Hadîs sözlük anlamında ifade edilen söz ve söylem
anlamlarına gelmektedir. Ancak daha sonraki süreçte Resulullah’tan rivayet
edilen sözler anlamında kullanılmış ve İmam Şafii’nin yorumuyla Sünnet
kavramıyla özdeşleştirilmiştir. Hadîs Kur’an’da “hadîs” ve “ahâdis” kipleriyle
28 yerde geçmektedir. (4:42,78,87,140;
6:68; 7:185; 12:6,111;
18:6; 20:9; 23:44;
31:6; 33:53; 39:29;
45:6; 51:24; 52:34;
53:39; 56:81; 66:3;
68:44; 77:50; 79:15;
85:17; 88:1 ) Istılahi anlamın en
geniş anlamda sözlük anlamına tabi olduğunu hatırda tutarsak,
Kur'an,
kendisinden başka hiçbir Hadîsin/sözün/söylemin iman edilecek, nass değeri
olabilecek bir söz/söylem olamayacağını muhkem biçimde ifade etmektedir. Çünkü
her Hadîs söz/söylemdir ancak her söz ıstılahi anlamda “Hadîs/Rivâyeti ân
Resûl” değildir. Dolayısıyla Kur’an’ın geniş anlamda kullandığı Hadîs/söz
ifadesi Resulullah’a atfedilen sözleri de kapsamaktadır. Kur’an’ın temel
ilkelerinden biri de şudur:
Sözlerden/Hadîslerden bir söz olan ancak ahsen'ul
hadîs olan Kur’an’ın yanında başka hiçbir sözün/hadîsin ona eş koşulamayacağı
yani Kur'an'la aynı değerde kabul edilemeyeceği daha da açarsak: Nass, evrensel
dinsel kaynak olarak asla Kur’an dışında bir hadîsin/sözün “iman” edilecek bir
söz olamayacağıdır:
Bundan sonra hangi söze inanacaklar?” (Ar’af 7:185)
Artık Allah'tan ve O'nun delillerinden sonra hangi söze inanırlar? (Ahkaf 45:6)
"Kuran'dan başka hangi söze inanacaklar?" (Mürselat 77:50) Kur’an
uydurulmuş bir söz değildir. (Yusuf
12:111) “İnsanlar arasında, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak
için gerçeği boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır. İşte
alçaltıcı azap bunlar içindir”. ( Lokman 31:6)
Kur’an’da anlatılan bu kriter Kur’an
öğrencisi/öğretmeni olarak tanınan İbn-i Mesûd’dan aktarılan şu sözle de teyit
edilmektedir: “En güzel hadîs Allah’ın Kitabıdır.” (Buhari, 78, Edeb, 70, 6:96,
İ’tisam 2, 8:139) Bu tarihi ifadeyi karşılaştırın: Kur’an Zümer 39:18
“Helal, Allah’ın, Kitabında helal kıldıklarıdır.
Haram da O’nun, Kitabında haram kıldıklarıdır. Hakkında bir şey söylemeyip
susutuğu şeyler de affettiklerindendir (mübah şeylerdir)”’ (Tirmizi, Libas: 6,
İbn-i Mace, Atime: 60)
Bu tarihi bilgi de yukarıdaki Kur'an ayetleriyle
uyum göstermektedir. Burada vurgulamak istediğimiz şey Kur’an’ın İlahî olması
hasebiyle Nass olması Nass olması sebebiyle de Furqan yani doğruyla yanlışı ayırt
edebilme cetveli olmasıdır. Yoksa tüm Hadîs rivayetlerini yok saymak, reddetmek
değil onların konumunun tarihi/yardımcı bilgiler sınıfında
değerlendirilebilecek bir konumda olduğunu belirtmektir. Kur'an dışında hiçbir
kaynak Furqan olamaz. Evrensel hükümleri ve ölçüleri koyarak diğer tüm
sözleri/hadîsleri ilzam eden, çöpe atılıp atılmamasına, faydalanılıp
faydalanılmamasına karar veren tek Furkan Kur’an’dır.
Bu anlam çerçevesini belirledikten sonra Allah
Resulü'ne ait olduğu ifade edilen hadis'in ne olduğuna cevap verebiliriz. Hadis
metinleri anlamları (mâna ile) rivayet edilen lafızları ise rivayet edenlerin
(râvilerin) ifadelerinden oluşan Allah Resulü'nden geldiği rivayet olunan
sözlerdir. Belirli isnad zincirleriyle gerçekten Resul'e kadar ulaşıp ulaşmadığı
sıhhat derecelerine göre derecelendirilmiş bilgi aktarımlarıdır.
Sünnet (Sûnnah) kelimesi Kur’an-ı Kerim’in sekiz
suresinin 14 yerinde geçer. Bunlardan ikisi çoğul, diğer yerlerde ise tekil
olarak zikredilir. ‘s.n.n.’ kökünden gelen sünnet kelimesi sözlükte:tutulan
yol, hal, tavır, gidişat, tavır, çığır, kanun, adet, hüküm, olaylar ve yol
manalarında kullanılır. Kur’an’da ise ‘sünnet’ kelimeleri genelde değişmez
kanunlar için kullanılmıştır. Hz Peygamber’in izlediği yol, hareket tarzları ve
yaşayış halleridir. (Al-i İmran 3/137,
Fatır 35/43) Dolayısıyla hadis, Hz. Peygamber'e ait olduğu iddia edilen bir
"söz rivayeti" iken diğeri yani Sünnet bu sözleri de aşan
"uygulamalar" bütünüdür. Aşağıdaki örnekler bunu
kanıtlamaktadır: Abdurrahman b. Mehdî’nin
(ö. 198/813) şöyle dedigi rivayet olunmuştur: Sûfyan Sevrî Sünnet konusunda
değil, fakat hadis konusunda bir otorite (imam) idi; Evzaî (ö.157/774) için ise
aksi sözkonusu idi. İmam Malik (ö.179/795) ise bu iki özelligi şahsında
mükemmel bir biçimde bir araya getirmiştir. Ebû Dâvûd (ö. 275/888) “Bu hadiste
beş Sünnet bulunmaktadır." Yani amelî kurallar niteliğindeki beş husus bu
hadisten çıkarılabilir demektedir.
İmam Mâlik’in, “Bu aynı zamanda bizde olan
Sünnettir”, “Fakat bizde olan Sünnet şudur” ya da sıkça bizim uygulamamız (emr
veya amel) şudur.” ya da “üzerinde görüş birliğine vardığımız uygulama
(emru’l-mûctemâ aleyh) şudur.” Bazen, “yerleşmiş olan Sünnet budur (kad medat
es-Sûnnetû) sözlerinden o sıradaki (Medine’deki) uygulamaların Sünnet kapsamında
degerlendirildigini anlamaktayız.
Hadis ve Sünnet Konusunda Yanılgılar:
a) Gelenekçi Yanılgılar:
İlk dönemde İlim ehli arasında yaygın olmayan kavram
kargaşası zaman içerisinde şekillenen mezhep çatışmalarının da etkisiyle
çeşitli resmî söylemlerin inşâ edilmesine zemin hazırlamıştır. Bu söylemlerin
şekillendirilmesi sırasında Hz. Resul ve sonrası "erken İslami
çağlarda" yüklenmeyen kimi anlamlar Hadis ve Sünnet kelimelerine yüklenir
hale gelmiştir. Yukarıda özetle vermeye çalıştığımız kavram çerçevelerinden bağımsızlaştırıl
aştırılmıştır.
Hadis
sanki Allah Resulü'nün dilinden aynen duyulmuş gibi algılanır hale gelmiştir.
Böylesi bir algılama hadisleri orta ve geç dönemlerde incelemeye çalışan
alimlerin sanki Allah Resülü'nü eleştiriyormuş gibi (!) suçlanmasına sebep
olmuştur. Hadislerin "lafız ve mâna ile Allah Resulü'nün sözü" olarak
sanılması hadislerin aslında Allah Resulü'nden rivayet olunan ona atfedilen
sözler olduğu gerçeğinin unutulmasına yol açmıştır. Bu sebepledir ki hadisin
sıhhat derecesi vardır.
Yani "söz konusu rivayetin Allah Resulü'nün
sözü olma ihtimalinin olasılığı" Oysa bugün itibariyle herhangi bir hadis
kitabını okuyan kimse sanki Televizyonda Resulullah'ı izler gibi, onun ses
kaydını dinler gibi hadisleri okumaktadır. Bu yanılgı sebebiyle hadislere ilmi
kriterleri gözeterek eleştirel yaklaşan kimi alimler/araştırmacılar sünneti
reddetmekle(!) Resul'e itaat etmemekle(!) vb. ağır ithamlarla suçlanabilmektedir.
Bu şahsiyetlere Ûstad Muhammed el-Gazâli ve Şehîd Seyyid Kutub örnek
gösterilebilir.
Gelenekçi
yanılgıların bir diğeri de Hadis ve sünnetin eşanlamlı olarak kullanılmasıdır.
Oysa yukarıdaki anlam alanlarında da gördüğümüz gibi iki farklı şeyi ifade
etmektedirler. Sünnet nesilden nesile uygulana gelen Allah Resulü'nün Kur'an
uygulamalarıdır. Bir amelin uygulanıyor olması ve bu uygulamanın mütevatir bir
biçimde bize kadar yaşanmış olması sağlamlık olarak çok yüksek bir dereceyi ifade
etmektedir. Ancak hadis ise bir uygulama değil bazen uygulamalardan da bahseden
sözleri/rivayetleri ifade etmektedir.
Ayrıca bu rivayetler sünnetler gibi uygulama ile
değil sözel aktarımlarla kitaplara geçmişlerdir. Dolayısıyla uygulamalarla
sözleri eş değerde tutamayız. Gelenekçi yanılgı uygulamaların önemine ve
sağlamlığına atıf vererek sağlamlık derecesi daha düşük bir konumda olan
rivayetleri onunla eş tutmakta ve sünnetin kanatları altında hadisleri
dokunulmaz kılmaktadır. Bu ise başta hadis ilmi olmak üzere tahkik ehline
haksızlıktır.
b)
Reddiyeci Yanılgılar
Özellikle Modernizmin getirdiği aşağılık
kompleksiyle hareket eden ve oryantalist tezlerin yeşile boyanmış kimi
tekrarları olarak tanımlayabileceğimiz kimi modernist islam söylemleri ve
bunlara ek olarak tamamen samimi ama aceleci olarak ortaya çıkan sadece
Kur'an'ı savunan bazı Müslümanlar'ın hadis ve sünnet kavramlarına yaklaşımları
da çeşitli yanılgılar içermektedir.
Örneğin gelenekçi "hadis=sünnet" yanılgısı
aynı şekilde tekrarlanmakta ve bu tüm Kur'anî sünnetlerin tasfiyesine mazeret
olarak öne sürülmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi tanım olarak ve
nitelik açısından birbirlerinden farklı olan iki şey aynı kefede
değerlendirilerek aynı kriterler eşliğinde eleştirilmektedir.
Oysa bu teknik bir hatadır. "Kur'an'dan başka
hiçbir kaynağa başvurmama" önyargısı hadis metinlerinin muhakak yanlış
olması gerektiği, Kur'an'la çatışması gerektiği" önyargılarına yol
açmaktadır. Ayrıca bir uygulamanın (sünnetin) Kur'an'a uygun olması ve bizden
önceki Müslüman nesillerce kitlesel olarak uygulanarak bize intikal etmesinin
bu yaklaşım sahiplerince hiçbir değerinin olmaması sorgulanmamaktadır. Oysa
Aklen böylesi uygulamalar üzerinde böylesi kitlesel bir konsensüs bulunuyor
olması bu uygulamaların Allah Resulü ve arkadaşlarından bize ulaştığının güçlü
bir delilidir. Tıpkı Hz. İbrahim'in sünnetlerinin Hz. Muhammed'e kadar ulaşması
gibi. Namazın kılınış şekli, Allah Resulü'nün Kur'an ahkamını uygulayışı da
bize bu mütevatirlik eşliğinde ulaşmaktadır. Önce Sünnet=Hadis yanılgısına
ortak olup sonra kimi uydurma ve zayıf rivayetler gerekçe gösterilerek başka
bir kategorinin reddediliyor olması teknik bir kıyas hatasını ifade etmektedir.
Bu açıdan Hadis ve Sünnet reddiyeciliği anlamaya yönelik, doğru olma ihtimalini
de gözönüne alan bir yaklaşım değildir. Oysa Hadis rivayetleri incelendiğinde
görülecektir ki çoğu metin Kur'an'ın nüzul ortamını anlamamıza, Kur'an
kelimelerinin o dönemde nasıl kullanıldığını öğrenmemize yardımcı olmaktadır.
Hadislere
yönelik ikinci yanılgı ise onların 200 yıl sonra yazıya geçirildiği ve bu
sebeple güvenilmez metinler oldukları önyargısıdır. Oysa yapılan tarihi
araştırmalar göstermektedir ki takriben 80 ilâ 100 yıl içerisinde yazıya
geçirilmiştir ve sonrasında toplanmıştır (tedvin).
Bu süre hadislerin unutulmasına ya da
güvenilirliklerinin zedelenmesine yol açmaz çünkü bilinmektedir ki
"Musannef"ler bulunmaktadır. Sahife ve Musanneflerden sonra da
Muvatta ve diğer kitaplar derlenmiştir. İlmi olarak baktığımızda sözel kültürün
güçlü olduğu arap toplumunda rivayetlerin hıfz edilmiş olması ve kısa bir zaman
aralığı sonrasında yazıya geçirilmiş olması hadislere yönelik "sonradan
yazıldılar doğru olamazlar" iddiasını havada bırakmaktadır. Ayrıca Ehl-i
Beyt kanalıyla gelişen başka bir rivayet kültürü de çoğu noktada benzerlik
gösteren bilgiler sunmaktadır. Burada seçici olmakla süpürücü olmayı
ayırıyoruz. Furkan'ın ilkeleriyle metinlere yaklaşmak gerekiyor. Bu metinlere
önceden olumsuz bir bakış geliştirmeden önce bunu yapmak gerekiyor ki adaletli
olunabilsin.
"Hadis
sayılarının çok fazla olduğu dolayısıyla bu kadar hadisin Resule ait
olamayacağı" yanılgısı. Hadis metinlerinin otoritelerini anlatmak için bazı
ehl-i hadis kitaplarında hadislerin rakamları tekrar sayılarıyla birlikte
anılarak çok gösterilmiştir. Gelin görün ki bu övünme söylemi süpürücülerin
elinde bir silaha dönüşmüştür. Oysa hem sahabelerin (özellikle de Ebu
Hureyre'nin) hem de Buhari gibi eserlerin rivayet sayıları tekrarları
düşüldüğünde gayet makûl rakamlara ulaşılmaktadır. Örneğin Ebu Hureyre
tekrarlarıyla beraber 5374 tekrarsız olarak 1336 başka bir sayıma göre ise
tekrarsız 1579 Hadîs rivayet etmiştir. (Bkz. Cevamiu's - Siyre, s. 276)
Bu yanılgıların yanında hiçbir ilmi değere haiz olmayan art niyetli
zannî teoriler de yeni önyargıların doğmasına sebep olmaktadır. Örneğin Ebu
Hureyre'nin hiç yaşamadığı(!) hadis kitaplarının aslında İslam düşmanlarınca
İslam'ı yıkmak için yazıldığı(!) Hadis kitapları yazarlarının Arap
olmadığı(!?!) gibi garip, komik ve art niyetli iddialarla desteklenmektedir.
Allah Resulünden rivayet olunan sözlere zaman içinde
başka sözlerin karışmış olması, kimi dönemlerde kimi çevrelerin sistematik
olarak hadis üretmeleri, rivayetlerin aktarım sürecinde aktaranların örfi
öncüllerin metinlere etki etmesi gibi etkenler elbette vakidir. Ama tüm bunlar yine "hadis ilmi"
içerisinde kritiğe tabi tutulmuştur ve bizim sorumluluğumuz bu eleştirel ama saygılı
yöntemi sürdürmektir. Bu yöntem sayesinde adaletsizlikten kaçınabiliriz. Bu
bağlamda Dünyada Muhammed Abdûh, Tahir b. Aşûr, Muhammed Gazâli, Emin Ahsen
Islâhî, Muhammed Imârâ gibi alimlerin temsil ettiği dengeli hattı, kendi
coğrafyamızda ise Said Çekmegil, Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu, Mustafa İslamoğlu
gibi isimlerin çabalarını örnek olarak gösterebiliriz. Dengeli olmak
yanılgılardan bizi azâmi ölöüde uzak tutacaktır. İlim ahlakını kazandıracaktır.
Bülent Şahin Erdeğer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder