İDDİÂ:Rasûlullahın,MBiriniz uykudan
kalkınca, üç kere yıkamadan .ellerini su kabına sokmasın.Çünkü o, elinin
nerede gecelediğini ( gece vücudunun neresine dokunduğunu ) bilemez.[525]
dediğini
rivayet ettiniz.Eğer "...çünkü o,elinin nerede gecelediğini bilemez."
sözü olmasaydı, bu hadis (in manası) doğru olabilirdi.Fakat hepimiz
mutlaka,eli-nin; bedeninin,ayağının,kulağının,burnunun ve sair uzuvlarının
gecelediği yerde gecelediğini biliriz. Olsa olsa en kötüsü bir kimse eli ile
fercine (avret yerine )do-kunmuş olabilir
Eğer bir
kimse uyanık iken avret yerine dokunsa bu onun taharetini bozmaz. O halde
bilmediği halde dokununca nasıl olur ( da bozulur)? Allah insanları bilmediği
şeylerden mesul tutmaz. Çünkü uyuyan kimse,uykusunda sayıklayabilir veya
karısını boşaya-bilir yahut (küfrü icabettirecek şeyler söyleyerek) küfre
girebilir,iftira edebilir.komşusunun hanımı ile münasebette bulunabilir ve
kendisine göre o,uykuda zina eden bir kimsedir.Sonra (uyanınca) bütün bunlardan
dolayı ne dünyevi ne de uhrevi hükümler bakımından mesul tutulmaz.muâhaze
edilmez...
CEVAB:Biz deriz ki:Bu akılcının (en-nazzâr)
bil diği bir ise bilmediği pekçoktur.
Fıkıhçılarin
çoğunun bu hadisle ve "Kim fercine (avret yerine) dokunursa abdest alsın.[526]hadisi ile amel ederek, gerek uykuda,
gerek uyanık iken fercine dokunmanın abdesti icabettireceğini kabul
ettiklerini bilmiyor mu?
Mamafih biz,
fakihlerin bu görüşünü kabul etmemekte ve ferce dokunmaktan dolayı emredilen
abdestten kasdın elleri yıkamak olduğunu, bunun da sebebinin ferclerin ha-des
(küçük-büyük dışkı ve yel) ve necasetlerin çıkış yeri olduğunu kabul
etmekteyiz.
Aynı şekilde
ateşte kızartılan etin yenmesinden dolayıolan abdest te[527]bize göre, elleri yağdan, kızartılan ve
pişirilen yemeklerden dolayıyıkamaktır.
Biz bunu
pekçok yerde açıklamış ve bu husustaki delilleri zikretmeştik.
Ferce
dokunmaktan dolayı olan abdestten maksat elleri yıkamak olunca, Rasûiullahın,
uykudan uyanana kaba sokmadan ellerini yıkamayıemrettiği de anlaşılmış olur.
Çünkü o kimse, elinin nerede gecelediğini bilmez. Belki o, uykusunda fercine
veya dübürüne (ön ve arka avret yerlerine) dokunur. Onun eline idrar damlası
veya -uykudan önce cinsi münasebette bulunmuşsa- meni bulaşmasından emin
olunamaz. Böyle iken elini yıkamadan önce kaba sokarsa suyu pisletmiş ve ifsad
etmiş olur. [528]
Hadiste
bilhassa, uyuyan kimse zikredilmiştir. Çünkü uyuyan kimsenin eli, bu yerler ve
dübürüne farkında olmadan dokunur...
Uyanık olan
kimse ise, bu yerlerden birine dokunduğu ve eline bir pislik bulaştığı zaman,
bunun farkında olur ve durumunu bildiğinden ,elini kaba sokmadan veya yemekten
ve musafaha etmeden Önce ellerini yıkar. [529]
İDDÎÂ:Rasûlullahın (S.A.V) develerin
yattığı yerlerde namaz kılmaktan nehyettiğini .çünkü develerinşeytandan
yaratıldığını rivayet ettiniz[530]
Rasûlullahın
develerin yatüğı yerlerde namaz kılmaktan nehyetmesi inkâr olunamaz.Taabbudî
(ibadetlerle ilgili) hususlarda bu câizdir.Ama bunu , devenin şeytandan
yaratılmasına bağlamanıza gelin-ce:Biliyoruz ki Rasûlullah da sığırın
sığırdan,aün at-tan,arslanın arslandan,sineğin sinekten yaratıldığı
gi-bi.devenin de deveden yaratıldığını(meydana geldiğini! hiHrnl) bilir.
CEVABEN: Biz
deriz ki:Rasûlullah olsun,başka-sı olsun devenin ancak deve yavruladığmı;ve ne
bir şeytanın deve,ne de bir deveninşeytan yavrulmayaca-ğını bilir. (Rasûlullah
) bize sadece, yaratılışın aslında, deve ile şeytanın müşterek bir cinsten
yaratıldığını bildirmiştir.
Rasûlullahın
başka bir hadisindeki,"Deve şeytanların cihetinden (tarafından )
yaratılmıştır, "sözü de sana bunu gösterir.O (S.A.V) bununla.şeytanın
canibini,şeytanın cihetini (tarafını)kasdetmekte-dir.Tıpkı bunun
gibi,"fulan göğe vardı" denilir.Ya-ni,gök tarafma,gök canibine
demektir.
Eğer
şeytanın neslinden olsaydı,elbette Rasûlullah (S.A.V) devenin şeytanın
neslinden veya neslinin kollarından veya soyundan yaratıldığını veya buna
benzer birşey söylerdi.
Araplar
dâima develerden bir cinsi,cinlere (elhûş)[531]nisbet edegelmiş ve "Cinnî deve (=
îbilun hûşiyyetun)" tabirini kullanmışlardır.Bu cins deve, develerin en
huysuzu ve en azgınıdır..
Araplar,cinlerin
el-Hûş beldesinde bir devesi olduğuna.bu devenin insanların develeri ile
çiftleştiğine ve bu vahşi deveyi yavruladığına inanırlar.
Nitekim
Ru'be de şöyle demiştir:
"Develerimiz
Hûş diyarından geldi."
Bu görüşe
göre devenin aslının bizzat cinlerden değil de .cinlerin devesinin yavrusundan
olması müm-kündür.Rasûlullah da bu sebeple,"Şeytanların canibinden.."
buyurmuş tur. Yani (bizzat cinlerden değil) onların tarafından,cihetinden
demektir.
Bu
ancak,cinlerin ve şeytanların varlığını inkar eden ve sadece gözü ile gördüğüne
ve hisleri ile idrak ettiğine inanan kimsenin inkar edebileceği bir şeydir.Bu
ise,zındıklardan ve felsefecilerden"Dehriy-ye=Materyalist" denilen
bir zümrenin inancı(itikadı) dır.yoksa müslümanlann itikadı değildir. [532]
İDDİA:RasûluUahm (S.A.V) ."Eğer
köpekler ümmetlerden bir ümmet olmasaydı,onların öldürülmesini
emrederdim.Lâkin,onlardan sadece simsiyah olanların hepsini öldürün.[533]ve "Siyah (olan köpek)
şeytandir."buyurduğunu rivayet ettiniz.
Sanki
Rasûlullah (birinci) hadiste köpek cematını.bir cemaat (üinmet) oldukları için
affetmekle beraber, (siyah köpeği Jsadece siyah olduğu için veya şeytan
olduğu için öldürtmektedir. Halbuki köpeklerin bir ümmet (cemaat) olmasında
ise,ne onlann Öldürülmesine mani olacak,ne de öldürülmelerini gerektirecek bir
illet (sebep) yoktur...
Sonra
üstelik,Rasûlullahın (S.AV) Medinede.bir tane bile kalmamak üzere bütün
köpeklerin öldürülmelerini emrettiğini rivayet ettiniz.Köpekler bir ümmet
olduğuna göre onları nasıl öldürtebilir?Onlann ümmet olmalan.Rasûlullahı bundan
menetmeli değil-miidi?
Bu durumda
köpekleri affetmesinin illeü.aynı zamanda onlan öldürtmesinin de illeti olmuş
oluyor.
CEVAB:Biz
deriz ki:Allahu taâlânın hayvanlardan yaratmış olduğu her cins,birer
ümmettir.Köpek-ler,arslanlar,siğırlar,koyunlar,kanncalar,çekirgeler
ve bunların
benzerleri.insanlar gibi birer ümmettirler
Aynı şekilde
cinler de bir ümmettir.Allahu taâlâ.'Terde yürüyen hayvanların ve iki kanadıyla
uçan kuşların hepsi de sizin gibi ümmetlerdir.
"(6.el-En'âm:
38) buyurmuştur.Yani onlar da saban ve akşam yemek ve nzık aramakta ve öldürücü
şeylerden korunmakta biz insanlara benzerler,de-mektir.
Cinler de
böyledir .Allah onlara,bize hitâb ettiği gibi hitâb etmiş ve"Ey insan ve
cin t oplululuğu! içinizden size (ayetlerimi anlatan ve bugünle karşılaşmakla
uyaran) peygamberler gelmedi mi?" (6.el-En-âm:130) buyurmuştur.Eğer
Rasûlullah,hangi halde olursa olsun köpeklerin öldürülmesini emretmiş
olsaydı.bir ümmet yok olur.izi eseri kaybolur-du.Köpekler ise, avcılığına ilave
ten, insanların evlerinin beklenmesinde.hayvanların ve ekinlerin korunmasında
birçok faydalar sağlar. Çünkü bedevilerin ve ıssız ve çorak yerlerde
yaşayanların çoğu sabah ve akşamlan karınlarını ancak köpekler sayesinde doyururlar..Nitekim
Allâhu taâlâ da "...avcı hayvanların size tutuverdiklerinden de
yeyin.."(5.el-Mâide:4) buyurmuştur.Bu ayette Allahın,köpeği çeşitli
faydaları için yarattığına delâlet vardır.
Ebû Ubeyde
(Ma'mer b.el-Musennâ) ( -209) [534]anlatırdı:Iki adam yolculuğa
çıkmişlar.Birisinin yanında köpeği varmış.Hırsızlar bunlara hücum etmiş ve bu
İki kişiden birisi onlarla mücadele etmişve yenilerek yakalanmış.Sonra başı
dışarıda kalmak üzere toprağa gömülmüş.Kargalar ve yırtıcı kuşlar gelmişler,
onu parçalamak ve gözlerini oymak için etrafında dönmeğe başlamışlar .Adamın
yanındaki köpek bunu görünce,onun etrafındaki toprağı eşelemeğe başlamış ve onu
oradan çıkarmış.Arkadaşı ise daha önce kaçmış ve onun yardımına koşmamış. (Ebû
Ubeyd sözüne devam ederek şöyle demiştir:)Şâir bu hadise hakkında:
"Komşusu
ve arkadaşı ondan kaçıyor,
Dövdüğü
köpeği ise onun toprağım eşiyor." demiştir.
Fenalık
edilerek dövülüp kovulmasına rağmen-sahibini korumak (köpeklerden başka] hiçbir
hayvanda yoktur. Köpeklerin bu meziyeti hakkında anlatılanlar pekçoktur ve
doğrudur.Biz bunlan anlatıp sözü uzatmak istemiyoruz. :
İbnu Abbâs
'm (R.A) da "Köpekler el-hınn'dan,[535]bir ümmettir. Onlar cinlerin zayıf
olanlarıdır.Yemekte iken yanınıza gelirlerse,onlara yiyecek verin.El-bette
onların da nefisleri vardır.-yani:onların gözleri; vardıranların da canı
çeker" buyurduğu gibi köpekler, Cinlerden veya yırtıcılardan bir ümmet
olmaktan hâlî değildir.
Nefs.göz
manasına (da) gelir.Nitekim falana nefs yani nazar değdi, denilir.
Yine İbnu
Abbâs :'Yılanlar, cinlerden mesholu-nanlardır. Tıpkı maymunun İsrail
oğullarının mesho-lunmasından meydana gelmesi gibi.Aynı şekilde köpeklerin de
böyle (mesholunmuş cin) olması uzak (bir j ihtimal) değildir.
İşte bu gibi
hususlar düşünce,kıyas ve akılla kavranamaz.Ancak Rasûlullahm veya Rasûlullahı
görüp işitenlerin (Ashabın) söyledikleriyle anlaşılabilir. Çünkü onlar bu gibi
meselelerde ancak Rasûlullahtan veya Rasûlullahı işiten birinden işittikleri
ile veya geçmiş mukaddes kitapların doğru haberleri ile . hüküm verirler.
Bu husus
farzlarla veya sünnetlerle ilgili bir me- ;sele değildir.Köpeklerin yırtıcı
hayvanlardan.cinlerden veya memsûh (mesholunmuş)olmasından dolayı bize herhangi
bir kusur veya noksanlık gelmez.
Eğer yırtıcı
hayvanlardan is'e.o zaman sadece onlardan siyah olanların öldürülmesini
emretmiş ve onların şeytan olduğunu söylemiştir. Çünkü köpeklerin simsiyah
olanları,insanlara en zararlı olanı ve en ısırganıdır. Kuduz hastalığı da
ençok onlarda olur.Üstelik o faydası en az olan ve bekçiliği en kötü
olandır.Avlan-maktan en uzak (kabiliyetsiz) olan ve en çok uyuklayan da odur.
(Siyah
köpek) şeytandır" sözü ile Rasûlul-lah,onun köpeklerin en kötüsü ve en
şerlisi olduğunu ifade etmek istemiştir.Tıpkı,"Falan azgın bir şeytandan
başka birşey değildir.","O ancak parçalayıcı bir
arslandır.","O parçalayıcı bir kurttur."denildiği gi-bi.Bu
sözlerle sadece,o kimsenin bunlara benzediği kasdedilir.
Eğer köpek
cinlerden ise,veya cinlerden memsuh (meshedümiş) ise,bu takdirde
"Köpeklerin siyahı,şey~ tanlarıdır.Onlarızararlarından ötürü
öldürün."de-mek istemiştir. Şey tan ise cinlerin azgın ve isyankar
olanlarıdır.el-Hırın ise, cinlerin zayıf olanlarıdır ve cinlerden daha
zayıftır.
Rasûlullahm
Medine'nin köpeklerini öldürtme-sine gelince:Bunda onun"Eğer köpekler
ümmetlerden bir ümmet olmasaydı,onlann öldürülmesini emreder-dirn."sözünü
nakzedecek birşey yoktur.Çünkü Medine O'nun zamanında meleklerin vahiy
indirdiği yer idi.Meleklerin ise,içinde köpek veya resim bulunan eve girmediği
Rasûlullahtan rivayet edilmiştir.
Bana
Muhammed b.Hâlid b.Hıdâş tahdis etti (ve) dedi:Bana Müslim b.Kuteybe,Yûnus
b.ebî İshak'dan,o da Mucâhid'den ,o da EbûHurayra'dan (R.A),o da Rasûluüahtan
(S.A.V) tahdis etü ki (Rasûlullah) şöyle buyurmuştur:IıCebrâîI bana "Dün
gece senin huzuruna girmekten beni ancak,evinin kapısındaki resimli örtü ve
evindeki köpek menetmiştir.Emretde köpeği çıkarsınlar."dedi.[536]
Bahsi geçen
köpek ise.Hasan ve Hüseyin'in (RA) sedirlerinin (en-nadad) altında duran yavru
(enik) idi.
Bu (hadis)
aynı zamanda köpeğin.evlerde olduğu gibi,şehirlerde de bulundurulmasının
mekruh görüldüğüne delildir. Rasûlullah da .köpeklerin tamamen öldürülmesini
veya hiç olmazsa Medine'ye yakın olanlarının azaltılmasını emretmiş,mel eklerin
iniş yerine ve vahyin nüzul ettiği yere uzak olan diğer köpeklere ise
dokunmamıştır.
EBÛ MUHAMMED: en-nadad,sedir demektir. Çünkü
elbiseler onun üzerine dürülüp.yerleştirilir.fyani yerleştirmek manasına gelen
(nadade) filinden müştakdır). [537]
İDDİÂ:Rasûlullahın,"Beşfâsık vardır
ki Harem (Mekke hududlan) dâhilinde de,bu hududlann haricinde de
ÖIdürülür:Karga,çaylak veya akbaba, köpek .yılan ve fare ... [538]
Eğer,"...şu
beş hayvanı ve onlara,Üaveten şu beşhayvanı da öldürün." demiş olsaydı.bu
taabbudî (ibadetlerle alâkalı) bir hüküm olduğu için öldürülmeleri caiz
olurdu.Ama mezkûr hayvanların.fâsık oldukları' için öldürülmesine gelince, bu
caiz değildir. Çünkü fısk veya hidayeti bu gibi şeyler için düşünmek uygun
değildir.Yılan ,çıyan,yırtıcıhayvanlar ve kuşlar şeytan değildirler .Yahut
kendisi için fısk (günah) ve hidayet sözkonusu olan insan veya cin de
değildirler.
CEVAB: Biz deriz ki:Yılan,çıyan,yırtıcı
hayvanlar ve kuşlar için,isyan veya tâatın mevzubahis olamayacağına dair bir
itikad (inanç) Allah'ın kitabına (Kur'an'a),Peygamberlerine,ve Allah'ın
gönderdiği geçmiş kitaplara muhalif bir inançtır.Çünkü Allahu Te âlâ bize
Süleyman 'dan (A.S),onun,(hüdhüd) kuşufnu) göremeyince,Hüdhüd'ü neye (yerinde)
göremiyo-rum.yoksa gâiblerden rai oldu?Ya (gecikmesine dâir) açık bir mazeret
getirir,ya da mutlaka onu şiddetli bir azaba maruz bırakınm.veya onu
keserim." (27.en-Neml:20,21) buyurduğunu haber vermiştir.
Âyetteki
"..açık bir delil" den maksat, açık bir mazeret ve kayboluşunun ve
gecikmesinin sebebidir. .
Süleyman'ın
(Â.S) hüdhüd'e ancak bir günahtan veya isyandan dolayı azab etmesi
caizdir.Günahlara ve isyankârlıklara,fısk denilir ve âsî denilmesi caiz olan
bir kimseye fâsık demek de caizdir.
Sonra Allahu
taâlâ,Hüdhüd'ün,Süleyman'dan (A.S).özür diledikten sonra"Ben senin
bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe'den çok sağlam ve iyi haber
getirdim.Ben bir kadın buldum.Sebe' halkına padişahlık yapıyor,kendisine herşey
verîl-miş.Muhteşem bir de tahtı var.Onun ve kavminin Allah'a değil,güneşe
taptıklarını gördüm.Şeytan onlara amellerini güzel göstermiş.böylece kendilerini
hak yoldan sapıtmış da .doğru yola giremiyor-lar.(Şeytan onlara amellerini
güzel gösterdi ki) göklerde ve yerde gizli olanı meydana çıkaran.giz-ledikleri
ve açıkladıkları şeylerin hepsini bilen Allah'a secde
etmeslnler.(23.en-Neml:22-25) dediğini hikâye etmiştir.
Eğer bu
(kıssa) hukemâ sözü olsaydı,hele Peygamber sözü olsaydı bile,yine de güzel bir
söz, etkileyici bir nasihat ve apaçık bir delil olurdu.Bu durumda hüdhüd'ün
muti (itaatkâr),âsî.fâsık ve muhtedî (hidayete ermiş ) olması nasıl caiz
olmaz..!
Yine Cenâb-ı
Hak,bu sûrede (en-Neml) karıncadan bahsederken şöyle
byurmuştur:"Süleyman,ba-bası Dâvuda vâris oldu.ve dedi ki:"Ey
insanlar bize kuşdili öğretildi."(27.en-Neml:16) Burada Süleyman (A.S)
kuşların insanlar gibi konuştuğunu söylemektedir.
Yine Allah'u
taâlâ:"Nihayet karınca vadisine varınca,bir karınca şöyle dedi:Ey
karıncalar ...ilâh"(27.en-Neml: 18) buyurmuş ve burada karıncalan
insanlar gibi konuşturmuştur.
Aynı
şekilde"Hiçbir varlık yoktur ki, O'nu hamd ile teşbih etmesin.Fakat siz
onların teşbihini anlayamazsımz!"(34.Sebe:10) ve "Ey dağlar ve kuşlar,
Dâvud ile beraber teşbih edin." (34,Sebe; 10) buyurmuştur.
EBÛ MUHAMMED:Tevratta da şunu oku-dum:Nûh (A.S)
(tufandan )kırk gün sonra yapmış olduğu geminin penceresini açmış, sonra
kargayı salmış. Karga gitmiş ve sular yeryüzünden çekilinceye kadar
dönmemiş..Bunun üzerine tekrar tekrar güvercini göndermiş .Akşam olunca
güvercin,gagasında bir zeytin yaprağı ile dönmüş.Nûh (A.S) da bundan, yeryüzünde
suyun azalmış olduğunu anlamış, Nûh (A.S.) da Allah'a güvercinin boynuna
(renkli tüylerin meydana getirdiği) bir gerdanlık ve ayaklarına da renk(li tüylerden
süs) vermesi için dua etmiş.
EBÛ MUHAMMED: Yine Tevratta, Allah'ın, yarattığı
zaman Âdem'e: "Firdevs (cennetin)in ağaçların^ dan dilediğin (meyvayı) ye.
Ancak hayır ve şer ilmi ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün ölürsün. -Yani:
-Ölen bir kimsenin haline dönersin-" demiş olduğunu okudum.
Yılan,
karada yaşayan hayvanların en kötüsü [539]idi. Kadına (Havva'ya) "eğer o
ağaçtan yerseniz, ikiniz de (asla) ölmezsiniz. Gözleriniz açılır. Birer
(ölümsüz) ilah olursunuz. Hayrı ve şerri bilirsiniz" dedi. Kadın ağacın
meyvasmdan alıp yedi. Eşine de yedirdi. Bunun üzerine ikisinin de gözleri
açıldı ve kendilerinin çıplak bir halde olduklarım anladılar. Hemen incir
ağacının yapraklarından aldılar ve onlardan izar (vücudun alt kısmını örten
elbise) yaptılar.
Sonra
ortalık aydınlanınca Âdem ve eşi Cennetteki bir ağaca gizlendikleri sırada
Allahu taalanın sesini işittiler. Allah onlan çağırdı.
Âdem:
Firdevs (cennetin) de sesini işittim. Kendimin çıplak olduğunu gördüm ve
senden gizlendim." dedi.
Allah
(C.C.): "Sana, senin çıplak olduğunu kim gösterdi? Demek ki sen, seni
menettiğim ağaçtan yemişsin" dedi.
Âdem: (Eşim
olan) kadın yedirtti bana! dedi.
Kadın
(Havva): Bana da yılan yedirtti, dedi.
Bunun
üzerina Allah yılana: "Yaptığın bu kötülükten dolayı., sen lanetlendin.
Bundan sonra karnının üzerinde (sürünerek) yürüyeceksin ve toprak yiyeceksin.
Seninle, kadın ve onun çocukları arasınıbozacağım. Onlar senin başını
ezecekler, sen de onların topuklarından sokacaksın" dedi.
Kadına da: -
Sana gelince, senin gebelik (müddetin) i ve doğum sancılarını arttıracağım.
Sen çocuklarını acı ve elem ile dünyaya getireceksin. Kocana geleceksin ve o,
sana hakim olacak" dedi.
Âdem'e de:
"Senin yüzünden yeryüzü lanetlenmiştir. Toprak deve dikeni ve diğer
dikenleri bitirecek. Sen de yiyeceğini topraktan, güçlükle ve alnın terleyerek
elde edeceksin. Toprak'tan olduğun için, neticede toprağa döneceksin"
dedi.
EBÛ MUHAMMED: Yılanın (Havva'yı) saptırıp,
aldattığını, Allah'ın da yılana lanet ettiğini, onun yaradılışını
değiştirdiğini ve toprağı onun yiyeceği yaptığını görmüyor musun? Şimdi bu
yılanın keza Nuh'a (A.S.)
isyanından
dolayı karganın- fasık ve asi olarak isimlendirilmesi caiz olmaz mı?
Ehl-i nazar
(düşünürler, akılcılar) Nuh'dan ayrılıp gittiği için kargaya "Ayrılık
kargası" dendiğini kabul etmişler ve bu sebepten onu uğursuz saymışlar,
karga bağırınca, bunun ayrılık ve gurbete işaret olduğuna inanmışlardır.
"Gurbet" kelimesini de karganın isminden (gurab) çıkarmışlardır.
(Mesela):
"Onu uzak bir yere attım=kazaftuhu nevan gurbeten" ve "Bu yabani
bir koyundur haza şaun muğarrabun (veya muğribun)" ve "Ankaun
muğribun"[540]derler. Muğrib, uzaktan gelen demektir.
Bununla kartalı kasdederler.
Bunların
hepsi de, el-gurab (=karga) isminden Nuh (A.S.)u terkettiği ve ondan ayrıldığı
için- müştaktır (türemiştir.)
EBÛ
MUHAMMED:Anlattıklarımıza
diğer bir delil de, Muhammed b. Sinan el-Avfi'nin Abdullah b. el-Haris b. Ebza
el-Mekki'den, onun da annesi Raita binti Müslim'den, o da babasından olmak
üzere rivayet ettiği hadistir. (Raita'nın babası Müslim [541]şöyle demiştir): Rasulullah ile beraber
Huneyn'de bulundum. Bana, "Senin adın nedir?" dedi. Ben:
"Gurab" dedim. (Bana) Senin adın "Müslim" olsun, dedi.
Karganın
fasıklığından ve isyankarlığından dolayıRasulullah, onun isminin Gurab
(=Karga) olmasından hoşlanmamıştır ve ona Gurab kelimesinin manasının zıddına
olarak Müslim adını vermiştir. Çünkü karga asidir, Müslim ise itaatkardır ve
(Müslim) ismi, itaat ve boyun eğme manasına gelen el-istislamdan alınmıştır. Bu
kitapta daha önce de anlattığımız gibi, Rasulullah (S.A.V.) güzel ismi sever,
çirkin isimden hoşlanmazdı.[542]
Eğer biz,
yılan, karga, fare için itaat ve ma'sıyye-tin (günahkarlığın) caiz olduğuna
dair, müslümanlann kabul ettikleri görüşü terkedip Arap kelamında ve dilinde
caiz olana baksak yine de bizim, bu saydığımız şeylerden herrjirisine fasık
dememiz caiz olur. Çünkü fısk, insanlara karşı gelip isyan etmek ve onları
incitmek demektir.
Mesela:
Hurma kabuğundan çıkınca "Fasakat-i'r-rutbatu" denilir. Bir şeyden
çıkan herşeye de fasık denilir. Allâhu taala da: "... yalnız İblis, cinden
idi de Rabbiuin emrinden çıktı" (18 el-Kehf: 50) buyurmuştur.
"Fefesaka an emri rabbih" yani: Rabbinin emrinden ve taatinden
dışarı çıktı, demektir.
Yılan
insanlara karşı deliğinden çıkar, onların yiyeceklerini karıştırır, onları
ağzına alıp ısırır, içeceklerin içine ağzınısokup içer ve tükrüğünü bırakır.
Fare de aynı şekildedir. Deliğinden çıkar, onların yiyeceklerine zarar verir,
elbiselerini kemirir, lambayı devirerek . evde yangın çıkarır. Yer haşeratı
arasında fareden daha zararlısı yoktur.
Karga da,
devenin semerinin sürtmesinden dolayımeydana gelen yaranın üstüne konar,
yarayı gagalar ve neticede deveyi öldürür. Bu sebeple araplar kargaya
"İbnu Daye (veya İbnu Deye)" derler. [543]Karga hayırdan uzaktır ve insanların
yiyeceklerini de kapıp kaçar.
Köpekde
ısırır ve yaralar. Saldırgan ve yırtıcı olan diğer hayvanlar da böyledir.
Bunların
hepsine de, insanlara saldırdıkları ve onlara zarar verdikleri için, fasık
denebilir.
Bu
hayvanlardan herhangi birisinin taat veya ma'sıyete nisbet edilmesinin çirkin
olduğunu söyle dikleri zaman, (bizim açıkladığımız bu hususlar) onların
akıllarına gelmedi mi?! [544]
İDDİA: Rasulullahın, zırhı birkaç sa' arpa[545]karşılığında bir yahudide rehin iken
vefat ettiğini [546]rivayet ettiniz.
Fesubhanallah..!
Müslümanlardan (O'na) yardım edecek, ikram edecek ve borç verecek biri yok
muydu? Halbuki Allah (C.C.) onların mallarını, gelirlerini çoğaltmış, onlara
birçok beldeyi fethetmeyi nasib etmiş, Yemen'in bir ucuyla Bahreyn'in ve
Uman'ın bir ucu arasındaki yerlerin ve Necid ile Hicaz'ın çorak top-raklannı(n
gelirlerini) toplamışlardı. Üstelik Osman, Abdurrahman ve emsalleri gibi
(zengin) sahabenin malları da vardı. Onlar neredeydi?!
Bu bir
yalandır. Bunu söyleyen, Rasulullahı zühd ve fakr ile medhetmek istemiştir.
(Fakat) Peygamberler böyle medhedilmez..!
Orduları
teçhiz eden (donatan), yüzlerce kurbanlık deve ve sığırı önüne katıp süren bir
kimse, Allah i kendisine Fedek ve diğerlerini ganimet olarak vermiş ; iken
nasıl aç kalır?
Malik b.
Enes, Ebû'z-Zubeyr'den, o da Cabir'den (RA.) naklen anlattı ki Cabir (RA.)
şöyle demiştir: "Ka-sulullah Hudeybiye'de yedi kişiye bir deve olmak
üzere, yetmiş deve boğazladı[547](Müşriklerin mani olduğu umresinin
yerine yaptığı Umratu'1-kada (kaza umresijda altmış deveyifkurban etmek
için)önüne katmıştı
Keza
Aliye'de[548]birbirine yakın yedi bahçeyi vakfeden
bir kimse nasıl aç kalır? Sonra bununla beraber, nasıl olur kendisine birkaç
sa' borç arpa verecek birini bulamaz da zırhını rehin verir?
CEVAP: Biz deriz ki: Bunda öyle
büyütülecek, hele inkar edilecek birşey yoktur. Çünkü Peygamber (S.A.V.) mallan
için başkalarını kendi nefsine tercih eder, onları ashabından gerekenlere,
fakirlere ve miskinlere ayırır, müs-lümanların başına gelen felaketlerde
yardımda bulunur, hiçbir yardım isteyeni geri çevirmez, bulduğu zaman da
mutlaka çok verir, birbiri üstüne iki dirhemi koy(up biriktir)mezdi.
(Birgün)
Ummu Seleme (R.A.)): "Ya Rasulallah! sizi renginiz değişmiş görüyorum,
yoksa hastalıktan mı?" diye kendisine sorunca, Rasulullah: "Hayır,
Fakat şu dün gelen yedi dinar yok mu, onlarıyatağın altında unutmuşum ve
taksim ed(ip dağıt)madan geceledim (o yüzden)" dedi. [549]
Hz. Aişe
(R.A.)de Rasulullahın vefatına ağlarken, "Yumuşak yatak üzerinde uyumamış
ve arpa ekmeği ile doymamış olana babam feda...! [550] demiştir.
Hz. Aişe'nin
bu sözü iki ihtimalden hâli değildir:
Ya,
Rasulullah elindekini başkalarına vermiş ve kendini doyuracak birşey kalmamış
olabilir ki, bu onun me-zivyetlerinden birisidir. Allahu teâlâ da:
"...kendileri muhtaç olsalar bile başkalarını kendilerine tercih
ederler.'* (59 el-Haşr:9) buyurmuştur.
Yahud
Rasûlullahın ne arpa ekmeğinden, ne de diğerlerinden doyasıya kadar yememiş
olması mümkündür. Çünkü o, aşın olarak karın doyurmaktan hoşlanmazdı. Salih
kişilerden ve abidlerden pek çoğu da bundan hoşlanmazlardı. Rasulullah ise,
faziletçe onların en üstünü ve onları(bu konuda) geçmeye en layık kişidir.
Bize
Ebû'l-Hattab tahdis etti (ve) dedi: Bize Ebu Asım Ubeydullah b. Abdillah haber
verdi (ve) dedi: Bize el-Muhabber b. Harun [551]Ebu Yezid el-Mede-ni'den, o da
Abdurrahman b. el-Murakkı'dan haber verdi. (el-Murakkı1) Rasûlullahın,
"Allah mideden daha kötü. doldurulan bir kab yaratmamıştır. Eğer mutlaka
mideyi doldurmak gerekiyorsa, onun üçte birini yemeğe, üçte birini içecek
(suy)a, üçte birini de nefes(iniz)e ayınn." [552]buyurduğunu, nakletmiş tir.
Malik b.
Dinar da ( -130) [553]Müslüman me'bureye (iğne yutmuşa)
benzer, demiştir Yani: Yiyeceğinin içersinde iğne yutmuş olan ve yem yediği zaman
azıcık yiyen , yediği de belli olmayan bir hayvana benzer, demek istemiştir.
İbnu Ömer'e
(TLA.) "Cevarişne" den [554]bahsedilmiş;İbnu Ömer: Ne yapayım onu.
Ben şu günden beridir karnımı doyurmuş değilim ki! demiştir. Ya-ni:Ben yemeği,
canım daha yemek istediği halde bira kırım" demek istiyor. el-Hasen
(el-Basri) (22-110), [555]yemek yerken yanına vardığı bir adama:
'Yemeğine devam et! dedi.
(Adam):
Tamam, yedim. Artık hiçbir şeye iştah duymuyorum, deyince, el-Hasen:
"Fesubhanallah! Hiç insan, birşeye iştahıkalmayıncaya kadar yer mi?"
dedi.
Malik b.
Dinar veya başka birisi: "Keşke rızkım bir taşta olsa da onu emsem.
Gerçekten ben, helaya çok girmekten dolayı Allahu taaladan utanır oldum"
demiştir.
Bekr b.
Abdillah (-108) [556]Açlığı toklukla de-ğişinceye, kıymetli
elbise giymeyinceye, ancak, el yıkamayıgerektirmeyecek (sade) yiyecekleri
yiyinceye kadar, hayattan tad alamadım" demiştir.
Hz. Aişe de
Rasûlullahın vefatına ağlarken: 'Yumuşak yatak üzerinde uyumamış ve arpa
ekmeği ile doymamış olana babam feda..! demiştir. Halbuki Rasulullah buğday
ekmeği de yiyordu, arpa ekmeği de.Şu kadar ki, ne buğday ekmeğini, ne de arpa
ekmeğini (zikrettiğimiz) ya birinci ya da ikinci ihtimalden dolayı karnı
doyasıya kadar yemiyordu.
Hz. Aişe
yiyeceklerin en kabasını zikretmiş ve "Kaba olmasına rağmen* yine de
kamını ekmekle doyurmazsa, diğerleri ile karnını doyurmaması daha evladır"
demek istemiştir.
Hz. Ömer
(RA.), "Eğer dileseydim, kebaplar, hardal ve kuru üzümle yapılan katıklar
(=sınab), deve göğüsleri ye hörgüçlerinden (yemekler) hazırlatırdim ve yine:
Eğer isteseydim körpe bir hayvan emrederdim, kesilirdi. İnce un emrederdim,
elenirdi. Yine kuru üzüm emrederdim, et yağının içine konur ve ceylan
yavrusunun kanıgibi olurdu. Ve buna benzer şeyler emrederdim. Fakat ben
Allah'ın (C.C.) bir kav-me:"Dünya hayatınızda bütün nimetlerinizi yaşayıp
bitirdiniz ve bunlarla safa sürdünüz. Artık bugün alçaltıcı bir azab ile
cezalandırılacaksınız" (46 el-Ahkaf: 20) dediğini işittim" demiştir.
Cimri
zenginlerin başına öyle zamanlar gelir ki, hiç mal gelmez ve malı mülkü, ev
eşyası, alacakları olduğu halde borç alacak, rehin verecek kadar muhtaç kalır.
O halde bir
dirhemi bile kalmayan ve yardım etmekten kendisine bir lokma bile kalmayan
(Rasululla-hın) hali nice olur?
Müslümanlar
ve Ashabın servet sahipleri onun yiyecek ihtiyacını o söylemez ve onlara bunu
açmazken- nasıl bilebilirler?..
Bazan biz bu
durumu, kendimizde ve başkalarında da görebiliriz.
Mesela bazan
biz birşeye ihtiyacı olan birini görürüz. Bu adam ne çocuğuna, ne ailesine ne
de komşusuna gidip birşey söylemez, kıymetli şeylerini satar, uzak ve yabancı
kimselerden borç alır.
Rasulullah
zırhını yahudiye rehin bırakmıştır, çünkü yahudiler Rasulullah zamanında gıda
maddeleri satarlardı. Müslümanlar ise, Rasulullah kendilerini ihtikardan
nehyettiği için yiyecek satmazlardı.[557]
Bu hadiste,
onları inkara sevkedecek ne var ki bunaşaştıklarını izhar ediyorlar, hatta
dinsizler[558]bundan dolayı(rehin hadisinin ravisi)
el-A'meş'i hadis uydurmakla itham ediyorlar?! [559]
İDDİA: RasuluUahm Amr b. el-As'a (R.A.)
bir topluluk arasında hakimlik yapmasınıemrettiğini, Amr b. el-As'm
Rasuluüaha: "Sen varken mi hakimlik yapacağım?" dediğini,
Rasulullahin da cevaben: "Onların aralarında hüküm ver. Eğer (hükmünde)
İsabet edersen sana on sevap, hata edersen bir sevap var" dediğini [560]rivayet ettiniz.
Allanın
(sizin dediğiniz şekilde) sevab vermesi caiz değildir. Çünkü Amr'ın hakikata
uygun olan ile, hatalı olan içtihadı aynıicühaddır. Onun verdiği hükümde
isabet etmesi şart değildir. Ona gereken sadece ictihad etmektir. O doğruya
isabet ederken olduğu gibi hatalı bir ictihad yaparken de aynı şekilde
çalışmakta, bu işe aynı şekilde eğilmekte ve ehemmiyet vermekte ve aynı
derecede meşakkate katlanmaktadır. O halde neye göre iki ictihaddan birisine
bir, diğerine on sevab verilecek?
CEVAB: Biz
deriz ki, doğruya muvafık olan bir ictihad, hatalı bir ictihad gibi değildir.
Eğer bu ictihad, istinad ettiği (çalışma, gayret, meşakkatlara katlanma gibi)
esaslara göre değerlendirilseydi. Yahudiler, Hris-tiyanlar, Mecusiler ve
Müslümanlar (keza) çeşitli iıkir ve görüş sahipleri de -ictihad edip
kendilerini ve kafalarını yorduktan sonra,şahsi kanaatlanna göre kendilerinin
haklı, muhaliflerinin ise hatalı olduklarıneticesine vardıkları zaman-
birbirinden farksız olurlardı.
EBÛ MUHAMMED: Lakin, biz deriz M, her ferdin
içtihadının ötesinde, bir de Allah'ın tevfiki (muvaffak kılması)
mevzuubahistir. Bu mevzuda söz uzar. Burası ise onun yeri değildir.
Eğer adamın
biri, kaybolan herhangi birşeyini araştırması için iki adam gönderse ve
onlara.aramakta son gayretlerini ve ciddiyetlerini göstermelerini emretse,
buldukları takdirde onlara mükafat vereceğini vaadetse, onlardan birisi aramak
için elli fersah yol gitse, kendirli yorsa, geceyi uykusuz geçirse fakat eli
boş dönse, diğeri ise rahat bir şekilde bir fersah yol gitse ve kaybolan şeyi
bularak geri dönse-evvelkinin, kayıp eşyayı bulandan daha çok meşakkatlara
katlanmış olmasına, gayret etmesine rağmen- bol aüyye ve ihsana, bu iki
adamdan, mutlaka kaybolanşeyi bulan hak kazanır.
Eğer
(çalışma ve gayret bakımından) eşit olurlarsa, (mükafatın, bulana veyahut da,
isabet eden müctehide) verilmesi evleviyyetle caiz olur.
İnsanlar
amel bakımından eşit olabilirler. Allah da bunlardan dilediğini üstün kılar.
Çünkü kimsenin Allah (C.C.) üzerinde ne bir alacağı ne de ondan yana
(isteyeceği) bir hakkı vardır.
EBÜ
MUHAMMED: İncil'de okudum. Hz. İsa (A.S.), havarilerine şöyle demiştir:
"...Gökyüzünün melekûtu, bir adama benzer. Adam sabahın alaca karanlığında
üzüm bağı için amele tutmak ister. Her bir ameleye günde bir dinar vereceğini
söyler. Sonra ameleleri bağa salar. Üc saat arae oaga gidin, ben size layık
olan ücreti vereceğim" der. Onlar giderler. Altı saat sonra, dokuz saat
sonra ve onbir saat sonra hep çıkar ve aynı şekilde davranır. Akşam olunca
kahyasına: "İşçilere ücretlerini ver, sonra en son gelenden başla, ilk
gelenlere kadar tekrar-ver. Verirken aralarını eşit kıl?" der.
(İşçilerjhaklannı alınca, bağ sahibine kızarlar ve: "Şu en son gelenler
sadece bir saat çalıştıkları halde, ücrette onları bize eşit kıldın."
derler. Bağ sahibi: "Şüphesiz ben size zulmetmedim (hakkınızı yemedim).
Size şart koştuğum ücreti verdim. Diğerlerine ise cömerd davrandım. Mal benim
malım, dilediğimi yaparım" der. İşte böylece evvelkiler sonuncu,
sonuncular da birinci olmuş olurlar [561]
İDDİA:Rasulullahın (S.A.V.), "Kim bir
iyilik yapmağa karar verir, o iyiliği yaşamazsa, ona sadece bir sevab yazılır.
Kim bu iyiliği işlerse (o takdirde) ona, on sevab yazılır. [562]buyurduğunu, (başka bir hadiste de):
Birinci
hadiste niyyet, amelden aşağı bir derecede: ikinci hadiste ise niyyet amelden
üstün olmuş oluyor. Bu ise bir çelişki ve tutarsızlıktır.
CEVAB: Biz deriz ki burada -Allah'a
hamdolsun-herhangi bir çelişki yoktur.
Bir iyilik
yapmağa niyetlenen onu yapmadığı zaman, onu yapan kimseden farklıdır. Çünkü
iyilik yapmağa niyetlenen onu yapmamıştır, iyiliği yapan ise, onu yapmadan,
önce niyyet eder, sonra (o) iyiliği yapar.
"Kişinin
niyyeti, amelinden hayırlıdır." sözüne gelince: Hiç şüphesiz Allah
mü'mini, niyyeti ile ebedi Cennetlik kılar, ameliyle değil! Eğer ameline göre
mükafat verilseydi, o kimsenin (Cennette) ebedi olmaması gerekirdi. Çünkü o,
muayyen seneler müddetince amel etmiştir. Onun karşılığı da, ya amel ettiği
müddet kadar, ya da onun birkaç misli olur.Halbuki Allah onu, niyyeti ile ebedi
kılar. Çünkü o,eğer Allah kendisini ebediyyen baki kılacak olsaydı, ebediyyen
Allah'a itaat etmeğe niyyet etmişti. Ne zaman onu bu niyyeti ile efat
ettirirse, onun karşılığını verir.
Kafir de
böyledir. Niyyeti amelinden kötüdür. Çünkü o- eğer Allah kendisini ebedi
kılacak olsaydı-küfürde kalmağa niyyetlidir. Allah da onu, bu niyeti ile
öldürünce, bu niyetine göre onu cezalandırır.[565]
İDDİA:Rasulullahm, Bedir kuyusu başında
durup, "Ey Utbe b. Rabia, ey Şeybe b. Rabia, ey fü-lan, ey ful an..!
Rabbinizin size va'dettiği (azabı)ni hak olarak buldunuz mu? Biz Rabbimlzin
bize va'dettiği (zaferi) hak olarak bulduk" dediğin1, kendisine (ölülerle
mi konuşuyorsun?) denilince, "Nefsim elinde olana yemin ederim ki onlar,
sizin İşittiğiniz gibi (söylediklerimi) işitirler.[566]dediğini rivayet ettiniz. Halbuki Allah
(C.C.) kendisine; "...sen kabirde bulunanlara sesini duyuramazsın..."
(35, Faür, 22) ve "...muhakkak ki sen ölülere duyuramazsın.' (30, er-Rum,
52) buyurmuştur.
Sonra
Rasulullahm Ahzab günü: "Ey çürümüşcesedlerin ve fani ruhların Rabbİ olan
Allahımî" dediğini,
İbnu Abbas'a
(R.A.), ruhların cesedlerini ter-kedince nerede bulundukları, çürüyünce
cesedlerin nereye gittiği sorulunca: "Lambanın ışığı, lamba sönünce
nereye gider, göz kör olunca, görme duyusu nereye gider ve hastalanınca,
sağlam vücud nereye gider?!" dediğini rivayet ettiniz.
Bunlar
hiçbir yere gitmezler. İşte cesedi terketti-ği zaman ruhlar da böyledir. Bu ise
ne Rasulullahm, "Şüphesiz onlar sizin işittiğiniz gibi işitirler[567]sözüne, ne de sizin kabir azabı ile
ilgili rivayetinize benzemektedir.
CEVAB: Biz deriz ki: Akıl, düşünce
(nazar), Kur'an ve Hadise göre ; Allah'ın cesedler çürüdükten, kemikler
parçalandıktan sonra kabirdekileri diriltmesi nasıl mümkün ise; yine akıl,
düşünce, Kur'an ve Hadis'e göre onların öldükten sonra Berzah aleminde
azabolunmalan da doğrudur.
Kur'an'a
gelince: Allahu Taala şöyle buyurur: "Onlar sabah ve akşam ateşe
arzedilecekler. Kıyamet koptuğu gün de: "Fir'avunun kavmini en şiddetli
azaba sokun." denilecektir. (40 el-Mü'min, 46)
Onlar
öldükten sonra -Kıyameten önce- sabah akşam ateşe sokulurlar. Kıyamet günü ise,
azabın en şiddetlisine duçar olurlar.
Yine Allah
(C.C): "Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma. Doğrusu onlar
Rableri katında diridirler, cennet meyvalanndan rızıklanırlar. Onlar Allah'ın
kendilerine verdiği ihsandan dolayı sevinçlidirler ve arkalarından kendilerine
şehidlik rütbesi İle katılamayan mücahidler hakkındaşunu müjdelemek isterler:
Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır." (3 AH
İmran: 169, 170) buyurmuştur.
Bu, Allah'ın
Bedir şehidlerine has kıldığı birşey-dir. Onların cesedleri, kanalın kazılması
esnasında taptaze olarak çıkarılmıştı.Öyle ki birisi: "Bunu gördükten
sonra artık hiçbir şeyi inkar edemeyiz (inkarcı olamayız)" demiştir.
Bana
Muhammed b. Ubeyd, İbnu Uyeyne'den, o da Ebu'z-Zubeyr'den, o da Cabir'den
(R.A.) tahdis etti ki (Cabir şöyle) demiştir: Muaviye (RA.) kazdırmış olduğu
kaynağın suyunu (kanal ile) akıtmak istediği vakit-Süfyan b. Uyeyne bu kaynağın
Medine'deki Ebu'z-2iyad suyu olduğunu söylemiştir- Medine'de, "Kimin
harpte öldürülmüş bir kimsesi varsa, ölüsünfü al-mağ)a gelsin" diye ilan
ettiler. (Cabir) dedi: Biz de BedirŞehidlerine gittik. Birisinin ayağına bel[568]isabet etmiş ve kanı damlamış olduğu
halde onları (katılaşma-mış bir halde) taptaze çıkardık. Ebu Said el-Hudrî fbu
hadise karşısında): "Bundan sonra ebediyyen hiçbir münkir inkarcılık
edemez" dedi.
Aişe b.
Talha [569]rüyasında babasını görmüş, babası ona:
"Ey kızcağızım! Benim yerimi değiştirin. Rutubet bana zarar veriyor."
demiş. Kızı otuz veya ona yakın sene sonra, babasını taptaze, hiç bozulmamış
bir halde, bu ıslak yerden çıkarmış ve Basra'da, el-Hic-riyyin'e[570]defnetmiş tir.
Babasının
(kabirden) çıkarılması işini, Abdurrahman b. Selame et-Teymi üzerine almıştır.
Bunlar o
kadar meşhur şeylerdir ki, gözle görmüşolmamızdan farksızdır. O halde, bu
şekilde şehid-lerin diri olup, Rableri katında nzıklanmaları caiz olunca, keza
onların ferahlanmaları ve sevinmeleri caiz olunca, onlarla harbeden ve onları
öldüren düşmanlarının da diri olup, ateşle azaba uğramaları niçin caiz
olmasın?!
Onların diri
olmaları, mümkün olunca, işitmeleri niçin mümkün olmasın? Üstelik bunu
Rasulullah (S.A.V.) bildirmiştir ve onun sözü mutlaka doğrudur.
Hadislere
gelince : Rasulullahın Cafer b. ebi Talib [571]hakkında: "O, cennette meleklerle
beraber uçmaktadır." buyurması, onu "zu'I-cenahayn=iki kanatlı"
diye isimlendirmesi [572]Rasulullahın Mün-ker ve Nekir
(melekleri) ve kabir azabı hakkındaki bir-çek hadisleri ve "Hayatın ve
ölümün fitnesinden[573]kabir azabından [574]ve Mesih Deccalın fitnesinden [575]sana sığınırım." diye Allah'a dua
etmesi, bu kabil hadislerdendir.
Bu hadisler
sahihtirler, .(insanların) bu gibi hadisleri uydurmak için ittifak etmeleri
mümkün değildir.
Eğer bu gibi
hadisler sahih olmayacak olsa, dinimizle ilgili hiçbir şey ortada kalmazdı.
Peygamberimizin haber verdiklerinden daha doğru hiçbir şey olamaz.
Cenab-ı
Hakk'm: "...muhakkak ki sen ölülere sesini duyuramazsın." (30 er-Rum,
52) ve "...sen kabirde bulunanlara sesini duyuramazsın." (35 Fa tır,
22) ayetlerine gelince: Onların dediklerinin bu ayetle hiçbir alakası yoktur.
Çünkü burada ölüler sözüyle cahiller kasdedilmiştir ki onlar da kabir ehlidir.
Yani Allah
(C.C.) ayette demek istiyor ki: Sen Allah'ın cahil kıldığı kimseye hidayet
namına birşey anlatamazsın. Ve yine Allah'ın sağırlaştırdığı birine de hidayeti
işittiremezsin.
Bu ayetlerin
baş tarafları bizim dediklerimizi is-bat eder. Çünkü bu ayetin başında '...a'ma
ile gözleri gören bir olmaz." (35 Fatır, 19) Cenab-ı Hak -a'mâ üe kafiri
«gözleri gören ile mü'mini kasdetmektedir .
Karanlıklarla,
aydınlık da bir olmaz." (35 Faür: 20} -Cenabı-Hak, karanlıklar ile küfrü,
aydınlık ile de imanı kasdediyor.
Ne de gölge
ile sıcaklık bir olur." (35 Fatir, 21)
Gölge ile
Cenneti, sıcaklık ile de Cehennemi kasdediyor.-
Dirilerle
ölüler, hiç de bir olmaz." (35 Fatır, 22) -Dirilerle, akıl sahiplerini,
ölülerle de cahilleri (beyinsizleri) kasdediyor.
Ve sonra da:
"...Doğrusu Allah dilediği kimseye işittirirse de, sen, kabirde
bulunanlara sesini du-yuramazsın." (35 Fatır, 22) buyurmuştur. Yani Allah
(C.C.) şunu kasdetmiştir: "...Sen, kabirdeki ölülere benzeyen cahillere
işittiremezsin."
Buna benzer
misaller Kur'an'da pekçoktur.
Cahillere
misal olarak verdiği ölüler ile. Bedirşe-hidlerini kasdetmemiştir ki, onlarla
bizim aleyhimize delil getirilsin! Bedir şehidleri, Allahu taalanm da buyurduğu
gibi, Rableri katında diridirler.
"Ey
çürümüş cesedlerin ve fâni ruhların Rabbi olan Allahım!" sözüne gelince:
Bu söz insanların bilgilerine ve müşahadelerine nazaran söylenmiş bir sözdür.
Çünkü insanlar, birşeyi, ortadan kalkınca, boşve fani sayarlar .Hakikatte o şey
Allah katında malumdur ve fani değildir.
Görmüyor
musun, eti budu yerinde, iri vücudlu sağlam bir adam, bir veya iki gün hasta
oluverince, bedeninin yansı veya üçte biri gidiveriyor da, biz bunun nereye
gittiğini bilmiyoruz. Bu, bize göre fani ve hükümsüzdür. Allahu taala ise
(vücudun) o eriyen giden kısmının nereye gittiğini ve ne olduğunu bilir.
Keza, büyük
cam kapların içinde su günlerce durur ve havanın sıcaklığı onun bir kısmını,
hatta müddet uzarsa tamamını götürür. Camın suyu çekmesi veya suyun camdan
sızması mümkün olmadığına göre, içindeki su nereye gider, bunu bilemeyiz [576]Allahu taala ise nereye gittiğini
bilmektedir.
Aynı
şekilde, üfürerek lambanın ateşini söndürürüz Ateş (sönüp) gidiyor ve bize göre
fani olmuş oluor Biz de nereye gittiğini bilmiyoruz. Allahu taala ise ateşin
nasıl gittiğini, nerede bulunduğunu bilmekte
İşte bunun
gibi, ruhlar da -Rasulullah onların (ruhların) yeşil kuşların kursaklarında [577]ılliy-yinde, siccinde [578]ıolduğunu ve havada birbirleriyle
koklaştıklannı [579]ı(veya havada gezindiklerini) ve buna
benzer şeyler söylediği halde bize göre fanidir (yokolmuştur.) [580]
İDDİA: Rasulullahın: "Namazda size
en seçkinleriniz imamlık etsin. Çünkü onlar, sizin Cennete gönderdiğiniz
elçilerinizdir[581]ıNamazlarınızda kurbanlarınızdır.
Önünüze ancak, en seçkinlerinizi geçirin. [582]ıbuyurduğunu; sonra da:
"Her
berr (iyi)nin ve Facir (kötü)nün arkasında namazı kılınız" ve Berr (iyi)
olsun facir olsun, mutlaka bir imam(ın bulunması) şarttır. [583]ıbuyurduğunu rivayet ettiniz.
İşte bu, bir
çelişki uyuşmazlıktır.
CEVAB: Biz deriz ki -Allah'ın bir nimeti
olarakburada herhangi bir tutarsızlık yoktur. Birinci hadisin de, ikinci
hadisin de ayn ayrı yerleri vardır. Her birisikendi yerine konulunca
tutarsızlık ortadan kalkar. "Namazda size, en seçkinleriniz imamlık
etsin... Çünkü onlar sizin Cennete gönderdiğiniz elçileriniz-dir. Önünüze ancak
en iyilerinizi geçirin," hadisine gelince: Rasulullah bu hadisinde kabile
ve mahallelerde-ki mescid imamlarını ve onların kendilerinden ancak ençok
iyilik yapan, takva sahibi ve alim olanlarını imamlığa geçirmelerini, cahil ve
facirleri geçirmemelerini kasdetmiştir.[584]
"Her
berr (iyi)nin ve facir (kötü)nün arkasında namazı kılınız." ve "Berr
(iyi) olsun facir olsun, mutlaka bir imam(in bulunması şarttır."
hadislerine gelince: Bununla Rasulullah, insanları biraraya getiren Cuma ve
Bayram günlerinde onlara namaz kıldıran devlet başkanını kasdetmiş;" ona
karşı isyan etmeyin, İhtilaf çıkarmayın, müslüman cemaatından ayrılmayın!
Devlet reisiniz facir bile olsa (ayrılmayın). Çünkü İyi olsun kötü olsun
mutlaka bir imam (devlet reisi) şarttır. İnsanlar ancak böylelikle düzelir ve
işleri intizama girer." demek istemiştir.
Bu, el-Hasen
(el-Basri)nin (22-110) [585]"İnsanlara; onlari (haramdan)
meneden bir menedici şarttır. [586]sözüne benzemektedir. el-Hasen, insanların
birbirine zulmetmelerine, doğru olmayan şeyleri işlemelerine, kan dökülmesine
ve haksız yere malların alınmasına mani olacak bir sultan, (devlet reisi) şarttır,
demek istemiştir. [587]
İDDİA:Rasulullahın: "Kim malı uğrunda
öldü rülürse şehiddir. [588]buyurduğunu, rivayet ettiniz.
Bir de:
"Evinin çulu ol (evinden çıkma). Eğer evine girilirse, sen evinin
yüklüğüne (daha içeri) çekil. Oraya da girerlerse, o zaman "Benim günahım
da kendi günahın da senin üzerine olsun!" de [589]ve "Allah'ın öldürülen kulu ol,
öldüren kulu olma. [590]Şüphesiz Allah size Adem'in iki oğlunu[591](Habil ve Kabil) misal vermiştir. Bu iki
misalden iyisine uyun, kötüsünü terkedin" buyurduğunu rivayet ettiniz.
Bunlar ise birinci hadise aykırıdır.
CEVAB: Biz deriz ki: Her bir hadisin,
öbüründen ayn bir yeri vardır. Bunlar kendi yerlerine konulunca, uyuşmazlık
ortadan kalkar. Çünkü "Kim malı uğrunda öldürülürse, şehiddir." sözü
ile Rasulullah, evinde veya yolculuk esnasında malını korumak için çarpışan ve
öldürülen kimseyi kasdetmiştir. Bu sebepten başka bir hadiste: "Evinde bir
karaltı gördüğün zaman sen, iki karaltının (sen ve hırsız) en korkağı
olma!" buyurmuştur. Yani, silahla onun üzerine yürü, demek istemiştir.
Bu birinci
hadisin yeri..!
(Gelelim
ikinci hadisin yerine..!) "Evinin çulu ol [evinden çıkma). Eğer evine
girilirse, sen evinin yüklüğüne çekil. Oraya da girerlerse o zaman:
"Benim günahım da kendi günahın da senin üzerine olsun!" de. Allah'ın
öldürülen kulu ol, katil kulu olma" hadisine gelince: Bu, şu demektir:
Fitne
zamanlarında insanlar görüşlerinde ayrıl ga düştüklerinde, iki sultan birbiri
ile çekiştiği ve her-biri başa geçmek istediğinde ve kendisinin bu konuda nakli
olduğunu İddia ettiğinde, bu şekilde hareket et.
Yani
Rasulullah: "Bu vakitte evinin çulu ol (evinden çıkma). Ne kılıcını çek,
ne de bir kimseyi öldür. Vunkü sen, iki gruptan hangisinin haklı, hangisinin
naksız olduğunu bilemezsin. Sen, dininin selametiuğruna kendi kanının
akıtılmasına razı ol." diyor.
Bu gibi
haller için Rasulullah: "Katil de, maktul (öldürülen) de Cehennemdedir.
[592]buyurmuştur.
Allahu
taalanın: "Eğer mü1 mini erden iki gurup çarpışırlarsa, hemen aralarını
düzelterek barıştırın. Eğer onlardan bîri (razıolmayarak) tecavüz ediyorsa o
vakit tecavüz edenle, Allah'ın emrine dönüne ey e kadar savaşın." (49
el-Hucurat, 9) ayetine gelince: Allah savaşmayıbizim hepimize ancak; ıslah
mümkün olmaz da bir taraf tecavüz ederse o takdirde emretmiştir. Rasulullahın,
"Evinden çıkma" emri ise bir iki veya üç kişiye olup, insanlar iki
tarafin arasını bulmak için anlaşamazlarsa, o takdirde bizim evimize
çekilmemizi ve mallanınız ve canlarımızla (onları feda etme bahasına) dinimizi korumamızı
emretmiştir. [593]
32- Dediklerine Göre Düşünce VeHadisin Yalanladığı Bir Hadis...
İDDİA:el-A'meş'in Amr b. Murra'dan, onun
da Ebul-Bahteri'den, Ali'nin (R.A.): "Rasulullah beni aralarında hükmetmem
için Yemene gönderdi. Ben kendisine: "Benim hakimlik hakkında bir bilgim
yoktur." dedim. Eliyle göğsüme vurdu ve, "Ey Allahım, onun kalbini
doğruya yönelt, lisanını (hak üzre) sabit kıl!" dedi. O zamandan beri, şu
oturduğum yere o turun caya kadar, hiçbir meselede şüpheye düşmedim."
dediğini rivayet ettiniz. [594]
Sonra da, Hz.
Ali'nin, çocuk doğurmuş olan cariyeler hakkında değişik görüşleri olduğunu önce
bir-şey söylediğim, sonra ondan caydığını...
Hem,
"Kim Cehennemin dibine dalmak istiyorsa, de-de(nin mirası) hakkında
görüşünü beyan etsin..'* dediğini, halbuki kendisinin, dedenin mirası hakkında
farklı hükümler verdiğini,
İbnu
Abbas'ın bir fetvası kendisine ulaştıktan sonra, mürtedleri (müslüman olduktan
sonra İslam'dan dönenleri, evvelce) yaktırdığına pişman olduğunu.[595]
İçki içmiş
olan birine seksen sopa vurduğunu, adamın (sopadan) öldüğünü, Hz. Ali'nin,
adamın diyetini verdiğini ve: "Onun diyetini verdim. Çünkü bu, bizim
aramızda takdir ettiğimiz birşeydir." dediğini rivayet ettiniz.
Halbuki
kendisi, Hz. Ömer'e, içki içene seksen sopa vurdurmasını söylerdi.
Keza,
Hatıb'ın cariyesinin recmedileceği kanaatma varmış, fakat Osman'ın (R.A.)
"Had (cezası) ancak böyle bir cezadan haberdar olana gerekir" sözünü
duyunca -ki bu cariye de böyle bir had bulunduğunu bilmiyordu, zira arap
değildi onun görüşüne uymuştur.
Zeyd b.
Sabit (R.A.) de mükateb (anlaşmalı) köle hakkında onunla münakaşa etmiş ve Hz.
Ali'yi (R.A.) susturmuştur.
Hakemeyn
(iki hakem) hadisesi hakkında da (Hz.Ali)şöyle demiştir: "Öyle bir
tökezleyiş tökezledim ki, toparlanamadım.
Bundan sonra
aklımı kullanıp, düzeleceğim.
Dağılıp,
parçalanmış görüşü de, birleştireceğim."
Davud b. ebi
Hind (-140), [596]eş-Şa'bi'den (17-104)[597]naklederek, Hz. Ali'nin, (bir defada
yapılan) üç talakın (tekrar nikah yenilemeyi) haram kılacağı görüşünden. [598](hırsızın) elinin parmaklarının dibinden
kesilmesi ve hırsızlık yapan çocuğun parmaklarının tahriş edilmesi
görüşlerinden döndüğünü anlatmıştır.
Yine, Allah
(C.C.): "...İçinizden adalet sahibi iki erkeği şahid yapın." (65
et-Tfolak, 2) ve "...Doğruluğuna güvendiğiniz şahitlerden.." (2
el-Bakara, 282) buyurduğu halde; çocukların birbiri hakkındaki şehadetlerini
kabul etmiştir.
Sabah
namazında Kunut duasında da bazı adamların [599]isimlerini yüksek sesle okumuştur.
Keza, (bir
kadını öldüren) katilin vereceği diyetin yansını öldürülenin akrabasından
almış, tek gözü kör olan adama yapılacak kısasta, göz diyetinin yansını
almıştır...
Bayram
namazı için imam (şehir dışındaki) musallaya (namazgaha) çıktığında şehrin
merkez camiinde düşkünlere bayram namazıkıldırması için bir adamı bırakmıştır.
Bütün
bunlar, Hz. Ali'nin (RA.) bütün fakihlere, kadılara ve kendi emsali olan bütün
ümeraya muhalefet ettiği noktalardır. Bunlar, onun "...Şu oturduğum yere
oturuncaya kadar, hiçbir meseledeşüpheye düşmedim." sözüne hiç
uymamaktadır. Rasululla-hin, onun dilini ve kalbini (hak üzre) sabit kılmasına
dair duasına da uymamakta, bilakis dediğinin aksine sanki Rasulullah,
kendisinin aleyhine dua etmişe benzemektedir.
CEVAB: Biz deriz ki: Rasulullah, onun
lisanının ve kalbinin sabit kılınması için dua ettiğinde; Hz. Ali'nin ebediyyen
hataya düşmeyeceğini, yanılmaya-cağını,unutmayacağını ve hangi halde olursa
olsun, asla hata yapmayacağınıkasdetmemişür. Çünkü bu sıfatlar, yaratılmışlann
sıfatları değildir. Bunlar ancak, Halik (Yaratıcı) azze ve cellenin
sıfatlandır.
Rasulullah,
Allah'ı en iyi bilendir, Allah'a neyin dua edilmesinin caiz olduğunu neyin caiz
olmadığını, Allah mahlukatı üzerine Ölümü takdir etmişken, birinin ölmemesine
ve yine Allah ihtiyarlamayı insanın terkibine ve yaratılışının aslına
yerleştirdiği halde, o kimsenin yaşadığımüddetçe ihtiyarlamamasına dua etmenin
caiz olmadığını en iyi bilendir.
Rasulullah
bizzat kendisi yanılabilirken ve Kur'an'dan birşeyi unutabilir ve Allah
kendisine: "Bundan böyle sana Kur'an'ıokutacağız da unutmayacaksın"
(87 el-A'la, 6) buyururken,
Keza, Bedir
günü fidye almayı kabul ettiğinde, Eğer Allah'ın geçmişte verilmiş bir hükmü
olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayımutlaka size büyük bir azab dokunurdu."
(8 el-Enfal: 68) ayeti inmişken ve "Eğer azab inseydi, Ömer'den başka
kurtulan olmazdı" buyururken-Çünkü Ömer (RA.) esirlerin öldürülmesini ve
fidye alınmamasını teklif etmişti[600]nasıl olur da Ali (RA.) için bu (Hahk'a
yaraşır) sıfatlar için dua eder ve Ali de onun duası ile bu sıfatlara nail
olur?!
Rasûlullah
Ahzab savaşı günü, Medine'nin meyvalarının bir kısmını verme karşılığında
müşriklerden korunmak istemiş ve Ansar'dan bazıları (ileri geri konuşup) ona
sitem etmişlerdi.
Neredeyse,
sempatilerini kazanmak için, müşriklerin istediklerini kabul edecekti ki Allah
(C.C.), "Eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık az daha sen onlara meyledip
sempati duyacaktın. O takdirde dünya ve ahİret azabını iki kat olarak sana
muhakkak tattıracaktık. Sonra bize karşı, kendin için hiçbir yardımcı
bulamayacaktın." (17 el-İsra: 74, 75) ayetini indirdi.
Hata ve
unutma hususunda geçmiş peygamberler de işte böyledir. Bunları tek tek
anlatmak uzun sürer, çok (vakit) alır. Bunlar bilenlerin malumudur.
Rasûlullah
Ali'ye (RA.) sadece; onun (her zaman değil) ekseriya doğru üzerinde olması ve
hüküm verirken, çoğu zaman hakkısöylemesi için dua etmiştir.
İbnu Abbas'a
(RA.), "Allah'ın ona teVili Öğretmesi, ve onu .dinde anlayışlı
kılması" hususunda ettiği dua da bunun gibidir.İbnu Abbas, Rasulullahın bu
duasına rağmen, Kur'an'ın tamamının te'vilini (tefsirini) bilmiyor;.ve
"Hanan [601]nedir?, el-evvah [602]nedir?,elğıslîn [603]nedir?,er-rakîm [604]nedir? bilmiyorum." diyordu.
İbnu
Abbas'm, beğenilmemiş ve terkedilmiş pekçok fıkhi görüşleri vardır. Mesela:
Mut'a nikahı(na ce vaz vermesi), sarf [605]ve iki kardeş cariyenin ikisi ile bir
anda evlenilmesi gibi hususlardaki görüşleri böyledir.
Üstelik,
Peygamberlerin de, dua edip istediklerişeylerin hepsi kabul edilmiş değildir.
Peygamberimiz (SAV.) Ebû Talib İçin dua eder, onun günahlarının bağışlanmasını
Allah'tan isterdi. [606]Bunun üzerine: "Müşriklerin
Cehennemlik oldukları müminlere belli olduktan sonra -bunlar akraba bile
olsalar- artık onlar İçin ne Peygamberin, ne de mü'min olanların mağfiret
dilemeleri doğru değildi İr." (9 et-Tevbe, 113) ayeti nazil oldu.
Aynı
şekilde, "Allahım kavmime hidayet ver. Çünkü onlar (hakikati)
bilmiyorlar." demesi üzerine, "(Ey Rasulüm) doğrusu sen, istediğine
hidayet veremezsin. Fakat Allah dilediği kimseye hidayet verir." (28
el-Kasas, 56) ayeti nazil olmuştur.
Üstelik
Ali'nin (RA.) görüşlerinin hepsi de terkedilmişve hatalı olduklarına
hükmedilmiş değildir.
Onun
görüşlerinin en hatalısı; çocuk doğurmuş olan cariyelerin satılabileceği
görüşüdür. Halbuki çocuklu cariyeler Rasûlullah zamanında ve Ebu Bekr'in
hilafeti zamanında ancak borç sebebiyle ve zaruret halinde satılırdı.
Daha sonra
çocuklu cariyeler (alınıp satılan) bir mülk olduğu takdirde, muhtelif
sebeplerle çocuklara anaları cihetinden, utanç ve ayıp gelmesin diye Hz.Ömer,
çocuklarından dolayı, (çocuk sahibi) cariyelerin satılmasını yasaklamıştır.
Müslümanlar
cariyenin ancak, satmak, hibe edilmek veya azad edilmek suretiyle sahibinin
mülkiyetinden çıkabileceği üzerinde icma etmişlerdir. Çocuklu cariyeler
hakkında ise bunların hiçbirisi mev-zuubahis değildir. Sahibi ölesiye kadar,
onun hakkında cariyelik hükümleri caridir.
Çocuk ne
gibi bir sebeple, cariyenin satılması hükmünü kaldırabilir? Bu ancak, Ömer'in
uygun gördüğü birşey (=istihsam) dir. Bununla Ömer (RA) çocuklara iyilikte
bulunmak istemiştir.
Biz ne bu
görüşteyiz ne de bu inançtayız. Lakin biz cariyenin satılması konusunda Ali'nin
delilini ve ondan öncekilerin bu satışımutlak olarak caiz görmelerine dair
delillerini göstermek istedik.
Bu adamlar,
Hz. Ali'nin latif, gamız (kapalı), ince ve benzerlerinden önde gelen
sahabelerin bile aciz kaldıkları hükümlerini nereden anlayacaklar,!
(Hz. Ali'nin
bu latif ve ince hükümlerinden) Mesela: Birinin gözüne tokat vurulunca veya
gözü çıkarılınca veya göze görmeyi zayıflatan birşey isabet ettiği zaman,
suçlunun gözünün beyaz (Cornea) tabakasına çizgiler çizilerek
cezalandırılmasına hükmetmesi, keza birinin dili kesildiği ve dil konuşma kabiliyetini
biraz kaybettiği zaman, "Hurufu mukattaa"[607]Üe hüküm vermesi gibi..
Yine
el-Kansa (çimdiren kız), el-kamısa (tepinen kız) ve el-vakısa (boynu kınlan
kız) hakkındaki verdiği hüküm de böyledir: Bunlar üç komşu kız imiş. Oyun
oynarlarken biri diğerinin üzerine binmiş. Üçüncüsüalttakini çimdiklemiş.
Üzerine binilmiş olan tepinmiş ve kendisinin üstüne binmiş olan da yere düşüp
boynu kırılmış.
Ali (RA.)
diyeti üçe taksim etmiş ve arkadaşının üstüne binenin hissesini düşmüştür.
Çünkü o, boynunun kırılmasına kendisi sebep olmuştur.
Keza, bir
temizlik müddeti içerisinde (=fi tuhrin vahid) aynı kadınla cinsi münasebette
bulunan ve kadının dünyaya getirdiği çocuk hakkında hüküm vermesi için Hz.
Ali'ye gelen iki adam hakkındaki hükmü de böyledir: Adamların ikisi de çocuğun
kendisine aid olduğunu iddia ediyorlardı.Hz. Ali, çocuğun, ikisinin birden
çocuğu olduğuna, çocuğun o iki adama, o iki adamın da çocuğa varis olacağına,
bu iki adamdan birisi ölünce de çocuğun diğerine aid olacağına hükmetmiştir.[608]
Hammad'm,
İbrahim'den, onun da Ömer(RA.) 'den rivayet ettiğine göre, Hz. Ömer de bu
hususta Ali'ye (RA) muvafakat ederek aynı şekilde hüküm vermiştir.
O Ömer ki,
Kur'an onun verdiği hükümlere (uygun olarak) inerdi. Şeytan onun gölgesinden
bile korkardı. Sükunet ve ölçülülük onun lisanında zuhur ederdi.
Hz. Aişe
(RA.) Ömer'i anlatarak derdi ki: 'Vallahi o işbilir ve becerikli idi. Bir
benzeri yoktu. İşlerin başına layık olanlarınıgetirmiştir. -Bununla Hz. Aişe
(RA.) onun hüsnü siyasetini (isabetli bir politika ta-kıb ettiğini) kasdediyor.
Muğira (b.
Şube) onu şöyle anlatıyor: Vallahi o, aldatmayacak kadar faziletli ve
aldatılamıyacak kadar da akıUı idi.
el-Ahnef b.
Kays ( -67 veya 72)[609]da onun (RA.) hakkında: 'Vallahi o,
ileride olacak bir şeyi; bizim olanıbildiğimizden daha iyi bilir!" derdi.
Yani: Onun tahminlerinde isabetli olduğunu, hataya düşmediğini kasdediyor.
Rasulullah
(S.A.V.) da onun hakkında: "Her ümmetin ilham alan (=muhaddesin) veya
kendisine doğrunun ilham edildiği kimseleri (=murawa-in) vardır. Eğer bu
ümmette de böyle birisi olsaydı, o Ömer olurdu." [610]buyurmuştur.
Sariye b.
Zuneym ed-Dueli[611]ye, "Ey Sariye! dağfa), dağ
(a)!" demiş ve o esnada (kilometrelerce ötede) düşmanla karşı karşıya
olan Sariye Hz. Ömer'in bu sözünü kalbinde hissetmiş ve hemen dağa arkasını
vererek düşmanla tek taraftan savaşmıştır.
Bu kadar
meziyetlerine rağmen Ömer (R.A.): "Ali'nin kendisini ikaz ettiği bir hükmü
hakkında: "Eğer Ali'nin ikazı olmasaydı, Ömer mutlaka helak olurdu."
demiştir. Yine Ömer. "EBÛ Hasen'in [612]bulunmadığıher güç meseleden Allah'a
sığınırım." derdi.
Bize ez-Ziyadi
tahdis etti (ve) dedi: Bize Abdulva-ris, Yunus'dan, o da el-Hasen (el-Basri)den
rivayet etti ki: Hz. Ömer'e, çocuğunu altı ayda doğuran bir kadın getirildi.
Ömer , kadını zina suçuyla ithama kalkisaçaktı ki Ali (R.A.) ona: "Bu
(altı ayda doğum) ba-zan olabilir. Nitekim Allahu taala da, "Onun (ana karnında)
taşınmasıile sütten kesilmesi müddeti otuz aydır." (46 el-Ahkaf, 15) ve
"Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirsinler." (2 el-Bakara, 233) buyurmuştur."
dedi. (Yani Birinci ayetteki otuz ay'dan, ikinci ayetteki iki yıl (= yirmidört
ay) çıkarılınca geriye altı ay kalır. Demek ki altı aylık çocuk olabilir.)
[613]
İDDİÂ:Rasûlulahın:"Tek başına
yolculuk eden şeytandir.İki kişi olarak yolculuk eden de ikişey-tandır.Üç kişi
ise.bir kafile (birlik) sayılır.[614]buyurduğunu; sonra da,"Rasûlullamn
elçi (haberci) leri tek basma yolladığım," [615]yine "Kendi -sinin,hicret etmek
için EBÛbekr ile (iki kişi olarak Mekke'den) çıktığını. [616] rivayet ettiniz.
Tek başına
yolculuk eden nasıl şeytan olur?Rasûlullah, ya onun şeytan menzilesinde ( derecesinde)
olduğunu;ya da o kimsenin şeytana tahav-vül ettiğini (dönüştüğünü) kasdetmiş
olmaktan-ki bu da mümkün değildir-hâlî değildir.
CEVAB:Biz deriz ki:O (S.A.V),"Tek
başına yola Çıkan şeytandır."sözü ile.tek kişinin yalnızlığını ve korku
içinde oluşunu kas d etmiş tir. Çünkü yırtıcıhayvanların ve hırsızların
kendisine karşı heveslendikleri gibi,şeytan da ona karşı heveslenir.Tek başına
yola çıktığı zaman şeytana hedef olur,bütün saldırgan ve yırtıcı hayvanlara ve
hırsızlara hedef teşkil eder. (Onu tek başına yola çıkmağa sevketmeklejsan-ki
şeytan o kimsede temessül etmiş gibidir.
Sonra
"..İki kişi olarak yola çıkan da iki şeytandır." buyurmuştur. Çünkü
onların herbiri de ayn,ay-rı.bu tehlikelere maruzdur.Dolayısıyla ikisi de şeytandır.
Üç kişi birden yola çıkarlarsa,yalnızlık ve korku ortadan kalkar.alışkanlık
meydana gelir.Onlara zarar vermek isteyen bütün heveskârlann hevesleri
kursaklarında kalır.
Arabın
lisanı, îmâ.işâret ve benzetmelerle doludur. Meselâ:Hiç kılıç kuşanmadığı
halde birine "fulân tavîlu'n-nicâd1dır"(Yani fulanın kılıcının
kınının kayışı uzundur) derler.en-nicâd,kılıç kınlarının kayışlan-na denir.Bu
sözleriyle o kimsenin uzun boylu olduğunu kasdederler ve kılıcının kayışının
uzunluğu ile.bo-yunun uzunluğuna işaret ederler. Çünkü kısa bir kılıç
kayışı,uzun boylu bir adama uymaz.
Yine:"fulân,külü
çok bir adamdır." derler..Halbuki adamın ne evinde, ne de kapısının
önünde kül vardır.Onlar bununla ,o kimsenin çok misafirperver olduğunu , evinde
ateşin devamlıyandığını kasdeder-ler.Ateş çok yanarsa tabiatıyla külü de çok
olur.
Allah (C.C)
da Kur'an'da "Meryem oğlu Mesîh ancak bir peygamberdir.Ondan önce birçok
peygamberler geçti.Anası çok doğru bir kadındı.ikisi de yemek yerlerdi."
(5.el-Mâide: 75) buyurmuştur.. .Onların ikisinin yemek yemesiyle,bize onların
yaratılmış (mahlûk) olduğunu ima etmektedir. Çünkü yiyip içen her varlığın
yaratılmış olması zaruridir. (Çünkü yeme içme yaratılmışlann sıfatıdır.)
Cenab-ı
Hak,müşriklerin Rasûlullah hakkında: "Bu peygambere (!) ne oluyor? Yemek
yi-yor,çarşılarda geziyor"( 25.el-Furkân: 7) dediklerini bize hikâye
etmiştir .Allah ojıun çarşılarda dolaşması-nı;insanlann karşılamak için
çarşılara gittikleri ihtiyaç maddelerinden kinaye olarak zikretmiştir.
Çün&u
müşrikler,sanki,peygamber
olarak gönderdiği zaman Allah'ın onu; insanlardan ve insanî ihtiyaçlardan
müstağni kılacağınızannediyorlardı.
Onlann,"Elçi
(haberci)leri tek başına gönderirdi, "demelerine gelince:Elçi (haberci)
kendisiyle bir beldeden diğerine mektub gönderilen kimsedir.Ona el-feyc[617]de derler.Rasûlullah onu bir yerden diğerine
tek başına gönderir ve ona; yolda kendileriyle beraber olacağı,onlarla yalnızlığını
gidereceği arkadaşlara katılmasını emrederdi.Bu,insanların her zaman
yapageldikleri birşeydir.Bir mektup yazıp da onu eiçi ile uzak bir beldeye
göndermek isteyen biri-nin;Rasûlullah:"Bir kişi şeytandır.İki kişi
şeytan-dır.Üç kişi ise kafile (birlik) dir."dedi.diye üç adam kiralaması
gerekmez.Bu (yalnız yola çıkmamak)ancak elçinin vazifesidir.Yola çıktığı zaman
elçinin yol arkadaşlarıaraması ve yalnızlıktan sakınması gerekir.
Rasûlullahın
Ebûbekr ile.hicret edeceği zaman (iki kişi olarak) yola çıkmasına
gelinceıOnlann ikisi de, o vakitte müşriklerin kendilerini öldürmelerinden
korkuyorlardı [618].Bu sebeple (iki kişi olarak) yola
çıkmağa mecbur oldular...Nasıl ki,bir adam yol arkadaşı bulma ümidiyle evinden
tek başına çıkarsa;onların da aynı şekilde bir kafileye Taslayacaklarını ummuşolmaları
mümkündür.Fakat sayılarını arttırmaları mümkün olunca,Ebûbekr,Benu'd-Dil
kabilesinden olan bir rehber kiralamış ve kölesi Amr b.Fuhey-re'yi de yanında
götürmüştür.Sonunda dört veya beş kişi olarak Medine'ye girmişlerdir. [619]
IDDIÂ:Rasûlullahın,"Allah hırsıza
lanet etsin! Yumurta çalar eli kesİlir,İp çalar eli kesilir![620]buyurduğunu; sonra da,
"Ancak
(en az) çeyrek dinar (değerindeki bir eşyanın çalınmasınjda el kesme cezası
uygulanır. [621]dediğini rivayet ettiniz.
Buna göre birinci
hadis.Hâricilerİn lehine bir delil teşkil eder.Çünkü onlar çalının şeyin değeri
az olsun, çok olsun hırsızın elinin kesileceğini söylüyorlar.
CEVAB:Biz
deriz ki:Allah (C.C) ,Rasûlüne"Er-kek olsun kadın olsun hırsızların
.yaptıklarına karşılık ve Allahtan bir azab olmak üzere (sağ) ellerini
kesin."(5.el-Mâide: 38) âyetini indirince.Rasû-lullah da;o anda Allah'ın
indirdiği âyetin zahirine bakarak, "Allah hırsıza lanet etsinîYumurta
çalar eli kesilir, "demiştir.Sonra Allah kendisine, elin ancak çeyrek
dinar veya daha fazla kıymetteki şeylerden dolayı kesilebileceğini
bildirmiştir.
Rasûlullah
Allah'ın hükmünü ancak,O bildirdiği zaman bilebilirdi.Allah ona her
şeyi.birden bildir-nıiyor,bilâkis tedricen (azar azar) indiriyordu.Cebrâil ona
Kur'an'ı getirdiği gibi,sünnetleri de getirmiştir.Bu sebepten"Bana Kitap
(Kur'an) ve onun bir benzeri verildi.[622]buyurmuştur."..benzeri" ile
sünneti kasdetmiştir.
Görmüyor
musun Rasûlullah.İslâm'ın başlangı çında Uraniyyîn'in [623]ellerini, ayaklarını kestirmiş,
gözlerine mil çektirmiş ve onları taşlık bir yere attırmışve neticede
ölmüşlerdi. [624]Fakat, sonradan işkenceyi yasaklamıştı.
Çünkü cezalar, o zaman henüz kendisine vahyedümemiş idi. Rasûlullah da sözlerinde
durmadıkları, iyiliğe kötülükle karşılık verdikleri, develerin çobanlarını
öldürdükleri ve develeri çalıp götürdükleri için;onlan kısasın en şiddetlisi
ile cezalandırmıştı. Sonradan cezalar (hakkında) vahiy gelince, işkenceyi
yasakladı.
Fakihlerden;
bu hadisteki yumurtanın, harpte başıörtmeğe yarayan demir miğfer , ipin de gemi
halatı olduğunu söyleyen ler vardır ve bunların her ikisinin de değeri pekçok
dinara ulaşır.
Bu te'vil
arapçayı ve araplann ifade hususiyetlerini bilenlere göre doğru değildir.
Çünkü bu (hadis) hırsızın çaldığı şeyin değerini arttırmaya uygun değildir ki,
değeri dinarlara varan miğfere veya hırsızın ta-Şıyarmyacağı kadar büyük halata
hamledilsin.
Ne Araplar
ne de Arab olmayanlar; "Allah falanın .yüzünü kara etsin. Çünkü o,
mücevher takmak uğruna kendisini dövülmeğe maruz bıraktı ve bir çanak misk
uğruna, hıyanet cezasına maruz kaldı." demezler...Bu gibi şeylerde
âdet,"Allah ona lanet etsin.Eski bir ip veya bir yumak saç veya eski bir
su kabı için elinin kesilmesine razı oldu." denmesidir.Bu çalınan şeyler
ne kadar değersiz ve hakir olursa, söz de o kadar belağatlıolur. [625]
İDDİA;Rasûlullahın fakirlikten Allah'a
sığındığını ve "Senden benim ve mevlâmın[626]zenginliğini
isterim.[627]diye dua ettiğini rivayet ettiniz.
Sonra da
onun:"Ey Ali a hım! beni miskin olarak yaşat ve miskin olarak ruhumu al
ve beni miskinler zümresi içersinde hasret (dirilt)"
dediği-ni,kezâ"Fakirlik mü'min için atın yanağından sarkan perçemden daha
güzeldir." buyurduğunu rivayet ettiniz.
Bu ise bir
tutarsızlık ve çelişkidir.
CEVAB: Biz deriz ki:Allah'a hamdolsun
burada herhangi bir tutarsızlık yoktur.Onlar yorumda yanıl-dılar ve haksız bir
karşılaştırma yaptılar. Çünkü onlar fakirlikle miskinliğin-ikisi ayrı şeyler
olduğu halde-aynı olduğunu zannetmişlerdir.Eğer/'Allahım beni fakir olarak
yaşat.fakir olarak ruhumu al ve fekirler zümresinde hasret." demiş
olsaydı.dedikleri gibi bu, bir çelişki olurdu.
"Allahun!
beni miskin olarak hasret." sözündeki miskinliğin mânası,tevazu ve boyun
bükmektir.San-ki Rasûlullah Allah'tan kendisini cebbarlardan ve
mütekebbirlerden kılmamasını ve onların zümresinde kendisini hasretmemesini
istemiş gibidir.
"el-meskenetu
(miskinlik)" "sükûn" kökünden ahnmadır.Bir adam yumuşak huylu
olduğu,tevazu gösterdiği,huşû ve hudû (alçak gönüllülük) sahibi olduğu
zaman," temeskene'r-raculu adam miskinleş-ü)" denilir.
Rasûlullahın,
namaz kılan birine söylediği :"Mütevazi ol.miskin ol,boynunu
eğsözündeki" temes-ken (= miskin ol)" emri de " sükûn" dan
almmadır.Rasûlulah bu sözü Üe,huşû sahibi ol,Allah azze ve celle'ye karşı
tevazu göster." demek istemiştir.
Araplar,
"Ben miskin'in basma iş geldi, "derler.Bununla fakirliği
kasdetmezler.Ancak düşkünlük ve zayıflığı kasdederler.
Keza
Rasûlullahın Kayle'ye[628]söylediği,"Ey miskine!ffsözü de
böyledir.Burada "Ey fakir kadın" demek istememiş,sadece onun
zayıflığını kasdetmiş Dediklerimizi doğrulayan diğer bir delil de
şuaur:Rasûlullah eğer Allah'tan fakirlik mânasına nıeskenef'i istemiş olsaydı
Allah onu bu isteğindenrnenederdi.Çünkü Allah onun ruhunu her ne kadariki
dirhemi bile üstüste koymamış olmasına rağmen-kendisine verdiği birçok
ganimetle zengin iken kab-zetmiştİr.Medînedeki bahçeleri,çeşitli malları ve
Fe-dek gibi bir araziyi miras bırakan biri için,"Fakir olarak öldü"
denemez.
Allah (C.C)
da:"O (Rabbin) sen bir yetim iken (seni) barındırmadı mı?Seni (şeriat
hükümlerini) bilmezken (nübüvvet nimeti ileşer'î) yola koymadı mı?"
Muhtaçken seni bu sıkıntı ve darlıktan kurtarmadı mı? " (93.ed-Duhâ:6.7)
buyurmuştur:
Fakir ve muhtaç
birinin bakacak aile efradı ya olur ya olmaz.Bakacak ailesi olanın da malı ya
olur ya da olmaz.
Rasûlullahın
Peygamber olarak gönderildiğinde ve vefatı anındaki hâli,Allah'ın (yukardaki
âyette) buyurduğu hususa delâlet eder.Çünkü o,fakir olarak Peygamber
oldu,zengin olarak ruhu kabzolundu.Bu da, onun Rabbinden istediği meskenetin
fakirlik olmadığını gösterir.
Fakirlik
mü'min için atın yanağından sarkan perçemden daha güzeldir." sözüne geline
e: Şüphesiz fakirlik dünyanın musibetlerinden büyük bir musibet ve dünyanın
âfetlerinden bir âfettir ve acıvericidir.
Kim Allah
rızası için musibetlere sabreder,kis-metine razı olursa.Allah bununla dünyada
onu süsler ve âhirette de sevabını çoğaltır.
Fakirlik ve
zenginlik,hastalık ve sıhhata benzer. .Allah bir kimseyi hastalığa mübtelâ
kılar,o da sabrederse sanki fakirliğe dûçâr olmuş da .sabretmiş gibi
olur.Allah'ın,bizim bunlara sabretmemiz karşısında sevab vermesi,bizim O'ndan
afiyet ve selâmet istememize manî değildir.Fakirliği zenginlikten üstün görenler
ise,Rasûlullahın Allah'a (mal fakirliğinden deil) nefsin fakirliğinden
sığındığına zâhib oldular ve insanların bir kimseye,hâlî vakti yerinde olsa
bile "falanın nefsi fakirdir (cimridir)" ve hâli kötü olsa bile bir
kimseye/falanm gönlü zengindir." demelerini delil olarak ileri sürdüler
ki, bu yanlıştır.
Ne
peygamberlerden,ne de onların ashabından ne âbidlerden ne de müctehidlerden
bir kişi bilmiyoruz ki,"EyAllahım! Beni fakir kıl,Allahım! Beni hasta
et."diye dua etmiş olsun.Allah azze ve celle,on-ların böyle diyerek kulluk
etmelerini istemez .Aksine "Allahım bana nzık ver.Allattım bana afiyet
ver. "diyerek kulluk etmelerini ister.
Onlar:
"Ey Allahım! Bizi ancak en güzel (olan) ile imtihan et."
derlerdi.Yani "Bizi ancak hayır ile imtihan et,şer ile imtihan
etme,"demek isterlerdi.Çünkü Allah kulların nasıl şükredip
sabredeceklerini bilmek için,onları ikisi (hayır ve şer) ile de imtihan
eder.Nite-kim Kuranda da :"Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle
deneyeceğiz."(21.el-Enbiyâ:35) buyurul-muştur...
Mutarrif
(-95) [629]"Âfîyette olub şükretmeyi
(musibetle) imtihan edilip sabretmeye tercih ederim " demiştir.
EBÛ MUHAMMED:Bunu ben"Ğaribu'l-Hadis"
adlı eserimde bu açıklamalardan daha geniş bir şekilde zikretmiştim.Ancak
üzerinde durduğumuz il-ntin kapsamlı olması için, mecburen bu kitaba da bu
açıklamaları aldım. [630]
İDDİA:Rasûlulahın (S.A.V.): "Zina
eden zina ederken mü'min değildir. Hırsız da hırsızlık ederken mü'min
değildir. [631]dediğini rivayet etti Sonra da :Kim lâ
ilahe illallah derse.o Cennette-dİr.Zina etse de,hırsızlık yapsa da.! [632]buyurdu-ğunu rivayet ettiniz.Bu ise bir
çelişki ve uyuşmazlıktır.
CEVAB Biz deriz ki :Burada -Allah'ın
lütfuyla -ne çelişki ve ne de uyuşmazlık vardır. Çünkü imanjûgatta,tasdik etmek
manasınadir.Allah (C.C},"Şİmdi biz ne kadar doğru söylesek , sen yine de
bize inanmazsin."(12.Yûsuf:17) dediklerini nak-letmiştir. (Bize
inanmazsın) yani: Bizi tasdik etmezsin, demektir.
İnsanların
"Dediklerinin hiçbirine inanmıyorum, "sözü de bu kabildendir .Yani,
"dediklerini tasdik etmiyorum." demektir.
îman ile
vasıflandmlanlar.üç guruptur:
BİRİNCİSİ:Kalbiyle değil.sadece düiyle tasdik
edendir.Münafıklar gibi..Bu gibi kimselere îman etti diyebiliriz.AHah (C.C)
da.münafıklar hakkında: "Bu kötü hallerişundandir.Çünkü onlar (görünüşte)
iman ettiler sonra (kalbleri ile) inkar ettiler." (63.el- Munâfıkûn:3) ve
yine,"Doğrusu (dilleriyle) iman eden (münafık)
Ierden.YahudÜerden.Sâbii-lerden ve Hristiyanlardan.."(5.el-Mâide: 69) ve
bunu takiben, "...Kim Allah'a ve âhiret gününe îman ederse .."
(5.el-Mâide: 69) buyurmuştur.Çünkü onlar Allah'a ve Âhiret gününe ( gerçekte )
inanmıyorla-dı..
Eğer
(Allah), "İman edenler" ile-burada-müşlü-manlan kasdetmiş olsaydı,
"Onlardan Allah'a ve Ahi-ret gününe îmân edip.." buyurmazdı.Çünkü
onlar , zaten Allah'a ve âhiret gününe îman etmektedirier.[633]Burada sadece;yalnız dilleriyle îman
eden mü'nâfiklarla.Hristiyanlar ve Yahudileri kasdetmiştir.
Biz bu gibi
bir kimseye mü'min diyemeyiz.Tıpkımünafıklara da "..îman
ettiler."-dediğimiz halde "mü'mindirler." diyemediğimiz
gibi...Çünkü münafıklar ne samimiyyetlerinden ne de gerçekten niyyet
ettiklerinden inanmışlardır.
Peygamberlerin
itaatsizlerine de "... itaatsizlik etti....şaşırdı[634]diyebiliriz fakat,onlara
"âsî.şaş-kın.." diyemeyiz.Çünkü onların günahı,Aîlah düş-maniarımn
günahlan gibi, günaha bağlılıklarından ve ısrarlarından dolayıdeğildir.
İKİNCİSİ:Günahlarla kirlenmiş ve -ısrar ( devam)
etmeksizin- tâatta kusur etmiş olmakla birlik-te.kalbiyle ve diliyle tasdik
etmiş olan kimselerdir. Bunlar hakkında "îman etti" deriz.Ve bu gibi
kimseler,büyük günahlan terkettikleri müddetçe mü'mindirler.Fakat büyük
günahları işlediği za-man.günahı İşlediği esnada mü'min değildir.Yani:
"imanı kâmil değildir." demekür.
Görmüyor
musun,Rasûlullah (S.A.V) :"Zina eden zina ederken.mü'min
değildir."buyurmuştur. Günahı işlediği vakitte" mü'min
değildir.diyor.Çün-kü ondan önce,günahta ısrar edici değildir ve
njü'mindir.Günahtan sonra da ısrar edici değildir. .Tevbe etmiş olan bir
mü'mindir.
(o h Başlca
hadis.bunu daha iyi açıklamaktadır: iu da şu hadistir) :"Zina eden.zina ederken
iman ken dişinden soyulur.Eğer tevbe ederse ona tekrar giydirilir.[635]
ÜÇÜNCÜSÜ:DÜiyle ve kalbiyle tasdik etmiş ve
farzları eda etmiş,büyük günahlardan kaçınmış olan kimsedir.Bu kimse imanın
şartlarını tamamen hâiz olan ,hakiki bir mü'mindir.
Rasûlullah,"Komşusu
belâsından (zarar ve eziyetinden) emin olmayan kimse,mümin değildir. [636]derken,... "îmanı kâmil
değildir." demek istemiştir.
Yine,"MüslümanIarın,elinden
ve dilinden emin olmadığı kimse,îman etmiş olmaz. [637]buyururken, imanın kâmil olamayacağını
kasdetmiş-tir...
Keza,"Komşusu
gece aç yatarken,karnı tok olarak yatan kimse îman etmiş olmaz"[638]buyurmuştur. Yani îmanı kâmil
değildir,demektir.
Bunlar
Rasûlullahın,"Abdest alırken besmele çekmeyenin abdesti yoktur. [639]sözüne ben-zer.Yani abdesti mükemmel
değildir,abdesttnin fazileti (ve sevabı)yoktur.demek istemiştir.
Hz.Ömer'in
(R.A),"Haccetmeyenin imanı yoktur. [640]sözü de böyledir.Ömer'in kasdı,
"kâmil imanı yoktur." demektir.
İnsanlar da
bir kimsenin aklının tam olmadığınıkasdederler ve "falanın aklı
yoktur." derler.Keza dininin kâmil olmadığını kasdederler ve "onun
dini yoktur." derler.
"Kim lâ
ilahe illallah derse,o cennettedir.Zina etse de,hırsızhkyapsa da.."
hadisine gelince:Bu söz de iki şıktan hâlî değildir.
Birisi :Bu
özü,o kimsenin akıbetini nazar-ı itibara alarak söylemiş olmasıdır.Bu
takdirde, "Zina ve hırsızlıktan dolayı azab olunsa da,âkıbeti
Cennettir." demek istemiş olur.
Diğeri
ise:Allahu taâlânın rahmeti ve Rasûlulla-hın (S.A.V) şefaati ona yetişir ve
"Allah'tan başka ilâh olmadığına "şehadet etmesinden ötürü Cennetlik
olur.
Bana İshak
b.İbrâhîm b.Habîb b.eş-Şehîd babasından,o da dedesinden,o da el-Hasen
(el-Basrî)'den(22-110) [641]onunşöyle dediğini rivayet etmiştir.:
"Cennetin bedeli "Lâ ilahe illallah" tır.
Bana
Muhammed b.Yahyâ el-Kât'î tahdis etti (ve) dedi:Bana Ömer b.Ali,Mûsâ
b.el-Museyyib es-Sa-kafi'den haber verdi (ve) dedi:Sâlim b.ebîl-Ca'd"ı;
Rasûlullah'tan şu hadisi rivayet ederken işittim. (Rasûlullah) şöyle demiştir:
Rabbiniz şöyle bu-yuruyor:"Ey Âdem oğlu! Bana yeryüzü dolusu günah
getiriyorsun..Bana hiçbir şeyi ortak koşma-diktan sonra hiç mühim degil.ben o
günahları .yeryüzü dolusu mağfirete çeviririm. [642]
Bana Ebû
Mes'ud ed-Dârimi ki Hırâş'ın [643]oğîudur-tahdis etti (ve) dedi:Bana
dedem.Enes b. Mâlik'den tahdis etti.(Enes) dedi:"Rasûlullah (S.A.V)
"Ümmetimin yansının Cennete girmesi ileşefaat arasında muhayyer
bırakıldım.Ben şefaati seçtim.Çüukü şefaat daha umûmî ve daha çoktur.Bel-ki siz
benim şefaatimin takva sahiplerine has olduğunu zannediyorsunuz. Hayır!
Bilâkis günahlara bulaşıp kirlenmişler İçindir.[644]buyurdu. [645]
IDDIÂ:Hammâd'dan,o da İbrâhim'den.o da
el-Esved (b.Yezîd en-Nahaî) den,o da Âişe'den (RA) rivayet ettiniz ki (Âişe):
"Ben Rasûlullahın elbisesindeki menİ'yi elle eltilerdim,o da bu elbiseyle
namaz kılardı. [646]demiştir.
Sizin
rivayet ettiğiniz bu hadise dayanarak bazıları,elbiseden meniyi çitileyip,o elbise
ile namaz kılmaya cevaz verdiler .Ve bunu sünnet hâline getirdiler.
Sonra bir de
Amr b.. Meymûn b. Mihrân'dan, o da Süleyman b. Yesâr'dan rivayet ettiniz ki
(Süleyman) Hz. Aişe yi. "Rasûlullahın elbisesindeki meni lekesini
yıkardım. Sonra elbisede, yıkadığım yerin izini- veya izlerini-görürdüm. [647]derken işit-miştir.
Bu
rivayetiniz üzerine bir kısım insanlar, meniyi elle çitilemek suretiyle
temizlemeyi terketmiş ve o elbiseyle namaz kılacağı zaman, muhakkak meninin
yıkanması gerektiğini söylemişlerdir. Bu ise, bir çelişki ve tutarsızlıktır.
CEVAB: Biz deriz ki: Burada ne çelişki
vardır, ne de tutarsızlık... Çünkü Âişe (RA.) Rasûlullahın elbisesindeki
meniyi, kuru olduğu zaman çitilerdi. Oğuş-turma ise ancak kurumuş menide
mümkündür. Ba-zan meni, iç çamaşırında kuruyasıya kadar kalırdı. Meni ise -
bilhassa yaz mevsiminde - az bir zamanda kuruyuverir.
Âişe (R.A)
meninin yaş olduğunu görünce, onu yıkadı.Çünkü yaş olunca çitilemekle
temizlemek mümkün değildir. Fakat onu, kuruyuncaya kadar bekletip, sonra
çitileyen bir kimse için, böyle yapmasında bir beis yoktur.
İbnu Râhuye
diye bilinen, İshak b. İbrahim (166-238) [648]bana, meniyi çitilemenin sünnet olduğunu
haber verdi. [649]
İDDİÂ:Rasûlullahın "Deri dibağatlandı
mı,te-miz olmuş olur." buyurduğunu,keza ölü bir koyuna rasgeldiğini
vet"Onun derisinden faydalansaydınız
ya! [650]buyurduğunu rivayet ettiniz. Fakihlerden
birkısmı bu görüşü kabul ettiler ve bununla fetva verdiler.
Sonra
Rasûlullahın, "Meytenin (ölü hayvanın) ne derisinden faydalanın,ne de
sinirinden.. [651]buyurduğunu rivayet ettiniz.Fakihlerden
diğer bir gurup da bu görüşü kabul edip.bununîa fetva verdiler.
Bu bir
çelişki ve tutarsızlıktır.
CEVAB:Biz deriz ki:Burada-Allah'a
hamdolsun -ne bir çelişki vardır,ne de tutarsızlık!..Çünkü hadisteki
el-ihâb,dibağatlanrnarmş deridir.Dibağatlanınca bu isim ondan kalkar.
Nitekim bir
hadiste Ömer.Rasûlullahın yanına girdiğini ve evde-dibağatlanmamış kokmuş
deriyi kasdederek- kokmuş deriler (=uhubun atmetun) bulunduğunu söylemiştir.
Hz.Âişe
(R.A) babasıfnın mürtedleri öldürmesi) hakkında : "Başlan omuzlara düşürdü
ve kanlan derilerin (=uhub) içersinde topladı" demiştir.[652]Deriler ile cesedleri kasdetmiştir-
Hz.Aişe,
burada derileri (= uhub),cesedlerden kinaye olarak kullanmıştır.Eğer el-uhub,
dibagatlan-mış deri olsaydı, uhub, kelimesini cesedden kinaye olarak kullanması
caiz olmazdı.
en-Nâbiğâtu'1-Câ'dî,
kendisi yokken yavrusunu kurt yemiş olan ve sonra geri dönen.yabani bir sığırdan
bahsederek:
'Yavrusuyla
ilk beraber olduklan yerde.hâdise-yi açıklayan bir deri (=ihâb) ve parçalanmış
kanlı bir cesedle karşılaştı." demiştir.
Rasûlullah
da, "Deri (=ihâb) dibağatlandı mı, temiz olmuş olur." buyurmuş,sonra
da ölü bir hayvana rasgelmiş ve : "Sahibi hayvanın derisinden
faydalan-saydı ya." demiştir.Yani :Onu dibağat etseler de ondan
faydalansalar ya! demektir.
Sonra da
(yazılı bir talimatta): "Ölü hayvanın nederisinden faydalanın, ne de
sinirinden.." diye emret miştir.Bununla "Dibağatlanmamış
deriyi,dibağatla-runcaya kadar kullanmayın!" demek istemiş tir. Nite
kim/'...ne de sinirinden." sözü de bunu gösterir.Çün-kü sinir,dibağat
kabul etmez.Bu sebepten onu,diba-ğatlanmamış deri ile birlikte zikretmiştir.Bu
başka bir hadiste açıklanmıştır. (O hadis de şudur: )
İbnu Uyeyne
,ez-Zuhrî'den.o da Ubeydullah b.Abdillah'tan,o da İbnu Abbâs'tan rivayet etmiştir
ki, "Rasûlullah (S.A.V) Meymûne 'nin (R.A) azadlı cariyesine aid bir
hayvan ölüsüne rastlamış ,ve "Onun derisini alsalar ve dibağatlayıp
kullansalardı ya! " buyurmuştur. [653]
İDDİÂ:el-Eş'as-Muhammed b. Sîrin -Abdullah
b..Şakîk -ve Âişe'den rivayet ettiniz ki (Âişe) şöyle demiştir:
"Rasûlullah bizim ne İç çamaşırımızla,ne dış elbiselerimizle namaz
kılmazdı[654]
Sonra
yekî-Talha b. Yahya-Ubeydullah b.Abdil-lah b.Utbe -Âişe (R.A)
tarîkıyla,Hz.Âişe'nin,"Rasûlul-lah.gece namaz kılardı.Ben de hayızh ve
üzerimde mirt (yün veya ipekten yapılan,kadınların elbise üstüne giydikleri bir
başka elbise) olduğu hal-de.onun yambaşinda olurdum ve benim elbisemin bir
kismi.onun üzerinde olurdu. [655]dediğini rivayet ettiniz.Bu bir çelişki
ve tutarsızlıktır.
CEVAB:Biz deriz ki:Bu iki hadiste ne
çelişki ne de tutarsızlık vardır. Çünkü birinci hadiste, "Bizim iç
çamaşırlarımızla (eş-şuûr)namaz kılmazdı."denil-miştir.İç çamaşır mânasına
gelen eş-şuûr ise,şiâr'ın çoğuludur.Şiar ise vücuda temas eden elbiseye
de-nir.Cesede temas etmedikçe [656]onaşiar (iç çamaşır ) denmez.
Rasûlullahm,Ansâra:"Sİz
bana,iç çamaşır gibisiniz.diğer insanlar ise,iç çamaşırın üstüne giyilen
elbise (=disâr] gibidir. [657]demesi de.bu husus ta sana bir delildir.
Rasûlulah demek istiyor ki:Sİz, vücuda temas eden iç çamaşır gibi.insalann bana
en yakın olanlarısınız .Diğer insanlar ise.onun üstü gibi-dir.Bana,size nazaran
daha uzaktırlar.
Bazen iç
çamaşıra; insanda devamlı idrar damlamasıolur veya ondan herhangi birşey
çıktığı zaman meni, ter veya ıslaklık bulaşır.
Rasûlullah.cinsî
münasebette bulunduğu veya kadının hamileliği ağırlaşüğı veya aybaşı olduğu zaman,
elbiseye kan bulaşmasından emin olmadığı için.harumlannın iç çamaşırı ile namaz
kılmazdı.
İkinci
hadiste de: "Ben onun yanında olduğum ve üzerimde mirt olduğu halde,
(Rasûlullah) namaz kılardı.Mirt'in bir kısmı da onun üzerinde
olurdu."de-nilmiştir.Mirt ise.izâr'm (vücudun alt kısmınıörten elbisenin)
iç çamaşırı olarak kullanıldığı gibi kullanılmaz. Çünkü mirt yünden.bazan
kıl.bazan da ipek ve yün karışığından olur ve sadece izann üzerine giyilir.
EBÛ MUHAMMED:Sana bunu açıklayacak diğer bir
husus da ,bana Abedetu'bnu Abdillah'm tah-dis ettiği bir hadistir.Abede
dedi:Bana Muhammed b Bişr el-Abdî haber verdi (ve) dedi: Bana Zekeriyyâ b. ebî
Zâide,Mus'ab b.Şeybe'den.o da Safîyye bintiŞey-be'den.o da Âişe'den
(RA):"Rasû!ulIah birgün.güneş doğmadan önce.üzerinde siyah kıldan mamul
süslü bir mirt (-mirtun murahhalun) olduğu halde dışarı çıktı." dedi. [658]
Murahhal
süslü demektir.Bu (süsleme) sanatına da et-terhîl denir.
İmru'1-Kays
da hanımından bahsederken :
"Arkamızda,izlerimiz
üzerinde süslü mirt'inin (=mirtun murahhalın) ucunu sürükler bir halde onunla
yürümeye başladım..."demiştir.
Hz.Âişe'nin,"Rasûlullah
namaz kılardı.Elbisenin (=mirt) bir kısmı benim,bir kısmı da onun üzerinde
olurdu." demesi,mirt'in;Hz.Âişe'nin iç çamaşırı olmadığını sana açıklar.
Eğer mirt.iç çamaşırıolsaydı.Rasûlullahın vücudu belli olurdu.Çünkü iç çamaşırı
ince olur.onunla namaz kılmmaz.ve Hz.Aişe'nin bununla örtünmesi (tesettür) de
mümkün olmazdı. [659]
İDDİA:Rasûlullah'a büyü yapıldığını;büyü
yapmada kullanılan şeyin Zûervân (veya Zervân) [1]kuyusuna konulmuş olduğunu,Hz.Ali'nin onu kuyudan çıkardığını ve büyü
yapılan her bir düğümü çözdüğü zaman Rasûlullahın.genç bir deveden daha çevik
imişçesine kendisinde bir hafiflik hissettiğini [2]rivayet ettiniz.
Bu Allah'ın
peygamberi (S.A.V) için caiz değildir. Çünkü sihir küfürden ve dediklerine
göre şeytanın işlerinden bir iştir.
Allah'ın onu
korumasma,melekleri ile ona doğruyu göstermesine ve vahyi şeytandan muhafaza
etmesine rağmen;sihir Rasûlullaha nasıl tesir edebi-lir?Allah (C.C) Kur'an'ı
kasdederek,"Ona ne önünden ,ne ardından (hiçbir sûretie) bâtıl
yaklaşamaz."(41.Fussılet:42) buyurmuş tur .Ve siz buradaki bâtıl'ın,şeytan
olduğunu iddia ediyorsunuz.
Yine
Allah/'O bütün gaybı bilendir.Gayba dair ilmini ise,kimseye açmaz.Ancak bir
peygamber olarak seçtiği müstesnadır.Çünkü Allah,peygamberin önünden ve
ardından muhafız melekler tayin eder [de onu korurlar)."
(72.el-Cinn:26,27) buyurmaktadır. YanirOnun önüne ve ardına meleklerden
muhafız tayin eder.Melekler onu muhafaza eder,şeytanın,aslında olmayan birşeyi
sokuşturmasından vahyi korur.
(Akılcılar)
Sihir hakkında onun.kişiyle kardeşinin arasını açan,adamı karısından
ayıran,tılsım ve asılsız şeyler kabilinden bir hile olduğunu söylediler .Ve
dediler ki:Bu (sihir) okuyup üflemeden ibarettir.Zehir[3]de bir tür büyüdür,zehir adama içirilir ve onu kadınlardan uzaklaştırır
.Adamınşeklini şemailini bozar.saçının sakalının dökülmesine sebep olur.
Keza
Firavun'un sihirbazlarının,Musa'ya (A.S) gösterdikleri şeyi,ona hakikatmış
gibi.hile ile gösterdiklerini söylediler.ve,"Bunun gibi,biz cıvayı
ahnz.ve onu yılan şeklindeki bir kaba boşaltırız.Sonra sıcak bir yere onu
salarsak,cıva yılanın kıvrılıp gittiği gibi kıvnla kıvnla gider." dediler.
Dediler
ki:Bunun (sihrin) bir hile olduğunun bir delili de,"Bir de ne görsün!
Onların ipleri ve sopaları,yaptıklarısihirden ötürü,kendisine koşuyormuş
hayalini verdi."(20.Tâ-Hâ::66) âyetidir.Bu sadece bir hayaldir. (Öyle
gösterme öyle hayal ettirmedir Hakikatta ise, ortada birşey yoktur.
Allâhu
taâlânın ve Süleyman'ın (A.S) saltanatıaleyhine,şeytanların okudukları şeye
(sihre) tâbi oldular.Süleyman sihir yapıp kâfir olmadı.Fakat
şeytanlar.insanlara sihir öğrettiklerinden kâfir oldular.Bâbildeki,Hârut ve
Mârut isimli iki meleğe indirilen şeyleri (-mâ unzile alâ'l-melekey-ni)
öğretiyorlardı." (2.el-Bakara:102) âyeti hakkında da "mâ '"nın
nefy manasına olduğunu yani,iki (meleğe) sihir indirilmediğini
söylediler.el-melekeyni (=iki melek) kelimesi de.Lam'ın kesresi ile
"el-melikeyni (=iki sultan) dir, dediler.el-Hasen el-Basrî'n in (22-110) [4]de, bu kelimeyi böyle (kesre ile) okuduğunu ve "Bâbil halkından iri
ve kuvvetli iki adamdır." dediğini zikrettiler.
CEVAB:Biz
deriz ki: Bu fikirleri kabul eden-ler,muhakkak ki
Müslümanlara,Yahûdilere,Hrisü-yanlara ve bütün Ehl-i Kitâb'a
muhaliftirler.Bütün ürnmetlere;Hindlilere-ki onlar üfürükçülüğe,nazar-uk ve
muskaya en fazla inanırlar-,Rumlara.Cahiliyye devrindeki ve İslâm'daki Araplara
da muhaliftir-ter.Kur'an'a aykırı olduğu tevil götürmez (şekilde acıktır.)Çünkü
Allah (Azze ve Celle) Rasûlüne,"De ki:Sığımnm ben karanlığı yarıp sabahı
ortaya çıkaran Rabbe.Yarattığı şeylerin fenalığından. Karanlığı çöktüğü zaman
geceninşerrinden.(Büyü yapmak İçin) düğümlere üfleyip tüküren kadınlarınşerrinden."
(H3.el-Felak:l-4) buyurmuş ve bize .sihlrbazlann-okuyup üfleyenlerin ve
(nazarlık takarak Jkötülükten korunmak için okuyanların tükür(üp üfle)dikleri
gibi-düğümledikleri bir düğüme üflediklerini haber vermiş, bildirmiş tir.
Kureyş,sihre,el-ıdah
derdi.
Rasûlullah
da el-âdiha'ya ve el-musta'dıha'ya lanet etmiştir.(Rasûlullah )el-Âdıha
ile.sihir yapanı; el-musta'dıha ile de sihir yaptıranı kasdetmiştir.
Şâir de
sihribazlan kasdederek:
"Sihirbaz
düğümlerine (=ukadu'l-âdıhî ve'l-mu'dıh) üfleyen kadınlardan Rabbime
sığınnırım." demiştir.
İbnu
Numeyr-Hişâm b.Urve'den.o da babasından ,o da Âişe'den (R~A) -ki bu sened
sahih ve makbul bir isnaddır.-kendisine büyü yapıldığı zaman
Rasû-lullah,"Bana iki adam geldi.Biri baş taranma.diğeri de ayaklarımın
ucuna oturdu.
Birincisi:(Bu) adamın derdi nedir? dedi.
İkİncisİ:(Ona) sihir yapılmış! dedi... Birincisi:Sihri kim yapmış? dedi. İkİncisi:Lebîd
b. el-A'sam (yapmış) !dedi.
Birincisi:Neyin içersine yapmış (sihri)? dedi.
İkincisİ:Taraktsaç ve erkek hurmanın kapçığı
İle (yapmış)! dedi.
Birincisi:Şİmdi nerede o (büyü yapılan
şeyler)? dedi.
Bu (hadis)
insanların onun vasıtasıyla kendilerine bir menfaat celbettikleri ve
kendilerinden bir za-ran defettikleri birşey değildir ki bununla Rasûlulla-ha
medhu senâ'da bulunmuş olsunlar.Bu hadisi nakledenlenyalancı,itham olunan ve
Rasûlullaha karşı düşmanlık eden kimseler de değildirler.
Yahudiler
ondan önce Zekeriyyâ b.Âzen'i (A.S) bir ağaç içersinde öldürmüş,onu testere ile
parça parça doğramışlarken;bu yahudi Lebîd b.eî-A'sam'ın Rasûlullaha sihir
yapmış olması yadırganamaz.
Vehb
b.Munebbih'in (34-114,6) [6]anlattığına göre Zekeriyyâ (AS) testere,kaburga kemiklerine vardığında
inlemiş.Bunun üzerine Allah (C.C) ona;"İster inlemeni (acını)
dindireyim,istersen yeryüzünü ve üzerindekiler! helak edeyim." diye ona
vah-yetmiş.
Ondan sonra
Yahudiler, oğlu Yahya'yı (A.S) kendilerini kandıran fahişe bir kadının sözüne
bakarak öldürmüşlerdir. [7]
Yahudiler
(îsâ) Mesih'i (A.S) öldürdüklerini ve çarmıha gerdiklerini iddia
etmişledir.Eğer Allah (C.C),"Onu öldürmediler.asmadılar da.Fakat kendilerine
bir benzetme yapıldı.(Onlardan biri îsâ şeklinde kendilerine gösterildi ve bu
adam öldürüldü)» (4,en-Nisâ: 157) buyurmasaydı;biz,başka birinin isa'ya (A.S)
benzetildiğini bilemezdik.Çünkü Ya hudiler onun düşmanıdırlar .Yahudiler bu
iddiada bulunuyorlar,Hristiyanlar da onların dostlarıolup,onların bu
iddialarını kabul ediyorlar..
Keza
Peygamberleri Öldürmüşler, onlan ateşte yakmışlar ve çeşitli işkenceler
yapmışlardır.Eğer Allah(C.C) dileseydi,onları bütün bunlardan korurdu.
Rasûlullah
da,kızartılmış bir koyun kolu ile zehirlenmiştir.Onu.bir Yahudi kadın
zehirlemiş ve zehir,Rasûlullah Ölünceye kadar tesirini nöbet nöbet devam
ettirmiştir. [8]
Rasûlullah
(S.A.V) (bu hususu kasdederek),"Hayber lokması [o zamandan beri) beni
zehir leyegeldi.îşte şimdi bu an,haya t damarının kesilme vaktidir. [9]demiştir.
Burada
Allah,Yahudi kadınına,Rasûlullahı zehirleme fırsatı vermiş ve neticede
kadın.onun ölümüne sebep olmuştur.
Sihir
ise;öldürmekten ,ateşte yakmaktan ve işkence etmekten daha hafiftir.
Eğer(akılcılar)
bunu sadece;Allah ne Peygambe-s re (S.A.V),ne de diğer peygamberlere şeytanın
musallat olmasına müsaade etmeyeceğinden dolayı inkâr ediyorlarsa;onlar
Kur'an1 daki"Biz senden evvel hiçbir rast,hiçbir nebî göndermedik ki,o
(birşey) arzu ettiği zamanşeytan onun dileği hakkında İlle (bir fitne meydana
atmış olmasın!" (22.el-Hacc:52)âyetini okusunlar.Yani:Rasûlullah Kur'an
okuduğu zamanşeytan,bazı şeyleri karıştınp,Kur'an' dan birşeymiş gibi göstermek
istediği zaman, (yani) namazda,"İşte yüce garânîkler.Muhakkak onların
şe-faatları umulur." sözünü,Rasûlullahın lisanına ka-nşürdığı zaman[11]onu teselli etmek için (bu âyeti indirmiştir).. Şu kadar ki şeytan,
Kur'an'a ne birşey ilâve edebilir ne de birşeyi eksiltebilir.
Allah'ın
(yukarıdaki âyetin devamında) ,"Bunun üzerine Allah.Şeytamn bıraktığı
(ilkâ ettiği) fitneyi giderir.Sonra da Allah âyetlerini tesbit
eder,kuwetlendirİr."(22.el-Hacc:52)
buyurduğunu (hiç) duymadın mı? Yani:Şeytanın ilkâ ettiği şeyi ibtal eder,
demektir.
Bundan sonra
da,tf(Allah'ın şeytana İmkân verip de sonra fitneyi gidermesi) şeytanın
atacağı fit-neyi.kalblerinde bir maraz bulunanlara bir imtihan vesilesi yapmak
içindir." (22.el-Hacc:53) buyurmuştur.
İşte,"Ona
(Kur'an'a) ne önünden,ne ardından (hiçbir suretle) bâtıl yaklaşamaz."
(41.Fussılet: 42) âyeti de böyledir.Yani şeytan ne başlangıçta ne de
sonra.Kur'an'da bir ilâve yapmağa kadir olamaz,de-mektir...
EBÛ
MUHAMMED:Bana Ebû'l-Hattâb tahdis etti (ve) dedi:Bana Bişr b.el-Mufaddal
Yunus'dan.o da el-Hasen (el-Basri)'den haber verdi.(el-Hasen) Cibril.bana geldi
ve "Cinlerden bir ifrit sana kötülük yapmayı planhyor.Sen yatağına uzandığında
'Allâhu lâ ilahe illâ huvel-Kayyûm" de",ve âyetu'l-kürsîyi sonuna
kadar oku!"buyurdu"[12]demiştir.
Allahu
taâlâ.Eyyûb'un (A.S),"Gerçekten şeytan beni zorluk ve musibete
uğrattı." (38.Sâd:dediğini de (Kur'an'da) hikâye etmiştir.
EBÛ MUHAMMED:Musâ'nın (A.S) gördüğü sihir
hakkında.bu bir hayal (öyle gösterme,zannettirme) dir,hakikatta öyle bir şey
yoktur,demelerine ge-lince:Bunu biz inkâr da etmiyoruz, red de etmiyo-ruz.Biz
katiyetle biliyoruz ki.bütün mahlûkatın hep-si.bir sinek yaratmak için biraraya
gelseler,yine de buna güç yetiremezler.Şu kadar ki,o hayalin (hayal olunan
şeyin) onların iddia ettikleri gibi,yılan gömleğine cıva koyarak haraket
ettirmek suretiyle mi.yoksa başka bir şekilde mi olduğunu bilmiyoruz.Bu işin hakikatini
ancak sihirbaz olan veya bu hususta sihirbazlardan birşeyler dinlemiş olanlar
bilebilir.
Onların
(akılcıların)"...ve Süleyman'ın saltanatıaleyhine, şeytanların okudukları
şeye (sihre) tabi oldular." (2.el-Bakara:lO2) ve"...Babil'deki iki
meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı."(2.el-Bakara:102) âyetleri
hakkında,bunların tevili şudur: "Ba-bil'deki iki meleğe (birşey)
indirilmedi" demektir." demelerine gelince:Bu,onlann muhal ve ters
tevillerinden daha az yadırganır birşey değildiriÇünkü Ba-bil'deki iki meleğe
birşey indirilmedikten sonra.bu sözün söylenmesi lüzumsuz ve manasız olmuş
olur.
Bir kimse
ancak şunu iddia ederse onların bu tevilleri caiz olabilir. :Yani sihir.bu iki
meleğe indiril miştir;bu takdirde de mesele evvelce anlatıldığı gibi olur.Yahut
da aksine bir delil olur ki-dedikleri gibi iki meleğe sihir
indirilmemişse-.Allah, "Ona tabî oldular" buyururdu....
Bunun misali
.durup dururken "allemtu ha-za'rracule'l-Kur'âne ve mâ unzile alâ Musa (=
Bu adama Kur'an'ı ve Musa'ya indirileni (Tevrat'ı) öğrettim."
denilmesidir.Bu sözü işiten kimse buradaki "mâyı.nefy manasına alıp da
senin,"Kur'an Musa'ya indirilmedi, "demek istediğini aklına
getirmez.Çünkü bu sözden önce birisi."Kur'an Musa'ya indirilmiştir."dememiştir.Bu
özü işitenin aklına sadece senin o adama Kur'an'ı ve Tevrat'ı öğrettiğin
gelir.
Bu âyetin
tevili (yorumu) İse bizce,bu hususta rivayet edilen bir haber ile açıklanmıtır.
İbnu Abbas'm anlattığına göre bu haber -özet olarak şu-dur:Süleyman (A.S)
cezalandırıldığı ve saltanatının başına bir şeytan geçirildiği
zaman;sihir,muska vetılsım yoluyla şeytanlar, onun hazinesine,musallâsınm
olduğu yere defnedilmişti.Süleyman (A.S) vefat edince,şeytanlar insanlara
gelir, "Biz size rüzgârları ve cinleri Süleyman'ın emrine
verdiren,insanları ona boyun eğdiren şeyi haber verelim mi?"
derler.İnsanlar da:"Evet" derler.Bunun üzerine Süleyman'ın musal
lasına ve tahtının olduğu yere varırlar ve sihri oradan Çıkarırlar.
Bunun
üzerine İsrail oğullarının âlimleri:"Bu Allah'ın dininden
değildir.Süleyman sihirbaz değildi." derler.
însanlarm
ayak takımı ise; "Süleyman bizden âlim idi.O nasıl (sihir) yaptıysa.biz de
yapaca-Sjz- (derler.Bu konuda Allahu taâlâ "...ve Süleyman m saltanatı
aleyhine şeytanların okudukları
şeye (=mâ
tetlu'ş-şeyâtînu) (sihre) tabi oldular."
(2.el-Bakara:
102) buyurmuştur. Yani:Yahudiler,şey. tanın rivayet ettiği (anlattığı) şeye
tabi oldular, de-mektir.Çünkü (âyetteki) tilâvet (=okumak) ile rivayet aynı
şeydir.
Sonra da
(Allah}:"Süleyman sihir yapıp kâfir olmadı.Fakat şeytanlar insanlara sihir
öğrettiklerinden kâfir oldular.Hârut ile Mârut İsimli iki meleğe indirilen
şeyleri öğretiyorlardı." (2.el-Bakara:102) buyurmuştur.
Bunlar iki
melek idi .Âdem oğullan günah işledikleri vakit,insanların aralarında
hükmetmeleri için yeryüzüne indirilmiş idiler. Onların ( iki meleğin)
kalplerine kadınlara karşı şehvet duygusu konulmuş ve zina etmemek, kimseyi
öldüremek ve içki içmemekle emrolunmuşlardı.Zühre (Venüs) dâvada bulunmak
kasdıyla ikisine geldi.Onlar Zühre'den hoşlandılar ve onu arzuladılar.Zühre de
onunla göğe çıktıkları ismi (duayı) kendisine öğretmedikçe razı olmadı.Onlar
da öğrettiler.Tekrar Zühreyi arzuladılar.Zühre yi-ne,onlar içki içmedikçe razı
olmadı. Onlar içki de içtiler, ve arzuladıkları ihtiyaçlarını giderdiler.
Sonra çıktılar ve bir adam gördüler.Kendilerinin yaptıkları şeyleri görmüştür
zannıyla adamıöldürdüler.Zühre,o ismi (duayı) söyledi ve göğe yükselerek
kayboldu .Allah da onu (ceza olarak) akan yıldız haline soktu.Allah iki meleğe
de kızdı ve onlara Hârut ve Mârut ismini ver-di.Onlara dünya azabı ile âhiret
azabı arasında bir seçme yapmalarını söyledi.Onlar da dünya azabın1 seçtiler.Bu
yüzden ikisi, insanlara,kişi ile karısının arasını açan şeyleri öğrettiler[13]
Ehl-i nazar
(akılcılar) a göre,Allah'm iki meleğe indirdiği şey-Allah daha iyi
bilir-Zühre'nin onunla eöğe çıktığı Ism-i âzâm'dır.Bu iki melek Zühre 'den ve
Allah
kendilerine kızmadan önce,bu isimle göğe çıkıyorladı.Zühre o ismi şeytanlara
öğretti. Şey tanlar da onu dostlarına öğrettiler. Onlara sihri de öğrettiler.
Denilir
kûSihirbaz bir söz söyler ve yerle gök arasında uçar.suyun üzerinde yürür.
EBÛ
MUHAMMED:Bana Zeyd
b.Ahzem et-Tâî tahdis etti (ve) dedi:Bize Abdussamed haber verdi, (ve) dedi:
Bize Hemmâm,Yahya b. Kesîr'den rivayet et-ti.fYahya) şöyle dedi:"Uman
âmili (=valisi)Ömer b.Ab-dilaziz'e "Bize bir sihirbaz kadın getirildi.Biz
de onu suya attık.fakat suya batmadı." diye yazmış...Ömer b.Abdilaziz de
ona:Su konusu bizi ilgilendirmez! Eğer (aleyhinde) açık bir delil varsa (ne
âlâ) aksi takdirde bırak gitsin..!" diye cevab yazmıştır.
Yine bana
Zeyd b.Ahzem et-Tâî tahdis etti (ve) dedi:Bize Abdussamed haber verdi (ve)
dedi:Bize Zeyd b.ebî Leylâ haber verdi (ve) dedi:Bize Amîrafveya Umeyra)
b.Şukeyr[14]haber verdi (ve) dedi:Biz Sinan b.Seleme ile Bahreynde idik.Bir sihirbaz
kadın getirildi. (Sinan) emretti ve suya aüldı.Kadın suya bat-jnadı.Bu defa
kadının idam edilmesini emretti.Biz de Udam sehpası için) bir ağaç yonttuk.
Bu sırada
kadının kocası geldi.Sanki yanmış bir Ş1? gibiydi.(Sinan'a):"Ona emret
de.benden boşan-!' dedi.Sinan da kadına:"O'ndanboşan!" dedi Fakat)
bana bir kapı ve bir İp dedi.Kadm kapının üzerine oturdu.ve ipe okuyup üflemeğe
ve onu düğümlemeye başladı.Birden kapı yükseldi ve ikisiyle beraber sağa sola
gitmeğe başladi.Kadını ve kocasınıyakalamak mümkün olmadı."
Bize Ebû
Hâtim,el-Asmaî'den tahdis etti (ve) de-di:Bana Muhammed b.Muslim et-Tâifî [15]şöyle bir hadis nakletti:"Şeytanlar fizikî yapılannı değiştirmeğe
kadir olamazlar. Fakat sihir ile değişmiş görünürler."
Bana Ebû
Hatim tahdis etti (ve ) dedi:el-Asmaî Ebû Amr b.el-Alâ'dan naklederek şöyle
dedi:"ĞûI (=Dev,gulyabânî) cinlerden bir sihirbazdır."...
Bize Ebu'l-Hattâb
tahdis etti (ve) dedi:Bize el-Mu'temir b.Süleyman haber verdi (ve)
dedi:Mansûr'u;Rıb'î b.Hırâş'dan ,o da Huzeyfe'den (RA) olmak üzere Rasûlullahın
şöyle dediğini zikrederken işittim :(Rasûlullah) demiş ki:Şüphesiz,Deccahn
yanında ne bulunduğunu en İyi bilen benim.Onun yanında yakıcı bir ateş ve soğuk
sudan bir nehir vardır.Biri-niz onu görürse sakın korkmasın.Gözlerini yumsun
ve ateş olarak gördüğüne dalsın.Çünkü o ateş (aslında ) soğuk sudan bir
nehirdir[16]
Yine bana
Ebû Hâtim,el-Asmaî'den,o da Ebu'z-Zinad'dan tahdis etti.(Ebu'z-Zinâd) şöyle
dedi:Bir kadın geldi.Fetva soracakmış.Rasûlullahın vefat etmiş olduğunu
gördü.Sadece Rasûlullahın hanımlarından birini buldu.Onun Hz.Âişe olduğu
söylendi.Kadın Âişe'ye :"Ey mü'minlerin annesi! Kadının biri bana,
"Sana
«kocanın yüzünü sana çevirecek birşey yapmamıister misin?" dedi.(el-Asmaî
devamla}:Zannederim Ebu'z-Zinâd şöyle devam etti: "Kadın iki köpek
getir-di.Birine kendi.diğerine de ben bindim.ve Allah'ın dilediği kadar
gittik.Sonra (büyücü) kadm,diğer kadı-na:"Bâbil'de olduğunu biliyor
musun?" dedi.Sonra bir adamın (veya "iki adamın" dedi) yanma
gir-dim.Adamlar bana:"Şu külün üzerine işe!" dedi-ler.Ben gittim
fakat işeyemeden o iki adamın yanına döndüm.Bana:"Ne gördün?"
dediler.Ben: "Hiçbir şey görmedim." dedim.Bana:"Sen daha işin
basındasın" dedi!er"Kadın (devam ederek) rTekrar döndüm kendimi
zorlayarak işedim.Benden peçeli bir süvari gibi birşey çıktı ve göğe
yükseldi.Tekrar iki adama dön-düm.Bana:"Ne gördün?" dediler.Ben de
onlara (olanları)anlattım.Bana:"O (senden çıkan şey) senin imanın
idi,seni terketti." dediler.Büyücü kadına vardım ve:"Vallâhi o iki
adam bana birşey öğretmediler.Nasıl davranacağımı da söylemediler."
dedim.Büyücü ka-dın:"Ne görmüştün?" dedi.Ben :"Şunu
şunu..." dedim. O :"Sen araplann en sihirbazı oldun artık sihir yap
ve istediğini iste!" dedi.Sonra büyücü,kanallar açü ve 'Tarla ol!"
dedi.Bir de baktım ki ekinler sallanıp duruyor.
Sonra"Olgunlaş!"
dedi.Bir de baktım ki ekin ku-rumuş.Büyücü,ekini aldı,kabuğunu soydu,ve bana
verdi.Bana :"Bunu öğüt,ondan kavut yemeği yap ve kocana
yedir."dedi.Ben ise bunların hiçbirini yapma-dım.Mesele bu dereceye
vardı.Tevbe etsem (günahım affedilmiş )olur mu? dedi.
Kadın,"Emece[17]de oturan Huzâa kabilesinden, bir adam görmüş ve :"Ey mü'minlerin
anası bu adam Hârut ve Mârût'a insanlann en çok benzeyeni
EBÛ
MUHAMMED:Bunuİbnu
Muleyke'den.o da Âişe'den (RA) olmak üzere,îbnu Curayc da rivayet etmiştir.
EBÛ
MUHAMMED:Bu öyle
birşeydir ki biz,bun-lara aklî deliller ve kıyas bakımından inanmıyo ruz.Fakat
biz, (Mukaddes) kitaplar ve peygamberlerin haberleri ve -Gördükleri ve müşâhade
ettikleri şeyler hakkında ancak düşüncenin (aklın) gerekli kıldığıve kıyasın
delâlet ettiği şeye inanan şu adamlar (akılcılar) hâriç-ümmetlerin her devirde
bunun üzerinde ittifak etmiş olmaları sebebiyle inanıyoruz.
el-Hasen
fel-Basrî'n) in (22-110) [18](Hârutve Mârut hakkında):O ikisi Bâbil halkından iri ve kuvvetli iki
adamdır." sözüne ve "el-melikeyni (= iki hükümdar)"şeklinde
okumasına gelince;bildiğim kadarıyla, ne Kurrâ'dan ve ne de tefsircilerden hiç
kimse,bu hususta ona uymamiştır.Üstelik bu görüş hiç hoş olmayan birşeydir ve
açıklama olmaktan da uzaktır.
İki
adama.kişi ile karısının arasını ayıran birşey indirilmesi nasıl caiz olabilir?[19]
İDDİÂ:Rasûlullahın,"Benden sonra nebi
yok-tur.Ümmetimden sonra başka ümmet de yoktur.Helâl;Allah tebarake ve
taâlâ'nin benim ağzımdan Kıyamet gününe kadar helâl kildığıdır.Ha-ram da
.Allah'ın benim ağzımdan Kıyamet gününe kadar haram kıldığıdır,
"buyurduğunu [20]rivayet
Sonra da
Mesih'in ineceğini ve domuzları öldüreceğini, haç'ı kıracağını ve helâl olan
şeyleri arttıracağını [21]rivayet ettiniz.
Keza
Âişe'den,onun:"Rasûlullah hakkında Hâtemu'l-Enbiyâ (Nebilerin sonuncusu)
deyiniz.On-dan sonra nebi yoktur,demeyiniz. [22]dediğini rivayet ettiniz.
Bu ise bir
çelişkidir.
CEVAB:Biz deriz ki :Bunda herhangi bir
tutarsızlık veya çelişki yoktur.Çünkü Mesîh (Isâ) geçmiş bir
peygamberdir.Allah onu yükseltmiştir ve âhir za-manda,kıyamet alâmeti olarak
tekrar indirecektir.Allahu taâlâ:""Gerçek-ten o (isa'nın nüzulü)
kıyamet için bir beyandır."(43.ez-Zuhruf:61) buyurmuş-tur.Kurrâ (Kıraat
imamların) dan kimisi bunu "Gerçekten o kıyamet için bir alâmettir."
mânasına gelmek üzere (âyetteki ılm'i ,alem olarak) okumuşlardır.
Mesih indiği
zaman,Muhammed'in (S.A.V) şeriatından hiçbir şey neshetmeyecek bilâkis,onun ümmetinden
olan imam öne geçecek.Mesîh de onun arkasında namaz kılacaktır.
"Helâl
olan şeyleri arttıracaktır.." sözüne gelince:Bir adam Ebû Hurayra'ya (RA)
"Helâl olarak ancak kadım arttırır.der.O da :"Evet (kasdedilen)
budur!" der.Sonra da güler.
EBÛ MUHAMMED
:Helâl olan
şeyleri arttıracaktır." sözünden maksad,o bir kimsenin.beş veya
altıhanımla evlenmesini helâl kılar demek değildir.Sadece :Mesih (A.Ş) Allah
kendini yükseltinceye kadar bir hanımla evlenmemiştir .Allah onu yeryüzüne
indirin,bir hanımla evlenir ve bu suretle,Allah'ın ona hela kıldığı şeyler
artmış olur...demek istemiştir.
Ve o vakit
Ehl-i Kitaptan,Mesih'in Allah'ın kulu olduğunu bilmeyen ve onun beşer olduğunu
inanmayan hiçbir kimse kalmaz.
Hz.Âişe
'nin"Rusûlullah hakkında "Hâtemu'l-Enbiyâ (Peygamberlerin sonuncusu)
deyiniz, ondan sonra nebî yoktur." demeyiniz." sözüne
gelin-ce:Hz.Âişe (RA) İsâ'nin ineceğini düşünerek bu sözü söylemiştir.Onun bu
sözü Rasûlullahm,"Benden sonra nebî yoktur" sözü ile tezad teşkil
etmez.Çünkü Rasûlullah: "Benden sonra -Peygamberlerin bir önceki şeriatı
nesh ederek gönderildiği gibi-benim şeriatımıneshedecek (kaldıracak) bir peygamber
yoktur." demek istemiş;Hz.Âişe (R.A) de,"Rasûlullahtan sonra Mesih
(İsâ) inmeyecek,demeyin." demek istemişür.[23]
İDDİÂ Rasûlullahın,borcunun ödenmesi için
karşılığını bırakmayan borçlunun cenaze namazını kılmadığınırivayet ettiniz..
[24]
Sonra yine
O'nun :"Kim mal bırakırsa ailesi-nindir.Kim borç bırakırsa o(nu Ödemek)
benim üzerime (düşer) [25]ve başka bir hadiste:
"Kim
bir keli bırakırsa .Allah ve Rasûlüne (bırakmış)dır.[26]buyurduğunu rivayet ettiniz. (Keli: Fakir aüeler veya bakacak kimsesi
olmayan çocuklar demektir.)
Rasûlullah;borcunu
ödemeyi ve ölümünden sonra onun çocuk ve ailesine bakmayı kendine gerekli
kıldığı birinin namazını kılmayınasıl terkedebilir?
Bu bir
çelişkidir.
CEVAB: Biz deriz ki burada-Allah'a
hamdolsun-herhangi bir çelişki yoktur.Çünkü borçlu olup (Ölen) ve borcunun
ödenmesi için birşey bırakmayan kimsenin cenaze namazınıkılmaması;İslâm'ın
başlangıcında,ve fetihler genişleyip.kensine ganimet mallarıgelmeden önce
idi.Ve o .böyle davranmakla,borcun hafife alınmamasını ve ödeyemiyeceklerişeyi
borç almamalarını kasdetmiştir.Vaktaki Allah kendisine ganimet ihsan edip
fetihler genişleyince ve ona mallar gelince,fakirler ve çocuklar için
ganimetten bir pay ayırmış ve bu paydan, müslümanların borçlarını ödemiştir.
[27]
İDDİÂ: Rasûlullahm Mâiz'i (R.A) ;zina
ettiğini huzurunda dört kere ikrar etmedikten ve her ikrarında kendisinden
yüzçevirmedikten sonra rec-metmediğini.sonra dördüncü ikrarında onu
recmettiğini [28]rivayet ettiniz.
Sizin
fakihlerinizden bir kısmı bu hadisi kabul ettiler ve: ""Bir kimsenin
(suçunu ) ikrarı,aleyhindeki Şahidlerin adedi kadar olmadıkça onu
recmetmeyiz." dediler.
Ali b.ebî
Tâlib de bu görüşte idi.
Sonra yine
rivayet ettiniz ki:İki adam Rasûlullah'a geldi.Birisi şöyle dedi:Benim oğlum
bunun yanında işçi i di. Onun hanımı ile zina etmiş. Oğlumun bu suçundan
dolayı ona.yüz koyun ve bir de köle verdim.Sonra biz ehl-i ilimden bir adama
(bu meseleyi) sorduk. Oğluna yüz sopa ve bir sene sürgün cezası;kadına da recm
gerekir." dedi."Rasûlullah (S.A.V):"Nefsim elinde olan (Allah)a
andolsun ki aranızda Allah'ın kitabı İle hükmedeceğim:Yüz koyun ve köle sana
geri verUmiştir.Oğluna yüz sopa ve bir sene sürgün cezası,bu adamın karısına
da recm cezası!" buyurdu ve aralarında böylece hükmetti.Sonra ;"Gît
yâ Un ey s, şunun hanımına! Eğer zina ettiğini itiraf ederse,onu recmet."
dedi.Kadın da itiraf etti,o da recmetti.[29]
Halbuki
hiçbir kimse.Rasûlullahın bir mecliste hattâ birkaç mecliste "Kadın suçunu
dört kere itiraf etsin",dediğini söylememiştir.
Bu ise Mâiz
hadisine ayladır.
CEVAB Biz deriz ki burada-Allah'a hamd
olsun-herhangi bir tutarsızlık veya çelişki yoktur.Çünkü Rasûlullahm Mâiz'den
dört kere yüz çevirmesi,onun zina ettiğini itiraf etmesinden ve Allah'ın
örttüğü bir suçu açığa çıkarmasından hoşlanmadığıiçindir.Yoksa huzurunda dört
kere suçunu ikrar etmesini istediğinden değil!...
Bir de onun
durumunu iyice öğrenmek ve "Aklıyerinde mi,yoksa aklî durumu bozuldu
mu?" bunu bilmek istemiştir.Onun durumunu öğrenmek için dört kere itiraf
etmesini uygun görmüştür.Eğer iki,üç veya beş , altı kere itiraf etmesini uygun
görseydi.bu yine de bağlayıcı bir delil teşkil etmezdi.
Şu
rivayet,Rasûlullahın;huzurunda zinanın itiraf edilmesinden hoşlanmadığını
göstermekte-dir:Bu,Mâlik'in,Zeyd b.Eslem'den "Rasûlullah zamanında zina
ettiğini itiraf eden bir adam hakkındaki" rivayetidir: Rasûlullah adama
yüz sopa vurulmasını emretti ve:"Ey insanlar! Sizin için Allah'ın yasakladıklarından
vazgeçme vakti gelmiştir.Kim bu pisliklerden bir iş işlerse,Allah'ın kendi
suçunu örttüğü gibi o da suçunu örtsün.Çünkü kim bize (kendisine ceza
verilmesi için) yanağını uzatırsa.biz onun hakkında Allah'ın kitabının
gerektirdiği şeyi tatbik ederiz.[30]buyurdu.
Suçunu inkâr
edenin durumu hakkında şüphe kalmazsa,bu takdirde itirafın dörtten fazla veya
eksik olabileceğine şu hadis delâlet etmektedir:
Yahya b.Saîd
,Hişâm ed-Dustuvâî'den,o Yahya b.ebî Kesîr'den,o Ebû Kılâbe'den (RA] rivayet o
Ebu'l-Muhelleb'ten, o da Imrân b.Husayn'dan etti ki: (Imrân b.Husayn şöyle)
dedi:Rasûlullah ile beraber-dik.Kendisine.zinadan hamile kalan,Cuheyne kabilesinden
bir kadm geldi ve:"Yâ Rasûlallah! Ben.haddi gerektirecek bîr günah
İşledim.Cezayı bana tatbik et." dedi.Rasûlullah kadının velîsini çağırdı
ve kadına iyi bakmasını,çocuğunu doğurunca kadım kendisine getirmesini emre t
ti.Kadın doğumunu yaptı .Bunun üzerine Rasûlullah kadi-na.çocuğu emzirmesini
.sütten kesince de kendisine gelmesini emretti.Kadın da öyle yaptı.Sonra
velîsi kadını getirdi.Rasûlullah emretti .kadının (üst) elbiseleri yırtıldı ve
recmedildi.Soma da Samazını kıldı."
Ba hadiste
kadının suçunu dört defa itiraf ettiği zikredilmemektedir.[31]Bu ise Rasûlullahm:"Git yâ Uneys! Şunun hanımına! Eğer (zina ettiğini)
itiraf ederse onu recmet" dediği zikredilen hadis için (onu destekleyen)
birşâhlddir.
Yine
dediğimize diğer bir delil de şudunMâiz b.Mâlik ,recmedildiği vakit buna
dayanamadı ve kaçtı.Buna rağmen onu recmettiler.Rasûlullaha onun acıya
dayanamadığını haber verdikleri vakit Rasûlullah:"Onu bana getirseydiniz
de tekrar onun durumuna bakaydım ya[32]buyurmuştur....
Eğer cezayı
gerektiren şey; onun dört defa ikrar etmesi olmuş olsaydı,Rasûlullahm,"Onu
bana geri getirseydiniz ya!"sözünün manası olmazdı.Çünkü o, adam hakkında
Allah'ın hükmünü infaz etmişti.Adam dört kere ikrar ettikten sonra-eğer
döner-se.onun dönmesinin kabul edilmesi caiz olmaz.Fakat ikrar için bir aded
tayin edilmezse, o zaman adamın ikrarından dilediği zaman dönmesi ve onun bu
dönüşünün kabul edilmesi caiz olur. [33]
İDDİA :Siz Rasûlullahm recmettiğini,ondan
sonra imamların (devlet başkanlarının) da recm ceza-lannı tatbik ettiğini
rivayet ettiniz.Halbuki Allah,câri-yeler,hakkında:"Eğer bir fuhuş
yaparlarsa,o vakit hür kadınlar üzerine gerekli olan cezanın yarısıkendilerine
lâzım geIir."(4.en-Nisâ:25) buyurmaktadır.Recm cezasıise,insanı öldürüp
telef etmektir,ve parçalanma kabul etmez.O halde hür kadına verilen cezanın
yansı cariyeye nasıl verilir?
(Ebû
Muhammed}:Âyetteki el-muhsanât'ın evli kadınlar olduğunu söylediler ve
:"Bu âyet,(zina eden) evli kadının cezasının sopa (değnek) olduğuna
delâlet eder." dediler.
CEVAB:Biz deriz ki:el-muhsanât,eğer burada
"evli kadınlar" manasına olsaydı.dedikleri doğru olurdu.Ve bu delil
geçerli olurdu...el-muhsanat ise burada,"bekâr hür kadınlar" dan
başkası değil-dir.Bâkire olduklarıhalde onlara el-muhsanât (evli kadınlar)
denmiştir.Çünkü ihsan (^evlilik) hür kadınlara mahsustur ve onlarla
evlenilir.Çâriyelerle evlilik (akdi) olmaz.
Sanki Allah
(C.C):ftKendUerine;hür kadınlar üzerine gereken cezanın yansı
verilmelidir." derken,hür kadınlar ile bakire olanları kasdetmiştir gibi-
Araplar
bazan sığıra-hiçbir yeri sürmediği el-musıra (=çift süren) derler.Çünkü başka
hayvanla değll.sadece sığırla çift sürülür...
Otlaklanndaki
develere de el-hedy (kurbanlık) Kr'kÜnkü Ka'be'ye kurbanlık, onlardan götürülür
eye kurt)an için götürülmeseler bile,onlara bu ım verilir.
Bizim
el-muhsanât hakkındaki .yapmış olduğu, muz "el-muhsenât bu âyette- bakire
ve hür kadınlar demektir." şeklindeki tevilimizi destekleyen diğer bir
şahid de ,AlIahu taâlânın başka bir yerdeki:"Içiniz. den iman etmiş hür
kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse,mâlik olduğunuz iman etmiş genç
kızlannizfolan cariyeler) den alsın" (4.en-Nisâ:25) âyetidir,
el-muhsanât-burada-hür olan kadınlardır.Buradaki el-muhsanâtın "evli
kadınlar" olması caiz değildir. Çünkü evli kadınlar tekrar nikâh
edilemez. [34]
ÎDDİÂ:Rasûlullahın:"Vâris (mirasçı)
İçin vasiyet yoktur.[35]buyurduğunu rivayet ettiniz.Alla-hu taâlâ ise:"Sizden birinize ölüm
alâmetleri belirdiği zaman, geriye mal birakacaksa,babasına,anasına ve
akrabasına vasiyet etmesi farz kılındı."(2.d-Bakara: 180)
buyurmaktadır.Ana ve baba ise her halükârda mirasçıdırlar. Onları mirastan
kimse menedemez.
İşte bu
rivayet Allah'ın kitabına aykırıdır.
Eğer,
"Miraslar hakkındaki âyette, (yukarıdaki) âyeti neshedecek birşey yoktur.Çünkü
bazan ana babaya hem mirastaki hakkınıhem de vasıyyet edilen haklanı vermek
caizdir." derse,biz ona deriz ki:"Bu caiz değildir. Çünkü Allah ana
babanın mirastaki haklarının.sadece veraset yoluyla hak kazandıkları mikdar
kadar olduğuna hükmetmiş tir. Miraslar hakkındaki âyetten sonra
Allah:"(Yetimler ve vârisler hakkındaki )bütün bu hükümIer,Allah'ınşeriatı
ve çizdiği sınırlandır.Kim Allah'a ve peygamberine itaat ederse.Allah
onu.ağaçlan altından ırmaklar akan Cennetlere koyar ki,orada ebedî olarak kalıcıdırlar.İşte
bu,en büyük kurtuluş ve saadet-tir.Kim de Allah'a ve peygamberine isyan
eder,şe-riat hükümlerini çiğneyip geçerse,onu da içinde ebedi olarak kalmak
üzere ateşe koyar.Onun için rusvây edici,aşağı düşürücü bir azab
vardır."(4.en-Nisâ:13.14) buyurmuştur.
Allah,miraslar
hususunda çizdiği sınırlara itaat etmeğe karşılık,en büyük sevabı vadetmiş,bu
sınırlara isyan etmeğe karşılık da.en şiddetli azabla korkut-muştur.Hiç kimse,
vâris e, Allahu taâlânın tayin edip farz kıldığından daha fazla bir mal
veremez.
Vasiyet
âyetinin,Rasûlullahın:'Vâris için vasiy-yet yoktur." sözü ile neshedildiği
de söylenebilir.
Sünnet'in
Kur'an'ı nasıl neshettiğîni ise,inşâal-lah ileride açıklayacağız.. [37]
İDDIÂ:RasûIullahın,"Kadın,halasıve
teyzesi «zerine nikâh edilemez.[38]ve'Neseb yoluyla (nikahı) haram, olanlar.aynı şekilde süt (emme) yoluyla
da haram olurlar" [39]buyurduğunu rivayet ettiniz.
Allah
ise:"Size şunları nikahlamak haram
ki-hndı:AnaIanniz,kızlannız..."(4.en-Nisâ:23} buyurmaktadır .Allah (C.C)
âyette;kadın ile,onun hala ve teyzesinin bir nikâh altında cemedilmesinden
bah-s etmemiş tir.Süt (emmek) ile de sadece süt anne ile süt kızkardeşi haram
kılmıştır.
Sonra Allah
(C.C):"Haram kılınanlar dışında kalanlar size helâl
kılındı."(4.en-Nisâ:24) buyur-muştur.Bu suretle kadını,hala ve teyzesiyle
birlikte nikahlamak ve aynı şekilde süt anne ve süt kızkardeş dışındaki bütün
süt akrabalan,Allah'ın helâl kıldıklarının şümulüne girmektedir.
CEVAB:Biz deriz kî:Allah azze ve celle
(insanların ) itaatkârlıklannm veya isyankarlıklarının nasıl olduğunu denemek
ve iyilik ve kötülük yapana karşılığınıvermek için -helâl veya haram kıldığı
şeyler-deionlan helâl veya haram kılacak bir illet (=sebep)
ol-maksızın-farzlarla kullarını imtihan eder..
Yalan
,koğuculuk,iftira,gıybet,cimrilik,zulüm ve benzerleri gibi, Allah'ın bize
fıtraten çirkin kaldığı şeyler hariç;bütün çirkin olan şeyler,Allah'ın o şeylerden
nehyetmesi ile çirkin olur.Güzel de,Allah'ın onu emretmesi ile güzel olur.
Allah (Azze
ve Celle) bir peygamberi.bir şeriat ile gönderir.Uzun müddet bu şeriat ile'amel
edilir.Bu şeriatla amel edenler Allah'a itaat etmiş olurlar. Sonra ikinci bir
peygamberi, ikinci bir şeriat ile gönderir, ve birinci şeriatı nesheder. Bu
ikinci şeriatla amel eden ler de Allah'a îtaat etmiş olurlar. Tıpkı Musa'yı
(A.S)Cumartesi yasağı ile göndermesi ve bunu, İsâ (A.S) ile neshetmesi; yine
Musâ,yı, yedinci günü (doğan çocuğun) sünnet edilmesi hükmü ile göndermesi ve
bunu da İsâ (A.S) ile neshetmesi gibi; aynı şekilde Allah'ın, bir tek
peygamberin zamanında, kullarına bir şeyi farz kılması ve sonra onu neshetmesi
caizdir.
Allah (C.C):
"Biz, bir âyetin hükmünü diğer bir âyetle değiştirirsek veya unutturursak
(geri bırakırsak) ondan daha hayırlısınıyahud onun benzerini getiririz.."
(2. el-Bakara: 106) buyuruyor. "...Ondan daha hayırlısı..." ile,
"Ondan daha kola-yı"nıkastetmektedir.
O halde:
Kur'an'ın Kur'an'la neshedilmesi caiz olunca, Kur'an'ın sünnetle de
nesheditmesi caiz olur. Çünkü sünneti kendisine Cebrail, Allah'tan getirmektedir.
Bu taktirde Kur'an olan (neshedilmiş) Allah kelâmı,Kur'an olmayan Allah'ın
vahyi ile neshedilmiş olur. Bundan dolayıdır ki Rasûlullah: "Bana Kur'an
ve onunla beraber, onun misli (benzeri) verildi.[40]buyurmuştur. Bununla; kendisine Kur'an, ve sünnetten de onun misli
verildiğini kasdet-mistir. Bu sebeple Allah (C.C.) da: "Peygamber size ne
yi verdiyse onu alın, size neyi yasak ettiyse ondan uzak durun."
(59.el-Haşr:7) buyurmuştur. Allah (C.C.) Rasûlullahtan Allah kelamı olarak bize
ne ulaşırsa onu alacağımızı bilmektedir. Lâkin o, Rasûlulla-ha vahyetmek
suretiyle, Kur'an'ın bazı âyetlerini nes-hedeceğini de bildirmektedir.
Bu
(neshetme) vuku bulunca, bazılarının kalplerine dokunmuş ve anlayışlarına
tesir etmiş bunun üzerine Allah da bize: "Peygamber size neyi verdiy se
onu alın..." (59. el-Haşr:7) Yani: Kur'anda olmayan bir hüküm veyahutta
Kur'an'ı nesheden bir hü kum getirdiği zaman onu alın (kabul edin),
buyurmuştur.
EBÛ MUHAMMED
:Sünnetler
bize göre üç türlüdür.
BirincİsirCebrâil'in
Allahu Taâlâ'dan getirdiği sünnet..."Kadın halası ve teyzesi üzerine nikâh
edilmez." ve "Nesep yoluyla (nikahı )haram olanlar,aynı şekilde süt (
emme] yoluyla da haram olurlar." ve "Bir veya İki emme ile haramhk
(hükmü) cereyan etmez.[41]ve "Diyet kişinin asabesl-ne (baba tarafından akrabalarına) düşer,
"hadisleri ve bunlara benzer esaslar (temel hükümler) gibi...
ikincisi
Allah'ın Rasûlullaha sünnet kılmasını mubah kıldığı,bu hususta kendi görüşüne
(=reyi-ne) başvurmasını emrettiği sünnettir.Bu nevi sünnette Rasûlullahın,
dilediğine -ÜUet ( sebep) ve mazeretine göre-ruhsat tanıma hakkı vardır.İpeği
erkeklere haram kılması ve Abdurrahman b.Avfa (R.A)-ondaki bir hastalıktan dolayı-tpek
kullanması için izin vermesi; [42]ve Mekke hakkında" Oranın otu koparılmaz, ağacı kesilmez."
buyurmasıgibi...Ab-bas b. Abdilmuttalib[43]bu söz üzerine: "Ya Rasûlullah! izhir hariç (olsun).Çünkü o.bizim kabirleri
mizfveya evlerimizin çatışım örtmek) için[44]ge rekdir."uedi.Rasûlullah da:"(Pekâlâ) izhir hariç!" [45]dedi.
Eğer Allahu
taâlâ ,Mekke'nin bütün ağaçlarının kesilmesini haram kılmış olsa idi,Abbas'ın
(R.A) izhir'in mubah kılınması isteğine muvafakat etmez-di.Fakat
Allah,onun,faydalı gördüğü şeyi mubah kılmasına müsaade etmiş,o da
Mekke'lilere olan faydasından dolayı izhir otunu mubah kılmıştır.
Rasûlullahın
münâdisi:"(Mekke'nin ) feth (in) den sonra hicret yoktur." diye
bağınr.Sonra Abbas (R.A) Mucâşî1 b. Mes'ûd [46]un kardeşinin ,Fe-tih'den sonra Muhacir olabilmesi için şefaatçi olarak
Rasûlullaha gelir.Rasûlullah ona:"Amcamın şefaatim (^aracılığını)
(istisna olarak) kabul ettim.(Fakat aslında) hicret yok"[47]buyurmuştur..Eğer bu hüküm,nazil olmuş olan (değişmez bir hüküm)
olsay-dı.onda şefaat caiz olmazdı.
"Eski
(ölü) topraklar Allah'a ve Rasûlüne ait-tir.Bilâhare bu topraklar,benden size
verilmiştir. Binaenaleyh her kim ölü bir araziyi (işleyip) ihya ederse,orası
onundur[48]buyurmuştur.
Umre ile
alâkalı olarak da:"Şayet şimdiki görüşüme daha önce sahip olmuş
olsaydım.umre için ih rama girerdim. [49]buyurmuştur
Yatsı namazı
hakkında da:Eğer ümmetime meşakkat vermeyecek olsaydım,bu namazın vaktini ,şu
an (içinde olduğum gecenin son kısmı) olarak tayin ederdim. [50]buyurmuştur. Ayrıca,kurban etlerinin üç günden fazla sak Ummasını,kabir
ziyaretini ,(içki saklamaya mahsus) kaplardaki nebiz'İ[51]İçmeyi yasakla-miş;sonra da "Ben sizin kurban etlerini üç günden fazla
saklamanızı yasaklamıştım .Sonra anladım ki,İnsanlar bunu misafirlerine takdim
ediyorlar ve o anda mevcut olmayanlar için sakhyorlar.Binae-naleyh artık
yiyiniz ve dilediğiniz kadar saklayınız. Sizi kabir ziyaretinden de
nehyetmiştim.Şİm-di artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz.(Fakat feryâd-u figân
ederek) haddi aşmayın!...Çünkü kabir ziyaretinin kapleri incelttiğini
(yumuşattığı) gördüm ve fikrimi değiştirdim. [52]Sizi (İçki saklamaya mahsus) kaplardaki nebizl içmekten neh-y etmiş tim.
Artık içiniz, fakat sarhoş eden şeyleri içmeyiniz!.. [53]
EBÜ MUHAMMED:Muhammed b.Hâlid b. Hıdâş'ın
rivayet ettiği şu hadis,bu hususu daha iyi açıklamaktadır:
Bana
Muhammed b.Hâlid b.Hidâş tahdis et-ti.Bana Müslim b.Kuteybe tahdis etti (ve)
dedi:
Yûnus
,Mudrik b.Umâra'dan (R.A) bize haber verdi (ve) dedi ki:"RasûlulIah
(S.A.V) Ansârdan birinin bahçesine girdi.Yanmda nakîr[54]içersinde nebiz bulunan bir adam gördü ve:"DÖk onu! " buyurdu.
Adam
:"(Son olarak) onu içmeme müsaade etmez misin? Sonra bir daha içmem!
" dedi.
İşte bütün
bunlar Allah'ın, Rasûllahın birşeyi menetmesini ve menettikten sonra,dilediği
kimse için müsaade etmesini ona mubah kıldığını sana gösterir.
Eğer bu
hususlarda,bu şekilde haraket etmesi
caiz
olmasaydı,"Kelâle[56]hakkında sorulduğu zaman tevakkuf ettiği gibi o hususlarda da tevakkuf
ederdi.Kelâleden sorana:"Bana bildirilen budur .Bana daha fazla bîrşey
bildirilinceye kadar sana bundan fazla birşey söyleyecek değilim!" [57]demiştir.
Yine bunun
gibi,kocası ile anlaşamayan bir kadın gelip,zıhar'dan sorduğu zaman tevakkuf
etmiş ve ona bir cevap vermeyerek. :"Bu hususta Allah.hükmünü verecektir[58]demiştir.
Ona
(S.A.V);İhramh olan ve üzerinde yünden bir cübbe ve koku eseri olan biri
geldi.(Durumu hakkında) ondan fetva istedi.Rasûlullah ona ce vab
vermedi.Elbisesine büründü ve kendisinden erkek devenin hırıltısına benzer bir
hırıltı duyuldu. [59] Sonra kendine geldi ve adama cevab ver. [60]
Üçüncü tür
Sünnet:Bize ,edep maksadıyla sünnet kıldığı şeydir.Eğer bu sünneti işlersek,bundan
dolaya sevab kazanmış oluruz.Yok eğer terk edersek, -inşaallah - bize herhangi
bir günah yoktur.
Sarığın çene
altından bağlanmasını emretmesi ve pislik yiyen hayvanın etini yemekten [61]ve hacamat (kan almajdan elde edilen kazançtan [62]nehyetmesi gibi.
Allah
(C.C):"De ki :"Bana vahyolunanlar içinde bir kimsenin yiyeceği
arasında,dediğiniz gibi haram edilmiş birşey bulmuyorum. Ya İniz haram olarak
şunlar var:Leş,yahut akmış kan,yahut domuz e ti,ki o şüphesiz bir pisliktir.
Yahut Allah'tan başkasının adına bir fısk olarak boğazlanan."(6.el-En'âm:145)
buyurduğu halde;ehli eşeklerin [63]azi dişli bütün yırtıcı hayvanların ve pençeli kuşların [64]etlerini haram kılması da böyledir.
RasûlulIah,"Bu
sûre indiği zaman,zikredilenlerden daha fazla,haram kılınacak birşey
bulamıyorum?"demek istemiştir.Sonra Mâide sûresi nazil olmuş ve bu
sûrede; henüz canlı iken yetişip kesmedi-ğimiz;boğulmuş (sert bir cisimle)
vurulmuş ,(yüksek bir yerden) yuvarlanmış,başka bir hayvan tarafından
boynuzlanmış «yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanmış hayvanlar haram
kılınmıştır. [65]
Allah ,
Kur'an ile bize haram kıldıklarını (bu su retle arttırmıştır.Yine bu hususta,
Rasûlullanin dilinden, yırtıcı vahşî hayvan ve yırtıcı kuşları ,ehli
e-şeklerin etlerini haram kılmıştır.
Allah ,(C.C)
"Kâfirlerin size bir fenahk yapmasından korkarsanız dört rekâtlı
namazları kısalt manızda üzerinize bir günah yoktur."(4.en-Nisa: 101)
buyurmasına rağmen,ernniyyette olunduğu zamanda namazı kısaltmak hususunda da
aynı şeyi söyleriz:
Allah
(C.C),korku bulunduğu zaman namazı kısaltmamızda üzerimize bir günah
olmadığını bize bildirmiştir. [66]
"...yüzünüzü
ve ellerinizi yıkayın,başınızımesnedin ve ayaklanızı da yıkayın
"(5.el-Mâide:6) âyetine rağmen mestlere meshedilmesi de [67]böyledir.
İsa b.Yûnus
el-Evzâîden, ,o da Yahya b.ebî Kesîr'den (-129) [68]rivayet etti ki o, şöyle demiştir: "Sünnet, Kur'an üzerinde hüküm
vericidir.Kur'an ise sünnet üzerinde hüküm verici değildir." [69]Yani demek istiyor ki:Sürmet Kur'an'ı açıklayıcıdır.Al-Iah'ın Kur'an'da ne
murad ettiğini (sünnet) haber verir. [70]
IDDIÂ:Mâlik-SafVân b.Süleym -Atâ b. Yesâr
Ebû Saîd el-Hudrî isnadıyla.Rasûlullahın (S.A.V):"Cuma günü gusletmek,âkil
ve baliğ olan herkese vaciptir. [71]buyurduğunu rivayet ettiniz.
Sonra Hemmân
-Katâde-el-Hasen (el-Basrî) -Semûre (b.Cundeb) isnadıyla rivayet ettiniz ki
(Se-mure) şöyle demiştir:"Rasûlullah (S.A.V) "Kim Cuma günü abdest
alırsa iyi ve güzeldir.Fakat kim gusleder (boy abdesti alır) sa ,o daha
iyidir.[72]buyurdu.
Bu hadis
birincisine aykırıdır.
CEVAB Biz deriz ki:Rasûlullah,"Cuma
günü gusletmek,âkil ve baliğ olan herkese vaciptir." sözü ile onun farz
olduğunu kasdetmemiştir.Kirlerden temizlenmiş,kötü kokulan izale edilmiş bir
şekilde camiye gelmeleri için;faziletini sevabını kazanmak isteyenlere bayram
namazları için gusletmek [73]vacip olduğu gibi; bu da Rasûlullahın aynı şekilde vacip
kıldığıbirşeydir.....
Rasûlullah
ayrıca;koku sürünmeyi [74]elbiseleri temizlemeyi,İş elbiselerinin dışında Cu-ma'ya mahsusu elbise
giyinmeyi de emretmiştir[75]
Bütün
bunların hepsi; Rasûlullahın tercih ettiği ve farz olarak değil de fazilet
cihetinden vacip kıldığı şeylerdir.Sonra Rasûlullah.insanların içersinde hasta
ve meşguliyeti olanların bulunabileceğini.bir memlekette gusledüemeyecek kadar
şiddetli soğuk olabileceğini ve ancak zor şartlar altında gusledilebileceğini
düşünerek: "Kim abdest alırsa iyi ve güzel-ir.Yani caizdir."
buyurmuş,sonra bunu müteakib.yapabilen için gusletmenin daha iyi ve faziletli
olduğunu açıklamıştır.
Üç günden
fazla,kurban etlerinin saklanmasınıyasaklaması ve sonra: "Sonra anladım ki
insanlar inisafırlerine takdim ediyorlar ve o an mevcud olma-yanlan için
saklıyorlar.Binaenaleyh artık yiyin ve dilediğiniz kadar (et) saklayın."
demesi,
Kabir
ziyaretinden nehyetmesi ve sonra da :"Çünkü kabir ziyaretinin kalpleri
yumuşattığını gördüm ve iıkrimi değiştirdim. Şimdi artık kabirleri ziyaret
edin, (Fakat feryad-u figân ederek) haddi aşmayın..." buyurması da
böyledir. [76]
IDDİÂ :İbnu Lehî'a'dan.o ,Mişrah b.
Âhân'dan,o da Ukbe b.Amir'den;onun Rasûlullahı"Eğer Kuran deri içine konsa
.sonra ateşe atılsa yanmaz.[77]derken işittiğini rivayet ettiniz...
Bu,asılsız
olduğundan şüphe etmediğimiz bir hadistir.Çünkü biz mushaflann yandığını, diğer
eşyalara ve kitaplara ânz olan şeylerin onlara da arız olduğunu görüyoruz.
CEVAP:Biz deriz ki:Bu hadisin;onların unuttukları
ve bilemedikleri bir tevili (yorumu) vardır.Ben inşâallah
Bana Yezîd b.Amr tahdis etti (ve) dedi:el-As-î'ye
(122-213) [78]bu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder