Hadis kelimesi,
"anlatma, haber verme, anlatılan/haber verilen şey, haber, söz"
manasına gelen bir mastar ismidir. Kelime bu geniş sözlük manasından alınarak
bazı özel haberler için kullanılmaya başlanmış ve böylece zaman içinde terim
manası oluşmuştur. Bu mana, Hz. Peygamber'le ilgili olan haberdir. Bu haberler,
sözleri, uygulamaları, halleri gibi, Hz. Peygamber'le ilgili her şeyi kapsar.
"Hadis" denince öncelikle anlaşılan mana budur. Bazen ifadeye açıklık
kazandırmak için "merfû"
kelimesiyle birlikte de kullanılmıştır. Bununla birlikte şüphesiz terim
manasının oluşmasından sonra da sözlük manası kullanılmaya devam etmiştir.
Bunun için bilhassa ilk dönemlerde kelimenin sözlük ve ıstılah manalarında
kullanışlarının ayrılması önem arz eder. Hadis kelimesini söz konusu manasında
kullanacağız. Karşıtlığa gelince; bununla hadislerin tamamen veya kısmen
sonraki dönemlerin eseri yani uydurma oldukları (sübutuna yönelik itirazlar)
veya Hz. Peygamber'in söz ve işlerini gerçekten bildiren haberler olmakla
beraber şu veya bu gerekçeyle dinin bir kaynağı olmadıkları (dindeki değerine
yönelik itirazlar) kast edilmektedir.
Hadis kelimesi, "anlatma,
haber verme, anlatılan/haber verilen şey, haber, söz" manasına gelen bir
mastar ismidir. Kelime bu geniş sözlük manasından alınarak bazı özel haberler
için kullanılmaya başlanmış ve böylece zaman içinde terim manası oluşmuştur. Bu
mana, Hz. Peygamber'le ilgili olan haberdir. Bu haberler, sözleri,
uygulamaları, halleri gibi, Hz. Peygamber'le ilgili her şeyi kapsar.
"Hadis" denince öncelikle anlaşılan mana budur.
Hadislerin Sübutuna Yönelik
İtirazlar:
Birinci anlayışa göre
hadisler dinin ilk döneminin tarihinin kaynağı olamazlar.Tabiî olarak bu
durumda onlar, gerçekte onları dinin bir kaynağı kabul edenler için de
güvenilir bir kaynak olarak kabul edilemezler.
Bu anlayışı rivayet asrında
bile dile getirenler olmuştur:
İmam Şafiî Cimâu'l-ilm
kitabında bütün haberleri ve haber-i hassa dediği haber-i vahidleri reddeden
kimselerden bahseder. Öyle anlaşılıyor ki, bu kimselerin itiraz noktası,
haberlerin sübutundaki şüpheleridir.
İbn Kuteybe, Tevîl'inde
bazı hadislerin Kur'ân-ı Kerim'le diğer hadislerle, akılla ve tecrübeyle
çeliştiğini iddia ederek bunları reddeden kimselerin iddialarını ele alıp
cevaplandırmaya çalışmıştır.
Osman ed-Darimî, Bişr
el-Merisi'ye yazdığı reddiyede; hadislerin asr-ı saadette ve hulefa-i raşidin
döneminde yazılmamış olmaları (müellif bu itirazı, hadislerin asr-ı saadetten
itibaren yazılmaya başlandığını örnekleriyle anlatarak cevaplamaya çalışmıştır)
veya daha sonra yazılan hadis kitaplarına art niyetli insanların sokuşturmada
bulunmaları gibi gerekçelerle bazı hadisleri redde kalkışan kimselerden
bahsetmiştir.
Bu anlayış son asırlarda
daha yaygın ve yeni gerekçelerle tekrar gündeme getirilmiştir.
Batı'da XIX. yy.’ın
sonlarına kadar hadislerin büyük çoğunluğunun sahih olduğuna inanılıyordu.
Hollandalı ilim adamı Dozy (1820–1889) hadislerin yarısının gerçekten Hz.
Peygamber'e ait olduğunu tahmin etmekteydi. Daha sonra tam tersi bir görüş
hakim olmuş ve hadislerin büyük çoğunluğunun, Hz. Peygamber sonrası dönemlerin
ürünü olduğu söylenmeye başlanmıştır. Goldziher, Dozy'nin görüşünü kabul
etmenin zor olduğunu belirtir. Ona göre hadislerin büyük çoğunluğu sonraki
zamanların ürünüdür. Caetani ise, Goldziher'i tamamen destekler. D. S.
Margoliouth Hz. Peygamber'in geriye Kur'ân dışında hiçbir sünnet ya da hadis
bırakmadığını iddia eder.
Brockelman, hadislerin
büyük çoğunluğunun İslam'ın zuhurundan iki asır sonra ortaya çıktığını, bu
sebeple Hz. Peygamber'in inancı için onların büyük bir kaynak olarak
kullanılmasından sakınmak gerektiğini ifade eder.
Fazlur Rahman da şöyle
demektedir: "İlk dönemlerde, hadislerin çok büyük bir kısmı, Nebevî
Hadis'in tabiî olarak az olması nedeniyle Hz. Peygamber'e değil de, sonraki
nesillere dayanmaktadır. Gerçekten de ikinci asra ait elimizdeki mevcut
eserlerde, fıkhî ve hatta ahlaki hadislerin çoğu Hz. Peygamber'den gelmiş
değildir; aksine, sahabeye, tabiîne ve üçüncü kuşağa ulaşmaktadır. Ancak hadis
hareketi daha sonraları, bizzat gerçekleştirmek istediği gayenin gerektirdiği
bir zorunluluk nedeniyle hadisi çıktığı en tabiî kaynağına, Hz. Peygamber'in şahsına
isnad etmeye yönelmiştir."
Bazı yazarların özel
konularda yoğunlaştıkları da görülmektedir. Bu cümleden olarak H. Lammens, Hz.
Peygamber'in hayatıyla, J. Schacht fıkıhla ilgili hadislerin sonradan nasıl
uydurulduğunu ortaya koymaya çalışmışlardır.
Hadislerin tamamının veya
büyük kısmının asılsız olduğu iddiasında bu sefer dile getirilen en önemli iki
gerekçe bize göre hadislerin ananevi tenkid usûlü ile hadisin muhtevasını
müteakip asırlarda görülen kültürel olaylarla ilişkili görülmesi hususlarıdır.
Hadislerin özellikle
hadisçiler arasındaki tenkidi onları nakleden ravilerin ve kısmen nakledilen
metinlerin incelenmesine dayanmaktadır. İlgili kitaplar incelendiğinde
özellikle senede ağırlık verildiği de müşahede edilir. Burada iki iddia;
senedlerin tamamen asılsız, uydurma oldukları iddiası ile hadisin tenkidi için
ekseriya senedin tenkidi ile yetinildiği, senet tenkidinin de yetersiz olduğu
iddiası söz konusudur.
Hadislerin senedlerinin
uydurma olduğu iddiası, her şeyden önce sahabe döneminde başlayan ve hemen
hemen hadisle uğraşan herkesin hadis öğrenimi için başvurduğu bir yol olan
"hadis arama yolculukları"nı izah etmek durumundadır. Sened uydurmak
veya uydurulan bir senedi almak için o günün şartlarında şehir şehir dolaşmanın
bir manası olmazdı. Bu yolculuklara katılan binlerce insanın hepsinin
senedlerin uyduruluşundan habersiz olması ise kabul edilebilecek bir şey
değildir.
Günümüze kadar çok
tartışılan sened tenkidinin yetersizliği konusunun ayrıntılarına girmeden bu
hususta sadece iki noktaya işaret etmek uygun olacaktır: Her konuda açıklamalar
ihtiva eden hadis metinlerinde akıl alanının dışında yer alan iman, ibadet ve
gayb âlemiyle ilgili hususlar gibi konuların yer almasının ortaya çıkardığı
zaruret (bu husus niçin fakihlerin değil de, daha ziyade hadisçilerin bu usûlü
kullandıklarını açıklayabilir) ve metninde şüpheler bulunan bir hadisin
senedinde ekseriya problemlerin bulunduğu gerçeği (bu durumda seneddeki duruma
işaret yeterli görülmüş olmalıdır). Dolayısıyla çoğunlukla sened tenkidi yapıldığı
iddiasından ziyade senedin titiz tenkidinin yapılıp yapılmadığı hususu, bizce
daha önemlidir. Yine de kaydetmeliyiz ki, hadislerin tenkidi için sadece sened
tenkidinin yeterli olduğunu da söylemek istemiyoruz.
Burada asıl ikinci gerekçe
üzerinde durulacaktır. Bu gerekçenin önce özellikle I. Goldziher tarafından
kullanıldığı anlaşılmaktadır. O, hadislerin, İslam'ın ilk günlerinin tarihi
için bir belge olarak kabul edilmesinin uygun olmadığını, onlarda müteakip
zamanlarda hakim olan temayüllerin izlerinin bulunduğunu, onların büyük
çoğunluğunun ilk iki asırda İslam'ın dinî, tarihî ve sosyal gelişmesinin
neticesi olarak kabul edilmesi gerektiğini kaydetmektedir. Anlaşıldığına göre
o, hadisle müteakip tarihlerdeki gelişmeler/olaylar arasında görülen benzerlikten
onun uydurma olduğu sonucuna varmaktadır.
İslam tarihinin ilk asrı
içinde daha sahabiler hayattayken hadislerin/sünnetin dindeki yerini
kavrayamayan bazı kimselerin varlığı müşahede edilmektedir. Hz. Aişe'nin bir
cevabından anlıyoruz ki, bunlar haruriler/haricilerdir. Haricilerin Kur'ân'a
ilave hüküm getiren sünnetleri/hadisleri kabul etmedikleri nakledilmektedir.
Hadislerin Dinî Değerine
Yönelik İtirazlar:
İslam tarihinin ilk asrı
içinde daha sahabiler hayattayken hadislerin/sünnetin dindeki yerini kavrayamayan
bazı kimselerin varlığı müşahede edilmektedir. Hz. Aişe'nin bir cevabından
anlıyoruz ki, bunlar haruriler/haricilerdir. Haricilerin Kur'ân'a ilave hüküm
getiren sünnetleri/hadisleri kabul etmedikleri nakledilmektedir.
Çağımızda da böyle bir
görüşü benimseyenler görülmektedir. Bu konuda amelî mütevatir olan sünnetleri
kabul edenler olduğu gibi, hiçbir ayırım yapmaksızın sünnetleri reddedip sadece
Kur'ân'ı kabul edenler de vardır. Anlaşıldığına göre bu tür görüşler en çok
Hind-Pakistan bölgesinde yayılma imkanı bulmuştur.
Çağımızdaki hadis
karşıtlarının bazı gerekçeleri, ilk asırlardaki benzerlerinin gerekçelerine
benzemektedir. Onların ileri sürdükleri bazı yeni gerekçeler vardır ki,
bunlardan ikisi dikkat çekicidir. Bu iki gerekçe hadislerin asr-ı saadette
yazılmamış olmaları ile hadislerin o günkü insanlara yönelik olduğu iddiasıdır.
Abdullah AYDINLI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder