklarla.Hristiyanlar ve Yahudileri kasdetmiştir.
Biz bu gibi bir kimseye mü'min diyemeyiz.Tıpkımünafıklara da "..îman ettiler."-dediğimiz halde "mü'mindirler." diyemediğimiz gibi...Çünkü müna­fıklar ne samimiyyetlerinden ne de gerçekten niyyet ettiklerinden inanmışlardır.
Peygamberlerin itaatsizlerine de "... itaatsizlik etti....şaşırdı[634]diyebiliriz fakat,onlara "âsî.şaş-kın.." diyemeyiz.Çünkü onların günahı,Aîlah düş-maniarımn günahlan gibi, günaha bağlılıklarından ve ısrarlarından dolayıdeğildir.
İKİNCİSİ:Günahlarla kirlenmiş ve -ısrar ( de­vam) etmeksizin- tâatta kusur etmiş olmakla birlik-te.kalbiyle ve diliyle tasdik etmiş olan kimseler­dir. Bunlar hakkında "îman etti" deriz.Ve bu gibi kim­seler,büyük günahlan terkettikleri müddetçe mü'mindirler.Fakat büyük günahları işlediği za-man.günahı İşlediği esnada mü'min değildir.Yani: "imanı kâmil değildir." demekür.
Görmüyor musun,Rasûlullah (S.A.V) :"Zina eden zina ederken.mü'min değildir."buyurmuştur. Günahı işlediği vakitte" mü'min değildir.diyor.Çün-kü ondan önce,günahta ısrar edici değildir ve njü'mindir.Günahtan sonra da ısrar edici değil­dir. .Tevbe etmiş olan bir mü'mindir.
(o h Başlca hadis.bunu daha iyi açıklamaktadır: iu da şu hadistir) :"Zina eden.zina ederken iman ken dişinden soyulur.Eğer tevbe ederse ona tekrar giydi­rilir.[635]
ÜÇÜNCÜSÜ:DÜiyle ve kalbiyle tasdik etmiş ve farzları eda etmiş,büyük günahlardan kaçınmış olan kimsedir.Bu kimse imanın şartlarını tamamen hâiz olan ,hakiki bir mü'mindir.
Rasûlullah,"Komşusu belâsından (zarar ve eziyetinden) emin olmayan kimse,mümin değil­dir. [636]derken,... "îmanı kâmil değildir." demek is­temiştir.
Yine,"MüslümanIarın,elinden ve dilinden emin olmadığı kimse,îman etmiş olmaz. [637]bu­yururken, imanın kâmil olamayacağını kasdetmiş-tir...
Keza,"Komşusu gece aç yatarken,karnı tok olarak yatan kimse îman etmiş olmaz"[638]buyur­muştur. Yani îmanı kâmil değildir,demektir.
Bunlar Rasûlullahın,"Abdest alırken besmele çekmeyenin abdesti yoktur. [639]sözüne ben-zer.Yani abdesti mükemmel değildir,abdesttnin fazi­leti (ve sevabı)yoktur.demek istemiştir.
Hz.Ömer'in (R.A),"Haccetmeyenin imanı yok­tur. [640]sözü de böyledir.Ömer'in kasdı, "kâmil imanı yoktur." demektir.
İnsanlar da bir kimsenin aklının tam olmadığınıkasdederler ve "falanın aklı yoktur." derler.Keza di­ninin kâmil olmadığını kasdederler ve "onun dini yoktur." derler.
"Kim lâ ilahe illallah derse,o cennettedir.Zina et­se de,hırsızhkyapsa da.." hadisine gelince:Bu söz de iki şıktan hâlî değildir.
Birisi :Bu özü,o kimsenin akıbetini nazar-ı iti­bara alarak söylemiş olmasıdır.Bu takdirde, "Zina ve hırsızlıktan dolayı azab olunsa da,âkıbeti Cennettir." demek istemiş olur.
Diğeri ise:Allahu taâlânın rahmeti ve Rasûlulla-hın (S.A.V) şefaati ona yetişir ve "Allah'tan başka ilâh olmadığına "şehadet etmesinden ötürü Cennetlik olur.
Bana İshak b.İbrâhîm b.Habîb b.eş-Şehîd baba­sından,o da dedesinden,o da el-Hasen (el-Basrî)'den(22-110) [641]onunşöyle dediğini rivayet etmiştir.: "Cennetin bedeli "Lâ ilahe illallah" tır.
Bana Muhammed b.Yahyâ el-Kât'î tahdis etti (ve) dedi:Bana Ömer b.Ali,Mûsâ b.el-Museyyib es-Sa-kafi'den haber verdi (ve) dedi:Sâlim b.ebîl-Ca'd"ı; Rasûlullah'tan şu hadisi rivayet ederken işit­tim. (Rasûlullah) şöyle demiştir: Rabbiniz şöyle bu-yuruyor:"Ey Âdem oğlu! Bana yeryüzü dolusu gü­nah getiriyorsun..Bana hiçbir şeyi ortak koşma-diktan sonra hiç mühim degil.ben o günahları .yer­yüzü dolusu mağfirete çeviririm. [642]
Bana Ebû Mes'ud ed-Dârimi ki Hırâş'ın [643]oğîudur-tahdis etti (ve) dedi:Bana dedem.Enes b. Mâlik'den tahdis etti.(Enes) dedi:"Rasûlullah (S.A.V) "Ümmetimin yansının Cennete girmesi ileşefaat arasında muhayyer bırakıldım.Ben şefaati seçtim.Çüukü şefaat daha umûmî ve daha çoktur.Bel-ki siz benim şefaatimin takva sahiplerine has ol­duğunu zannediyorsunuz. Hayır! Bilâkis günahla­ra bulaşıp kirlenmişler İçindir.[644]buyurdu. [645]
IDDIÂ:Hammâd'dan,o da İbrâhim'den.o da el-Esved (b.Yezîd en-Nahaî) den,o da Âişe'den (RA) riva­yet ettiniz ki (Âişe): "Ben Rasûlullahın elbisesindeki menİ'yi elle eltilerdim,o da bu elbiseyle namaz kılardı. [646]demiştir.
Sizin rivayet ettiğiniz bu hadise dayanarak ba­zıları,elbiseden meniyi çitileyip,o elbise ile namaz kılmaya cevaz verdiler .Ve bunu sünnet hâline getir­diler.
Sonra bir de Amr b.. Meymûn b. Mihrân'dan, o da Süleyman b. Yesâr'dan rivayet ettiniz ki (Süley­man) Hz. Aişe yi. "Rasûlullahın elbisesindeki meni lekesini yıkardım. Sonra elbisede, yıkadığım ye­rin izini- veya izlerini-görürdüm. [647]derken işit-miştir.
Bu rivayetiniz üzerine bir kısım insanlar, meniyi elle çitilemek suretiyle temizlemeyi terketmiş ve o el­biseyle namaz kılacağı zaman, muhakkak meninin yıkanması gerektiğini söylemişlerdir. Bu ise, bir çe­lişki ve tutarsızlıktır.
CEVAB: Biz deriz ki: Burada ne çelişki vardır, ne de tutarsızlık... Çünkü Âişe (RA.) Rasûlullahın elbi­sesindeki meniyi, kuru olduğu zaman çitilerdi. Oğuş-turma ise ancak kurumuş menide mümkündür. Ba-zan meni, iç çamaşırında kuruyasıya kadar kalırdı. Meni ise - bilhassa yaz mevsiminde - az bir zamanda kuruyuverir.
Âişe (R.A) meninin yaş olduğunu görünce, onu yıkadı.Çünkü yaş olunca çitilemekle temizlemek mümkün değildir. Fakat onu, kuruyuncaya kadar bekletip, sonra çitileyen bir kimse için, böyle yapma­sında bir beis yoktur.
İbnu Râhuye diye bilinen, İshak b. İbrahim (166-238) [648]bana, meniyi çitilemenin sünnet olduğunu haber verdi. [649]
İDDİÂ:Rasûlullahın "Deri dibağatlandı mı,te-miz olmuş olur." buyurduğunu,keza ölü bir koyuna rasgeldiğini vet"Onun derisinden faydalansaydınız
ya! [650]buyurduğunu rivayet ettiniz. Fakihlerden birkısmı bu görüşü kabul ettiler ve bununla fetva ver­diler.
Sonra Rasûlullahın, "Meytenin (ölü hayvanın) ne derisinden faydalanın,ne de sinirinden.. [651]buyurduğunu rivayet ettiniz.Fakihlerden diğer bir gurup da bu görüşü kabul edip.bununîa fetva verdi­ler.
Bu bir çelişki ve tutarsızlıktır.
CEVAB:Biz deriz ki:Burada-Allah'a hamdolsun -ne bir çelişki vardır,ne de tutarsızlık!..Çünkü hadis­teki el-ihâb,dibağatlanrnarmş deridir.Dibağatlanınca bu isim ondan kalkar.
Nitekim bir hadiste Ömer.Rasûlullahın yanına girdiğini ve evde-dibağatlanmamış kokmuş deriyi kasdederek- kokmuş deriler (=uhubun atmetun) bu­lunduğunu söylemiştir.
Hz.Âişe (R.A) babasıfnın mürtedleri öldürmesi) hakkında : "Başlan omuzlara düşürdü ve kanlan de­rilerin (=uhub) içersinde topladı" demiştir.[652]De­riler ile cesedleri kasdetmiştir-
Hz.Aişe, burada derileri (= uhub),cesedlerden kinaye olarak kullanmıştır.Eğer el-uhub, dibagatlan-mış deri olsaydı, uhub, kelimesini cesedden kinaye olarak kullanması caiz olmazdı.
en-Nâbiğâtu'1-Câ'dî, kendisi yokken yavrusunu kurt yemiş olan ve sonra geri dönen.yabani bir sığır­dan bahsederek:
'Yavrusuyla ilk beraber olduklan yerde.hâdise-yi açıklayan bir deri (=ihâb) ve parçalanmış kanlı bir cesedle karşılaştı." demiştir.
Rasûlullah da, "Deri (=ihâb) dibağatlandı mı, te­miz olmuş olur." buyurmuş,sonra da ölü bir hayvana rasgelmiş ve : "Sahibi hayvanın derisinden faydalan-saydı ya." demiştir.Yani :Onu dibağat etseler de on­dan faydalansalar ya! demektir.
Sonra da (yazılı bir talimatta): "Ölü hayvanın nederisinden faydalanın, ne de sinirinden.." diye emret miştir.Bununla "Dibağatlanmamış deriyi,dibağatla-runcaya kadar kullanmayın!" demek istemiş tir. Nite kim/'...ne de sinirinden." sözü de bunu gösterir.Çün-kü sinir,dibağat kabul etmez.Bu sebepten onu,diba-ğatlanmamış deri ile birlikte zikretmiştir.Bu başka bir hadiste açıklanmıştır. (O hadis de şudur: )
İbnu Uyeyne ,ez-Zuhrî'den.o da Ubeydullah b.Abdillah'tan,o da İbnu Abbâs'tan rivayet etmiştir ki, "Rasûlullah (S.A.V) Meymûne 'nin (R.A) azadlı cariyesine aid bir hayvan ölüsüne rastlamış ,ve "Onun derisini alsalar ve dibağatlayıp kullansalardı ya! " buyurmuştur. [653]
İDDİÂ:el-Eş'as-Muhammed b. Sîrin -Abdullah b..Şakîk -ve Âişe'den rivayet ettiniz ki (Âişe) şöyle de­miştir: "Rasûlullah bizim ne İç çamaşırımızla,ne dış elbiselerimizle namaz kılmazdı[654]
Sonra yekî-Talha b. Yahya-Ubeydullah b.Abdil-lah b.Utbe -Âişe (R.A) tarîkıyla,Hz.Âişe'nin,"Rasûlul-lah.gece namaz kılardı.Ben de hayızh ve üzerimde mirt (yün veya ipekten yapılan,kadınların elbise üstüne giydikleri bir başka elbise) olduğu hal-de.onun yambaşinda olurdum ve benim elbisemin bir kismi.onun üzerinde olurdu. [655]dediğini riva­yet ettiniz.Bu bir çelişki ve tutarsızlıktır.
CEVAB:Biz deriz ki:Bu iki hadiste ne çelişki ne de tutarsızlık vardır. Çünkü birinci hadiste, "Bizim iç çamaşırlarımızla (eş-şuûr)namaz kılmazdı."denil-miştir.İç çamaşır mânasına gelen eş-şuûr ise,şiâr'ın çoğuludur.Şiar ise vücuda temas eden elbiseye de-nir.Cesede temas etmedikçe [656]onaşiar (iç çama­şır ) denmez.
Rasûlullahm,Ansâra:"Sİz bana,iç çamaşır gibisiniz.diğer insanlar ise,iç çamaşırın üstüne giyi­len elbise (=disâr] gibidir. [657]demesi de.bu husus ta sana bir delildir. Rasûlulah demek istiyor ki:Sİz, vücuda temas eden iç çamaşır gibi.insalann bana en yakın olanlarısınız .Diğer insanlar ise.onun üstü gibi-dir.Bana,size nazaran daha uzaktırlar.
Bazen iç çamaşıra; insanda devamlı idrar dam­lamasıolur veya ondan herhangi birşey çıktığı zaman meni, ter veya ıslaklık bulaşır.
Rasûlullah.cinsî münasebette bulunduğu veya kadının hamileliği ağırlaşüğı veya aybaşı olduğu za­man, elbiseye kan bulaşmasından emin olmadığı için.harumlannın iç çamaşırı ile namaz kılmazdı.
İkinci hadiste de: "Ben onun yanında olduğum ve üzerimde mirt olduğu halde, (Rasûlullah) namaz kılardı.Mirt'in bir kısmı da onun üzerinde olurdu."de-nilmiştir.Mirt ise.izâr'm (vücudun alt kısmınıörten elbisenin) iç çamaşırı olarak kullanıldığı gibi kullanıl­maz. Çünkü mirt yünden.bazan kıl.bazan da ipek ve yün karışığından olur ve sadece izann üzerine giyilir.
EBÛ MUHAMMED:Sana bunu açıklayacak di­ğer bir husus da ,bana Abedetu'bnu Abdillah'm tah-dis ettiği bir hadistir.Abede dedi:Bana Muhammed b Bişr el-Abdî haber verdi (ve) dedi: Bana Zekeriyyâ b. ebî Zâide,Mus'ab b.Şeybe'den.o da Safîyye bintiŞey-be'den.o da Âişe'den (RA):"Rasû!ulIah birgün.güneş doğmadan önce.üzerinde siyah kıldan mamul süs­lü bir mirt (-mirtun murahhalun) olduğu halde dı­şarı çıktı." dedi. [658]
Murahhal süslü demektir.Bu (süsleme) sanatı­na da et-terhîl denir.
İmru'1-Kays da hanımından bahsederken :
"Arkamızda,izlerimiz üzerinde süslü mirt'inin (=mirtun murahhalın) ucunu sürükler bir halde onunla yürümeye başladım..."demiştir.
Hz.Âişe'nin,"Rasûlullah namaz kılardı.Elbise­nin (=mirt) bir kısmı benim,bir kısmı da onun üzerin­de olurdu." demesi,mirt'in;Hz.Âişe'nin iç çamaşırı ol­madığını sana açıklar. Eğer mirt.iç çamaşırıolsaydı.Rasûlullahın vücudu belli olurdu.Çünkü iç çama­şırı ince olur.onunla namaz kılmmaz.ve Hz.Aişe'nin bununla örtünmesi (tesettür) de mümkün olmazdı. [659]
 
 
İDDİA:Rasûlullah'a büyü yapıldığını;büyü yapmada kullanılan şeyin Zûervân (veya Zervân) [1]kuyusuna konulmuş olduğunu,Hz.Ali'nin onu kuyudan çıkardığını ve büyü yapılan her bir düğümü çözdüğü zaman Rasûlullahın.genç bir de­veden daha çevik imişçesine kendisinde bir hafif­lik hissettiğini [2]rivayet ettiniz.
Bu Allah'ın peygamberi (S.A.V) için caiz değil­dir. Çünkü sihir küfürden ve dediklerine göre şeyta­nın işlerinden bir iştir.
Allah'ın onu korumasma,melekleri ile ona doğ­ruyu göstermesine ve vahyi şeytandan muhafaza et­mesine rağmen;sihir Rasûlullaha nasıl tesir edebi-lir?Allah (C.C) Kur'an'ı kasdederek,"Ona ne önünden ,ne ardından (hiçbir sûretie) bâtıl yaklaşamaz."(41.Fussılet:42) buyurmuş tur .Ve siz buradaki bâtıl'ın,şeytan olduğunu iddia ediyorsunuz.
Yine Allah/'O bütün gaybı bilendir.Gayba dair ilmini ise,kimseye açmaz.Ancak bir peygamber olarak seçtiği müstesnadır.Çünkü Allah,peygam­berin önünden ve ardından muhafız melekler ta­yin eder [de onu korurlar)." (72.el-Cinn:26,27) bu­yurmaktadır. YanirOnun önüne ve ardına melekler­den muhafız tayin eder.Melekler onu muhafaza eder,şeytanın,aslında olmayan birşeyi sokuşturma­sından vahyi korur.
(Akılcılar) Sihir hakkında onun.kişiyle kardeşi­nin arasını açan,adamı karısından ayıran,tılsım ve asılsız şeyler kabilinden bir hile olduğunu söyledi­ler .Ve dediler ki:Bu (sihir) okuyup üflemeden ibarettir.Zehir[3]de bir tür büyüdür,zehir adama içirilir ve onu kadınlardan uzaklaştırır .Adamınşeklini şemaili­ni bozar.saçının sakalının dökülmesine sebep olur.
Keza Firavun'un sihirbazlarının,Musa'ya (A.S) gösterdikleri şeyi,ona hakikatmış gibi.hile ile göster­diklerini söylediler.ve,"Bunun gibi,biz cıvayı ahnz.ve onu yılan şeklindeki bir kaba boşaltırız.Sonra sıcak bir yere onu salarsak,cıva yılanın kıvrılıp gittiği gibi kıvnla kıvnla gider." dediler.
Dediler ki:Bunun (sihrin) bir hile olduğunun bir delili de,"Bir de ne görsün! Onların ipleri ve sopala­rı,yaptıklarısihirden ötürü,kendisine koşuyor­muş hayalini verdi."(20.Tâ-Hâ::66) âyetidir.Bu sa­dece bir hayaldir. (Öyle gösterme öyle hayal ettirmedir Hakikatta ise, ortada birşey yoktur.
Allâhu taâlânın ve Süleyman'ın (A.S) salta­natıaleyhine,şeytanların okudukları şeye (sihre) tâbi oldular.Süleyman sihir yapıp kâfir olmadı.Fa­kat şeytanlar.insanlara sihir öğrettiklerinden kâfir oldular.Bâbildeki,Hârut ve Mârut isimli iki meleğe indirilen şeyleri (-mâ unzile alâ'l-melekey-ni) öğretiyorlardı." (2.el-Bakara:102) âyeti hakkında da "mâ '"nın nefy manasına olduğunu yani,iki (mele­ğe) sihir indirilmediğini söylediler.el-melekeyni (=iki melek) kelimesi de.Lam'ın kesresi ile "el-melikeyni (=iki sultan) dir, dediler.el-Hasen el-Basrî'n in (22-110) [4]de, bu kelimeyi böyle (kesre ile) okuduğu­nu ve "Bâbil halkından iri ve kuvvetli iki adamdır." de­diğini zikrettiler.
CEVAB:Biz deriz ki: Bu fikirleri kabul eden-ler,muhakkak ki Müslümanlara,Yahûdilere,Hrisü-yanlara ve bütün Ehl-i Kitâb'a muhaliftirler.Bütün ürnmetlere;Hindlilere-ki onlar üfürükçülüğe,nazar-uk ve muskaya en fazla inanırlar-,Rumlara.Cahiliyye devrindeki ve İslâm'daki Araplara da muhaliftir-ter.Kur'an'a aykırı olduğu tevil götürmez (şekilde acıktır.)Çünkü Allah (Azze ve Celle) Rasûlüne,"De ki:Sığımnm ben karanlığı yarıp sabahı ortaya çı­karan Rabbe.Yarattığı şeylerin fenalığından. Ka­ranlığı çöktüğü zaman geceninşerrinden.(Büyü yapmak İçin) düğümlere üfleyip tüküren kadınla­rınşerrinden." (H3.el-Felak:l-4) buyurmuş ve bize .sihlrbazlann-okuyup üfleyenlerin ve (nazarlık taka­rak Jkötülükten korunmak için okuyanların tükür(üp üfle)dikleri gibi-düğümledikleri bir düğüme üflediklerini haber vermiş, bildirmiş tir.
Kureyş,sihre,el-ıdah derdi.
Rasûlullah da el-âdiha'ya ve el-musta'dıha'ya lanet etmiştir.(Rasûlullah )el-Âdıha ile.sihir yapanı; el-musta'dıha ile de sihir yaptıranı kasdetmiştir.
Şâir de sihribazlan kasdederek:
"Sihirbaz düğümlerine (=ukadu'l-âdıhî ve'l-mu'dıh) üfleyen kadınlardan Rabbime sığınnırım." demiştir.
İbnu Numeyr-Hişâm b.Urve'den.o da babasın­dan ,o da Âişe'den (R~A) -ki bu sened sahih ve makbul bir isnaddır.-kendisine büyü yapıldığı zaman Rasû-lullah,"Bana iki adam geldi.Biri baş taranma.diğeri de ayaklarımın ucuna oturdu.
Birincisi:(Bu) adamın derdi nedir? dedi. İkİncisİ:(Ona) sihir yapılmış! dedi... Birincisi:Sihri kim yapmış? dedi. İkİncisi:Lebîd b. el-A'sam (yapmış) !dedi.
Birincisi:Neyin içersine yapmış (sihri)? de­di.
İkincisİ:Taraktsaç ve erkek hurmanın kapçı­ğı İle (yapmış)! dedi.
Birincisi:Şİmdi nerede o (bü­yü yapılan şeyler)? dedi.
İkincisi:Zû Ervân kuyusunda! dedi." buyur­duğunu rivayet etti. [5]
Bu (hadis) insanların onun vasıtasıyla kendile­rine bir menfaat celbettikleri ve kendilerinden bir za-ran defettikleri birşey değildir ki bununla Rasûlulla-ha medhu senâ'da bulunmuş olsunlar.Bu hadisi nakledenlenyalancı,itham olunan ve Rasûlullaha karşı düşmanlık eden kimseler de değildirler.
Yahudiler ondan önce Zekeriyyâ b.Âzen'i (A.S) bir ağaç içersinde öldürmüş,onu testere ile parça par­ça doğramışlarken;bu yahudi Lebîd b.eî-A'sam'ın Rasûlullaha sihir yapmış olması yadırganamaz.
Vehb b.Munebbih'in (34-114,6) [6]anlattı­ğına göre Zekeriyyâ (AS) testere,kaburga kemiklerine vardığında inlemiş.Bunun üzerine Allah (C.C) ona;"İster inlemeni (acını) dindireyim,istersen yeryü­zünü ve üzerindekiler! helak edeyim." diye ona vah-yetmiş.
Ondan sonra Yahudiler, oğlu Yahya'yı (A.S) ken­dilerini kandıran fahişe bir kadının sözüne bakarak öldürmüşlerdir. [7]
Yahudiler (îsâ) Mesih'i (A.S) öldürdüklerini ve çarmıha gerdiklerini iddia etmişledir.Eğer Allah (C.C),"Onu öldürmediler.asmadılar da.Fakat ken­dilerine bir benzetme yapıldı.(Onlardan biri îsâ şeklinde kendilerine gösterildi ve bu adam öldü­rüldü)» (4,en-Nisâ: 157) buyurmasaydı;biz,başka biri­nin isa'ya (A.S) benzetildiğini bilemezdik.Çünkü Ya hudiler onun düşmanıdırlar .Yahudiler bu iddiada bulunuyorlar,Hristiyanlar da onların dostlarıolup,onların bu iddialarını kabul ediyorlar..
Keza Peygamberleri Öldürmüşler, onlan ateşte yakmışlar ve çeşitli işkenceler yapmışlardır.Eğer Allah(C.C) dileseydi,onları bütün bunlardan korurdu.
Rasûlullah da,kızartılmış bir koyun kolu ile zehirlenmiştir.Onu.bir Yahudi kadın zehirlemiş ve zehir,Rasûlullah Ölünceye kadar tesirini nöbet nö­bet devam ettirmiştir. [8]
Rasûlullah (S.A.V) (bu hususu kasdederek),"Hayber lokması [o zamandan beri) beni zehir leyegeldi.îşte şimdi bu an,haya t damarının kesil­me vaktidir. [9]demiştir.
Burada Allah,Yahudi kadınına,Rasûlullahı ze­hirleme fırsatı vermiş ve neticede kadın.onun ölümü­ne sebep olmuştur.
Bundan önce ise.Allah onların Peygamber'i (S.A.V) [10]öldürmelerine fırsat tanımamıştır. (?)
Sihir ise;öldürmekten ,ateşte yakmaktan ve işkence etmekten daha hafiftir.
Eğer(akılcılar) bunu sadece;Allah ne Peygambe-s re (S.A.V),ne de diğer peygamberlere şeytanın musal­lat olmasına müsaade etmeyeceğinden dolayı inkâr ediyorlarsa;onlar Kur'an1 daki"Biz senden evvel hiç­bir rast,hiçbir nebî göndermedik ki,o (birşey) ar­zu ettiği zamanşeytan onun dileği hakkında İlle (bir fitne meydana atmış olmasın!" (22.el-Hacc:52)âyetini okusunlar.Yani:Rasûlullah Kur'an okuduğu zamanşeytan,bazı şeyleri karıştınp,Kur'an' dan birşeymiş gibi göstermek istediği zaman, (yani) namazda,"İşte yüce garânîkler.Muhakkak onların şe-faatları umulur." sözünü,Rasûlullahın lisanına ka-nşürdığı zaman[11]onu teselli etmek için (bu âyeti in­dirmiştir).. Şu kadar ki şeytan, Kur'an'a ne birşey ilâve edebilir ne de birşeyi eksiltebilir.
Allah'ın (yukarıdaki âyetin devamında) ,"Bunun üzerine Allah.Şeytamn bıraktığı (ilkâ ettiği) fitne­yi giderir.Sonra da Allah âyetlerini tesbit
eder,kuwetlendirİr."(22.el-Hacc:52) buyurduğunu (hiç) duymadın mı? Yani:Şeytanın ilkâ ettiği şeyi ibtal eder, demektir.
Bundan sonra da,tf(Allah'ın şeytana İmkân ve­rip de sonra fitneyi gidermesi) şeytanın atacağı fit-neyi.kalblerinde bir maraz bulunanlara bir imti­han vesilesi yapmak içindir." (22.el-Hacc:53) bu­yurmuştur.
İşte,"Ona (Kur'an'a) ne önünden,ne ardından (hiçbir suretle) bâtıl yaklaşamaz." (41.Fussılet: 42) âyeti de böyledir.Yani şeytan ne başlangıçta ne de sonra.Kur'an'da bir ilâve yapmağa kadir olamaz,de-mektir...
EBÛ MUHAMMED:Bana Ebû'l-Hattâb tahdis et­ti (ve) dedi:Bana Bişr b.el-Mufaddal Yunus'dan.o da el-Hasen (el-Basri)'den haber verdi.(el-Hasen) Cibril.bana geldi ve "Cinlerden bir ifrit sana kötülük yapmayı planhyor.Sen yatağına uzan­dığında 'Allâhu lâ ilahe illâ huvel-Kayyûm" de",ve âyetu'l-kürsîyi sonuna kadar oku!"buyurdu"[12]demiştir.
Allahu taâlâ.Eyyûb'un (A.S),"Gerçekten şeytan beni zorluk ve musibete uğrattı." (38.Sâd:dediğini de (Kur'an'da) hikâye etmiştir.
EBÛ MUHAMMED:Musâ'nın (A.S) gördüğü si­hir hakkında.bu bir hayal (öyle gösterme,zannettir­me) dir,hakikatta öyle bir şey yoktur,demelerine ge-lince:Bunu biz inkâr da etmiyoruz, red de etmiyo-ruz.Biz katiyetle biliyoruz ki.bütün mahlûkatın hep-si.bir sinek yaratmak için biraraya gelseler,yine de buna güç yetiremezler.Şu kadar ki,o hayalin (hayal olunan şeyin) onların iddia ettikleri gibi,yılan gömle­ğine cıva koyarak haraket ettirmek suretiyle mi.yoksa başka bir şekilde mi olduğunu bilmiyoruz.Bu işin ha­kikatini ancak sihirbaz olan veya bu hususta sihir­bazlardan birşeyler dinlemiş olanlar bilebilir.
Onların (akılcıların)"...ve Süleyman'ın salta­natıaleyhine, şeytanların okudukları şeye (sihre) tabi oldular." (2.el-Bakara:lO2) ve"...Babil'deki iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı."(2.el-Bakara:102) âyetleri hakkında,bunların tevili şudur: "Ba-bil'deki iki meleğe (birşey) indirilmedi" demektir." de­melerine gelince:Bu,onlann muhal ve ters tevillerin­den daha az yadırganır birşey değildiriÇünkü Ba-bil'deki iki meleğe birşey indirilmedikten sonra.bu sö­zün söylenmesi lüzumsuz ve manasız olmuş olur.
Bir kimse ancak şunu iddia ederse onların bu tevilleri caiz olabilir. :Yani sihir.bu iki meleğe indiril miştir;bu takdirde de mesele evvelce anlatıldığı gibi olur.Yahut da aksine bir delil olur ki-dedikleri gibi iki meleğe sihir indirilmemişse-.Allah, "Ona tabî oldular" buyururdu....
Bunun misali .durup dururken "allemtu ha-za'rracule'l-Kur'âne ve mâ unzile alâ Musa (= Bu ada­ma Kur'an'ı ve Musa'ya indirileni (Tevrat'ı) öğrettim." denilmesidir.Bu sözü işiten kimse buradaki "mâyı.nefy manasına alıp da senin,"Kur'an Musa'ya indi­rilmedi, "demek istediğini aklına getirmez.Çünkü bu sözden önce birisi."Kur'an Musa'ya indirilmiştir."dememiştir.Bu özü işitenin aklına sadece senin o ada­ma Kur'an'ı ve Tevrat'ı öğrettiğin gelir.
Bu âyetin tevili (yorumu) İse bizce,bu hususta rivayet edilen bir haber ile açıklanmıtır. İbnu Abbas'm anlattığına göre bu haber -özet olarak şu-dur:Süleyman (A.S) cezalandırıldığı ve saltanatının başına bir şeytan geçirildiği zaman;sihir,muska vetıl­sım yoluyla şeytanlar, onun hazinesine,musallâsınm olduğu yere defnedilmişti.Süleyman (A.S) vefat edince,şeytanlar insanlara gelir, "Biz size rüzgârları ve cin­leri Süleyman'ın emrine verdiren,insanları ona boyun eğdiren şeyi haber verelim mi?" derler.İnsanlar da:"Evet" derler.Bunun üzerine Süleyman'ın musal lasına ve tahtının olduğu yere varırlar ve sihri oradan Çıkarırlar.
Bunun üzerine İsrail oğullarının âlimleri:"Bu Al­lah'ın dininden değildir.Süleyman sihirbaz değildi." derler.
însanlarm ayak takımı ise; "Süleyman bizden âlim idi.O nasıl (sihir) yaptıysa.biz de yapaca-Sjz- (derler.Bu konuda Allahu taâlâ "...ve Süley­man m saltanatı aleyhine şeytanların okudukları
şeye (=mâ tetlu'ş-şeyâtînu) (sihre) tabi oldular."
(2.el-Bakara: 102) buyurmuştur. Yani:Yahudiler,şey. tanın rivayet ettiği (anlattığı) şeye tabi oldular, de-mektir.Çünkü (âyetteki) tilâvet (=okumak) ile rivayet aynı şeydir.
Sonra da (Allah}:"Süleyman sihir yapıp kâfir olmadı.Fakat şeytanlar insanlara sihir öğrettikle­rinden kâfir oldular.Hârut ile Mârut İsimli iki me­leğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı." (2.el-Bakara:102) buyurmuştur.
Bunlar iki melek idi .Âdem oğullan günah işle­dikleri vakit,insanların aralarında hükmetmeleri için yeryüzüne indirilmiş idiler. Onların ( iki meleğin) kalplerine kadınlara karşı şehvet duygusu konulmuş ve zina etmemek, kimseyi öldüremek ve içki içmemek­le emrolunmuşlardı.Zühre (Venüs) dâvada bulun­mak kasdıyla ikisine geldi.Onlar Zühre'den hoşlandı­lar ve onu arzuladılar.Zühre de onunla göğe çıktıkları ismi (duayı) kendisine öğretmedikçe razı olmadı.On­lar da öğrettiler.Tekrar Zühreyi arzuladılar.Zühre yi-ne,onlar içki içmedikçe razı olmadı. Onlar içki de içti­ler, ve arzuladıkları ihtiyaçlarını giderdiler. Sonra çık­tılar ve bir adam gördüler.Kendilerinin yaptıkları şey­leri görmüştür zannıyla adamıöldürdüler.Zühre,o is­mi (duayı) söyledi ve göğe yükselerek kayboldu .Allah da onu (ceza olarak) akan yıldız haline soktu.Allah iki meleğe de kızdı ve onlara Hârut ve Mârut ismini ver-di.Onlara dünya azabı ile âhiret azabı arasında bir seçme yapmalarını söyledi.Onlar da dünya azabın1 seçtiler.Bu yüzden ikisi, insanlara,kişi ile karısının arasını açan şeyleri öğrettiler[13]
Ehl-i nazar (akılcılar) a göre,Allah'm iki meleğe indirdiği şey-Allah daha iyi bilir-Zühre'nin onunla eöğe çıktığı Ism-i âzâm'dır.Bu iki melek Zühre 'den ve
Allah kendilerine kızmadan önce,bu isimle göğe çıkıyorladı.Zühre o ismi şeytanlara öğretti. Şey tanlar da onu dostlarına öğrettiler. Onlara sihri de öğretti­ler.
Denilir kûSihirbaz bir söz söyler ve yerle gök ara­sında uçar.suyun üzerinde yürür.
EBÛ MUHAMMED:Bana Zeyd b.Ahzem et-Tâî tahdis etti (ve) dedi:Bize Abdussamed haber verdi, (ve) dedi: Bize Hemmâm,Yahya b. Kesîr'den rivayet et-ti.fYahya) şöyle dedi:"Uman âmili (=valisi)Ömer b.Ab-dilaziz'e "Bize bir sihirbaz kadın getirildi.Biz de onu suya attık.fakat suya batmadı." diye yazmış...Ömer b.Abdilaziz de ona:Su konusu bizi ilgilendirmez! Eğer (aleyhinde) açık bir delil varsa (ne âlâ) aksi takdirde bırak gitsin..!" diye cevab yazmıştır.
Yine bana Zeyd b.Ahzem et-Tâî tahdis etti (ve) dedi:Bize Abdussamed haber verdi (ve) dedi:Bize Zeyd b.ebî Leylâ haber verdi (ve) dedi:Bize Amîrafveya Umeyra) b.Şukeyr[14]haber verdi (ve) dedi:Biz Sinan b.Seleme ile Bahreynde idik.Bir sihirbaz kadın getirildi. (Sinan) emretti ve suya aüldı.Kadın suya bat-jnadı.Bu defa kadının idam edilmesini emretti.Biz de Udam sehpası için) bir ağaç yonttuk.
Bu sırada kadının kocası geldi.Sanki yanmış bir Ş1? gibiydi.(Sinan'a):"Ona emret de.benden boşan-!' dedi.Sinan da kadına:"O'ndanboşan!" dedi Fakat) bana bir kapı ve bir İp dedi.Kadm kapının üzerine oturdu.ve ipe okuyup üflemeğe ve onu düğümlemeye başladı.Birden kapı yükseldi ve ikisiyle beraber sağa sola gitmeğe başladi.Kadını ve kocasınıyakalamak mümkün ol­madı."
Bize Ebû Hâtim,el-Asmaî'den tahdis etti (ve) de-di:Bana Muhammed b.Muslim et-Tâifî [15]şöyle bir hadis nakletti:"Şeytanlar fizikî yapılannı değiştirme­ğe kadir olamazlar. Fakat sihir ile değişmiş görünür­ler."
Bana Ebû Hatim tahdis etti (ve ) dedi:el-Asmaî Ebû Amr b.el-Alâ'dan naklederek şöyle dedi:"ĞûI (=Dev,gulyabânî) cinlerden bir sihirbazdır."...
Bize Ebu'l-Hattâb tahdis etti (ve) dedi:Bize el-Mu'temir b.Süleyman haber verdi (ve) dedi:Mansûr'u;Rıb'î b.Hırâş'dan ,o da Huzeyfe'den (RA) olmak üzere Rasûlullahın şöyle dediğini zikrederken işittim :(Rasûlullah) demiş ki:Şüphesiz,Deccahn yanında ne bulunduğunu en İyi bilen benim.Onun yanında yakıcı bir ateş ve soğuk sudan bir nehir vardır.Biri-niz onu görürse sakın korkmasın.Gözlerini yum­sun ve ateş olarak gördüğüne dalsın.Çünkü o ateş (aslında ) soğuk sudan bir nehirdir[16]
Yine bana Ebû Hâtim,el-Asmaî'den,o da Ebu'z-Zinad'dan tahdis etti.(Ebu'z-Zinâd) şöyle dedi:Bir ka­dın geldi.Fetva soracakmış.Rasûlullahın vefat etmiş olduğunu gördü.Sadece Rasûlullahın hanımlarından birini buldu.Onun Hz.Âişe olduğu söylendi.Kadın Âişe'ye :"Ey mü'minlerin annesi! Kadının biri bana,
"Sana «kocanın yüzünü sana çevirecek birşey yapma­mıister misin?" dedi.(el-Asmaî devamla}:Zannederim Ebu'z-Zinâd şöyle devam etti: "Kadın iki köpek getir-di.Birine kendi.diğerine de ben bindim.ve Allah'ın di­lediği kadar gittik.Sonra (büyücü) kadm,diğer kadı-na:"Bâbil'de olduğunu biliyor musun?" dedi.Sonra bir adamın (veya "iki adamın" dedi) yanma gir-dim.Adamlar bana:"Şu külün üzerine işe!" dedi-ler.Ben gittim fakat işeyemeden o iki adamın yanına döndüm.Bana:"Ne gördün?" dediler.Ben: "Hiçbir şey görmedim." dedim.Bana:"Sen daha işin basındasın" dedi!er"Kadın (devam ederek) rTekrar döndüm kendi­mi zorlayarak işedim.Benden peçeli bir süvari gibi birşey çıktı ve göğe yükseldi.Tekrar iki adama dön-düm.Bana:"Ne gördün?" dediler.Ben de onlara (olan­ları)anlattım.Bana:"O (senden çıkan şey) senin ima­nın idi,seni terketti." dediler.Büyücü kadına vardım ve:"Vallâhi o iki adam bana birşey öğretmediler.Nasıl davranacağımı da söylemediler." dedim.Büyücü ka-dın:"Ne görmüştün?" dedi.Ben :"Şunu şunu..." de­dim. O :"Sen araplann en sihirbazı oldun artık sihir yap ve istediğini iste!" dedi.Sonra büyücü,kanallar açü ve 'Tarla ol!" dedi.Bir de baktım ki ekinler salla­nıp duruyor.
Sonra"Olgunlaş!" dedi.Bir de baktım ki ekin ku-rumuş.Büyücü,ekini aldı,kabuğunu soydu,ve bana verdi.Bana :"Bunu öğüt,ondan kavut yemeği yap ve kocana yedir."dedi.Ben ise bunların hiçbirini yapma-dım.Mesele bu dereceye vardı.Tevbe etsem (günahım affedilmiş )olur mu? dedi.
Kadın,"Emece[17]de oturan Huzâa kabilesin­den, bir adam görmüş ve :"Ey mü'minlerin anası bu adam Hârut ve Mârût'a insanlann en çok benzeyeni
EBÛ MUHAMMED:Bunuİbnu Muleyke'den.o da Âişe'den (RA) olmak üzere,îbnu Curayc da rivayet etmiştir.
EBÛ MUHAMMED:Bu öyle birşeydir ki biz,bun-lara aklî deliller ve kıyas bakımından inanmıyo ruz.Fakat biz, (Mukaddes) kitaplar ve peygamberlerin haberleri ve -Gördükleri ve müşâhade ettikleri şeyler hakkında ancak düşüncenin (aklın) gerekli kıldığıve kıyasın delâlet ettiği şeye inanan şu adamlar (akılcı­lar) hâriç-ümmetlerin her devirde bunun üzerinde it­tifak etmiş olmaları sebebiyle inanıyoruz.
el-Hasen fel-Basrî'n) in (22-110) [18](Hârutve Mârut hakkında):O ikisi Bâbil halkından iri ve kuv­vetli iki adamdır." sözüne ve "el-melikeyni (= iki hükümdar)"şeklinde okumasına gelince;bildiğim kada­rıyla, ne Kurrâ'dan ve ne de tefsircilerden hiç kimse,bu hususta ona uymamiştır.Üstelik bu görüş hiç hoş olmayan birşeydir ve açıklama olmaktan da uzaktır.
İki adama.kişi ile karısının arasını ayıran birşey indirilmesi nasıl caiz olabilir?[19]
İDDİÂ:Rasûlullahın,"Benden sonra nebi yok-tur.Ümmetimden sonra başka ümmet de yoktur.Helâl;Allah tebarake ve taâlâ'nin benim ağ­zımdan Kıyamet gününe kadar helâl kildığıdır.Ha-ram da .Allah'ın benim ağzımdan Kıyamet gününe kadar haram kıldığıdır, "buyurduğunu [20]rivayet
Sonra da Mesih'in ineceğini ve domuzları öldü­receğini, haç'ı kıracağını ve helâl olan şeyleri arttıra­cağını [21]rivayet ettiniz.
Keza Âişe'den,onun:"Rasûlullah hakkında Hâtemu'l-Enbiyâ (Nebilerin sonuncusu) deyiniz.On-dan sonra nebi yoktur,demeyiniz. [22]dediğini riva­yet ettiniz.
Bu ise bir çelişkidir.
CEVAB:Biz deriz ki :Bunda herhangi bir tutar­sızlık veya çelişki yoktur.Çünkü Mesîh (Isâ) geçmiş bir peygamberdir.Allah onu yükseltmiştir ve âhir za-manda,kıyamet alâmeti olarak tekrar indirecektir.Allahu taâlâ:""Gerçek-ten o (isa'nın nüzulü) kıyamet için bir beyandır."(43.ez-Zuhruf:61) buyurmuş-tur.Kurrâ (Kıraat imamların) dan kimisi bunu "Ger­çekten o kıyamet için bir alâmettir." mânasına gelmek üzere (âyetteki ılm'i ,alem olarak) okumuşlardır.
Mesih indiği zaman,Muhammed'in (S.A.V) şeri­atından hiçbir şey neshetmeyecek bilâkis,onun üm­metinden olan imam öne geçecek.Mesîh de onun ar­kasında namaz kılacaktır.
"Helâl olan şeyleri arttıracaktır.." sözüne gelince:Bir adam Ebû Hurayra'ya (RA) "Helâl olarak ancak kadım arttırır.der.O da :"Evet (kasdedilen) budur!" der.Sonra da güler.
EBÛ MUHAMMED :Helâl olan şeyleri arttıracak­tır." sözünden maksad,o bir kimsenin.beş veya altıhanımla evlenmesini helâl kılar demek değildir.Sadece :Mesih (A.Ş) Allah kendini yükseltinceye kadar bir hanımla evlenmemiştir .Allah onu yeryüzüne indirin,bir hanımla evlenir ve bu suretle,Allah'ın ona hela kıldığı şeyler artmış olur...demek istemiştir.
Ve o vakit Ehl-i Kitaptan,Mesih'in Allah'ın kulu olduğunu bilmeyen ve onun beşer olduğunu inanma­yan hiçbir kimse kalmaz.
Hz.Âişe 'nin"Rusûlullah hakkında "Hâtemu'l-Enbiyâ (Peygamberlerin sonuncusu) deyiniz, ondan sonra nebî yoktur." demeyiniz." sözüne gelin-ce:Hz.Âişe (RA) İsâ'nin ineceğini düşünerek bu sözü söylemiştir.Onun bu sözü Rasûlullahm,"Benden sonra nebî yoktur" sözü ile tezad teşkil etmez.Çünkü Rasûlullah: "Benden sonra -Peygamberlerin bir önce­ki şeriatı nesh ederek gönderildiği gibi-benim şeriatı­mıneshedecek (kaldıracak) bir peygamber yoktur." demek istemiş;Hz.Âişe (R.A) de,"Rasûlullahtan sonra Mesih (İsâ) inmeyecek,demeyin." demek istemişür.[23]
İDDİÂ Rasûlullahın,borcunun ödenmesi için karşılığını bırakmayan borçlunun cenaze namazı­nı kılmadığınırivayet ettiniz.. [24]
Sonra yine O'nun :"Kim mal bırakırsa ailesi-nindir.Kim borç bırakırsa o(nu Ödemek) benim üzerime (düşer) [25]ve başka bir hadiste:
"Kim bir keli bırakırsa .Allah ve Rasûlüne (bı­rakmış)dır.[26]buyurduğunu rivayet ettiniz. (Keli: Fakir aüeler veya bakacak kimsesi olmayan çocuklar demektir.)
Rasûlullah;borcunu ödemeyi ve ölümünden sonra onun çocuk ve ailesine bakmayı kendine gerek­li kıldığı birinin namazını kılmayınasıl terkedebilir?
Bu bir çelişkidir.
CEVAB: Biz deriz ki burada-Allah'a hamdolsun-herhangi bir çelişki yoktur.Çünkü borçlu olup (Ölen) ve borcunun ödenmesi için birşey bırakmayan kim­senin cenaze namazınıkılmaması;İslâm'ın başlangıcında,ve fetihler genişleyip.kensine ganimet mallarıgelmeden önce idi.Ve o .böyle davranmakla,borcun hafife alınmamasını ve ödeyemiyeceklerişeyi borç almamalarını kasdetmiştir.Vaktaki Allah kendisine ga­nimet ihsan edip fetihler genişleyince ve ona mallar gelince,fakirler ve çocuklar için ganimetten bir pay ayırmış ve bu paydan, müslümanların borçlarını öde­miştir. [27]
İDDİÂ: Rasûlullahm Mâiz'i (R.A) ;zina ettiğini huzurunda dört kere ikrar etmedikten ve her ikra­rında kendisinden yüzçevirmedikten sonra rec-metmediğini.sonra dördüncü ikrarında onu recmettiğini [28]rivayet ettiniz.
Sizin fakihlerinizden bir kısmı bu hadisi kabul ettiler ve: ""Bir kimsenin (suçunu ) ikrarı,aleyhindeki Şahidlerin adedi kadar olmadıkça onu recmetmeyiz." dediler.
Ali b.ebî Tâlib de bu görüşte idi.
Sonra yine rivayet ettiniz ki:İki adam Rasûlullah'a geldi.Birisi şöyle dedi:Benim oğlum bunun yanında işçi i di. Onun hanımı ile zina etmiş. Oğlu­mun bu suçundan dolayı ona.yüz koyun ve bir de köle verdim.Sonra biz ehl-i ilimden bir adama (bu meseleyi) sorduk. Oğluna yüz sopa ve bir sene sür­gün cezası;kadına da recm gerekir." dedi."Rasûlullah (S.A.V):"Nefsim elinde olan (Allah)a andolsun ki aranızda Allah'ın kitabı İle hükmedeceğim:Yüz koyun ve köle sana geri verUmiştir.Oğluna yüz so­pa ve bir sene sürgün cezası,bu adamın karısına da recm cezası!" buyurdu ve aralarında böylece hük­metti.Sonra ;"Gît yâ Un ey s, şunun hanımına! Eğer zina ettiğini itiraf ederse,onu recmet." dedi.Kadın da itiraf etti,o da recmetti.[29]
Halbuki hiçbir kimse.Rasûlullahın bir mecliste hattâ birkaç mecliste "Kadın suçunu dört kere itiraf etsin",dediğini söylememiştir.
Bu ise Mâiz hadisine ayladır.
CEVAB Biz deriz ki burada-Allah'a hamd olsun-herhangi bir tutarsızlık veya çelişki yoktur.Çünkü Rasûlullahm Mâiz'den dört kere yüz çevirmesi,onun zina ettiğini itiraf etmesinden ve Allah'ın örttüğü bir suçu açığa çıkarmasından hoşlanmadığıiçindir.Yok­sa huzurunda dört kere suçunu ikrar etmesini istedi­ğinden değil!...
Bir de onun durumunu iyice öğrenmek ve "Aklıyerinde mi,yoksa aklî durumu bozuldu mu?" bunu bilmek istemiştir.Onun durumunu öğrenmek için dört kere itiraf etmesini uygun görmüştür.Eğer iki,üç veya beş , altı kere itiraf etmesini uygun görseydi.bu yine de bağlayıcı bir delil teşkil etmezdi.
Şu rivayet,Rasûlullahın;huzurunda zinanın iti­raf edilmesinden hoşlanmadığını göstermekte-dir:Bu,Mâlik'in,Zeyd b.Eslem'den "Rasûlullah zama­nında zina ettiğini itiraf eden bir adam hakkındaki" ri­vayetidir: Rasûlullah adama yüz sopa vurulmasını emretti ve:"Ey insanlar! Sizin için Allah'ın yasakla­dıklarından vazgeçme vakti gelmiştir.Kim bu pis­liklerden bir iş işlerse,Allah'ın kendi suçunu örttü­ğü gibi o da suçunu örtsün.Çünkü kim bize (kendi­sine ceza verilmesi için) yanağını uzatırsa.biz onun hakkında Allah'ın kitabının gerektirdiği şeyi tatbik ederiz.[30]buyurdu.
Suçunu inkâr edenin durumu hakkında şüphe kalmazsa,bu takdirde itirafın dörtten fazla veya eksik olabileceğine şu hadis delâlet etmektedir:
Yahya b.Saîd ,Hişâm ed-Dustuvâî'den,o Yahya b.ebî Kesîr'den,o Ebû Kılâbe'den (RA] rivayet o Ebu'l-Muhelleb'ten, o da Imrân b.Husayn'dan etti ki: (Imrân b.Husayn şöyle) dedi:Rasûlullah ile beraber-dik.Kendisine.zinadan hamile kalan,Cuheyne ka­bilesinden bir kadm geldi ve:"Yâ Rasûlallah! Ben.haddi gerektirecek bîr günah İşledim.Cezayı bana tatbik et." dedi.Rasûlullah kadının velîsini çağırdı ve kadına iyi bakmasını,çocuğunu doğu­runca kadım kendisine getirmesini emre t ti.Kadın doğumunu yaptı .Bunun üzerine Rasûlullah kadi-na.çocuğu emzirmesini .sütten kesince de kendi­sine gelmesini emretti.Kadın da öyle yaptı.Sonra velîsi kadını getirdi.Rasûlullah emretti .kadının (üst) elbiseleri yırtıldı ve recmedildi.Soma da Samazını kıldı."
Ba hadiste kadının suçunu dört defa itiraf ettiği zikredilmemektedir.[31]Bu ise Rasûlullahm:"Git yâ Uneys! Şunun hanımına! Eğer (zina ettiğini) itiraf ederse onu recmet" dediği zikredilen hadis için (onu destekleyen) birşâhlddir.
Yine dediğimize diğer bir delil de şudunMâiz b.Mâlik ,recmedildiği vakit buna dayanamadı ve kaç­tı.Buna rağmen onu recmettiler.Rasûlullaha onun acıya dayanamadığını haber verdikleri vakit Rasûlullah:"Onu bana getirseydiniz de tekrar onun duru­muna bakaydım ya[32]buyurmuştur....
Eğer cezayı gerektiren şey; onun dört defa ikrar etmesi olmuş olsaydı,Rasûlullahm,"Onu bana geri getirseydiniz ya!"sözünün manası olmazdı.Çünkü o, adam hakkında Allah'ın hükmünü infaz etmişti.Adam dört kere ikrar ettikten sonra-eğer döner-se.onun dönmesinin kabul edilmesi caiz olmaz.Fakat ikrar için bir aded tayin edilmezse, o zaman adamın ikrarından dilediği zaman dönmesi ve onun bu dönü­şünün kabul edilmesi caiz olur. [33]
İDDİA :Siz Rasûlullahm recmettiğini,ondan sonra imamların (devlet başkanlarının) da recm ceza-lannı tatbik ettiğini rivayet ettiniz.Halbuki Allah,câri-yeler,hakkında:"Eğer bir fuhuş yaparlarsa,o vakit hür kadınlar üzerine gerekli olan cezanın yarısıkendilerine lâzım geIir."(4.en-Nisâ:25) buyurmaktadır.Recm cezasıise,insanı öldürüp telef etmektir,ve parçalanma kabul etmez.O halde hür kadına verilen cezanın yansı cariyeye nasıl verilir?
(Ebû Muhammed}:Âyetteki el-muhsanât'ın evli kadınlar olduğunu söylediler ve :"Bu âyet,(zina eden) evli kadının cezasının sopa (değnek) olduğuna delâlet eder." dediler.
CEVAB:Biz deriz ki:el-muhsanât,eğer burada "evli kadınlar" manasına olsaydı.dedikleri doğru olurdu.Ve bu delil geçerli olurdu...el-muhsanat ise burada,"bekâr hür kadınlar" dan başkası değil-dir.Bâkire olduklarıhalde onlara el-muhsanât (evli kadınlar) denmiştir.Çünkü ihsan (^evlilik) hür kadın­lara mahsustur ve onlarla evlenilir.Çâriyelerle evlilik (akdi) olmaz.
Sanki Allah (C.C):ftKendUerine;hür kadınlar üzerine gereken cezanın yansı verilmelidir." derken,hür kadınlar ile bakire olanları kasdetmiştir gibi-
Araplar bazan sığıra-hiçbir yeri sürmediği el-musıra (=çift süren) derler.Çünkü başka hay­vanla değll.sadece sığırla çift sürülür...
Otlaklanndaki develere de el-hedy (kurbanlık) Kr'kÜnkü Ka'be'ye kurbanlık, onlardan götürülür eye kurt)an için götürülmeseler bile,onlara bu ım verilir.
Bizim el-muhsanât hakkındaki .yapmış olduğu, muz "el-muhsenât bu âyette- bakire ve hür kadınlar demektir." şeklindeki tevilimizi destekleyen diğer bir şahid de ,AlIahu taâlânın başka bir yerdeki:"Içiniz. den iman etmiş hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse,mâlik olduğunuz iman etmiş genç kızlannizfolan cariyeler) den alsın" (4.en-Nisâ:25) âyetidir, el-muhsanât-burada-hür olan kadınlardır.Buradaki el-muhsanâtın "evli kadınlar" ol­ması caiz değildir. Çünkü evli kadınlar tekrar nikâh edilemez. [34]
ÎDDİÂ:Rasûlullahın:"Vâris (mirasçı) İçin vasi­yet yoktur.[35]buyurduğunu rivayet ettiniz.Alla-hu taâlâ ise:"Sizden birinize ölüm alâmetleri belir­diği zaman, geriye mal birakacaksa,babasına,ana­sına ve akrabasına vasiyet etmesi farz kılın­dı."(2.d-Bakara: 180) buyurmaktadır.Ana ve baba ise her halükârda mirasçıdırlar. Onları mirastan kimse menedemez.
İşte bu rivayet Allah'ın kitabına aykırıdır.
CEVAB:Biz deriz ki :Bu âyet neshedilmişÜr.Onu miraslar hakkındaki âyet [36]neshetmiştir.
Eğer, "Miraslar hakkındaki âyette, (yukarıdaki) âyeti neshedecek birşey yoktur.Çünkü bazan ana ba­baya hem mirastaki hakkınıhem de vasıyyet edilen haklanı vermek caizdir." derse,biz ona deriz ki:"Bu caiz değildir. Çünkü Allah ana babanın mirastaki haklarının.sadece veraset yoluyla hak kazandıkları mikdar kadar olduğuna hükmetmiş tir. Miraslar hak­kındaki âyetten sonra Allah:"(Yetimler ve vârisler hakkındaki )bütün bu hükümIer,Allah'ınşeriatı ve çizdiği sınırlandır.Kim Allah'a ve peygamberine itaat ederse.Allah onu.ağaçlan altından ırmaklar akan Cennetlere koyar ki,orada ebedî olarak kalı­cıdırlar.İşte bu,en büyük kurtuluş ve saadet-tir.Kim de Allah'a ve peygamberine isyan eder,şe-riat hükümlerini çiğneyip geçerse,onu da içinde ebedi olarak kalmak üzere ateşe koyar.Onun için rusvây edici,aşağı düşürücü bir azab vardır."(4.en-Nisâ:13.14) buyurmuştur.
Allah,miraslar hususunda çizdiği sınırlara itaat etmeğe karşılık,en büyük sevabı vadetmiş,bu sınırla­ra isyan etmeğe karşılık da.en şiddetli azabla korkut-muştur.Hiç kimse, vâris e, Allahu taâlânın tayin edip farz kıldığından daha fazla bir mal veremez.
Vasiyet âyetinin,Rasûlullahın:'Vâris için vasiy-yet yoktur." sözü ile neshedildiği de söylenebilir.
Sünnet'in Kur'an'ı nasıl neshettiğîni ise,inşâal-lah ileride açıklayacağız.. [37]
İDDIÂ:RasûIullahın,"Kadın,halasıve teyzesi «zerine nikâh edilemez.[38]ve'Neseb yoluyla (nikahı) haram, olanlar.aynı şekilde süt (emme) yo­luyla da haram olurlar" [39]buyurduğunu rivayet ettiniz.
Allah ise:"Size şunları nikahlamak haram ki-hndı:AnaIanniz,kızlannız..."(4.en-Nisâ:23} buyur­maktadır .Allah (C.C) âyette;kadın ile,onun hala ve teyzesinin bir nikâh altında cemedilmesinden bah-s etmemiş tir.Süt (emmek) ile de sadece süt anne ile süt kızkardeşi haram kılmıştır.
Sonra Allah (C.C):"Haram kılınanlar dışında kalanlar size helâl kılındı."(4.en-Nisâ:24) buyur-muştur.Bu suretle kadını,hala ve teyzesiyle birlikte nikahlamak ve aynı şekilde süt anne ve süt kızkardeş dışındaki bütün süt akrabalan,Allah'ın helâl kıldıkla­rının şümulüne girmektedir.
CEVAB:Biz deriz kî:Allah azze ve celle (insanla­rın ) itaatkârlıklannm veya isyankarlıklarının nasıl olduğunu denemek ve iyilik ve kötülük yapana karşı­lığınıvermek için -helâl veya haram kıldığı şeyler-deionlan helâl veya haram kılacak bir illet (=sebep) ol-maksızın-farzlarla kullarını imtihan eder..
Yalan ,koğuculuk,iftira,gıybet,cimrilik,zulüm ve benzerleri gibi, Allah'ın bize fıtraten çirkin kaldığı şeyler hariç;bütün çirkin olan şeyler,Allah'ın o şeyler­den nehyetmesi ile çirkin olur.Güzel de,Allah'ın onu emretmesi ile güzel olur.
Allah (Azze ve Celle) bir peygamberi.bir şeriat ile gönderir.Uzun müddet bu şeriat ile'amel edilir.Bu şe­riatla amel edenler Allah'a itaat etmiş olurlar. Sonra ikinci bir peygamberi, ikinci bir şeriat ile gönderir, ve birinci şeriatı nesheder. Bu ikinci şeriatla amel eden ler de Allah'a îtaat etmiş olurlar. Tıpkı Musa'yı (A.S)Cumartesi yasağı ile göndermesi ve bunu, İsâ (A.S) ile neshetmesi; yine Musâ,yı, yedinci günü (doğan çocuğun) sünnet edilmesi hükmü ile göndermesi ve bunu da İsâ (A.S) ile neshetmesi gibi; aynı şekilde Allah'ın, bir tek peygamberin zamanında, kullarına bir şeyi farz kılması ve sonra onu neshetmesi caiz­dir.
Allah (C.C): "Biz, bir âyetin hükmünü diğer bir âyetle değiştirirsek veya unutturursak (geri bırakırsak) ondan daha hayırlısınıyahud onun benzerini getiririz.." (2. el-Bakara: 106) buyuruyor. "...Ondan daha hayırlısı..." ile, "Ondan daha kola-yı"nıkastetmektedir.
O halde: Kur'an'ın Kur'an'la neshedilmesi caiz olunca, Kur'an'ın sünnetle de nesheditmesi caiz olur. Çünkü sünneti kendisine Cebrail, Allah'tan getir­mektedir. Bu taktirde Kur'an olan (neshedilmiş) Allah kelâmı,Kur'an olmayan Allah'ın vahyi ile neshedil­miş olur. Bundan dolayıdır ki Rasûlullah: "Bana Kur'an ve onunla beraber, onun misli (benzeri) ve­rildi.[40]buyurmuştur. Bununla; kendisine Kur'an, ve sünnetten de onun misli verildiğini kasdet-mistir. Bu sebeple Allah (C.C.) da: "Peygamber size ne yi verdiyse onu alın, size neyi yasak ettiyse on­dan uzak durun." (59.el-Haşr:7) buyurmuştur. Allah (C.C.) Rasûlullahtan Allah kelamı olarak bize ne ula­şırsa onu alacağımızı bilmektedir. Lâkin o, Rasûlulla-ha vahyetmek suretiyle, Kur'an'ın bazı âyetlerini nes-hedeceğini de bildirmektedir.
Bu (neshetme) vuku bulunca, bazılarının kalp­lerine dokunmuş ve anlayışlarına tesir etmiş bunun üzerine Allah da bize: "Peygamber size neyi verdiy se onu alın..." (59. el-Haşr:7) Yani: Kur'anda olma­yan bir hüküm veyahutta Kur'an'ı nesheden bir hü kum getirdiği zaman onu alın (kabul edin), buyurmuştur.
EBÛ MUHAMMED :Sünnetler bize göre üç türlüdür.
BirincİsirCebrâil'in Allahu Taâlâ'dan getirdiği sünnet..."Kadın halası ve teyzesi üzerine nikâh edilmez." ve "Nesep yoluyla (nikahı )haram olanlar,aynı şekilde süt ( emme] yoluyla da haram olurlar." ve "Bir veya İki emme ile haramhk (hük­mü) cereyan etmez.[41]ve "Diyet kişinin asabesl-ne (baba tarafından akrabalarına) düşer, "hadisleri ve bunlara benzer esaslar (temel hükümler) gibi...
ikincisi Allah'ın Rasûlullaha sünnet kılması­nı mubah kıldığı,bu hususta kendi görüşüne (=reyi-ne) başvurmasını emrettiği sünnettir.Bu nevi sün­nette Rasûlullahın, dilediğine -ÜUet ( sebep) ve maze­retine göre-ruhsat tanıma hakkı vardır.İpeği erkek­lere haram kılması ve Abdurrahman b.Avfa (R.A)-ondaki bir hastalıktan dolayı-tpek kullanması için izin vermesi; [42]ve Mekke hakkında" Oranın otu koparılmaz, ağacı kesilmez." buyurmasıgibi...Ab-bas b. Abdilmuttalib[43]bu söz üzerine: "Ya Rasûlullah! izhir hariç (olsun).Çünkü o.bizim ka­birleri mizfveya evlerimizin çatışım örtmek) için[44]ge rekdir."uedi.Rasûlullah da:"(Pekâlâ) izhir hariç!" [45]dedi.
Eğer Allahu taâlâ ,Mekke'nin bütün ağaçlarının kesilmesini haram kılmış olsa idi,Abbas'ın (R.A) izhir'in mubah kılınması isteğine muvafakat etmez-di.Fakat Allah,onun,faydalı gördüğü şeyi mubah kıl­masına müsaade etmiş,o da Mekke'lilere olan fayda­sından dolayı izhir otunu mubah kılmıştır.
Rasûlullahın münâdisi:"(Mekke'nin ) feth (in) den sonra hicret yoktur." diye bağınr.Sonra Abbas (R.A) Mucâşî1 b. Mes'ûd [46]un kardeşinin ,Fe-tih'den sonra Muhacir olabilmesi için şefaatçi olarak Rasûlullaha gelir.Rasûlullah ona:"Amcamın şefaa­tim (^aracılığını) (istisna olarak) kabul ettim.(Fa­kat aslında) hicret yok"[47]buyurmuştur..Eğer bu hüküm,nazil olmuş olan (değişmez bir hüküm) olsay-dı.onda şefaat caiz olmazdı.
"Eski (ölü) topraklar Allah'a ve Rasûlüne ait-tir.Bilâhare bu topraklar,benden size verilmiş­tir. Binaenaleyh her kim ölü bir araziyi (işleyip) ih­ya ederse,orası onundur[48]buyurmuştur.
Umre ile alâkalı olarak da:"Şayet şimdiki görü­şüme daha önce sahip olmuş olsaydım.umre için ih rama girerdim. [49]buyurmuştur
Yatsı namazı hakkında da:Eğer ümmetime meşakkat vermeyecek olsaydım,bu namazın vak­tini ,şu an (içinde olduğum gecenin son kısmı) ola­rak tayin ederdim. [50]buyurmuştur. Ayrıca,kurban etlerinin üç günden fazla sak Ummasını,kabir ziyaretini ,(içki saklamaya mah­sus) kaplardaki nebiz'İ[51]İçmeyi yasakla-miş;sonra da "Ben sizin kurban etlerini üç günden fazla saklamanızı yasaklamıştım .Sonra anladım ki,İnsanlar bunu misafirlerine takdim ediyorlar ve o anda mevcut olmayanlar için sakhyorlar.Binae-naleyh artık yiyiniz ve dilediğiniz kadar saklayı­nız. Sizi kabir ziyaretinden de nehyetmiştim.Şİm-di artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz.(Fakat feryâd-u figân ederek) haddi aşmayın!...Çünkü kabir ziyaretinin kapleri incelttiğini (yumuşattığı) gör­düm ve fikrimi değiştirdim. [52]Sizi (İçki sakla­maya mahsus) kaplardaki nebizl içmekten neh-y etmiş tim. Artık içiniz, fakat sarhoş eden şeyleri içmeyiniz!.. [53]
EBÜ MUHAMMED:Muhammed b.Hâlid b. Hıdâş'ın rivayet ettiği şu hadis,bu hususu daha iyi açıklamaktadır:
Bana Muhammed b.Hâlid b.Hidâş tahdis et-ti.Bana Müslim b.Kuteybe tahdis etti (ve) dedi:
Yûnus ,Mudrik b.Umâra'dan (R.A) bize haber verdi (ve) dedi ki:"RasûlulIah (S.A.V) Ansârdan biri­nin bahçesine girdi.Yanmda nakîr[54]içersinde nebiz bulunan bir adam gördü ve:"DÖk onu! " bu­yurdu.
Adam :"(Son olarak) onu içmeme müsaade et­mez misin? Sonra bir daha içmem! " dedi.
Rasûlullah :"Onu (son olarak) iç.Fakat (bun­dan sonra) bir daha İçme![55]buyurdu.
İşte bütün bunlar Allah'ın, Rasûllahın birşeyi menetmesini ve menettikten sonra,dilediği kimse için müsaade etmesini ona mubah kıldığını sana göste­rir.
Eğer bu hususlarda,bu şekilde haraket etmesi
caiz olmasaydı,"Kelâle[56]hakkında sorulduğu za­man tevakkuf ettiği gibi o hususlarda da tevakkuf ederdi.Kelâleden sorana:"Bana bildirilen budur .Ba­na daha fazla bîrşey bildirilinceye kadar sana bun­dan fazla birşey söyleyecek değilim!" [57]demiş­tir.
Yine bunun gibi,kocası ile anlaşamayan bir ka­dın gelip,zıhar'dan sorduğu zaman tevakkuf etmiş ve ona bir cevap vermeyerek. :"Bu hususta Allah.hükmünü verecektir[58]demiştir.
Ona (S.A.V);İhramh olan ve üzerinde yünden bir cübbe ve koku eseri olan biri geldi.(Durumu hakkında) ondan fetva istedi.Rasûlullah ona ce vab vermedi.Elbisesine büründü ve kendisinden erkek devenin hırıltısına benzer bir hırıltı duyuldu. [59] Sonra kendine geldi ve adama cevab ver. [60]
Üçüncü tür Sünnet:Bize ,edep maksadıyla sünnet kıldığı şeydir.Eğer bu sünneti işlersek,bundan dolaya sevab kazanmış oluruz.Yok eğer terk eder­sek, -inşaallah - bize herhangi bir günah yoktur.
Sarığın çene altından bağlanmasını emret­mesi ve pislik yiyen hayvanın etini yemekten [61]ve hacamat (kan almajdan elde edilen ka­zançtan [62]nehyetmesi gibi.
Allah (C.C):"De ki :"Bana vahyolunanlar içinde bir kimsenin yiyeceği arasında,dediğiniz gibi ha­ram edilmiş birşey bulmuyorum. Ya İniz haram olarak şunlar var:Leş,yahut akmış kan,yahut do­muz e ti,ki o şüphesiz bir pisliktir. Yahut Allah'tan başkasının adına bir fısk olarak boğazlanan."(6.el-En'âm:145) buyurduğu halde;ehli eşeklerin [63]azi dişli bütün yırtıcı hayvanların ve pençeli kuşların [64]etlerini haram kılması da böyledir.
RasûlulIah,"Bu sûre indiği zaman,zikredilenler­den daha fazla,haram kılınacak birşey bulamıyorum?"demek istemiştir.Sonra Mâide sûresi nazil ol­muş ve bu sûrede; henüz canlı iken yetişip kesmedi-ğimiz;boğulmuş (sert bir cisimle) vurulmuş ,(yüksek bir yerden) yuvarlanmış,başka bir hayvan tarafından boynuzlanmış «yırtıcı hayvanlar tarafından parçalan­mış hayvanlar haram kılınmıştır. [65]
Allah , Kur'an ile bize haram kıldıklarını (bu su retle arttırmıştır.Yine bu hususta, Rasûlullanin di­linden, yırtıcı vahşî hayvan ve yırtıcı kuşları ,ehli e-şeklerin etlerini haram kılmıştır.
Allah ,(C.C) "Kâfirlerin size bir fenahk yapma­sından korkarsanız dört rekâtlı namazları kısalt manızda üzerinize bir günah yoktur."(4.en-Nisa: 101) buyurmasına rağmen,ernniyyette olundu­ğu zamanda namazı kısaltmak hususunda da aynı şeyi söyleriz:
Allah (C.C),korku bulunduğu zaman namazı kı­saltmamızda üzerimize bir günah olmadığını bize bil­dirmiştir. [66]
"...yüzünüzü ve ellerinizi yıkayın,başınızımesnedin ve ayaklanızı da yıkayın "(5.el-Mâide:6) âyetine rağmen mestlere meshedilmesi de [67]böy­ledir.
İsa b.Yûnus el-Evzâîden, ,o da Yahya b.ebî Kesîr'den (-129) [68]rivayet etti ki o, şöyle demiş­tir: "Sünnet, Kur'an üzerinde hüküm vericidir.Kur'an ise sünnet üzerinde hüküm verici değildir." [69]Ya­ni demek istiyor ki:Sürmet Kur'an'ı açıklayıcıdır.Al-Iah'ın Kur'an'da ne murad ettiğini (sünnet) haber ve­rir. [70]
IDDIÂ:Mâlik-SafVân b.Süleym -Atâ b. Yesâr Ebû Saîd el-Hudrî isnadıyla.Rasûlullahın (S.A.V):"Cuma günü gusletmek,âkil ve baliğ olan herkese vaciptir. [71]buyurduğunu rivayet ettiniz.
Sonra Hemmân -Katâde-el-Hasen (el-Basrî) -Semûre (b.Cundeb) isnadıyla rivayet ettiniz ki (Se-mure) şöyle demiştir:"Rasûlullah (S.A.V) "Kim Cuma günü abdest alırsa iyi ve güzeldir.Fakat kim gusle­der (boy abdesti alır) sa ,o daha iyidir.[72]buyur­du.
Bu hadis birincisine aykırıdır.
CEVAB Biz deriz ki:Rasûlullah,"Cuma günü gusletmek,âkil ve baliğ olan herkese vaciptir." sözü ile onun farz olduğunu kasdetmemiştir.Kirlerden temiz­lenmiş,kötü kokulan izale edilmiş bir şekilde camiye gelmeleri için;faziletini sevabını kazanmak isteyenle­re bayram namazları için gusletmek [73]vacip oldu­ğu gibi; bu da Rasûlullahın aynı şekilde vacip kıldığıbirşeydir.....
Rasûlullah ayrıca;koku sürünmeyi [74]elbi­seleri temizlemeyi,İş elbiselerinin dışında Cu-ma'ya mahsusu elbise giyinmeyi de emretmiştir[75]
Bütün bunların hepsi; Rasûlullahın tercih ettiği ve farz olarak değil de fazilet cihetinden vacip kıldığı şeylerdir.Sonra Rasûlullah.insanların içersinde hasta ve meşguliyeti olanların bulunabileceğini.bir memlekette gusledüemeyecek kadar şiddetli soğuk olabileceğini ve ancak zor şartlar altında gusledilebileceğini düşünerek: "Kim abdest alırsa iyi ve güzel-ir.Yani caizdir." buyurmuş,sonra bunu müteakib.yapabilen için gusletmenin daha iyi ve faziletli ol­duğunu açıklamıştır.
Üç günden fazla,kurban etlerinin saklanmasınıyasaklaması ve sonra: "Sonra anladım ki insanlar inisafırlerine takdim ediyorlar ve o an mevcud olma-yanlan için saklıyorlar.Binaenaleyh artık yiyin ve di­lediğiniz kadar (et) saklayın." demesi,
Kabir ziyaretinden nehyetmesi ve sonra da :"Çünkü kabir ziyaretinin kalpleri yumuşattığını gör­düm ve iıkrimi değiştirdim. Şimdi artık kabirleri ziya­ret edin, (Fakat feryad-u figân ederek) haddi aşma­yın..." buyurması da böyledir. [76]
IDDİÂ :İbnu Lehî'a'dan.o ,Mişrah b. Âhân'dan,o da Ukbe b.Amir'den;onun Rasûlullahı"Eğer Kuran deri içine konsa .sonra ateşe atılsa yanmaz.[77]derken işittiğini rivayet ettiniz...
Bu,asılsız olduğundan şüphe etmediğimiz bir hadistir.Çünkü biz mushaflann yandığını, diğer eşya­lara ve kitaplara ânz olan şeylerin onlara da arız oldu­ğunu görüyoruz.
CEVAP:Biz deriz ki:Bu hadisin;onların unut­tukları ve bilemedikleri bir tevili (yorumu) vardır.Ben inşâallah
Bana Yezîd b.Amr tahdis etti (ve) dedi:el-As-î'ye (122-213) [78]bu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder