Sünnet ve hadislerin doğru anlaşılması, büyük
oranda peygamber anlayışının doğruluğuna bağlıdır. Peygamber anlayışındaki
herhangi bir yanlışlık veya sapma, hadis ve sünnetleri değerlendirmede de
hataya yol açacaktır. Sağlam verilere dayalı, sağlıklı bir peygamber telakkisi
yoksa bunun tabii bir sonucu olarak hadis ve sünnetleri yanlış anlamak ve
yorumlamak mukadder olacaktır.
Kur’ân-ı Kerim’de, Rasûl-i Ekrem (sav)
hakkında ana hatlarıyla bilgi verildiği, aynı şekilde bizzat Hz. Peygamber’den
ve sahabe-i kiramdan bu hususta yeterli sayılabilecek sahih hadisler geldiği
halde Hz. Peygamber hakkında da pek çok hadis uydurulduğu bir gerçektir. Sadece
uydurma haberleri derleyen müstakil çalışmalara bakıldığında dahi Hz. Peygamber’in
hayatı ve fazileti ile ilgili birçok rivayetin kaydedildiği görülmektedir. Bu
kitaplara girmeyen veya daha sonra ortaya atılan pek çok uydurma rivayetin varlığı
da göz önünde bulundurulursa işin vahametini kavramak hiç de zor olmayacaktır.
Kur’ân ve sahih hadislere rağmen –muhtemelen ilginçliği sebebiyle– bu tür
uydurma haberlerin çeşitli vesilelerle halkın bilgi dağarcığına girdiği, hatta
Kur’ân ve sahih hadislerdeki bilgilerin bile önüne geçtiği maalesef bir başka
gerçeğimizdir. Zira öğrenme çağındaki birçok çocuk; ailesinden, okuldan, camideki vaaz ve hutbelerden tutun
da popüler nitelikli yayınlara varıncaya kadar çevresinde ilk önce bu tür
rivayetlerle karşılaşmaktadır. Dolayısıyla nesillerimiz, Kur’ân ve sahih
hadislere dayalı bir peygamber tasavvuru yerine, sahih ile uydurma rivayetlerin
birbirine karıştığı bir peygamber tasavvuru ile yetişmekte, çoğu zaman da doğru
ile yanlış bilgileri birbirinden ayıramamaktadır.
İşbu tebliğde, “eşya zıddıyla bilinir”
deyişinden hareketle, uydurma rivayetlerdeki peygamber tasavvuru ele alınacak,
böylece onların peygamber anlayışımızdaki etkisi ve katkısı araştırılacaktır. İlk
bakışta bu başlık altında böyle bir konunun ele alınması yadırganacaksa da az
sonra nakledeceğimiz rivayetlerden sonra, bu uydurma haberlere hiç de yabancı
olmadığımız görülecektir. Bu tür rivayetlerin çıkış sebeplerine ve İslam düşüncesi
ve kültüründeki etkilerine de işaret etmeyi amaçlayan bu tebliğde yalnızca Hz.
Peygamber hakkındaki tasavvurlar ele alınacak; -farklı değerlendirmeler olsa
bile- geçmiş âlimlerimizden en az birisinin “uydurma” hükmünü verdiği ve bu
hususta yazılan kitaplarda zikrettiği bazı rivayetler kullanılacaktır. Konu ile
ilgili rivayetlere geçmeden önce özellikle Hz. Peygamber hakkında bu tür
haberlerin niçin üretildiğini, hangi sebep ve saiklerle uydurulduğunu tespit
etmemiz faydalı olacaktır.
Hadis uydurma faaliyetinin ortaya çıkışı
ile uydurma rivayetlerin yayılmasının farklı sebepleri var ise de konumuzla
ilgili rivayetlerden hareketle burada dört temel sebepten söz edebiliriz:
1. Hz. Peygamber’i yüceltme arzusu,
2. Hz. Peygamber’e karşı sevgi ve saygı,
3. Hz. Peygamber’i istismar, O’nun adını
kullanarak çıkar sağlama,
4. İslam düşmanlarının saptırma gayreti.
1. Hz. Peygamber’i yüceltme arzusu
Bu başlık altında, Hz. Peygamber’in üstünlüğünü,
yüceliğini ispat etmek üzere ortaya atılan; O’nun, kâinatın yaratılış sebebi
oluşu, nur-i Muhammedî fikri, Hz. Âdem (as)’den itibaren sulbün intikali ve diğer
peygamberlerle mukayese edilmesi ele alınacaktır.
a. Kainatın yaratılış sebebi olarak takdim
edilmesi
Kur’ân’da açıkça ifade edildiği üzere Hz. Âdem,
yaratılan beşerin ilki, [1] Rasûl-i Ekrem (sav) ise “Hatemu’n-Nebiyyin”, yani
peygamberlerin sonuncusudur. [2] Bu Kur’ânî gerçeklere rağmen maalesef pek de
geç sayılamayacak bir dönemde uydurulduğunu sandığımız çeşitli rivayetlerde Hz.
Peygamber hem ilk önce yaratılan insan hem de âlemlerin yaratılış sebebi olarak
takdim edilmiştir:
“Allah İsa (as)’ya şöyle vahyetti: “Ey İsa!
Muhammed’e kendin iman et, ümmetinden de O’na yetişenlere iman etmelerini
emret! Zira eğer Muhammed olmasaydı, Âdem’i yaratmazdım. Eğer Muhammed olmasaydı,
cenneti de cehennemi de yaratmazdım. Arşı su üzerinde yarattığımda sallanmıştı
da üzerine ‘La ilahe illallah, Muhammedu’r-Rasûlullah’ yazdım, öyle sakinledi.”
[3]
İslam kültür ve edebiyatında da çok sık
kullanılan ve hemen herkesin Arapça metniyle bildiği, kudsi hadis formunda
bizzat Allah’a söylettirilmiş bir rivayet daha vardır:
“(Ya Muhammed!) Sen olmasaydın, sen
olmasaydın âlemleri yaratmazdım.” [4]
Erken veya geç dönem herhangi bir hadis
kitabında yer almayan bu rivayet, Sağani
(ö. 650) başta olmak üzere birçok âlime göre uydurmadır. [5]
Hz. Peygamber’in Hz. Âdem’den daha önce
yaratıldığı, mahlûkatın yaratılış sebebi olduğu fikri ile de yetinilmemiş, henüz
Hz. Âdem tam olarak yaratılmamışken Rasûl-i Ekrem (sav)’in peygamber olduğu
kanaati de rivayetlere yansıtılmıştır:
“Âdem su ile çamur arasındayken ben
peygamberdim.” [6]
“Hz. Âdem, su ve çamur dahi yokken ben
peygamberdim.” [7]
Bu mealdeki rivayetlerde dile getirilen,
Hz. Peygamber’in ilk yaratılan zat oluşu fikri, Yeni Eflatuncu ve gnostik düşüncelerin
etkisiyle “Allah’ın ilk yarattığı şeyler” arasında yer alan “akıl, kalem vb.”
unsurlara alternatif olarak zikredilmiş olabileceği gibi; [8] O’nun Hz. Âdem’den
önce yaratıldığı ifade edilerek hem yaratılış hem de peygamberlik cihetiyle
ondan daha üstün olduğu vurgulanmış olabilir. Nitekim Pavlus’un İsa Mesih öğretisinde
de buna paralel bir yaklaşım görmek mümkündür. Romalılar 8:29’da Pavlus, Oğul İsa
Mesih’i “kardeşleri arasında ilk doğan”, Koloseliler 1:15’te ise “bütün yaratılışın
ilk doğanı” şeklinde nitelemektedir. Pavlus’a göre Kurtarıcı İsa Mesih varlık öncesi
ilahî âlemde var olan (pre-existant) bir “ilk doğan”dır. [9]
b. Nur-i Muhammedî fikri
Hz. Peygamber’in, Allah’ın nurundan
yaratıldığı fikrini işleyen Nur-i Muhammedî veya Hakikat-i Muhammediyye
nazariyesi ilk defa Sehl b. Abdillah et-Tusteri’ye (ö. 283) atfedilmiş, onun
izinden gidenler tarafından da geliştirildiği belirtilmiştir. [10] Bu
tasavvurun kaynağını ise çeşitli araştırmacılar, Hıristiyan ve Yahudi tesiri,
Yunan Felsefesi, Yeni Eflatuncu, Gnostik-Manikeist fikirler vb. farklı yabancı
kültürlerin etkisine bağlamaktadırlar. Ancak onlar bu anlayışın Hicrî 3. asırda
ortaya çıktığı ve daha sonra özellikle mutasavvıflar arasında kabul gördüğü
hususunda birleşmektedirler. [11]
Cabir b. Abdillah’dan gelen bir rivayete
göre o, bir gün Hz. Peygamber’e, Allah’ın ilk önce yarattığı şeyin ne olduğunu
sormuş, Rasûlullah (sav) da şu cevabı vermiştir: “Ey Cabir! Allah, her şeyden önce
kendi nurundan senin peygamberinin nurunu yarattı. Sonra bu nuru, kudretiyle
dilediği gibi devretti. O vakit henüz levh, kalem, cennet, cehennem, melek,
sema, arz, güneş, ay, cin ve insan dahi yoktu...” [12]
“Allah beni nurundan yarattı, Ebu Bekr’i
de benim nurumdan yarattı...” [13]
c. Hz. Âdem’in sulbünden intikali
Yukarıdaki tasavvurların yanısıra bazı
rivayetlerde ise Hz. Âdem’in sulbünden başlayarak babasının sulbüne varıncaya
kadar en temiz evlilikler vasıtasıyla nesilden nesile Hz. Peygamber’in sulbünün
intikal ettiği görüşü de rivayetlerde yer almaktadır. [14]
İbn Abbas (ra) aktarıyor: “‘Ey Allah’ın
Rasûlü! Âdem cennette iken sen nerdeydin?’ dedim, o şöyle buyurdu: ‘Onun sulbünde
idim. Sulbünde olduğum halde o yeryüzüne indirildi. Babam Nuh’un sulbünde
gemiye bindim. Babam İbrahim’in sulbünde ateşe atıldım. Atalarımdan hiçbir
anne-baba zina üzere bir araya gelmedi. Sürekli olarak temiz sulplerden,
tertemiz rahimlere intikal ettim. Birbirinden ayrılan iki koldan ben daima en
hayırlısı içinde oldum. Sonunda Allah benden peygamberlik misakını aldı,
Tevrat’ta beni müjdeledi, İncil’de ismimi meşhur etti. Yüzümle yeryüzünü, görünüşümle
semayı aydınlandı ve beni semasına yükseltti. İsimlerinden bir isim türetti: Arşın
sahibi Mahmud, ben ise Muhammed oldum.’” [15]
d. Diğer peygamberlerle mukayese ve
onlardan üstün görme-gösterme düşüncesi
Hz. Peygamber, hakkında uydurulan bazı
rivayetlerde ise çeşitli açılardan diğer peygamberlerle mukayese edilmiştir. Başta
bazı mucizeler olmak üzere önceki peygamberlere verilmiş olan bazı özelliklerin
benzerinin hatta daha da üstününün O’na da verildiği ispatlanmaya çalışılmıştır.
[16] Bu mukayesede ele alınan konulara bakılırsa Hz. Peygamber, adeta önceki
bazı peygamberlerle müsabakaya sokulmuş ve sonuç itibariyle O’nun her bir
maddede diğerlerinden daha efdâl olduğu vurgulanmıştır. Kudsi hadis formundaki şu
uydurma rivayetler bunun en güzel örneğini teşkil eder:
“Ben İbrahim’i dost edinmişsem daha önce
seni sevgili edindim. Musa ile yerde konuşmuşsam seninle gökte benim yanımdayken
konuştum ki sema yerden daha hayırlıdır. İsa’yı Ruhu’l-Kudüs’ten yaratmışsam
senin ismini mahlûkatı yaratmazdan iki bin sene evvel yarattım... Peygamber
olarak ilk önce Âdem’i seçmişsem seni de peygamberlerin sonuncusu yaptım. 124
bin peygamber yarattım, senden daha mükerrem kimseyi yaratmadım. Benim nezdimde
senden daha üstün kim olacak?!...”
“Habibim, ben Yusuf’un güzelliğini Kürsü’nün
nurundan giydirdim. Senin yüzünün güzelliğini ise Arş’ın nurundan giydirdim. Ey
Muhammed! Senden daha güzel bir mahlûk görmedim.” [17]
“Benim Allah ile öyle bir zamanım vardır
ki hiçbir mukarreb meleğe, gönderilmiş hiçbir peygambere izin verilmez.” [18]
2. Hz. Peygamber’e karşı sevgi ve saygı
Burada ise Hz. Peygamber’e duyulan aşk,
sevgi ve saygı sonucu uydurulmuş, O’na salavat getirme, kabrini ziyaret etme,
ebeveyninin dirilmeleri ve onun gül ile temsil edilmesine dair bazı rivayetler
ele alınacaktır.
a. Salavat getirmeye, kabrini ziyarete teşvik
Gerek Kur’ân’da gerekse bazı sahih
hadislerde müminlerin Rasûl-i Ekrem (sav)’e salavat getirmeleri istenmiştir.
[19] Müslümanlar en azından namazlarında okudukları “salli-barik” duaları ile
bu talebi zaten yerine getirmektedirler. Ancak bu konu çok zayıf ve uydurma
birçok rivayetle o kadar abartılmıştır ki -İslam’ın ilk asırlarının aksine- Hz.
Peygamber’in isminin geçtiği her defasında ona salavat getirme, şayet yazılıyorsa
kısaltma dahi kullanmaksızın açık ve uzun bir şekilde “sallallahu aleyhi ve
sellem” ifadesini kullanma adeta vazgeçilmez bir hal almıştır. Öyle ki Rabbimiz’in
ismi anıldığında “teala, azze ve celle vb.” tazim ifadeleri ihmal edilse bile
salavat getirme asla ihmal edilmemiştir. Neticede elimizdeki kitapların
neredeyse üç-beş satırından birini salavat oluşturmuştur. Bu hususta rivayet
edilen uydurma hadislerin fevkalade etkili olduğu bir gerçektir.
“...an Ebi Vail, an Abdillah,
ani’n-Nebiyy, an Cibril, an Mikail, an İsrafil, ani’r-Rafi’, ani’l-Levhi’l-Mahfuz,
an’illah azze ve celle” şeklinde son derece ilginç bir isnadla gelen bir
rivayet şöyledir: “Sana kim bir gün ve gecede yüz defa salavat getirirse ona
ben bin defa salat (rahmet) eder, bin ihtiyacını gideririm ki en kolayı
cehennemden azad olmaktır.” [20]
“Kim bana kabrimin başında salavat
getirirse onu işitirim. Kim de bana uzaktan salavat getirirse Allah onu bana
ulaştırmak üzere bir melek görevlendirir. Onun hem dünya işi hem de ahireti
yeterli olur. Ben de onun için şahit ve şefaatçi olurum.” [21]
“Kim bana salavat getirirse bir kerre,
kalmaz onun günahlarından bir zerre.” [22]
Hac menasikinin yanısıra, Hz. Peygamber’in
kabr-i şerifinin ziyaret edilmesi de bazı uydurma rivayetlerle teşvik edilmiştir.
“Beyit’i haccedip de beni ziyaret etmeyen
bana cefa etmiştir.” [23]
b. Ebeveyni ile bazı yakınlarının
akıbetleri
Hz. Peygamber ile ilgili uydurma
haberlerden bir kısmında da henüz ana rahmindeyken vefat eden babası Abdullah,
çocukluk yaşlarındayken kaybettiği annesi Amine ile dedesi Abdulmuttalib’in ve
diğer bazı yakınlarının akıbetlerinin ne olacağı konusu ele alınmıştır.
Muhtemelen Hz. Peygamber’in doğumuna ve yetişmesine vesile oldukları halde O’nun
risaletine yetişemedikleri için yakınlarının da bir şekilde kurtarılmaları
arzusu bu tür rivayetlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
“Bana Cebrail geldi ve: ‘Ey Muhammed!
Allah sana selam söylüyor ve buyuruyor ki ‘Ben seni indiren sulbe, seni taşıyan
rahme ve sana kefil olan kayaya cehennemi haram kıldım.’ Ben ‘Ey Cebrail!
Bunları bana açıkla!’ deyince o: “Sulb, (baban) Abdullah; rahim, (annen) Amine
bint Vehb, kaya ise (deden) Abdulmuttalip ile (amcanın hanımı) Fatıma bint
Esed’dir’ dedi.” [24]
Bazı rivayetlerde ise ebeveyninin dirilip
kendisine iman etmelerinden söz edilmiş hatta sırf bu konuda müstakil bir
risale dahi uydurulduğu belirtilmiştir. [25]
Hz. Aişe (r.anha)’ye isnad edilen bir
rivayete göre Hz. Peygamber veda haccı esnasında Hacun dağında Hz. Aişe
(r.anha)’nin yanına uğradığında oldukça hüzünlü ve ağlar bir vaziyetteyken
sonra gayet neşeli ve güler yüzlü bir şekilde tekrar gelmiş, bunun sebebini
soran eşine: “Annem Âmine’nin kabrine gittim ve Allah’tan ona hayat vermesini
diledim. Allah da hayat verdi, annem bana iman etti ve Allah tekrar onu geri
aldı” diye cevap vermiştir. [26]
Rivayeti nakleden İbnu’l-Cevzi bu
rivayetin şüphesiz uydurma olduğunu belirttikten sonra şu açıklamayı yapmaktadır:
“Bunu uyduran; anlayışı kıt, bilgisiz biridir. Zira onun bilgisi olsaydı, kâfir
olarak ölen bir kimseye, (ölüp) döndükten sonra, hatta can verirken iman etmesi
halinde bile inanmasının kendisine bir fayda vermeyeceğini bilirdi.” Daha sonra
o, kâfir olarak ölenlerle ilgili ayeti [27] ve “Babam için istiğfar dilemek üzere
Rabbim’den izin istedim fakat bana izin vermedi” [28] şeklindeki sahih hadisi
zikretmekte, ardından da hocası Ebu’l-Fadl b. Nasr’ın “Bu hadis uydurmadır,
zira Rasûlullah (sav)’ın annesi Hacun’da değil, Mekke ile Medine arasındaki
Ebva denilen yerde vefat edip orada defnedilmiştir” dediğini hatırlatmaktadır.
[29]
c. Hz. Peygamber’in teri ve gül
Öteden beri, Hz. Peygamber’e sevgi ve aşk
ile dolu gönüller, o Sevgili Rasûl (sav)’den söz ederken şiirlerinde,
naatlerine, kasidelerinde, hatta bazı sanatçılar hilyelerinde veya resimlerinde
onu genellikle kırmızı gül ile ifade ve temsil etmişlerdir. [30] Nitekim
yıllardır kutlanmakta olan Kutlu Doğum programlarının amblemi de Rasûl-i Ekrem
(sav)’i sembolize eden kırmızı güldür. Bunlar sadece Rasûl sevgisiyle yanıp
tutuşan gönlün sesi midir yoksa aynı aşkla kaleme sarılan edebî zevk ve estetiğin
neticesi midir bilinmez. Fakat bilinen bir gerçek varsa o da bu konuda
uydurulan bazı rivayetlerin mevcudiyeti ve de etkisidir.
“Kırmızı gül, Hz. Peygamber’in terinden
yaratılmıştır.” [31]
“Kırmızı gülü koklayıp da bana salavat
getirmeyen bana cefa etmiştir.” [32]
“İsra gecesi semaya çıkarıldığımda, yeryüzüne
benim terim düştü ve gül ondan yetişti. Benim kokumu koklamak isteyen, gülü
koklasın.” [33]
Hatta, kırmızı gülün kendisinden yaratıldığı
mübarek terin, şişeye doldurulup parfüm olarak kullanıldığına dair uydurma
rivayetlere de sahibiz.
“Bir adam gelip ‘Ey Allah’ın Rasûlü!
Kızımı evlendirdim ve bana yardım etmeni istiyorum’ dedi. Hz. Peygamber:
‘Yanımda bir şey yok, yarın bana gel ve beraberinde ağzı geniş bir şişe ve bir
ağaç dalı getir’ dedi. Ertesi gün adam geldi. Hz. Peygamber’in dirseklerinden
ter akmaya başladı ve şişe doldu. Sonra Hz. Peygamber: ‘Bunu al ve ailene
emret, koku sürmek istediğinde ağaç dalını daldırsın ve onunla sürünsün’
buyurdu. Ravî der ki ‘O kız bu kokudan sürdüğü zaman Medine halkı güzel bir
koku kokladı ve o ev, ‘güzel kokulananların evi’ diye isimlendirildi. [34]
3. Hz. Peygamber’i istismar, O’nun adını
kullanarak çıkar sağlama
Hulefa-i Raşidîn devrinin sonlarına doğru
ortaya çıkan ve “kussas” (hikaye anlatanlar) denilen bazı kimseler, camii ve
mescitlerde oturmayı ve çevrelerinde halka teşkil eden cemaata va’z ve
nasihatte bulunmayı âdet haline getirmişlerdir. Ancak bunların bir kısmını,
vaaz ve nasihatten ziyade halkın nazarında kazanacakları yüksek mertebe ve şöhret
ilgilendiriyor ve vaazlarını, kendilerini bu gayeye ulaştıracak şekilde hazırlıyorlardı.
Bunlar şöhrete giden yolun, halkın dinî hislerini galeyana getirmek suretiyle
tutulabileceğini bildikleri için onları coşturacak şekilde vaaz ediyorlar,
bazen de hazin konuşmalarla onları uzun uzun ağlatıyorlardı. İşte camii ve
mescitlere musallat olan bu kussas eliyle ve sırf şöhret hırsı ile pek çok
hadis uydurulmuş ve Hz. Peygamber’in adıyla halk arasında yayılmıştır. [35]
Geçmişte uydurulan ve bir şekilde bazı
kitaplara girmeyi başaran oldukça dramatik sahneler, kussasların günümüzdeki
meslektaşları tarafından sadece camii kürsülerinde değil, “Asr-ı Saadet” veya “Gözyaşı
Geceleri” gibi isimlerle hem tiyatro ve sinema sahnelerinde hem de çeşitli
radyo ve televizyon programlarında son derece cazip ses düzeni ve efekt eşliğinde
çok daha etkili bir şekilde hayatiyetini sürdürmektedir. Netice; Reyting için şöhret,
şöhret için gözyaşı, gözyaşı için de uydurma haberler hâlâ en vazgeçilmez
istismar malzemeleri olmaya devam etmektedir.
Vaizlerimizin çok anlattığı ve herkes
tarafından “Ukkaşe kıssası” olarak çok iyi bilinen uydurma haber bunun en güzel
misalidir ve özetle şöyledir:
Hz. Peygamber Nasr suresi inince, ecelinin
geldiğini anlamış, sahabeyi mescide toplayarak onlara bir hutbe irâd etmiş ve
Allah adı vererek kendilerine herhangi bir haksızlık yapmış ise derhal kısas
yapmalarını istemişti. Kimse kalkmamış, O bunu üç defa tekrar talep etmiş, üçüncüsünde
Müslümanlar arasından Ukkaşe adlı yaşlı biri onun huzuruna gelerek bir gazve dönüşü,
devesinden inip onun uyluğundan öpmek üzere yanına yaklaşırken elindeki ince uzun çubukla açık olan boş böğrüne
vurduğunu söylemiş, kısas uygulamak üzere Hz. Peygamber’e karnını açtırmış,
olayı dehşet içinde ağlaşarak seyreden ashabın gözleri önünde, Rasûl-i Ekrem
(sav)’in mübarek karnını öpmüş ve “Anam-babam sana feda olsun, sana kim kısas
yapabilir ki?!” demiş, Hz.Peygamber ise “Ya vurmasını, yahut affetmesini” rica
etmiş, o da “Kıyamet günü Allah’ın da beni affetmesini umarak seni affettim”
demiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Cennette benim arkadaşımı görmek
isteyenler bu ihtiyara baksınlar” buyurmuş, sahabe de gözleri arasından öperek
Ukkaşe’yi tebrik etmişler...” Devamında,
Hz. Peygamber’in hastalanışı, Hz. Ebû Bekir’in namaz kıldırışı, Azrail’in gelişi,
Cebrail ile görüşmeler, konuşmalar, kendisini kimlerin yıkayacağı, nasıl
kefenleyeceği, cenaze namazını nasıl kılacakları, kabre nasıl koyacakları, kızı
Fatıma ile konuşmalar, Rasûl-i Ekrem (sav)’in naşının, vasiyet ettiği gibi yıkanıp
kefenlendikten sonra, mescide konulması yer almaktadır. Rivayetin sonunda ise,
“İlk önce onun cenaze namazını, arşının üzerinden Rab Teala ve tekaddes, sonra
sırasıyla Cebrail, Mikail, İsrafil ve grup grup diğer melekler kıldı”
denilmekte, ardından da sahabenin kıldığı, sonra da kabre konulduğu anlatılmaktadır.
[36]
Hz. Peygamber’in bayılması, hastalanması
ve vefatını anlatan uzunca başka bir haberde ise ölüm konusu işlenmekte ve
ilgili birçok ayet zikredilmektedir. [37] Burada da büyük bir ihtimalle, halka ölüm
gerçeğini anlatmaya çalışan bazı kıssacıların, vaazlarını daha etkili ve
duygusal yapabilmek için Hz. Peygamber’in vefatını kullandıkları anlaşılmaktadır.
Şu rivayette de yine O’nun adı kullanılarak,
hanımlardan el çekip tamamen ibadetle geçirilen münzevi bir hayata teşvik etme
amaçlanmış olmalıdır:
“Hz. Peygamber, vefatından iki ay önce
kendisini tamamen ibadete verdi ve hanımlarından uzaklaştı da neticede erimiş
kireç gibi oldu.” [38]
Hz. Peygamber hakkında uydurulan
hadislerden bazısı da üretilen mahsullere karşı insanların ilgisini çekmek,
ürünleri pazarlamak ve bunu yaparken de Hz. Peygamber’in adını kullanmak üzere
uydurulmuştur:
“Muaz b. Cebel, Hz. Peygamber’e cennetten
her hangi bir yemek verilip verilmediğini sorunca O: ‘Evet, bana
herise=helva/keşkek verildi. Onu yedim ve cinsel gücüm de nikâhım da kırk kat
arttı’ demiştir.” [39]
Ebu Hafs Ömer el-Hanefi (ö. 623) bu haberi
helvacılık yapan Muhammed b. El-Haccac’ın uydurduğunu, bu konudaki rivayetlerin
çoğunun ona dayandığını, sonra da başka yalancıların ondan çaldıklarını, konu
ile ilgili bir cüzün tasnif edildiğini ancak bu hususta Hz. Peygamber’den sahih
bir şey gelmediğini belirtmiştir. [40]
Pirincin değerini vurgulayan çeşitli
rivayetlerde de benzer bir şekilde Hz. Peygamber’in adı bazı çıkarcılar tarafından
kullanılmıştır. [41]
4. İslam düşmanlarının saptırma gayreti
Kaynaklar; zındıkların, İslam akidesini ve
ahlakını bozmak, İslam birliğini parçalamak, İslam’ı gülünç durumlara düşürerek
alay etmek ve Müslümanların inançlarında şüphe ve tereddütler meydana getirmek
gibi hedefleri olduğunda birleşmektedirler. Onlardan bazılarının itiraflarına
bakılırsa “zındık” veya “mülhid” adı verilen İslam düşmanları binlerce hadis uydurmuş
ve onları yaymaya çalışmışlardır. [42] Her ne kadar bu tür uydurma rivayetlerin
birçoğu, münekkit âlimler tarafından tespit edilmişse de bazı rivayetlerin kimi
kaynaklara girmeyi başardığı bir gerçektir. İslam düşmanlarının uydurduğu
rivayetlerin bir kısmında Hz. Peygamber de konu edilmiştir. Bu işin ne kadar
kolay yapıldığını gösteren şu misal, İslam düşmanlarının öncelikle inançları
hedeflediğini gözler önüne sermektedir:
“Ben peygamberlerin sonuncusuyum, benden
sonra hiçbir peygamber yoktur. Ancak Allah dilerse o başka!” [43]
Rivayeti nakleden Cuzekani (ö. 543) ve İbnu’l-Cevzi
(ö. 597), Muhammed b. Said eş-Şami [44] adlı yalancının insanların kalbine şüphe
sokmak için son cümleyi uydurduğunu ve zındıklık yaptığı için de Halife
el-Mansur (136-158) tarafından asıldığını belirtmekte, ilk kısmın ise sahih
olarak geldiğini nakletmektedir. [45] Görüldüğü gibi, yapılan tahrif, sahih bir
hadis metninin sonuna, sadece “illa ma şaallah”= “Ancak Allah dilerse o başka”
ifadesini idrac etmek olmuştur. Böylece onlar Hz. Peygamber’in ağzından, Allah’ın
dilemesine bağlı olarak, Hatemu’l-Enbiya’nın son peygamber oluşunu adeta tartışmaya
açmak istemişlerdir.
“Ölen her peygamber kabrinde ancak kırk
sabah kalır, sonra ruhu kendisine iade edilir.” [46]
“Ben kıyamet günü Allah nezdinde, toprak
altında bin yıl bırakılmayacak kadar sevimliyim.” [47]
Bazen zındıkların amaçları, İslam ile
dalga geçmek, Müslümanlarla alay etmektir:
Hz. Peygamber, Hayber’in fethedildiği
zaman, ganimetlerden hissesine düşmüş olan siyah bir merkebe ismini sormuş, o
da isminin “Yezid b. Şihab” olduğunu, ecdadından atmış merkep geldiğini ve her
birine bir peygamber bindiğini, bu soydan kendisinin, peygamberlerden de sadece
Hz. Peygamber’in kaldığını söylemiştir... [48]
İbnu’l-Cevzi bu çirkin rivayeti
naklettikten sonra, “Bu uydurma bir hadistir. Allah onu uydurana lanet etsin,
bununla sadece İslam’ı yaralamak ve onunla alay etmek istemiştir” demektedir.
Yine onların bu amaçla uydurdukları bir başka ilginç rivayete göre:
“Rasûlullah (sav) bir defasında fakirlerin
meclisine katılmış, [49] bir musiki dinlemiş [50] ve gömleği yırtılıncaya kadar
raksetmiştir.” [51]
Muhtelif konularda uydurulan rivayetler
Hadis uydurmacılığının başlangıcından
itibaren asırlardır çeşitli konularda pek çok sayıda hadis uydurulunca,
genelleme yaparak hangi konulardaki rivayetlerin uydurma olduğunu ele alan müstakil
eserler telif edilmiştir. [52] Şimdi bu tür eserlerden yararlanarak, konumuzla
ilgili birkaç maddeyi kaydedelim:
Muhammed veya Ahmed isimlerini koymanın
faziletine dair bütün rivayetler, [53]
Hz. Peygamber’in bazı Farsça kelimeler
konuştuğuna dair rivayetler, [54]
Hz. Peygamber’in dünyadan ayrılıncaya
kadar sabah namazlarında kunut okuduğunu bildiren rivayetler, [55]
Hz. Peygamber’in doğumuyla ilgili
harikuladelikleri anlatan rivayetler, [56]
Miraç’ta Rabbi’ni gördüğüne dair
rivayetler, [57]
Hz. Peygamber’in vecde gelip şiir okuduğuna
dair rivayetler uydurmadır. [58]
Hz. Peygamber’in Üveys el-Karani’ye
hırkasını vasiyet etmesi ve Hz. Ömer ile Ali’nin hırkayı ona teslim etmeleri
asla sabit değildir. [59]
İrtihalden önce irâd ettikleri –yirmi
yapraktan– uzun hutbenin aslı yoktur. [60]
Hz. Peygamber’in Cuhfe’de hamama girdiğine,
[61] hamamları övdüğüne dair rivayetlerin aslı yoktur. [62]
“Hz. Peygamber’in def-i hacetinden sonra
girdim, hiçbir şey göremedim” sözünün aslı yoktur. [63]
İsra gecesinde enbiyaya namaz kıldırması
hakkında hiçbir hadis sahih olarak varid değildir. [64]
Hz. Peygamber’in duasıyla Cabir’in ölen
iki oğlunun hayat bulduğuna dair anlatılan kıssanın aslı yoktur. [65]
“Şu üç şeyden dolayı Arabı seviniz: Ben
Arab’ım, Kur’ân Arapça, Cennet ehlinin dili de Arapça’dır” [66] rivayeti de
uydurmadır. [67]
Bu hususta daha birçok rivayete sahip isek
de sözü fazla uzatmamak için sadece bu misallerle ve ilgili çalışmalara işaret
etmekle yetiniyoruz. [68]
Sonuç
Girişte belirtildiği gibi bu tebliğde,
sadece “uydurma” olduğu belirtilen birçok rivayetten bir kısmı örnek olarak
seçilmiştir. İlginçtir ki konu ile ilgili kaynaklarda nakledilen bu uydurma
rivayetlerin genellikle isnad tenkidiyle tespit edildiği görülmektedir. Dolayısıyla
sağlam bir isnadla uydurulmuş bazı rivayetler, sırf senedi itibarıyla uydurma
olmaktan çıkmış ve en azından bazı mütesahil musanniflerin derlediği çeşitli
hadis kaynaklarına girebilmiştir. Nitekim, Hakim, Beyhaki, Kadi Iyaz, Suyuti
gibi müelliflerin çeşitli eserlerinde bu kabilden birçok habere rastlanmaktadır.
Hatta Suyuti, uydurma haberleri derlediği eserinde zikrettiği birçok mevzu
haberi, el-Hasais adlı eserinde Hz. Peygamber’in ayrıcalıklı yönlerini göstermek
üzere delil olarak kullanmakta bir beis görmemiştir.
“Suyuti’nin el-Hasais adlı eserinin girişinde
zayıf ve mevzu rivayetlerin ayıklandığını belirtmesine rağmen, el-Lealiu’l-Masnua
fi’l-Ehadisi’l-Mevzua adlı kitabında bizzat kendisinin mevzu olduğunu söylediği
rivayetlerle ilk dönem muhaddislerinin zayıf veya mevzu kabul ettiği
rivayetlere yer vermesi şaşılacak bir tutumdur. Eserde, Hz. Peygamber’in ana
rahmine düştüğü gece Mekke’deki bütün hayvanların dile gelip nübüvvetini haber
verdiği, sünnetli olarak doğduğu, ilk önce nur-i Muhammedî’nin yaratıldığı ve
bunun alnında parladığı, gölgesinin bulunmadığı, terinin gül koktuğu, idrarının
hastalara şifa verdiği, dışkısını toprağın daima örttüğü, ağaçların nübüvvetini
ifade ettiği, ölüleri dirilttiği, elinin ve asasının nur saçtığı, ölülerle konuştuğu,
geçmiş peygamberlere verilen bütün mucizelerin kendisine de verildiği, savaşlarda
zafer kazanmak için kendi adının anılmasını telkin ettiği, kâinatın onun hürmetine
yaratıldığı, gökten inen bir levha üzerinde bütün peygamberlerle birlikte onun
da resminin bulunduğu ve bu levhanın Bizanslılarca saklandığı gibi pek çok
mevzu rivayet nakledilmiştir.” [69]
Oysa, asılsız olan bu rivayetler öncelikle
metin tenkidine tâbi tutularak değerlendirilmeliydi. Kur’ân’a, sünnete, sahih
hadislere, sirete, akl-ı selime, tarihî vakıalara aykırı olan bu haberlerin,
isnadı ne olursa olsun, metni itibarıyla elekten geçirilmesi gerekirdi.
Ne yazık ki isnadı itibarıyla zayıf, hasen
veya sahih gibi değerlendirmelerle hadis kaynaklarına giren, ama metni itibarıyla
uydurma olması muhtemel birçok rivayet mevcuttur. Bazı âlimlerin bu tür
rivayetleri kabullerinde şu hususların etkili olduğunu düşünmekteyiz:
1. Diğer peygamberler için mümkün olan
harikuladeliklerin, Hz. Peygamber’e de verilmesinin imkan dâhilinde görülmesi,
2. Hadis uydurma olsa bile manasının sahih
olduğu kanaati,
3. Benzer muhtevanın sahih/hasen veya
zayıf rivayetlerde de bulunması,
4. Amellere teşvik konusunda zayıf
hadislerin zikredilmesinin caiz görülmesi,
5. Selef ulemadan bazılarının bu tür
rivayetleri kitaplarında zikretmiş olmaları.
Menakıb, Delail, Şemail, Hasais, Hılye,
Tarih ve Siyer gibi çeşitli konularda ele alınan bu tür kaynaklarda, uydurma
pek çok rivayet bulunmaktadır. Edebiyatçılar, tasavvufçular, çeşitli sanatçılar
ve hatta ilmî ehliyeti olmaksızın kitaplar telif etmeye kalkışanlar tarafından
en çok başvurulan rivayetler maalesef uydurmalar olmuştur. Bu uydurma haberler,
vaizler ve kimi yazarlar tarafından öteden beri, doğru bilgilermişçesine devamlı
aktarılagelmiş, nesilden nesle şöhret, hatta tevatür kazanmıştır.
Hz. Peygamber’in irtihalinden bir-iki asır
sonra ortaya çıkmaya başlayan bu rivayetler sayesinde Kur’ân’ın şiddetle
reddettiği “cahilî peygamber tasavvuru” neredeyse yeniden hayat bulmuş, kısaca “beşer-Rasûl”
diye ifade edilen Kur’ân’a dayalı peygamber tasavvuru adeta bu uydurma
rivayetlerin gölgesinde kalmıştır. Artık ilerleyen asırlarda, Kur’ân’a ve Hz.
Peygamber’in aksi yöndeki uyarılarına rağmen, ister yüceltme isterse saptırma
gayesiyle ortaya atılsın, Hz. Peygamber’in, ilk yaratılan ve kâinatın yaratılış
sebebi olan nurdan bir varlık olduğu şeklinde bazı kozmolojik tasavvurlar geliştirilebilmiştir.
Söz konusu tasavvurlar günümüze kadar İslam âleminin dört bir tarafında yüzlerce
esere konu olmuş, hatta asırlardır gittikçe çoğalarak daha teferruatlı nice
yeni hadislerin uydurulmasını, oldukça ilginç tasavvurların ortaya çıkmasını
beraberinde getirmiştir. [70]
Başlangıçta hasret ve muhabbetin verdiği
bir dürtüyle ortaya çıkan, daha sonra Müslümanlarla gayrimüslimler arasında yapılan
peygamberlik hakkındaki tartışmalara dayalı dış etkenlerle beslenen bu
telakkiler, Hz. Peygamber’in nübüvvetini vahyin indirildiği tarih ile başlatmak
yerine, O’nun doğumundan itibaren başlatmayı, risalet öncesinde de yüzlerce
alametin (beşair) görüldüğünü ispatlamayı amaçlamıştır. Siret kitaplarının ilk
sayfalarını dolduran rivayetlere göre sadece doğumu esnasında, hem gökte hem de
yerde olağanüstü hareketler olmuş, yıldızlar doğmuş, yıldızlar kaymış, Kisra’nın
sarayının şerefeleri yıkılmış, İranlıların bin yıllık ateşgedeleri sönmüş, Save
Gölü’nün suyu çekilmiş, Semave Vadisi’ni su basmıştır... [71] Asırlardır tarih geleneğimiz,
doğruluklarını hiç tartışmadan bunları en sahih bilgilermiş gibi sıralamış ve çocuklarımızın
Rasûl-i Ekrem (sav) hakkında öğrendiği ilk bilgiler bunlar olmuştur. Yine
benzer rivayetlerde Hz. Peygamber, canlı-cansız her şey ve herkesle konuşan,
-kendisi hariç- yerli yabancı birçokları tarafından peygamber olduğu/olacağı
anlaşılan, olağanüstü birçok haliyle diğer insanlardan ayrıcalıkları bulunan
bir şahsiyet olarak takdim edilmiştir.
Hz. Peygamber’i yüceltme arzusu, sadece
onun fizyonomisi ve dış çevresi ile de sınırlı kalmamıştır. Gelişen bu
tasavvurlar neticesinde Hz. Peygamber’e, hem öncekilerin hem de sonrakilerin
ilminin tafsilî bir şekilde verildiği, geçmiş ve gelecek her şeyin külli ve cüzi
ilminin ona lutfedildiği bile iddia edilmiştir. Buna göre ihatâ bakımından onun
ilmi ile Rabbi’nin ilmi arasındaki tek fark, Allah’ın ilminin başkasının öğretmesi
olmaksızın, zatıyla ezeli oluşu; Hz. Peygamber’in ilminin ise Rabbi’nin
talimiyle gerçekleşmesidir. [72] Bu aşırı iddialar, tenkitçi âlimler tarafından
oldukça başarılı bir şekilde eleştirilmişse de [73] günümüze kadar hemen her asırda
bu düşünceyi paylaşanlar, O’nun geçmişte ve gelecekte vuku bulan/bulacak her şeyi
bildiğine inanlar da eksik olmamıştır. [74]
Başta, O’nun “rahmeten li’l-alemin”,
“hatemu’n-nebiyyin”, “usve-i hasene” olması, ve “huluk-i azim” sahibi oluşu,
kendisine Kur’ân gibi eşsiz bir mucizeye verilişi olmak üzere; yirmi üç yıl
gibi kısa bir sürede tamamen tabii şartlar dahilinde yürüttüğü mücadeleyle elde
ettiği dinî, içtimai ve siyasi başarılar, içinde yaşadığı Cahiliye toplumundan
medeni bir toplum gerçekleştirebilmesi, Yesrib’i Medine’ye, İslam’ı muazzam bir
medeniyete dönüştürebilmesi, Hz. Peygamber’in üstünlüğünü veya ayrıcalığını göstermek
için yeterli değil midir? Rasûl-i Ekrem (sav)’in bu yönünü, sözünü ettiğimiz ve
kısaca “Sünnet” dediğimiz “medeni bir toplum gerçekleştirme projesi”nde aramak
yerine; asılsız rivayetlere dayanarak onu ilk varlık olarak takdim etme, diğer
peygamberlerle mucize yarışına sokma, O’na karşı gösterilmesi gereken sevgi ve
saygıyı, çeşitli ritüellere indirgeme; ayrıcalığını, saç ve sakalının telinde,
teninde, terinde vb. arama hem onun gönderiliş sebebine hem de Kur’ân’ın teklif
ettiği “beşer-Rasûl” anlayışına aykırıdır.
Netice olarak, hedef kitlesi kim olursa
olsun, alan ve branş ne olursa olsun, Hz. Peygamber hakkında yapılan bütün çalışmalarda,
konuşmalarda uydurma haberlerden kesinlikle sakınılmalıdır. Zira Hz. Peygamber’i
daha doğru bir şekilde tanıyıp yeni nesillere tanıtmak istiyorsak öncelikle ve
ivedilikle asırlardır nakledilen bu asılsız, uydurma haberlerin terk edilmesi şarttır.
“Âlemlere rahmet olarak gönderilen” Rasûl-i Ekrem (sav) hakkında uydurulan bu tür
uydurma haberler O’nun şan ve şerefine hiçbir katkıda bulunmadığı ve
bulunmayacağı gibi onların tamamen terk edilmesi halinde de herhangi bir
eksiklik olmayacaktır. Kanaatimizce Rasûl-i Ekrem (sav)’i tanıma ve tanıtmada,
Yüce Kur’ân’ın ve bizzat Hz. Peygamber’in sahih hadislerinde verdiği bilgiler
yeterlidir ve onlarla yetinilmelidir.
Diğer taraftan uydurma rivayetlerin bizim
için tek bir faydası ise ortaya çıktıkları bölge ve dönemlerin telakkilerini,
tasavvurlarını göstermeleridir. Dolayısıyla bu tür rivayetlerden hareketle,
uydurma haberler üzerine yapılacak derinlemesine çalışmalar sonucu, mesela
konumuz olan peygamber tasavvurundaki değişim, bu tür fikirlerin gün yüzüne çıktığı
zaman ve mekânlar tespit edilebilir, her bir fikrin ardındaki asıl saikler daha
net bir biçimde ortaya konulabilir. Hangi tasavvurların nerede ve ne zaman
ortaya çıktığı ve daha çok hangi kesimlerde rağbet görüp yayıldığı, asırlar
ilerledikçe bu tasavvurlardaki değişim ve gelişim gibi konular, uydurma
hadisler konusunun çeşitli açılardan yeniden çalışılmasını gerektirmekte ve bu
sahada gayretli araştırmacıları beklemektedir.
Rahmetle yoğrulmuş rehberliğine olan
ihtiyacımızın çok daha arttığı şu günlerde, Sevgili Peygamberimiz’i milenyum
nesillerine kısa zamanda en doğru ve kendilerine en yakın bir şekilde tanıtabilmemiz
temennilerimle...
________
Dipnotlar
1. Bakara, 30.
2. Ahzab, 40.
3. Hakim, Mustedrek, II. 615. Hakim, isnadın sahih olduğunu, ama Buhari ve
Muslim’in onu rivayet etmediklerini söylemekteyse de Zehebi, Telhis’inde “Mevzu
olduğunu sanıyorum” demektedir. “Âdem o bilinen hatayı yapınca: ‘Ya Rabbi!
Muhammed hakkı için senden beni bağışlamanı istiyorum’ deyince Allah: ‘Ey Âdem!
Sen Muhammed’i nasıl tanıdın? Ben onu henüz yaratmadım ki!’ diye sordu. Bunun üzerine
Âdem: ‘Ya Rabbi! Sen beni elinle yaratıp bana ruhundan üfürdüğünde başımı kaldırıp
baktığım zaman arşın sütunları üzerinde La ilahe illallah, Muhammedu’r-Rasûlullah
yazıldığını gördüm. Anladım ki sen kendi isminin yanına ancak yaratıkların en
sevimlisini eklemişsindir’ dedi. Allah da: ‘Doğru söyledin ey Âdem! O bana
yaratıkların en sevimlisidir, bana onun hakkı için dua et! Şüphesiz seni bağışladım.
Eğer Muhammed olmasaydı, seni de yaratmazdım’ buyurdu.” Hakim, age, II. 615.
Hakim, bu haberin de isnadının sahih olduğunu belirtmekteyse de Zehebi “Bilakis
o uydurmadır” demektedir. Benzer bir-iki haberi Kadi İyaz isnadsız bir şekilde
verir ve Hz. Âdem’in “Ebû Muhammed” diye künyelendiği bilgisini de aktarmaktan
geri kalmaz. Bkz: eş-Şifa bita’rifi Hukuki’l-Mustafa, I. 227-8. tah. Ali
Muhammed el-Becavi, Kahire-1977. “Bana Cebrail geldi ve: ‘Ya Muhammed! Sen
olmasaydın cennet yaratılmazdı. Yine Sen olmasaydın cehennem de yaratılmazdı” -İbn
Asakir’in rivayetinde ise- “Sen olmasaydın dünya yaratılmazdı” dedi. Aliyyu’l-Kari,
el-Esraru’l-Merfua, s. 288, no: 385, tah. M. b. Lutfi es-Sabbağ, Beyrut-1986,
II. Baskı.
4. Sağani, el-Mevduat, s. 14, no: 78,
Beyrut-1985; Aliyyu’l-Kari, age, s. 288, no: 385; Acluni, Keşfu’l-Hafa, II.
214, no: 2123. Ahmed Kalaş neşri, Beyrut-1985, IV. Baskı.
5. Adı geçen eserler.
6. Sağani, ed-Durru’l-Multekat fi Tebyini’l-Ğalat,
s. 43, no: 73. (Önceki eseriyle birlikte)
7. İbn Arrak, Tenzihu’ş-Şeriati’l-Merfua,
I. 341. tah. A. Abdullatif, A. M. Es-Sadik, Beyrut-1981, II. baskı. İbn
Teymiyye bunu mülhidlerin uydurduğunu, aslının olmadığını söylemektedir. Mecmuu’l-Fetava,
II. 147, 237.
8. Geniş bilgi için bkz: Goldziher Ignaz,
Hadiste Yeni Eflatuncu ve Gnostik Unsurlar, çev. Ömer Özsoy, AÜİFD, XXXVI.
405-420.
9. Bkz: Gündüz Şinasi, Pavlus, Hristiyanlığın
Mimarı, s. 107-108, Ankara-2001.
10. Geniş bilgi için: Yıldırım Ahmet,
Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, s. 114, Ankara-2000;
Demirci Mehmet, “Hakikat-i Muhammediyye”, DİA, XV. 179-180.
11. Yıldırım Ahmet, age. s. 114-121.
12. Leknevi, el-Asaru’l-Merfua, s. 42-3, tah.
M. Said b. Besyuni Zeğlul, Beyrut-1984
13. İbn Arrak, age, I. 337. Onun naklettiği
diğer bir rivayet ise şöyledir: “Hz. Peygamber’in omuzları arasında, üst satırda
‘La ilahe illallah’, alt satırda da ‘Muhammedun Rasûlullah’ şeklinde tıpkı ayın
ondördü gecesinin aydınlığı gibi nurdan yazı yazılıydı.” Bkz: age, I. 336.
14. Geniş bilgi için bkz: Goldziher, agm,
412-419.
15. İbnu’l-Cevzi, el-Mevduat, I. 281,
Kahire-1987. İbn Arrak, age, I. 321. Bir gün Cebrail Hz. Peygamber’e gelmiş, Yüce
Allah’ın selamını söyledikten sonra ona Allah’ın şu buyruğunu iletmiştir: “Sen
Hz. Âdem’in sulbünde iken Allah peygamberlerden senin misakını aldığında, seni
peygamberlerin efendisi, vasini de vasilerin efendisi Ali b. Ebi Talib kıldı.” İbn
Arrak, age, I. 340.
16. Bkz: Kadi Iyaz, Şifa, I. 523-533.
17. Bkz: İbnu’l-Cevzi, Mevduat, I.
288-291. Medine’den kırk Yahudi, yüzüne karşı kötülemek ve tekzip etmek üzere
Hz. Peygamber’e varırlar. Sırasıyla Hz. Âdem, Nuh, Musa, İsa, Süleyman
peygamberlerin çeşitli özellikleriyle ondan daha hayırlı olduklarını söylerler.
Hz. Peygamber: “Yalan söylüyorsunuz! Aksine ben onların hepsinden daha hayırlı
ve daha efdalim” dedikten sonra bu peygamberlerle kendisini karşılaştırınca
Yahudiler, bütün bunların Tevrat’ta yazılı ve daha üstün olduğunu söyleyerek
onu tasdik ederler, ardından da kelime-i şehadet getirirler. Bkz: İbnu’l-Cevzi,
age, I. 285-288. İbnu’l-Cevzi, “bu hadisin uydurma olduğunda şüphe etmeyiz”
der.
18. Aliyyu’l-Kari, age, s. 291-2, no: 392.
Sufilerin sıkça kullandığı bir rivayettir. Geniş bilgi için bkz: Yıldırım
Ahmet, age, s. 79-80.
19. Ahzab, 56. Konu ile ilgili birçok
hadis için bkz: İbn Kesir, Muhtasaru Tefsir-i İbn Kesir, III. 110-112, tah. M.
Ali es-Sabuni, Beyrut-1401.
20. İbnu’l-Cevzi, age, I. 302. Karşılaştır:
İbn Arrak, age, I. 331. “Allah, gönderilen (Peygamberler)i, (meleklerden
Allah’a) yakınlaşmışlara üstün kılmıştır. Yedinci semaya çıktığımda, beni
nurdan bir sedirin üzerinde nurdan bir melek karşıladı. Ona selam verdim ve
selamımı aldı. Bunun üzerine Allah ona şöyle vahyetti: “Benim seçtiğim
peygamberim sana selam veriyor ve sen onun için ayağa kalkmıyorsun?! İzzetim ve
celalim hakkı için kalkacaksın ve kıyamete kadar oturmayacaksın!” İbnu’l-Cevzi,
age, I. 292.
21. İbnu’l-Cevzi, age. I. 303; Bu meyanda
diğer uydurmalar için bkz: Suyuti, el-Lealiu’l-Masnua fi’l-Ehadisi’l-Mevdûa, I.
282-4. Beyrut-1983. “Hz. Peygamber’e salevat getirme, köle azad etmekten daha
faziletlidir.” Aliyyu’l-Kari, s. 237, no: 268. “Kulağı çınlayan, bana salevat
getirsin.” Ukayli, Duafa, IV. 261; İbnu’l-Kayyim, el-Menaru’l-Munif, s. 65, no:
119, tah. A. Ebu Gudde, Kahire-t.y.
22. Sağani, el-Mevdûât, s. 11, no: 46.
23. Sağani, ed-Durru’l-Multekat s. 39, no:
58. Başka misaller ve değerlendirmeler için bkz: Elbani, M. Nasıruddin,
Silsiletu’l-Ehadisi’d-Daife ve’l-Mevdua, I. 61-64, no: 45-47. Beyrut-1985, V.
Baskı.
24. İbnu’l-Cevzi, Mevduat, I. 283. İbnu’l-Cevzi, Abdulmuttalib’in, Hz. Peygamber sekiz yaşındayken kâfir olarak öldüğünü,
Abdullah’ın ise henüz o ana rahmindeyken yine kâfir olarak öldüğünü, aynı şekilde
Amine’nin de henüz o altı yaşındayken öldüğünü belirttikten sonra, Fatıma bint
Esed’in ise Müslüman olduğunu, bey’at ettiğini ve diğerleriyle karıştırılmaması
gerektiğini hatırlatmaktadır. (Bkz: İbnu’l-Esir, Usdu’l-Gabe, VII. 217, no:
7168) “Şu kimselere dirilişten sonra toz-toprak olmaları için şefaat ettim:
Anneme, babama, amcam Ebu Talib’e ve süt kardeşim İbnu’s-Sa’diyye’ye.” İbnu’l-Cevzi,
a.y.
25. Aliyyu’l-Kari, age, s. 108, no: 16.
26. İbnu’l-Cevzi, age. I. 284. Yine Hz. Aişe’ye
isnad edilen başka bir rivayete göre: “Rasulullah (sav) Rabbi’nden ebeveynine
hayat vermesini istemiş, Allah da onlara hayat vermiş, kendisine iman ettikten
sonra da onların tekrar canlarını almıştır.” Suyuti, Leali, I. 267. Daha sonra
Suyuti, Suheyli’nin şöyle dediğini de nakletmektedir: “Allah her şeye kadirdir.
Onun rahmeti ve kudreti hiçbir şeyden aciz değildir. Peygamberi ise O’nun fadl
u kereminden dilediği ayrıcalığa fazlasıyla ehildir.”
27. Bakara, 217.
28. Bkz: Muslim, Cenaiz 105, 108, I. 671;
Ahmed b. Hanbel, Musned, II. 441. İbnu’l-Cevzi’nin naklettiği haberde “babam için”
denilirken, her iki kaynakta da “annem için” denilmektedir.
29. İbnu’l-Cevzi, age, I. 284. Suyuti gibi
bazı âlimler ise, Hz. Peygamber’in ebeveyninin canlanıp, iman etmeleri ile
ilgili rivayetlerin uydurma değil, zayıf olduğunu savunmuşlardır. Hatta Suyuti’nin
bu konuda “Mesaliku’l-Hunefa fi Valideyi’l-Mustafa” adlı müstakil bir risale
telif etmiş, 1334’te Hindistan’da basılmıştır. Görüşü için bkz: el-Lealiu’l-Masnua,
I. 266-268.
30. Örnekler ve bilgi için bkz: Zülfikar
Güngör, Türk Edebiyatında Türkçe Manzum Hilye-i Nebeviler ve Nesimi Mehmed’in
Gülistan-ı Şemail’i, s. 119-124. AÜSBE, Ankara-2000,basılmamış doktora tezi.
31. Sağani, age, s. 12. 55; Aliyyu’l-Kari,
age, s. 151, no: 103.
32. Sağani, age, s. 12. 54.
33. Aliyyu’l-Kari, age, s. 361, no: 571.
34. İbnu’l-Cevzi, age. I. 292; Suyuti,
age, I. 247.
35. Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, s.
159-160, Ankara-1988.
36. İbnu’l-Cevzi, age, I. 295-301.
37. İbn Arrak, age, I. 340.
38. İbnu’l-Cevzi, age. I. 295.
39. Ukayli, Duafa, IV. 44-5. Aynı yerde,
helva yiyerek, Hz. Peygamber’in gece ibadetinde sırtının güçlendiğine dair
rivayetler yer almaktadır. İbnu’l-Kayyim, Menar, s. 64, no: 111; İbn Himmat,
et-Tenkit ve’l-İfade fi Tahrici Ehadis-i Hatimeti Sifru’s-Saade, tah. Ahmed
el-Bezre, s. 137-9. Beyrut-1987. “Cebrail’e cinsel gücümün zayıflığından şikayet
ettim de bana helvayı gösterdi.” Bkz: Aliyyu’l-Kari, s. 131-2, no: 59.
Rivayetin kaynakları için bkz: İbn Himmat, age, s. 137-9.
40. Bkz: Muğni, s. 6, 40.
41. “Şayet pirinç, canlı olsaydı, insan
olurdu, insan olsaydı adam olurdu, adam olsaydı, salih olurdu, salih olsaydı
peygamber olurdu. Peygamber olsaydı, gönderilirdi. Gönderilseydi o ben olurdum.”
“Pirinç, nefsimin geri kalanından yaratılmıştır.” “Pirinç bendendir, ben de
pirinçtenim.” Sağani, Mevzuat, s. 17, no: 111, 112, 114. “Cebrail, yemesi için
Hz. Peygamber’e Allah tarafından gönderilmiş bir salkım üzüm getirmiştir.” Bkz:
İbnu’l-Cevzi, age. I. 294-5.
42. Cihan sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu,
s. 52-55, Samsun-1996.
43. Cuzekani, el-Ebatil ve’l-Menakir, I.
120-121, tah. A. Abdulcebbar el-Feravai, Hindistan -1983. Son peygamber olduğunu
ifade eden sahih haberler için bkz: age. I. 122-127. Ayrıca rivayetin uydurma
olduğuna dair bkz: İbnu’l-Cevzi, age., I. 279-280; İbn Arrak, age, I. 321;
Suyuti, age, I. 264.
44. Hakkında bilgi için bkz: Zehebi,
Mizanu’l-İ’tidal, V. 7-9, tah. Ali M. el-Becavi, y.y, t.y.
45. Cuzekani, age, I. 12121; İbnu’l-Cevzi,
age, I. 279-280.
46. İbnu’l-Cevzi, age., I. 303.
47. Sağani, Mevzuat, s. 12, no: 56. “Yani,
Nebi’nin vefatından itibaren bin seneye varmadan önce kıyamet kopar.” İzmirli, İsmail
Hakkı, Siyer-i Celile-i Nebeviyye, Mukaddimat, s. 131, İstanbul-1996.
48. İbnu’l-Cevzi, age, I. 294
49. İbnu’l-Kayyim, age, s. 139, no: 318.
50. Aliyyu’l-Kari, age, s. 474.
51. İbnu’l-Kayyim, age, s. 139, no: 318;
Aliyyu’l-Kari, age, s. 474. Her ikisi de, “Böylesi bir yalanı uydurmaya cüret
eden yalancıya Allah lanet etsin” demektedir.
52. Bu konuda geniş bilgi için bkz: Yıldırım,
Enbiya, Hadis Problemleri, s. 146-7, İstanbul-1996; Uğur, Mücteba, Sahih Dışında
Kalan Zayıf ve Uydurma Rivayetlere Dair İki Eser, Diyanet İlmi Dergi, cilt: 32,
sayı: 4, s. 3-24.
53. Ebu Hafs, age, s. 21; İbn Himmat, age,
s. 21-24; Yıldırım, Enbiya, age, s. 151-2. Ayrıca bkz: İbnu’l-Cevzi, age. I.
157; İbnu’l-Kayyim, age, s. 57, 61, no: 80, 93-5.
54. Ebu Hafs, age, s. 43; İbn Himmat, age,
s. 158; Yıldırım Enbiya, age, s. 176. Sağani, ed-Durru’l-Multekat, s. 5, no:
11. İlgili haberler için bkz: Ukayli, age, II. 48;
55. Ebu Hafs, age, s. 31-2; İbn Himmat,
age, s. 91-2.
56. Yıldırım Enbiya, age, s. 149-150.
57. Age, s. 151.
58. Age, s. 157-9.
59. İzmirli, age, s. 123.
60. İzmirli, age, s. 125.
61. Aliyyu’l-Kari, age, s. 204, no: 201.
62. İzmirli, age, s. 126. İbn Hacer
el-Mekki, Arapların, hamamı ancak Onun vefatından sonra tanıdıklarını kaydeder.
Bkz: Aliyyu’l-Kari, age, s. 204.
63. İzmirli, age, s. 128.
64. İzmirli, age, s. 133.
65. İzmirli, age, s. 136.
66. Ukayli, age, III. 348-9. O,
“münkerdir, aslı yoktur” demektedir. İbnu’l-Cevzi, age, II. 41; Suyuti, age, I.
442.
67. İzmirli, age, s. 156. Ancak rivayeti,
Sehavi, İbn Deyba’ ve Acluni zayıf, Aliyyu’l-Kari ise sahih görmektedirler.
Bkz: Sehavi, el-Makasidu’l-Hasene, s. 22-3, no: 30, Kahire-1375; İbn Deyba’,
Temyizu’t-Tayyib, s. 25, no: 34, tah. M. Osman el-Hışt, Kahire-1985; Acluni, Keşfu’l-Hafa,
I. 55-57; Aliyyu’l-Kari, age, s. 273-4, no: 358.
68. Birçok örnek için bkz: İzmirli, age,
s. 115-156; Yıldırım, Enbiya, age, s. 145-214.
69. Yavuz, Yusuf Şevki, DİA, “el-Hasaisu’l-Kubra”
maddesi, XVI. 277. Suyuti’nin bu çelişkisine İbnu’l-Arrak da sık sık değinmekte
ve onu eleştirmektedir.
70. Nisbeten geç dönemlere ve farklı
bölgelere ait şu çalışmalar, yukarıdaki iddiayı ispat için yeterlidir: Özafşar,
M. Emin, “Aziz Mahmud Hüdayi Örneğinde Sufilerin Varlık ve Tarih Tasavvuru”, İslamiyat,
cilt: 2, sayı: 3, yıl: 1999, s. 185- 195; Ünal, İsmail Hakkı, “Bir
Tasavvuf Şairi Ahmedi’nin Hadis Kültürü”,
İslamiyat, cilt: 2, sayı: 3, yıl: 1999, s. 197-207; Erşahin Seyfettin, “Türklerin
Hz. Muhammed Hakkındaki İlk Bilgi
Kaynaklarından Kısas-ı Enbiyalar, Kısas-ı Rabguzi Örneği”, Diyanet İlmi Dergi,
Peygamberimiz Hz. Muhammed Özel Sayı, s. 197-224. Ankara-2000; Kavas Ahmet,
Afrika’da Mevlid Uygulamaları, agd, s. 559-574.
71. Bkz: Köksal, Asım, İslam Tarihi, II.
7-12. İstanbul-1987.
72. Leknevi, age, s. 38.
73. Bkz: İbnu’l-Kayyim, age, 80-84; Aliyyu’l-Kari,
age, s. 431-435. Erul, “Bünyamin, Harput’lu Abdulhamit Efendi ve Hz. Peygamber’in
Bilgisine Dair Bir Risalesi”, (yayınlanmamış makale.)
74. Harput’lu Abdulhamit Efendi, Safvetu
Efkari’l-Ulema fi İsbati Ilmi Nebiyyina bi’l-Esma, İstanbul-1899.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder