ŞEHİT VE GAZİLER İLE HİCRET VE SAVAŞ KONULARINDA UYDURDUKLARI HADİSLERDEN
ÖRNEKLER
203- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm ) buyurdular ki: “Kim gazve yapmadan ve gaza yapmayı
temenni etmeden ölürse nifaktan bir şube üzerine ölmüş olur.” (K.S. 1029 C.5
S.70 Akçağ, alıntısı, Müslim, İmâret 158,(1910); Ebû Dâvud, Cihâd 18, (2502);
Nesâi, Cihad 2,(6,8). )
204- Ebu’n-Nadr merhum Abdullah İbnu Ebi Evfâ (radıyallahu anh)’dan
naklen anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) düşmanla karşılaştığı
günlerden birinde, güneşin meyletmesini bekledi. Sonra kalkıp yanındakilere
şöyle dedi: “Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah’tan
afiyet dileyin. Ancak karşılaşacak olursanız sabredin, bilin ki cennet
kılıçların gölgesindedir. ................... (K.S. 1031 C.5 S.71 Akçağ,
alıntıları, Buhâri, Cihâd 156,22,32,112, Temenni 8 ; Müslim, Cihâd 20,(1742),
Ebû Dâvud, Cihâd 98,(2631). )
205. ........ Bize Ebû İshâk, Mûsa İbn Ukbe’den, Umer ibn
Ubeydullah’ın himâyesinde olan Ebu’n-Nadr Sâlim’den tahdis etti. Bu Ebn’n
Nadr,efendisi Umer’in kâtibi idi. Ebu’n-Nadr şöyle dedi:Abdullah ibn Ebi Evfâ
(R), efendisi ve kureyş ileri gelenlerinden olan Umer ibnu Ubeydullah’a bir
mektûb yazdı da bu mektûbu ben okudum. Bu mektûbun içinde Rasûlullah (S)’ın:
(Ey insanlar!) Düşmanla karşılaşmak (harbetmek) temenni etmeyiniz! Fakat
Allah’tan harb felâketinden selâmette kılmasını isteyiniz” buyurduğu hadisi
vardı. (Buhâri, Kitâbu’t-Temenni 12 C.15 S.7090 Ötüken 1989. )
Görüldüğü gibi rivayetler çelişkili olup, işlerine geldiği gibi
uydurmuşlardır. Birinci rivayette savaş temennisi mecburi tutulmuşken, diğer
iki rivayette tam tersi olarak, savaş temennisi kaçınılması gereken bir husus
olarak tahdis edilmiştir.
206-. ... Ebû Said el-Hudri (r.a.)den rivâyet edildiğine göre, bir
bedevi Peygamber (s.a.)’e hicreti sormuş da Peygamber (s.a.):
“Yazık sana, hicret zor iştir. Senin develerin var mı?” buyurmuş.
(O kimse de)
- Evet diye cevap vermiş. (Bunun üzerine Hz. Peygamber);
“-Peki onların zekatını veriyor musun?” buyurmuş. (O şahıs da );
- Evet diye karşılık vermiş. (Resûlü Ekrem de).
“- Sen şehirlerden uzakta (Allah’ın emirlerini yerine getirmeye)
çalış. Allah senin amelin(in sevabından hiçbir şeyi zâyi etmeyecektir.”
buyurmuştur. (Ebû Dâvud, K.el-Cihâd (l5), Bâb 1 H.2477 C.9 S.437 Şamil 1989,
diğer rivayet edenler, Buhâri, zekât 36, hibe 35, menakıb’ül-ensar 45, edep 95;
Müslim, imâre 87; Nesâi bey’at 11; )
Bu rivayette hicretin mecburi olmadığı rivayet edilmiştir.
207- Ya’la İbnu Ümeyye anlatıyor: “Fetih günü babam Ümeyye’yi
getirip: “Ey Allah’ın Resûlü! Babamla hicret şartı üzere bey’at yap!” dedim.
Ama O:
“onunla cihad etme şartı üzerine bey’at yaparım, artık hicret sona
ermiştir” cevabını verdi.” (K.S.. 5778 C.16 S.202 Akçağ 1993, alıntısı Nesâi,
Bey’at 15,(7,145). )
Bu rivayette ise hicretin sona erdiğini rivayet etmişlerdir.
208-. ... Maviye (b. Ebi Süfyan)dan; demiştir ki: Rasûlullah
(s.a.)’ı; ‘tevbe (vakti) sona ermedikçe hicret (vakti) de sona ermez. Güneş
battığı yerden doğmadıkça da tevbe sona ermez” buyururken işittim. (Ebû Dâvud,
K.el-Cihâd (15), Bâb 2 H.2479 C.9 S.440 Şamil 1989, )
Bu rivayette de, hicretin sona ermediğini, hatta güneş batıdan
doğmadıkça da sona ermeyeceğini tahdis etmeleri bir çelişkidir. Anlaşılan odur
ki, esas maksatları hicret kavramını belirsiz ve tartışmalı hale getirmektir.
Zira , hicretin İslam'da büyük bir önemi vardır. Hicret, Allah’a en iyi şekilde
kulluk etmek için, müsait olmayan bir mekandan, daha müsait bir mekana göçmek
veya Müslümanların bir araya gelip toplum oluştura bilmelerinin ilk şartıdır.
İşte bu kadar büyük önemi olan hicret kavramını belirsiz hale getirmek için
müteaddit rivayetler uydurmuşlardır. Bunlardan bir tanesi de,hicretin, Allah’ın
yasakladığı şeyi terk etme manasında olduğunu iddia ettikleri rivayettir, şöyle ki:
209- Abdullah İbnu Amr İbni’l-As (radıyallahu anh) hazretleri.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar
görmedikleri. Muhâcir de Allah’ın yasakladığı şeyi terk edendir. (K.S. 33 C.2
S.250 Akçağ 1988, alıntıları, Buhari, İman 4; Müslim, iman 64,(40); Ebû Dâvud,
Cihâd 2,(2481); Nesâi, İman 9, (8,105). )
Daha öncede belirttiğim gibi en sık kullandıkları yöntem, bir konu
hakkında birbirlerine zıt ve çelişkili rivayetler uydurmaktır. Böylece, kavram
ve konuları tartışmalı ve belirgin olmayan bir hale getirmeyi amaç edindikleri
gibi, ortam ve duruma göre bu zıt rivayetlerden işlerine geleni kullanmaktır.
Asırlardır, İslam Dini adına birçok ayrılıkların meydana gelmesi ve birçok tartışmaların
yapılmasının ana temeli, bunların ortaya atmış oldukları bu kargaşa fitnesidir.
210-. ... Üsame b. Zeyd’den demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) bizi bir
seriyye olarak el-Hurakat (denilen kabileler) üzerine gönderdi. Onlar (bizim
kendilerine yaklaşmakta olduğumuzu, bizim kendilerine saldırıya geçeceğimizi)
hissederek kaçtılar (bunlardan) bir adama yetiştik. Biz üzerine çullanınca
adam, “Lâ ilahe illallah (Allah’tan başka başka ilah yoktur)” deyiverdi. Biz
ona, öldürünceye kadar (kılıçlarımızla) vurduk. Sonra bunu peygamber (s.a.)’e
anlattım.
-”Kıyamet gününde (bu adamın söylediği) lâ ilahe illallah
(kelimesi) karşısında senin için (yardımcı olabilecek) kim vardır?” buyurdu.
Ben de:
Ey Allah’ın Resûlü o bunu ancak silah korkusuyla söyledi, dedim.
-”Biri onun kalbini yarsaydın da (kalbinin) bu sözü korkudan dolayı
söyleyip söylemediğini (iyice bir) bilseydin. (Yarın) kıyamet gününde “lâ ilâhe
illallah” (sözü) karşısında senin için ( yardımcı olabilecek) kim vardır?”
buyurdu. Bu sözü (tekrar tekrar) söylemeye o kadar devam etti ki (daha önce)
Müslüman olmayıp ta o gün Müslümanlığa (yeni) girmiş olmamı arzu ettim. (Ebû
Dâvud, K. El-Cihâd (15), Bâb 95 H.2643 C.10 S.174 Şamil 1990, diğer rivayet
edenler; Buhari, meğâzi 45, diyât 2; Müslim, imân 158; İbn Mâce, fiten 1: )
Bu rivayette, savaş anında, müşriklerin arasında bulunup ta
kelimeyi tevhidi söyleyenin öldürülemeyeceğini tahdis etmişlerdir.
Birde şöyle rivayette bulundular;
211-. ... Cerir b. Abdillah’dan demiştir ki: Rasûlullah (s.a.)
Hasemin kabilesine (baskın yapmak üzere) bir seriyye gönderdi. O kabileden bazı
kimseler (Müslüman olduklarını belirtmek) için secde ederek korunma yoluna
başvurdular. Bu (durum) onları öldürmeyi (daha da) hızlandırdı. (Cerir b.
Abdillah rivayetine devam ederek) dedi ki: Durum Peygamber (s.a.)’e ulaşınca
onlar için yarım diyet (ödenmesini) emretti ve;
- “Ben müşrikler arasında ikamet eden her Müslüman’a uzağım”
buyurdu. ........... (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 95 H.2645 S.178 C.10
Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Tirmizi, siyer 41; Nesâi, kasâme 27. )
Bu rivayette ise, savaş anında müşriklerin arasında ikamet eden
Müslümanların öldürülebileceğini rivayet etmişlerdir. İki rivayet bir biriyle
çelişkili olduğu gibi, son rivayet kendi içinde çelişkilidir. Şöyle ki,
Peygamber bu gibi kimselerden uzak olduğunu belirtmişse, neden onlar için yarım
da olsa diyet ödesin? Bu bir çelişkidir, ayrıca Kur’an’a uymamaktadır. Bu
konuda Kur’an’dan mealen:
- Her kim bir mümini kasden öldürürse onun cezâsı, içinde ebedi
kalmak üzere (gideceği) cehennemdir. Allah ona gazabetmiş, lânet etmiş ve onun
için büyük bir azâb hazırlamıştır. 4/93
- Ey müminler, Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın,
dinleyin, size selâm verene, dünyâ hayâtının geçici menfaatini gözeterek: “Sen
mü’min değilsin!” demeyin. Çünkü Allah’ın yanında çok ganimetler vardır.
Önceden siz de öyle idiniz, Allah size lütfetti. O halde iyice anlayın
(dinleyin, peşin hüküm vermeyin). Çünkü Allah yaptıklarınızı haber
almaktadır. 4/94
Görüldüğü gibi, kim bir mümini kasden yani müteammiden katlederse,
öldürenin cezası, Allah’ın gazabı ile lanetine uğramak ve büyük azab içerisinde
cehennemde ebedi kalmaktır.
212-....... Yahya (b.Main) Hz. Aişe’den naklen (şöyle) demiştir.
(Müslümanlar, Bedir savaşına çıktıklarında) Bir müşrik Hz. Peygamberle birlikte
savaşmak için yanına vardı. (Hz. Peygamber de onun bu teklifini reddederek), -
“geri dön” dedi. (Hadisin bundan) sonra (ki kısmını Yahya b. Main ile Müseddet)
aynı lafızlarla rivayet ettiler. (Bu iki ravinin ittifakla rivayet ettiklerine
göre Hz. Peygamber o müşrike şöyle) buyurmuştur: - “Biz bir müşrikten yardım
istemeyiz.” (Ebû Dâvud, K. El-Cihâd (15), Bâb 143 H. 2732 s.343-344 Şamil 1990,
diğer rivayet edenler Müslim, cihâd 142, 150 ; Tirmizi, siyer 10 ; İbn Mace ,
cihâd 27.
Bu rivayette, müslümanlar la müşriklerin savaşta ittifak
edemeyeceğini rivayet etmişlerdir.
213- Zuhri anlatıyor:”Resûlullah (Aleyhissalâtu vesselâm),
kendisiyle birlikte savaşmış olan Yahudilerden bir gruba, ganimetten pay
ayırdı”. (K.S. 1107 C.5 S.194 Akçağ, alıntısı, Tirmizi, Siyer 10,(1558). )
Bu rivayette, müşriklerle, müslümanların ittifak edebileceğini
rivayet etmekle çelişkiye düşmüşlerdir.
214-...Yezid İbn Hürmüz demiştir ki:
Necdetü’l-Harûri, İbn Abbas’a (bir mektup) yazarak ona “Kadınlar
Rasûlullah (s.a.)’le birlikte savaşa katılırlar mıydı? Rasûlullah (s.a.) onlara
(ganimetten) bir pay ayırır mıydı?” diye sordu. (yezid b. Hürmüz rivayetine
devam ederek şunları) söyledi: ibn Abbas’ın Necdet’e (gönderdiği) mektubunu ben
(bizzat kendi ellerimle ve şu şekilde) yazdım:”Kadınlar da Rasûlullah (s.a.)’la
birlikte savaşa katılırlardı. (ganimetlerden) pay (ayırmay)a gelince (işte bu)
yoktu, fakat onlara razh (az bir miktar) verilirdi. (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd
(15), Bâb 141 C.10 s.339 Şamil 1990. )
Bu rivayette kadınlara ganimetten pay verilmeyeceğini tahdis
ettiler.
215-...Haşrec b. Ziyad’ın baba annesi (Ümmü Ziyad el-Eşçiyye)nden
demiştir ki; kendisi Rasûlullah (s.a.) ile birlikte (Hayber savaşına katılan)
altı kadının altıncısı olarak Hayber savaşına çıkmıştır. (Hz. Ümmü Ziyad
sözlerine ) şöyle devam etti: Bizim de erkeklerle birlikte savaşa çıktığımız
haber olarak Resûllah (s.a.)’e erişince bize (emir) gönderip (yanına çağırdı)
biz de (emre uyup huzuruna) vardık. Kendisinde öfke (alametleri) gördük. (Bu
savaşa)
-”Kiminle ve kimin izniyle çıktınız?” dedi. Biz de “Ey Allah’ın
Resulü biz yün eğirerek (savaşa) çıktık. Bununla Allah yolunda hizmet edeceğiz.
Ayrıca bizim yanımızda yaralıları (tedavi) için (birtakım) ilaçlar da var,
(ganimetlerden) hisse alırız (halka buğday ve arpadan yapılmış) sevk (denilen
bir şurup) içiririz” dedik. (Bu hadisi Hz. Ümmü Ziyad ‘dan naklen Haşrec,
sözlerine devam ederek şunları) söyledi (Bu konuşmadan sonra) “Kadınlar
kalktılar” (gittiler, Hz. Ümmü Ziyad sözlerine devam ederek bana) “Allah,
peygamberine Hayber’in (kapılarını) açınca bize de erkekler gibi (ganimetten)
pay verdi” dedi. Ben de ona: “Ey nineciğim (Hz. peygamberin size verdiği) bu şey
ne idi?” dedim. “Hurma” (idi) diye cevap verdi. (Ebû Dâvûd, k.el-Cihâd (15),
Bâb 141 C.10 s.340 H.2729 Şamil 1990)
Bu rivayette ise, evvelki rivayetin aksine, Kadınlara ganimetten
erkekler gibi pay verilmesi gerekir demekle çelişkiye düşmüşlerdir.
Tahdis ettikleri bir rivayette, Peygamberin, Allah’tan üç dilekte
bulunduğunu ve bu dileklerin içerik olarak.
1- Allah’ın Muhammed ümmetine kendi dışında bir düşman musallat
etmemesini, dolayısıyla musallat edecekse kendi içinden bir düşman musallat
etmesini.
2- Allah’ın, Muhammed ümmetini toptan suda boğmamasını, dolayısıyla
diğer helak şekilleri için talepte bulunmadığını. Örneğin, Peygamber,
Allah’tan, toptan helak edici her türlü felaketten korumasını isteye bilirdi.
3- Allah’tan, ümmetinin kendi aralarında savaşmamasını talep
ettiğini ki, bu birinci şıktaki taleple çelişkilidir. Ayrıca, Allah’ın bu duayı
red ettiğini de tahdis etmişlerdir.
Rivayet şu şekildedir:
216- Hz. Mu’âz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: “Bir gün,
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm , bir namaz kılmış ve namazı çok uzatmıştı.
Namazdan çıkınca biz: “Ey Allah’ın Resûlü! Bu gün namazı çok uzattınız!” dedik.
Şu açıklamayı yaptılar: “Ben bugün, bir ümit ve korku namazı kıldım. Ben
(namazda) aziz ve celil olan Allah’tan ümmetim için üç şey talep ettim. Allah
bunlardan ikisini verdi, birini vermedi. Ben Allah’tan ümmetime, kendileri
dışında bir düşman musallat etmemesini talep ettim, bu talebimi kabul etti.
Allah’tan ümmetimi (eski ümmetler gibi) toptan suda boğarak helak etmemesini
talep ettim. Allah bunu da kabul etti. Allah’tan ümmetimin kendi aralarında
savaşmamalarını talep ettim Allah bunu reddetti.” (K.S. 7187 C.17 S.526 Akçağ 1993 alıntısı,
İbn-i Mace 3950 )
Peygamberin, ümmeti için böyle bir duada bulunduğunu iddia etmek,
hem peygambere bir iftira hem de İslam düşmanlarının Müslümanlara olan
kinlerinin açık bir göstergesidir. Hadis diye uydurdukları rivayette kendi
içinde çelişkili olduğu gibi, gerçeklere de uymamaktadır, şöyle ki: Peygamber
hem, Allah’tan ümmetinin yalnız kendi aralarında savaşmalarını talep edecek
(Zira kendi dışlarında bir düşman musallat etmemesini, Allah’tan istemesi kendi
aralarında düşman olabilirler manasını içermektedir). Buna rağmen üçüncü
duasında kendi aralarında savaşmamaları yolunda duada bulunacak, bu bir
çelişkidir. Diğer bir husus, birinci duanın kabul olunduğunu belirtmişlerdir,
yani Muhammed ümmetine dışından, Allah bir düşman musallat etmemek üzere duayı
kabul etti diye belirtmişlerdir. Bu dua kabul oldu ise asırlardır Müslümanlara
saldıran çeşit çeşit kafirlerin saldırıları nasıl izah edilebilir. Peygamber
bir dua kabul oldu dediyse muhakkak kabul olmuştur. O zaman bu rivayet
peygambere bir iftiradır.
Müslümanların dikkatini dış düşmanlardan çevirip, kendi içlerinde,
kendilerine döndürmeyi amaçlayan bu rivayetler. Müslümanların dışa karşı
kendilerini savunmalarını kırmayı amaçlamaktadır. Bundan dolayı bir çok rivayet
uydurmasıyla, şehitlik kavramını belirsiz hale getirmek için yoğun çabalara
girmişlerdir. Şöyle ki:
217- .... Cabir b. Atik(in Atik b. El-Harise) bildirdiğine göre,
Rasûlullah (s.a.) (Bir gün) Abdullah b. Sabit’i hasta iken ziyarete gelmiş te
onu baygın bir halde bulmuş, bunun üzerine Rasûlullah ona seslenmiş (fakat o
baygın olduğu için) karşılık ver(e)memiş. Bunu üzerine Rasûlullah (s.a.)
“-İnalillahi ve inna ileyhi râci’un. Ey Ebu’r-Rabi biz(im) senin
yanında (yapabilecek bir şeyimiz yok. Çünkü Allah’ın kaza ve kaderine) mağlup
olduk” dedi. Bunun üzerine kadınlar feryad edip ağlaştılar. İbn Atik de onları
susturmaya çalıştı. Derken Rasûlullah (s.a.) “Onları(kendi hallerine) bırak.
(Çünkü sesleri fazla çıkmıyor, Fakat vacib olunca) hiçbir kadın ağlamasın”
buyurdu. (Orada bulunanlar) “Ey Allah’ın Resûlü vacib olmak nedir?” dediler.
“Ölmektir” buyurdu. (O sırada Abdullah
b. Sabit’in) kız kardeşi (onun hakkında ey kardeşim):
“Ben senin şehit olacağını ümit ediyordum. Çünkü sen (ahiret için)
gereken ihtiyaçlarını hazırlamıştın.” diye söylenmeye başladı. Rasûlullah
(s.a.) de
“-Aziz ve celil olan Allah ona niyeti ölçüsünde şehit sevabı
verecektir. (buyurdu ve) siz neyi şehitlik sayıyorsunuz?” diye sordu. (Onlar
da)
“-Allah yolunda katlolmayı” dediler. Rasûlullah (s.a.)’da.
“-Allah yolunda katlonunmaktan başka yedi (tane daha) şehitlik
vardır. Taundan ölen şehittir. Boğularak ölen şehittir. İshalden ölen şehittir.
Yanarak ölen şehittir. Göçük altında kalarak ölen şehittir. Doğum üzerine ölen
şehittir.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, K. El-Cenaiz 73; Müslim, imare 164,165;
Tirmizi, cenaiz 65; İbn-i Mace, Cihad 17, K.S.5431)
218- İbnu Abbâs radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Gurbette ölmek şehitliktir.” (K.S.6498
C.17 S.151 Akçağ 1993 alın tası İbn-i Mace 1614 ).
219- Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim hasta halde ölürse şehit olarak
ölmüştür ve kabir azabından korunmuştur, sabah akşam cennetten
rızıklandırılır.” (K.S.6499 C.17 S.151 Akçağ, alıntısı İbn-i Mace 1615.)
Görüldüğü gibi, şehitlik kavramını saptırmak için birçok hususları
şehitlik olarak tanımlamışlardır. Öyle ki, İshalden ölen bir kimse için şehit
dedikleri gibi, herhangi bir hastalıktan ölene de şehit demişlerdir. Hatta
gurbette ölmeye de şehitlik demişlerdir. Bu tanımlamalara göre, Müslüman olan
bir kimsenin şehit olarak ölmemesi imkansız hale gelmiş olmaktadır, dolayısıyla
Müslüman olarak ölen herkes şehittir iddiasındalar. Zira insanlar ya bir kaza
geçirerek veya hastalanarak, evinde veya gurbette ölmektedirler, hasta hane de
ölme olayını rivayetlerine eklememelerinin nedeni, hasta hane diye bir şeyin
varlığından pek haberdar olmamalarından olsa gerektir. Hal böyle olunca şehit
olmak için, Allah yolunda savaşıp katl olunmanın mecburiyeti kalmamış
olmaktadır. Bu iddiada olanlara o zaman şunu sormak lazım, örneğin: alkol veya
uyuşturucu alması nedeniyle veya zina edip zührevi hastalık kapan bir kimse bu
hastalıktan öldüğünde, günah işlediği anda ölmesi de gerekmez, faraza altı
aylık bir tedaviden sonra ölürse şehit mi olmuş olmaktadır? Bu gibi iddialar,
Kur’an’dan çok uzak iddialardır. Kur’an’da şehitlik konusunda şöyle
denmektedir, mealen:
- Allah, müminlerin mallarını ve canlarını cennet kendilerinin
olmak üzere satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar, katlederler ve
katledilirler. Bu , Allah’ın üzerine bir borçtur. Gerek Tevrat’ta, gerek
İncil’de, gerek Kur’an’da (Allah, yolunda çarpışanlara cennet vereceğini
vadetmiştir) Allah’tan daha çok ahdini yerine getiren kim olabilir? O halde
O’nun la yaptığınız bu alışverişinizden ötürü sevinin. İşte bu, (gerçekten)
büyük kurtuluştur. 9/111
Görüldüğü gibi, Allah’ın şehitlik vadi kendi yolunda mallarıyla,
canlarıyla savaşıp katlonunanlaradır. Yoksa evinde ishalden ölenlere değildir.
220- Talha İbnu Ubeydullah radıyallahu anh anlatıyor: “Beli
(kabilesinden) iki kişi Aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına geldiler. İkisi
beraber Müslüman olmuştu. Biri gayret yönüyle diğerinden fazlaydı. Bu gayretli
olanı, bir gazveye iştirak etti ve şehit oldu. Öbürü, ondan sonra bir yıl daha
yaşadı. Sonra o da öldü.” Talha (devamla) der ki: “Ben rüyamda gördüm ki: “Ben
cennetin kapısının yanındaydım. Bir de baktım ki yanımda o iki zat vardır.
Cennetten biri çıktı ve o iki kişiden sonradan ölene (cennete girmesi için)
izin verdi. Aynı vazifeli zat, bir müddet sonra yine çıktı, şehit olana da
(içeri girme) izni verdi. Sonra, adam benim için geri geldi ve: “Sen dön, senin
cennete girme vaktin henüz gelmedi!” dedi. Sabah olunca Talha bu rüyayı halka
anlattı. Herkes bu rüya(da şehit olan zâtın sonradan cennete girmesine) şaştı.
Bu, Resûlullah’a kadar ulaştı, rüyayı ona anlattılar. (Dinledikten sonra)
Aleyhissalâtu vesselâm:” Burada şaşacak ne var?” buyurdular. Halk: “Ey Allah’ın
Resûlü!” Bu zat (din için) çalışmada öbüründen daha gayretli idi ve şehit de
oldu. Ama cennete öbürü ondan evvel girdi” dediler. Bunun üzerine Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm: “Berikisi ondan sonra bir yıl hayatta kalmadı mı?”
dedi. “Evet!” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: “Ve o ramazan idrak edip oruç
tutmadı mı, bir yıl boyu şu şu kadar namaz kılmadı mı?” Halk yine: “Evet!”
deyince, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Şu halde ikisinin arasında bulunan
mesâfe gök ile yer arasındaki mesafeden fazladır!” buyurdular. (K.S. 7173 C.17
S.517 Akçağ 1993, alıntısı İbn-i Mace 3925. )
221-. ... Ubeyd b. Halid es-Sülemi’den; demiştir ki: Rasûlullah
(s.a.) iki adam arasında kardeşlik kurmuştu. Bunlardan biri (Allah yolunda)
öldürüldü. Bir hafta ya da haftaya yakın bir zaman sonra da öbürü öldü. Onun
cenaze namazını kıldık. Rasûlullah (s.a.) (bize onun hakkında) “-Nasıl dua ettiniz?” diye sordu. Biz de;
-Ey Allah’ım! Onu bağışla ve kardeşi(nin derecesi)ne eriştir diye
dua ettik. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.); (ilk ölenin) namaz(lar)ından sonra
(ikinci ölenin kıldığı) namaz(lar), - (ilk ölenin) oruç(lar)ından sonra
(ikincinin tuttuğu) oruç(lar)ı - (ilk ölenin hayırlı) amel(ler)inden sonra
(ikinci ölenin işlemiş olduğu hayırlı) amelleri nerede. İkisi arasında gök ve
ile yerin arası kadar (fark) vardır.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, K. El-Cihâd (15),
Bâb 27 H.2524 C.9 S.520,521 Şamil 1988, diğer rivayet eden, Nesâi cenaiz 77. )
Bu rivayetlerle, Allah yolunda cihad etmeyenlerin, Cihad eden ve
şehit olanlardan daha üstün olduğunu iddia ettiler. Şehit olmayan, daha fazla
namaz kılması, oruç tutması ve sevaplar işlemesi halinde, bu amelleri
dolayısıyla. Onunla şehit olan arasında gök ile yerin arası kadar derece farkı
var dediler. Bu uydurma rivayetlerle Müslümanları Allah yolunda cihattan
caydırmak istedikleri açıktır. Söylediklerinin doğru olmadığıyla ilgili olarak,
Kur’an’dan mealen:
- Ey iman edenler, size ne oldu ki: “Allah yolunda topluca savaşa
çıkın! Dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? Yoksa âhireti bırakıp ta dünya
hayatına mı razı oldunuz? Hal bu ki dünya hayatının geçimi, ahiretin yanında
pek azdır. 9/38
Görüldüğü gibi, topluca savaşa çıkıldığında, (sakatlık v.s. Gibi
mazereti olmadan) savaşa katılmamak demek, O kişinin dünya hayatına razı olduğu
ve ahiret hayatını kayıp ettiği, yani cehennemlik olduğu manasındadır. Böyle
bir durumda, kıldığı namaz veya tuttuğu oruçlar onu Allah’ın azabından
kurtaramaz. Topluca savaşa çıkılmaya ihtiyaç olmayan durumlar da, yine, Allah
yolunda cihad edenler, etmeyenlerden üstündür, şöyle ki, Kur’an’dan mealen:
- Müminlerden özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mallarıyla
canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, mallarıyla canlarıyla
cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah
hepsine de güzellik va’detmiştir ama mücahitleri, oturanlardan çok daha büyük
ecirle üstün kılmıştır. 4/95
Bu itibarla uydurdukları rivayetler, Kur’an’a uygun olmayıp,
asılları yoktur.
222-. ... Abdullah b. Amr’dan; demiştir ki: Bir adam Peygamber
(s.a.)’e gelerek;
- Ey Allah’ın Resûlü ben cihada çıkabilir miyim? dedi. (Peygamber
(s.a.)’de );
“- Senin annen baban var mı?” diye sordu. (O kimse de);
- Evet diye cevap verdi (Bunan üzerine peygamber);
“- Öyleyse onların hizmetinde (bulunarak) cihâd et!” buyurdu. (Ebû
Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 31 H.2529 C.10 S.8 Şamil 1990, diğer rivayet
edenler, Buhâri, cihâd 138, Edeb 3, Tirmizi cihâd 2; Müslim, birr 5. )
223- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü,
dedim, cihâdı amellerin en faziletlisi görüyoruz, biz de cihâd etmeyelim mi?”
Şu cevabı verdi:
“Ancak, cihâdın en Efdal ve en güzeli hacc-ı mebrûrdur. Sonra
şehirde kalmaktır”. Hz. Aişe der ki: “Bunu işittikten sonra haccı hiç
bırakmadım. (Buhari, Hac 4, Cezâu’s-Sayd 26, Cihâd 1; Nesâi, Hacc 4,(5,113);
K.S. 1163 C.5 S.278 Akçağ ) (“Sonra şehirde kalmak” cümlesi Buhari’de yok. )
Bu iki rivayette de müminleri cihâd dan uzaklaştırmayı ve cihâdın
kavram olarak manasını karıştırmayı amaçlamışlardır, yoksa Hac ile Cihâd ayrı
hususlardır, hele şehirde oturmanın ne Hacla nede Cihâd’la bir ilgisi yoktur.
Bu rivayetleri uydurmalarının esas amaçlarından biri de müslümanların, kendi
putperest toplumlarına karşı savaşmalarını engellemek içindir. Bu onların
barışçıl, müslümanların saldırgan olduğundan değildir, kendileri saldırıp
savaşa sebebiyet verdiklerinde karşılarında zayıf bir müslüman ordu olmasını
istemelerindendir, yoksa İslam dininde asla saldırganlık yoktur.
Müslümanların kendileriyle değil de, ehli kitapla savaşmalarını
teşvik için uydurdukları aşağıdaki rivayet kimlikleri açısından manidardır,
Şöyle ki:
224- . ......... Sabit b. Kays Şemmas’dan; demiştir ki: Ümmü Hallad
diye anılan bir kadın (yüzü) peçeli olarak Peygamber (s.a.)’e gelip şehit düşen
oğlu(nun Allah yanındaki durumu)nu sordu. Peygamber (s.a.)’in (orada bulunan)
Sahâbelerinden birisi (o kadına hitaben);
“- Oğlunu sormaya yüzün kapalı olarak mı geldin?” dedi. O da;
- Oğlumu kaybettiysem de utanma duygumu hiçbir zaman
kaybetmeyeceğim, diye karşılık verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.);
“- Senin oğlun için iki şehit sevabı vardır” buyurdu. Kadın ;
- Ya Rasûlullah bu niçindir? diye sordu. (Hz. Peygamber de)
“- Çünkü onu kitab ehli öldürdü” cevabını verdi. (Ebû Dâvûd,
K.el-Cihâd (15), Bâb 8 C.9 H.2488 S.457 Şamil 1988.)
Evet, yüzünü örttü diye suçlanan bir şehit anası ve Ehli kitab
katletti diye, kendisine iki şehit sevabı verilen şehit iddiası, yani demek
istiyorlar ki, Ehli kitapla savaşmak sevap yönünden iki misli daha fazladır. Bu
tür iddialar İslam dininden uzak iddialardır.
225- ............ İbn Ömer’den demiştir ki:
Rasûlullah (s.a.) mücahit ve atı için birisi kendisine ikisi de
atına (olmak üzere ganimet mallarından) üç pay vermiştir. (Ebû Dâvûd K.el-Cihâd
(15), Bâb 143 C.10 H.2733 S.345 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Buhâri Cihad
51; Meğazi 38; Müslim Cihad 57; Tirmizi Siyer 6,8. )
226- ... (Ebû Umre’nin) babasından rivayet etmiştir ki: Biz dört
kişi, yanımızda bir(er) atla Rasûlullah (s.a.)’in yanına gelmiştik. Bizden
herkese bir hisse, her bir at için de iki hisse ayırdı.” (Ebû Dâvûd K.el-Cihad
(15), Bâb 143 C.10 H.2734 S.347 Şamil 1990 )
227- Ümmü Harâm (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Deniz tutması sebebiyle (gemide) kusan
kimseye şehit sevabı verilir. Boğularak ölene de iki şehit sevabı vardır”.
(K.S. 1151 C.5 S.260 Akçağ, alıntısı Ebû Dâvûd Cihad 10,(2493) )
Mücahidin atı, mücahit ten iki kat daha değerlidir ve deniz
tutmasından kusana bir şehit sevabı, boğularak ölene iki şehit sevabı verilir
şeklinde uydurdukları rivayetlerin aslı olmayıp, hakaret kastıyla
uydurulmuşlardır.
228-. ... Necde b. Nüfey’den; demiştir ki: İbn Abbas’a şu;
“Eğer topluca (savaşa) çıkmazsanız (Allah) size (acı bir şekilde)
azab eder... (malindeki, Tevbe 39 ) âyeti sordum da;
- Onlardan yağmur kesildi. (Yağmur kesilmesi) onların azabıydı diye
cevap verdi. (Ebû Dâvûd K.el-Cihad (15), Bab 18 H.2506 S.489 Şamil 1988. )
Bu rivayette, topluca (seferberlik) savaşa katılmak istemeyenlere
cesaret vermek için 9 Tevbe 39 da yapılan tehdidi basit bir yağmur kesilmesi
şeklinde göstermeyi amaçlamışlardır.
Kur’an’da ise şöyle denmiştir, mealen:
- Ey iman edenler, size ne oldu ki: “Allah yolunda topluca savaşa
çıkın!” dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? Yoksa âhireti bırakıp ta dünya
hayatına mı razı oldunuz? Halbuki dünya hayatının geçimi, ahiretin yanında pek
azdır. 9/38
- Eğer topluca (savaşa) çıkmazsanız, (Allah) size acı (bir şekilde)
azab eder ve yerinize sizden başka bir topluluk getirir. O’na hiçbir zarar
veremezsiniz, Allah her şeyi yapabilendir.
9/39
Görüldüğü gibi, topluca yapılan savaşa (mazeretsiz) katılmayanlara
yapılan tehdit. Dünya ve Ahirette mahvolacakları şeklindedir. Bu itibarla
yapmış oldukları rivayetin aslı yoktur.
Rivayet ettiler ki: “Facir veya büyük günahlar işleyen her emirin
komutasında cihad etmek mecburidir. Bir kavme İslam Dinini tebliğ etmeden
ansızın saldırmak caizdir. Kuşatılan bir kale halkına isteseler bile, Allah’ın
hükmü uygulanamaz, kul hükmü uygulanır.”
Bu tür rivayetlerinin İslam Dininde yeri olmayıp, Peygambere karşı
iftirada bulunmuşlardır. Böyle yapmalarının nedeni ise, Müslüman adı takınarak
insanlara zulmen saldırdıklarında, bunun meşru bir hareket olduğu hususunda
kendilerine gerekçe uydurmak içindir. Bu konuda uydurdukları rivayet örnekleri:
229-. ... Ebû Hureyre (r.a.)’den; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.)
şöyle buyurdu:
“İyi olsun facir olsun her devlet reisi ile birlikte cihad
üzerinize (düşen) kaçınılmaz bir görevdir.......... (Ebû Dâvûd K.el-Cihâd (15),
Bâb 34 C.10 H.2533 S.14 Şamil 1990. )
Facir yahut büyük günah işleyen kimselere itaat etmemek lazım
olduğuna dair Kur’an’dan mealen:
- Rabb’inin hükmüne kadar sabret ve onlardan hiçbir günahkara,
yahut hiçbir kafire itaat etme. 76/24
- Nefsini, sabah akşam rızasını isteyerek Rab larına yalvaranlarla
bir tut . Dünya hayatının süsüne kanarak gözlerini onlardan ayırma. Kalbini
bizi zikretmekten gâfil kıldığımız kendi nefsinin arzusuna uyan ve işi aşırılık
olan kimseye itaat etme.
18/28
Görüldüğü gibi, İslâm'da günahkara itaat etmek yasaktır. Onlarsa
“Facir” kimseye itaate çağırıyorlar. Zira rivayetin Arapça aslında itaat
edilmeye çağırdıkları kimseyi “Facir” olsa dahi diye belirtmişlerdir. Facir ler
hakkında ise Kur’an’da şöyle denmiştir, mealen:
- Şerefli katipler, 82/11
- Her yaptığınızı bilirler. 82/12
- İyiler mutlaka nimet içindedirler, 82/13
- Facirler de yakıcı ateş içindedirler, 82/14
- Ceza günü oraya girerler. 82/15
- Onlar oradan (hiçbir yere kaçıp) kaybolacak değillerdir. 82/16
Facirler, Cehennemde ebedi kalacak olan büyük günah sahibi
kimselerdirler. Bunlar öyle kimselerdir ki, yer yüzünde fesat çıkarırlar.
Kur’an’dan mealen:
- Yoksa, iman edenleri ve salih amel işleyenleri, yeryüzünde fesad
çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yahut ta Allah’tan korkanları facirler gibi mi
tutacağız? 38/28
Görüldüğü gibi, “Facirler”, Allah’tan korkmayan kimselerdirler.
Allah’tan korkmayana ise itaat olmaz. Zira o kimse zalimlik yapar. Zalime uymak
zulme iştirak etmektir. Nûh peygamber, duasında “Facirlerle”, “Kafirleri” denk
tutmuştu. Kur’an’dan mealen:
- Nûh dedi ki: “Rabb’im, yeryüzünde kafirlerden tek kişi bırakma,”
71/26
- “Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; yalnız
facir, kafir (kimseler) doğururlar. 71/27
Bu itibarla uydurdukları rivayet Kur’an’a uygun olmayıp, buna göre
bir mümin kimse bir facire itaat edemez.
230-. ... İbn Avn dedi ki: Ben Nâfi’ye bir mektup yazarak, ona harb
den önce müşrikleri (İslam'a) davet etmeyi sordum, o da bana: “İslamın
başlangıcında idi. (Nitekim daha sonraki tarihlerde) Allah’ın peygamberi
Müstakil oğullarına, gafil bulundukları, hayvanlarının suya götürüldüğü bir
sırada baskın yaptı. Savaşabilecek olanlarını öldürdü, zürriyetlerini de esir
aldı. Haris’in kızı Cüveyriye’yi de o gün aldı. Bu hadisi bana (o sırada)
kendiside o ordunun içinde olan, Abdullah (b.Ömer) rivâyet etti, diye mektup
yazdı. (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 91 H.2633 C.10 S.158-159 Şamil 1990,
diğer rivayet edenler, Buhari İtk 13; Müslim Cihad 1. )
Bu rivayetleriyle İslam’dan haberi olmayan kimselere aniden saldırı
yapılabileceğini iddia etmişlerdir. Hal bu ki değil İslam’dan haberi olmayana,
haberi olup ta İslam'ı kabul etmemiş olan kimselere dahi, eğer kendileri savaş
açmamışlarsa, haksızcasına Müslümanlar onlara savaş açamazlar. Kur’an’dan
mealen:
- Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın; fakat haksız yere
saldırmayın, çünkü Allah haksız yere saldıranları sevmez. 2/190
Hatta, Müslümanlığı kabul etmemiş olanlar savaş istemeyip, barışa
yanaşırlarsa, Müslümanlar da barışa yanaşmak zorundadırlar.
Kur’an’dan mealen:
- Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a dayan,
çünkü O, işitendir bilendir. 8/61
Görüldüğü gibi hiçbir kavme, dolayısıyla hiçbir şahsa veya
şahıslara da Müslümanlar haksız yere saldırıda bulunamazlar, hatta barış
taraftarı olmak zorundadırlar. Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayetin aslı
yoktur.
Kendileri de bu rivayetlerini yalanlayan bir rivayet uydurdular.
Fakat bu rivayetin sonunda, Allah’ın hükmü yerine kul hükmü uygulanması
gerektiğini iddia ederek, kendi nefisleri üzerine kafir olduklarına şahitlik
ettiler. Zira, Kur’an öğretisine göre Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler
kafirlerin ta kendileridir.
Bu husustaki rivayetleri şöyledir:
231-. ... Süleyman b. Büreyde babası (bireyde) den; şöyle demiştir:
Rasûlullah bir seriyenin yahut da bir ordunun başına bir kumandan gönderdiği zaman ona kendi nefsi
hakkında Allah’tan korkmayı, (yine ona) yanında bulunan Müslümanlar hakkında
hayrı tavsiye eder ve (şöyle) buyururdu: “Müşriklerden olan düşman(lar)ınla
karşılaştığınız zaman, onlara şu üç yoldan birine çağırınız. Bunlardan
hangisinde sana icabet ederlerse onu kabul et ve kendilerini bırak. Onları
(önce) İslam’a çağır, eğer icabet ederlerse (bunu) onlardan kabul et ve
kendilerini (serbest) bırak. Sonra onları ülkelerinden muhacirlerin ülkesine
göçe davet et ve bunu yaptıkları takdirde, muhacirler için (tanınmış) olan
(haklar)ın onlar için de (tanınacağını) muhacirlerin üzerine (getirilmiş) olan
(yükümlülükler)in onların hakkında da (geçerli) olduğunu kendilerine bildir.
Eğer (bunu) kabule yanaşmazlar da kendi yurtlarını tercih ederlerse, onlara
müslüman bedeviler gibi olacaklarını, kendilerine Allah’ın müminler üzerine
cereyan eden hükmünün uygulanacağını, Müslümanlarla birlikte cihad etmeleri
dışında harac ve ganimetten hiçbir hisselerinin olamayacağını bildir. Eğer
İslâm'ı kabul etmezlerse onları cizye vermeye çağır. Eğer buna yanaşırlarsa
(bunu) onlardan kabul ve kendilerini (serbest) bırak. Eğer kabul etmezler artık
Allah’tan yardım dileyip onlarla savaş, eğer bir kale halkını kuşattığında
senden kendilerine, Allah’ın hükmünü uygulamanı isterlerse (bunu) onlara
uygulama. Çünkü siz Allah’ın onlar hakkındaki hükmünün ne olduğunu
bilemezsiniz. Yalnız onlara kendi hükmünüzü uygulayınız. Sonra onlar hakkında
dilediğiniz hükmü veriniz.” (Ebû Dâvûd, k.el-Cihad (15), Bâb 82 H.2612 C.10
S.122-123 Şamil, diğer rivayet edenler, Müslim, Cihad 3 ; Tirmizi, siyer 47;
İbn Mâce, 38. )
İslam'ın başlangıcında, peygamberin başında olmadığı bir ordu
teşekkülü mümkün olmadığından, bu rivayet Medine dönemi veya Medine döneminin
Mekke’nin fethinden sonra ki dönemiyle ilgili olarak uyduruluştur. Hal böyle
olunca müşrikleri üç yoldan birine çağırmak nasıl şart olur. Örneğin yeni bir
ülke İslam topraklarına katılırsa ve halkı Müslümanlığı kabul ederse niçin ve nereye
göç ettirmek mümkün olur. Göç veya başka bir ifadeyle hicret, şartların
zorlamasıyla İslam'ın yaşanmasına uygun olmayan yerden uygun yere veya İslam
toplumu oluşturmak amaçlı bir olay için bir yerden uygun bir yere gitmektir.
Yoksa sırf hicret için hicret değildir. İslam'a ait bir toprak içerisinde
hicretin manası nedir? Bir evvel ki rivayette tebliğsiz ani saldırıyı meşru kabul etmişlerdi. 231 no.lu örnekteki
rivayette üç şart vardır diye rivayette bulunmaları bir çelişkidir.
Hüküm konusunda ki iddialarına gelince, bu da Kur’an’a
uymamaktadır. Zira İslam'da hüküm yalnız ve yalnız Allah’a aittir; Allah’tan
başkası hüküm koyamaz, bundan dolayı kul hükmü uygulanır diye bir şey İslam da
mümkün değildir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- O, kendisinden başka ilâh olmayan Allah’tır. İlkte de, sonda da
(dünyada da, ahirette de) hamd O’na mahsustur; Hüküm de O’nundur ve O’na
döndürüleceksiniz. 28/70
- Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet, onların keyiflerine uyma
ve onların, Allah’ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından
sakın! Eğer dönerlerse bil ki Allah, bazı günahları yüzünden onları felakete
uğratmak istiyor olmasındandır. Zaten insanların çoğu yoldan çıkmışlardır. 5/49
- Gerçekten Tevrat’ı biz indirdik, onda yol gösterme ve nûr vardır.
(Allah’a) teslim olmuş peygamberler, onunla Yahudilere hüküm verirlerdi,
Rablerine teslim olmuş, bilginler de Allah’ın kitabından elde mahfuz kalanla
hükmederlerdi. Tevrat’a Şahit tiler. O halde insanlardan korkmayın, benden
korkun, Ayetlerimi az bir fiyata satmayın (Ve bilin ki) kim Allah’ın
indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir. 5/44
Görüldüğü gibi, Kur’an öğretisine göre hüküm ancak ve ancak Allah’a
aittir. İslam dinine göre, Allah’tan başka kimse hüküm koyamaz ve Allah’ın indirdiği
hükümlerle hükmetmek mecburidir. Aksini yapanlar Kur’an’da kafirlerin ta
kendileri olarak tanımlanmışlardır. Hal böyle olunca, Allah’ın hükmüyle değil,
kendi hükmünle hükmet diye rivayet uydurmak apaçık küfürdür.
CENNETLİKLER VE CEHENNEMLİKLER HAKKINDA
UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ
232-........... Ebû Zerr (R)
şöyle demiştir: Rasûlullah (S): “Bana Rabb’ım tarafından gelen (Cibril) geldi
de: Ümmetimden her kim Allah’a hiçbir şeyi ortak tanımayarak ölürse, o kimse
cennete girer, diye haber verdi -veyâ bununla beni müjdeledi-” buyurdu. Ben:
- (Yâ Rasûlullah!) O adam
zinâ ettiği ve hırsızlık yaptığı takdirde de (yine cennete girer) mi? dedim.
- “(Evet) zinâ ettiği ve hırsızlık yaptığı takdirde de” (Buhâri,
Kitâbu’l-Cenâiz 1 C.3 S.1174 Ötüken 1987. )
233-.............. Abdullah ibn Mes’ûd (R) şöyle demiştir:
Rasûlullah (S): “Allah’a bir şeyi ortak sayarak ölen kimse cehenneme girer”
buyurdu. Ben de: Allah’a hiçbir şeyi ortak kılmayarak ölen kimse cennete girer,
dedim. (Buhâri, Kitabu’l-Cenâiz 2 C.3 S.1175 Ötüken 1987)
234- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Beni gören veya beni göreni gören bir müslümana ateş
değmeyecektir. (K.S.4364 C.12 S.242 Akçağ, alıntısı Tirmizi, Menâkıb, (3857). )
Bu tür rivayetlerle, bir kimsenin yalnız iman etmiş olmasından
dolayı cennete gireceğini, kesinlikle cehenneme girmeyeceğini iddia
etmişlerdir. Böylece müslümanların iyi veya kötü amel işlemiş olmalarının önemi
yoktur demekle, müslümanlar arasında fesadın yayılmasını amaçlamışlardır. Bunun
yetinmeyerek bu rivayetlerine ters düşen başka rivayetler uydurmak suretiyle,
iyi ve kötü amel kavramlarını belirsiz hale getirmek ve müslümanları bu konuda
şaşkın bir duruma sokmak için çaba harcamışlardır. Zaten onların ana metodu
kavramları bozabilmek için bir konu hakkında çelişkili rivayetler uydurmaktır.
Allah’ın affıyla umutlandırmak suretiyle, insanları dini görevlerinden
uzaklaştırmak isteyenlere karşı Allah, Kur’an’da şöyle demektedir, mealen:
- Ey insanlar! Rabb’inize karşı gelmekten sakının. Ne babanın
evladı, ne evladın babası için bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki,
Allah’ın va’di haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı (şeytan),
Allah’ın affına güvendirerek sizi aldatmasın. 31/33
- Ey insanlar, Allah’ın va’di gerçektir, sakın dünya hayatı sizi
aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan), Allah(ın affına güvendirmek sûreti) ile sizi
aldatmasın. 35/5
Görüldüğü gibi, Allah, şirk koşmayan herkesi ne kadar kötü amel
Allah’ın, her şirk koşmamış olanı muhakkak bağışlayacağım diye
verilmiş bir sözü yoktur. Ancak şirk işlemiş olanlar hariç olmak üzere,
istediklerimin günahını bağışlarım demiştir. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:
- Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan
başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir
günah (ile) iftira etmiş olur. 4/48
- Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka her
şeyi dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan da uzak bir sapıklığa düşmüştür.
4/116
Görüldüğü gibi, Allah her şirk koşmayanın değil de, şirk
koşmayanlardan dilediğinin günahını bağışlayacağını va’d etmiştir.
- De ki: “Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah’ın
rahmetinden ümit kesmeyin, Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok
bağışlayan, çok esirgeyendir.” 39/53
- “Size azab gelip çatmadan Rabb’inize dönün, O’na teslim olun.
Sonra size yardım edilmez.” 39/54
- “Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada, size azab
gelmezden önce Rabb’inizden size indirilenin en güzeline (Kur’an’a) uyun.”
39/55
Evet, görüldüğü gibi, Allah’ın af vadine muhatap olan zümreden
olmak için, Allah’a dönülüp teslim olunacak. Bunun içinde Kur’an’a uymak
şarttır. Yani kişi yaşantısını Kur’an’a göre düzenleyecektir. Yoksa, Kur’an’da
gösterilen yolu boş verip günahlara dalarak, Allah’ın rahmetini ummak boş bir
hayaldir. Böyle bir iddiada bulunan ancak Kur’an ile alay etmiş olur ki,
kendisi kaybeder. Şöyle ki, yukarıda mealleri yazılı ayetlerin devamında;
mealen:
- Ki nefisler demesin: “Allah’tan yana yaptığım eksikliklerden dolayı
bana yazıklar olsun! Ben gerçekten (Kur’an ile) alay edenlerden idim.” 39/56
Kim günaha batarsa, o mahv olmuştur. Cehennemde ebedi kalacaktır.
Kurtulanlar ise inanıp yararlı iş işleyenlerdir, onlarda Cennette ebedi
kalacaklardır. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:
- Evet kim bir günah kazanır da suçu kendisini kuşatmış olursa işte
onlar, ateş (cehennem) halkıdır, orada ebedi kalacaklardır. 2/81
- İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennet halkıdır,
orada ebedi kalacaklardır. 2/82
Kur’an’da hal böyleyken, buna rağmen şu rivayeti uydurdular:
235- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “ Resûlullah
((aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mü’min, Allah indindeki ukûbeti
bilseydi, cennetten ümidini keserdi. Eğer kafir Allah’ın rahmetini bilse idi,
cennetten ümidini kesmezdi”. (K.S.1682 C.6 S.355 Akçağ 1989, alıntısı Müslim
Tevbe 23, (2755); Tirmizi Da’avât 108, (3536). )
Böylece, Müminleri Allah’ın rahmetini ummaktan dışladılar,
kafirlerin ise cennete girebileceğini imâ ettiler. Zira, ümit kesmemek bir
ihtimal varsa mümkündür. İhtimal olması halinde kafirlerinde cennete gire
bilmesi mümkün demektir. Bu ise Kur’an’a uymayan bir iddiadır. Rahmet edilecek
olanlar konusunda Kur’an’dan mealen:
- İşte bu (Kur’an) bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. O’na
uyun ve Allah’tan korkun ki size merhamet edilsin. 6/155
İslam Dinine göre kafirler, Allah’tan korkmadıkları gibi, Kur’an’a
da uymazlar. Bu itibarla Allah’ın rahmetini ummaya hakları yoktur, Kur’an’dan
mealen:
- Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenle -İşte onlar-
benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir ve onlar için acıklı bir azap vardır.
29/23
236- Bir diğer rivayette: “Kalbinde hardal tanesi kadar iman
bulunan bir kimse cehenneme girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan
kimse de cennete girmez.” (K.S. 5219 C.15 S.24 Akçağ 1992 alıntısı, Müslim iman
147; Ebû Dâvûd Edep 29,(4091); Tirmizi Birr 61, (1999). )
237-.......Bize Ebû Avâne, Abdurrahmân İbnu’z-Esbahâni’- den; o da
Ebû Sâlih Zekvân’dan; o da Ebû Said (R)’den şöyle tahdis etti........
Resûlullah, kadınlara:
- “İçinizden hiçbir kadın yoktur ki, çocuklarından üç tânesini
âhirete kendisinden önce yollasın da bunlar cehenneme karşı onun için bir perde
olmasın!” buyurdu.
Bunun üzerine kadınlardan biri:
- Yâ Rasûlullah! İki tânesi de öylemi? Dedi.
Ebû Said: Kadın “İki tâne” sözünü iki defa tekrar etti, dedi. Sonra
Rasûlullah üç kere tekrar ederek:
- “İki tâne de, iki tâne de, iki tâne de öyledir” buyurdu. (Buhari,
Kitâbu’l-İ’tisam bi’l-Kitâbi ve’s-Sünneti 41 C.16 S.7194 Ötüken 1989)
Bu tür rivayetlerle, müslüman olsun, kafir olsun herkesin cennete
gireceğini çokça iddia ve insanlara umut verdiler. Bu tür rivayetlerini dikkate
almadan da şu rivayetlerde bulundular.
238- Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim namazı kılar, zekatı verir ve Allah’a hiçbir şeyi şirk
koşmadan ölürse, ona mağfiret etmek Allah üzerine bir hak olur. Hicret etse
veya doğduğu yerde ölse de!” .......... (K.S.4662 C.13 S.243 Akçağ 1992
alıntısı, Nesâi, Cihâd 18,(6,20). )
Bu rivayette, genelleme dışına çıkarak, namaz kılma ve zekat verme
ile şirk koşmamayı şart saydılar. Yalnız bu rivayette içerik olarak asıl
amaçları hicret etmeyi önemsiz göstermektir. hal bu ki, Kur’an’da gerektiğinde
gücü yetip te hicret etmeyenler hakkında şöyle denmiştir, mealen:
- Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: “Ne
işde idiniz” dediler. Bunlar: “Biz yeryüzünde çaresizdik” diye cevap verdiler.
Melekler de: “Allah’ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” dediler.
İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş(yeri)dir. 4/97
- Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz olup hiçbir
çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır. 4/98
Demek ki, hicret etmek, iddia ettikleri gibi keyfe bağlı bir olay
değildir. İslam da, hicretin şartları oluştuğunda, gücü olup ta aksine
davrananların barınağı cehennemdir.
238- Ebu Miczel rahimehullah anlatıyor: “Hz. Muâviye radıyallahu
anh, İbnu’z-Zübeyr ve İbnu Amir (radıyallahu anhüm)’in yanlarına geldi. İbnu
Âmir ayağa kalktı, İbnu’z-Zübeyr oturdu (kalkmadı). Hz. Muâviye radıyallahu
anh, İbnu Âmir’e:
“Otur, zira Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam)’ın: “İnsanların
kendisi için ayağa kalkmalarından hoşlanan kimse ateşteki yerini hazırlasın”
buyurduğunu işittim” dedi.” (K.S. 3320 C.10 S.116 Akçağ 1990, alıntıları Ebû
Dâvûd, Edeb 165, (5229); Tirmizi, Edeb 13, (2756). )
239- Nesâi’nin bir rivayetinde Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Üç
kişi vardır, cennete girmeyecektir: Anne babasının hukukuna riayet etmeyen
kimse; içki düşkünü olan kimse; verdiğini başa kakan kimse.” (K.S. 5876 C.16
S.348 Akçağ 1993, alıntısı Nesâi, Zekat 69, (5,81). )
240- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam ölmüştü, diğer
biri, Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın işiteceği şekilde onun için şöyle
söyledi: “Cennet mübarek olsun!” Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sordu:
“Nereden biliyorsun? Belki de o mâlâyâni (lüzumsuz, boş) konuştu veya kendisini
zengin kılmayacak bir miktarda cimrilik etti!” (K.S. 5912 C.16 S.377 Akçağ,
alıntısı Tirmizi, Zühd 11. (2217). )
241- Ebû Dâvûd’da Hârise radıyallahu anhtan gelen bir rivayette,
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurmuştur: “Cennete ne zengin cimri,
ne de kaba merhametsiz girer.” (K.S. 5142 C.14 S.458 Akçağ 1992, alıntısı Ebû
Dâvûd, Edeb 8, (4801). )
242- Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kattat (söz taşıyan) cennete
girmeyecektir.”
Müslim’in rivayetinde “nenmâm cennete girmeyecektir” şeklinde
gelmiştir. (K.S. 4328 C.12 S.128 Akçağ, alıntıları, Buhari, Edeb 50, Müslim,
İman 169,(105); Ebû Dâvûd, Edeb 38,(4771); Tirmizi, birr 79,(2027). )
243- Hz. Câbir ve Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ne fâsık ne de mücâhir (günahı açıktan işleyen) kimse için
söylenen gıybet sayılmaz. Mücâhir olan hariç, bütün ümmetim affa mazhar
olmuştur.” (K.S. 4327 C.12 S.126 Akçağ, alıntısı Müslim, Zühd 52(2290), Buhari’de
ikinci kısım mevcuttur Edep 60. )
Günahı gizli işlemek şartıyla ne yapılırsa yapılsın affedilmiştir
diyorlar. Bu da Allah’ın görmesi mühim değildir, yeter ki kullar görmesin
manasındadır. hal bu ki, insanlardan gizlenip Allah’tan utanmayanlar hakkında
Kur’an’da şöyle denmiştir, mealen:
- Kendilerine hâinlik edenleri savunma; zira Allah, daima hainlik
yapıp günah işleyen kimseleri sevmez! 4/107
- (Kötü fiillerini) insanlardan gizliyorlar da Allah’tan
gizlemiyorlar. Oysa geceleyin O’nun istemediği şeyi kurarlarken O, onlarla
berâberdir. Allah, onların yaptıkları her şeyi kuşatmıştır (Hiçbir şeyi O’ndan
gizleyemezler). 4/108
- Haydi siz dünya hayatında onları savundunuz (diyelim); ya kıyamet
günü onları Allah’a karşı kim savunacak, ya da kim onlara vekil olacak? 4/109
Demek ki bu rivayetleri de Kur’an’a uymayan boş iddiadır.
244- Ebu Osmân en-Nehdi anlatıyor: “Sa’d İbnu Ebi Vakkâs
radıyallahu anh’ı dinledim. Demiştir ki: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
“İslâmda bir kimse asıl babası varken bir başkasının babası
olduğunu söylerse ve bu iddiasını da o kimsenin babası olmadığını bilerek
yaparsa, cennet ona haramdır.” (K.S. 5323 C.15 S.122 Akçağ, alıntıları Buhari,
Ferâiz 29, Megâzi 56; Müslim İman 114,(63); Ebû Dâvûd, Edeb 119,(5113). )
245- Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İçki müptelası cennete giremez.” (K.S.
7004 C.17 S.432 Akçağ 1993, alıntısı İbn-i Mace 3376. )
246- Ebu Bekr es-Sıddık radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Mü’mine zarar veren veya hile yapan
melûndur.” (K.S. 5886 C.16 S.358 Akçağ, alıntısı Tirmizi Birr 27, (1942). )
Görüldüğü gibi bu konuda örneğini vermiş olduğum ilk hadis
örneklerinde, Müslüman olan herkesin muhakkak Cennete gireceğini, Kesinlikle
Cehenneme girmeyeceğini, hatta kafirlerin dahi Cennete girmeyi umabileceğini
iddia etmişlerdi. Buna rağmen, sonraki
örneklerde ise Müslüman olup ta günah işleyen kimselerin Cehenneme
gireceklerini hatta, hiç Cennete girmeyeceklerini rivayet etmeleri açık bir
çelişkidir. Kur’an gerçeklerini anlatma kaygıları olmadığı için, daha öncede
dikkat çektiğim gibi, bu gibi çelişkili rivayetler uydurarak, havaya ve ortama
göre işlerine gelen rivayeti halka söyleme ortamı kendilerine sağlarlar. Hani
nasıl derler, gerçeklere göre değil de, nabza göre şerbet vermeye çalışırlar,
takdim ettikleri şerbetin İslami ölçülere göre zehirli olup olmaması onların
umurunda bile değildir.
Bu konudaki rivayetlerine başka açıdan örnekler verecek olursam,
şöyle ki:
247- İbnu Mes’ûd (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm ) buyurdular ki: “Çocukları diri olarak toprağa gömen
de gömülende ateştedir.” (K.S. 858 C.4 S.373 Akçağ, alıntısı Ebû Dâvûd, Sünnet
18,(4717). )
248- Ebû Dâvud’un bir diğer rivayetinde geldiğine göre, “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)’a: “Ey Allah’ın Resûlü, kim cennete girecektir?” diye
sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: “Peygamber cennetliktir, şehit
cennetliktir, Çocuk(ken ölen) cennetliktir, diri diri gömülen çocuk
cennetliktir. (K.S. 1024 C.5 S.57 Akçağ, alıntısı Ebû Dâvûd, Cihâd 27, (2521).
)
Bu iki rivayet çelişkilidir, diri olarak gömülen çocuk birinde
Cennetlikken, öbüründe ise Cehennemlik olarak belirtilmiştir.
Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir, ölen küçük çocukların İslam
dinine göre durumu nedir? İslam dinine göre daha sorumluluk yaşına gelmeden
ölen, Müslüman veya Kafir çocuğu ayırımı var mı? İnsanların dünya hayatında ki
yaşam süreleri bir birinden farklı olduğu gibi, gelişme açısından davranış
kabiliyetleri de genelde bu yaşam süreleriyle ilgilidir. Örneğin yeni doğmuş
bir bebekle, yetişkin bir insanın davranış kabiliyetleri bir birlerinden
farklıdır. İnsan uzun yıllar yaşadığı gibi, bebekken, hatta doğar doğmaz veya
daha anne karnındayken ölebilmektedir. Ve İslam dininde her nefsin sorumluluğu
sahip olduğu güce göredir. Allah hiçbir nefse yüklenemeyeceği yükü yüklemez. Bu
konuda Kur’an’dan mealen:
-Biz, hiçbir nefse gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz. Nezrimizde
hakkı söyleyen bir kitap vardır, ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. 23/62
İslam dinine göre bir insanın sorumlu olması için, İlâhi mesaja
muhatap olmuş ve İlâhi mesajdan öğüt alabilecek bir ömür müddetine sahip olması
gerekir. Kur’an’dan mealen:
- İnkar edenlere gelince de cehennem ateşi vardır. (Orada) onlara
ne (ölümle) hükmedilir ki, ölsünler ve ne de onlardan cehennem azâbı biraz
hafifletilir. İşte Biz, nankör kafirleri böyle cezalandırırız. 35/36
- Onlar orada: “Rabb’imiz bizi çıkar (önce) yaptığımızdan başkasını
yapalım” diye feryâd ederler. “Öğüt alacak olanın, öğüt alacağı kadar bir süre
yaşatmadık mı sizi? Size uyarıcı da geldi (fakat inanmadınız). Öyle ise tadın
(azâbı), zalimlerin yardımcısı yoktur.” 35/37
İnkar edenler, bölük bölük cehenneme sürüldüler. Oraya geldikleri
zaman, cehennemin kapıları açıldı, cehennemin bekçileri onlara şöyle dedi:
“Kendi aranızdan, Rabb’inizin ayetlerini size okuyan ve sizi bu gününüzle
karşılaşacağınız hakkında uyaran elçiler gelmedi mi?” “Evet, geldi dediler, ama
kafirlere azap sözü hak oldu.” 39/71
- “O halde içinde ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin.
Kibirlenenlerin yeri ne kötüymüş!” denildi.
39/72
- Kim Rabb’ine suçlu olarak gelirse onun için cehennem vardır;
orada ne ölür ne de yaşar. 20/74
Cehennem halkı öyle kimselerdir ki, Allah tekrar onları dünyaya
gönderip, İman edip iyi ameller işlemelerine fırsat verse, İman etmeyip tekrar
eski yaptıklarına döneceklerdir. Zira onlar yalancıdırlar. Kur’an’dan mealen:
- Onların, ateşin başında durdurulmuş iken: “Ah ne olurdu keşke biz
(dünyâya) geri çevrilseydik de Rabb’imizin ayetlerini yalanlamasaydık, iman
edenlerden olsaydık!” dediklerini bir görsen! 6/27
- Hayır, daha önce gizlemekte oldukları, onlara göründü. Geri
gönderilselerdi yine men’olundukları şeyi yapmağa dönerlerdi, çünkü onlar
yalancılardır. 6/28
- Kim yola gelirse kendisi için yola gelmiş olur, kim de saparsa
kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü taşımaz (herkes
kendi günahını çeker). Biz, elçi göndermedikçe azab edecek değiliz. 17/15
Görüldüğü gibi, bir insanın sorumlu olması için, Allah tarafından
bir elçinin getirdiği vahye muhatap olması, bu vahyi normalde öğrenebilecek
durumda olması ve öğüt alması, dolayısıyla düşünebilmesi için yeterli bir ömür
müddetine sahip olması gerekir. Bunun böyle olmasının nedeni, insanların
Allah’a karşı bir bahânelerinin olmaması içindir. Kur’an’dan mealen:
- Daha önce sana anlattığımız elçilere ve sana anlatmadığımız
elçilere de (vahyetmiştik). Ve Allah, Musa ile konuştu. 4/164
- (Bunları) Müjdeleyici ve uyarıcı olarak (gönderdik) ki,
peygamberler geldikten sonra insanların, Allah’a karşı bahaneleri kalmasın.
Allah üstündür, hikmet sahibidir. 4/165
Görüldüğü gibi, dini sorumluluk yüklenmemiş çocuklar, müslüman
çocuğu olsun veya olmasın cehenneme girmeyeceklerdir.
Cehennemde olmadıklarına göre cennette olabilirler mi. Kur’an’dan
mealen:
- Kim de O’na (Allah’a) iyi işler yapmış bir mümin olarak gelirse,
işte onlar içinde yüksek dereceler vardır. 20/75
- Altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri. Orada sürekli olarak
kalırlar. İşte (günahlardan) arınanların mükâfatı budur! 20/76
- İman edenler ve iyi iş işleyenler ise, onları (Ağaçları) altından
ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Onlar için orada tertemiz eşler vardır.
Onları koyu gölgeliklere sokacağız. 4/57
- (Allah’ın azâbından) korunanlara da: “Rabb’iniz ne indirdi?”
dendi. “Hayır (indirdi) dediler. Dünyâda güzel iş yapanlara güzellik vardır,
(onlar için) âhiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takvâ sahiplerinin yurdu ne
güzeldir. 16/30
- Adn cennetleri(ne), altlarından ırmaklar akan o cennetlere
girerler. Orada onlar için diledikleri her şey var. İşte Allah, takva
sahiplerini böyle mükâfatlandırır. 16/31
Yukarıdaki ayet meallerinde görüldüğü gibi ve Kur’an’daki daha bir
çok ayette, cennet ehlinin vasıfları olarak, iman etme ile birlikte salih amel
işleme ve dolayısıyla takva gösterilmiştir. Bunun içinde yeterli yaşam süresi
içinde, İlâhi vahyi kabul ve ona uygun davranıp imtihanı kazanmak gerekir.
Şimdi çocukların durumunu incelerken, daha anne karnındayken veya
doğar doğmaz ölen bir çocuğun durumunu ele alarak, o açıdan diğer dini yönden
mükellef olmamış çocukları dikkate alalım. Böyle bir kimsenin yukarıda bahsi
geçen cennet ehline ait vasıflara sahip olamayacağı açıktır. Bu konuda
Kur’an’dan mealen:
- Allah sizi annelerinizin karnından çıkardı(ğı zaman) hiçbir şey
bilmiyordunuz, size işitme (duyusu) gözler ve gönüller verdi ki şükredesiniz.
16/78
Bu durumda ölenlerin kendi tercihleri olarak işlenmiş iyi veya kötü
amelleri yoktur. Zira tercih bilmeyi gerektirir, bunlarsa bir şey
bilmemektedirler. Dini sorumluluk yaşına gelmemiş veya dini teklif altına
girmemiş akıl özürlülerin durumu da bunlar gibidir. Bu durumda ölenlerin kafir
veya müslüman çocukları olmaları arasında fark yoktur. Dolayısıyla günahları da
yoktur. Kur’an’dan mealen:
- Ve sorulduğu zaman o diri diri toprağa gömülen kıza: 81/8
- “Hangi günah(ı) yüzünden öldürüldü?” diye. 81/9
Onları diri diri toprağa gömenleri eleştiri mahiyetinde ki bu
ayetler, aynı zamanda bu çocukların günahsız olduğunu belirtmektedir.
Dolayısıyla kafir çocukları olmalarına rağmen günahları yoktur.
Bu durumda. Cennetle mükafatlandırılanlardan veya cehennemle
cezalandırılanlardan değillerse, o zaman bahsi geçen çocuklar veya onların
konumunda olanlar nerededirler?
Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Çevrelerinde, ebedi yaşama erdirilmiş çocuklar dolaşırlar; 56/17
- Kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehleri onlara
sunarlar. 56/18
- Cennetin gölgeleri, üzerlerine yaklaşmış devşirmeleri (meyveleri)
da aşağı eğdirildikçe eğdirilmiştir. 76/14
- Yanlarında gümüşten kaplar, billûr kupalar dolaştırılır. 76/15
- Gümüşten kadehler ki onları türlü ölçü ve biçimlere koymuşlardır.
76/16
- (Bu), orada bir çeşmedir ki adına sel sebil denir. 76/18
- Çevrelerinde de ebedileşmiş çocuklar dolaşır ki, onları görsen,
kendilerini saçılmış inci sanırsın. 76/19
- Nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün. 76/20
Cennet ehline hizmet eden bu çocuklar Kur’an’da tanımlanırken
“Vilden” yani doğumla çoğalmış olarak belirtilmişlerdir, ayrıca “ebedileşmiş”
olmalarının belirtilmesi de, onların önceden ölümlü oldukları ve ölümü
tattıklarını belirtir. Ebedileşmiş olmaları sonradan kazandıkları bir vasıftır.
Durum böyle olunca, bence anlaşılan odur ki, cennet ehline hizmet eden bu
çocuklar, din teklifine muhatap olmadan ölen çocuklardır. Ayrıca, yetişkinlik
yaşına kadar yaşam sürmelerine rağmen akıl özürlü olup dini teklif altına
girmeyenleri de bu çocuklar konumunda düşünmemiz mümkündür. Ancak yaşamlarının
ancak belirli bir süresinde akıl özürlü olanlar, özürlü olmadıkları yaşam
sürelerinde ki amelleriyle yükümlüdürler.
İslam inancına göre ölenler yaşları ne olursa olsun ikinci bir
sefer tekrar imtihan için dünyaya dönmezler. Dini teklif altına girmek
suretiyle sorumluluk almamış olan bu kimselerin günahkarlıkları olmadığı gibi,
yetişkin insanların bilerek işledikleri amelleri gibi iyi amelleri de yoktur.
Bundan dolayı cennetteki konumları dünyadaki yaşamlarına uygundur. Dünya
yaşamında çiçek neyse, küfür ve günaha bulaşmamış bu masum çocuklar da onlar
gibidir. Onlar, Ahrette de cennetin güzel süslerindendirler, Allah onların bu
durumlarını saçılmış inci benzetmesiyle bize bildirmiştir. Böylece de cennet
ehli çocuksuz kalmamış olmaktadırlar.
Ölenlerin ikinci defa dünyaya imtihan edilmek üzere
dönmeyecekleriyle ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- İnkar edenlere de bağrılır: “Allah’ın (size) kızması, sizin kendi
kendinize kızmanızdan daha büyüktür. Zira siz imana çağrıldınız da inkâr
ederdiniz!” 40/10
- Dediler ki: “Rabb’imiz, bizi iki kez öldürdün ve iki kez
dirilttin. Günahımızı itirâf ettik, Şimdi (şu ateşten) çıkmak için (bize) bir
yol var mı (acaba)?” 40/11
- Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki, siz ölüler idiniz, o sizi
diriltti; yine öldürecek, yine diriltecek; sonra O’na döndürüleceksiniz. 2/28
Görüldüğü gibi Kur’an’da iki ölüm ve iki diriliş bildirilmiştir.
İlk ölüm dayaya gelmeden önce , Ruh’un dünyaya gelmeden önceki bedensiz
halidir. Daha önce Kur’an’dan örnek vererek uyku ve ölüm bağıntısından
bahsetmiştim. Uyku ve Ölüm Ruh’un yok olması değil, bedenden ayrılmasıdır.
Ruhla beden canlılığı da aynı şey değildir, zira insan uykudayken kıpırdar,
Ölmüş halde de tırnaklar ve saç uzar, fakat bedende Ruh mevcut değildir. Bundan
dolayı konunun anlaşılması açısından bedenin canlılığını ve Ruh’un varlığını
karıştırmamak lazımdır. Örneğin aniden kopan bir el veya ayak kısa bir müddet
te olsa hareket edebilir bu onun bir parça canlılık taşıdığını gösterir, buna
rağmen koptuğu bedenin benliğinde bir noksanlık meydana gelmez. Bundan dolayı
Ruh’la canlılığın ayrı şeyler olduğu görülebilir. İkinci ölüm dünya hayatından
ayrıldığımızda bildiğimiz ölüm halidir. Birinci diriliş dünyaya geldiğimiz
haldir. İkinci diriliş, Ahrette dirildiğimiz haldir. Bundan dolayı, Kur’an’a
göre, ikinci bir diriliş haliyle imtihan için tekrar dünyaya dönülüp dirilme
yoktur. Tenasüh veya Reenkarnasyon inancı Kur’an’a göre geçersizdir.
Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir, madem ki İslam dini açısından
dünya imtihanı bir seferle sınırlıdır, o zaman yetişkin olarak yaşam süren akıl
özürsüz her insan dini tebliğ almakta veya alabilecek durumda mıdır. Yoksa,
bazı insanlar dünyanın ücra veya bazı yerlerinde dini tebliğden uzak ve
habersiz olarak yaşam sürüp ölmekte midirler?
Kur’an’ı esas alarak konuya bakacak olursak, her ümmete muhakkak
bir uyarıcının (Nezir, başka bir ifadeyle peygamber) gönderildiğini görürüz.
Kur’an’dan mealen:
- Biz seni gerçek ile birlikte müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Her ümmet içinde mutlaka bir
uyarıcı bulunmuştur. 35/24
- Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman,
aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez. 10/47
- Andolsun ki biz, “Allah’a kulluk edin ve Tâğût’tan sakının” diye
(emretmeleri için) her ümmete peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını
doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde
gezin de görün, yalanlayanların sonu nasıl olmuştur! 16/36
Peygamberimiz ise alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.bunun
manası, gelmesiyle birlikte bütün alemlerin peygamberi olduğudur, bundan dolayı
bütün alemler Kur’an’a uymakla yükümlüdür. Peygamberimizden sonra peygamber
gelmeyeceğinden, kendisine ulaşmanın tek yolu getirdiği Kur’an’a uymaktır.
Peygamberler din tebliğinde, yanlış tebliğden masum idiler, onların dışında
olan bizler böyle bir vasfımız olmadığından söylediğimiz bütün dini sözlerin
Kur’an ölçüsüne göre denetlenerek, uygun olduğu görüldükten sonra kabul
edilmesi gereklidir, uygun değilse İslam dini açısından geçerliliği
olmadığından red edilmesi gerekir. İslam dinini anlaşılmasında tek kaynak ve
tek ölçü Kur’an’dır.
Kur’an’dan mealen:
- (Ey Muhammed), biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.
21/107
Peygamberin getirmiş olduğu tebliğden istifade edip, hidayet bulmak
için, Kur’an’dan mealen:
- Tâğût’a ibadet etmekten kaçınan ve Allah’a yönelenlere müjde var.
Müjdele kullarımı: 39/17
- Onlar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar
Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar aklıselim
sâhipleridir. 39/18
- O’dur ki size âyetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık
indiriyor. Ancak (Allah’a) yönelen öğüt alır. 40/13
- Kafir olanlar diyorlar ki: Ona Rabbi’nden bir âyet (mucize)
indirilmeli değil miydi? De ki: Kuşkusuz Allah dilediğini saptırır. Kendisine
yönelenleri hidayete erdirir. 13/27
- “Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye Nuh’a tavsiye
ettiğini sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi
Allah size din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu(din), Allah’a ortak
koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de
doğru yola iletir. 42/13
- Hiçbir musibet, Allah’ın izni olmadıkça isabet etmez. Kim Allah’a
iman ederse, Allah da onun kalbine hidayet verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
64/11
Bir insanın hidayet bulması için, Allah’a yönelmesi, doğru yolu
arzu etmesi gerekir. Allah, kendisine iman edenin kalbine hidayet verir. Bunun
için insanın, dünyanın neresinde olduğu veya hangi devirde yaşadığı mani teşkil
etmez.
Daha öncede Kur’an’a dayalı olarak belirttiğim gibi, insan fıtrat
yani yaratılış olarak muvahhid tir. Allah’ın tek İlâh olarak Rabb’i olduğu
gerçeğinin üzerini örtmeyip, buna iman eden kimse, Allah’ın hidayet vermesiyle
kalbinde hidayet bulur. Rabb’inin kim olduğunu ve hayat gerçeğinin manasını
amel olarak öğrenme olayına giriştiğinde, örneğin, kendisini kimin yarattığını,
dünyaya nereden geldiğini, dünyada bulunmasının amacını ve öldükten sonra
nereye gideceğini merak ederek öğrenmeyi araştırdığında, doğrulardan hoşlanıp
benimseme isteğinde bulunması halinde, Allah onun kalbine hidayet ederek,
Vahiyden istifade etmesinin yollarını açar.
İnsanın fıtrat en hanif yani Allah’ı bir tek İlâh olarak kabul
etmeye uygun yaratıldığı hususunda, Kur’an’dan mealen:
- Sen yüzünü, Allah’ı birleyici (hanif) olarak doğruca dine çevir.
Allah’ın yaratmasına (fıtratına) ki, Allah insanları bu fıtrat üzerine
yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur. Fakat
insanların çoğu bilmezler. 30/30
Bu konuyla ilgili olarak İbrahim peygamberi örnek gösterecek
olursak, Kur’an’dan mealen:
- İbrahim, babası Âzer’e demişti ki: “Sen putları ilâhlar mı
ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum.”
6/74
- Böylece biz İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu (iç yüzünü)
gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun. 6/75
- Üzerine gece basınca (İbrahim) bir yıldız gördü; “Budur Rabb’im”
dedi. Yıldız batınca: “Batanları sevmem”, dedi. 6/76
- Ay’ı doğarken görünce: “Budur Rabb’im” dedi. O da batınca
“Rabb’im beni doğru yola iletmezse, muhakkak sapıklığa düşmüş topluluktan
olacağım” demişti. 6/77
- Güneşi doğarken görünce: “Budur Rabb’im, bu daha büyük” dedi. (O
da) batınca dedi ki: “Ey kavmim, ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden
uzağım.” 6/78
- Ben hanif olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a
çevirdim ve ben müşriklerden değilim. 6/79
Böylece hidayet buldu, Allah ona peygamberlik verdi ve onu dost
edindi. Kur’an’dan mealen:
- İşlerinde doğru olarak kendini Allah’a teslim eden ve İbrahim’in,
Allah’ı bir tanıyan (hanif) dinine tabi olan kimseden dince daha güzel kim
vardır? Allah İbrahim’i (kendine) dost edinmişti. 4/125
Hidayet bulmayanların durumuna gelince, bunlar hidayeti istemeyip
hidayete götüren gerçeklere gözünü kapatıp, bu gerçeklerin üzerini örten
kimselerdir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Gece ve gündüzün değişmesinden ve Allah’ın, göklerde ve yerde
yarattığı şeylerde (Allah’ın azabından) korunan bir topluluk için nice deliller
(ayetler) vardır. 10/6
- Bize kavuşmayı ummayan, dünya hayatına razı olup onunla
yetinenler ve ayetlerimizden de gâfil olanlar, 10/7
- İşte kazandıkları işlerden dolayı onların varacakları yer,
ateştir! 10/8
- Dünya hayatından sâdece (görünen) dış yüzünü bilirler; âhiretten
ise onlar tamâmen gafildirler. 30/7
- Kendi nefislerinde hiç düşünmediler mi ki Allah, gökleri, yeri ve
aralarındakileri ancak hak ile ve belli bir süre ile yaratmıştır. İnsanlardan
çoğu, Rab’lerine kavuşmayı inkâr etmektedirler. 30/8
Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri ayetlerimden
uzaklaştıracağım. Onlar her ayeti görseler de ona inanmazlar. Doğru yolu
görseler, onu yol edinmezler, ama azgınlık yolunu görseler, onu yol edinirler.
Bu onların ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlara karşı gâfil
olmalarındandır. 7/146
Görüldüğü gibi, hidayet bulmayanların, hidayet bulmamalarının
nedeni bilgi kaynaklarının noksanlığından değil de, hidayeti bulmak
istememelerindendir. Bunlar öyle kimselerdir ki, Allah’a kavuşmayı ummazlar,
dünya hayatına razı olup onunla yetinerek, ayetleri boş verirler. Yer yüzünde
büyüklenip, ayetleri yalanlayarak umursamazlar.
İnsanın bizzat kendisi, yer gök ve bunlar arasında bulunanlar bir
harikalar alemidir. İnsan nereye dönüp baksa kendisini hayretlere düşürecek bir
olayla karşılaşır, yeter ki bakmasını bilsin. Bizzat yaratıkların var olmasının
varlığı bir harika olaydır. Varlık üzerinde derinleşerek bakanların hayretler
içinde kalacağı bir çok olaylar olduğu gibi, dikkatlice biraz bakanların da hayretler
içinde kalacağı olaylar mevcuttur. Örneğin: çok kolay bir şekilde, gözün ve
tırnakların yaptıkları işe, yapılarına ve yerleşim yerlerine bak, hayretler
içinde kalmamak mümkün mü? Başını kaldır ve gökyüzüne bak, güneşin, ayın ve
yıldızların yaptıkları işe ve yerleşim yerlerine dikkat et, hayretler
içerisinde kalırsın. Hele alemin yaratılışını ve var olmasını imkanlar
nispetinde derinlemesine incelediğinde sonsuza kaçan bir hayretler zinciriyle
karşılaşırsın. Alemde hiçbir şey boş, manasız sebepsiz değildir. Hele hayatın
kendisi! Biz kimiz, nerden geldik, bu dünya ve içerisinde bulunduğu alem
neresidir, ölüp te buradan ayrıldığımızda nereye gitmekteyiz, ölü bedenlerin
genelde mezara taşındığını herkes bilebilir, fakat konu bu değildir zira biz
bedenden ibaret değiliz, bedenle birlikte ruh denen bir varlığımız vardır,
mahiyetini bilmediğimiz bu varlığın ölüm halinde bedende mevcut olmadığını
gözlemlerimizle göre bilmekteyiz. Ölü bedenle bir arada, canlı haldeki gibi
mezara gitmediği kesin ulan bu varlık, ölüm olayı meydana geldiğinde ne olmakta
veya hangi konuma girmektedir, biz bunu duyularımızla ve gözlem araçlarımızla
görememekteyiz. O zaman bu dünya hayatının ötesinde ne vardır ve bizi ne
beklemektedir, biz aleme baktığımızda manasız hiçbir şey bulamıyoruz,
hayatımızın bir manasının olmaması mümkün değildir. Bütün bunların sahipsiz ve
başıboş olması da mümkün değildir. Hele büyük bir düzene sahip olan alemde, bir
adaletin olmaması da mümkün değildir, örneğin bir çok zalim bu dünyada ceza
görmeden, zulmünü sürdüre sürdüre ölüp gitmekte, birçok iyi kimsede, bu dünyada
iyiliğinin karşılığını tam görmeden iyilik yapmayı sürdürerek ölüp gitmektedir.
Ne zalimin cezasız nede iyi kimsenin mükafatsız kalmaması adaletin gereğidir. O
zaman bu adalet nerede ve kimin tarafından gerçekleştirilmektedir. İnsan bu
şekilde, Allah’ın varlığının ve birliğinin, ahret hayatı denen olayın
işaretlerini bulabilir. İlâhın tek olması ve Takdir ettiği Adaletinde tek
olması şarttır. İlâh, birden fazla olursa alemde üstün gelme mücadelesini
yansıtan bir çatışma baş gösterirdi, fakat böyle bir şey görememekteyiz. Takdir
ettiği adalet birden fazla olmuş olursa, iyi ve kötü, güzel ve çirkin belirsiz
hale gelirdi fakat böyle bir şey de mevcut değildir, basitçe şöyle diyeyim, her
nefis kendisine şeker veren ile, dayak atanı kolayca bir birinden ayıra bilir.
Öyleyse iyi ve kötüyü tayin eden adalette birdir. Bizi sayamayacağımız kadar
çok nimetlerle, rızıklandıran Allah, faydamıza olan bilgiyle de
rızıklandırmıştır. Bunun için, Allah bir rahmet olarak, insanları bir çok
konuda bilgilendirmek için peygamberleri göndermiştir. Hem de dini sorumluluk
taşıyabilecekler arasında fert bazında olsa dahi bir boşluk meydana getirmeden,
Yeter ki, insan hidayeti gerçek manada istesin ve yönelsin ve böylece
rızıklansın, dünyanın neresinde ve hangi devirde olursa olsun, Allah ona
hidayet eder. Hidayeti boş verip dünya hayatına razı olursa varacağı yer
ateştir. Ayrıca boş vermekle kendisine layık gördüğü elbise hiçliktir.
Peygamberlerin fertlere ve kitlelere erişmeleri açısından örnek
verecek olursak, Kur’an’dan mealen:
Rahmân ve Rahim Allah’ın adıyla.
- Yâsin 36/1
- Hikmetli Kur’an’a andolsun. 36/2
- Sen elbette gönderilmiş elçilerdensin. 36/3
- Doğru bir yol üzerinde. 36/4
- Üstün ve çok merhametli Allah’ın indirdiği (Kur’an yolu)
üzerindesin. 36/5
- Babaları korkutulmamış ve gafil bulunan bir kavmi (kendisiyle)
uyarman için gönderildin. 36/6
- (Mûsâ’ya) seslendiğimiz zaman sen Tur’un yanında değildin. Fakat
Rabb’inden rahmet olarak (orada geçenleri sana bildirdik)ki senden önce bir
uyarıcı (peygamber) gelmemiş olan kavmi uyarasın; belki düşünüp öğüt alırlar.
28/46
Peygamberin uyardığı kavme, önceden uyarılmamış olan babaları da
dahildir. Yoksa ondan önce Araplar hiç uyarılmamış demek değildir. Kâbe’nin
temellerini, İbrahim ve İsmâil peygamberlerin yükselttiğini düşün, Kur’an’dan
mealen:
- İbrahim, İsmâil’le berâber Ev’in (Kâbe’nin) temellerini
yükseltiyor: “Rabb’imiz bizden kabûl buyur, şüphesiz sen işitensin bilensin.”
2/127
Peygamberin, 36 Yasin 6 ve 28 Kasas 46 da bildirilen bizzat
kendisinin tebliği ve kavimle ilişkisi, çağdaşlık ve yakın çevreyi uyarı
ilişkisidir. Yoksa getirmiş olduğu vahiy kıyamete kadar tüm insanlar ve cinler
için olup, kendisi alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.
Kendisinden önce de, bütün ümmetlerin mutlaka peygamberi vardı.
Kur’an’dan mealen:
- Andolsun senden önce, evvelki (millet)lerin kolları içinde de
elçilere gönderdik. 15/10
- Biz seni gerçek ile birlikte müjdeleyici ve uyarıcı olarak
gönderdik. Her ümmet için mutlaka uyarıcı (gelip) geçmiştir.
35/24
- Andolsun ki, biz senden önce peygamberleri kavimlerine gönderdik;
onlara deliller getirdiler ve biz, (onları dinlemeyip) suç işleyenlerden öç
aldık. Müminlere yardım etmek üzerimize borç idi. 30/47
- Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman,
aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez. 10/47
Görüldüğü gibi her ümmet için mutlaka bir uyarıcı vardır. Ümmet,
herhangi bir hususiyet ile bir araya gelmiş olan her cemaate ümmet dendiği
gibi, ayrı hususiyetleri olan tek bir fert bile bir ümmettir, bundan dolayı
fert olsun topluluk olsun herkese mutlaka uyarıcı gelmiştir, uyarıcının gelmesi
getirdiği mesajın ulaşması demektir, örneğin Kur’an kime ulaşırsa sanki
peygambere muhatap olmuş gibi, getirdiği mesajı almış demektir.
Ümmet konusunda Kur’an’dan mealen:
- İbrahim Allah’a itaât eden, O’nu birleyen bir ümmet idi, Ortak
koşanlardan değildi. 16/20
Bu da gösteriyor ki yetişkin insanların tamamının dini vahiyden
istifade imkanı vardır. Eğer bir kimse gerçek manada hidayeti arzu ederse,
Allah ona işittirir ve hidayet eder.
Tekrar Kütüb-i Sitte’deki konularımıza dönecek olursak:
249- Ahnef İbnu Kays radıyallahu anh anlatıyor: “Şu adamı
kastederek (evden) çıkmıştım. Yolda Ebu Bekre radıyallahu anh’a rastladım. “Ey
Ahnef nereye gidiyorsun?” dedi. “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın amca
oğluna yardım etmeyi arzu ediyorum!” dedim. “Dön! Dedi. Zira ben, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm’ın şöyle söylediğini işittim: “İki müslüman kılıçlarıyla
birbirlerinin üzerine yürürlerse öldüren de ölende ateştedir!”......... (K.S.
4805 C.13 S.475 Akçağ 1992 alıntısı, Buhâri, Diyât 2, Fiten 10; Müslim Fiten
14,(2888); Ebû Dâvûd, Fiten 5,(4268); Nesâi, Tahrim 29,(7,125). )
Bu rivayetleriyle, zulmen saldırıya uğrayıp ta meşru müdafaa
hakkını kullananın hakkını inkar etmişlerdir. Bu Kur’an’a uymayan bir iddiadır.
Bu hususta Kur’an’da şöyle denmiştir, mealen:
- İşte böyle, Her kim, kendisine verilen eziyetin dengi ile
karşılık verir de, bundan sonra kendisine yine bir tecâvüz ve zulüm vâki
olursa, emin olmalıdır ki, Allah ona mutlaka yardım edecektir. Hakikaten Allah
çok bağışlayıcı ve mağfiret edicidir.
22/60
- Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin. Kim zulmen
öldürülürse, onun velisine yetki verdik. (öldürülenin hakkını arar. Ancak o da)
öldürmede aşırı gitmesin (katil yerine, katilin akrabasını veya katille beraber
bir başkasını öldürmesin) Çünkü kendisine yardım edilmiş (yetki verilmiş)tir.
17/33
- Eğer Müminlerden iki grup vuruşurlarsa onların arasını düzeltin;
şayet biri ötekine saldırırsa Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran
tarafla vuruşun. (Allah’ın buyruğuna) dönerse artık adâletle onların arasını
düzeltin ve (her hususta) âdil olun. Allah, adâlet(le hareket) edenleri sever.
49/9
Bu itibarla uydurdukları rivayet Kur’an’a uymadığı gibi, şu
rivayetleriyle de çelişkilidir:
250- Abbâs İbnu Mirdas es-Sülemi radıyallahu anh’ın anlattığına
göre: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,.................. “Allah’ın düşmanı
İblis, Rab Teâla hazretlerinin, ümmetimin hepsini mağfiret buyurduğunu
öğrenince, yerden toprak alıp kendi yüzüne saçtı ve “Yazıklar olsun bana! Helak
oldum, her emeğim boşa gitti!” diye bağırıp çağırmaya başladı. Onun bu korku ve
üzüntüsünü görmek beni güldürdü” (K.S. 6901 C. 17 S.379 Akçağ 1993 alıntısı,
İbn-i Mace 3013)
Yukarıda ki rivayette, Allah’ın zalim olsun mazlum olsun tüm Muhammed
ümmetini af ettiğini söylemeleri evvelki rivayetleriyle çelişkilidir. Ayrıca,
bütün Muhammed ümmetinin affedildiği şeklindeki rivayetlerinin asılsız olduğunu
evvelce belirtmiştim.
251- Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: “Müslüman bir kimse öldü mü, Allah ona bedel bir Yahudi
veya Hıristiyan’ı cehenneme koyar.” (K.S. 4514 C.13 S.75 Akçağ, alıntısı
Müslim, Tevbe 50,(2767). )
Bu rivayet, Allah’a karşı yapılmış büyük bir iftiradır. Bir kimse
bir suçu işlememişse o suçtan dolayı, Allah ona azap etmez. Şöyle ki,
Kur’an’dan mealen:
- De ki: “Bizim işlediğimiz suçtan siz sorulacak değilsiniz; biz de
sizin işlediğinizden sorulacak değiliz.” 34/25
- Yoksa kendisine haber mi verilmedi: Mûsâ’nın sahifelerinde
(yazılı) olan. 53/36
- Ve çok vefâlı İbrahim’in (sahifelerinde yazılı şu gerçekler):
53/37
- Ki hiç bir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez. 53/38
Bu itibarla tahdis etmiş oldukları
rivayet, Kur’an’la çelişkili olup aslı yoktur.
252- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“kıyamet günü, ateşten bir parça, boyun şeklinde uzanır. Bunun, gören
iki gözü, işiten iki kulağı, konuşan bir dili vardır. Der ki: “Ben üç takım
(insanı cezalandırmak) için vazifelendirildim: Allah’la birlikte bir başka
ilaha dua eden kimse, bile bile zulmeden cebbâr, tasvirciler.” (Resim, heykel
v.s. Yapanlar) (K.S. 5121 C.14 S.440 Akçağ, alıntısı Tirmizi, Cehennem 1,
(2577) )
253- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“................ Kim bir sureti tasvir ederse (Kıyamet günü) azaba
uğrar ve bu yaptığına ruh üflenmesi emredilir, ama üfleyemez.” (Bu cehennemde
ebedi kalacağı manasındadır) (K.S. 5895 C.16 S.364 Akçağ, alıntısı Buhari,
Ta’bir 45; Ebû Dâvûd, Edeb 96, (5024); Tirmizi, Rü’ya 8, (2284). )
Bu iddialarının aslı yoktur. İslam Dininde değil resim yapmak,
heykel yapmak dahi men edilmemiştir, hatta övülmüştür. Şöyle ki, Kur’an’dan
mealen :
- Süleyman’a sabah gidişi bir ay(lık mesâfe), akşam dönüşü bir bir
ay(lık mesafe) olan rüzgarı boyun eğdirdik ve onun için erimiş bakırı da
kaynağından sel gibi akıttık. Rabb’inin izniyle cinlerden bir kısmı, onun
önünde çalışırdı. Onlardan kim buyruğumuzdan sapsa, onu alevli azâbı
taddırırdık. 34/13
- Ona dilediği gibi kaleler, heykeller, havuzlar kadar (geniş)
leğenler, sâbit kazanlar yaparlardı. “Ey Davud âilesi, şükredin!” kullarımdan
şükreden azdır. 34/13
Görüldüğü gibi, heykel yapılması kötülenmemiş, aksine şükredilmesi
gereken bir nimet olarak tanımlanmıştır. Zira yasak olan heykel yapmak değil,
heykele tapmadır, bunların ikisi aynı şey değildir.
254- İyâs İbnu Sa’lebe el-Hârisi radıyallahu anh anlatıyor:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim müslüman bir kimsenin
hakkını, yemini ile ele geçirirse artık onun için cehennem vacib olmuştur.
Allah Teâla ona cenneti de mutlaka haram kılmıştır.”
“Ey Allah’ın Resûlü! Az bir şey olsa da mı?” diye sormuşlardı.
“Misvak ağacından bir çubuk bile olsa! cevabını verdi.” (K.S. 5822
C.16 S.295-296 Akçağ, alıntısı Müslim, İmân 218,(137); Nesâi, Kadâ 29,(8,246).
)
255- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “İki kişi Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm’ın huzurunda murâfaa olundular. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm müddeiden (davacıdan) beyyine (delil, şahit) talep etti. Adamın bey
yinesi yoktu. Bunun üzerine davalıdan yemin talep etti. O, kendisinden başka
ilah bulunmayan Allah’a kasem etti. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
“Hayır, sen (iddia edileni) yaptın. Ve lâkin La ilahe İllallah
sözündeki ihlas sebebiyle mağfiret olundun!” buyurdu.” (K.S. 5832 C.16 S.308 Akçağ,
alıntısı Ebû Dâvûd, Eymân 16,3275). )
İki rivayetin çelişkili olduğu açıktır. Birinde yalan yemin eden
ebedi cehennemlik olurken, diğerinde peygamber huzurunda muhakeme edilirken
yalan yere yemin eden af ediliyor.
256- Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: “Hakkıyla
cehennemlik olan cehennemlikler var ya, onlar cehennemde ne ölürler ne de
yaşarlar. Lâkin günahları -yahut hataları denmiştir- sebebiyle ateşe dûçar olan
bir kısım kimseler vardır ki, ateş onları tamamen öldürür. Yahut kömür olduktan
sonra, kendilerine şefaat edilme izni verilir. Böylece grup grup getirilirler
ve cennet nehirlerine dağıtılırlar. Sonra:
“Ey cennet ehli! Bunların üzerine su dökün” denilir. Bunlar, sel
yatağında biten bir ot gibi yeniden biterler.” (K.S. 5152 C.14 S.467 Akçağ,
alıntısı Müslim, İman 306, (185). )
257- İmrân İbnu Husayn radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm’ın şefaati ile bir kısım insanlar cehennemden çıkacak,
cennete girecektir. Bunlara cehennemlikler denecektir.” (K.S. 5154 C.14 S.469
Akçağ, alıntıları Buhari, Rikâk 513, Ebû Dâvûd, Sünnet 23,(4740); Tirmizi,
Cehennem 10,(2603). )
258- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cehenneme giren iki kişinin oradaki
bağırtıları şiddetlenecek. Allah Teâla Hazretleri: “Çıkarın bunları!”
buyuracak. Onlara: “Niçin bağırıyorsunuz?” diye soracak. Onlar: “Bize merhamet
edesin diye böyle yaptık!” diyecekler. Rab Teâla: “Benim size rahmetim gidip kendinizi
ateşe atmanız şeklindedir!” buyuracak. Onlar gidecekler. Biri kendisini ateşe
atacak. Allah da ateşi ona soğuk ve selametli kılacak. Diğeri kalkar fakat
kendisini ataşe atamaz. Allah Teâlâ hazretleri: “Arkadaşının attığı gibi, seni
de kendini atmaktan alıkoyan nedir?” diye sorar. Adam: “Ey Rabbim, beni ondan
çıkardıktan sonra oraya bir kere daha göndermeyeceğini ümit ediyorum!” der.
Allah Tealâ hazretleri: “Haydi ümidini verdim!” der. İkisi de Allah’ın
rahmetiyle cennete sokulurlar.” (K.S. 5155 C.14 S.469-470 Akçağ, alıntısı,
Tirmizi, Cehennem 10,(2602). )
Daha önce verdiğim örneklerde Mümin olarak ölen kimselerin günahı
ne kadar çok olursa olsun cehenneme hiç girmeden cennete gireceğini, hatta
Peygamberi gören veya peygamberi göreni gören kimseye ateş değmeyeceğini iddia
ettiklerini rivayet örnekleriyle birlikte vererek yazmıştım. Yukarıdaki
rivayetlerde bir kısım kimselerin ateşe girdikten sonra çıkacaklarını iddia
etmeleri çelişkilidir.
Bu tür rivayetlerle, cehenneme giren bir kısım insanların bir
müddet azab gördükten sonra ordan çıkarılıp cennete götürüleceklerini iddia
ettiler. Güya bir kısmı peygamberin şefaat etmesiyle ve hatta bir kısmı da
bağırıp feryat etmekle cehennemden kurtulmasının mümkün olduğunu tahdis
ettiler. Bu ise, insanları boş umutlara sürükleyen, onların takvalı
olmamalarına sebep olan bir iddiadır. Cehenneme girdikten sonra, oradan
çıkarılıp cennete götürüleceğine umut bağlayan bir çok kimse. Ben müslümanım bu
bana yeter deyip, dini görevlerini yerine getirmediği gibi, haramlardan da
kaçınmamaktadır. Hal bu ki durum hiçte öyle değil. Cehenneme azap görmek üzere
giren bir kimse ebediyen, ne azaptan kurtulur, nede cehennemden çıkar. Bu husus
çok önemli olduğundan tekrar belirtmemde fayda vardır. Bu konuda Kur’an’dan
mealen:
- Suçlular, cehennem azâbında ebedi kalacaklardır. 43/74
- Kendilerinden (azâb) hiç hafifletilmeyecektir. Onlar azâb içinde
ümitsizdirler 43/75
- Biz onlara zulmetmedik; fakat onlar kendileri zâlim idiler. 43/76
- “Ey Malik! Rabbin bizim işimizi bitirsin!” diye seslenirler.
Malik de “Siz böyle kalacaksınız!” der. 43/77
Görüldüğü gibi, cehennem ehlinin cennete gidip girmeye umutları
olmadığı gibi. Azaptan kurtulmak için yok olmayı istiyorlar o dahi kabul
edilmiyor. Allah tarafından af edilenler, cehenneme hiç girmeden, cennete gidip
girerler. Cennete girdikten sonra ordan da bir daha çıkmak çıkmak söz konusu
değildir. Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayetlerin aslı yoktur.
259- ........... Bana kardeşim Abdulhamid, Süleymân ibn Bilal’dan;
o da Sevr’den; o da Ebû’l-Gays’tan; o da Ebû Hüreyre (R)’den tahdis etti ki,
Peygamber(S) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü ilk çağrılacak kimse Âdem
Peygamberdir. Zürriyeti ona arz olunup görürler. Onlara:
- Bu, babanız Âdem’dir! denilir.
Âdem:
- Lebbeyke ve sa’deyke (yâ Rabb)! der.
- Zürriyetinden cehennem kafilesini çıkar(gönder)! buyurur.
Âdem:
- Yâ Rabb! Ne kadar çıkarayım? der.
Allah:
- Her yüz kişiden doksan dokuzu çıkar buyurur”. ...........
(Buhari, Kitâbu’r Rikaak H.116 C.14 S.6442 Ötüken 1989 )
260-............ Ebû Said (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu: “Allah Taâlâ:
- Yâ Âdem! buyurur.
Âdem hemen cevâp olarak:
- Yâ Rabb, mükerreren icâbet eder, her emrini yerine getirmeye
dâimâ kıyâm eylerim. Ve her hayır Sen’in iki elinde(emir ve nehyinde)dir, der.
Allah Teâla:
- Ateşe girecekleri (halk arasından) çıkarıp gönder! der .
Âdem:
- Yâ Rabb, ateşe göndereceklerinin miktarı ne kadardır? diye sorar.
Allah Taâlâ:
- Her bin kişiden dokuzyüzdoksandokuzu! diye cevâb verir. .......”
(Buhari, Kitâb’r-Rikaak H.117 C.14 S.6443-6444 Ötüken 1989)
Bu iki rivayet çelişkilidir, birinde yüz kişiden bir kişi
kurtulacak derken, öbüründe bin kişiden bir kişi kurtulacak denmiştir. Arada
tam on misli fark vardır. Rivayetleri incelediğimde dikkatimi çeken şeylerden
biri; bu rivayetleri uyduranların rakamlarla aralarının pek barışık
olmadığıdır. Bu itibarla, rakamsal çelişkiye düşülen bu rivayetlerinde aslı
yoktur.
Ayrıca, hesap günü cehennemlikleri bir araya getirmek ve cehenneme
sürmek Adem peygamberin işi olmadığı gibi, insanlar hesaba çekilmek üzere ayrı
ayrı gruplar teşkil ederek ve her insanın kendi imamıyla olması şeklindedir.
Her insan hayattayken kimi önder kabul edip onun peşinden gitmişse, ahrette de
hesabını almaya onunla birlikte gider. Kıyamet günündeki durumlarla ilgili
olarak Kur’an’dan bazı ayet örnekleri, mealen:
- Sûra üflendi. İşte bu, o tehdid(in gerçekleşmesi) günüdür. 50/20
- Her can, yanında bir sürücü ve bir şâhitle geldi. 50/21
- (Allah ona): “Andolsun, sen bundan gaflet içinde idin. Biz sen(in
gözün)den perdeni açtık: bu gün artık gözün keskindir.” (dedi). 50/22
- Yanındaki arkadaşı : “İşte yanımdaki hazır” dedi. 50/23
- (Allah sürücü ve şâhide buyurdu ki): “Haydi ikiniz atın cehenneme
her inatçı nankörü!” 50/24
- Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağırdığımız o günde
kimin kitabı sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış
olarak kitaplarını okurlar. 17/71
- Her insanın (amel) kuşunu boynuna doladık, kıyâmet günü onun için
açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkarırız:
17/13
- “Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter!” (deriz).
17/14
- Kitab (ortaya) konulmuştur. Suçluların, onun içindekilerden
korkarak: “Vah bize, bu kitap da ne oluyor, ne küçük, ne de büyük hiçbir şey bırakmıyor,
her (yaptığımız ) şeyi sayıp döküyor!” dediklerini görürsün. Yaptıklarını hazır
bulmuşlardır. Rabb’in kimseye zulmetmez. 18/49
Uydurdukları rivayetlerin Kur’an’a uymadığı açıktır.
261- Ebu Hüreyre radıyallâhu anh anlatıyor: “Resulûllah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: “Allah Teâla Hazretleri cenneti yarattığı zaman Cibril
aleyhisselâma :
“Git ona bir bak! Buyurdular. O da gidip cennete baktı ve: “(Ey
Rabbim!) Senin izzetine yemin olsun, onu işitip de ona girmeyen kalmayacak,
herkes ona girecek!” dedi. (Allah Teâla Hazretleri) cennetin etrafını
mekruhlarla (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) çevirdi. Sonra: “Hele git ona bir
daha bak!” buyurdu. Cebrail gidip ona bir daha baktı. Sonra da: “Korkarım ona hiç kimse girmeyecek!” dedi.
Cehennemi yaratınca, Cebrâil’e: “Git, bir de şuna bak!” buyurdu. O da gidip ana
baktı ve:
“İzzetine yemin olsun, işitenlerden kimse ona girmeyecektir!” dedi.
Allah Teâla hazretleri de onun etrafını şehvetlerle (nefsin arzuladığı, câzip
şeylerle) kuşattı. Sonra da: “Git ona bir kere daha bak!” dedi. O da gidip ona
baktı. Döndüğü zaman:
“İzzetine yemin olsun, tek kişi kalmayıp herkesin ona gireceğinden
korkuyorum!” dedi.” (K.S. 5124 C.14 S.442-443 Akçağ, alıntıları Ebû Dâvûd,
Sünnet 25,(4744); Tirmizi, Cennet 21,(2563); Nesâi, Eymân 3, (7, 3). )
Ayrıca, Müslim ve Tirmizi’nin Enes’ten tahdis ettiklerini
söyledikleri rivayette de:
262- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: “Cennetin etrafı mekârihle (nefsin hoşlanmadığı şeylerle)
sarılmıştır. Cehennemin etrafı da şehevi (nefsin arzuladığı, câzip) şeylerle
sarılmıştır. (K.S. 5125 C.14 S.444 Akçağ, alıntısı, Müslim ve tirmizi. )
Cennetin etrafında olanların hoş şeyler olmadığını söylemekle,
Cennete gitmeye sebep olan tüm amellerin, örneğin, İman etme ile güzel ameller
işlemenin nefse hoş gelen şeyler olmadığını. Fakat, Cehenneme gitmeye sebep
olan, şirk, küfür, fısk, zülüm ve isyanın nefse hoş gelen şeyler olduğunu iddia
etmişlerdir. Bu ise kafir ve
müşrik olduklarının kendi ağızlarından
itiraflarıdır. Çünkü, mümin ve takvalı bir kimse cennete götüren amellerden
hoşlanır, cehenneme götüren amellerden hoşlanmaz. Bu ise iddia ettiklerinin
tersine bir durumdur. Bu konuda örnek verecek olursam, Kur’an’dan mealen:
- Hem bilin ki, içinizde Allah’ın elçisi vardır. Şâyet o, birçok
işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve
onu kalplerinize ziynet yapmıştır. Küfrü, fıskı ve isyânı da size çirkin
göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır. 49/7
- (Bu, size) Allah’tan bir lütuf ve nimettir. Allah bilendir;
hikmet sâhibidir. 49/8
Yukarı da, mealini yazmış olduğum ayetlerle, yapmış oldukları
rivayetler bir birine terstir. Bu itibarla yapmış oldukları rivayetlerin aslı
yoktur.
263- Mutarrıf İbnu Abdillah’ın anlattığına göre, bu zatın iki
hanımı vardı. Bunlardan birinin yanından çıkmıştı. Geri dönünce, hanımı: “Falan
hanımın yanından geliyor olmalısın!” dedi.mutarrıf: “Hayır, dedi İmrân İbnu
Husayn’ın yanından geliyorum. O bana Resûlullah’ın şu sözünü nakletti: “Cennet
sakinlerinin en azı kadınlardır.” (K.S. 3309 C.10 S.98 Akçağ 1990, alıntısı
Müslim, Zikir 95, (2738). )
264- Usâme İbnu Zeyd (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “(Mirâç sırasında) cennetin kapısında
durup içeri baktım. Oraya girenlerin büyük çoğunluğunun miskinler olduğunu
gördüm. Dünyadaki imkân sahiplerinin cehennemlikleri ateşe gitmeye emr olun
muşlardı, geri kalanlar da mahpus idiler. Cehennemin kapısında da durdum. Oraya
girenlerin büyük çoğunluğu da kadınlardı.” (K.S. 2075 C.7 S.449 Akçağ 1988
alıntısı, Buhari, Rikak 51, Müslim , Zühd 93, (2736). )
Uydurmuş oldukları bu rivayetlerle ve daha birçok rivayetlerde
kadınları İslam dininden soğutmayı amaçladıkları gibi, tipik kadın düşmanlığı
sergilemişlerdir. O kadar yoğun ve aşağılayıcı bir şekilde uydurma
rivayetleriyle kadınlara saldırmışlardır ki, İslam dinine saldırmaları konusu
bir tarafa, şiddetle kadınları kötülemeye gayret etmişlerdir. Ayrıca yine bir
çok rivayetleriyle maddi imkan sahiplerini kötüleyip miskinleri övmüşlerdir.
Miskinliğin manası: Fakirlik ve yokluktan doğan acizliktir. Bu iki hususu hangi
toplum veya ülke benimseyip uygularsa yıkımdan kurtulamaz. İslam dininde, ne
cinsiyet ne ırk ne zenginlik nede fakirlik cennete veya cehenneme gitmek için
ölçü değildir. Ölçü olan takvadır. Cennet ve cehennem dışında ceza olarak
mahpusluk diye bir şey yoktur.
Kadın düşmanlıklarıyla ilgili olarak Kur’an’dan mealen:
- Onlardan birine dişi (çocuğu olduğu) müjdelendiği zaman içi
öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. 16/58
- Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden
gizlenir. (şimdi ne yapsın) onu, hakaretle tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün!
Bak ne kötü hüküm veriyorlar. 16/59
İşte kadınlar hakkında bu rivayetleri uyduranlar da, mealini vermiş
olduğum ayetlerde belirtilen kimseler gibi kadınlardan, başka bir ifadeyle dişi
cinsten nefret eden kimselerdirler. Kadınlara karşı olan nefretlerini, çok azı
müstesna çoğu cehenneme gidecek, çok azı cennete gidecek demek suretiyle tatmin
etmek istemişlerdir. Hal bu ki, İslam dinin de önemli olan, erkek veya dişi
olmak değil de, inanç ve amel, başka bir ifadeyle takva önemlidir. Kur’an’dan
mealen:
- İnanıp iyi işler yapanlar, - ki hiç kimseye gücünün üstünde bir
şey teklif etmeyiz- İşte onlar cennet halkıdır, onlar orada ebedi
kalacaklardır. 7/42
KEVNİ KONULAR HAKKINDA
UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ
265- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Hz. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün) aya bakarak: “Ey Aişe, şunun şerrinden
Allah’a sığın. Bu, (ayet’i kerimede geçen) ğâsıktır. (Ayet): “Kaybolduğu zaman
ayın şerrinden...” demektir”. (K.S. 901 C.4S.427 Akçağ 1988, alıntısı, Tirmizi,
Tefsir, Muavvizateyn, (3363) )
Ay ve güneş, büyük faydalarının yanında, gök yüzünün iki süsüdür,
bunlara dahi saldırmaktan kendilerini alamamışlardır. Zira onlar güzel olan her
şeye düşmandırlar. Ay’a yapmış oldukları saldırılarına delil olarak 113 Felâk 3
ncü ayetini göstermişlerdir. Bu ayette bahsi geçen, Ay olmayıp, bastıran
karanlıktır. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:
Rahman ve Rahim Allah’ın
adıyla
- De ki: Sığınırım ben, karanlığı yarıp sabâhı ortaya çıkaran
Rabb’e: 113/1
- Yarattığı şeylerin şerrinden, 113/2
- Bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, 113/3
Görüldüğü gibi, Ay dan bahsedilmeyip çöken karanlıktan
bahsedilmektedir. Öyle ki, karanlık çökmesi, beraberinde bir çok tehlikeleri
getirebilmektedir. Ay’dan ise Kur’an’da karanlık olarak değil, Nur olarak
bahsedilmiştir. Yani, Ay’ın vasfı karanlık olmayıp nurdur. Şöyle ki, Kur’an’dan
mealen:
- “Görmediniz mi Allah nasıl yedi göğü, birbiri üstünde tabaka
tabaka yarattı ? 71/15
- “Ve Ay’ı bunların içinde bir nur yaptı. Güneşi de bir lâmba
yaptı.” 71/16
Görüldüğü gibi Ay şerli değildir, bundan dolayı uydurmuş oldukları
rivayetin aslı yoktur.
Güneşe de saldırıda bulunarak onu da şeytana taç yapma yönün de
rivayetler uydurmuşlardır. Bu rivayetlerini maskelemek için de, namazı öne
sürmüşlerdir veya kafirler Güneş’e doğuşu ve batışı zamanlarında secde ediyorlar
bahanesini uydurmuşlardır. Bu tür şeyler boş iddialardır. Zira Dünyanın
tamamını düşündüğümüzde günün her anında, Güneş bir yerde batarken bir başka
yerde doğmaktadır. Yani dünyanın dönüşüyle birlikte dünyanın tamamına yakın bir
kısmında güneş kesintisiz bir doğuş ve batış halindedir. Bu duruma göre, güneş
şeytanın boynuzları arasından doğar ve batar şeklinde iddia da bulunmak,
güneşin, şeytanın boynuzları arasından günün her saati hiç ayrılmıyor
manasındadır. Bu konuda uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler verecek
olursam:
266- ........... İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu: “Güneşin hâcibi (yani ışığı) göründüğü vakit, güneş iyice meydana
çıkıncaya kadar nâmazı bırakınız. Güneşin hâcibi battığı zamân da tâ
kayboluncaya kadar nâmazı yine bırakınız. Kılacağınız namazınız için güneşin ne
doğma zamânı, ne de batma zamânını tercih ediniz. Çünkü o bir şeytânın-yâhud
şeytânın- iki boynuzu arasından çıkar.” ............. (Buhâri, Kitâbu
Bed’i’l-Halk C.7 S.3070 H.81 Ötüken 1987. )
267- Abdullah es-Sunâbihi (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Güneş, beraberinde şeytanın boynuzu
olduğu halde doğar, yükselince ondan ayrılır. Bilahare istiva edince (tepe
noktasına gelince) ona tekrar mukarenet (yakınlık) peydah eder. Zevalden sonra
(tepe noktasından ayrılıp batıya meyletti mi) ondan yine ayrılır. Batmaya yakın
tekrar ona yakınlık peydah eder, batınca ondan ayrılır.” Resûlullah
(aleyhissâlâtu vesselâm) işte bu vakitlerde namaz kılmaktan men etti.” (K.S.
2418 C.8 S.303 Akçağ, alıntısı, Nesâi mevâkit 31, (1,275). )
268-. ... Amr b. Abese’den demiştir ki:
- Ben (resûl-i Ekrem’e hitaben): “Ey Allah’ın Resulü, gecenin hangi
saatinde (ibadet ve) dua daha makbuldür?” dedim. (O şöyle) cevap verdi: “-Gecenin
son vaktinde. Sabah namazını kılıncaya kadar ve istediğin (nâfileyi) kıl. Çünkü
(bu vakitte kılınan) namaz, (ve sevabı) yazılmıştır. (Sabah namazını kıldıktan)
sonra, güneş doğup da bir veya iki mızrak boyu yükselinceye kadar (namaz
kılmayı) bırak. Çünkü güneş şeytanın boynuzları arasından doğar ve kâfirler
güneşe (o saatte) tapınırlar. Sonra mızrak gölgesiyle bir oluncaya kadar ve
istediğin kadar kıl. Çünkü (bu saatte kadar kılınan ) namaz şahitlidir (ve
sevabı) yazılmıştır. Mızrak gölgesiyle bir olduktan sonra namazı bırak. (Çünkü
o saatte) cehennem kızdırılır ve kapıları açılır. Güneş (batıya) meyledince
ikindi namazını kılıncaya kadar (ve) istediğin (nafiley)i kıl. Çünkü bu (saatte
kılınan) namaz şahitlidir. (ikindi namazından) sonra güneş batıncaya kadar
namazı bırak. Çünkü (güneş) şeytanın boynuzları arasında batar ve kâfirler ona
(o saatte) tapınırlar.” (Ebû Dâvud, k. Salâtu’t-Tatavvu’(5),Bâb 10 H.1277 C.5
S.41-42 ayrıca, Buhari, be dul-halk 11, Müslim, müsâfirin 290,294; mesacid 174;
Nesâi, mevâkit 35,40; İbn Mâce, ikâme 148. (Şamil 1988) )
Görüldüğü gibi, güneşin şeytanın iki boynuzu arasında doğduğu ve
battığı hususunda karar kılmışlardır. Bu ise güneşe karşı hem saldırganlık hem
de nankörlüktür.
Uydurmuş oldukları diğer bazı rivayetler, güneşin gece nereye
gittiği konusundadır. Günün her anında ve her vakit dünyada mevcut olduğunu bilmediklerinden, gece sabah
oluncaya kadar Güneş’in, arşın altına gittiğini zannetmişlerdir. hal bu ki,
dünyada bir yer gece iken diğer bir yer gündüzdür. Güneş ışığı dünya üzerinden
ayrılmamaktadır. Bu gerçeğe aykırı olarak uydurdukları rivayetlerden örnek
verecek olursam:
269-.......... Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) güneş
battığı zamân bana:
“Güneş nereye gider, bilir misin?” diye sordu.
Ben: Allah ve Resûlü en bilendir, dedim.,
Resûlullah şöyle buyurdu:
- “Güneş gider, tâ Arş’ın altında secde eder (âdetince doğudan
doğmak üzere) izin ister de ona izin verilir (ve doğu tarafından doğar. Bununla
berâber insanların günahları üzerine doğmayı fenâ görür). Ve bu hâlde secde
etmeye yaklaşır. Fakat secdesi kabûl olunmaz. (Doğacağı yerine gitmeye) izin
ister; izin verilmez. Ona: Artık nereden geldinse oraya dön! denilir. O da
battığı taraftan doğar. ................ (Buhari, Kitâbu Bed’i’l-Halk H.9 C.7
S.3017 Ötüken 1987. )
Tabiat gerçeklerine uymayan bu rivayetler asılsızdır.
Daha önce, Ay’ın fiilen iki parçaya ayrılarak, bir parçası dağın
arkasına bir parçası da önüne gittiği şeklinde uydurmuş oldukları rivayetten
bahsetmiştim. (K.S. 5607)
Mevsimler konusunda ise, Yaz ve Kışın, cehennemin nefesinden
olduğunu iddia ederek, şu şekilde rivayetler uydurmuşlardır:
270-. .......... Bize Sufyân (ibn Uyeyne) tahdis edip şöyle dedi:
Biz bunu ez-Zuhri’den ezberledik, o da Said İbnu’z-Müseyyeb’den; o da Ebû
Hureyre’den. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Sıcak şiddetli olduğu zamân
namâzı serinliğe bırakın. Çünkü sıcağın şiddeti cehennemin kaynamasındandır.
Cehennem ateşi Rabb’ına şikâyet arz etti de: Yâ Rabb, bir kısmım bir kısmımı
yedi, (yâni ben beni yiyiyorum, izin ver) dedi. Allah da iki defa nefes
almasına izin verdi. Nefesin biri kışın, diğeri yazın. İşte hissetmekte
olduğunuz sıcağın en şiddetlisi ile soğuğun en şiddetlisi budur”. (Buhâri,
Kitâbu Mevâkiti’s-Salât H.14 C.2 S.607 Ötüken 1987. )
Bilindiği gibi, mevsimlerin oluşması dünya ekseninin güneş
düzlemine eğik olması dolayısıyladır. Güneş ışınlarının dünyaya dik veya eğik
gelmesi, mevsimlerin oluşmasına neden olmaktadır. Dünyada bazı yerler kış
mevsimini yaşarken, bazı yerlerde yaz mevsimini yaşamaktadırlar. Onun için
iddia ettikleri gibi, bütün dünyayı kapsayacak şekilde yaz ve kış sıralaması
yoktur. Ayrıca, asırlardan beri kutuplar devamlı buzla kaplıdır. Bunların
iddialarıyla bunu izah etmek mümkün değildir. Diğer bir hususta Yaz ve Kış cehennemin
nefesiyle ilgiliyse, ilkbahar ve sonbahar neyle ilgilidir? Onun içindir ki,
uydurmuş oldukları bu tür rivayetler, gerçeklerle bağdaşmayan boş iddialar
olmaktan öteye gidemezler.
Ayrıca Kur’an öğretisine göre cehennemin soğuk olma vasfı yoktur. Kış
soğuğuyla cehennem arasında ilişki kurmaları da Kur’an’a aykırıdır. Kur’an’dan
mealen:
- Solun adamları (amel defterleri, sol tarafından verilenler),
nedir o solcular! 56/41
- Delikçiklere işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, 56/42
- Kara dumandan bir gölge altında, 56/43
- Ki ne serindir, ne de faydalı. 56/44
HADLER VE KISAS HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ
Bir toplumun sağlıklı bir şekilde ayakta durabilmesi için, o
toplumda sağlam bir disiplin olması şarttır. Sağlam bir disiplin de ancak
adaletli, hakkaniyetli ve güçlü bir ceza hukukuyla mümkündür. Bir topluma
uygulanan ceza hukuku adaletsiz ve zalimane şekilde sert olursa, uygulandığı
toplumu ezmek suretiyle öldürür. Eğer adaletsiz, gevşek ve belirsiz ise bu
sefer toplum bir birini ezmeye başlar. Bunun da neticesi diğerinden farklı
değildir. Sonuç yine o toplumun ölümüyle neticelenir. Onun için bir topluma
yapılacak en büyük saldırılardan bir tanesi o toplumun adaletli ceza hukukunu
bozmak veya o toplumu adaletli bir ceza hukukundan yoksun bırakmaktır. Böylece
suç ve ceza denkliği kaybolur ceza ya isabetli olmaz yada suçtan caydırıcı
olmaktan çıkar. Rüşvetler yayılır, Aynı suça aynı ceza verilmez, suçu işleyen
şahsa göre ceza verme yoluna gidilir. Örneğin: maddi gücü olana ayrı ceza,
maddi gücü olmayana ayrı ceza verilir. Bununda serbest bir şekilde uygulana
bilmesi için çelişik ve bir birine uymayan
hükümlerin elde bulunmasına ihtiyaç vardır. Böylece yargıç keyfine göre
içlerinden seçip uygulama imkanına sahip olmuş olur. İşte, hadis adı altında
rivayet uydurmacıları, İslam ceza hukuku yönünde tam bu noktada İslam toplumuna
saldırıda bulunmuşlardır. Bu konu da uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler
verecek olursam, şöyle ki:
271- Ubâdetu’bnu’s-Sâmit (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)’a bir vahiy geldiği zaman, vahiy sebebiyle ona bir gam
ve keder alır, yüzünün rengi uçardı.Bir gün Cenab-ı Hakk yine vahiy indirmişti
ki aynı hal onu sardı. Keder hâli açılınca: “Zina haddiyle ilgili hükmü) benden
alın. Allah onlar hakkında yol kıldı (yani çok açık şekilde had beyan etti) :
Bekâr bekârla zina yapmışsa cezası yüz sopa ve bir yıl sürgündür. Dul dulla
zina yaparsa yüz sopa ve recm’dir.” (K.S. 544 C.3 S.389 Akçağ 1988, alıntıları
Müslim, Hudud 13,1690.H; Ebû Dâvud, Hudud 23, 4415; Tirmizi, Hudud 8, 1434. )
272-............ Zeyd ibn Hâlid ile Ebû Hureyre(R)’den; şöyle
demişlerdir: Peygamber (S): “Yâ Uneys (ibni’ d-Dahhâk), şu zinâ suçu isnad
edilen kadına git, eğer o kadın zinâ ettiğini itiraf ederse ona racm cezâsı
uygula” buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’t-Vekâle H.14 C.5 S.2145 Ötüken 1987. )
273-............ Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Umer
İbnu’l-Hattâb (R) şöyle dedi: -Ben
insanlar üzerine zamânın uzayıp da herhangi bir sözcünün: “Biz Allah’ın
Kitâbı’nda recmi bulmuyoruz” demesinden ve böylece Allah’ın indirmiş olduğu bir
farizayı terk etmek sûretiyle sapmalarından endişe etmişimdir. Dikkat ediniz!
Evli olduğu hâlde zinâ eden kimse üzerine buna beyyine delâlet ettiği yâhud
gebelik yâhud itiraf olduğunda recm cezâsı sâbit olmuş bir haktır! dedi. Sufyân
ibn Uyeyne: Ben bunu böylece ezberledim: Umer: -Dikkat edin! Rasûlullah (S)
recm etmiştir. O’ndan sonra biz de recm yaptık, dedi, demiştir. (Buhâri,
Kitâbu’l-Muhâribin min Ehli’l-Küfri ve’r-Riddeti H.24 C.14 S.6680-6681 Ötüken
1989. )
274- ............. İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme ibn
Abdirrahman, Câbir ibn Abdullah (R)’tan şöyle tahdis etti: Eslem kabilesinden
(Mâiz ibn Mâlik isminde) bir adam, Rasûlullah(S)’a geldi aleyhine dört defâ
şahâdet etti. Bu şahâdetler üzerine Rasûlullah
emretti de o adam recm olundu. Bu adam evli olduğu hâlde zinâ etmişti.
(Buhari, Kitâbu’l- Muhâribin min Ehli’l-Küfri ve’r-Riddeti H.13 C.14 S.6667
Ötüken. )
Yukarıda yazmış olduğum dört rivayet örneğinde görüldüğü gibi.
Bekarın bekarla zina etmesi halinde verilecek cezanın yüz sopa ve bir yıl
sürgün olduğu. Erkeklerden veya kadınlardan evlenip de zina eden kimseler zina
ettikleri zamanda dul dahi olsalar uygulanacak olan cezanın recm cezası
olduğunu kesin olarak iddia ettiler. Yani tahdis ettiklerine göre böyle
kimseler ölünceye kadar taşlanacaklardır. Bu cezanın Kur’an dışında bir ayet
olduğunu iddia ile, bunu uygulamayan kimselerin sapıklığa düşeceğini ve ayet
her ne kadar Kur’an’da yer almamışsa dahi yine de uygulanmasının farz olduğunu
iddialarına mesnet yaptılar. Bu iddiaları gerçeğe uymamaktadır. Eğer
müslümanlar Kur’an’da yer almayıp nesh edilmiş, yani iptal edilmiş ayetlerden
sorumlu iseler, bu ayetleri uygulamamaları halinde sapacaklarsa o zaman nesh
edilmiş ve Kur’an’da yer almayan ayetlerin aranıp bulunması mecburiyeti doğmuş
olur. Bunun manası Kur’an dışında Kur’an aramaktan başka bir şey değildir. Hem
bu öyle bir arayıştır ki bulunan eldeki Kur’an ayetlerini nesh yani iptal
edebilmektedir. Tahdis ederek var ve geçerli olduğunu iddia ettikleri recm
ayeti, kendi ifadeleriyle mensuh olduğunun söylenmesine rağmen, değil mi ki
recm ayeti mensuh olarak Kur’an dışında vardır deyip, Kur’an’da mevcut
ayetlerden üstün tutmaktadırlar. Böylece bir rivayetten başka bir şey olmayan
bu iddialarını Kur’an’a üstün tutmakla, rivayetlerinin Kur’an’dan üstün
olduğunu söylemiş olmaktadırlar. Zaten daha önce de belirttiğim gibi
rivayetleri din olarak kabul edenlerin temel hareket noktası rivayetlerin
Kur’an’ı nesh yani iptal edebileceğini iddia etmeleridir ve bunu da önderleri
ağzından açıkça söylemekten de çekinmemişlerdir. Dikkat edilirse, rivayetleri
uydurmalarında ki temel amaç müslümanları Kur’an’dan uzaklaştırmaktır, burda da
yapmak istedikleri ayni şeydir, bundan dolayı eldeki Kur’an dışında, elde ki
Kur’an’dan daha üstün ayetler ihtiva eden Kur’an Külliyatı vardır ve siz bundan
sorumlusunuz demektedirler.
Bilindiği gibi nesh iptal manasındadır, buna rağmen Allah
tarafından iptal edilmiş bir ayetin uygulanması gerektiği nasıl iddia
edilebilir, bu durumda iptalin hiçbir manası kalmaz, bu da açık bir çelişki meydana getirir. Kur’an ise
çelişkilerden uzak bir kitaptır. Allah tarafından nesh edilen veya unutturulan
her ayetin yerine mutlaka, Allah tarafından Kur’an’a bir ayet getirilmiştir.
Kur’an’da boşluk olması mümkün değildir. Onun için Kur’an dışında gidip ayet
aramanın gerektiğini veya Kur’an ayetidir deyip Kur’an dışında hüküm uygulamayı
önermek, şeytanın bir hilesinden başka bir şey değildir.
Nesih konusunda Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:
- Biz, bir ayeti nesh edersek, yahut unutturursak, ondan daha
hayırlısını, yahut onun dengini getiririz. Allah’ın her şeye kadir olduğunu
bilmez misin? 2/106
Görüldüğü gibi iddiaları Kur’an’a uymamaktadır. Ayrıca recm
konusunda da çelişkili iddialar içerisindeler. İşlerine geldiği zaman recm
cezası uygulamamak için rivayetler uydurmuşlardır. Bu tür rivayetlerine örnek
verecek olursam:
275- Şa’bi (rahimehumullah) anlatıyor: “Hz. Ali (radıyallahu anh),
kadını recm ettiği zaman onu perşembe günü dövdü, Cuma günü de recm etti. Ve
şunu söyledi: “Onu Kitabullah(ın hükmü) ile celde, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)’ın sünneti ile de recm tatbik ettim”. (K.S. 1611 C.6 S.246 Akçağ 1989
alıntısı Buhâri, Hudud 21. )
Bu rivayette recmin farz olmayıp sünnet olduğunu tahdis etmekle,
evvelki rivayetleriyle çelişkiye düşmüşlerdir.
276- Ebu İmâme (radıyallahu anh) anlatıyor: “ Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ile beraber mescide idik. O esnada bir adam geldi ve:
“Ey Allah’ın Resûlü, ben bir hadd işledim, bana cezasını ver!” dedi. Resûlullah
adama cevap vermedi. Adam talebini tekrar etti. Aleyhissalâtu vesselâm yine
sükut buyurdu. Derken (namaz vakti girdi ve) namaz kılındı. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) namazdan çıkınca adam yine peşine düştü, ben adamı
takip ettim. Ona ne cevap vereceğini işitmek istiyordum. Efendimiz adama:
“Evinden çıkınca abdest almış, ab destini de güzel yapmış mıydın?”
buyurdu. O:
“Evet ey Allah’ın Resûlü!” dedi. Efendimiz:
“Sonra da bizimle namaz kıldın mı?” diye sordu. Adam:
“Evet ey Allah’ın Resûlü!” deyince, Efendimiz:
“Öyleyse Allah Teâla haddini - veya günahını demişti- affetti” buyurdu”. (K.S. 2320 C.8 S.214 Akçağ
1989, alıntıları. Buhari, Hudud 27, Tevbe 44, 45,(2764,2765); Ebu Dâvût, Hudud
9,(4381). )
277- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanında idim. Bir adam huzuruna gelerek:“Ey
Allah’ın Resûlü, dedi, ben bir hadd(suçu) işledim, cezasını tatbik et!” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama
(bir şey) sormadı. Derken namaz vakti girdi. Rasûlullah’la birlikte o da namaz
kıldı. Aleyhissalâtu vesselâm namazını tamamlayınca, adam yanına geldi ve: “Ey
Allah’ın Resûlü dedi, ben hadd (çeşidine giren bir suç) işledim. Bana Allah’ın
kitabını tatbik et!” “Efendimiz:
“Öyleyse git. Zira Allah, senin günahını affetti” veya -haddini affetti” dedi.”
(K.S. 2321 C.8 S.217 Akçağ, alıntısı. Buhari, Hudud 17; Müslim, Tevbe 44, 45,
(2764-2765), Hudud 24,(1696). )
Bu son iki rivayette, kişi hadd cezası gerektirecek ne suç işlerse
işlesin, eğer namaz kılıyorsa affedilmiştir demektedirler, böylece had cezasını
gerektirecek her ne suç işlemiş olursa olsun böyle bir kimseye kesinlikle had
cezası uygulanamaz, zira rivayetlerde kendisine hadd cezası uygulanmasını talep
eden ve namaz kıldığından dolayı affedildiği söylenen şahıs, hadd cezasını
gerektirecek hangi suçu işlediğini söylememiştir. Buda zina dahil bütün hadd
cezalarının namaz kılan kimse hakkında uygulanamayacağı manasındadır. Böylece
işlerine geldiği zaman hadd cezasını kişi namaz kılıyor diye uygulamaya
bilirler. Veya hadd cezası uygulanacak şahıs suç işledikten sonra namaza
başlasa dahi bu rivayetlere göre kendisine hadd cezası uygulanamaz. Böylece
iddialarına göre namaz kılan şahıslar serbestçe zina edebilirler veya başkaca
had suçu işleyebilirler.. Örneğin bu konuda bir rivayette şöyle demişlerdir:
278-............ İbn Mus’ûd (R) şöyle demiştir: Bir kimse (yabancı)
bir kadından bir öpücük aldı. Müteâkiben o zat Peygamber’e geldi ve olan işi
ona haber verdi. Bu hâdise üzerine Aziz ve Celil olan Allah, şu âyeti indirdi: “Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın
saatlerinde dosdoğru namâz kıl. Çünkü güzellikler kötülükleri (günâhları)
giderir. Bu, iyi düşünenlere bir öğüttür” (Hûd 114) Bunun üzerine o kimse: Yâ
Rasûlullah, bu yalnız benim için mi? Diye sordu. Rasûlullah (S): “Ümmetimin
hepsi için, bütün ferdleri içindir” buyurdu. (Buhari, Kitâbu Mevâkiti’s-Salât
H.5 C.2 S.600-601 Ötüken 1987. )
İstedikleri zaman istedikleri cezayı uygulamamak ve insanları,
Allah yolundan saptırmak için, kişi eğer sevap işliyorsa kötülük işlemek ona
zarar vermez iddiasında bulundular. İddialarına delil olarak ta Hûd sûresi 114
ayetini gösterdiler. Hal bu ki, Hûd Sûresi 114. Ayetinde kastedilen, iyilik
edenlerin veya başka bir deyişle, hayır işleyenlerin, işlemiş oldukları
sevapları, onlardan kötülükleri uzaklaştıracağı yani bu kimselerden kötü
işlerin uzaklaşacağı, böylece bu kimselerin günah işlememek için dirençlerinin
artacağı şeklindedir. Dikkat edilirse Hûd Sûresi 114. Ayette bu husus için
Namaz örnek gösterilmiştir. Durumun onların iddia ettikleri gibi olmadığını belirtmek
için , Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:
- Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde
namaz kıl; çünkü iyilikler, kötülükleri uzaklaştırır. Bu, ibret alanlara bir
öğüttür. 11/114
- Kitab’dan sana vahye dileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz,
kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir. Allah’ı anmak, elbette en büyük
(ibadet)tir. Allah, ne yaptığınızı bilir. 29/45
Demek ki, kastedilen, sevabın varsa günah işlesen sana zararı olmaz
manasında değildir. Sevap işlersen takvalı bir kimse olursun, kötülük işlememek
için direncin artar, kötülükler senden uzaklaşır manasındadır.
İslami konular da o kadar ciddiyetsiz ve saldırgandırlar ki,
karışıklık çıkarmak için akıllarına gelen her çeşit bozukluğu rivayet etmekten
çekinmezler. Örneğin recm konusunda şu rivayeti naklettiler:
279- ............. Amr İbn Meymûn şöyle demiştir: ben Câhiliyet
devrinde zinâ etmiş olan maymunun üzerine birçok maymunların toplanmış
olduklarını gördüm. Maymunlar o zina eden maymunu recm ettiler. Ben de maymunlar
topluluğunun berâberinde zinâ eden maymuna taş attım. (Buhari, Kitâbu
Menâkıbi’l-Ensâr H.68 C.8 S.3600-3601 Ötüken 1987. )
Recm cezasının uygulanmasını savundukları rivayetlerde, uygulanma
şartını şahsın evlenmiş olup olmadığı hususuna bağlamışlardır. Böylece karşı
tarafın durumu hiç dikkate alınmamıştır. Öyle ki, kendisiyle zina edilen kimse
cinsiyet yönünden erkek midir, kadın mıdır, veya zina bir hayvana mı
uygulanmıştır, veya namuslu bir kadın mı saldırıya uğramıştır, veya küçük bir
çocuk mu zorla zina olayına alet edilmiş veya zina olayın da zinayı işleyen iki
taraf bunu anlaşarak gönüllü olarak mı yapmışlardır. Bu gibi hususlar hiç
dikkate alınmamıştır. Örneğin, bekar olup hiç evlenmemiş bir kimse, namuslu bir
kadına veya kıza saldırıp zorla tecavüz ederse buna uygulanacak cezanın yüz
sopa ve bir yıl sürgün olduğunu, fakat evlenmiş olan veya evlenmiş olup ta dul
kalmış bir kimsenin bir fahişeyle anlaşarak zina etmesi halinde bu kimseye
uygulanacak cezanın recm olduğunu hatta fahişenin de evlenmiş olması durumunda
ona da aynı cezanın uygulanacağı iddi ve rivayet etmeleri adaletsiz bir
uygulamadır ve Kur’an’ın bu hususlarda ihtiva ettiği hükümlere uymamaktadır.
Kur’an’ın bu hususlarda ihtiva ettiği ayetlerden örnekler vererek konuya
bakacak olursak durum şudur, mealen:
- Zina eden kadın ve zinâ eden erkeğin her birine yüz değnek vurun;
Allah’a ve âhiret gününe inanan (insan)lar iseniz Allah’ın dini(ni uygulama
hususu)nda sizi, onlara karşı acıma duygusu tut(up engelle)mesin. Müminlerden
bir grup da yapılan azaba şahit olsun. 24/2
Yukarıda meali yazılı bu ayet, başkaları tarafından hiçbir zorlama
olmadan kendileri isteyerek nefislerine uymak suretiyle karşılıklı anlaşarak
zina eden erkek ve kadınlar hakkındadır. Evli veya bekar olmaları bu durumu değiştirmez.
Yani, karşılıklı anlaşmak suretiyle zina eden erkek ve kadının her birine, evli
olsunlar veya bekar olsunlar verilecek ceza aynıdır. Ancak müslüman bir
kimseyle evli olup ta zina eden mümin cariyelere, hür olup ta zina eden
kadınlara verilen cezanı yarısı verilir, bu da gösteriyor ki, zina eden evli
kadınlar recm edilemez, zira recm ölünceye kadar taşlanmak demektir. Durum
böyle olunca, zina eden ve bir müslümanla evli olan bir mümin cariyeye nasıl
yarım recm uygulamak mümkün olur, çünkü recm ederek yarı öldürmek diye bir şey
mümkün değildir. Kur’an’dan bu hususta örnek verecek olursam, mealen:
- İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse
elleriniz altında bulunan inanmış genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden
alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz bir birinizdensiniz (
hepiniz adem soyundansınız. İnsanlık bakımından aranızda bir fark yoktur). Öyle
ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartıyla
sahiplerinin izniyle onlarla evlenin, ücretlerini (mehirlerini)de güzelce
verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara hür kadınlara yapılan
cezanın yarısı (uygulanır). Bu(cariye ile evlenme), içinizden sıkıntıya
düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha iyidir. Allah
bağışlayan, esirgeyendir. 4/25
Görüldüğü gibi rivayetleri, Kur’an’la çelişmektedir. Zira yarım
recm cezası uygulanması mümkün değildir. Eğer iddia ettikleri gibi zina eden
evlilere recm cezası uygulanması gerekiyorsa, aynı suçu işleyen cariyelere yarım
recm uygulaması nasıl izah edilebilir.
Daha önce belirttiğim gibi zina suçu işlendiğinde verilecek cezayı,
işleyenler yönünden evli olup olmamaları esasına bağlamışlardır. Bu esasa göre
bekar olup ta mümin kadınlara zorla tecavüz eden kimselere yüz değnek ve bir
yıl sürgün cezası, evli olup ta bir bir fahişeyle zina eden kimseye, velev ki
dul olsa dahi recm cezası uygulanacağını iddia etmişlerdir. hal bu ki, Kur’an’a
göre durum hiçte öyle değildir. Mümin kadınlara değil saldırıp tecavüz etmek,
onlara sözle iftira edipte eziyet edenlere, bu hallerinden vazgeçmemeleri
halinde, Kur’an’a göre uygulanacak ceza yakalandıkları yerde öldürülmeleridir!
Bu hususta Kur’an’dan, mealen:
- Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, bir şey yapmadıkları halde
eziyet edenler, bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir. 33/58
- Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına
(bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine almalarını
söyle. Onların tanınmaması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur.
Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. 33/59
- Andolsun iki yüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar, şehirde
kötü haberler yayanlar (bu hallerinden )
vazgeçmezlerse seni onlara musallat ederiz (onlarla savaşmanı ve onları
şehirden sürüp çıkarmanı sana emrederiz); sonra orada, senin yanında ancak az
bir zaman kalabilirler. 33/60
- Lanetlenirler; nerede rastlansalar yakalanır öldürülürler. 33/61
- Allah’ın önceden geçen milletler hakkında da sünneti (kanunu)
budur, ve Allah’ın sünnetinde bir değişme bulamazsın. 33/62
Görüldüğü gibi, müminlere iftira edenlere, bu huylarından
vazgeçmemeleri halinde verilecek ceza o iftiracıların öldürülmesidir. Bu duruma
göre fiilen saldıranlara nasıl olurda yüz değnek vurulacağı iddi edilebilir. Bu
Kur’an’a uymayan asılsız bir iddiadır.
Recm konusun da, Kur’an’dan örnek aldığımızda, bu cezanın erkek,
erkeğe sapık cinsi ilişki içinde olan, Lût kavmine verildiğini görürüz.
Yaptıklarının kötü bir şey olduğu kendilerine bildirilmiş olmasına rağmen,
ıslah olmayan, Lût peygamberin kavmi üzerine Allah taş yağdırmıştı. Bu konuda
Kur’an’dan mealen:
- Lût’u da (gönderdik). Kavmine dedi ki: “Siz, sizden önce
âlemlerden hiç birinin yapmadığı fuhuş'u mu yapıyorsunuz? 7/80
- “Siz, kadınları bırakıp erkeklere şehvetle gidiyorsunuz ha!
doğrusu siz, israfçı (azgın) bir kavimsiniz! 7/81
- Kavminin cevabı: “Onları (şu Lût ve taraftarlarını) kentinizden
çıkarın, çünkü onlar, fazla temizlenen insanlardır” demekten başka olmadı. 7/82
- Biz de onu ve âilesini kurtardık, yalnız karısı(nı kurtarmadık).
Çünkü o, geride kalanlardan oldu. 7/83
- Ve üzerlerine bir (taş) yağmur(u) yağdırdık; bak işte suçluların
sonu nasıl oldu! 7/84
Ayrıca bu cezayı emsal olarak aldığımızda, benzer sapık
ilişkilerinde bu ceza kapsamına girdiğini görürüz. Örneğin, kişinin kendi öz
annesiyle, öz kardeşiyle, küçük çocuklarla veya eşiyle normal olmayan yoldan
veya hayvanlarla yapacağı cinsel ilişkiler bu tür ilişkilerdendir, bu ve bu
gibi ilişkiler recm cezası kapsamına girer. Şu kadarla ki kişi yaptığının suç
olduğunu bilmiş olmalı, yani uyarılmış veya uyarılmış olduğundan şüphe
olmamalıdır. Eğer kişi kesin olarak
yaptığının suç olduğunu bilecek konumda ise, suç konusunda uyarıldığı ve
buna rağmen direterek suç işlediği kabul edilir.
Lût kavminin uyarıldığı konusunda Kur’an’dan mealen:
- Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık, uyarıl(ıp da yola
gelmey)enlerin yağmuru hakikaten çok kötü oldu! 26/173
- Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine
(balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık. 11/82
- (O taşlar:) Rabbin katında işaretlenerek (yağdırılmıştır). Onlar
zalimlerden uzak değildir. 11/83
Ceza hukukuyla ilgili olarak, diğer hadis rivayetlerinden örnekler:
280- Habib İbnu Sâlim (rahimehumullah) anlatıyor: “Abdurrahman İbnu
Huneyn denen bir adam karısının câriyesine temasta bulundu. Hâdise, Kûfe emiri
Nu’man İbnu Beşir (radıyallahu anh)’e götürüldü. “- Ben, dedi, hakkınızda,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın hükmüyle hükmedeceğim: “Eğer zevcen,
cariyeyi sana helâl ederse, yüz deynek yiyeceksin, helâl etmezse recm
edileceksin...”
Sonra (tahkik etti) karısının câriyeyi adama helâl ettiğini
görünce, emir yüz deynek vurdu”. (K.S. 1598 C.6 S.224 Akçağ, alıntıları,
Tirmizi, Hudûd 21,(1451); Ebu Dâvud, Hudûd 28,(4458,4459); Nesâi, Nikâh
70,(6,124); İbnu Mâce, Hudûd 8,(2551). )
281- Seleme İbnu Muhabbak (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), hanımının câriyesine temas eden bir adam hakkında
şöyle hükmetti: “Eğer, adam câriyeyi zorladı ise, câriye hürdür, adam,
câriyenin efendisine (yani karısına) mislini borçlanmıştır, câriye rıza
göstermişse, câriye adamın olur, câriyenin efendisine, onun bir mislini
borçlanır.” (K.S. 1599 C.6 S.225 Akçağ, alıntıları, Ebu Dâvûd, Hudud
28,(4460,4461); Nesâi, Nikâh 70,(7,124); İbnu Mâce, Hudûd 8,(2553). )
Her iki rivayette işlenen olay aynı olmasına rağmen verilen
hükümler bir birleriyle çelişkilidir. Birinci rivayette yüz değnek veya recm
söz konusu iken, ikincisinde sadece cariyenin bedeli borçlandırılmıştır.
282- ........... Âise (R): Peygamber (S) zamânında hiçbir hırsızın
eli mıcenn denilen yâhud hacefe denilen bir kalkan bedelinden daha
aşağıda bir mal için
kesilmemiştir. Hâlbuki bu kalkanlardan her biri kıymetli şeylerdi, demiştir.
(Buhari, Kitâbu’l-Hud^d H.24 C.14 S.6652 Ötüken 1989. )
283- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Allah, bir yumurta çalıp da eli
kesilen, bir ip çalıp ta eli kesilen hırsıza lânet etsin”. (K.S. 1626 C.6 S.263
Akçağ, alıntısı, Buhari, Hudûd 13,7; Müslim, Hudud 7,(1687); Nesâi, Sârik 1,
(7, 65). )
Her iki rivayet bir birleriyle çelişkilidir. Birincisinde kıymetli
bir mal olmasa hırsızın eli kesilmez denmişken, öbüründe, bir yumurta veya ip
için kesilir denmesi çelişkidir.
284- Abdurrahman İbnu Avf anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: “Muhtelis (yankesici) kimseye el kesme cezası
verilmez.” (K.S. 6798 C.17 S.321 Akçağ 1993, alıntısı, İbn-i Mâce 2592. )
Yankesicilik hırsızlığın ta kendisidir, onun için bu rivayetin aslı
yoktur. Bilindiği gibi yankesiciler ellerini kullanmak suretiyle, sinsice
insanların ceyblerinden paralarını v.s. çalan kimselerdir. Bundan dolayı
yankesicilik hırsızlıktan başka bir şeyle tanımlanamaz.
285- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)’a bir hırsız getirilmişti.
“- Öldürün onu!” diye emretti. Kendisine:
“-Ey Allah’ın Resûlü, bu adam sadece çaldı” denildi. Bunun üzerine:
“- Öyleyse (elini) kesin!” dedi ve derhal eli kesildi. Sonra aynı
adam ikinci sefer getirildi. Yine:
“-Öldürün onu!” diye emretti. Kendisine:
“-Ey Allah’ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı” dendi. Bunun
üzerine:
“-Öyleyse kesin!” dedi ve derhal (sol ayağı) kesildi. Sonra üçüncü
defa getirildi ve hırsızlık yaptığı söylendi. Hz. Peygamber:
“- Öldürün onu! diye emretti. Kendisine
“-Ey Allah’ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı” denildi. Bunun
üzerine:
“(Sol elini) kesin! Diye emretti. Sonra aynı adamı dördüncü kere
getirdiler.
“- Öldürün onu!” buyurdu.
Kendisine:
“-Ey Allah’ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı” dediler. Bunun
üzerine:
“-(Sağ ayağını da) kesin! diye emir buyurdu. Aynı adam beşinci
sefer getirildi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
“-Öldürün onu! diye emretti. Hz. Cabir (radıyallahu anh) der ki:
“Adamı götürüp öldürdük. Sonra götürüp bir kuyuya attık, üzerine de taşla
doldurduk”. (K.S. 1631 C.270-271 Akçağ, alıntıları, Ebu Dâvûd, Hudud 20,
(4410); Nesâi Sârik 15,(8,90,91).
Kur’an’da, hırsıza kaç kere hırsızlık yaparsa yapsın, öldürme
cezası hükmedilmemiştir. Ayrıca hiçbir şey sormadan, peygamberin yanına
getirilen şahsa ölüm cezası vermesi ve çevresindekilerin, bu şahıs sadece
hırsızlık yapmıştır diyerek uyarması üzerine, ölüm cezasını geri aldığı
yolundaki iddiaları, peygambere karşı yapılmış bir iftiradır. Suçlunun suçunu
öğrenmeden, onu muhakeme etmeden, peygamberin bir şahsa ceza vermesi olacak şey
değildir. Zira peygamber bir zalim değildi. Zalim olanlar uydurma
rivayetleriyle ona böyle bir şey yakıştıranlardır.
Hırsızlara verilecek ceza konusunda, Kur’an’dan mealen:
- Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah
tarafından bir cezâ olarak, ellerini kesin. Allah Güçlüdür, Hakim’dir. 5/38
- Ettiği zulümden sonra tevbe edip düzelen kimse bilsin ki Allah
onun tövbesini kabul eder. Allah şüphesiz Bağışlayandır, merhametli olandır.
5/39
Kur’an’a göre, hırsızlık yapan erkek ve kadınların elleri kesilir.
Kesme derecesi suçun ağırlığıyla orantılı olarak, koparma şeklinde olabileceği
gibi, yaralama şeklinde de olabilir, zira hırsızlık azdan çoğa doğru ve işlenen
şekliyle ilgili olarak geniş bir sahayı kapsar. Ancak 5 Mâide 39 da görüldüğü
gibi, hırsızlık yapmış olanların tevbe edip ıslah olmalarından bahsedilmiştir,
bu husus yakalanmadan önce tevbe etmiş olanlarla ilgilidir. Yoksa yakalandığı
anda ben şimdi tevbe ettim diyenlerle ilgili değildir. Hırsızlık yapmış olan
kimseler yakalanmadan önce tevbe etmişlerse onların eli kesilmez.
Kur’an’a göre, kesme kelimesinin hangi manaya geldiğini bilme
açısından, geçtiği diğer ayetlerden örnek vererek, hem koparmayı hem de
yaralamayı kapsadığını gösterecek olursam. Kur’an’dan mealen:
- (Kafirlerin) Hurma ağaçlarından herhangi bir şeyi kesmeniz, yahut
kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah’ın izniyle ve (O’nun) yoldan çıkanları
cezâlandırması içindir. 59/5
Yukarıdaki ayet mealinde görüldüğü gibi, kesme kök üzerinden ayırma
yani koparma olarak tarif edilmiştir.
- Şehirde bir takım kadınlar: Vezir’in karısı, uşağının nefsinden
murâd almak istemiş! Sevda onun bağrını yakmış! Biz onu açık bir sapıklık
içinde görüyoruz! dediler. 12/30
- (Kadın), onların (dedi-kodu yaparak kendisini dile düşürme)
düzenlerini işitince, onlara (adam) gönderdi (yemeğe dâvet etti). Onlar için
dayanacak yastıklar hazırladı ve her birine de bir bıçak verdi. (Kadınlar,
önlerine konan meyvaları soyup yemekle meşgûl iken) Yûsuf’a çık karşılarına!
dedi. Kadınlar Yûsuf’u görünce onu (gözlerinde) büyüttüler (ona
hayranlıklarından ötürü) ellerini kestiler ve: “Allah için, hâşâ bu insan
değildir; bu ancak güzel bir melektir!” dediler. 12/31
Yukarıdaki ayet mealinde görüldüğü gibi, kesme elin dalgınlıkla
yaralanması manasına da gelmektedir.
Hırsızlık yapanların yakalanmadan önce tevbe etmeleri halinde
ellerinin kesilmeyeceği konusunda Kur’an’dan mealen:
- Allah ve elçisiyle savaşanların ve yeryüzünde fesad çıkarmaya
çalışanların cezâsı: (ya) öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin,
ayaklarının çapraz kesilmesi veyâ bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu,
onların dünyâda çekecekleri rezilliktir. Âhirette ise onlara büyük azâb vardır.
5/33
- Ancak sizin onları ele geçirmenizden önce tevbe edenler, bundan
müstesnâdır. Zira biliniz ki Allah, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. 5/34
Yukarıda ki ayet mealinde görülen hususları işleyenler,
yakalanmadan önce tevbe etmişlerse ceza görmezler. Hırsızlığın cezası Kur’an’da
özel olarak bildirilmekle beraber, hırsızlık, yeryüzünde fesad çıkarıcı
olayların kapsamına girmektedir, dolayısıyla bu fiili işleyenlerin ceza
görmemek için, yakalanmadan önce tevbe etmiş olmaları gerekir. Hırsızlığın
yeryüzünde fesat çıkaran olaylardan bir tanesi olduğuyla ilgili olarak,
Kur’an’dan mealen:
- (Yûsuf) onların yüklerini hazırlarken su tasını (öz) kardeşinin
yükü içine koydu. (Kervan hareket ettikten) sonra bir ünleyici şöyle seslendi:
“Ey kervan siz hırsızlarsınız!” 12/70
- Bunlara döndüler: “Ne kaybettiniz, (ne arıyorsunuz)?” dediler.
12/71
- Dediler ki: “Melikin su tasını kaybettik (onu arıyoruz). Onu
getirene bir deve yükü (mükâfat) var. Ben buna kefilim” 12/72
- (Yûsuf’un kardeşleri): “Allah, Allah! dediler, herhalde siz de
bilmişsinizdir ki biz, bu yere fesat çıkarmak için gelmedik. Ve biz hırsız
değiliz!” 12/73
- (Şuayb, kavmine demişti ki ): “Ölçeği tam yapın. Eksiltenlerden
olmayın.” 26/181
- “Doğru terazi ile tartın.” 26/182
- “İnsanların mal ve haklarından bir şey eksiltmeyin. Yeryüzünde
fesatçılık yaparak karışıklık çıkarmayın.” 26/183
Tekrar rivayetlerle ilgili konulara dönecek olursak:
286- Semure radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: “Kim kölesini öldürürse, biz de onu. Kim de kölesinin
(burnunu, kulağını keserek) sakatlarsa, biz de onun (burnunu, kulağını keserek)
sakatlarız.” (K.S. 4962 C.14 S.177 Akçağ 1992, alıntıları, Ebu Dâvûd, Diyât
7,(4515, 4516,4517,4518); Tirmizi, Diyât 18, (1414); Nesâi, Kasâme 9,(8,21). )
287- Kays İbnu Ubâd radıyallahu anh anlatıyor: “Ben ve el-Eşter
en-Nehâi, Hz. Ali radıyallahu anhüm’ün yanına gittik. Kendisine:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bütün insanlara şâmil olmayan
hususi bir tâlimatta bulundu mu?” dedik. Bize:
“Hayır! Ama şu sahife de bulunanlar var! dedi ve kılıncının
kabzasından bir sahife çıkardı. İçerisinde şunlar vardı: “Müminlerin kanı
eşittir. Onlar içlerinden en âdilerinin verdiği emana uyarlar. Haberiniz olsun:
Mü’min, kâfir mukabilinde öldürülmez;............ (K.S. 4964 C.14 S.181 Akçağ
1992, alıntıları, Ebu Dâvûd, diyât 11, (4530); Nesâi, Kasâme 8,(8,19). )
Yukarıda yazılı iki rivayet birbirleriyle çelişkilidir.
Birincisinde, kölesini öldüren, öldürülür denmiştir. Kölenin sahibi mümin,
kölesi de kafir olabilir, kafir kölenin mümin sahibi tarafından öldürülmesi
halinde, bu rivayete göre müminin kafir karşılığında öldürülmesi gerekir. Buna
rağmen ikinci rivayette, mümin, kafir mukabilinde öldürülmez denmesi bir
çelişkidir.
Konuya, Kur’an’a göre bakacak olursak, İslam’da hiçbir zulüm
korunmamıştır, zira Allah zalimleri sevmez. Suç işleyen ceza görmeye hak
kazanmıştır. Velev ki, bir mümin, bir kafire zulmetmiş olsun, durum değişmez.
Allah’ın hükmüne göre adalet isteyen muhakkak ki, hakkını almaya hak kazanmıştır.
Bu insanın, zengin, fakir, hür veya köle, müslüman veya gayri müslim olması
durumu değiştirmez.
Bu konularla ilgili olarak Kur’an’dan mealen:
- Biz sana Kitâbı hak ile indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın
sana gösterdiği biçimde hüküm veresin; hâinlerin savunucusu olma! 4/105
- Allah size emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında
hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt
veriyor. Şüphesiz Allah, işiten, görendir. 4/58
Görüldüğü gibi adalet tüm insanlar içindir. Kur’an’da
belirtildiğine göre Kitâb ehlinden bazı kimseler, bizim, bizim dışımızda olan
ümmilere karşı bir sorumluluğumuz yoktur. Onlara ne istersek yaparız
demişlerdi. Allah bu düşünceyi red etmekte, dolayısıyla bize de bizim dışımızda
olanlara karşı sorumlu olduğumuzu, onlara herhangi bir haksızlık yapmamamızı
bildirmektedir.
Kur’an’dan mealen:
- Kitâb ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle emânet bıraksan,
onu sana öder. Onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar versen, devamlı
olarak başına dikilmeden onu sana ödemez. “Ümmilere karşı bize sorumluluk
yoktur.” dedikleri için böyle yapıyorlar ve Allah’a karşı bile bile yalan
söylüyorlar. 3/75
İslam dinine göre, müslüman olsun veya olmasın hiç kimseye hiçbir
şekilde haksız yere saldırı olmaz. Hiçbir müslüman, müslüman olmayan bir
kimseye haksız yere saldırarak, canına, malına, ailesine zarar veremez. göz
önünde bulundurulması gereken olay, müslüman olmayan kimsenin, ilk önce
saldırıp saldırmadığıdır. Saldırmamışsa, hiç kimse ona sırf inancından dolayı
veya maddi varlık sahibi olmasından dolayı saldıramaz. Bir kimse saldırıp ta
haksız yere ona zarar vermişse ve zarar gören veya zarar görenin yakınları
affetmeyip davacı iseler, saldıran, kısas olarak verdiği zarar kadar ceza
görmeye hak kazanır.
Savaşta dahi, müslümanlar kendilerine savaş açmamış olanlara savaş
açamazlar. Bundan dolayı, İslam dinine kılıç dinidir diyenler, derin bir
yanılgı ve haksızlık içindedirler.
İslam dinine göre, insan dünyada bir imtihan içerisindedir ve bu
imtihanı sürdüğü müddetçe, doğruyu bulması için kendisinden aklını kullanması
suretiyle mevcut imkanlardan istifade ederek hakikati bulmaya çalışması ve
bulduğunda da kabul ederek, bu hakikatin gösterdiği doğru yolda gitmek
suretiyle gereğini güzel bir şekilde yerine getirmesi onun görevidir. Bundan
dolayı, İslam dininde iman ve iyi amel çok önemli iki olaydır.Bir insanın
aklını kullanabilmesi için, malının ve çoluk çocuğunun saldırıya uğraması ve
saldırıya uğrayamayacağından emin olması çok önemlidir. İslam'a göre, bir kimse
müslüman olmuyor diye, inancından dolayı saldırıya uğrayamaz, inancını
değiştirmesi konusunda zorlanamaz. Müslümanların tam olarak hakim oldukları
coğrafyada, canından, malından emin olarak inancını yaşaya bilir. Ne zaman ki,
yeryüzünde bozgunculuk yapar, saldırıda bulunursa cezaya müstahak olur. Cezadan
önce yakalanmamış veya yenilmemiş olmasına rağmen ıslâh olmuşsa veya
yakalanmasına rağmen öldürmede ve yaralamada zarar görenler tarafından af
edilmişse, kendisine hiç ceza uygulanmaz. Kısasın uygulanmasında, haksızlığa
uğrayanın hakkını talep etmesi veya suçlunun ceza görmesi inancına bağlı
değildir. İslam hukukunda bu konuda fark gözetilmez. Bir kimsenin müslüman
olup, olmaması durumu değiştirmez.
Bu hususla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- Allah ve elçisiyle savaşanların ve yeryüzünde fesad çıkarmaya
çalışanların cezâsı: (ya) öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin,
ayaklarının çapraz kesilmesi veyâ bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu,
onların dünyâda çekecekleri rezilliktir. Âhirette ise onlara büyük azâb vardır.
5/33
- Ancak sizin onları ele geçirmenizden önce tevbe edenler, bundan
müstesnâdır. Zira biliniz ki Allah, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. 5/34
Görüldüğü gibi, Kur’an’a göre bir insanın ceza görmesi için bir suç
işlemesi ve yakalanmadan önce tevbe etmemiş olması gerekir.
Allah’a ve peygambere, dolayısıyla müslümanlara savaş açanlar
konusunda Kur’an’dan mealen:
- Eğer andlaşma yaptıktan sonra andlarını bozarlarsa ve dininize
sataşırlarsa, o küfür önderleriyle hemen savaşın. Çünkü andları yoktur; böylece
(saldırıdan) vazgeçerler. 9/12
- Andlarını bozan, resûlü (Mekke’den) çıkarmağa yeltenen ve ilk
önce kendileri siz(inle savaş)a başlamış olan bir kavimle savaşmayacak mısınız?
Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer gerçekten mümin kişiler iseniz,
kendisinden korkmanıza en lâyık olan Allah’tır. 9/3
Savaş için, ilk saldırının kafirlerden gelmesi gerekir. İlk
saldıranlar kendileri olmasına rağmen barışa yanaşırlarsa, Allah barış yapmayı
emretmektedir. Kur’an’dan mealen:
- Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sende ona yanaş ve Allah’a
tevekkül et, çünkü O, işitendir, bilendir. 8/61
Eğer, müslüman olmayanlar, müslümanların dinine, malına, canına
saldırmaktan vaz geçerlerse, barışa yanaşırlarsa onlarla barış yapılır.
Bir kısmı da vardır ki, savaş konusunda tarafsız olup, ne kendi
kavimlerine, ne de müslümanlara saldırmak istememektedirler. Bu kimselere de
müslümanlar savaş açmazlar. Kur’an’dan mealen:
- Ancak aranızda anlaşma bulunan bir topluma sığınanlar, yâhut ne
sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak (istemediklerin)den yürekleri
sıkılarak size gelenler hâriç. Allah dileseydi, onları sizin başınıza musallat
ederdi, sizinle savaşırlardı. O halde onlar, sizden uzak durular, sizinle
savaşmazlar ve sizinle barış içinde yaşamak isterlerse, Allah size onlara
saldırmak için bir yol vermemiştir. 4/90
- Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi
yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adâletli
davranmaktan menetmez. Çünkü Allah, adâlet yapanları sever. 60/8
- Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi
yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselerle dost
olmaktan men eder. Kim onlarla dost olursa işte zâlimler onlardır. 60/9
İslam dininde eman dileyen müşrik kimselere de, saldırı olamadığı
gibi, kendilerine, güvenlikleri konusunda yardım edilir. Kur’an’dan mealen:
- Ve eğer ortak koşanlardan biri eman dileyip yanına gelmek
isterse, onu yanına al ki, Allah’ın sözünü işitsin sonra onu güven içinde
bulunacağı yere ulaştır. Böyle (yap), çünkü onlar bilmez bir topluluktur. 9/6
Ayrıca saldırıya uğramış olsalar dahi, Allah, müslümanlara savaşta
aşırı gitmemelerini emretmiştir. Kur’an’dan mealen:
- Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın; fakat haksız yere
saldırmayın, çünkü Allah haksız yere saldıranları sevmez. 2/190
- Haram ayı, haram aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır. Kim
size saldırırsa, onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın; Allah’tan
korkun, bilin ki Allah muttakilerle (sakınanlarla) beraberdir. 2/194
İslam dininde savaş ortamında bile barışa teşvik edilir.
Saldırganlara, saldırılarından vaz geçmemeleri çağrısında bulunulur.
Kur’an’dan mealen:
- İnkâr edenlere eğer, (savaştan) vazgeçerlerse, geçmişlerinin
bağışlanacağını ve tekrar başlarlarsa evvelkilerin hükmünün uygulanacağını
söyle. 8/38
Buna rağmen savaşta ısrar ederlerse, müslümanlar da kendilerine
yapılan saldırıları önlemek, inançlarını hür olarak yaşamak için Allah’ın
dinine yapılan tüm saldırıları engellemeye çaba gösterirler. Bu arada
amaçlarından taviz vermeden, barış yolunu da açık tutarlar.
Kur’an’dan mealen:
- Fitne kalmayınca ve din tamâmen Allah’ın oluncaya kadar onlarla
savaşın! Eğer vaz geçerlerse muhakkak ki Allah yaptıklarını görmektedir. 8/39
- Eğer dönerlerse, bilin ki Allah sizin sahibinizdir. O, ne güzel
sahib, ne güzel yardımcıdır! 8/40
İslam dininde hiç kimseye haksız yere saldırmak kabul edilmemiştir.
bundan dolayı, Müslüman olmayan bir kimseye Müslüman olmuyor diye değil savaş
açmak, baskı yapmak, yani zorlamada bulunmak dahi kabul edilemez. Her insan
kendi inancını yaşayabilir, fakat şu da bilinmelidir ki, inanç yeryüzünde fitne
çıkarmakta değildir. Yani bir kimse çıkıp ta benim inancım insanlara afyon
satmaktır veya insanların mallarını haksız yere almaktır diyerek başkalarına
zarar veremeyeceği gibi, nasıl ki kendisine haksız yere kimse saldırmıyorsa, o
da hiçbir şekilde yer yüzünde haksız bir zorba olarak saldırıda bulunamaz. Aksi
takdirde cezayı hak eder.
İnanca baskı yapılamayacağı ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli
olmuştur. Kim tâğût’u reddedip, Allah’a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan,
sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir. 2/256
Bir işte veya bir olayda hareket noktası çok önemlidir. İslam
dininde inançla ilgili olarak, peygambere verilen yetki tebliğ yani
duyurmaktır. Bu konuda peygambere hesap sormak yetkisi verilmemiştir. İnanç ve
farzlarla ilgili amel konusun da hesap sormak Allah’a aittir.
Kur’an’dan mealen:
- İyi bilin ki Allah’ın cezası çetindir ve Allah bağışlayıcı,
esirgeyicidir. 5/98
- Resûle düşen, sadece duyurmaktır. Allah, neyi gizleyip neyi açığa
vurduğunuzu bilir. 5/99
- Onlara va’dettiklerimizin bir kısmını sana göstersek de, seni
(bundan önce) vefat ettirsek de sana düşen, duyurmaktır. Hesap görmek de bize
düşer. 13/40
Görüldüğü gibi, İslam dininde haksız yere saldırı ve zulüm yoktur.
İnsanlara iyilikleri için tebliğ yapılır, fakat ister kabul ederler veya
etmezler, kabul etmemeleri halinde onlardan hesap sormak ancak Allah’a aittir.
Bütün bunlara rağmen, bir kimse Müslüman olsun veya olmasın,
başkalarına haksızca saldırıp zulmederse! Kur’an’dan mealen:
- Kötülüğün cezâsı, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder,
bağışlarsa onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zâlimleri sevmez. 42/40
- Kim zulme uğradıktan sonra kendini savunursa böyle hareket
edenlerin aleyhine bir yol yoktur. 42/41
- Ancak şunların aleyhine yol vardır ki, insanlara zulmeder ve
yeryüzünde haksız yere saldırırlar. (İşte bunlar kınanırlar ve) öylelerine acı
bir azab vardır. 42/42
- Fakat kim sabreder, (kendisine yapılan kötülüğü) affederse,
şüphesiz bu, çok önemli işlerden biridir. 42/43
Herhangi bir nefsi katletmemiş veya yer yüzünde fesat çıkarmamış
bir kimseyi katleden kimse, İslam dinine göre büyük bir suç işlemiş olur.
Müslüman olmayan bir kimse bir müslümanı bu şekilde katledemeyeceği gibi,
inanca baskı yapılmasını dahi kabul etmeyen Allah, hiç bir Müslüman’a, Müslüman
olmayan bir kimseyi haksız yere katletme yetkisi vermez. Haksız yere saldırı
İslâm dinide büyük bir suçtur. Kur’an’dan mealen:
- Bundan dolayı İsrâil oğullarına şöyle yazdık: Kim, bir nefsi
katletmemiş, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir nefsi katlederse,
sanki bütün insanları katletmiş gibidir. Kim de onu(n hayatını kurtarmak
suretiyle) yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur. Andolsun elçilerimiz
onlara açık delillerle geldiler, ama bundan sonra da onlardan çoğu, yine yer
yüzünde isrâf etmekte (aşırı gitmekte) dirler. 5/23
İslam dininde kısas gereken hallerde, zarar görenler affa teşvik
edilmekle beraber, zarar görenlerin davacı olmaları halinde kısas uygulanır. Bu
husus adaletin gereği olduğu gibi, ceza görme korkusu da suçtan caydırıcı bir
etkendir. Kısas sistemi cana can , göze göz, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara
karşı yaradır. İslam dinide, devletin hapishaneler kurmak suretiyle, suç
işleyenleri cezalandırması ön görülmemiştir. Hapishaneler kurmak, hem devlete
hem de halka yük getiren bir sistem olduğu gibi, kısastaki suç, ceza denkliğini
ihtiva etmez. Ayrıca suçların yaygınlaştığı zamanlarda, hapishanelerde büyük
yığılmalar olduğu gibi, disiplinin sağlanamadığı hallerde hapishane içerisinde
çeşitli suçların işlenmesine neden olmaktadır. Hapishane sistemini yığılmalar
nedeniyle taşıyamayan yöneticiler, zarar görenlerin rızası hilafına, suçluları
af edip hapishanelerden tahliye edebilmektedirler. Bu da intikam duygularının
ve hareketlerinin toplum içerisinde yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Kısas
konusunda Kur’an’dan mealen:
- Onda (Tevrat’ta) onlara: cana can, göze göz, buruna burun, kulağa
kulak, dişe diş ve yaralara karşılık kısas (ödeşme) yazdık.
Kim bunu bağışlar (kısas hakkından vazgeçer)se o kendisi için
kefâret olur. Ve kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte zâlimler onlardır.
5/45
Faillerin şahıs olarak kesin belli olduğu münferit olaylarda,
kısasa dahil suç işleyen bizzat verdiği zar kadar ceza görür. Fakat öyle
olaylar vardır ki, bir topluluk tarafından başka bir topluluğa karşı işlenmiş
olabilir. Bu iki topluluk, Mümin iki toplulukta olabilir. Örneğin, iki Mümin
aşiret veya kabile gibi.
Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Eğer müminlerden iki grup vuruşurlarsa onların arasını düzeltin;
şâyet biri ötekine (barışa yanaşmayıp) saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye
kadar saldıran tarafla vuruşun. (Allah’ın buyruğuna) dönerse artık adâletle
onların arasını düzeltin ve (her hususta) âdil olun, Allah, adâlet(le hareket)
edenleri sever. 49/9
- Muhakkak müminler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin
ve Allah’tan korkun ki size rahmet edilsin. 49/10
Zarar veren topluluk tek bir fert gibi sayılarak, zarar görenler
tarafından veya katl olma olayı olmuşsa katl olunanın akrabaları tarafından af
edilmemişse, kısas uygulanır. Kısas uygulanırken yine denklik gözetilir.
Kur’an’dan mealen:
- Eğer bir ceza ile mukabele edecek olursanız size reva görülen
cezanın misli ile ceza verin. Eğer sabrederseniz bu, tahammül edenler için daha
hayırlıdır. 16/126
Yukarıda meali yazılı âyet her çeşit kısas cezası için genel
hükümdür.
Toplumsal olaylarda, katletme konusunda suçlu toplumun tek bir
şahısmış gibi dikkate alınarak verdiği zarar kadar cezalandırılması. Kur’an’dan
mealen:
- Ey iman edenler, katletmede kısas size farz kılındı. Hürre
karşılık hür, köleye karşılık köle, kadına karşılık kadın. Ama kim kardeşi
tarafından affedilirse, o zaman (affedenin örfe göre) uygun olanı yapma(sı
uygun diyeti istemesi, affedilenin de) güzelce onu ödeme(si) gerekir. Bu,
Rabb’iniz tarafından bir hafifletme ve rahmettir. Kim bundan sonra da saldırıya
kalkarsa artık onun için acı bir azap vardır. 2/178
- Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki
(suç işlemekten) sakınırsınız. 2/179
Görüldüğü gibi, kısasta af etmek teşvik edilmiştir, fakat garanti
edilmeyerek zarar görenin hakkı korunmuş ve suçtan caydırıcı bir adalet olması
sağlanmıştır.
İslam dini barışçı ve affı teşvik eden bir dindir. Hiç kimseye
haksız yere saldırıyı kabul etmez. Ve mümin dahi olsalar haksızlık edenleri
korumaz.
Mümin olmayan bir kimse, bir müddet sonra mümin olabileceği gibi,
kendisi mümin olmasa bile nesiller sonra dahi onun soyundan gelen kimseler
mümin olabilirler. Mümin olan bir kimsede bir müddet sonra kafir olabilir.
Dünya hayatında insanlar imtihan şartları içerisinde düşünülür, kendilerine
düşünme fırsatı verilir. Mallarına, canlarına haksız saldırı İslam dininde
tasvip edilmediği gibi. İslam dışı inançlara baskıyı da İslam dini tasvip
etmez.
KÖLELERİN DURUMU KONUSUNA GELİNCE: İnsanlar Adem ve Havva’nın
çocukları olarak aynı ana babadan dünyaya gelmelerine rağmen, tarihte çok
yaygın olarak bir birlerini köle yapmışlardır. İnsanların, insanları köle edinme
kaynaklarını başlıca üç şekilde tasnif edebiliriz:
1- Savaş veya baskın neticesinde, yenilen veya ele geçirilen
tarafın köleleştirilmesi.
2- Köle sahiplerinden satın almak yoluyla köle edinilmesi.
3- Köle sahiplerinin, köleleri üretmek suretiyle çoğaltıp, yeni
köleler edinmesi.
Bu suretle bir insan, diğer bir insanı köle edinmekte ve
hürriyetine el koyabilmektedir. Bu durum köle olmuş insan için çok zor bir
olaydır. Köle olmuş insanları, kölelikten kurtarmanın iki yolu vardır.
Bunlardan bir tanesi herkes hürdür deyip köleliğin reddedilmesi, ikincisi ise
kontrollü şekilde sosyal doku içinde eritmek suretiyle azalta, azalta mücadele
edilmesidir.
Herkes hürdür deyip kölelik ret edildiğinde, köleliğin yaygın
olduğu devirlerde, bir çok sosyal patlamalar meydana gelecektir. Örneğin:
Toplumda hür fakat birçok işsiz, evsiz, aç insanlar doluşacak, efendileri
eliyle azat edilmiş köleler, efendilerinden intikam alma durumuna gelebilirler.
Hatta bir araya gelip eski efendilerini köle yapmaya kalkışa bilir ve daha
birçok olaylara sebebiyet verebilirler.
Kölelikle sosyal doku içerisinde eritmek suretiyle azalta azalta
mücadele edilmesi durumu ise, toplumu sarsmayan ve hatta İslam toplumu
dışındaki köleci toplumlarla etkili bir mücadele yöntemidir. Zira
Müslümanların, korku duymadan o toplumlardan köle satın alıp hürriyete
kavuşturmalarına olanak vermektedir.
Kölelikle mücadele edilmesiyle ilgili olarak, Kur’an’da bir dizi
tedbirler vardır, bunlardan örnekler verecek olursam:
Kur’an’dan mealen:
- (Savaşta) kâfirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun.
Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş
sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı Salıverin. Durum şu ki,
Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek
ister. Allah yolunda katledilenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa
çıkarmaz. 47/4
Böylece, savaş esirlerinin köleleştirilmesi, İslam’da yasaklanmış
olmaktadır. Zira savaşın bitiminde esirler ya karşılıksız yada fidye karşılığı
serbest bırakılacaklardır. Böylece savaş yoluyla köle alınması önlenmiş
olmaktadır.
Köle sahibi olan kafirlerin ellerindeki kölelerden satın almak,
kölelerin müslümanların eline geçmesine ve böylece hürriyete kavuşmaları için
kendilerine bir kapı açılmış olmaktadır. Zira, İslam dininde kölelerin
hürriyete kavuşmaları teşvik edildiği gibi, diyet şartına da bağlanmış,
sadakalardan kendilerine pay verilmesi farz kılınmış, ayrıca kendilerinden hayır
beklenen bir kölelerin mükatebe yapmak suretiyle hürriyetine kavuşturulması ön
görülmüştür. Cariyelerin zorlanıp zinaya sürüklenmesi yasaklanmış, köle ve
cariyelerden salih olanların evlendirilmesi emredilmiştir. Böylece bir dizi
tedbirlerle, köleliğin ortadan kaldırılması yolu açılmıştır. Bu hususlarla
ilgili olarak örnekler verecek olursam,
Kur’an’dan mealen:
- (İnsan), hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
90/5
-(Gösteriş ve övünme için) “Ben birçok mal telef ettim” diyor. 90/6
- Kimse kendisini görmedi mi sanıyor? 90/7
- Biz ona vermedik mi: İki göz 90/8
- Bir dil, iki dudak? 90/9
- Ona iki yolu (doğru ve eğriyi) göstermedik mi? 90/10
- Fakat o, sarp yokuşu geçemedi. 90/11
- Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin? 90/12
- Bir boynu (kölelik zincirinden) çözmek, 90/13
- Yahut doyurmaktır: açlık gününde, 90/14
- Akraba olan yetimi, 90/15
- Yâhut hiçbir şeyi olmayan yoksulu, 90/16
- Sonra inanıp birbirlerine sabır tavsiye eden ve merhamet tavsiye
edenlerden olmak. 90/17
Doğru yolda olmanın bir şartı olarak, köle azat etmek
gösterilmiştir. (Ayrıca bak. 2 Bakar 177. )
Kefâret şartı olarak köle azat etmenin farz kılınması.
Kur’an’dan mealen:
- Kadınlarına zıhar edip sonra söylediklerinden dönenler,
karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuştursunlar. Size
öğütlenen (hüküm) budur. Allah yaptıklarınızı haber almaktadır. 58/3
(Ayrıca bak. 4 Nisa 92 ; 5 / M3aide 89 )
Kölelerin, ihtiyaçlarını karşılamak üzere, kendilerine sadakadan
farz olarak pay verilmesi. Kur’an’dan mealen:
- Sadakalar, Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, düşkünlere,
onlar üzerinde çalışan (sadaka toplayan) memurlara, kalpleri (İslâm’a) ısındırılacak
olanlara, kölelik altında bulunanlara, borçlulara, Allah yoluna ve yolcuya
mahsustur. Allah bilendir, hikmet sâhibidir. 9/60
Köle ve cariyelerin evlendirilmesi ve mükatebe konusunda Kur’an’dan
mealen:
- İçinizden bekârları ve köle ve câriyelerinizden salih olanları
evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah, lûtiyle onları zengin eder. Allah geniş
(nimet ve lütuf sahibi)dir. (her şeyi) bilendir. 24/32
- Evlenme (imkânı) bulamayanlar, Allah kendilerini lûtfundan zengin
ed(ip evlenme imkânına kavuştur)uncaya kadar iffetlerini korusunlar.
Ellerinizin altında (köle ve câriye)lerden, mükâtebe (akdi) yapmak
isteyenlerle, eğer kendilerinde bir iyilik görürseniz mükâtebe yapın. Ve
Allah’ın, size verdiği malından onlara da verin. Dünya hayatının geçici menfaatini
elde etmek için, nâmuslu kalmak isteyen câriyelerinizi zinaya zorlamayın. Kim
onları (zinaya) zorlarsa, şüphesiz Allah, zorlanmalarından sonra (0 cariyelere
karşı) bağışlayıcı, esirgeyicidir. 24/33
Yukarıdaki ayet meallerinde görüldüğü gibi, İslam dininde köleliğin
sona erdirilmesiyle ilgili çok önemli yaptırımlar vardır. Bir insanın dünyada
en çok isteyeceği şeylerden bir tanesi, hürriyet ve ev bark sahibi olmasıdır.
İslam dininde bunlarla ilgili sağlam esaslar getirilmiştir, köle ve cariyelerden
salih olanların evlendirilmesi emredilmiştir. Ayrıca cariyelerin zinaya
zorlanması yasaklanmış olup, zinadan uzak aile kadını olmalarına olanak
sağlanmıştır. Köleliği kesin ortadan kaldıran bir husus olarak, kölelerle
mükatebe akdi yapılması emredilmiştir. Bu mükatebe akdinin tek şartı, hürriyeti
verilecek kölenin, kendisinde iyilik görünen bir kimse olmasıdır. Kölelik
altında yaşamış olan ve kendisinden iyilik görünmeyen bir kimsenin hürriyete
kavuşturulması, İslam toplumuna zararlı olacağından, köleliğin tasfiyesi
olayında bu benimsenmemiştir. Bunun dışında kişi kendisinden hayır görünen bir
kimse ise, hür olması için mükâtebe akdi yapmak üzere müracaat etmesi
yeterlidir. Kendisiyle yapılan mükâtebe akdi, hürriyete kavuşma akdidir; bir
hürriyet belgesidir. Bu akit hürriyete kavuşan köleye baş edemeyeceği mali yük
getiren bir akitte değildir, tam tersi, toplumda tutunabilmesi için kendisine
malen yardım edilmesi emredilmiştir. Zira, hiçbir maddi imkana sahip olmadan
hür olması, kendisini köleliği arayacak hale getirebilir, bu mali yardım
yapılmak suretiyle önlenmiştir. Ayrıca, kölelik müddeti içerisinde, köle
sahibi, kölesine kısas kapsamına giren bir zarar verdiği zaman, kölenin
affetmeyip kısas istemesi halinde, kölesine verdiği zarar kadar kendisine kısas
uygulanır. Ferdi olaylar için, kısas uygulamasında, Kur’an’da, efendi köle
ayırımı yapılmamıştır.
Kaldığımız yerden rivayetleri incelemeye devam edecek olursak,
şöyle ki :
288- Abbâs İbnu Abdulmuttalib anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki : “Ne me’mûne (beyin zarına ulaşan yara)da, câife
(bedenin iç kısmına ulaşan yara)da, ne de münakkıla (kemiği kırıp yerinden
kaydıran yara)da kısas vardır. (Yani başkasını bu çeşit yaralarla yaralayan
kimseye kısas uygulanmaz, diyet alınır).” (K.S. 6812 C.17 S.330, alıntısı,
İbn’i Mace 2637. )
Yukarıda ki rivayette, ağır yaralamaların kısas dışı olduğunu iddia
etmekle, kısasın bu husustaki caydırıcılığını ve adaletli bir karşılık olma
olayını ortadan kaldırmayı amaçlamışlardır.
Zarar görenin affetmemesi halinde, kısas yoluyla her çeşit yaraya
karşı, denk bir yara açılması gerektiği Kur’an’da belirtilmiştir. Yaralarda
istisna yapılan rivayetin aslı yoktur.
Kur’an’dan mealen:
- Onda (Tevrat’ta) onlara: cana can, göze göz, buruna burun, kulağa
kulak, dişe diş ve yaralara karşılık kısas (ödeşme) yazdık. Kim bunu bağışlar
(kısas hakkından vazgeçer)se o kendisi için kefaret olur. Ve kim Allah’ın
indirdiğiyle hükmetmezse, işte zâlimler onlardır. 5/45
Görüldüğü gibi, yaralarda istisna yapılmamıştır. Ayrıca hiçbir
şahıs istisnası da yapılmamıştır, bundan dolayı, oğul'a, babası sebebiyle kısas
uygulanmaz diye uydurdukları şu rivayetin de aslı yoktur:
289- Süreka İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm’ın, oğlu sebebiyle babaya kısas uyguladığına, fakat
oğluna, babası sebebiyle kısas uygulamadığına şahid oldum.” (K.S. 4957 C.14
S.174 Akçağ 1992 alıntısı, Tirmizi, Diyât 9, (1399). )
Hem de bu rivayette çok ilginç bir husus vardır. Oğul babasını
dövse, yaralasa, öldürse, oğul'a hiçbir kısas cezası verilemeyeceği, fakat aynı
şekilde baba çocuğa zarar verirse babaya kısas uygulaması gerektiğini rivayet
etmişlerdir. Hal bu ki, değil ana, babayı dövmek, yaralamak v.s. Onlara
çocukları, Kur’an’a göre “öf” dahi diyemezler, bu hususta Kur’an’dan mealen:
- Rabb’in yalnız kendisine tapmanızı ve anaya babaya iyilik
etmenizi emretti. İkisinden birisi, yâhut her ikisi, senin yanında ihtiyarlık
çağına ulaşır (ihtiyarlık zamanında senin yanında kalırlar)sa sakın onlara “öf”
deme, onları azarlama! Onlara güzel söz söyle. 17/23
Ayrıca, İslam’da ki kısas hukukunu ortadan kaldırmak için, haklı
olarak kısas isteyenin, bu isteğinden dolayı suçlu olacağını iddi ettiler, hal
bu ki haklı olmakla suçlu olmak zıt şeylerdir. Haklı olan, hakkını istemekten
dolayı asla suçlanamaz.
Bu konuda uydurdukları rivayetlerden örnekler:
290- Resûlullah’a adam öldürmüş birini getirdiler. O da öldürenin
velisine kısas hakkı tanıdı. Bunun üzerine veli onu alıp gitti. Boynunda tasma
vardı; onu çekiyordu. O dönüp gittikten sonra. Resûlullah:
“Katille maktul cehennemdedir” buyurdular. Derken biri o adama
giderek Resûlullah’ın sözünü söyledi. O da katili bırakıverdi. (Sahihi Müslim
C.8 H.33/322 Sönmez Neşriyat A.Ş. Ahmed Davudoğlu. )
291- Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm’a bir adam getirip:
“Bu adam kardeşimi öldürdü” diye şikayette bulundu. Rasulûllah da:
“Git sen de öldür, tıpkı kardeşini öldürdüğü gibi!” buyurdular.
Adamcağız şikayetçiye:
“Allah’tan kork, beni affet! Çünkü af senin için büyük bir ücrete
sebeptir. Senin için de, kardeşin için de Kıyamet günü daha hayırlıdır!” dedi.
Adam onu salıverdi. Durum Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a haber verildi.
Resûlullah (onu çağırıp) sordu. Adam (caninin) kendisine söyledikleri haber
verdi.” (Râvi devamla) der ki: “(Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm): “Onu azat
et! Aslında onu azad etmen, onun için, kıyamet günü onun sana yapacağından daha
hayırlıydı. O gün: “Ey Rabbim! Diyecek, şuna sor bakalım, beni niye
öldürmüştü?” (K.S. 4983 C.14 S.200 Akçağ, alıntısı, Nesâi, Kasâme 6(8,18). )
Rivayetin sonunda ki tehdit ifadesine dikkat edildiğinde, kısas
hakkını talep eden, bu isteğinden dolayı suçlu duruma düşürülmek istenmiştir.
Kısastan vazgeçip affetmek iyi bir şeydir. Fakat kısas hakkını
talep edende hiçbir zaman suçlu duruma düşmez; hiçbir şekilde suçlanamaz. Zira
bu onun hakkı olan bir husustur. Onların bu rivayeti uydurmaktan kasıtları affı
teşvik etmek değildir. Kısasın uygulanmasını kökten yok etmektir. Çünkü kısas
yok edilip uygulanmasa suç işleme artar, adalet, Kur’an ölçülerine göre yerine
getirilmemiş olur. Suçların engellenmesinde caydırıcılık yönünden kısas çok
etkilidir. Toplumsal asayişin sağlanmasında kısasın büyük önemi vardır. Onun
için müslümanlar arasında fitnelerin yayılması için kısası yok etmek bakımından
rivayetler uydurmuşlardır.
Kur’an’da kısas konusunda şöyle denmiştir, mealen:
- Ey akıl sâhipleri, kısasta sizin için hayat vardır, böylece
korunursunuz. 2/179
Mealini yazdığım 2 Bakara 179 ayetinden durum gayet net bir şekilde
anlaşıla bilir.
292- İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah’tan başka İlah olmadığına ve benim de Allah’ın Resûlü
bulunduğuma şahadet eden kimsenin kanı, üç hal dışında helal değildir:
1- Zina yapan dul.
2-Cana can kısas.
3-Dinden çıkıp cemâatten ayrılan.”
(K.S. 4931 C.14 S.140 Akçağ, alıntısı, Buhari, Diyât 6; Müslim,
Kasâme 25,(1676); Ebu Dâvûd, Hudûd 1,(4352); Tirmizi, Diyât 10,(1402); Nesâi,
Tahrim 5,(7,90,91), Kasâme 5,(8,131). )
Zina yapan dulla, cana can kısas konusuna değindim. Bu rivayetin
üçüncü şıkkında mürteddin öldürüleceğini tahdis etmişlerdir, hal bu ki
Kur’an’da bazı durumlarda mürte de tevbe fırsatı verilmiştir. İrtidat eden
katledilirse, tevbe etmesi nasıl mümkün olur. Kaldı ki , inandıktan sonra inkar
edip, inkarlarını arttırdıklarından dolayı tövbeleri kabul edilmeyenler
hakkında dahi Kur’an’da ölüm cezası öngörülmemiştir. Kur’an’dan mealen:
- İman ettikten, Resûlün hak olduğunu gördükten ve kendilerine açık
deliller geldikten sonra, inkar eden bir kavme Allah nasıl yol gösterir? Allah,
zalim, kavmi doğru yola iletmez. 3/86
- İşte onların cezası: Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların
laneti onların üzerindedir! 3/87
- O (lanet)in içinde ebedi kalacaklardır. Onlardan azab
hafifletilmeyecek ve onlara asla bakılmayacaktır. 3/88
- Ancak ondan sonra, tevbe edip uslananlar başka. Çünkü Allah,
bağışlayan, merhamet edendir. 3/89
- Onlar ki, inandıktan sonra inkar ettiler, sonra inkarları arttı,
onların tövbeleri kabûl edilmeyecektir ve işte onlar sapıkların ta
kendileridir. 3/90
Dinden çıkıp cemaatten ayrılana ölüm cezası verilmesi halinde,
irtidat edenler inkarlarını gizleyeceklerdir, bu da münafıkların artmasına
sebep olacaktır. Münafıkların artması, İslam toplumu için iyi bir şey değildir.
Kaldı ki, değil inançtan dolayı öldürmek, İslam da inanca baskı yani ikrah dahi
yoktur. İsteyen inanır, isteyen inanmaz, kullar inanmayandan inanmadığından
dolayı hesap soramazlar, bu konuda hesap sormak Allah’a aittir.
293- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim hayızlının fercine veya bir kadının
dübürüne (arka uzvuna) temas ederse veya kâhine uğrarsa Muhammed’e indirilenden
teberri etmiş yüz çevirmiş) olur.” (K.S. 3823 C.11 S.44 Akçağ, alıntısı
Tirmizi, Tahâret 102, (135); İbnu Mâce, Tahâret 122,(639). )
Bir kadının dübürüne temas eden kimse, Lût kavminin sapık ameline
benzer bir amel işlemiş olur, dolayısıyla böyle kimseler müslüman değillerdir,
bu konuya evvelce değinmiştim. Bir kâhine uğrayan yani fal açtıran kimsede o
kahinin gaybı bildiğini kabul etmiş olmakla, kâhini Allah’a ortak koşmuş olur,
zira gaybı İslam inancına göre ancak Allah bilir. Hayızlı kadına temasta
bulunmak, İslam dininde günah sayılan bir harekettir, fakat dinden çıkarıcı bir
hareket değildir.
Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Sana âdet görmeden soruyorlar. Deki: “O eziyettir.” Âdet hâlinde
kadınlardan çekilin, temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri
zaman Allah’ın emrettiği yerden onlara varın. Allah tevbe edenleri sever,
temizlenenleri sever. 2/222
Ayrıca , hayızlı kadına temas konusunda ki tekfir iddialarıyla,
tahdis ettikleri şu rivayetler çelişkilidir:
294-. ...... İbn Abbasi (r.a.) demiştir ki:
“(Bir kimse), kanın başlangıcında karısına yaklaşırsa bir dinar,
kanın kesilmesi sırasında (yaklaştığında) cima ederse yarım dinar sadaka
versin.” (Ebû Dâvûd C.1 S.472 H.472 H.265 K.Taharet (1), Bâb 105 Şamil 1987.)
295- Bir rivayette şöyle denmiştir: “Kişi hanımına kanama hâlinde
temasta bulunmuşsa bir dinar, kanın kesilme hâlinde temas etmişse yarım dinar
tasadduk eder.” (K.S. 3834 C.11 S.50 Akçağ, alıntıları. Tirmizi , Tahâret 103,
(136,137); Ebu Dâvud. Tahâret 106,(264, 265,266); Nesâi, Tahâret 182,(1,153);
İbnu Mâce, Tahâret 123,(640). )
Görüldüğü gibi rivayetler çelişkilidir, bir taraftan söz konusu
fiili işleyen tekfir edilirken, diğer taraftan ceza olarak bir veya yarım dinar
tasadduk öngörülmüştür. Küfretmenin karşılığı yarım dinar veya bir dinardır
demek açık bir çelişkidir.
HAYVANLARLA İLGİLİ OLARAK
UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ
Bilindiği gibi, dünyada yaşam süren birçok canlı bulunmaktadır.
İslam inancında, İnsanlar ve Cinler dünya yaşantılarında imtihan
geçirmekte olup, amellerine göre Cennetlik yada Cehennemlik
olmaktadırlar. Rivayet uydurmacıları, insanlara ve cinlere has olan bu imtihan
şeklini insanlar nazarında amacından saptırmak için, bimtihanın içeriğinde
bulunan iyi ve kötü kavramlarını hayvanlara da yüklemek suretiyle amacından
saptırmaya çalışmışlardır. Bu amaçlarına ulaşmak için, hayvanların
davranışlarını dini ölçülere göre değerlendirme yoluna gitmişlerdir, halbuki
değil hayvanların davranışlarını dini ölçülerle değerlendirmek, ne yaptığını
bilemeyen akıl özürlü insanların davranışları bile, İslam dinine göre dini
ölçülerle değerlendirilemez. Bu hususlarda uydurmuş oldukları rivayetlerden
örnekler verecek olursam, şöyle ki:
296- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu
vesselam buyurdular ki: “Yılan fasık tır, akrep fasık tır, karga fasık tır.”
Kâsım İbnu Muhammed İbni Ebi Bekr radıyallahu anh’a: “Karga yenilir
mi?” diye sorulmuş. Şu cevabı verdi: “Resulullâh aleyhissalâtu vesselâm’ın ona
“fasık” demesinden sonra onu kim yer?” (K.S. 6954 C.17 S.408 Akçağ, alıntısı.
İbni Mace 3942. )
297- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
“Hayvanlardan beş tanesi vardır ki bunların her biri fâsık tır.
Harem bölgesinde olsun, Hill (denen Harem dışı) bölgesinde olsun bunlar
öldürülür: Karga, çaylak, Akrep, sıçan, kelb-i akûr. (K.S. 4938 C.14 S.149
Akçağ, alıntısı Müslim, Hacc 66-67, (1198); Tirmizi, Hacc 21,(837); Nesâi, Hacc
113,(5,208). )
Müslim’in bir rivayetinde Hz. Aişe şöyle demiştir: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm beş fâsığın Hill’de ve Haremde öldürülmesini
emretti........ (K.S. 4938 notu. )
Görüldüğü gibi fasık lık günahını bazı hayvanlara yüklemişlerdir.
Kur’an’da ise fasıklar hakkında şöyle denmiştir: Mealen:
- Andolsun ki sana apaçık ayetler indirdik. Onları fasıklardan
başkası inkar etmez. 2/99
Böylece, dediklerine göre çaylak, Akrep, sıçan v.s. Fasık olmakla
ayetleri inkar edenlerden olmuş oluyorlar. Fasıkların ahirette erişecekleri
netice ise Kur’an’da helak olarak belirtilmiştir.
Kur’an’dan mealen:
- O halde peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen
de sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar va’dedildikleri azabı gördükleri
gün sanki dünyada gündüzün sadece bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu,
bir tebliğdir. Fasık topluluktan başkası helak edilir mi hiç? 46/35
Bu duruma göre, hayvanlar için fasık lık iddia etmeleri, Kur’an’a
uymamaktadır.
298- Fâkih İbn’i-Muğire’nin azadlı cariyesi Saibe radıyallahu anhâ
anlatıyor: “Hz. Aişe radıyallahu anhâ’nın yanına girmiştim. Odasında, yere
konulmuş bir mızrak gördüm. “Ey müminlerin annesi! Bununla ne yapıyorsun?” diye
sordum. Şu cevabı verdi:
“Biz bununla şu kelerleri öldürüyoruz. Çünkü Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm bize bildirdi ki, Hz. İbrahim aleyhisselâm ateşe
atıldığı zaman yerdeki bütün hayvanlar ateşin sönmesine katıldı, sadece keler
katılmadı. Dahası o, ateşi (yanması için) üflüyordu. Bu sebeple Aleyhissalâtu
vesselâm bunun öldürülmesini emir buyurdu. (K.S. 6949 C.17 S. 405 Akçağ
alıntısı, İbn-i Mace 3231. )
Bu rivayette belirttiklerine göre keler (kertenkele) büyük bir
İslam düşmanı olmuş oluyor. Bunlar öylesine iddialardır ki, Kur’an’ın evrensel
mesâjını, keler şöyledir yok kertenkele şöyledir diyerek, akılları sıra çoluk
çocuk oyununa döndürmeye çalışmaktadırlar. Müslim’in kertenkele hakkında
uydurmuş olduğu rivayetler, bu konuda ki amaçlarını açıkça ortaya koymaktadır.
Örneğin:
299- Resûlullah’a atfen: “Her kim kertenkeleyi ilk vuruşta
öldürürse ona şu ve şu kadar sevaba vardır, ve her kim onu ikinci vuruşta
öldürürse, birinciden aşağı olmamak üzere ona şu kadar sevap vardır. Ve her kim
onu üçüncü vuruşta öldürürse ona da ikincisinden aşağı olmamak üzere şu ve şu
kadar sevaba vardır.” buyurdular. (Müslim 146/695 C.9 Sönmez Neşriyat A.Ş. )
Sanki bahsettikleri kertenkele değil de, Müslümanlara saldıran yedi
başlı ejderha, öyle ki, Müslim’in 147. Rivayetinde (Cilt 9) belirttiğine göre,
birinci vuruşta kertenkeleyi öldürene yüz sevap verilecekmiş. Hal bu ki,
İbrahim peygamberin atılmış olduğu ateş hiçbir yaratığı müdahalesi olmadan.
Yalnız, Allah’ın ateşe emretmesiyle, ateş serin ve selametli bir hal almıştır,
yani kertenkele haricindeki diğer yer yaratıklarının ateşi söndürmeye
çalıştığını iddia etmeleri de, Kur’an’a uymayan bir iddiadır. Kur’an’dan mealen:
- Dediler: “Onu yakın, ilahlarınıza yardım edin, eğer bir iş
yapacaksanız.” 21/68
- Biz de “Ey ateş, İbrahim’e serin ve esenlik ol!” dedik. 21/69
Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayetlerin aslı yoktur.
300- İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm av veya koyun veya çoban köpeği hariç diğer bütün
köpeklerin öldürülmesini emretti.”
İbnu Ömer radıyallahu anh’a: “Ebu Hüreyre, “veya ekin köpeğini de
diyor!” denilmişti, bunun üzerine: “Onun ekini var da ondan!” cevabını verdi ve
ilave etti:
“Biz Medine ve civarına gider, tek köpek bırakmaz hepsini öldürdük.
Hatta biz, çölden gelmiş kadına refakat eden arkadaş köpeği bile öldürdük.”
(K.S. 4949 C.14 S.159 Akçağ, alıntıları. Buhari, Bed’ül-Halk 14; Müslim,
Musâkât 45,(1570); Muvatta, İstizân 14,(2,969) Tirmizi,Sayd 4,(1488);
Nesai,Sayd 9,(7,184). )
301- Resûlullah’a atfen:
Resûlullah köpeklerin öldürülmesini emir buyurdu ve köpekler öldürülsün diye
Medine’nin nahiyelerine haber gönderdi. (Sahihi Müslim 44/24 C.8 Sönmez
Neşriyat A.Ş. )
302- Resûlullah’a atfen: Resûlullah bize köpekleri öldürmeyi, emir
buyurdu. Hatta kadın köpeği ile çölden gelirdi de biz o köpeği bile bile
öldürdük . Sonra peygamber köpekleri öldürmeyi yasak etti ve:
- Halis siyahını, iki noktalısını öldürmeye bakın, çünkü o
şeytandır; buyurdu. (Müslim 47/25 C.8 Sönmez Neşriyat A.Ş. )
303- Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm ) buyurdular ki:
“Kişi, önüne semer kaşı kadar bir şey bırakmadan namaz kılarsa;
(önünden geçtiği takdirde ) siyah köpek, kadın, eşek, namazını bozar...”
Ebu Zerr’e dendi ki:
“Siyahın kırmızıdan, beyazdan farkı nedir?” Şu cevabı verdi:
“Ey kardeşimin oğlu! Sen bana, benim Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)a sorduğum şeyi sordun. Efendimiz:
“Siyah köpek şeytandır” buyurmuştu.” (K.S. 2743 C.9 S.39 Akçağ,
alıntıları. Müslim, Salât 265, (510); Ebû Dâvûd, Salât 110,(702), Tirmizi Salât
253,(338); Nesâi Kıble 7,(2,63); İbni Mâce, İkâmetu’s-Salât 38,(952). )
Bu rivayetleriyle, tüm siyah köpekleri şeytan saydıkları,
dolayısıyla eşeklerle, kadınları da özdeşleştirerek şeytan saymışlardır, bu
husus özellikle kadınlara büyük bir hakarettir ve İslam'da yeri yoktur.
Bizimle beraber dünyada yaşayan tüm hayvanlar, Allah’ın gerekli
görüp yarattığı ve çeşitli işlevleri olan yaratıklardırlar. Bu canlılar, dinsel
tebliğ dışında olmakla, onların şeytanlıkla veya vahyi reddetmeyle ilgileri
yoktur. Allah tarafından kendilerine yükletilen işlevleri yerine getirirler,
örneğin, arının bal yapması gibi. Ayrıca bizim tam olarak bilmediğimiz veya
bilemeyeceğimiz görevleri de olabilir. Şu kesindir ki, Allah hiçbir şeyi boşu
boşuna yaratmaz. Ve yaratmış olduğu hiçbir canlı türünü gereksiz yere yok
etmemizi bize emretmez. Tüm canlılar bizim gibi birer ümmet olup, kendilerine
has yaşamlarını sürdürürler.
Kur’an’dan mealen:
- Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş
yoktur ki, (onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz kitap da hiçbir
şeyi eksik bırakmadık . Sonra (onlar), Rab’leri(nin huzûru)na
toplanacaklardır. 6/38
Hal böyle olunca, peygamberin hiçbir gerekçe göstermeden köpeklerin
öldürülmesini emrettiği yolunda ki rivayetlerin aslı yoktur. Ayrıca, siyah
köpeklerin şeytan olduklarını rivayet etmelerinin İslami hiçbir yönü yoktur.
Daha başka rivayetlerinde de, zaman, zaman bazı hayvanların şeytan olduğunu
rivayet etmişlerdir. Böyle yapmalarının nedeni, dikkatleri şeytandan ve
şeytanın verdiği zararlardan başka yöne
çevirmek, insanların şeytan tehlikesini hatife almalarını sağlamak
ve böylece şeytanın onları aldatmasını kolaylaştırmak içindir. Özellikle de
köpeklerin ve develerin şeytan olduklarını rivayet etmişlerdir, zira, köpek
Ashabı Kehf’e bekçilik etmişti, Devede bir kavme, Allah tarafından imtihan
vasıtası yapılmıştı. Onun içindir ki bu iki hayvana kin duymuşlardır.
Bu hususta Kur’an’dan mealen:
- (Ashabı Kehf) Uykuda oldukları halde sen onları uyanıklar
sanırsın. (Uyudukları yerde) onları sağa sola çeviririz. Köpekleri de girişte
iki kolunu (ön ayaklarını) uzatmıştır. Çıkıp da onlara baksaydın, mutlaka
onlardan dönüp kaçardın. Ve onlardan için korku dolardı. 18/18
- Semûd (kavmin)e de kardeşleri Sâlih’i (gönderdik): “Ey kavmim
dedi, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Size
Rabb’inizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah’ın dişi devesi, size
mûcizedir, bırakın onu Allah’ın arzında yesin (içsin) sakın ona kötülük
etmeyin, yoksa sizi acı bir azab yakalar.”
7/73
Hal bu ki onlar deve için şöyle dediler.
304- Resûlullah’a atfen: “Koyun ağıllarında namaz kılın, zira
koyunlar mübarek (hayvanlar)dır. Deve damlarında namaz kılmayın. Zira onlar
şeytanlardır.” (K.S. 2696 C.8 S.536 Akçağ, alıntısı. Ebu Dâvud, Salât 25,(493).
)
305- Berâ (radıyallahu anh)’nın rivayetlerine göre Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle demiştir:
“Deve ağıllarında namaz kılmayın, çünkü onlar şeytandandır.”
Koyun ağıllarından soruldu:
“Oralarda kılın, çünkü onlar berekettir” buyurdular.” (K.S. 3689
C.10 S.478 Akçağ, alıntıları. Ebu Dâvud, Tahâret 72,(184); Tirmizi, Tahâret
60,(81). )
Köpeklerle, develerin şeytan olduğu yolundaki rivayetlerinin aslı
yoktur.
306- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Melekler, içinde köpek ve çan bulunan
kâfileye arkadaşlık etmezler.” (Müslim, Libâs 103,(2113,2114); Ebû Dâvûd, Cihâd
(2555,2556); Tirmizi, Cihâd 25,(1703). K.S. 2196 C.8 S.33 Akçağ. )
307-.......... Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdis edip: Ben bunu senin
şurada bulunduğun gibi ez-Zuhri’den ezberledim, o şöyle dedi: Bana Ubeydullah
ibn Abdillah, İbnu Abbâs’tan; o da Ebû Talha Zeyd ibn Sehl’den (Allah onlardan râzı
olsun) haber verdi ki, Peygamber (S): “Melekler, içinde köpek ve sûret bulunan
bir eve girmezler” buyurmuştur. (Buhari, Kitâbu Bed’i’l-Halk H.126 C.7 S.3099
Ötüken 1987. )
İddia ettiler ki, Melekler içinde, çan, köpek ve sûret (resim,
heykel) bulunan yere gitmeyip ordan uzak dururlarmış. Bu devirde insanların
tamamına yakını, resimli kimlik kartlarını üzerlerinde taşımaktadırlar,
kullandıkları çoğu paraların üzerinde resimler vardır ve denebilir ki, dünyada içinde insan veya hayvan resmi
olmayan hemen hemen hiçbir ev yoktur. Hal böyle olunca, ölüm melekleri
resimlere rağmen insanların canlarını nasıl almaktadırlar. Eğer iddiaları doğru
olmuş olsaydı, üzerinde resim bulunan insandan uzak durmak suretiyle veya
içinde resim olan eve ölüm melekleri girmeyeceklerinden insanların ölmemeleri
gerekirdi ve bunun gibi başka misaller verilebilir. Gerçekler onların iddiaları
hilafınadır.
Canları meleklerin aldığına dair Kur’an’dan mealen:
- Nefislerine zulmeden kimselere, canlarını alırken melekler: “Ne
işte idiniz?” dediler. (Bunlar): “Biz yer yüzünde âciz düşürülmüştük.” diye
cevap verdiler. Melekler dediler ki: “Peki, Allah’ın yeri geniş değil miydi ki
onda göç ed(ip gönlünüzce yaşayabileceğiniz bir yere gid)eydiniz?” İşte onların
durağı cehennemdir, ne kötü bir gidiş yeridir orası! 4/97
Bu itibarla tahdis etmiş oldukları rivayetlerin aslı yoktur.
308- Selman radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm’a çekirgeler sorulmuştu:
“Onlar, Allah’ın en kalabalık ordularıdır. Onu ne yerim ne de haram
kılarım” buyurdular.” (K.S. 3913 C.11 S.154 Akçağ, alıntıları. Ebu Dâvud,
Et’ime 35,(3813); İbnu Mace, Sayd 9,(3219). )
309- Rezin rahimehullah Hz. Câbir radıyallahu anh’tan naklediyor:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm çekirgelere beddua etti ve dedi ki:
“Allah’ım! Çekirgeleri helâk et, büyüklerini öldür, küçüklerini
helâk et, nesillerini kes ağızlarını geçimimiz ve rızkımızdan
(uzak) tut. Sen duaları işitensin.”
(Orada bulunan) bir adam:
“Ey Allah’ın Resûlü! Çekirgelere nasıl böyle beddua ediyorsunuz,
onlar ki Allah’ın ordularından bir ordudur” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm da
cevaben:
“Çekirge, denizdeki bir balığın hapşırığıdır” buyurdular.” (K.S.
3914 C.11 S.154 Akçağ, alıntıları. Tirmizi, Et’ime 23,(1824); İbnu Mâce, Sayd
9,(3221). )
Çekirgelerin, Allah’ın en kalabalık orduları olduğunu rivayet
etmişlerdir. Buna rağmen, peygamberin, çekirgelerin mahvolmaları için dua
ettiğini rivayet etmeleri bir çelişkidir. Peygamberin, Allah’ın en kalabalık
ordusunun mahvolması için dua etmesi mümkün değildir. Ancak çekirgelerin
zararından korunma yününde dua eder. Güya kendisine bir şahıs, Allah’ın
ordularından bir ordu olan çekirgelere niçin beddua ediyorsunuz demişte,
peygamber, cevap olarak, onlar denizde ki bir balığın hapşırığıdır cevabını
vermiş. Sorulan soruya verilen cevap uygun olmadığı gibi, çekirgelerin balık
hapşırığı olmadığı bilinen bir gerçektir, öyle bir iddia gerçeklere uymaz.
Diğer bir hususta çekirgelerin, Allah’ın en kalabalık ordusu olduğu iddiası, bu
iddia da Kur’an’a uymayan bir iddiadır. Zira Allah’ın ordularını, Allah’tan
başka kimse bilmez. hal böyle olunca, peygamber bilmediği orduların en
kalabalık olanının hangisi olduğunu bilemez. Bu hususta Kur’an’dan mealen:
- Biz cehennemin bekçilerini hep melekler yaptık. Onların sayısını
da inkar edenler için bir imtihan kıldık ki kendilerine Kitap verilmiş olanlar
iyice inansın, inanananların imanını arttırsın. Kitap verilmiş olanlar ve
inananlar şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlar ve kafirler de:
“Allah bu misalle ne demek istedi?” desinler. Böylece Allah, dilediğini
sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını
kendisinden başkası bilmez. Bu, insanlara bir tebliğdir. 74/31
Görüldüğü gibi, Allah’ın ordularını, Allah’tan başkası bilmez. Bu
itibarla, bu hususta uydurdukları rivayetlerin aslı yoktur.
310- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)’a bir katır hediye edilmişti, ona bindi. Ben
kendisine:
“Eşekleri atlara aşırtırsak da bunun gibi katırlar elde etsek olmaz
mı?” dedim. Şöyle cevap verdi:
“Bunu bilmeyenler yapar.” buyurdu. (K.S. 2230 C.8 S.75 Akçağ,
alıntıları. Ebû Dâvûd, Cihâd 59,(2565); Nesâi, Hayl 10,(6,224). )
Bu rivayette, katır üretmenin iyi bir şey olmadığını tahdis
etmişlerdir. Hal bu ki, Kur’an’da Allah, katırları süs olarak yarattığını
bildirmiştir. Bundan dolayı iddiaları Kur’an’a uymamaktadır, zira iyi olmayan
bir şey süs olarak tanımlanamaz. Bu hususta Kur’an’dan mealen:
- (Allah), Binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri
(yarattı) ve sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır. 16/8
Bu itibarla uydurdukları rivayetin aslı yoktur.
311- Ümmü seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm fareye fuveysika der ve şunu ilave ederdi:
“Ben bunu meshe uğramışlardan biliyorum. Çünkü o, kendisine (içmesi
için) deve sütü konulsa onu içmez. Ama koyun sütü verilirse onu içer.” (K.S.
5965 C.16 S.442 Akçağ 1993, alıntısı. Rezin tahriç etmiştir. Buhari’de kaydedilmiştir,
Bed’ül-Halk 15; Müslim, Zühd 62, (2997). )
312- İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Ey Allah’ın resulü!
Maymun ve domuzlar, Allah Teâla’nın mesh ettiği insanlardan mı?” diye
sorulmuştu. Şu cevabı verdi: “Allah Teâla hazretleri bir kavmi helak etti mi
ona nesil (devam) vermez. Maymun ve domuzlar daha öncede vardı.” (K.S. 5966
C.16 S.444 Akçağ, alıntısı, Müslim, Kader 33,(2663). )
Bu iki hadis çelişkilidir. Madem ki meshe uğrayanların nesli devam
etmiyorsa. Meshe uğrayan farelerin nesli nasıl devam etmiştir. Zira farelerin
deve sütü içmemeleri mesh edilmiş olmalarına delil olarak gösterilmiş, bu olay
farelerin tümüne mal edilmekle, meshe uğrayan farelerin soyu devam ediyor
demektir. Buda iki rivayetin çelişkili olduğunu açıkça belirtir.
313- Ebu’l-Müseyyeb anlatıyor: “(Bir gün) Ebu Said radıyallahu
anh’ın yanına girmiştim, namaz kılıyor buldum. Onu beklemek üzere oturdum.
Derken evin bir köşesinde tavanı örten hurma dalları arasında bir kıpırtı
gördüm. Oraya bakınca bir yılan olduğunu
gördüm. Öldürmek üzere atıldım. Ebu Said oturmam için işaret etti.
Tekrar yerime oturdum. Namazdan çıkınca bana evde bir oda gösterdi ve: “Bu
odayı görüyor musun? diye sordu. Ben: “Evet!” deyince devam etti:
“Onda bizden evlenmesi yakın bir genç vardı. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm ile birlikte Hendek (harbi)e gittik. Genç, o gün
ortasında ehline uğramak için Aleyhissalâtu vesselâmdan izin istiyordu. Bir gün
ondan yine izin istedi. Aleyhissalâtu vesselâm ona:
“Silahını beraberine al, ben Kureyza’dan sana bir zarar gelir diye
korkuyorum!” buyurdular. Adam silahını aldı. Ailesine geldi. Hanımı iki kapı
arasında ayakta duruyordu. Elindeki mızrağı ile, dürtmek üzere kadına eğildi.
Adama kıskançlık gelmişti. Kadın onu:
“Mızrağını geri çek! Hele
eve gir, beni dışarı çıkaran şeyi bir gör!” dedi. Adam içeri daldı. Bir de ne
görsün: Yatağın üzerine çöreklenmiş iri bir yılan! Mızrağıyla ona yöneldi ve
yılana sapladı. Sonra çıkıp, süngüyü avluya dikti. Derken yılan üzerine atıldı.
Bilemiyoruz hangisi evvel öldü; yılan mı, genç mi? Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm’a gelip, bu durumu anlattık ve: “Dua edin, Allah ona tekrar hayat
versin!” dedik. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Arkadaşınız için istiğfar ediverin! Buyurdular. Sonra şu
açıklamada bulundular:
“Medine’de Müslüman olan cinler var. Onlardan birini görürseniz,
kendisine üç gün ihtarda bulunun. Eğer bundan sonra yine de görünürse onu
öldürün. Çünkü o bir şeytandır.” (K.S. 4942 C.14 S.14 S.154 Akçağ, alıntısı.
Müslim , Selam 139,(2236); Ebu Dâvud, Edeb 174,(5256, 5257); Tirmizi, Ahkâm
2,1484); (Bazı Tirmizi nüshalarında Sayd bölümünde (17.bab’ta) gelmiştir. )
İslam dininde cinler yılan olarak tanımlanamayacağı gibi. Bu
rivayette belirttiklerine göre, bir yılan gördüğümüzde, gitmesi için ona üç gün
ihtarda bulunacakmışız, gitmediği takdirde de, şeytan olduğuna karar verip onu
öldürecekmişiz. Bu o kadar ciddiyetten uzak bir rivayettir ki, aklı başında
olan hiç kimse bunun pratiğini yapmaya kalkışmaz, zira aklı başında bir kimse
kimse üç gün süreyle benden uzak dur diye bir yılana hitap etmez. Böyle bir
şeye kalkıştığı takdirde deliliğine karar verilir. Diğer bir hususta, yılanın
bir evde bulunduğunu ve evden ayrılmadığını farz edersek, üç gün dolmadan o
yılanın ev sahiplerinden herhangi birine zarar vermeyeceğinin güvencesi nedir?
Gerçeklerle bağdaşmayan bu rivayetin aslı yoktur.
314- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim, yılanı (intikam) arar diye (öldürmez) bırakırsa bizden
değildir. Biz onlarla harb ettiğimiz günden beri onlarla sulh yapmadık.” (K.S.
4944 C.14 S.14 S.156 Akçağ, alıntısı. Ebu Dâvud, Edeb 174, (5250). )
315- İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Yılanların hepsini öldürün.
Kim yılan(ın intikam alacağın)dan korkarsa, benden değildir.”
Bir rivayette şöyle burulmuştur: “Gümüş çubuk gibi olan uzun yılan
hâriç bütün yılanları öldürün.” (K.S. 4943 C.14 S.156 Akçağ, alıntıları. Ebû
Dâvûd, Edeb 174, (5249,5261); Nesâi, Cihad 48, (6,51). )
Bu iki rivayetle, bir evvelki rivayet çelişkilidir. Evvelki
rivayette yılana üç gün ihtar edilmesi gerektiği belirtilmişken, son iki
rivayette ihtarsız öldürülmeleri gerektiği ve onlarla barış yapılamayacağı
belirtilmiştir.
316- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm bir güvercinin peşine düşüp onunla eğlenen bir adam
görmüştü: “Bir şeytan bir şeytaneyi takip ediyor!” buyurdular.” (K.S. 5331 C.15
S.135 Akçağ, alıntıları. Ebû Dâvûd, Edeb 65, (4940); İbnu Mâce, Edeb 44,(3765).
)
( Not: Tahdis etmiş oldukları birçok rivayette, Ebû Hûreyre gibi
uydurmuş oldukları birçok hayali raviye Hz. Ve Radıyallahu anh ifadelerini
kullanmışlardır, iktibas gereği bu ifadeleri yazmak zorunda kaldığımı ve
uydurmuş oldukları hayali şahıslara bu tür ifadeleri kullanmalarını tasvip
etmediğimi belirtmek isterim.)
Güvercin, hayvanların en güzellerindendir. Bir insan onu sevebilir,
yakalamak isteye bilir, hiç bir zaman bir güvercini yakalamak istiyor diye, bir
kimseye bu yaptığından dolayı şeytan denemez. Hele güvercin gibi zararsız bir
hayvana şeytan demeleri de, ciddiyetten ne kadar uzak olduklarını göstermeye
kafidir. Asıl amaçları ise, daha öncede belirttiğim gibi şeytan kavramını
belirsiz hale getirmek istemeleridir.
317- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Horozun öttüğünü işittiğiniz vakit
Allah’tan lütuf ve ikramını talep edin. Zira onlar bir melek görmüştür.
Merkebin anırmasını işittiğiniz zaman şeytandan Allah’a sığının. Çünkü o bir
şeytan görmüştür.” (K.S. 5950 C.16 S.421 Akçağ 1993, alıntıları. Buhari,
Bed’ü’l_halk 15; Müslim, Zikr 82,(2729); Ebû Dâvûd Edeb 115,(5102); Tirmizi,
Da’avat 58,(3455). )
Horozların canları çektikçe sık sık ötmeleri bir tarafa. Eşeklerin,
dişi eşek görünce anırmalarına ne demeli, o zaman bütün dişi eşekler şeytan
olmuş olur ki, bu da boş bir iddiadan başka bir şey değildir.
318- ......... Ben Ebû Hureyre (R)’den işittim, şöyle diyordu:
Peygamber (S) : “Sizden birinizin içeceği içine sinek düştüğü zamân, o kişi
sineğin her tarafını batırsın, sonra onu çıkarsın (atsın). Çünkü sineğin iki
kanadının birisinde hastalık, diğerinde şifâ vardır” buyurdu. (Buhari, Kitâbu
Bed’i’l-Halk Bab 17 H.124 S.3098 C.7 Ötüken. )
Rivayet müdafaacıları, sineğin bir kanadında hastalık ve bir
kanadında ilaç olduğunu uzun uzadıya savunarak, bunun bilinmesinin bir
peygamberlik mucizesi olduğunu iddia etmişlerdir. Sineğin herhangi bir kanadında
eğer ki ilaç özelliği taşıyan bir madde olsaydı, bu çağda tespit edilerek ondan
sentetik ilaç üretme yoluna gidilirdi. Fakat böyle bir şey bilinmemektedir.
Esasında bu rivayeti uydurmaktan amaçları sineğin kanadında ilaç olup olmadığı
olayı değildir. Amaçları müslümanların yemek içmek zevkleri konusunda insanları
tiksindirmektir. İçtiğim bir kahveye sinek düştüğünde o sineği kahveye batırıp,
o kahveden içmeyi düşünmek bile midemi bulandırmaya yetiyor. Bu durum
karşısında sineğin değil bir kanadında iki kanadında ilaç olsa ne olur. Kaldı
ki, dünyada bir içeceğe tek kanadı üzerine düşüp te öylece kalan sineği kim
görmüş, zaten hayvan sıvıya düşer düşmez, kurtulmak için çırpınacak ve
kendiliğinden her iki kanadını batıracaktır. Bu itibarla, gerçeklerle bağdaşmayan
bu rivayetin aslı yoktur.
319- .... Câbir b. Abdillah’tan demiştir ki:
Hz. Peygamber (s.a.) kurban bayramı günü hayaları buruk, alacalı
(ve) boynuzlu iki koç kesti... (Ebû Dâvûd, K.ed-Dahâyâ (16), Bâb 3-4 H.2795
C.10 S.472 Şamil 1990,diğer rivayet eden, İbn Mâce, edahi 1. )
320- ........... Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: peygamber (S)
deve ahırında zekât develeriyle meşgûl bulunduğu bir sırada yeni doğan kardeşim
Abdullah’ı teberrük en hurma çiğnemeye damağını oğalaması için yanına getirdim.
Bu sırada Peygamber’i zekât koyunlarına -öyle sanırım ki- kulaklarına- damga
vururken gördüm. (Buhâri, Kitâbu’z-Zebâıh ve’s-Sayd Bab 35 H.67 C.12 S.5607
Ötüken 1988.)
Bu hadis uydurmasının yorumunda şöyle demektedirler: “Bu hadis
alametin yüzden başka yere , bilhassa koyunlarda kulağa damga vurulması
hususunda nâstır. Bu sebeple memleketimizde ve bütün İslam Âlemi’nde sürü
sahipleri koyunlarını kulaklarından alâmetler ler. Bu, Peygamberin fiiline
uygundur.” Kur’an’da ise bu gibi hususlarla ilgili olarak özellikle hayvanların
kulaklarını yaranların tenkit edilmesi gerçekten ibret vericidir.
Daha öncede belirttiğim gibi, gerek tedavi etmede, gerekse Allah’ın
meşru kıldığı şekilde, kesilmesi helal olan hayvanların, yenmek üzere kesilmesi
helaldir. Hatalık durumunda tedavi amaçlı olmak üzere, insanlar gerekli
ameliyatları yapabilirler. Bu gibi hususların ötesinde, gerek insanları gerek
hayvanları burmak, vücutlarına döğme yapmak, dağlamak, kulaklarını kesmek,
sünnet etmek gibi hususlarla. Bu çağda bazılarının çaba gösterdiği gibi genler
üzerinde oynamak suretiyle yaratılışı değiştirme olayları. Onların
yaratıldıkları şekli değiştirmek demektir ve bu gibi hususlar Kur’an’da
şiddetle yasaklanmıştır. Ayrıca herhangi bir insanın veya hayvanın burulması;
hadım edilmesi sadizmi simgeleyen vahşetin ta kendisidir. Kur’an’dan mealen:
- Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka her
şeyi dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan da uzak bir sapıklığa düşmüştür.
4/116
- O (Allah’a ortak koşa)nlar, O’nu bırakıp birtakım dişilerden
başkasına çağırmıyorlar ve onlar, inatçı şeytandan başkasına yalvarmıyorlar.
4/117
- (O şeytan)ki Allah ona lânet etti ve o da, “Elbette senin
kullarından belirli bir pay alacağım.” dedi.” 4/118
- Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara
sokacağım ve onlara emredeceğim: hayvanların kulaklarını yaracaklar; onlara
emredeceğim: Allah’ın yaratışını değiştirecekler!” Kim Allah’ın yerine şeytanı
dost tutarsa, muhakkak ki açık bir ziyâna uğramıştır. 4/119
- (Şeytan) onlara söz verir, ümit verir, fakat şeytanın onlara
va’di, aldatmadan başka bir şey değildir. 4/120
- İşte onların varacağı yer cehennemdir. Aslâ cehennemden kaçmak
(imkânı) bulamazlar. 4/121
Görüldüğü gibi, bu husustaki rivayetleri, Kur’an’la uyuşmamaktadır.
321- ......... Ümmû Kürs’el-Ka’biyye demiştir ki:
“Resûlullah (s.a)’i, (Akika kurbanı olarak) erkek çocuğu için yaşça
birbirine denk olan iki koyun, kız çocuğu için de bir koyun (kesilir) derken
işittim.” (Ebû Dâvûd, K.ed-Dahâyâ (16), Bâb 20-21 H.2834 C.10 S.539 Şamil 1990,
ayrıca Nesai, akika 1,3,4. )
322- ... Selmân b. Amr’ed-Dabbiyyi’den demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) (şöyle) buyurdu:
“(Yeni doğan her) bebekle beraber bir akika bulunur. Öyleyse her
doğan çocuk için bir akika kurbanı kanı akıtınız ve kendisinden ezâyı
kaldırın.” (Ebû Dâvûd, K.ed-Dahâyâ (16), Bâb 20-21 H.2839 C.10 S.549 Şamil
1990, ayrıca. Buhâri, akika 2; Tirmizi, Edâhi 16; Nesâi, Akika 2; İbn Mâce,
Zebâih 1. )
Birinci rivayette erkek çocuk için iki akika kurbanı kesilir
denmişken, ikinci rivayette bir akika kurbanı kesilir denmesi bir çelişkidir.
323- ... Ebû Hüreyre’den rivâyet olunduğuna göre; Peygamber
(s.a.v.)
“-Fera’ ve atire yoktur.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, K.ed-Dahâyâ
(16), Bâb 19-20 C.10 S.536 Şamil, ayrıca. Buhari, akika 3,4; Müslim, edâhi 38;
Tirmizi, edahi 15; Nesâi, Fera’l ; İbn Mâce, Zebâih 2. )
324- ........ (Amr b. Şuayb b. Muhammed b. Abdullah b. Amr b.
As’ın) dedesinden demiştir ki: .................
“-Fera’ haktır,”............... (Ebû Dâvûd, K.ed_Dahâyâ (16), Bâb
20-21 H.2842 C.10 S.553 Şamil. Ayrıca, Nesai, akika 1. )
325- ... Said (b. El-Müseyyeb)’den demiştir ki:
“Fera’ ilk yavrudur, (Araplar) hayvanların doğurduğu ilk yavruyu
keserlerdi. (Ebû Dâvûd, K.ed-Dahâyâ (16), Bâb 19-20 H2832 C.10 S.537 Şamil. )
Birinci rivayette, Fera’ olmadığı belirtilmişken, ikinci rivayette
şart koşulması bir çelişkidir.
326- ..... Adiyy b. Hatim’den demiştir ki:
Peygamber (s.a.)’e biz köpeklerle avcılık yapıyoruz. (bu hususta ne
buyurursunuz?), diye sordum. Bana:
“-Eğer (avın üzerine) eğitilmiş köpeklerini gönderiyorsan ve
(onları gönderirken) üzerlerine besmele çekiyorsan, sana yakaladıkları avlardan
yiyebilirsin, isterse (avı yakalayan köpek onu) öldürmüş olsun, fakat köpek
(yakaladığı hayvanın bir kısmını) yerse, o başka. Eğer köpek (avın bir
tarafını) yemişse sen (onu) yeme. Çünkü (köpeğin) onu kendisi için yakalamış
olmasından korkarım.” cevabını verdi. (Ebû Dâvûd, K.es-Sayd (16), Bâb 22-23
H.2848 C.11 S.20 Şamil, ayrıca. Buhari, vudu 33, buyû’3, zebâih 2-3, 7-10,
tevhit,13; Müslim, sayd 1-3; Tirmizi, sayd 1,6; İbn Mâce, sayd 3. )
327- ...... Adiyy b. Hâtim’den demiştir ki:
Peygamber (s.a.) :
“Eğittikten sonra besmele çekerek (av üzerine) gönderdiğin bir
köpek ya da şahinin senin için yakaladığı avı yiyebilirsin” buyurdu.
Ben de:
-(Avı) öldürmüşse de mi? diye sordum.
“- Eğer onu öldürmüş de onun hiçbir tarafını yememişse onu ancak
senin için yakalamış demektir.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, K. Es-Sayd (16), Bâb 22-23
H.2851 C.11 S.25 Şamil. Ayrıca, Tirmizi, Sayd 3. )
328- ... Ebu Sa’lebe’tü’l Huşeni’den demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) köpeğin avladığı av hakkında (şöyle) buyurdu:
“Köpeğini (avın üzerine) besmele çekerek göndermişsen (onun
yakaladığı avı) yiyebilirsin. İsterse o avın bir tarafını yemiş olsun. Kendi
ellerinle avladığını da ye!” (Ebû Dâvûd, K.es-Sayd (16), Bâb 22-23 H.2852 C.11
S.26 Şamil. Ayrıca, Ahmed b. Hanbel, IV-195. )
Birinci ve ikinci rivayetlerde, av köpeği yakaladığı avdan yemişse
o avın kesinlikle yenemeyeceğini belirtmişlerken, üçüncü rivayette
yenebileceğinin rivayet edilmesi bir çelişkidir.
Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Kendileri için nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar; de ki:
“Bütün iyi ve temiz şeyler size helal kılınmıştır.” Allah’ın size öğrettiğinden
öğretip avcı hale getirdiğiniz hayvanların sizin için yakaladıklarından da
yeyin ve üzerine Allah’ın adını anın (besmele çekin). Allah’tan korkun.
Allah’ın hesabı pek çabuktur. 5/4
Dikkat edilirse, yukarıda meali yazılı 5 Mâide 4 te, av için
yetiştirilmiş hayvanların, avı yakaladığında avdan yemişse istisnası
yapılmamıştır.
İMAN VE AMELLER HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ
Kur’an öğretisine göre, cennetlik olabilmek için, iman edip,yararlı
amel işlemek şarttır. Bunda da başarılı olabilmek için, İman ve Salih amel
kavramlarının net bir şekilde bilinmesine ihtiyaç vardır.
İslam dininde, İman ve Salih amel iki ayrı kavram olmalarına
rağmen, birinin yokluğu halinde diğeri de geçersiz olur. Örneğin: Kişi İman
etmiş olmasına rağmen iyi amelleri yoksa Ahrette kurtuluşa eremeyeceği gibi.
İyi amelleri olmasına rağmen iman etmemişse, iyi amelleri geçersiz olup yine
kurtuluşa eremez.
Kur’an’dan mealen:
- Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabb’inin
gelmesini yahut Rabb’inin bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabb’inin
bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır
kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin,
şüphesiz bizde beklemekteyiz! 6/158
Yukarıdaki ayet mealinde görüldüğü gibi, iman etmiş olmasına
rağmen, imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye imanı fayda vermez.
Kur’an’dan mealen:
- Rablerini inkâr edenlerin durumu (şudur): Onların amelleri
fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıklarından
hiçbir şeyi elde edemezler. İşte bu, (haktan) uzak sapıklığın kendisidir. 14/18
Yukarıdaki ayet mealinde görüldüğü gibi, imanın yokluğu halinde,
yapılan iyi ameller, fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu kül gibi
yok olarak onları işlemiş olan şahsa fayda vermezler.
Kur’an’dan mealen:
- Erkek veya kadın kim mümin olarak salih amel işlerse, onu mutlaka
güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının
en güzeli ile veririz. 16/97
Yukarıdaki ayet mealinde İman ve Salih amelin, kurtuluş için
birlikte olması gerektiği görülür. Rivayet uydurmacıları bu iki kavramı
saptırmak için birçok rivayetler uydurmuşlardır. Özellikle vermek istedikleri
mesaj, iman etmiş olan bir kimsenin ameli ne olursa olsun hiç cehenneme
girmeyeceği ve cennete gireceği şeklindedir. Böylece iyi amelleri önemsiz, kötü
amelleri zararsız göstermek suretiyle fesat meydana getirmeyi amaçlamışlardır.
Eğer ki bu öğrettiklerini yutturamadıkları kimseler olursa, iman etmiş olan bir
kimsenin günahı sebebiyle cehenneme gireceğini fakat orda imanı sebebiyle ebedi
kalmayacağını söyleyip, ileri sürecekleri rivayetlerde uydurmuşlardır.
Uydurdukları her çeşit rivayet için çeşitli seviyede alternatif rivayetler
uydurmaya büyük gayret sarf etmişlerdir, böylece karşılarındaki şahsın
beklentilerine göre işlerine gelen rivayeti ortaya koyarak, uydurdukları diğer
alternatifleri gizleme yoluna giderler, böylece hadis külliyatlarının
içeriğinden habersiz kimseleri kandırmaya çalışırlar.
Ameller konusunda bir diğer iddiaları da amelin şahsa bağlılığını
iyi ameller yönünden ortadan kaldırarak, şahısların bir birleri yerine, hac
etme, sadaka verme gibi ameller işleyebileceğini rivayet etmişlerdir. Bu
hususlarda uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler verecek olursam:
329- ........... Katâde şöyle demiştir: Biz Enes ibn Mâlik (R)
şöyle tahdis etti:
Muâz ibn Cebel, deve üstünde Peygamberin terkisinde iken, Peygamber
(S):
- Yâ Muâz ibn Cebel! diye nida etti.
Muâz:
- Lebbeyk yâ Rasûlullah, ve sa’deyk, dedi.
Peygamber yine:
- Yâ Muâz! diye çağırdı.
Muâz:
- Lebbeyk yâ Rasûlullah ve sa’deyk, dedi.
Bu üç kere vâki’ oldu. Üçüncüde Rasûlullah.
- Hiçbir kimse yoktur ki,
kalbinden tasdik ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in
Rasûlullah olduğuna şahâdet etsin de Allah onu ateşe hâram etmesin buyurdu.
Muâz:
- Yâ Rasûlullah, bunu insanlara haber vereyim de sevinsinler mi?
dedi.
- Haber verdiğin takdirde buna güvenirler, buyurdu.
Muâz ibn Cebel, bunu ölümüne yakın günâhtan sıyrılmak için haber
verdi. (Buhâri, Kitâbu’l-İlm H.68 Bab 50 C.1 S.281 Ötüken 1987. )
330- .......... Ben Enes (R)’ten işittim, şöyle dedi: Bana zikr
olundu ki, Peygamber (S), Muâz’a.
- Allah’a hiçbir şey ortak kılmayarak Allah’a kavuşan kimse,
cennete girdi, buyurmuştur.
Muâz:
- Bunu insanlara müjdeleyeyim mi? dedi.
Rasûlullah:
- Hayır, çünkü ben onların buna güvenmelerinden endişe ederim
buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’l-İlm H.69 Bab 50 C.1 S.281 Ötüken. )
331......... Ebû Zerr (R) Şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle
buyurdu:
- “Cibril bana: ‘Ümmetimden her kim Allah’a hiçbir şeyi ortak
koşmayarak (tevhit inancıyla ) ölürse cennete girer -yâhut ateşe girmez’ dedi”.
- Eğer o kişi zinâ etse ve hırsızlık yapsa da mı? dedi.
Peygamber:
- “Eğer (bu günâhları işlese de)” buyurdu. (Buhâri, Kitabu
Bed’i’l-Halk H.32 Bab 6 C.7 S.3037 Ötüken 1987. )
332- İbnu Amr İbni’l-Âs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Aziz ve celil olan Allah (kıyamet günü), ümmetimden bir adamı
mahlûkatın üstünden seçer ve onun için doksan dokuz büyük defter açar. Her
defterde, gözün alabildiği kadar büyüktür. Rab Teâla adama sorar: “Bu
defterlerde yazılı olanlardan bir şey inkâr ediyor musun? Muhafız kâtiplerim
(olmadık şeyler yazarak sana) zulmetmişler mi?” Kul:
“Ey Rabbim! Hayır! (Hepsi
doğrudur!)der. Rabb Teâlâ sorar:
“(Bunları yapmada beyan edeceğin) bir özrün var mı?” Kul der:
“ Hayır! Ey Rabbim!” Aziz ve celil olan Allah:
“ Evet! Senin bizim yanımızda (makbul, büyük) bir de hasenen var.
Bugün sana zulüm yapmayacağız! Buyurur. Hemen bir etiket çıkarılır. Üzerinde
“Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve Eşhedu enne Muhammed en Rasûlullah (şahadet
ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve şahâdet ederim ki Muhammed Allah’ın
elçisidir.” yazılıdır.”
Sonra, Rabb Teâla der: “Ağırlığını (yani amellerin ağırlığını)
hazırla!” Kul sorar:
“Ey Rabbim! Bu defterlerin yanındaki bu etiket de ne?” Rabb Teâle
der: “Sana zulmedilmeyecek! Hemen defterler Mizan’ın bir kefesine konur, etiket
de diğer kefesine. Tartılırlar. Sonunda defterler hafif kalır, etiket ağır
basar. Esasen Allah’ın ismi yanında hiçbir şey ağır olamaz.” (K.s. 5077 C.14
S.390 Akçağ 1992, alıntısı, Tirmizi, İman 17, (2641). )
Bu rivayetlerde görüldüğü gibi, iman etmiş olan bir kimseye hiçbir
günahın zarar vermeyeceğini, isterse günahları gözün alabildiğine, doksan dokuz
defter doldurmuş olsun, böyle bir kimsenin hiç cehenneme girmeden, cennete
gireceğini rivayet ettiler. Bu şekilde rivayetler uydurup, insanları
aldatmalarının Kur’an’a uyan hiçbir yönü olmadığı gibi. Bu şekilde insanları
boş umutlarla aldatmaya, Kur’an’da şeytan aldatması olarak tanım getirilmiştir.
Bu husus ta, Kur’an’dan mealen:
- Ey insanlar, Allah’ın va’di gerçektir; sakın dünyâ hayatı sizi
aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan). Allah (ın affına güvendirmek sûreti ) ile
sizi aldatmasın. 35/15
- Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın
evlâdı, ne evladın babası için bir şey ödiyemiyeceği günden sakının. Allah’ın
va’di gerçektir. Dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı (şeytan), sizi
Allah’ın affına güvendirerek aldatmasın. 31/33
Şeytan, Allah’ın affına güvendirmek suretiyle insanları dünya
hayatıyla aldatır ve Salih amel işlememeleri için çaba gösterir. İblisin bu
aldatmasından ancak Allah’ın, Hâlis (ihlas sahibi) kulları korunmuştur. Bu
konuda, Kur’an’dan mealen:
- (İblis) dedi: “Senin izzet
ve şerefine and olsun ki, onların tümünü azdıracağım.” 38/82
- “Yalnız onlardan hâlis, (ihlâs sahibi) kulların hariç.” 38/83
- (Allah) Buyurdu ki: “Gerçek (benim andımdır), ve ben gerçekleri
söylerim,” 38/84
- “Senden ve onlar içinde sana uyan kimselerden cehennemi
dolduracağım!” 38/85
Görüldüğü gibi, iblisin gücü yalnız, Allah’ın hâlis (ihlas sahibi)
kullarına yetmemektedir. Peki bu, Allah’ın ihlas sahibi kulları, yalnız iman
eden kimseler midir, yoksa iman etmekle beraber, iyi ameller işleyen ve fuhuş
ile kötülüklerden korunan kimseler midirler. Bu hususta, Kur’an’dan mealen:
- (Yusuf’un), evinde kaldığı kadın, onun nefsinden murad almak
istedi ve kapıları kilitleyip: “Haydi gelsene!” dedi. (Yusuf): “Allah’a
sığınırım dedi, O benim Rabb’imdir. O bana iyi bir mevki vermiştir. O zalimleri
iflah etmez!” 12/23
- And olsun, kadın onu arzû etmişti, eğer Rabb’inin doğruyu
gösteren delilini görmeseydi Yusuf da onu arzû etmişti. Böylece biz kötülüğü ve
fuhşu ondan çevirmek istedik; çünkü o, ihlâsa erdirilmiş (seçkin)
kullarımızdandır.
12/24
- İnanan ve iyi işler yapanlar da halkın hayırlılarıdır. 98/7
- Rab’leri katında onların mükâfatı, altlarından ırmaklar akan Adn
cennetleridir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş,
onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Bu (mükâfat) Rabb’inden korkan kimselere
mahsustur. 98/8
Demek ki, İmanla beraber Salih amel işlemek şarttır ve Allah’ın
ihlâslı kulları, kötülükten ve fuhuştan korunmuşlardır, ihlâslı kul olmanın
göstergesi bu günahları işlememektir.
Yalnız iman edipte bu imanlarıyla hayır kazanmamış olanlar hakkında
Kur’an’dan mealen:
- Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabb’inin
gelmesini yahut Rabb’inin bazı alâmetlerinin
gelmesini bekliyorlar. Rabb’inin bazı alâmetleri geldiği gün,
önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı
bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz bizde beklemekteyiz! 6/158
Görüldüğü gibi imanla hayır kazanmak şarttır, yoksa yalnız başına
iman, iman etmiş olan kimseye fayda vermez. Nasıl olur ki bir şahıs iman etmiş
olurda, hiçbir hayır kazanmaz ve kötülükleri işleyip durur, böylece
günahlarının çokluğundan amel tartısı hafif basar. Hayır ihlaslı olmak bu
değildir. Kim, Allah’ın affına güvendirerek insanları kötülüklere sürüklerse, o
ancak İblisin çığırtkanlığını yapmış olmaktadır. Allah, Kur’an’da iyiyi ve
kötüyü detaylı bir şekilde göstermiştir, iyiliğin ve kötülüğün kurtuluş için
etkisi yoktur iman etmek yeterlidir demek bunları hiçe saymak demektir. Böyle
bir iddia küfrün ta kendisidir.
Ameller konusunda uydurdukları rivayetlerden daha da örnekler
vermekte ve bu konuda Kur’an’dan ölçülerini göstermekte fayda olduğunu
düşünüyorum, zira hem dünyadaki durumumuz hem de ahretteki durumumuz yapmakta
olduğumuz amellerle doğrudan, doğruya ilgilidir. Bu konu öylesine önemlidir ki,
Rivayetçiler, İslam Dinini, amelleri dışlamak suretiyle, imana indirgemeye
ısrarla çaba göstermişlerdir.
333-............ Muâz ibn Cebel (R) şöyle demiştir: ben bir seferde
Peygamberin bindiği Ufeyr denilen bir eşek üstünde Peygamberin terkisinde idim,
Peygamber (S) bana:
- “Yâ Muâz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkı ve kulların da Allah
üzerindeki hakkı nedir bilir misin?” diye sordu.
Ben de:
- Bunu Allah ile Resûlü en bilendir, dedim.
Resûlullah:
-”Allah’ın kulları üzerinde sâbit olan hakkı Allah’a ibadet etmeleri
ve Allah’a hiçbir şeyi ortak kılmamalarıdır. Kulların Allah üzerinde ki hakkı
da, kendisine hiçbir şeyi ortak kılmayan kişiye azâp etmemesidir (yâni bu
husûstaki lutrudur)” buyurdu.
Bunun üzerine ben:
- Yâ Resûlullah! Bunu ben insanlara müjdelemeyeyim mi? diye
sordum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder